• Sonuç bulunamadı

1.Cilt. 1.Bölüm. 2.Bölüm. 3.Bölüm. 4.Bölüm. 2.Cilt. 1.Bölüm. 2.Bölüm. 3.Bölüm

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "1.Cilt. 1.Bölüm. 2.Bölüm. 3.Bölüm. 4.Bölüm. 2.Cilt. 1.Bölüm. 2.Bölüm. 3.Bölüm"

Copied!
325
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1.Cilt

1.Bölüm 2.Bölüm 3.Bölüm 4.Bölüm 2.Cilt

1.Bölüm

2.Bölüm

3.Bölüm

(2)

FIKHU’S SAHABE (1) Önsöz

ÜNİTE 1

Bu Üniteyi Bitirdiğinizde Aşağıdaki Amaçlara Ulaşmanız Beklenmektedir:

Ashâb-I Kiram

Ashabı Kiram'in Değeri

Ashabı Kiram'ın Etrafındaki Şüpheler Ashab-I Kiram Ümmetin Usûlüdür Ashabı Kiram Cennet Neslidir Aşere-İ Mübeşşere

Aşere-İ Mübeşşere Haricinde Cennet'le Müjdelenenler 1) Hz. Peyamber (sav)'in Zevceleri Arasından

2) Hz. Peygamber (sav)'in Çocukları ve Torunları 3) Aşere-i Mübeşşere Haricindeki Sahâbe-i Kiramdan 4) Ashâb İçinde Vefatlarından Sonra

5) Ashâb-ı Bedir ve Bey'at-ı Rıdvan'a Katılanlar Hz. Fadl İbn Abbas (R.Anh)

Ashab-I Kiram Hidâyet Öncüleridir Ashâb-I Kiram Mucize Nesildir Hz. Habbab Bin Eret (R.Anh) Ashâb-I Kiram Seçilmiş Nesildir Ashâb-I Kiram Hayırlı Nesildir Değerlendirme Çalışmaları ÜNİTE II

Bu Üniteyi Bitirdiğinizde Aşağıdaki Amaçlara Ulaşmanız Beklenmektedir Ashab-I Kiram'ın Kıvam Göstergeleri

Lüzumü'l Cema'a (Cemaati Tercih Etmek) İttibau's Sünne (Sünnete İttîba Etmek) İmaretü'l Mescid (Mescid İmârı) Tilavetü'l Kur'an (Kur'ân Tilâveti)

Cihadün Fi Sebilillah (Allah Yolunda Cîhad) Değerlendirme Çalışmaları

ÜNİTE III

ASHAB-I KİRÂM'IN HAYATLARI

Bu Üniteyi Bitirdiğinizde Aşağıdaki Amaçlara Ulaşmanız Beklenmektedir Ahsab-I Kıram'ın Hayatları

HZ. EBU BEKİR (R. ANH) Hz. Ebû Bekir (R.a.)'ın Ailesi HZ. ÖMER B. HATTAB (R.ANH)

Hz. Ömer (R.a)'in İslâm'a Hizmetleri Hz. Ömer'in İdare Anlayışı

Kasîde-İ Bürde'yi Türkçe Söyleyiş Hz. Ömer (R.a.)'ın Ailesi

FIKHU’S SAHABE (1) Önsöz

Dikenler içinde gül, kara topraklar içinde sümbül yaratan Allahû Teâla-'ya sonsuz hamdü senalar olsun.

Müebbet muhabbetin adı olan Hz. Muhammed (sav)'e, Aline, Ashabına ve kıyamete kadar Allah yolunda adam olmanın ve adam kal­manın kavgasını veren tüm dünya Müslumanlarına salatü selam olsun.

Yeryüzünde insanlığın hayatı vahiy ile başlamıştır. Ademoğlu yer­yüzüne ilk ayak bastığı andan itibaren dinle şekillenen bir hayata gözleri­ni açmıştır. Hayat nizamı din olanın mutlaka örneği ve Önderi peygamber olur. Çünkü Kur'an-ı Kerim, insanların din tercihlerinde mutlaka bir pey­gamberle muhatap edildiklerini sarihen beyan ediyor: "Allah'a ibadet edin, Tağut'a kulluk etmekten kaçının" diye Tebligat yapması için her ümmete bir peygamber göndermişizdir.[1]

