• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

3.1. Bazı İktisadi Düşünürlerde Din ve İktisat İlişkisi

3.1.1. Adam Smith (1723-1790)

Adam Smith, modern iktisadın kurucusu kabul edilmektedir. İktisadi liberalizmin kapitalizmi hızla geliştirdiği bir dönemin iktisat teorisyeni ve düşünürüdür.108 1776’da yayınladığı Ulusların Zenginliği isimli kitap, içerdiği bireycilik teması ve sonraki kuşak iktisatçılar üzerinde yarattığı etkiler nedeniyle çok önemli ve büyük bir yapıt olarak kabul edilir.109

3.1.1.1. Doğal Özgürlük Sistemi

İktisadi liberalizmde akla ilk gelen isim olan Smith, iktisadi hayatın bireyci olduğunu ve bu bireyciliğin insanların doğal yapısından kaynaklandığını düşünür. Adam Smith’e göre kişisel menfaat iktisadi hayat için itici bir güçtür. Kişi en az zahmet ve maliyetle en çok tatmine ve kara ulaşmaya çalışır. Smith, bir bireyin kendi çıkarı peşinde koşmasına ve çıkarını artırmak için çaba sarf etmesine olanak sağlayan, serbest ekonomi olarak adlandırılan doğal özgürlük sistemini savunur. Doğal özgürlük sistemi ekonomik ayrıcalıkların ve imtiyazların ortadan kaldırıldığı ve bireylerin kendi üretim çabalarını diledikleri gibi yönlendirebildikleri bir politikaya işaret etmektedir. Birey ve toplum ancak böyle bir sistemde en büyük serveti elde edebilir. Bireyin kişisel çıkarları uğruna harcayacağı her çaba, neticede bir bütün olarak topluma ve diğer bireylere en yüksek fayda olarak geri dönecektir. Bireyci bir toplumda sosyal düzenin kurulmasına bu ilke olanak verir. 110

Dönemin bir başka iktisat teorisi olan Merkantilizm, devletin denetimi ve müdahalesi olmaksızın bireylerin bencil isteklerinin bireysel serveti artıracağını ve bu durumun, benim için daha çok, senin için daha az anlamını taşıyacağını var sayar. Ancak Smith, bu varsayımın doğru olmadığını iddia ederek, eğer birey bir şey istiyorsa, karşılığında diğerinin arzu ettiği şeyi üretip ürünleri mübadele ederler. Bu ticaretten her ikisi de faydalanır, çünkü ikisi de elde ettiği şeye göre, kendileri için daha değersiz şeyleri verirken daha değerli olanları alırlar. Böylece ticaretin neticesinde, ikisinin de refahı bir önceki duruma nispeten daha da artar, demektedir.

108 David D. Raphael, “Adam Smith”, (Çev. Ekrem Erdem), Liberte Yayınevi, 2014, Ankara, s.14.

109 Daniel R. Fusfeld, “The Age Of The Economist: The Development Of Modern Economic Thought”, Scott Foresman and Co., Ohio, 1966 s. 30.

110 Fusfeld, s. 35.

3.1.1.2. Devlet Tekeli

Bireylerin kendi çıkarları gereği, ellerindeki sermayeyi en karlı biçimde kullanma arzuları, diğer bireylerin satın almak istedikleri ürünlerin üretilmesine yol açar. Devletin çıkardığı yasalar yatırımcıların istedikleri yere yatırım yapma özgürlüklerini kısıtlar.

Ancak, yatırımcıların bu güdüleri o kadar güçlüdür ki, yine bir yolunu bulup servetlerini artırırlar.111

Adam Smith iktisadi gelişmenin önündeki en büyük engelin devletin kendisi olduğunu düşünür. İnsan kendi çıkarlarını herkesten iyi bilir. Çıkarlarının gereğini yerine getirebilmesi için özgür olmalıdır. Her insan kendi çıkarı için çalışırken, aynı zamanda toplumun çıkarına da hizmet eder. Çünkü toplumun çıkarı tek tek bireylerin çıkarlarının toplamından oluşur. Öyleyse bireylerin kendi çıkarlarını sağlamak için yaptıkları çalışmalara hiç kimse, hatta devlet dahi engel olmamalıdır. Bu anlamda devlet, yalnızca yasalar önünde eşitliği ve bireylerin özgürlüğünü korumakla yükümlü, içte ve dışta ülkenin güvenliği sürdürmekle görevli bir kurumlar bütünüdür. Devletin başka alanlara müdahale etmesi yarardan çok zarar getirir.112

3.1.1.3. Rekabet

Doğal özgürlük sisteminin ve serbest piyasanın hüküm sürdüğü yerlerde, iktisadi sistemin temelinde yer alan rekabetçilik olgusu vardır. Rekabet daha iyi ve daha kaliteli ürünlerin ortaya çıkmasını sağlarken, fiyatların en düşük seviyeye inmesine yol açar.

