• Sonuç bulunamadı

Fahrüddin El-Râzî PEYGAMBERLERİN MASUMİYETİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Fahrüddin El-Râzî PEYGAMBERLERİN MASUMİYETİ"

Copied!
190
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

. u ''Vm\

Fahrüddin El-Râzî

PEYGAMBERLERİN MASUMİYETİ

m ı

İLİM YAYINLARI

(2)
(3)

PEYGAMBERLERİN MASOlMÎYETİ

(4)

lÜM YAYINLARI : 9

isteme Adresi : P. K. 125 Fatîh/İSTANBUL

D izg i: Tuğra Matbaacılık B askı: Gümüş Basımevi

1986

(5)

FAHRUDDİN EL-RAZI

P E Y G A M B E R L E R İN M A SÛ M ÎY ET İ

Çeviren :

Haşan Fehmi Ulus

ILIM YAYINLARI

Çataiçeşme Sk. Üretmen Han No : 2S/305 Cağa’oğlu — İSTANBUL

Tel : 512 00 30/305

(6)

t a k d i m

Hamd oilsun Allah’a. O ki, insanlar arasın- dan peygamberler seçti ve yine insanlara gön- derdi. (Müjdeciler ve uyarıcılar olarak. Pey- gamberlerden sonra insanların AlEIah’a karşı hüccetlerinin olmaması için. Allah aziz ve ha- kimdir.)^

Salât ve selâm olsun onlara. Din ve dünya işleri için ihtiyaç duydukları şeyleri insanlara onlar açıkladı, öğretti. Her türlü kusur ve ek- siklikten münezzeh olan Yüce Allah do^nüuk- larını ispat eden olağanüstü mucizelerle teyid etti onlan.

Ve peygamberlerin ilki efendimiz Âdem aleyhisselâm’dır. Sonuncusu da Efendimiz Mu- hammed aleyhissel'âm’dır.

Pazı rivayetlerde sayıları hakkında açıkla- malar yer alır. Ancak, adlandırmada belli bir sayı üzerinde karar kdmamak en doğrusudur.

Âyet-i kerîmede: «Bazı peygamberler ki, daha Önce onları sana anlatmıştık, bazılarım ise an- latmadık.»^

Belli bir sayı üzerinde karar kılınması ha- linde, bu sayıya peygamber olmayanların da girmesi ihtimali bulunduğu gibi, gerçekten pey-

(1) ıNisâ sOreaî; 166 (2) Nisâ sûreisir, 164

(7)

gamber olduğu halde bdirlenen sa ^ kapsamı dışmda kalanlar da olabıttr.

Salât ve selâm olsun onlara. Hepsi de Hâkk’- tan haber getiren, 3uice emirlerini teblîğ eden hakikat elçileridir. Doğrudurlar, doğrucudurlar.

İnsanlara doğru yolu gösterirler, O sebepledir ki, Hakk katmdan getirdikleri herşeyde bize onları onaylamak düşer. Zaten onlar hakkında yalan diye bir şey aklen imkânsız olduğu gibi, günaha sapmaları da şer’an mümkün değildir.

Her hâlükârda onlara uymakla yükümlüjüz. İş- te, âyet-i kerime : ((Kendilerine kitap, hüküm ve peygamberlik verdiklerimiz işte bunlardır.

Kâfirler onları inkâr ederlerse, inkâr etmeye- cek bir kavmi onlara vekil kılarız. İşte bunlar, Allah’ın doğru yola eriştirdikleridir, o halde on- ların yoluna uy---»’^

Şayet onlar hakkında günah câiz olsaydı, bu durumda da onlara uymamız gerekirdi. Ce- nab-ı Hak : «• • • de k i: Allah fenalığı emretmez.

Bilmediğiniz şeyi Allah’a karşı mı söylüyorsu- nuz?»^ buyuruyor. Böylece, onlardan herhangi bir şekilde günahın vukû bulmayacağı ortaya çıkmış oluyor. Hakk olan görüş odur ki, o rah- met elçilerinin iş ve hareketleri vücûb, nedb ve ibâha noktalarında toplamr. Hatta onlardan mu- bâhın vukûu diğer insanların vukûuna benze- mez. Çünkü, mubah diğer insanlardan bir şeh- vet gereği vukû bulurken, peygamberlerden sa- dece İlâhî marifetin azameti gereği ve AHah kor-

ci)' En'ânrı sOresi. 8 9-90 (2) A'râf sûremi, 28

(8)

kuşu dolayısiyle vuku bulur. Hem, hiç kimse on- iarm vâkıf olduğu esrara vâkıf olamaz. O yüz- den onlardan vukû bulan mubah, haklarında ibadet ve hakka yakınlık sayılmak gerekir. Öte yandan bu fiillerini İlâhî bir esas olarak koyma- yı hedefleyebilecekleri gibi, bunuıfla Allah’a iba- det gücü kazanmayı da düşünmüş olabilirler.

Yüce makamlarına lâyık benzeri maksadlarmın bulunabileceğini de hesaba katmak gerekir.

Muhakkıfclardan bazıları şöyle dem iştir:

Peygamberimiz Efendimiz aleyhisselâm’m tüm söz, iş ve hareketlerine doğrudan ve kayıtsız şart- sız uymakla yükümlüyüz. Araştırmadan ve asla düşünmeden. Sözkonusu iş, söz ve hareketlerin .Peygamberimiz alejmisselâm’dan sâdır olduğu- nu bilmek veya sanmak yeterlidir. Bu konuda sahâbe-i kirâmın icmâi vardır. İşte, sahâbenin bu konudaki icmâi O’nun masûmiyetine, gerek dışı ve gerekse içi itibarı ile kendisinden umul- mayacak bir hareketin vukûundan münezzeh bu- lundu,ğuııa dâir aynı zanianda bir icmâ ve kesin delil demektir. Tabii, bunlardan herhangi biri- nin yalnız Peygambere özgü bir şey olduğu.na dâir ortada bir delil yoksa. Bu açıklamalardan sonra hemen kaydedelim ki, peygamberlerin hiç birinden yalan veya günah şeklînde birşey nak- ledilmiş değildir. Şayet, âhâd yolu ile nakledil- miş ise bu asla kabûl görmemiştir. Böyle bir şey şayet tevatür yolu ile nakledilmiş ise, olay dış yüzü ile ele alınıp değerlendirilmemiştir.

Sayılamayacak derecede pek çok güvenilir değerli âlim Kur’an-ı Kerîmden konu ile ilgili âyetleri büyük bir titizlikle çıkarmış ve te’vîi

8

(9)

ustalarının görüş, rivayet ve nakillerini bir ara- ya getirmiş'lerdir. İşte, Taberistan asıüilı Râz do- ğumlu, şâfiî mezhebinden olan büyük İmam Ebu Abdullah Muhammed b. Ömer b. el-Hu- seyn b, ei-Hasen b. Ali el-Temîmî çl-Kura- şî el-Bekrî Fahruddin bunlardan biridir. îbn Ha- tîb lakabı ile meşhûr olan bu büyük âTim yaz- dığı eserlerde Flazreti Ömer efendimizin neslin- den olduğunu kaydeder.

Büyük İmam fazilet deryası dalgalarından bir demet olan ve kaynaklara dayanan Peygam- berierin Masûmiyeti adli kitabını yazmakla ilim ve fazilet dünyasma ne büyük bir katkıda bu- lunmuştur!

Öte yandan İmam Fahruddîn el-Râzî’nin Herât ve benzeri yerlerde mücessime ve Haşe- viyye’nin köklerinin kazınmasında büyük payı vardır^ Araştırmaları ve çeşitli eserleri ile ten- zih konusunda çok şeyler kazandırmıştır. Ya, altın suyu ile yazılacak değerde olan (Esâs el- Takdis) adlı eseri! Büyük bir himmet mahsûlü olan bu eser Müşebbihe ve rezaletlerinin yay- g],n olduğu diyarlarda sürekli okunan, okutu-

(1) Bu alkımın bu adla anılmasının sebebi şöyle şınlaitılır:

©unlardan bir grup Basra'dalk'i Hasen el-ıBasrî'nin mec- lisine gelir, listadın yarunda uluorta konuşurlar. Bunun

Üzerine üstad : şunları halkanın yan taraifına çekin, em- rini verir. Bu sözün oradakiler tarafından uyulması On- ların bu adı almasına sebep oldu, Böylece, Hia'şaviyye adı ile anılır oldular. Ya da tscsîm görüşünde olmalarıdır se- bep. Çünkü, ol.smln içi doludur. Bazıları tee, saihîh-hadîs- leri batıl haberlerle doldurdıikları için bu adı aldıiklarını söylerler. Haşaviyye, genel hatlarıyla tenzîh esasından sa-

pan ve Yüce Allah hakkında çarpık idrâkleni ve sakait evhâmlan ile ileri geri konuşan bir gruptur.

— 9 —

(10)

ilan kitaplar arasında yer almış: almayı hakket- miş ve bu sapık grubun kökünün kazınmasına yetmiştir. Şüphesiz, Alllalı bunun mükâfatını ve- recektir. Tesir el-Kebîr adlı eseri ise, Haşaviy- ye’ye cevap veren kitapların en önemlisidir.

