• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

4.1. Bireyin İktisadi Davranışları ve Dini Tercihleri

4.1.1. İslam’daki İnsan Modeli ve İktisattaki Rasyonel Birey

İktisat literatüründe piyasa işleyişinin temel taşlarından biri olan insan, genelde homo economicus olarak nitelendirilmektedir ve bu şekilde ele alınmaktadır. Homo

166 McCleary, ve Barro, s. 52.

167 Kur’an, Bakara, 2/30.

168 Sabahaddin Zaim, “İslam’ın İktisadi Görüşü”, (Mülakat: Burhan Bozgeyik), Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 1981, s. 23.

169 Bediüzzaman Said Nursi, “Sözler”, Risale-i Nur Külliyatı, On Sekizinci Söz, Üçüncü Nokta, Şahdamar Yayınları, İstanbul 2006, s. 303.

170 Kur’an, Tin, 95/4-5.

171 Nursi, s. 45.

172 Zaim, İslam’ın İktisadi Görüşü, s. 23-24.

economicus Adam Smith’in yaptığı tanımlama ve modele uygun olarak fayda ve kar maksimizasyonu arayışı içinde olan, daha çok kendini ve kendi çıkarını düşünen, aldığı kararlarda rasyonel davranmaya çalışan bir unsur olarak ele alınmaktadır.173 Bunun yanında Adam Smith’e göre kişiler kendilerini düşünerek hareket ettikleri zaman yani kendi fayda ve çıkarlarını maksimum yapma çabasında olduklarında, hiç planlamamış olsalar bile toplumun da faydası maksimum olacaktır. Ona göre ‘görünmez bir el’ bunu sağlayacaktır.174 Bu görüşe göre kişi için iyi olan şeyler toplum için de iyidir.

Bazı İslam düşünürlerinin iktisat perspektifinde Müslüman birey tanımlarına baktığımızda yukarıda sözü edilen modelden yani “homo economicus”tan farklı özelliklere sahip bir modelin var olduğunu görmekteyiz.

Sabahattin Zaim’e göre insan homo economicus gibi davranmamalıdır. Bunun yerine Zaim “homo İslamicus” (Müslüman adam) şeklinde bir tabir kullanmıştır. Bu insan nefsini tatmin etme ve menfaatlerini maksimize etme duygularını, Allah’ın emir ve yasaklarıyla makul ölçülerde tanzim etmeye çalışan insandır. Bunu yapabilmesi için de İslami bilgiye sahip olması ve bu bilgileri uygulaması gerekir. Ona göre homo economicus her şeyi hesaba göre yapar, menfaati yoksa adım dahi atmaz, ruh ve kalp dünyası yoktur, bir robot gibidir.175

Benzer şekilde Sezai Karakoç da, İslam iktisadı anlayışında homo economicus modelinin geçerli olmadığını savunur. İnsanı homo economicus olarak kabul etmeyi gerçeklerden uzak ve soyut bir yaklaşım olarak değerlendirir. Yani bunun insanı asıl şekliyle ele almayıp, farklı özellikleri varmış gibi değerlendirmek olacağını söylemiştir.

Böyle bir model kuran Adam Smith’i roman yazarken romanına uygun karakter oluşturan bir romancı olarak değerlendirir.176

Ahmet Tabakoğlu’na göre modern kapitalizmi burjuvazi oluşturmuştur. Burjuvazi ise homo economicus ile modelleştirilir. Burjuva türünün hevesleri sınırsızdır.177 Her hareketini menfaatlerinin belirlediği bir insan modeli olan bu görüşün İslam’a yabancı

173 N. Gregory Mankiw, “Macroeconomics”, Worth Publishers, New York, 2003, s. 12.

174 Adam Smith, “An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations, Ulusların Zenginliği”, (Çev: Metin Saltoğlu), Ankara, Palme Yayıncılık, 2009.

175 Zaim, İslam’ın İktisadi Görüşü, s. 24.

176 Sezai Karakoç, “İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü”, Diriliş Yayınları, 9. Baskı, 1987, İstanbul, s. 16-17.