Tağutlara isyan ile birlikte Allah'a mutlak ubudiyetten sözedilen yer­lerde, Cenab-ı Hak'ın hakikatin vazgeçilmez unsurları olan peygamber­lerinin ayak izlerine rastlamak kaçınılmazdır. Peygamberler, cennetten kopup gelen insanoğlunun yeryüzünde insanca yaşayabilmesi için uzun süreli sıkıntılara katlanmak zorundaydılar. Said Nursi Fatiha suresini tefsir ettiği bir yerde, ağır risalet yükünü güzel bir nükteyle anlatır: "'(Fatiha'da)

"aleyhim" deki "ala"; enbiyaya yükletilen risalet ve teklif yükünün pek ağır olduğuna ve sahraları faydalandırmak için yağ­mur, kar ve fırtınaların

(3)

şedaidine maruz kalan yüksek dağlar gibi, peygamberlerin de ümmetlerini fey izlendirmek için risalet zahmetlerine maruz kaldıklarına işarettir. [2]

İnsanlar akıl ve düşünceyle ulaşamayacakları metafizik âlemlere ancak vahiyle desteklenmiş peygamberlerle ulaşabilirler; onlar metafizik tecrübenin en yanıltmaz rehberleridirler.

Şunu bilelim ki; Peygamberlere tebliğ görevlerinde ilk muhatap olan insanlar, peygamberle başlayacak yeni devrenin ilk temsilcileri olurlar. Onlar ilahi mesajın teklif ettiği yükümlülükleri kendi hayatlarında geçer­li kılmakla beraber, kendilerinden sonraki insanlara "Peygamber Şahidi" olarak dini nakletmekle de vazifelidirler. Bir yandan Allahû Teâla'mn katından gelmiş olan vahyinin doğru anlaşılması, diğer taraftan da dinin, hayatın bütün şubelerinde sürekli atan bir nabız olarak hissedilebilmesi ilk muhatapların coşkun heyecanlarıyla çok yakından alakalıdır. Musa (as)'in peşinden Nil'in azgın sularına yürüyen İsrailoğuilarmm tereddütsüzlüğüyle, daha gençliğinin baharında vazifesi sona eren İsa (as)'a son buluşmalarında bağlılık sözü veren bir avuç Havari'nin vefası, tarihin akışına yön veren unutulmaz hadiselerdir. Hz. İsa (as)'ın göğe çekilmesinden kısa bir süre sonra putperest Roma'yı yeni dini düşünceye uyaran işte bu bir avuç Havari'nin coşkun heyecanıdır. Rasûlüllah (sav) buyuruyor:

"Benden Önce Allah'ın hiçbir ümmete gönderdiği bir peygamber yoktur ki, o Peygamberin, ümmetinden Havarileri ve sünnetine tabi olan, emrine uyan ashabı olmasın. Kıssa şu ki, sonra onların ardın­dan, yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadikları şeyleri yapan bir­takım kötü (karanlık) nesiller meydana çıkar. İşte kim bunlara karşı eliyle cihad ederse mü'mindir. Kim onlara karşı diliyle cihad ederse o da mü'mindir. Kim onlara karşı kalbiyle cihad ederse o da mü'­mindir. Amma bunun ötesinde yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadıkları şeyleri yapanlara karşı elleriyle, dilleriyle ve kalpleriyle cihad etmeyenlerde imandan bir hardal tanesi de yoktur.[3]

İslâm dâvası, Ensaruüah'sız olmaz. Kur'an-ı Kerim ile Allahû Teâla'mn katından gelen vahyi tamamlanmış oldu. Bundan böyle mazi ile istikbal arasında kurulacak en doğru hat bu ilahi vahyin mührünü taşımak zorun­dadır. Son ilahi kitap, yine peygamberlerin sonuncusu Hz. Peygamber (sav)'in ilk muhatapları olan Sahâbe-i Kiram örneğinde en mükemmel şekliyle uygulamaya konuldu. Yer yer tahrife uğramış önceki ilahi kitap­larda peygamberlerle, onlar yanında saf tutan ilk muhatapların efsane ve mitolojiye karışmış destanların Kur'an-ı Kerim'le hakikat çizgisine otur­tulmaktadır. Çünkü Kur'an-ı Kerim, bir tarihi enbiya ve bir mektebi ev­liyadır. [4]

Kur'an-ı Kerim, Hz. Peygamber (sav) ve O'nun güzide arkadaşları, mecrasını kaybeden insanlık tarihinin en büyük şahididirler. Allah Rasûlü (sav) bir keresinde Abdullah b. Mesud'dan kendisine Kur'an okumasını istemişti. İbn Mesud Nisa Suresini okumaya başlamıştı: "Her ümmetten bir şahit, seni de bunlara şahit getirdiğimiz zaman (halleri) nice olur [5]

ayetine gelince Allah Rasûlü gözleri dolu dolu ağlamış ve daha fazla dayanamayarak İbn Mesud'un okumasını kesmişti. Bu ağır vazifede, onunla yol arkadaşlığı yapan Sahâbei Kiram'ı da ilk muhataplar olarak Kur'an şöyle anlatır:

"Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği yayar, kötülüğü önlemeye çalışırsınız. [6]

Bugün inanan insanların hayatlarında derin izleriyle kendini hissettiren, günlerin geçmesiyle tazeliğinden bir şey kaybetmeyen dipdiri "Sahâbi tabloları" vardır. Bu nadide hayat kareleri dini yaşantımızın canlılığının devamını sağlayan vazgeçilmez unsurlardır; sadakat ve vefada Hz. Ebu Bekr'i (r.a), kahramanlık hisleri­miz coştuğunda Hz. Hamza (r.a) veya Bedir Ashabı'ndan herhangi bir sahâbiyi, ibadet hayatımızda durgunlaştığımızda Hz. Osman'ı (r.a) hatır­layarak ayakta kalmaya çalışırız. "Nitekim Pakistanl'lı hacılar, Hac dönüşünde Merhum Muhammed İkbal'i ziyaret ederek Hac'dan getirdik­leri giysi, teşbih, takke ve hurmaları hediye ederler. Muhammed İknbal, memnun olur, teşekkür eder ama şunları söylemekten de kendini alamaz:

"Sağohın, varolun. Hediyeleriniz için teşekkür ederim. Ama getirdiğiniz hediyeler bir gün bitecek, hurmalar tükenecek, elbiseler, takkeler eskiyecek. Oysa bize oralardan Hz. Ebu Bekir'(r.a.) in sadakatini, Hz. Ömer'(r.a.)in adaletini, Hz. Osman (r.a.)'in hayasını ve hilmini, Hz. Ali (r.a.)'in ilim ve cihadını getirseydiniz, onlarla Pakistan'ı yeniden inşâ ederdik."

Evet, İslamî hayatı inşâ etmede ashâb-ı kiram, her dönemin ve devrenin müslümam için değişmez hayat modelidir. Mekân ve zaman farkım gözetmeksizin yeniden İslamî hayatı inşâ etmek, Sahâbe'yi doğru anlamak ve ashâb-ı kiram'dan izleri hayata taşımakla mümkündür. İslamî hayatın inşâsı için vazgeçilmez hale gelen ashâb-ı kiram, insanlık açısınan düşünüldüğünde, peygamber ve ümmeti arasındaki münasebetten aret olan bütün bir mazinin de doğru okunmasını sağlarlar. Hz. Peygamber (sav) ve Cenab-ı Hak'ın O'nun terbiyesine verdiği Sahâbe-i Üram'la başlayan tarihi süreç hem maziyi bütünüyle aydınlatan hem de ayamete kadar devam edecek doğru düşünce yönelişlerinin en safı Kur'an-ı Kerim'de Cenab-ı Hak'ın kendilerinden övgüyle bahset­tiği toplulukları zihnimizdeki canlı Sahâbi tablolarıyla anlamaya çalışırız: •Nice peygamberler gelip geçti ki, onlarla beraber kendisini Allah'a ıdamış birçok rabbaniler savaştı. Onlar, Allah yolunda başlarına jelen zorluklar sebebiyle asla yılmadılar, zayıflık göstermediler, düşlanlanna boyun eğmediler. Allah böyle sabırlı insanları sever.[7]

Sahâbe-i Kiram, Cenab-ı Hakk'm son peygamberi için seçtiği insan­lardır. Din ilk kez onlar tarafından en iyi şekilde yaşanmış, sonraki nesiller onlara bakarak dini yaşamışlardır. Kıyamete kadar insanlar onların izlerini takip ederek cennetlere ulaşabileceklerdir. Sahabenin hepsi adalet sahibi, Allah'ın hususi olarak seçtiği kulları ve peygamber­lerden sonra en hayırlı insanlardır. Onları tenkid etmek, sahih rivayetleri­ni ta'n etmek, Kur'an'ı ve Rasülüllah'm sünnetini kabul etmemek demek­tir. Zira dini nakleden insanlar onlardır. Sahabe, Kur'an'm semavi dssip-linleriyle yoğrulup şekillenmiş aşkın bir topluluktur. Onlar, ruhta ve ma­nada Kur'an'm pratikleşmiş tercümanlarıdır. Avvam b. Havşeb (Rh.a.) şöyle buyuruyor: "Bu ümmetin ilklerini gördüm şöyle diyorlardı; " Rasûlüllah'ın ashabının güzelliklerinden bahsedin ki, gönülleriniz onlara açılsın." Sahâbe'den hayatlarına izler taşımayanlar, sahabe hakkındaki hüsnü niyetlerini devam ettiremezler. Bu nedenle diyoruz ki; çileleriyle yeryüzünü insanca yaşanabilir hale getiren peygamberler ve onların ilk muhataplarını hayatın yörüngesine oturtmayan anlayışlar, bizi hiçbir zaman tevhidi bir dünyaya ulaştıramazlar.