Herhalde bu tür çalışmaları, işlediği bazı ha- tâlara, Ebu Hanîfe rahmetuslâhi aîeyh’e hemen adımında karşı çıkarak cevap yetiştirme gayret- keşliğine keffaret olur. Bu vesile ile belirtelim ki, Alûsî rahimehullâh da tefsirinin her merha- lesinde onu izliyor ve cevabını veriyordu.

İmam Kevserî rahimehullâh onun hakkın- da şunları söyler: Fahruddîn el-Râzî Mücessi- me’ye karşı Allah’ın çekilmiş kılıcıdır. İlim eh- linin en sevilmeyeni odur onlarca. Çünkü, açık

Deyanlan ve beyinlere işleyen delilleri île Doğu ülkelerinden Mücessime fitnelerini temizleyen odur. Nitekim., Esâs el-Takdîs adlı kitabı ile Şam’a sığınan Mücessime’nin işini de o bitir- miştir. Fahruddîn el-Râzî kitabını Şam’da bu- lunan ünlü kral el-Eyyûbî’ye göndermişti. Bu eser kralm elinde Mücessime’yi durdurarak had- lerini bildiren bir fonksiyonu yerine getirmişti.

Tevhîd ilmi sahasında ve itikadda Eş’arî mezhebini destekleyen pek çok kalıcı eser ver- miştir. Bunun yanısıra başkalarınca tutarh bu- lunmayan münferit çıkışları da olmuştur. Gerçi son dönem Eş’arî âlimlerinden bazılan bu tür çalışmalarda onu izlemişlerdir.

Kerrâmiyye’nin hakkmdaki çirkin propa- gandası yüzünden, o kasıtlı yaygaralara aldanan îbn Kesir, Râzî’ye çok dil uzatmıştıF. Ne ki,

(1) KeTrâmivye akımının lîUeri Müoessimo'den Mırtıammed

— 10

(11)

hakkında söylediği kötü sözleri hakh gösteren bir dayanak da yok ortadaı.

Onun Havârizm kralları, Gavrİ37ye devleti- nin kralları ve Barayânîler yanındaki yeri bü- yüktür.

Pek çok sahada faydalı pek çok eser yazmış- tır. Bunlardan bazılarını aşağıya alıyoruz ;

el-Âyet’el-Beyyinât.

İbtâİ’ul-Kıyâs.

Ecvibet’ül-Mesâil.

el-Ahkâm’ül-Alâiyyeh.

Ahkâm’ul-Ahkâm.

el-îhtiyârâtu’l-Semâviyyeh.

Ahlâk’u Fahruddîn.

el-Erbaîn’u fî usûliddîn.

İrşâd’un-Nazzâr ilâ letâifil-Esrâr.

Esrâr’ut-Tenzîl vet-TeVîl.

Esâs’ut-Takdîs.

el-İnârât fî şerhi’l-İşârât li ibn’i Sînâ.

21

43 56 7

8 10

9 11 12

13 — Bahr’ul-Ensâb.

14 — ehBerâhîn’ul-Bahâiyyeh

15 —• eT-Burhân fî kırâati’l-K ur’ân.

16 — el-Beyân’u vel-Burhân’ü fir-Reddi alâ ehl’iz-Ziyegi vet-Tuğyân,

17 — Tahsîl’uî--Hakkı fii-Kelâm.

18 — et-Tahyîr’u fî ilra’it-Ta’bîr.

b. Kerrarn'dır. Horasanca oayıları yJrmibW aşan pespSye kıhldı bağlıları vardı. Ylna 'kendisina bağlı benzer! bir topluluk da Filistin topraklarında bulunuyordu. S'lCIstan ve Flîlstln'de pek çok insanın sapmasına sebebiyet ver- mişti. Iklyüzellibeş yılında öldü. îbn Asâkir htal tercü- mesini oldukça uzun tutmuştur.

11

(12)

19 ■— T a’cîz’ul-Feiâsifeh- 20 — Tefsîr'u sûret’ul'-IMâs.

21 — Tehzîb’ud-Delâil ve uyûn’ui-Mesâil.

22 — Câmi’ul-Ulûm.

23 —■ Cumelun fi’l-Kelâm.

24 — Hadâik’ul^Envâr fî hakîk’il-Esrâr.

25 — Hamsın fîUsûliddîn.

26 — Dirâyçt’ül-îcâz.

27 — Durret’ut-Tenzîl ve Gurret’ut-Te’vîl fi’l-Âyât’il-Müteşâbihât.

28 —' ed^Delâilu fî Uyûn’ü-Mesâil.

29 — Zemm’ud-Dunyâ.

30 — Eisâlet’ul-Cevâhir.

31 — Eisâlet’ul-Hudûs. -

32 — er-Risâlet’ul-Kemâliyye fi’l-Hakâik’il İlâhiyye.

33 " Risâle't’ul-Muhammediyye..

34 — Risâlet’un-Nubuwât:

35 — er-Riyâd’ul'Mûnikal.

36 ■— Sudâsiyyât fi’I-Hadîs.

37 — Şerh’ul-îşârât vet-Tenbîhât üî’bni Si- 38 — Şerh’u sakt’uz-Zend li E bî’l-Alâi’l-nâ.

Maariî.

39 — Şerhu uyûni’l-Hikmeh, îî’bni Sînâ.

40 —' Şerh’ul-Kânûn lî’bni Sînâ.

41 — Serh’ul-Mufassdl lî’z-Zemahşarî 42 — Serh’ul-Vecîz iri-Ğazâlî.

43 — Şifâ’ul-Ayy vel-Hüâf.

44 — et-Tarîka’tul-Alâiyyeh.

45 —■ Ismat'uıl-Enbiyâ.

46 — Ümdet’un-Nazzâr ve Zînet’ıd-Efkâr.

47 — Fadail’ul-Ashâb.

48 —• Kitâbu’l-Eşribeh

— 12 -

(13)

49 —' Kitâbu’t-Teşrîh.

50 — Kitâb’ul-Hakkı vel-Ba’sI 51 — Kitâb’ur-Riâyeh.

52 —■ Kitâb’ur-Remel.

53 Kitâb’uz-Zubdeh.

54 '— Kitâb’ül-Firâseh.

55 — Kitâb’ul-Kazaî vel^Kader.

56 — Kitâb’ul-MiM ve’n-Nihal.

57 — Kitâb'un-Nabz.

58 Kitâb’un-Nefsi ve’r-Rûh.

59 — Lubâb’ul-İşârât fî telhisi şerh’il-İşâ- rât.

60 — Latâif’uıl-Ğıyâsiyyeh.

61 —' Levam iu’l-Beyyinât fî şerhi Esmâillâ- hi Teâlâ ve’s-Sıfât.

62 — Mebâhis’ul-Hudûs.

63 — el-Mebâhis’uT - Müşrifiyyeh fi’hlhn'il İlâhî.

64 —' el-Mebâhis’ul-Imâdiyye fi’i-Matâilibi- îâdiyyeh.

65 — el-Muhassıl fî usiJİ’U-Fıkh.

66 — Muhassıl efkâr’il-Mutekaddimîn.

67 — el-Mahsûl fî ılmil usûl.

68 — el-Misk’ul^Abîk fî kıssati Yûsûf’is- Sıddîk (Aleyhisselâm).

69 — Masâdır’u Ildîdes.

70 — Mefâtîh’ül-ülûm fî tefsîr’ibFâtihah.

71 — el-Matâlîb’ul-Âliyeh fî’l-K^âm Mu- celedât.

72 —' Mefâtîh’ul-Ğayb fî Tefsîr’il-Kur’an.^

(1) Bu ısser on cüt olup bdsılnr»9tH-. Mı^tev»si her iGm yol- cusunu coşıturacaık ^rtp ve acip bel^ilendoı olı^ur.

13

(14)

73 — Maâlim fiTUsûl.

74 — el-Mulahhas fi’l-Mantık v^-Hikmeh.

75 — Menâkıb’ul-İmâm’uşşâfiî.

76 -— Muntahab’ul-MahsûJ.

77 — eî-Mantık’ul-Kebîr.

78 — Nefsef’ukMasdûr.

79 ■— Nakd'ut-Tenzî!.

80 — Şerhu Nehc’iıl-Belâğâh.

81 — Nihâyet’uHcâz fî Dirâyet’il-İ’câz. (fî ilm’il-Beyân)

82 — Nihâyet’ul'Ukûl fî’l-Kdam fî dirâ- yet’iHJsûl.

Daha bunlar gibi nîce eser! Herbiri faydalı ve yayınlandığı ülkelerde büyük ilgiye mazhar

olan telifler! ’

Hicrî 602 yılında vefat eden âlim emîr ve Bamyânî hükümdarı Bahâeddîn adına farsça olarak st-Tarîkat’ul-Bahâiyyeh isimli eseri lyaz- dı. Bu eserde Hanefîlerin Şâfiîiere karşı çıirtığı yetmiş dolayındaki fer’î mesele üzerinde durur.

