• Sonuç bulunamadı

Dördüncü iddiaya cevap: Sözkonusu gemi bir gruba âitti. Bu grubun fertleri kendi

MASÜMİYETİ

Muhâliflerin Efendimiz aleyhisselâm hak-kında ileri sürdükleri şüpheleri şöylece sırala-yabiliriz :

1 —■ «Seni sapmış bulup doğru yola hida-yet etmedi mi?>'^ âhida-yetini bir şüphe vesilesi ola-rak kullanmaktalar.

Buna cevabımız: Sapma kelimesi gitmek ve dönmek anlamına gelir. Buna göre dönülen şe-yin varolması kesin bir zarûret iken burada zik-redilmemektedir. Ayrıca, sözkonusu âyeti aşa-ğıda göreceğimiz şekilde dört ayrı şekilde tefsir edebiliriz ki, bu da onlarm iddialannı çürüt-meye yeter: 1)’ Seni peygamberlikten sapmış buldu ve ona eriştirdi, şeklinde. Nitekim : «Sen kitap nedir, iman nedir önceleri bilmezdin..»*

âyeti de bu anlamı teyid etmektedir. 2) Seni kazançtan, kazanç yolundan sapmış buldu, şek-linde tefsir edebiliriz. 3) Seni çocukluk döne-minde bazı tehlikelere sapmış buldu. 4 ) Seni kendinden sapılmış, yani senden sapmış ve seni gereği gibi tanıyamamış bir toplum içinde bul-du seni. Sonra o toplumu seni tanıma

mutlulu-(1) DuHâ sûra»!, 7 (2) Zülhruf sOrâsliı, 52

150

ğuna eriştirdi. Nitekim, içinde yaşadığı toplıraı- ca tanınmayan kişi için toplumunda sapmış de-nir.

2 — «Senden önce gönderdiğimiz hiçbir re- sûl ve nebi yoktur ki, bir şeyi arzuladığı zaman şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış ol-sun..»^ âyetine dayanarak : Bu âyetin zâhiri gös-termektedir ki, şeytan, peygamberlerin okuyu-şuna şüpheye götürecek birşeyler katmaktadır, İDunu eâiz gördüğümüz takdirde ise güvenirli-lik esası ortadan kalkmaktadır, diyorlar. Bura-da konu ile ilgili bir rivayeti kaydedelim. Şöy-le k i: Getirdiği dine MekkeliŞöy-lerin uzak durması

Peygamberimiz aleyhisselâm’a zor gelmiş ve bundan müteessir olmuştu. Toplumu ile kendi-sinin arasını bulacak, İJİr yakınlaşma sağlaya-cak âyetlerin gelmesini arzulamıştı içinden. Ta-biî bu, onların iman etmelerini çok istediği için-di. Bir gün kalabalık sayıda bir topluluğun bu-lunduğu Kureyş kulüplerinden birinde oturdu.

Kimsenin kendisinden uzaklaşmaması için o gün Allah tarafından herhangi bir şeyin gelmemesi-ni istiyordu. O böyle arzularken Yüce Afllah:

«Batmakta olan yıldıza and oilsun Jd---»* diye başlayan âyetleri indirdi. Bu âyetleri onlara oku-yan Efendimiz aleyhisselâm: «Şimdi Lât, Uzzâ ve bundan başka üçüncüleri olan M enâfi gör-dünüz mü?»® meâlindeki âyetlere geldiğinde şeytan O’nun dilinden ve arzusu doğrultusun-da : «Bu yüce ğarânîk ki, şüphesiz şefaatleri

(1) Hac sOre&i, 52 (2) Neom Bûreısi, 1

(3) Neom sdreBi, 19-20

— 151

umulur.» cümlesini sÖ37İeyiverdi. Bunu duyan Kureyş çok sevindi. Peygamberimiz aleyhisse- lâm okuyuşunu sürdürerek sûrenin tamammı okuyup bitirmişti. Sûrenin sonunda kendisi sec^

de etmiş. O’mmla birlikte bütün müslümanlar ve hatta orada bulunan bütün mü.şrikler de sec-deye kapanmıştı. Velîd b, Muğîre ve Said b. As dışında mescidde bulunan mü’m in-kâfir herkes secde etmişti. Sözü edilen bu iki kişi de secdeye varamayacak derecede yaşlı oldukları için yer-den alıp alınlarma götürdükleri birer avuç ku-ma secde etmişlerdi. Kureyş, mescidi çok mut-lu bir şekilde terketmişti. Duydukları onları çok çok sevindirmişti. Muhammed aleyhisselâm tan-rılarımızı en güzel üslûpla andı, diyorlardı. O günün akşamı Cebrâil aleyhisselâm Peygambe-rimiz aleyhisselâm’a geldi v e : Ne yaptm sen?