Ancak rekabetin olmadığı, tekelciliğin hüküm sürdüğü yerlerde ürünlerin kalitesi azalmakta, fiyatları ise yükselerek normal değerlerin çok üzerine çıkmaktadır. Bu durum ürünlerin de tek düze olmasına, çeşitlilik olmaması nedeniyle çekiciliğinin kaybolup, daha az alınıp tüketilmesine sebep olmaktadır. Üreticiler ise, tekelcilik sebebiyle zamanla isteksiz ve tembel hale gelmektedirler.113

İktisat sisteminin temelinde yer alan rekabet fikri Smith’in dini görüşlerine de sirayet etmiştir. Yalnızca iş hayatında değil hayatın her alanında rekabetin gereğine kuvvetle inanan bir insan olarak Smith, eğitim, tıp ve hatta din alanında bile rekabetten yana

111 Fusfeld, s. 36.

112 Ahmet Taner Kışlalı, “Siyasal Sistemler, Siyasal Uzlaşma ve Çatışma”, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 1991, s. 108.

113 Laurence R. Iannaccone, “The Consequences of Religious Market Structure: Adam Smith And The Economics Of Market Structure”, Rationality and Society, April 1991.s. 156-177.

olmuştur. Hoşgörüsüzlük ve fanatizmi teşvik ettiğini düşündüğü için devlet tarafından şekil verilen ve korunan her türlü dine karşı olmuştur. Smith’e göre, doğal özgürlük birçok küçük dini gruba sempatiyle bakarak, mensuplar arasında menfaat ortaklığına daha çok meydan verebilir. Ayrıca, küçük dini gruplarda sıradan insanın ahlaki değerleri genellikle devlet destekli büyük kiliselerdekinden kayda değer biçimde düzgün ve muntazamdır.114

Dini kurumların devlet denetimi ve tekelinde olduğu toplumlarda dinde yenilik ve gelişme olmaz. Din adamlarının ve kurumların ekonomik olarak devlet desteğinde olmaları, kişisel çıkarlar için çaba göstermeyi ortadan kaldıracağı için, onların cemaatlerinin dini ihtiyaçlarına yönelmeleri yerine, seküler işlere, politikaya, sanata vb.

faaliyetlere yönlendirerek elit bir grup olmalarına yol açar. Onlarda halka hizmet etmek yerine, sadece diğer elit gruplara hizmet ederler. Bu nedenle de, dine ve ibadet yerlerine olan ilgi minimum düzeyde kalır.

Çoğulculuğun olduğu yerlerde ise, din adamları, dini gruplar ve kurumlar arasında rekabet ortaya çıkar. Çünkü hem din adamlarını hem de dini kurumları motive eden şey, tıpkı seküler üretici ve şirketlerde olduğu gibi, kişisel çıkarlardır. Kişisel çıkarlar neticesinde din adamları ve dini gruplar daha fazla insana ulaşarak üyelerini artırmaya ve maksimum fayda temin etmeye çalışırken, üyelerin talepleri doğrultusunda daha çeşitli, çekici ve düşük fiyatlı ürün üretmeye gayret ederler Rekabet neticesinde hem dini bir pazar ortaya çıkar, hem de dini hizmetler daha kaliteli ve cazip hale gelir. Bu bağlamda, Smith din adına yapılan ve üretilen her şeyi bir ürün, dini grupların rekabet ettikleri alanı da pazar olarak değerlendirmektedir.

Smith'in ileri sürmüş olduğu dini tekelcilik, dini çoğulculuk ve dini Pazar kavramları, din araştırmalarına önemli katkılar yapmıştır. Bu katkılar arasında en başta geleni, devlet destekli yerleşik kiliselerin zayıflığını ve tembelliğini ortaya çıkarmış olmasıdır.

Ayrıca aynı kültüre ve ekonomiye sahip olan ulusların niçin farklı dindarlık seviyeleri gösterdiğini anlama noktasında da bu kavramların, özellikle de tekelcilik ve çoğulculuk kavramlarının yararları söz konusudur.

114 Samuel Fleiscker, “On Adam Smith’s Wealth Of Nations”, Princeton University Press, New Jersey, 2004, s. 237-238.

Sonuç olarak, Adam Smith yaklaşık 230 yıl önce rasyonel seçim teorisinin temel kavramlarından bahsetmiş, bireylerin dine olan ilgisinin veya ilgisizliğinin sebebini, onları motive eden etkenleri hemen hemen rasyonel seçim teorisinin günümüzdeki uygulama biçimiyle ifade etmiştir. Ancak onun dini davranışları ele alış biçimi, rasyonel seçim teorisinin ortaya çıkışına kadar bir daha ele alınmamıştır. Bugün rasyonel seçim teorisini dini çalışmalara en tutarlı bir şekilde uygulayan Iannaccone ve diğer iktisat din ilişkisine vurgu yapan din sosyolojisi teorisyenleri hemen hemen her yayınlarında Smith’in kitabından alıntılar yaparak fikirlerini delillendirmeye çalışmaktadırlar.