177 Ahmet Tabakoğlu, “İslam İktisadına Giriş”, Dergah Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2008, s. 380.

olduğunu, Kapitalizmin Sanayi Devrimi çağında bu insan tipini oluşturup idealize ettiğini ifade eder.178

Sözü edilen bu modeldeki insan davranışları İslam’daki insan davranışlarından oldukça farklıdır. İslam’ın genel düşüncesinde olduğu gibi İslam’ın iktisadi yapısında da insan bencil yani kendini düşünen bir yapıda değildir, yeri geldiği zaman başkalarını kendisinden daha önemli addeder, Kur’an-ı Kerim’de de belirtildiği üzere, Medine’deki ensar halkın muhacirler karşısında kendisini ikinci planda ele aldığı gibi,179 ve daha çok toplumun çıkar ve yararını göz önünde bulundurur. Bu yüzden İslam iktisat modelindeki insan kâr amacıyla iktisadi faaliyetler yapmakla beraber, eğer toplumdaki herkes onun durumunda değilse veya en azından onun sahip olduğu imkânlara, refah seviyesine sahip değilse, elde edeceği kârların, iktisadi ve ticari başarıların çok önemli olmadığını düşünecektir. Kendisi refah içinde yaşarken başkaları o seviyede refaha sahip değilse, onun sahip olduğu refah kendisini mutlu etmeye yetmeyecek ve gerçekten refah içinde yaşıyormuş gibi değerlendirme yapmasına imkân tanımayacaktır. İslami düşünceye göre kişi kendisi için istediği şeyleri başkaları için de istemelidir180 ve komşusu aç iken tok yatan kişinin Müslüman olmama tehlikesi vardır.181

İslam’a göre kişinin sadece kendisinin refah içerisinde olması bir önem taşımaz. Kişinin refah ve saadeti tüm toplumun refah ve saadetiyle sıkı ilişki içerisindedir, birbirinden ayrı olarak ele alınamazlar. Kendisi ekonomik olarak iyi durumda olsa bile başkaları eğer o seviyede imkânlara sahip değilse Müslüman olamama tehlikesi ve tehdidiyle karşı karşıya kalan insanın sadece kendisinin ekonomik durumunun iyi olmasının gerçek manada bir önemi olmayacaktır.182 Bu sebeple Müslüman birey, başka insanların da en azından kendi sahip olduğu kadar imkâna sahip olmasına çalışacak ve onlara yardımda bulunacaktır. Bu da sürekli kâr peşinde koşan, sadece kendi kârını, fayda ve çıkarını artırma çabasında olan bir insan modelinden çok farklı bir insan modelinin ortaya çıkması anlamına gelmektedir.

178 Tabakoğlu, İslam İktisadına Giriş, s. 346.

179 Kur’an, Haşr, 59/9.

180 Buhârî, Sahih-i Buhari, İmân 7/13, s. 24; Müslim, İmân 71-72; Tirmizî, Sünen-i Tirmizi, Zühd, 37/2, Hadis No: 2305, cilt 2, s. 491

181 Ebu Abdillah Hâkim, El-Müstedrek ale’s-Sahihayn, 2/15, Daru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut, 1990.

182 İsmail Eren, “Din-Ekonomi İlişkisi: İslam'ın Sosyo-Ekonomik Yapısı İçerisinde İnfak Kurumunun Oluşum Sürecinin İncelenmesi”, Doktora Tezi, Isparta, 2013

İslam, sosyal sınıfların birbirlerini istismar etmeyeceği, bunun aksine karşılıklı olarak yardımlaşma hislerinin hüküm süreceği bir toplum oluşturmayı amaçlamaktadır.183 Yani İslam’a göre önemli olan birey veya sınıf bazında refah sahibi olmak değil, bütün toplum bazında refaha sahip olmaktır.

İslam’daki insan aynı zamanda toplumda refahın herkes için geçerli olması için çalışacak bunu sağlamaya gayret edecektir. Bu görüş açısı kişinin kendi faydasını maksimum yapınca diğerlerinin de faydası maksimum yapar şeklindeki bakış açısından farklı bir görüntü arz etmektedir. Hatta bunun tam tersi bir durum olacağı öngörüldüğü için insanlara sürekli olarak bir müdahale söz konusu olmaktadır. Zekât, sadaka, yakınlara yardım edilmesi gibi uygulamalar, özellikle bölüşüm konusunda, görünmez elin tam tersi bir işlev üstlenmektedirler.