"Rasûlüîiah (sav)'in ashabı ve cemaatı her ne itikad üzere ise biz dahi o itikad üzereyiz" diyenler, ashâb-ı kıram'ı fıkhetmek/anlamak mecburiyetindedirler. Ashâb-ı kiram, Rasûlüllah (sav)'ı üsve-i hase-ne/güzel Örnek ve önder kabul etmiş mü'minlerin örnek insan hasretini gideren biricik nesildir. Çünkü İslâm'ın ilk günlerini idrak etmek, ilk İslâm Medine'sini, cemiyetini, devletini ve medeniyetini anduru tevhidinancı üzerine kurmak ve devamı için gerekli hizmetleri başlatmak, bun­ları tamamen insanî zemin ve şartlarda yapmak, dünyayı dönüştürmek, İslâm'ın hükümlerini uygulamalı olarak insanlara hediye etmek, bütünüyle ashâb-ı kiram'a ait bir meziyettir. Nasıl ki, mü'minler için Rasûlüllah (sav)'in Örnek ve önderliği nassı Kur'an ile sabit ise, ashâb-ı Kiram'm mü'minler için hayat modeli oluşu da aynen nassı Kur'an ile sabittir. Allahû Teâla

(4)

buyuruyor:

"Şanım hakkı için muhakkak ki sizin için RasûHülah'da pek güzel bir Örnek vardır. Allah'a ve Âhiret gününe ümit besler olup da Allah'ı çok zikreden kimseler için. [8]

"Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar da kâfirlere karşı şiddetli/çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûa varırken secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Bu, onların Tevrat'taki vasıllarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfir­leri öfkelendirir. Allah iman edip salih amel işleyenlere mağfiret ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.[9]

Görüldüğü gibi, sahâbe-i kiram; kalbi imanlı, alnı secdeli "yârını cami, ağyarını mani" diriliş ve direnişi hayatında bütünleştirmiş bîr nesildir.

Sahabeler, toplumların doğruyu aramasında ve pratiğe ge­çirmesinde en etkili ve en güçlü model olma özelliklerini kıyamete kadar koruyacaklardır.

Şunu bilelim ki; Allahû Teâla, insanlara hayatlarında tabi olacakları kaideleri, mücerret fikirler halinde değil, onları bizzat uygu­layan örnek ve önder şahsiyetler, yani peygamberler vasıtasıyla somut örnekler halinde göndermiştir. Elbetteki müslümanlar için örnek ve Önder şahsiyet, Peygamberimiz (sav)'dir. Ancak İslâm dinini Allahû Teâla'nın muradına uygun bir şekilde anlama ve yaşama hususunda Peygamber(sav)'den sonra müracaat edilecek kaynak nesil ashâb-ı kiram'dır.

İslâm dinini Allahû Teâla'nın muradına uygun şekilde anlama ve yaşa­ma hususunda Peygamber (sav)'den sonra Ashâb-ı kiram, su gibi, hava gibi bir ihtiyaçtır. Nasıl ki, Allahû Teâla Peygamberi Hz. Muhammed'in gönlünü diğer peygamberlerin kissalarıyla pekiştirmişse, aynen nun gibi İslâm ümmetinin de kalbi ashâb-i kiram'ın hayat tablolarıyla kişir, kuvvetli hale gelir. Allahû Teâla buyuruyor:

Peygamberlere ait Kıssalardan/haberlerden kalbini yatıştıracak ınlardan her türlüsünü sana kıssa olarak anlatıyoruz. Bunda da na bir hakikat, müminlere de bir öğüt ve ibret gelmiştir. [10]

Genelde insan olarak, özelde ise mü'min olarak hepimizde varolan benimseme", "İmrenme" ve "Benzeme" ihtiyaçlarını doğru gidermek n Rasûlüllah (sav)'ı mutlak üsve-i hasene edinerek ashâb-ı kiram'ı del olarak hayatımızın merkezine oturtmamız şarttır: Ashâb-ı kiram'ı ğru fıkhedersek ve onların hayatlarından kendi hayatımıza izler taşır-c İslâmî hayatı yeniden inşâ etme imkânımız doğar. İşte biz de bu duru-x dikkate alarak, hepimizde varolan "Benimseme", "imrenme" ve enzetne" ihtiyaçlarını yanlış gidermemek için Rasûlullah (sav)'in reketli bakışlarına mü'min olarak muhatab olmuş ve mü'min olarak da nüş sahâbe'yi gündeme taşıdık.