Râzî bu meselelerde kendi mezhebini tutmuş ve ortaya koyduğu delil ve görüşlerle mezhebinin mensûplarma yardım etmiştir. Ona göre, sözko- nusu delillerle çeliştikleri için uyulmaya en lâyık mezhep Ebu Hanîfe’nin mezhebi değil İmam Şafiî’nin mezhebidir. Peki, bazı meselelerde ya- mhnış olimak öteki meselelerde de yanılmayı mı gerektirir? İşte, Râzî bunu gözden kaçırıyor- du. Çünkü, parçadan yola çıkarak tümü de ay- nı şekilde değerlendirmek makûl mantık ölçü- süyle bağdaşmaz. Kaldı ki, sözkonusu mesele- lerde Hanefîlerin hatâ ettiği de doğru değiîdir.

14

(15)

Râzî’nin üzerinde titrediği mezhep, somm- da hizipleşme, taassup ve galibijet yöntemleri araştırma kurumu haline geldi. Öte yandan nes- li bu me2İıebe sahip çıkmadı, aksine hanefîleş- tiler. Bunlarm arasmdan Sdl'çuklu ve Osmarili devletlerinde büyük ün yapmış değerli âlimler çıktı. Bu âlimler kendi mezhebleri ile ilgili pek çok ünlü eser yazmışlardır.

Fahruddîn rahimehullâh vaaz ve nasihatte çok etkili bir üslûba sahipti. Arapça ve farsça dilerinde vaazlar verirdi. HaOka konuşurken vecde kapılır ve çokça ağlardı. Herât’daki mec"

lisine çeşitli mezheb ve ilam erbabı katılırdı. Ona soru yöneltirler, o da en güzel şekilde her soru- nun cevabım verirdi. Meclisine büyükler, kral- lar katılırdı. Kendisine duyulan ilgi büyüktü.

Bir yere gitmek için bir bineğe mi bindi? Üçyüz kişi de ardından sürüklenirdi. Onun çalışmaları sebebiyle pek çok kişi Kerrâmiyye ve benzeri akımlardan döndü. Herât’daki lakabı şeyh’ul-İs- lâm idi. İlk çalışması babası ile ilgiliydi. Sonra da îmam Gazzalî’nin talebesi Muhammed b.

Yahya arkadaşı el-Mecd el-Ciylî ile. Onun üze- rine uzun süre okudu. Daha sonra Havârizm’e gitti. Burada ilimlerde derinlik kazandı. Hava- rizm âlimleri ile arasında itikada ilişkin konu- larda tartışmalar geçmiştir. Oradan Mâverâün- nehr’e geçti. Buradaki ümî çevrelerle de aynı tartışmaları yaşadı.

Rey’e döndü. İbn Hallikan’ın tarihinde de yer aldığı üzere, iki oğlunu bir doktorun iki kızı ile evlendirmesi sebebiyle korkunç bir servete

sahip oldu.

15 - -

(16)

Daha sonra Horasan’a gitti. Havâürizmşâh ile görüştü, onun yanında mertebelerin en yü- cesine erdi Oradan Herât’a geldi. Devletten bü- yük bir ilgi gördü. Bu muhteşem ilgi Kerrâmiy- ye’nin zoruna gitmişti. Hatta kendisini Kerrâ- miyye’nin zehirlediği bile söylenir 63 yaşmda iken 606 hicri yılmın pazartesiye rastlayan bir Ramazan bayramı gününde vefat etti. Bir Ra- mazan ayında doğmuştu.

Allah ondan râzı olsun ve onu da râzı et- ,=?in. Kazandırdığı faydah eserler dolayısiyle ona bol mükâfatlar ihsan bu3mrsun. Bu kitabın ya- ymı için koşanlara da iyi kuUara has müma- fatia mükâfatlandırsın. Onları daha nice fay- dah kitapların seçim ve yayınına muvaffak ki^

sın. Tüm işlerinde bereketler lütfetsin. Şüphe- siz, O hakkıyla duyandır ve icabet edendir.

Abdulâziz Uyunussud

— 16

(17)

Yazarın Önsözü

Hamd olsun Aiîah’a. O ki, ahadiyyet celâli ile her türlü şüphe ve evham ikliminden yüce- dir. Şamadiyyet kemâli ile göz ve idrâklerin uzanabildiği her noktadan mukaddestir. Hüviye- ti gereği madde ve cisimlere benzemekten mü- nezzehtir. Ulûhiyyetinin azameti ile beşerî ta- sarruflardan ve eşya tesirinden berîdir. O ki, ayların, yılların ve asırların geçmesi ile değiş- mez. Umûmî ve husûsi planda yaptığı ihsanlar, verdiği nimetler O’na yük olmaz-

Tüm insanhğa peygamber olarak gönderilen Muhammed’e, O’nun ailesine ve İslâm’ın imam- ları makamımdaki ashâbma selâm olsun.

îmdi; İşbu risaleyi Allah’m resûUerini, pey- gamberlerini savunmak, raahlûkatmm, takva sahibi kulûannm Özü yanında yer almak ve ha-

§avi30^enin onlara isnad ettiği günah, suç ve her türlü çirkin olayı kesin bir biçimde reddetmek için ortaya koyduk.

Şüphesiz, söyledikleri tamamen yalandır, if- tiradır. Hiç bir delil ve hüccete dayanmayan boş zanlardır. Onlar yalana, iftiraya doymayan obur- lardır. Fâsid heveslerinin sonu gelmez. Ne ki, ileri sürdükleri şüpheler bu gü^ü bileği büke-

— 17 F. • 2

(18)

mez, sağlam ve kusursuz metoda kar§ı üstün- lük sağlayamaz, (•••ağızlarından çıkan söz ne bü- yük iftiradır. Onlar yalmz ve yalnız yalan söy- lerler /K eh if/5)

Allah ki, tevfîkini cömertçe lutfedendir ve hamde lâyık olan O’dur. Esirgemediği tahkik nimeti dolayısiyle şükür borçlusu olduğumuz da O’dur.

O bize yeter.

O, ne güzel vekildir.

18

(19)

G İ R İ Ş

MEZHEPLERİN KONULARA

YAKLAŞIMI VE İLGİLİ GÖRÜŞLERE DAİR AÇIKLAMALAR

Herkes tarafından bilinmesini istediğimiz husus şudur ki, üzerinde durduğumuz konu hak- kındaki ihtilaflar dört ana grupta toplanır:

1 —r İtikada ilişkin ihtilaflaı, Hâricîlerin Fudayliyye grubu dışmda bütün bir ümmet top- luluğu peygamberlerin küfür ve bid’atten ma- sum oldukları hususunda tam bir ittifak halin- dedirler. Fudayliyye Peygamberlerin (salât ve selâm olsun onlara) küfre düşebilecekleri görü- şündedir. Çünkü, onlara göre peygamberler gü- nah işleyebilirfer, günahm her çeşidi küfür ol- duğuna göre (onlarca) bu demektir ki, peygam- berler de küfre düşebilirler. İşte Fudayliyye’nin konuyu ele alış tarz bu. Râfıdîler ise biraz daha lal^a yolunu seçerek peygamberlerin küfür ke- limesini izhâr edebilecekleri görüşünü savun- rauşiardıri.

(D Ebû Muhammed b, Huzm (R.A.) el-Milel Ve'l-Nühal adlı esende şöyle der ; Bir grup var ki, bunlar işi <o derecey®

vardırmışlardır ki, Mdialarına göre PeYSarnberler (salât ve selâm olsun onlara) sadece tebliğde yalan söylemez- ler, ama bunun dışında büyük 'küçük bütün günahları kaı-

— 19 —

(20)

2 '— Konuçıım Allah tarafından gelen §erî- atler ve hükümlere ilişkin yanı. Bu konuda pey- gamberlerin kasıtlı veya kasıtsız herhangi bir şekilde tahrif ve ihanette bulunmalarının müm- kün olamayacağı noktasında ittifak halindedir- ler. Aksi halde hiçbir şeriate ve hiçbir şerîatin hükmüne güven duyulamazdı.

3 — Konunun fetvaya ilişkin yam. Kasıtlı hatamn olamayacağı hususunda da ittifak ha- lindedirler. Ancak bir dalgınlık, unutkanlık so- nucu hataya düşülebileceği noktasında farkh görüşlere sahiptirler.

4 — Peygamberlerin (sai'ât ve selâm Olsun onlara) fiil ve hareketleri ile ilgili görüşler. Bu konuda beş mezhebin birbirinden farMı görüş- lere sahip olduğunu görüyoruz :

1) Haşeviyye’ye göre onlar büyük küçük günahları işlemeye teşebbüs edebilirler.