Zaten İslam zekâtı zorunlu kılarak toplumda görünmez elin tam tersi bir uygulamayı hayata geçirmiş olmaktadır. Bu durum insanın yaratılıştan gelen bencilliğini bir şekilde törpülemesi ve yardımlaşmayı fiilen gerçekleştirmesi açısından önemlidir.

İnsanlarda emir olmadan da verme ameliyesi görülebilir. Bu o insanlardaki cömertliğin bir işareti olarak ele alınabilir. Ancak burada bir emir olmadığı için sadece isteyenler verir, istemeyenler vermez. Fakat zekât zorunludur, sadaka veya başkalarına isteyerek verilen şeylerde bir zorunluluk yoktur. Bu durumda toplumda yardıma muhtaç kişiler onlara bir şeyler vermek isteyen kişilerin isteklerine bırakılmış olacaktır. Oysa İslam isteyerek verme durumu yanında bir de zorunlu olarak vermek gerektiğini belirtmiş ve yardıma muhtaç kişilere bir fon ayırmıştır. Ayrıca insanlardaki cömertlik sayesinde vermenin asıl güdüsü vicdani olarak rahatlamaktır. İslam’daki vermenin temel güdüleri ise vicdani olarak rahatlamak yanında Allah’ın rızasını kazanmak, ahiret hayatı için yatırım yapmaktır.

Bireyler kazanmaya, biriktirmeye ellerinden geldiği kadar çaba göstermekte fakat başkalarına verme konusunda isteksiz davranmaktadırlar.184 Bu durum ise gelir dağılımı ve refah artışı konularında “görünmez el”in pek de iyi işlemediği sonucunu gündeme getirmektedir. Dolayısıyla İslami sistemde fertlerin ve toplumun topyekûn saadet ve refah içinde olmaları için sadece bazı fertlerin saadet ve refah içinde olması yetmez.

183 Muhammed Ebu Zehra, “İslam’da Sosyal Dayanışma”, (Çev: Ruhi Fığlalı ve Osman Eskicioğlu), Yağmur Yayınları, İstanbul, 1981, 3. Baskı, s. 31.

184 McCleary ve Barro, Religion and Economy, s. 51.

Refah içinde olan insanlar diğerlerinin de refaha kavuşmaları için çaba gösterir. Bu da çok farklı bir insan modeli anlamına gelmektedir. Bazı insanların giyecek ikinci bir ayakkabısı olmamasına rağmen, bazılarının sadece ayakkabıları için ayrı bir odası olması, görünmez elin bölüşüm konusunda tam olarak işlemediğinin bir göstergesi olmaktadır aslında.

Bu düşünceye benzer sonuçlar çıkaran bir diğer görüş de bütün Müslümanların bir vücudun uzuvları gibi kabul edilmeleridir.185 Kalp ne kadar iyi çalışsa da mide rahatsız olursa bütün vücut bundan etkilenir. Hatta bütün vücutta bir sorun olmasa fakat sadece bir uzuvda hastalık veya rahatsızlık olsa bu, bütün vücudu etkileyecektir. Aynen bunun gibi ekonomik durumu çok iyi olan birisinin bu iyi durumunu, kötü durumda olan bir başkasının durumu olumsuz yönde etkileyecektir.

Yani bir insan iktisadi refah içinde yaşasa da başka insanlar bu imkânlardan yoksun olsa, bu kişinin sahip olduğu imkânlar onu mutlu etmeye yetmeyecektir. Çünkü durumu kötü olan, yani vücutta hasta olan bir uzvun bulunması onun mutluluğunu etkileyecek ve belki de onu mutsuz edecektir. Dolayısıyla İslami bir toplumda fakir insanların bulunması o toplumdaki zengin insanların mutlu olmasını engelleyecek ve onları mutsuz edecektir. Bu yüzden zenginler o fakirlerin yardımına koşacak onların da fakirlikten kurtulmasına çalışacaklardır. Zaten İslam’daki zekât, sadaka gibi kurumların sağlamaya çalıştığı da budur. İslam’da bütün toplumun belirli bir refah seviyesine sahip olması, maddi anlamda kötü durumda olan insanların bu durumdan kurtarılarak vücudun bütünüyle düzgün bir biçimde işlemesinin temin edilmesi, hedeflenen amaçtır.