Sana Allah’tan getirmediğim bir şeyi insanlara okudun, sana söylemediğimi söyledin? dedi.

Aleyhisselâm Efendimiz bu duruma çok üzül-müş ve Allah’tan pek çok korkmuştu. Sonunda Yüce Allah bu âyeti indirdi.^

(1) Hâfız Ibn Kesîr Tefsîr'inde dJyor k İ : P«k çök mûfesstr bu-rada ğarânJk h'ikayesjni zikretmiştir. Ayrıca, Kureyş müş-riklerinin müslüman olduklarını sanarak pek çok kişinin Habeşistan h'icretindm geri döndOğünü kaiydetmişlerdir.

Ancak bütün bunlar mürsel yollarla rivayet edilmiştir.

Ben bunların sabih bir yanını göremedim. 'Bu hikıayede hakfkatın zedelenmesi sözkonusudur. öte yandan senedi de güvenilir imamların dışında biridir. Öyle ki. Hm Is- hâk'a sorulduğunda: Bu, zmdıMann uydurmasıdır, de-miştir. Kâdt lyâd da şöyle d e r: Bu hadtsi sıhbat ehlinden hiç kimse rivayet etmediği gibi muttasıl senedle rtvayeit

edan de yoktur. Bu ve benzen hHsayeleri sağlam veya çürük olduğuna bakmadan kitaptardan 1c^>ıp aşıran

gaf-— 152

Cevap : Peygamberimiz aleyhisselâm’m hiç-bir şeyi değiştirmediğini gösteren beş ayn cihet vardır: 1) «Eğer bize karşı ona bazı söder katmış olsaydı biz onu kuvvetle yakalardık, son-la onun şahdamarmı koparırdık.»^ 2 ) «De k i:

Onu kendiliğimden değiştiremem, ben ancak ba-na vahyoluba-naba-na uyarım..»* 3) «Seni, saba-na

Peygamber aleytlisselâm Mekke'de Necm sûresini oku-muş ve O'nünle birlikte mûslûmaniar, müşrikler, cinler ve insanlar ’^ecde etmişlerdir. Kâd? devam ederek diyor k i: AleyhisselSm Efendimiz böyle bir rezaletten kesbr- likle beridir, masumdur. Bu husus ümmetin icmâi ve hüc-cetle sâbittir. Allah'ın dışındaki uydurma tanrıların övül-mesi gîbi hususlarda kendisine âyetlerin inövül-mesini temen-ni etmesi İse olacak şev değildit, zira bu küfürdür Ya da şeytanın kendisine egemen olması, olmayan birşeyl Kur'andanmış gibi göstermesi, bu dereıcede Kur'anı kuş-kulu hâle getirmesi ve böylece Peygamberimiz aleyhisse- lâm'ın Cebrfiil tarafından uyarılınoaya kadar olmayan bir şeyi ICur'iandan sayıp inanması mümkün değildir. Bütün bunlar O'nun hakkında imikânsız şeylerdir. Veya Efendi-miz aleyhİBselâm kendinden Kur'ana birşeyler katacak—

Kasıtlı veya yanlışlıkla.. Böyle birşey küfür olduğu gîbi O da bütün bunlardan masumdur. O'nun dilinden ve kal-binden küfür cereyan enemez. Ne kasrtla ne de sehven.