2) Mu’tezile’ntn büyük çoğunluğuna göre onlar büyük günahlara kasden kesinlikie yöne- lemezler, bu mümkün değildir. Ancak, iteri de- recede olmamak (ürkütücü) şartıyle küçük gü-

sitil »şleyerek Allah’a İsyan «derler. ıMürdie'nln Kerra-

mliye kolu, Eş’art'den Bin Tayyib el-Sâküliant v« andın-

dan gfdenlerin görüşü de 'budur. Yahudî vs hiTüStiyBnların görüşü de budur. öyle ki, Kernâmiye'den bazılarının Peiy- gamberler<in tsblîğde ds yalan söyloyeıMlsoekleıi görüşün- de oldsuktarı yolunda sözler duymuşumdur. lEl-BukfllianîVo gel'ince, onun Musul Kadısı olan arkadaşı Ebü Ca'fer el- Simnânî'nîn Kitabında şu satırları okuyoruz, dîyor kİ .’

Peygarrtberler, büyük küçsük her günahı IşleyeblUriar. On- lar yalnızca tebliğde yalan söylemezisr. Va Itae ediyor;;

Küfre diOşmelenî de mümıkündür.

20

(21)

nahlara kasıtlı olarak teşebbüs edebilirler. İleri derecede (ürkütücü) günaha örnek olarak Ha'b- be’nin^ altında eksik tartmayı göstermektedir- ler.

3 — Ebu Ali el-Cübbâi ise onların sadece teVüde hataya düşme şeklinde günah işleyebi-

leceklerini, büyük küçük hiçbir günaha teşeb- 'büs etmelerinin mümkün olamayacağı görüşü-

nü savunur.

4) Ebu İshak İbrahim b. Seyyar el-Nizâm’a göre onlar büyük küçük hiçbir günah işleyemez- ler. Ne kasıtli, ne teViİ yolu ile ve ne de hata sonucu! Ancak dalgınlık ve unutkanlık müm.- kün görülmüştür haklarında. Dalgınlık ve ımut- kanlık yüzünden bilgilerinin mükemmel olması dolayısıyle sert bir üslupla ikaza uğrarlar. İşte o nedenle son derecede uyamk ve diHsatü ol- maları gerekir.

5) Ve Şîa mezhebi. Şîa Mezhebi oMarın büyük küçük hiçbir günahı ve kasıtla ne de te’vil, dalgınlık ve unutkaıdıkla işemelerinin mümkün alamayacağı görüşündedir.

Peki, Peygamberler hakkmdaki zorunlu masûmiyet ne zaman başlar? İşte, bu hususta da ihtilafa düşmüşlerdir. Bazdan; doğumla baş- lar ve ömrünün sonuna kadar devam eder, der.

Çoğunluk ise; bu masumiyet peygamberlik za- manına özgürdür, peygamberlik süresinden ön- ceki dönem için zorunlu değildir, der. Bu, Al-

tı) Yüz hardal danesini tartan ve altm ış mSsId^lin tılir parçaisı olan, aVrtca da sanca dilye tabir eldilen Uh* 6Içü bİriniİ'dM'.

— 21 —

(22)

lah cümlesine rahmet eylesin, çoğu arkadaşla- rjınızın görüşüdür.

Bizim görüşümüz şudur : Peygamberler (sa- iât ve selâm olsun onlara) Peygamberlik dönem- lerinde büyük küçük hiçbir günaha kasıtlı ola- rak düşmezler, bundan masumdurlar. Ancak dalgınlık sonucu düşmeleri mümkündür. Ma- sûmiyetlerinin vücubunu gösteren onbeş delili aşağıya alıyoruz;

Birinci delil: Şayet günaha düşmüş Asalar- dı, bu, ümmetin günahkârlarından daha farklı bir durumun ortaya çıkmasını zorunlu kılardı.

Yani, diğer günahkâr! arı^n daha sert bir şekil- de peşin kınanmayı ve gelecekte de azabı hak- ketmiş olurlardı. Böyle bir sonuç mümkün al- madığına göre günah işlemcileri de imkânsızdır.

Bu hususu şöyle açabiliriz: AJllah’m kullar üze- îindeki nimetlerinin en büyüğü hiç şüphesiz pey- gamberliktir. Böyle bir nimete mazhar olmuş ki- şinin günah işlemesi ise çirkinin çirkini bir du- rumu sergiler. Aklın gösterdiği yol bu. NaMin de üç açıdan bunu vurguladığmı görüyoruz. Bi- rincisi, şu âyetler: «Ey peygamberin hanımİân, sîzler herhangi bir kadın gibi değilsiniz. «Ey peygamiberin hammları, sîzlerden biri açık bir îıayasızlık yapacak olursa, onun azabı iki kat olur..»^ İkincisi; zina olayında evli recmedilir- ken bekâi’ olan sadece sopa cezasma çarptırılır.

Üçüncûsü; köleye verilen şer’î ceza hür şahsa verilenin yansı kadar olur. Bütün bu kaydet-

ti) Ahzâb sûresi, 32 (2) AlhzSb sûresi, 30

22

(23)

îMerimkden çıkan kesin sonuç şudur ki, pey- gamberler şayet günah işlemiş olsalardı, ümme- tin diğer günahkârlarına oranla durumları çok çok farklı olurdu. Hepsinin üstünde peşin bir kınanmayı ve gelmesi kesin bir azabı hakketmiş olurlardı. Oysa bu icmâ ile imkânsız görülen bir durumdur. Hem, hiç kimse çıkıp da; pey- gamber hal bakımından A'llah yanında en gü- zel olandır, ama mertebece herkesten daha aşa- ğı durumdadır, diyemez. Bu da gösteriyor ki, peygamberler asla günah işlemezler.

İkinci delil • Peygamberler (salât ve seTâm olsun onlara) günah işlemiş olsalardı şehadet- leri asla kabû'l edilmezdi. İşte, âyet-i kerîm e:

<(Ey iman edenler, eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun içyüzünü araştırm..><‘ Ayetin ge- tirdiği emir açık: Fâsık kişinin şehadetini ka- bul hususunda durup bir iyice emin olmak ge- rekiyor. Böyle bir durumun peygamberler hak- kında düşünülmesi ise imkânsızdır. Şu sebep- le ki, bu dünya hakkındaki şahitliği kabûl edil- meyen bir kişinin kıyamete kadar gelmiş geçmiş

dinler hakkındaki şahitliği hiç mi hiç kabûl edilmez. Burada, ayrıca Yüce Allah’ın Peygam- berimiz Efendimiz hakkındaki şehadetini göre- lim, şöyle buyuruyor : «Böylece sizi insanlara şahit olmanız için tam ortada bulıman bir üm- met kıldık; Peygamber de size ş a h i t t i r - T ü m peygamberlere kıyamet gününde şahitlik eden bir kişinin Cennette şehadetinin kabûl i l m e - mesi diye birşey düşünülebilir mi?

d ) Hu«»ıı« sOre^, 6 (2) Bakara «ilııes^*, 143

— 23

(24)

üçüncü delil: Onlar şayet günah işlemiş ol- salardı bu hareketlerine engd' olmak gerekirdi.

Çünkü, mevcut deliller iyiliği emretmenin vc kötülüklerden vazgeçirmeye çalışmanm farz ol- duğunu göstermektedir. Peygamberlere engel olmak ise câiz değildir. İşte, âyet-i kerîm e: «Al- lah’ı ve peygamberini incitenleri, Allah, dünya- da da âhirette de lanet eder..»^ Bu demektir ki, Onların günah işlemesi imkânsızdır.

Dördüncü delil: Peygamberimiz Muham- med aleyhisselâm’ı düşünelim. Şayet günah iş-

lemiş olsaydı, bu durumda, ya ona uymamız gerekirdi ki, bu câiz olmazdı, ya da uymakla yükümlü olmazdık ve yine bu da câiz değildir.

İşte, Allaiı’m kesin buyruğu: «De ki; Allah’ı seviyorsanız bana uyun, Allah da sizi sevsin..»"

Ayrıca, Cenab-ı Hak : «O’na uyunuz..» buyuru- yor. Madem ki, O’nun günah işlemesi dayı bu iki batıl sonucu doğuruyor, o halde O’ndan böy- le bir günah olayının beklenmesi mümkün de- ğildir.

Beşinci delil: Şayet peygamberler (salât ve selâm olsun onlara) günah işlemiş olsalardı, bu durumda cehennem azabı ile korkutulmaları ge- rekirdi. Çünkü, bu konudaki âyet hükmü açık :

«Kim Allah’a ve peygamberine başkaldırır ve yasalarını aşarsa, onu, temelli kalacağı cehenne- me sokar. Ve onun için alçaltıcı bir azab var- dır,»* Öte yandan: «Allah’ın laneti haksızlık ya-

(1) Ahrâb sûresi. 57 (2) Âli Imrân, 31

(

3

) N

1

«a,

14

— 24

(25)

panlaradır.»^ hükmü gereğince İlâhî laneti de hakketmiş olurlardı. Bu ise ümmetin icmâi ile

bâtıldır. O halde günah, işlemeleri de mümkün değildir.