İslam’a göre bu bakış açısı sadece bir ülke içerisinde değil, dünya üzerindeki bütün Müslümanlar için geçerlidir. Yani bir Müslüman ülkede hiçbir sorun olmasa da diğer bir ülkede var olan sorun, o ülkedeki insanları huzursuz edecek ve onları o sorunu halletmeye yöneltecektir. Çünkü Kur’an’a göre bütün Müslümanlar kardeştir ve hepsi birbirinin dertleriyle ilgilenmeli ve sorunlarını ortaklaşa çözmelidir.186

Günümüzde maalesef Müslüman ülkeler arasında bu kardeşliğin ve dayanışmanın gerçek anlamda olduğunu söylemek oldukça güçtür. Lüks kelimesinin yetersiz kaldığı bir yaşamın hüküm sürdüğü Müslüman ülkeler varken, öte yandan ülkelerinde yaşanan

185 Buhari, Sahih-i Buhari, Edeb, 27, h.n. 6011; Müslim, Sahih-i Müslim, Birr, h.n. 2586.

186 Kur’an, Hucurat, 49/10.

kıtlık ve kuraklık yüzünden milyonlarca insanın ölmek üzere olduğu ülkelerin bulunması sözü edilen bu kardeşliğin gerçekleşmediğinin göstergesidir. Bu durum İslam’ın oluşturmak istediği yapının insan davranışlarına ne kadar bağımlı ve bağlı olduğunu göstermektedir.

Homo economicus modelinin geçerli olduğu bir iktisadi yapıda, piyasayı serbest bırakıp müdahale etmemek bir takım sosyal sorunlara yol açacaktır. Tek amacı fayda ve kâr maksimizasyonu olan homo economicus ve bu düşüncedeki bir firma, hele de piyasada tekel gücü veya buna yakın bir güç elde etmişse, fiyatları spekülatif bir biçimde artırmaktan çekinmeyecektir. Çünkü onun için önemli olan kendi çıkarlarıdır ve kendisi açısından rasyonel davranmaktır. Ama bu rasyonellikte sadece kendini düşündüğü için aldığı kararların topluma olan etkisini düşünmeyecektir. Görünmez elin kendi faydasını maksimum yaptıktan sonra tüm toplumun da faydasını maksimum yapacağı görüşüne hâkim olması bu sonucu doğuracaktır. Bu onun ahlaki özelliklerden yoksun olmasının da bir sonucudur. Ahlaki özelliklere sahip bir insan olsaydı, piyasada büyük bir güce ve etkiye sahip olsa bile, ahlaklı davranması gerektiği için fiyatları spekülatif bir biçimde artırmayacak, üretimde kaliteyi düşürmeyecekti.

Yani homo economicus modelinde geçerli olan akılcı rasyonellik tüm toplum göz önünde bulundurulduğunda toplum açısından önemli sorunları da beraberinde getirmiş olacaktır. Tek başına görünmez el prensibi kişi için olumlu olan bir durumu toplum için de geçerli hale getiren bir mekanizma görevi görememektedir.

İslami insan modelinde kişinin sadece kendisini değil başkalarını da düşünmesi haricinde, bu insanın sahip olduğu bir diğer özellik de cimri olmamak, semahat (yardımsever olmak, iyiliksever olmak, el açıklığı, cömertlik) hissine sahip olmak yani cömert olmaktır. Cömert olmak çok büyük öneme sahip olarak kabul edilmekteyken cimri olmak da o derece kötü bir özellik olarak ele alınmaktadır. Bir hadiste “Cömert kimse Allah’a yakın, Cennete yakın insanlara yakın olup, ateşten uzaktır. Cimri kimse ise Allah’tan uzak, Cennet’ten uzak, insanlardan uzak ve ateşe yakındır. Cömert cahil;

cimri Âlim’den, Allah’a daha çok sevimlidir”187 denilmektedir.

187 Tirmizi, Sünen-i Tirmizi Tercemesi, Hazırlayan: Abdullah Parlıyan, Konya Kitapçılık, Cilt 2, İstanbul 2007, 28/İyilik ve İrtibatı Koparmamak Babı, Hadis no: 1961, s. 315.