Meleğin kendisine getirdiği ile şeytanın telkin ettiğini de birbirine karıştırmaz. Şeytan hiçbir şekilde yol bulamaz O'na. Ve o hiçbir şekilde Allah'ın kendisine indirip

yettiğiınizden ayırıp başka birşeyi Bize karşı uydurman için uğraşırlar. O zaman seni dost edinirler. Sana sebat vermemiş olsaydık and ol-sun ki, az da onlara meyledecektin. 4) «Böy- iece biz onu senin kalbine yerleştirmek için..»®

5) «Sana Kur’anı, biz okutaiîağız ve asla unut-mayacaksın.»® Bunlan kaydettikten sonra şimdi ileri sürülen şüphenin cevabı ile ilğili ayrıntılara girebiliriz.

Temenni lüğatta iki anlama_ gelir: a) Kal-bin arzularnasi. b) Okumak.- Âyet-i kerîmede bu5rarulur : «Onlardan bir kısmınm okuyup yaz-maları yoktur, Kitabı bilmezler, bildikleri sade-ce bir takım kuruntulardır.»^ Yani kitabı ancak okuyan bilir. Çünkü, okuma yazması olmayan mushaftan Kur’am bilemez. Hassan diyor ki

Allah’ın kitabmı temenni etti (okudu) gece-nin başında

Ve kavuştu herşeyin sahibine sonunda ge-cenin.

Okuyan bir azap âyetine geldiğinde azaptan korunmayı temenni eder. İşte o yüzden okuma-ya umniyye-beklenti adı verilmiştir, deniliyor.

Öte yandan, okuyan, harfleri bir ölçüye vurdu-ğu ve sırası ile okuduvurdu-ğu için, umniyye - temenni kelimesinin takdir kelimesinden geldiği de söy-lenmiştir. Yani, temenni takdir demektir. Buna

(1) ' Isı® sQreiM. 73 - 74 (2) ' Furtan sOrasî. 32

<3) A la sOresf, 6 (4) Bakara sûresi 78

(5) Şâir Hassan bu #ini Osman b. Affân haksız yara şehM

edildiğinıde ona mersiye olarak söylemjışüh'.

154 —

göre; Allah hayn temeımî etti dendiği zaman bundan Allah’ın o hayn takdir ettiği anlamı çıkar.

Bu ayrıntılı izahlardan sonra şimdi şunlan kaydedebiliriz : Bazı tefsircDer bu âyeti kalben temenniye yormuşlardır. Buna göre şu anlam çiki3^ r : Peygamberimiz aleyhissolâm ne zaman bir şeyi kalben temenni etse şeytan hemen ves-vese yolu ile ona batılı telkin ederek gereksiz şeylere yönlendirmeye çalışır. Ne var M, Yüce Allah O’nun imdadına yetişir, şeytanın vesve-sesine kapılmasmı önleyerek doğruda kalmasmı sağlar. Evet, böyle diyorlar ama bu zayıf bir yorumdur. Şayet böyle olsaydı Aieyhisselâm Efendimizin kalbine kâfirler için fitne düşün-cesi gelmezdi. Hem bu tezi: «Allah şeytanın ka-rıştırdığını, kalblerinde hastalık bulunan ve kalbileri kaskatı olan kimseleri sınamaya vesile eder.»^ âyeti de çürütür. Böylece, temenni keli-mesi ile kasdedilen anlamm okumak olduğu ke-sinlik kazanmış oluyor.

Bu konunun tevili cihetine gidenter daha sonra altı maddede toplanan farkh görüşler ile-ri sürmüşlerdir. Şöyle k i:

1 — Böyle bir sözü ne Aieyhisselâm Efen-dimiz söylemiştir, ne de şeytan. Aieyhisselâm

Efendimiz Necm sûresini okumaya basadığında kâfirler okunan âyetleri karıştırmışlar ve o yüz-den okunan bazı lafızları: «îşte bu yüce ğaranîk ki, hiç şüphesiz şefaatleri umulur.» şeklînde al-gılamışlardır. Kimi hallerde söylenen sözlerin söylendiğinden başka türlü anlaşıldığı

gözönün-M)' Hâc sûresSı, S3

— 155

de bulundurulursa böyle bir yanılma da müm-kündür. A n c^ bu görüşün üç sebepten ötürü yanlış olduğunu hemen vurgulamak isteriz:

a) Böyle bir algılama ancak duyma, işitme yo-lu ile mümkündür, işin olağan şekli budur. Du-yulmayanda, işitilmeyende böyle birşey vukCı bulmaz, b) Şayet söylendiği gibi olsaydı böy-le bir yanhş algılama orada bulunan herkese de-ğil de ancak bir kısım dinleyiciye şâmil olurdu.