Altıncı delil; Onlar ki, Allah’a ibadeti ve günahlardan urak durmayı emrederler. Şayet ibadeti bırakıp günaha sapmış olsalardı Yüce Allah’ın : «Ey inananlar, yapmadığmız bir şeyi niçin söylüyorsunuz. Yapmadığınız bir şeyi söy- lemeniz, Allah kalanda büyük gazaba sebep

olur.»* hitabı ile «İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz!»® şeklindeki sert ikâ- zma muhatap olurlardı. Bu ise anlaşıldığı üzere son derecede çirkin bir şeydir. Yine Yüce A lah peygamberi Hazret! Şuayb’ın böyle bir durum- dan kendisini uzak tuttuğunu belirten sözünü haber v e rir: «••■Size yasak ettiğim şeylerde ay- kırı hareket etmek istemem-••»“

Yüce AHah, Hazreti İbrahim, Hazreti İshak ve Hazreti Yakub peygamberlerin sıfatlarını be- yan buyururken: «Şüphesiz onlar iyi işlerde ya- rışıyorlardı..»® buyurmuştur. Ayet-i kerîmede yer alan «el-Hayrât» kelimesi çoğul olup gerek- siz olan, herşeyden uzak durma anlamım ifade eder. Bu da gösteriyor ki, onlar bütün ibadet- leri eksizsiz yerine getiriyor ve buna karşılık bütün günahlardan uzak duruyorlardı.

(1) H(kt sûresi, 18 (2) Salf 2, 3 (3) BıalkSıre sûresi, 44 (4) Hûd Sûresi, 88 (5) ' Enbiyâ sûresi, 90

25

(26)

Sekizinci delü : «Doğrusu onlar katımızda seçkin, hayırlı kimselerdendirler.»' âyet-i ke- rîmesi. Bu âyeti kerîmede yer alan «ei-Mus- tafeyn» ve «el-Ahyâr» kelimeleri tüm fiil ve terkleri kapsamaktadır. Öte yandan burada câiz olduğu halde herhangi bir şekilde istisnaya yer verilmemiştir. Sözgelimi; filanca §u hususun dı- şında seçkin, iyi bir kişidir, denir. Bir istisna da olmadığı takdirde sözün içeriğinde bulunabile- cek bir şeyi o sözün kapsamı dışında tutar. An- cak bu âyette böyle bir istisna sözkonusu olma- mıştır. Böylece, bu âyet, onlarm günah işleme ihtimalini ortadan kaldırıyor. Ve benzeri şu âyet-i kerîmeler : ((Allah, meleklerden ve insan- lardan peygamberler seçer..»* «Şüphesiz Al- lah; Adem’i, Nûh’u, İbrahim ailesini ve İmrân ailesini âlemlere tercih etti.»® Hazreti İbrahim hakkında da : «Andolsun ki, dünyada onu seçtik, şüphesiz o âhirette de iyilerdendir.»'* buyu- rur. Hazreti Musa hakkmda ise : «Şüphesiz ben mesajlarımla ve konuşmamla insanlar arasından seni seçtim.»“ Yine buyurmuştur:

ve anlayışlı olan kullarımız İbrahim, îshak ve Yakub’u (la an. Biz onları âhiret yurdunu düşü- nen, içten bağlı kimseler kıldık.»*

«Sonra bu Kitab'ı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere miras bıralonışızdır. Onlardan kimi

ny Sâd sûreslf, 47

(2) Hacc sûresi, 75 (3) Alı bntân sûreei, 33 (4) Bstdsra sûresi, 130 (5) AVâf »ûraSi, 144 (6) ' Sâid sûresi, 45 - 46

_ 26 —

(27)

kendine yazık eder, kimi orta davranır, kimi de A lah’m izniyle iyülMerde öne geçer.. âyet-i kerîmesiyle «seçilmişler» zâlim, mu’tedil ve iyi- liklerde öne geçen şeklinde bölümlere ayrilîyor,

o nedenle de seçilmiş olmak günah işlemeye en- gC!İ değildir, denemez. Çünkü, âyette geçen «on- lardan» zamiri «seçtiğimiz kimselere» cümlesi- ne değil «kullarımızdan» ılafzına âittir. Buna gerekçemiz, zamirin anılanlardan en yakın ola- na âit olma zorunluluğudur.

Dokuzuncu delil; Şeytandan bahsederken Yüce Allah onun; «Senin kudretine and olsun ki, onlardan, sana içten bağlı olan kulların bir yana, hepsini azdıracağım.»^ sözünü nakleder.

Böylece içtenılikli, ihlaslı kişiler şeytanın azdır- masmdan, saptırmasından istisna edilmiştir.

«Biz onları içten bağlı kimseler kıldık.»* buyu- ran Yüce Allah, Hazreti İbrahim, Hazreti îshak ve Hazreti Yakub peygamberlerin içten bağlı, ihilaslı kimseler olduklarına şahitlik etmektedir.

Hazreti Yusuf hakkmda d a: «Şüphesiz o bizim içten bağlı kullarımızdandır.»^ buyurmaktadır.

Mademki şeytan içtenlikli, ihlaslı kimseleri sap- tıramayacağını ikrar etmekte ve Genab-ı Hak da bunlarm içtenlikli, ihlaslı kişiler olduğuna şehadet etmekte, o halde, şeytanm saptırma ve vesvese girişimleri onlara ulaşamamıştır. Bu da gösteriyor ki, onlar asla günah işlememişlerdir.

(1) Fatif sOreisii. 32 (2r SSd «Oreısit, 32 - 83 (3) Sâd eOresi!, 46 (4) Yusuf sûre»), 24

27

(28)

'Onuncu d elil: Cenab-ı Hak buyuruyor:

«And olsun M, İblis,, onlar hakkmdaki görüşü- nü doğru çıkartmış, inananlardan bir tojıluluk dışında hepsi ona uymuşlardır,»^ Burada îblis’e uymadıkları kesin bir üslûpla ifade edilen kim- seler ya doğrudan peygamberlerdir, ya da on- lardan başkaları. Şayet başkaları ise bu duru- ma göre peygamberlerden üstün olmaları ge- rekir. Çünikü, Kur’an-ı kerîm de: «Şüphesiz Al- lah katında en değerimiz, O’na karşı gelmek- ten en çok sakınanımzdır.»^ buyurulmakta. An- cak, şu var ki, peygamber olmayanın peygam- ber’den üstün görülmesi icmâ ile bâtıldır. Bu- na göre ortaya çıkan kesin sonuç şu : İblis’e uy- mayan bu Idşiler peygamberlerdir. Günah iş- leyen bir kişi İblis’e uymuş sayıtacağma göre bu demektir ki, peygamberler (salât ve selâm ölsün onlara) hiçbir suretle ve hiçbir zaman günah işlememişlerdir.

Onbirinci delil: Cenab-ı Hak kulukla mü- kellef kişileri iki bölüme ayırm ıştır: Ş^rtanm

gnıbu. Hakiarmdaki âyet hükmünü görelim :

«İşte oni'ar şeytanın taraftarlarıdır. İyi bilin ki, şeytanm taraftarları elbette zarardadırlar.»* Ve Allah’m grubu. Onlar hakkmdaki hüküm de şöyle: «îşte bunlar Allah’tan yana olanlardır.

İyi bilin ki, kurtulacak olanlar Allah’tan yana olanlardır.»^ Hiç şüphesiz şeytandan yana oTan- Jar onun emir ve isteklerini yerine getirenlerdir.

Şayet peygamberler günah işlemiş olsalardı, ön-

c i) Sebe' sûresi, 20 (2) Hucurât sûresi, 13 (3) 'Mücadele sûresi, 19 (4) Mücadele sûresi, 22

— 28 —

(29)

lan, şeytaıun gmbundan, taraftarlarından kabûl etmek gerekirdi. Ayrıca, « - İyi bilin ki, şeyta- nın taraftarları elbette zarardadırlar.»* âyeti on- ları muhatap almış olurdu. Öte yandan «—İyi

bilin ki, kurtulacak oTanlar Allah’tan yana olan- lardır,»* âyeti de ümmetin ender derecedeki tak- va sahibi kişilerini muhatap almış olurdu ki, bu durumda da böylesi kişilerin peygamberlerden çok daha üstün olmaları gerekirdi. Oysa böyle bir değerlendirmenin yapılamayacağı açıktır.

Onikinci delil; Allah cümlesine rahmet ey- lesin dostlarımız, âlimler, peygamberlerin me- leklerden daha üstün olduklannı beyan etmiş- lerdir. Meleklerin herhangi bir şekilde günaha yönelmeyecekleri gerçeği ise delillerle sâbittir.

Hakikat bu olunca şayet peygamberler günah işlemiş olsalardı fazilet itibariyle meleklerden daha üstün olamazlardı. Çünkü, âyet hükmü açık : «Yoksa inanıp yararh işler yapanları yer- yüzünde bozguncular gibi mi tutarız? Yoksa Al- lah’a karşı gelmekten sakınanları yoldan çıkan- lar gibi mi tutarız?»’

Onüçüncü d elil: Cenab-ı Hak Hazreti İb- rahim hakkında: «Seni insanlara önder kıla- cağım--»^ buyurmuştur. Önder (imam) kendi- sine uyulan kişidir. Bu durumda Hazreti İbra- him günah işlemiş olsaydı işlediği bu günahda da kendisine uyulması gerekirdi, ki, bu ise bâ- tıldm.