Zekât emrine baktığımız zaman aslında İslam’da cömert olmanın emredildiği ortaya çıkmaktadır. Cimrilik bir Müslümanda olmaması gereken özelliklerden birisi olarak kabul edilmektedir. Bunu ifade eden hadis şu biçimdedir: “Mümin bir kimsede iki özellik bir arada bulunmaz: Cimrilik ve kötü ahlak.”188

Cimrilik İslam’ın tasvip etmediği bir özelliktir. İslam insanların her zaman için cömert olmalarını ve bu şekilde davranmalarını ister. “Azıcık verip de sonra cimrilik ederek vermeyene dikkat edin!”189 Ayette biraz olsun verip de sonra cimrilik yüzünden vermemek eleştirilmektedir. Burada çıkan anlam verme işinin az olmaması ve bir süreklilik arz etmesidir. Bu durumda kendilerine yardımda bulunulan kişilerdeki potansiyel talep efektif talep haline gelecek ve talepteki artış çarpan mekanizması yoluyla milli gelirin artmasına yol açacaktır. Yani toplumda topyekûn bir zenginleşme meydana gelecektir. İslam’daki insan modeli bu noktada homo economicus modelinden ayrılmaktadır. İslam modelinde sadece kendini düşünen, bencil ve cimri insan modeli yerine başkalarını da düşünen ve cömert olan insan oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu durumun iktisadi sistem içerisinde büyük bir etkiye sahip olacağı açıktır.

İnsanın özellikleri İslam’da çok geniş anlamda ele alınmış ve işlenmiştir. İslam insanı madde ve mana olarak ayrı ayrı ele almaz, bir bütün olarak değerlendirir.190 Bu ise kişinin maddi yaşantısıyla manevi yaşantısının iç içe olması anlamına gelmektedir.

İslam’ın oluşturmak istediği insan modelinde dinin etkisi büyük olduğu için, bu insan tipinin hâkim olduğu bir iktisadi yapıda da dinin büyük etkisi olacaktır.191 İslam insanların hem maddi hem de manevi ihtiyaçlarını karşılamayı amaç edinmektedir.

Günümüzde hâkim olan iktisadi görüşte insan sadece maddi tarafıyla ele alınmaktadır.

Bu yaklaşım ise İslam’a göre eksiktir ve bir takım sosyal ve psikolojik problemler ortaya çıkmasına yol açmaktadır.

İslam insanın manevi tarafına da önem vermiş ve ahlaki özelliklere sahip olmasını istemiştir. Yapılacak olan faaliyetlerde doğru, samimi olunması ve karşı tarafın kandırılmaması gibi ahlaki özellikler İslam’ın insanlarda olmasını istediği özelliklerdendir. Buna ilişkin bir hadiste Adda ibn Halid (RA) şöyle demiştir: Hz.

Peygamber (AS) bana şunları yazıp verdi: “Bu, Allah’ın resulü Muhammed’in, Adda

188 Tirmizi, s. 316.

189 Kur’an, Necm, 53/34-44;

190 Hüseyin Atay, “Kur’an’da Bilgi Teorisi”, Furkan Yayınları, İstanbul, 1982, s. 15.

191 Kur’an, Şems, 91/7-9

ibn Halid ile gerçekleştirdiği, Müslümanın Müslüman ile yaptığı bir satım akdidir. Bu akitte; kusur, haram ve hıyanet söz konusu değildir.” Ukbe ibn Amir şöyle demiştir:

Sattığı malda bir kusur bulunduğunu bilen kimsenin bunu bildirmemesi helal değildir.

192

Yine benzer biçimde Hâkim ibn Hızam (RA), Resulullah’ın (AS) şöyle dediğini belirtmiştir: “Alıcı ve satıcı birbirinden ayrılmadıkça-veya ayrılıncaya dek- muhayyerdirler (vazgeçebilirler). Satım akdinde doğru söylerse, (açıklamaları gereken şeyleri) açıklarsa yaptıkları satım bereketli olur. Şayet (açıklamaları gereken şeyleri) gizlerler ve yalan söylerlerse yaptıkları satımın bereketi gider.”193

Bu ifadeler açıkça piyasada eksik bilgi yüzünden çıkabilecek sorunları önlemeye yöneliktir. Bir işlemde her iki taraf da bilmeleri gereken şeyleri tam olarak bilemeyebilirler ve bu yüzden eksik bilgi gündeme gelmiş olur. Günümüzde eksik bilgi konusu piyasa başarısızlığı olarak ele alınmaktadır. İslam piyasada bu sorunun ortaya çıkabileceğini öngörerek tarafların bilgi saklamamaları, dürüst ve samimi davranmaları gerektiğini belirtmiştir.