Çünkü aym anda büyük bir topluluğun asılsız bir hayâl üzerinde birleşmesi âdeten mümkün değildir, c) Eğer gerçekten böyle olsaydı bu olay şejdana izâfe edilmezdi.

2 — Aleyhisselâm Efendimiz bunu ya sıth söylemiştir, ya da sehven. Buna göre ka-sıtlı söylemesi mümkün değildir. Çünkü, bu vah-yi karıştırmak olur ve böyle bir olay da O’nun getirdiği herşeye güvenilmemesini gerektirir.

Bunu, inkâr anlamında bir istifham olarak mı söylediğini ileri sürüyorsunuz? Farzedelim ki öyle. Ama bu cümleyi hem de aynı vezinde olduğu halde Kur’an okuduğu bir sırada söyle-miş olması sözkonusu cümlenin Kur’andan ol-duğu vehmini uyandırmaktadır. O takdirde de anılan mahzur ortaya çıkar.

Aleyhisselâm Efendimizin bunu sehven söy-lemesi de mümkün değildir. Eğer bu olayda sehvin vukûu mümkün görülürse öteki bütün hallerde de mümkün görülmesi gerekir ki, bu takdirde şer’i şerife duyülan güven ortadan kaF kar. Öte yandan düşünmek gerekir ki, sözkonu-su cümle sûrenin veznine, metod ve anlamına uygun görünmektedir. Sırf dalgınlık ve sehiv eseri olarak böyle bir cümlenin söylenivermesi

156

mümkün değildir. Hem şunu kesin bir şekilde biliyoruz ki, herhangi bir kaside söyleyen bir kimse o kasidenin veznine, metod ve anlamma uygun düşecek bir veya W k aç mısraı sehven yani dalgınlık sonucu söyleyemez.

3 — Şeytanın Peygamberimiz aleyhisse- iâm’ı böyle bir cümleyi söylemeye icbâr etmesi mümkündür.

Hemen söyleyelim ki, bu görüş yanlıştır ve bu itirazımız üç sebebe dayanır : a) Eğer şey-tanın buna gücü yetseydi kıyas yolu İle işi ba-şarm ası'gerekirdi. Ayrıca herhangi birimizin çoğu konuşmalarında da şeytanm icbarını kabul etmemiz gerekirdi, b) Peygamberimiz aleyhis-selâm’m bu cümleyi söylemek zorunda kaldığım kabul edersek, o takdirde her zaman böylç bir ihtimalin varolduğu düşünülerek vahye olan iman ortadan, kalkardı, c) Kur’anda nakledilen şeytana âit şu söz: «..Sizi zoHayacak bîr nüfû- zum yoktu, sadece çağırdım, siz de geldiniz..»^

ve : «Doğrusu şeytanın inananlar ve yalnız Kab- lerine güvenenler üzerinde bir nüfûzu yoktur.»*,

«..Senin kudretine and olsun ki, onlardan, sana içten bağh olan kulların bir yana, hepsini azdı-racağım, dedi.»’ âyetleri de gösteriyor ki, şey*

tan onlara herhangi bir şekilde nüfûz edemeye-ceğini itirafta bulunmaktadır.

4 —^ Bu söz şeytanın sözü de olabilir. Şöyle ki, okuyuş sırasında, Peygamberimiz tarafından ve duraklamalarda şeytan bu sözü söylemiştir.

(1) ibralhim sûresi, 22 (2) Nahi sûresi, 99 (3) sûresi, 82

— 157

Böyiece Peygamberden dinlenen âyetler arasına katmayı, dinleyenlerin böyle sanmasim başar-mıştır. Bu, olmayacak bir şey değil. Çünkü, cin-lerin ve şeytanların da konuştuğu hususunda ihtilaf yoktur. Dolayısiyle şeytan pekâlâ kendi-ni hiç göstermeden insikendi-ni duyurabilir. Biri ko-nuşurken onun konuşması sırasında sesini du- yurabildiğine göre duyulan her iki sesin de göz-le görügöz-lebigöz-len şahsa mâgöz-ledilmesi, dingöz-leyengöz-lerin böyle sanması mümkündür. Hem böyle bir yo-rum yapmadığı bir iş yüzünden Peygamberimi-zin peygamberliği konusunda abla menfî bir dü-şüncenin gelmesini önler.