(1) Mücadele sûrsei, 19 (2) Mücadele sûresi, 22 (3) Sâd sûresi, 28 (4) Balkara sûresi, 124

29

(30)

Ondördüncü delil: «Zalimler ahdime erişe- mezler))^ âyeti. «Onlardan kimi kendine yazık eder.»® âyeti kerîmesi hükmünce günah işle- yen bir kimse kendine zulmetmiş demektir.

Bu husus yeterince anlaşıldı samyoruz. Ve hemen diyoruz k i: Yüce Allah’m zâlimlere lüa- şamayacağma hükmettiği işbu ahd, ya peygam • benlik ahdidir, ya da imamlık, yani önderlik ah- di. Eğer sözkonusu olan birinci şık ise bımunla kasdedilen bellidir, şayet ikinci şık ise kasde- dilen ariîam daha da açıktır. Çünkü, imamlık (önderlik) ahdi peygamberlik ahdinden derece bakımından daha aşağıdır. Varılan sonuç ş u : imamlık (önderlik) ahdi günahkâra ulaşamadı- ğına göre peygamberlik ahdi ona hiç mi hiç ulaşamaz.

Onbeşinci delil : Huzeyme b. Sâbit d-Ensârî (.Allah ondan razı olsun)’nin şahitlik olayı. Haz- ret! Huzeyme bilmediği bir olay hakkmdaki Al- lah Reşûlünün iddiasının doğniluğuna şehadet eder ve der k i: «Biz senin göklere dair verdiğin haberlerin doğruluğunu kabûl ediyor ve inanı- yoruz. Böyle bir kader konusunda mı inanma- yacağız sana?» Duruma vâkıf olan AMah’ın Re- sûlü onu bu şehadetinde doğruladı ve ona iki şehadet sahibi lakabını verdi® Şayet peygamber- ierin günah işlemeleri mümkün olsaydı Huzey- me’nin şehadeti de câiz görülmezdi.

(1) Bakara sûresi, 124 (2) Fâtır sûresi, 32

(3t Kuzeıyme b. SâbH; Ensâr'ın Evs tcabllesine men^ptur ve lilklerctend'ir. Oğlu Amâra anlatıyor; Pey^emberinviz Efen- dinviz Sevâ’ b. Kays el-Muharlbî'den bh- at satın aldı.

— 30 —

(31)

Buraya kadar peygamberlerin masûmiyeti- ni ispat eden delilleri serdik ortaya. Şimdi de meleklerin masûmiyetird gösteren delilleri zik- redeceğiz. Bu delilleri dört ana madde halinde kaydediyoruz:

1 — «Fevklerinde olan Rablerinden korkar- lar ve emroîundukları şeyleri yaparlar.»^ âyet-i kerîmesi. Bu âyet tüm melekleri kapsamı içine aldığı gibi, onıların emredilen herşeyi yerine ge- tirdiklerini ve günah olan herşeyden de uzak durduklarım kesin bir üslûpla vurgulamakta- dır. Çünkü, bir şeyin yasaklanması demek aynı zamanda yapılmaması hususunun emredilmiş olması demektir

2 — Yüce .Allah’ın meleklerini anlatan şu â y e ti: «Allah’tan önce söz söyleyemezler, an- cak O’nun emriyle iş yaparlar.»"

3 — Şu âyet-i kerîme : «Gece gündüz bık- madan tesbîh ederler.» Madem ki, meleklerin sı- îatı budur, o halde günah işlemeleri de düşünü- lemez.

(1) (2)

Sevâ' bu «aitınalına inicar etti. B'umtn ûzeilite Hu- zeytne Allâb’tn RosOlünOn lehine şehakfet ekKtıce, A1-.

lab'ın Resûlû : «Yanıtnızda olnvaidığm halde neden bu şehadette bulundun7» diye sotdu kendüsilne. O d a : «Ge- tirdiğin (din) e İnaındım. doğruladım ve bil'iyorum fcî sen ancak hakkı söylensin.» dedi. Bunun üzerine Allah'ın Re- sûlü buyurdu : «Huzeyme bir kieinin lehine de fehadet etse aleyhine de şehadet etse bu orta yeter. Bu Hadief Ebu Dsvdd ve başkaları rivayet etmiştir. Buhâıİ‘'nlin rtve- yedne göre; Onun şehade^l İki şehadet saymıştır.

Nah] sûresi, 50

EhİMyâ sûresi, 27

31

(32)

4 — Cenab-] Hak onların şanınm büyük- lüğü hakkında ; «Allah peygamberliğini kime

vereceğini daha İ3d bilir---»^ Bu âyette gösteri- 3'or ki, melekler Allah’ın elçileridirler.

Ortaya koyduğumuz bütün bu deliller pey- gamberlerin ve meleklerin masûmiyetlerini açık bir şekilde ispat etmektedirler. Allah’m salât ve selâmı üzerlerine olsun.

Şimdi gelelim muh^iflerin bu konudaki şüphelerine. Onlar pek çok şüphe sürmüşlerdir ileriye. Biz burada bunlara kısa cevaplar ver- mekle yetineceğiz.

(1) BıbliYa sûresi, 20

32 —

(33)

ÂDEM ALEYHİSSELÂM ’IN MASOMİYETİ

Muhââifler, Adem aîleyhisselâm’ın hikayesi- ne altı noktada takılıyorlar. Bunları kendi üs- lûp ve ifadeleriyle şöylece sıralayabiliriz:

1 —' O bir âsî (günahkâr) idi. Âsî ise ke- sinlikle büyük günah sahibi kişidir. Çünkü, âyet-i kerîmede : «Âdem Rabbine isyan etti ve yolunu şaşırdı.»^ buyuruluyor. Âsî büyük gü- nah sahibi kişidir, dedik. Bunun iki sebebi var : a) «Kim AlRah’a ve peygamberine isyan ve yasalarını aşarsa, onu temelli kalacağı cehen- neme so k a r ..n a s s ı âsînin azaba çarptırılacağı esasını öngörüyor. Büyük günah sahibi olmak demek de azabı kaçınılmaz kılacak bir işi işle- mektir b) İsyan bir kınama ismi olup ancak büyük günah sahibine yakıştırılır.

2 — Tevbekârdı o. Ve ancak günahkâr olân tevbe eder. Tevbekârdı dedik. İşte ilgili âyetler:

«Sonra Rabbi onu seçti ve tevbesini kabul etti, onu doğru yola iletti.»® Bir başka ây et: «Âdem rabbinden emirler aldı, onları yerine getirdi, Rabbi de bunun üzerine tevbesini kabûl etti..»^

(1) Taha sûremi, 121 (2) Nteâ' sûresi, .14 (3) Talha sûröai, 122 (4) Balkara sûresi, 37

33 F .: 3

(34)

Tevbekâr, günahkâr kişidir, dedik, çünkü, tevbe eden kişi günah işlediği için pişmanlık duyan- dır. İşlediği günah sebebiyle pişmanlık duyan kimse bu hali ile günahkârlığım ihbar etmiş dur. Yalan ihbarda, bulunuyorsa yalancılığın- dan dolayı günahkârdır, şayet doğru ihbârda bulunuyorsa zaten diyecek birşey yok, çünkü, istenen bu.

3 — O bir yasağı çiğnemiştir. <(Ben size o ağacı yasaklamamış mıydım?»^ ve «Şu ağaca yaklaşmaym,.»" âyetleri bunun ispatıdır. Bir ya- sağı çiğnemekse günahın kendisidir,

4 — Cenab-ı Hak: «Yoksa zâlimlerden olursunuz.»” buyurmakla onu zâlim olarak va- sıflandırmıştır. «Rabbimiz; kendimize zulmet- tik..»^ âyetinde ifade buyurulduğu üzere o dahî kendini zâlim olarak isimlendirmekte. Zâlim ise lanetlenmiştir, İşte, âyet-i kerime : «Bilin ki, Al- lah’ın laneti zâlimleredir »' Bu duruma düşen bir kimse şüphesiz büyük günah sahibidir.

5 —' Bizzat kendi itirafı. Şayet, Allah’ın affı olmasaydı mutlak bir hüsrana uğramış dâca- ğmı itiraf etmiştir. İşte, bu hususu ispat eden âyet-i kerîme ; «..Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz muhakkak kaybeden- lerden olacağız.»® Bu durum ise onun büyük sa- hibi olduğunu gösterir.

(1) A'râf Sûresi, 22 (2) A'râf sûresi, 19 (3) A'râf sûresi 19 (4) A'râf sûresi, 23 (5) Hûd sûresi, 18 (6) A'râf sûresf, 23

— 34 —

(35)

6 —' Omm cennette çıkanlmasma seb şeytanm vesvese ve çirkin telkinine kapılması, şeytanın buyruğuna uyup bir yasağı çiğneme- sidir. Bu da gösteriyor ki, o, büyük günah sa- lıibidir.

Muhâlifler devam ederek şunları söylüyor- lar : Bütün bu noktalar bir bir ele ahndığmda onun büyük günah işlediğini ispata yetmeyebi- lir. Ancak bir bütün halinde ele alındığında ke- sin bir ispatı gösterir. Bunlardan her biri ola- bilir ve hiçbir şeye de delalet etmez diyelim.

Ama bir araya geldiğinde daha önce de dediği- miz gibi büyük günah işlendiği sonucuna gö- türür. .

Bütün bunlara cevabımız şudur: Dile geti- rilen bütün bu hususlar peygamberlik öncesi dö- neme âit şeylerdir. O yüzden de hiç biri aley- himize delil teşkil etmez.

Peygamberlik öncesi dönemlerde de peygam- berlerin günahlardan masûmiyetini savunanlar yukarda sıraladığımız muhaliflere âit iddiaları yine sırasıyla şöyle cevaplandırıyorlar:

1) İsyan; emre muhalefet demektir. Emir ise bazen vâcip için, bazen de nedb içindir. On- lar şu örneklerden yola çıkıp diyorlardı k i: «Fi- lancaya oğlu için şu konuda şöyle bir işarette bulundum, ama bana isyan etti,» Ya da; «ona ilâç içmesini emrettim, ama bana isyan etti.» Du- rum eğer böyle3/se Hazreti Âdem’e de isyan is- minin yakıştırılması imkânsız değildir. Yoksa bir vacibi terkettiğinden değil, aksine bir meır dubu terkettiğinden.

— 35 —

(36)

Biri çıkıp şöyle de diyebüîr: Biz açıklamış- tık, Kur’an’ın dış ifadesi âsînin azabı hakketti- ğini gösteriyor. Bu da âsî adının yalnızca vâcibi terkedene verilmesini zorunlu kılıyor. Ayrıca, isyanın bir kınama ismi olduğunu belirtmiştik.

O halde bu ismin kapsamına yalnızca vâcibi ter- keden girer. Hem, mendûbu terkeden âsî ismi- ni hakketmiş olsaydı bu takdirde peygamber- leri her hâlükârda âsîler olarak nitelemek gere- kirdi. Çünkü, mendûbun terkinden neredeyse hâlî olamazlar, «Mendûbu terk eden âsîdir» sö- zü mecazîdir, mecâz ise reddedilmez, denemez.

Çünkü, biz de deriz k i: Bunun mecâz olduğu ka- bûıl edilirse o takdirde aslolan böyle birşeyin ol- madığıdır. Böylece muhaliflerin delil getirme ça^

baları boşa çıkmış olur.

«Filancaya oğlu için şu konuda şöyle bir işarette bulundum, ama bana isyan etti,» sözüy- le ilgili alarak da demek isteriz ki; Arapların böyle bir cümle kuHandığma dair herhangi bir rivayet mevcut değildir. Şayet böyle bir cüm- lenin kullanıldığını kabul ettiğimiz takdirde he- men belirtmemiz gerekir ki, onlar bımu karşı tarafın o işi mutlaka yapmasmı istedikleri za- man söylerlerdi. Öyle bir iş ki, karşı taraf mut- laka yapacak ve aslâ ihmâl veya ihlâl edeme- yecek. Bu durumda vücûb hasıl olmasa bile icâb

anlamı ortaya çıkmış olacaktır. Bu da gösterir ki, isyan lafzı ancak icâb tahakkuk ettiğinde kul- lanılabilir. Ve bizim üzerinde ittifak ettiğimiz esas şu : Allah tarafından vukû bulan icâb vü- cûbu gerektirir. Buna göre Hazreti Âdem’e is- yan lafzının isnadı gerekir, tabiî ki vâcibi ter- kettiğinden.

36

(37)

2) Doğru, o tevbe etmiştir. Buna, küçük günaH^an câiz görenlerin cevabı şöyle: Büyük günahlardan tevbe nasd gerekli ise küçük gü’

nahlardan da aynen öyle gereklidir. Çünkü, kü- çük günah sahibi tevbe etmedi mi bımda ısrar etmiş olur. Bu İsrar sonunda ise küçük günah- lar büyük günahlara dönüşür.

Peygamberler hakkmda küçük günahları câiz görmeyenlerin cevabı da şöyle: Hiç günah işlemeyenler de tevbe edebilir. Bu, güzel bir şey-

dir. Kendini tamamiyle Allah’a vermek anlamı- m taşır. Bu davranışm en güzel j'^anı da daha çok sevap hakketmiş olmaktır. Biz de : Allah’ım, bizi tevbekârlardan kul» diye dua etmez miyiz?

Bu güzel davramştan önce işlenmiş bir günah varsa o takdirde günahkâr olduğumuz için böy- le bir istekte bulunmuş ölürüz. Tabiî, peygam- berler için böyle bir durum sözkonusu değil-

dir, 3 '—' Yasak çiğnenmesi konusuna cevabımız şudur: Bir kere sözkonusu yasağın yâlmzca tah-

rîm için olduğunu kabûl etmiyoruz. Bu yasak tahrîm ile tenzih arasmda müşterek bir olay- dar. Açıklaması şöyle: Yasaklama, ilgili şeyin yapılmasından yapılmaması yamnm daha ağır bastığım ifade eder. Pekî, yapılması halinde azâ- bı gerektirir mi, gerektirmez mi? İşte bu husus lafzın mefhûmu dışındadır. Böyle olunca da de- lillendirme olayı düşüyor. Öte yandan yasaMa- manm tahrîm için olduğunu kabûl etsek bile Hazreti Âdem bunu unutarak işlemiştir. İşte, isp atı: «Fakat unuttu, onu azimli bulmadık.»^

d i Tiahâ «firesi, 116

37

(38)

Bu durumda işlenen fiil günah olamaz. Çünkü, unutandan mükelleflik kalkar.

Ancak, biri; biz onun unutarak günah işle- diğini kabûl etmeyiz, derse, bu onun hakkıdır.

«Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması melek ol- manızı öıilemek i ç i n d i r - « D o ğ r u s u ben size öğüt verenlerdenim, diye yemin etti.»* âyetleri bu görüşünün delilini teşkil eder. Ve bütün bun- lar gösteriyor ki, o bu işi yapma girişiminde bu- lunduğunda yasaklama olayını unutmamıştı.

Unutmuş olsaydı bu fili işlediği için bu türlü sert bir karşılık görmezdi, hele âsî adını hiç al- mazdı. Bütün bunların olması onun unutmadı- ğını gösterir. Cenab-ı Hakkın: «Unuttu»® ifa- desi onun unuttuğunun ispatıdır, çünkü, unut- madı buyurmuyor. Diyelim ki, unutmadı, pekî içtihadında hatâ etmiş olamaz mı? Çünkü, «Şu ağaca yaMaşmaym..»’ âyetinde yer alan «şu»

işaret ismi île doğrudan şahsa işaret kasd edi- lebileceği gibi, bazen onurda nev’e de işaret mu- rad edilmiş olabilir. Peygamberimiz Efendimiz aleyhisselâm’m bir hadislerinde buyurduğu gi- b i: «İşte, abdest. Allah, namazı ancak onunla kabûl eder.» Adem aleyhisselâm’a göre konu kanşık bir hal almıştı. O, murad edilenin şahıs olduğunu samp, o şahıstan başka bir şahsa dön- müş oldu. Burada hemen belirtelim ki, teferrüat- da yanılan müctehid büyük günah sahibi olmaz

(1) A'râf sOresi, 20 (2) A'râf sûresi. 21 (3) Tafra sOresii, 115 (4) A'râf sûresi, 19

— 38

(39)

Şöyle de denemez: Mademki, «şu» işaret ismi iki ihtimal taşımaktadır, o halde işin içyü- zü tam o vakit âşikar oluvermiştir. Çünkü, be- yanin ihtiyaç anından sonraya kalması diye bir- şey olamaz. Beyan hasıl olduğuna göre de Haz- ret! Âdem’in bu hatada mazûr görülmesi müm- kün değildir. Evet, böyle bir iddiada bulunu- lamaz. Böyle diyenlere cevabımız şudur: Be- yan hasıl olabilir. Ama nasıl? Gayet grift ve giz- li bir şekilde. Dolayısiyle bu durumda hatâya düşen de mazûrdur.

4 ) Yüce Allah’ın onu zâlim olarak isim- lendirdiği hususuna gelince, küçük günahları caiz görenler, büyük ya da küçük günah işle-

yen her mükellefin kendi nefsinin zâlimi oldu- ğu şeklinde cevap vermekteler. Küçük günah- ları câiz görmeyenler ise diyorlar k i: daha iyi- yi terketmek zulümdür. Madem ki, daha iyiyi 3^apma ve daha büyük sevabı elde etme imkânı

ardır, o halde rnûcip bir sebep yokken böyle bir şansı kaçırmamalıdır. Aksi halde kendi ken- dinin zâlimi olur. Çünkü, zulmün gerçek tanı- mı bir şeyi âit olduğu yere koymamaktır. İşte, ortadaki olayın şekli de budur.

5) Bu gruptaki cevab şöyledir: Hazreti Âdem’e isnad edilen günah olsa olsa küçük gü- nah. ya da daha iyinin terki şeklinde bir olay- dır. Bunun değerlendirmesi de yukarıda geç- miştir.