Hafch olarak şöyle bir itiraz yöneltilebilir:

Peygamber aleyhisselâm’m konuşması sırasında seytanm da konuşabileceğini ve kendisine ait sözleri dinleyenlere Peygamberin sözlerinden- rniş gibi gösterecek kadar işi karışıldığa getire-bileceğini câiz görürseniz o takdirde böyle bir ihtimal Peygamber aleyhisselâm’ın bütün söz-leri için geçerli olacaktır. Sonuçta da şer’i şeri-fin tüm prensibleri için şart olan güven orta-dan kalkacaktır.

Bu itiraza cevabım ız: Evet, bu ihtimal söz-konusudur. Ancak, vukûu halinde tıpkı bu olay-da görüldüğü gibi Yüce Allah’ın hikmeti derhal aydınlığa kavuşturulur ve vâkî karışıklık gide-rilir,

5 — Bu sözler bazı kâfirler tarafmdan söy-lenmiştir. Peygamber aleyhisselâm sûreyi

okur-ken bilinen âyetlere gelmiş ve tannlarınm ad-larını anmıştı. Âdeti veçhile onları ayıplayaca-ğından kaygılanan bazı kâfirler sözkonusu

cüm-— 158

leyi karışıklığa getirerek söylemişlerdir. Dolayı- siyle böyle bir yanlış anlama olayı vukû bul-muştur. Çünkü, başından berî kâfirler Peygam-berimiz aleyhisselâm okurken gürültü çıkarır-lardı, yamlünak ve gizli okumaya zorlamak için

gürültülü bir şekilde konuşurlardı.

Bu olayın namaz esnasında vukû bulmuş olması da mümkündür. Çünkü onlar namaz ha-linde iken O’na yaklaşırlar, okuyuşunu duyar-lar, huzurunu bozmak için gürültü koparırlar-dı. Olayla ilgili bir izah da şöyle; Peygamber aleyhisselâm Kureyş’e Kur’an okuduğu zaman âyet bölümlerinde dururdu. îşte bu duraklama-larda orada bulunan bazıları bu sözleri araya

sıkıştırıverdi. Böylece dinleyenler o sözlerin Pey-gamberin okuyuşuna dahil olduğu zannma ka-pıldı. Sonra da Yüce Allah bunu şeytana izafe etti, çünkü bu şeytanın vesvesesi ile vukû bul-muştu. Ya da böylece Yüce Allah bu sözlerin âit olduğu kişiyi şeytan kabul etmişti.

6 — Ğarânîk kelimesi ile melekler kasde- dilmiştir. Bu âyet meleklerin vasfı konusunda

indirilmişti. Müşrikler bundan tannılarmın kas- dediîdiği anlamını çıkarınca Allah okunuşunu neshetmişti, yani ortadan kaldırmıştık

(1) Kâdî Fbû Beler t>. el-A ralb î AMcâtn e l-K u r'« ı (c. 2, s.

168) adlı eserinde şunları söyler: Bu Kitabın daha ön- c^ i bölümlerinde ve pek çok yerde Peygamberlerin (A l-lah'ın ^ lât ve selâmı üzerlerine olsun) günaiılardan ma- .sûm olduğunu b e ^ etmiiş ve onlara nisbat edilen

hu-suslar hakkında kesin hükmüntüzü ortaya .koymuştuk. Ve uymakla yi%ümlO «(duğuiHiz öyle bir ilke koşmuştıdc ki, önünüze burra asla bir idrazmız olamazdı. Bu iBee şudur:

— 159 —

İKİNCİ ŞÜPHE

«A lah’ın nimet verdiği ve senin de nimet- lendirdiğin kimseye; eşini bırakma, AiHah’tan sa-kın, diyor, ^yiah’m açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun. İnsanlardan çekiniyordun, oysa A l-lah’tan çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd eşiyle ilgisini kestiğinde onu seninle evlendir-dik ki, evlatlıkları eleriyle ilgilerini kestiklerin-de onlarla evlenmek konusunda mü’minlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin. Allah’ın buyruğu yerine gelecektir. âyetinden yola çıkan muhâ- lifler daha sonra şu rivayeti dile getirmekteler:

Peygamber aleyhisselâm Cahş kızı Zeyneb’i Zeyd ile evlendirdikten bir süre sonra Zeyneb’i görmüş ve ona kalben meyletmişti. Bir gün Zeyd kendisine gelmiş ve Zeyneb’i boşamak istediği-ni belirtmişti. Böyle bir boşanma olaymdan son-ra kalben meylettiği Zeyneb’le evlenmeyi dü-şündüğü halde Peygamber aleyhisselâm bunu içinde gizlemiş ve bunun üzerine A llah:

«Al-(1)'

Hiç kimse pe/gaımberler! Allah'ın andığından fazlası ile anamazi

Şüphesiz onlardan gelen haberlere, nakledilen ha*

dişlere fazlalıklar eklenmiştir. Bu fazlalıiklan ekleyenler ilkli kısımda toplanır; a) Onların yüce değerlerini anla^

yamayacak derecede ahmak olanlar, b) Onların değer ve vakarları hakkında görüş sahibi olamayan bid'atçılar.

Bu îlkindi şıkkı teşkil edenler mutlaK ve tartışmasız söz*

lerim altına olmadık yalanlan şokuştumrlar. bunlar no delile önem verir gözetirler, ne de sözkonusu yasaklara uyarlar.

M üellif sonunda : Bütün bu rivayetler düşük sened- li haberlerden ibarettir, der,

Ahzâb sûresi, 37

160

lah’ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyor-dun.»^ âyeti ile O’na çekişmiştir.

Buna dört madde halinde cevap vereceğiz:

1 —^ Bu olayda Peygamber aleyhisselâm herhangi bir surette kusûr etmiş değildir. Allah herhangi bir konuda O’na çekişmiş de değildir.

Böyle bir şey olmadığı gibi O’nun hatâ ve isyan ettiğine dair bir beyanda da bulunmamaktadır.

Bunlara ek olarak ne Peygamberin böyle bir gü-nahtan dolayı af dilediği ve ne de hatasmı itiraf etmek gibi bir durum var ortada. Şayet böyle bir hata, sürçme meydana gelmiş olsaydı yukarıda andığımız hususlara benzer bir açıklama da ar-dından gelirdi. Diğer peygamberlerde olduğu gi-bi. Çünkü onlardan da herhangi bir hata-sürç-me veya hata-sürç-mendûbu terkethata-sürç-me gibi davranış hata-sürç- mey-dana gelse, hemen yukarıdaki hususlara benzer bir açıklama ile karşılaşılır.

2 — Kur’anda yer alan aym kıssada; Al-lah’ın Peygamber için farz kıldığı bir hususta O’nun için bir gıiçlük olmadığı belirtilmektedir.

Ru da kesin bir şekilde ispat etmektedir ki, O’n- dan asla br hata vukû bulmamıştır.

3 — Yüce Allah’ın Peygamber aleyhisse- lâm’ı Zeyneb’ie evlendirmesindeki hikmet, mü’- minlerin doğruyu bulmada güçlük çekmemele-ridir. Hazreti Âişe diyor k i: ResûluUâh aley-hisselâm vahiyden birşey gizleyecek olsaydı;

«Allah’ın nimet verdiği /İslâm ’la) ve senin de nimetlendirdigin (âzad etmekle) kimseye; eşini bırakma, Allah’tan sakın, diyor, Allah’ın açığa

(1) Ahzâb sûresi, 37

161. F. r 11

âyetini giz-.

vuracağı şeyi içinde saklıyordun

lerdi. Evet, böyle. Allah’ın Resûiü Zeyneb’le ev-lendiğinde : oğlunun karısı ile evlen^, dediler.