6) Âyet-i kerîmede Hazreti Âdem’in sade- ce sözkonusu fiili işlemeye yöneldiğinde ya da yöneldiği için cennetten çıkârddiğı hususu yer almaktadır .Bu durum sözkonusu çıkarma ola-

39

(40)

yının bir ibret, dışlama ve tahkîr anlamına gel- diğini göstermez. Hazreti Âdem ki, AMah’m yer- yüzündeki halîfesi olarak yaratılmıştır. Hakkın- da bu hikmete ters düşecek nasıl bir değerlen- dirme yapılabilir? Hem yaratılışınm gerçek se- bebi, gayesi bu olacak hem de içine düştüğü du- rum bir ceza ve tahkirin sonucudur denilecek?

Bu, mümkün değildir. Öte yandan bu noktada daha önce kaydettiğimiz izah şekillerini zorunlu Olarak hatırlamamız gerekiyor. Şöyle ki; şayet Âdem aleyhisselâm gerçek anlamda bir âsî, zâ- lim olsaydı, «Kim Allah’a ve peygamberine baş- kaldırırsa ona içinde sonsuz ve tem eli kalına- cak cehennem ateşi vardır.»^ ve «,.İyi bilin ki, Allah’ın lâneti zâlimleredir»^ âyetlerinin hükmü gereğince cehennem azabını hakkettiğine ve lâ- netlenmiş olduğuna dair hüküm vermek şart olurdu. Madem ki, bu konuda kesin bilgimizin olmadığına dâir ümmetin ittifakı vardır, o hal- de tevil yoluna gitmemiz kaçınılmaz bir zarû- rettir.

Şüphesiz muvaffak kılacak dan sadece Al- lah’tır.

(1)

(2) Cin sOreisi, 23 HOd sûresi. 18

— 40 —

(41)

İKİNCİ ŞÜPHE

«Sizi bir nefisten yaratan ve gönlünün hu- zura kavuşacağı eşini de ondan vareden Allah’- tır. Eşine yaklaşınca, eşi hafif bir yük yüklendi ve bu halde bir müddet taşıdı. Hâmiledîği ağır- laşınca, karı koca, Rabbleri olan Allah’a : Bize kusursuz bir çocuk verirsen, and olsun ki, şük- redenlerden oluruz, diye yalvardılar. Allah on- lara kusursuz bir çocuk verince, kendilerine ver- diği şey hakkında Allah’a ortaklar koştular. Al- lah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir.»^

âyetlerinden yola çıkarak ve bu âyetleri delil diye öne sürerek dediler k i: âyette sözü edilen o ‘bir nefis’ hiç kuşku yok Hazreti Âdem’dir, Ondan yaratılan eşi de Hazreti Havva. Dolayı- siyle sözkonusu kinayeler de onları hedef al- maktadır. «•• Kendilerine verdiği şey hakkmda Allah’a ortaklar koştular. Allah, onllann ortak koştukları şeylerden yücedir.»* âyeti onların şir- ke düştüklerini ortaya koymaktadır.

Sözlerine devamla şunları söylediler: Haz- reti Havva’nın hâmileliği sırasında şeytan ona erkek çocuk arzederek; eğer çocuğunun yaşa- masını istersen Abdulhâris adını ver kendisine,

dedi. Şeytanın adı da Abdulhâris idi. Hazreti

f i) A'râf sûresi, 1 8 9 -1 9 0

( 2 ) A 'tS İ sûresi, 190

41

(42)

Havva bu telkîne uyarak doğan çocuğuna bu adı verdi. O yüzden Cenâb-ı H ak: «•••Kendile- rine verdiği şey hakkında Allah’a ortaklar koş- tular.»’ buyurdu.

Bu iddialara cevabınuz şudur: Âyet-i kerî- mede geçen o ‘bir nefis’ Âdem aleyhisselâm de- ğildir. Âyette bunu gösteren hiç bir delil de yok- tur. Aksine diyoruz ki : Âdetteki hitap Ku- reyş’edir. Kureyş’in de Kusayy koluna. Ve çı- kan anlam ş u : Allah sizi Kusayym kendinden yarattı. Onun cinsinden de yine KureyşIi Arap eşini onda huzur bulsun diye vâretti. İstedik- leri sâlih evladı da Allah kendilerine vermişti.

Ama onlar bu dört çocuğa Abdumenâf, Ab- dul’uzzâ, Abdukusayy ve Abduddâr adlarını verdiler, «onların ortak koştukları- •» cümlesin- de yer alan zamir ise bu iki kabileye ve onlar- dan sonra gelenlere gitmektedir. Buna göre âyet- ten çıkan anlam şu oluyor: Âdem ile Havva’ya Yüce Allah istedikeri iyi evlâdı verince, bu kez, evlatlarından gelen kâfir nesil bunu Allah’tan başkasına mâlettiler. Âyette bunların tesniye (ikil) olarak anılmasının sebebi erkek ve dişi şeklinde iki cins oluşlarıdır. «Alılah, onlann or- tak koştukları şeylerden yücedir.»^ bu tevili güç- lendirmektedir. Ayrıca, tesniye (ikil) ile kas- dedilenin yukarıda andığımız iki cins olduğuna delalet etmektedir. İkincisi, «bir nefisten» buy- ruğu ile kasdedilen de Hazreti Âdem’dir. İşte, bu nefisten Cenab-ı Hak onun eşini, yani Haz-

(1) A'râf sûresi, 190 (2) A'râf sûresi, 190

42

(43)

reti Havva’yı yaratmıştır. Hazreti Âdem ile Haz- reti Havva hakkındaki izah böyle.

Yüce Alîah daha sonra Hazreti Âdem’in bir çok istekte bulunan ve yüce zâtma ortaklar ko- şan müşrik evladmdan özel bir şekilde söz edi- yor. Tabiî ki, genel bir ifadeden sonra adı ge- çenlerin bir bölümü özel bir ifade Ue yeniden anılabilir. Konuşma usûlünde bunun örnekle- rine çokça rastlanır, «Sizi karada ve denizde yü

rüten Allah’tır. Bulunduğunuz gemi, içindeki- leri güzel bir rüzgarla götürürken-••» âyetinde de başlangıçta bütün yaradılmışlar genel bir üs- lûpla ifade edilirken âyetin sonunda bazıları özel bir şekilde zikredilmiştir. îşte, yukarıda da ay- m usûl sözkonusudur.

Bilinmesini isteriz ki, 3uıkanda kaydettiği- miz bu iki şık zikredilen bir şeyin hemen aı>

dından gelen zincirleme kinayelerin bir bölü- münün o zikredilene bir bölümünün de başka bir şeye bölünmesini gerektirir. Bu durum ise nazmı parçalayan bir faktör olarak karşımıza çıkar.

3 — «O’na ortaklar koştular âyetindeki (hû) zamiri Allah Teâlâ’ya değil de çocuğa gi-

der. Buna göre: onlar Allah’tan sadece bir oğul istediler, yoksa sâlih bir çocuk değü, anlamı an- laşılır. Bu ise; sen benden bir dirhem istedin,

verince de ona bir başkasını karıştırdm, yani ona ilaveten başka bir şey daha istedin, sözüne benzer. Bu ise iki sebepten dolayı zayıf bir gö- rüştür. Birincisi, âyette geçen (lehû) daki za- mirin çocuğa âit olduğu kabûl edilirse; İkincisi;

— 43 —

Referanslar

Benzer Belgeler

11b bunuñla śarǾadan ħalāś olduñ didi faķįr didim ki baraś žuhūrından emįn olunsa śarǾa ġāǿilesi az ķalmış üstād emr eyledi ki ayda bir kerre

Bir hafta k›sa kol sirküler alç›da kalan hastan›n taki- binde radius distal uçta redüksiyon kayb›n›n sap- tanmas› üzerine (fiekil Id), servisimize yat›r›larak

(s.106) Zile’deki isyanı bastırmak üzere görevlendirilen beş kişilik heyette yer alan Mehmet Akif “Memleketini, milletini lafla ve duygularla sınırlan- mış olarak

Kapının yanında duran teyp ile karşısındaki televizyon arasında beş koltuk ve iki kanepe, ikisi büyük ve orta yerde, ikisi küçük ve koltukların aralarında duran

P, (E) düzlemi içinde değişen bir nokta olduğuna göre, AP  PB toplamı en küçük olduğunda P noktasının koordinatları aşağı- dakilerden hangisi olura. P,

illâ biz yemin ederiz ki, şirketmedik demekten ibaret oldu. Azabı görünce dünyadaki hatalarının neticesi hatalarından tebrieye sa'y etmekten başka birşey

İster Kur’an kelimeleri isterse başka kelimeler olsun her söz kesinlikle bağlamıyla anlam kazanır. Bağlamından koparılan her söz, anlamın değil sûistîmalin

• Çocuğunuza “Cadı Çiki’nin doğum gününe gidecek olsan ona nasıl bir armağan götürürdün?” diye sorun ve düşünmesi için zaman verin.. • Ardından,