Bunun üzerine Yüce Allah: «Muhammed içi-nizden herhangi bir adamın babası değildir- âyetini indirdi. Peygamber aleyhisselâm daha küçük yaşlarda Zeyd’i evlat edinmişti. O’nun elinde büyüyen Zeyd için sonunda Muham- med’in oğlu denmişti. Bunun üzerine Yüce Al-lah : «Evlatlıkları babalarına nisbet ediniz, bu, Allah katında en doğru olanıd ır»âyetini gön-derdi. Filan kişi filan kişinin âzadlı kölesi, filan kişi filan kişinin kardeşi gibi nisbet ve çağırma-lar Allah katında en doğru olanıdır. Bu rivaye-tin arkasında evlatlık eşlerinin — tabiî, ilişki ke-

S.İ] dikten sonra— hükümsüz kılındığı anlamı saklıdır. Ayrıca, Yüce Allah; bunu senin sevgin için yaptım, da demiyor.

4 —, Kur’anda : «seni onunla evlendirdik.»'*

buyuruluyor: Bunda bir kötülük olsaydı bu du-lumda — hâşâ— Yüce Allah’ın eleştirilmesi ge-rekirdi.

Bu dört maddede toplanan cevabımız net ve kesin bir şekilde ispat etmektedir ki, bu olayda O’ndan asla bir kusûr, hata vukû bulmamıştu.

Şimdi geriye: «İnsanlardan çekiniyordun, cysa Allah’tan çekinmen daha uygundu..»'

âye-t i ) Atızâb sûresi, 37 (2) Alhzâb sûresi, 40 (3) Ahzâb sûresi, 5

(4) Ahzâb sûresi. 37 (5) Ahzâb sûresi, 37

162 —

ti geliyor. Muhakkıklar bu hususta dört ana nok-tayı gözler önüne seriyor:

1 — Câhiliye döneminde evlatlıldann bo-

;;.anmış hanımları ile evlenmek haram sayılırdı.

Yüce Allah bu geleneği ortadan kaldırmak iste-yince Peygamber aleyhisselâm’a; Zeyd'in —^ki, Zeyd O’nun evlatlığıdır— karısını boşayacağını ve dolayısiyie onunla evlenmesini vahyetmiştir.

Gerçekten de Zeyd karısını boşamak isteyince Peygamberimiz aleyhisselâm böylece onunla ev-lenme durumunda kalacağım, bunun da müna-fıkların dedikodularına yol açacağını düşünerek Zeyd’e: «eşini bırakma. Allah’tan s a k ı n . . d e -miş ve böylece boşanma olayından Zeyneb’le ev-lenme yolundaki isteğini içinde saklı tutmuştu, işte, bu te’vildir ki, «sonunda Zeyd eşiyle ilgisi-ni kestiğinde onu seilgisi-ninle e v le n d ird ik -â y e ti-ne matâbık düşmektedir. İşte böylece, Onun Zeyneb’le evlenmesindeki asıl hikmet ortaya çık-mış oluyor: Bu husustaki daha önceki gelene-ğin yürürlükten kaldırılması.

2 —■ Zeyneb ki, Aleyhisselâm Efendimizin halasının kızıdır. Kocası Zeyd aralarmdaki vâki geçimsizlikten dolayı onu boşamıştı. Allah’ın Re-

•sûlü bu haberi alınca halasının kızı olması ha-sebiyle ona sahip çıkmak İstemiş ve böylece onunla evlenmiştir. Nitekim bizlerde böyle du-rumlarda yakınlarımızı bağrımıza basmak ve onların herhangi bir şekilde mağdur olmama-larını temin etmek isteriz. .Ancak bu mülahaza münafıkların dedikodusundan çekiniidiği için

(1) Ahz§b sûresi, 37 (2) AhzSb sûres;, 37

163 —

açığa vurulmamıştı. İşte o yüzdendir ki. Yüce Allah O’na kalbi insanlara takıldığı için çekiş-miş v e : ((insanlardan çekiniyordun, oysa Allah’tan çekinmen daha uygundu . b u y u r m u ş -lur.'

3 —■ Zeyd evlendikten sonra gördü ki, Zey-

3 —■ Zeyd evlendikten sonra gördü ki, Zey-