Ashâb-ı Kiram'ı gündeme taşırken, asılsız bilgilere, İslâm akaidi ile lisen ve çatışan rivayetlere itibar etmedik. İnancımız o ki; Ashâb-ı râm'ı kulaktan dolma birtakım asılsız bilgilerle, İslâm'ın nasslarıyla lisen ve çatışan bir takım övgü merkezli hikâyelerle gündeme taşımak; iye sevabı değil, azabı getirir. Ashâb-ı Kiram dinde temel olduğuna re, sahabelerin siyerlerinin ve siretlerinin sağlam rivayetlere, güvenilir ynaklara dayanması gerekir. Kimin kaleminden çıkarsa çıksın, kimin lamına dayanırsa dayansın, sahabelere izafe edilen durumların İslâm'ın kümleriyle ve bu hükümlerin temel maksadlarıyla çelişmemesi ve tışmaması gerekir. Aksi bir durum vebali azimdir.

"Fıkhu's Sahabe" ismini verdiğimiz bu eserde önce "Rasûlüllah 'in medresesinde yetişen örnek nesil, model topluluk Ashâb-ı Kiram ndir? İslâm'ı nasıl anladılar? İslâm'ı nasıl yaşadılar? İslâm'ı insanlara sil ulaştırdılar ve Rasûlüllah (sav) ile birlikte ne gibi inkılaplar ve ğişiklikler gerçekleştirdiler?" suallerine cevap bulmaya çalıştık, ılduğumuz cevaplardan kendimiz için dersler çıkarmaya gayret ettik, ancımız o ki; Saadet çağını, kıyamete kadar tüm zamanlarda ve mekânlarda yeniden inşâ edebilmek ashâb-ı kiram'ı hayat modeli edinmek ve onlardan izler taşımak şartıyla mümkündür.

Allah'ın arzında yeniden Asr-ı Saadeti inşâ etme sevdası olan herkes için ashâb-ı kiram'ın herbiri bir model ve bir pusuladır. Bu eseri hazırla­maktaki maksadımız; Ashâb-ı Kiram'ı fıkıhlanyla birlikte fıkhedip, onların hayatlarından kendi hayatımıza, günümüzün insanına ve çağımıza eskimez izler taşımaktır.

Çalışma bizden, başarıya ulaştırmak Allahû Teâla'dandır.

Mustafa ÇELİKMayıs 2003 Ş. Urfa

ÜNİTE 1 Ashâb-ı Kiram

Ashâb-ı Kiram'm Değeri

Ashâb-ı Kirâm'm etrafındaki Şüpheler Ashâb-ı Kiram Ümmetin Usûlüdür Ashâb-ı Kiram cennet Neslidir Ashâb-ı Kiram Hidâyet Öncüleridir Ashâb-ı Kiram Mucize Nesildir Ashâb-ı Kiram Hayırlı Nesildir

Bu Üniteyi Bitirdiğinizde Aşağıdaki Amaçlara Ulaşmanız Beklenmektedir:

Ashabı Kiram'm mahiyetini açıklamak Ashabı Kirarn'ın Dindeki yerini izah etmek

Ashâb-ı Kiram in etrafında oluşturulan şüpheleri saymak Ashâb-ı Kiram etrafında oluşturulan şüpheleri bertaraf etmek Ashâb-ı Kirârn'ın İslam Ümmetinin Usûlü olduğunu bilmek

(5)

Ashâb-ı Kiram ve cennet ilişkisini açıklamak Hidâyet Öncülerim kimler olduklarını beyan etmek Ashâb-ı Kiram'm nasıl mucize nesil olduğunu izah etmek Ashâb-ı Kiram in niçin hayırlı nesil olduğunu açıklamak

Allah'ın dinini anlamada ve yaşamada Ashâb-ı Kirâm'a duyulan ihtiyacı beyan etmek Din, Peygamber ve Sahabe ilişkisini izah etmek Ashâb-I Kiram

Ashâb; Rasûlüllah (sav)'ı gören ve kendisine man ederek tabi olan yürek ve bilek sahibi sadıklara denir. Allahû

"Ey Nebi! Allah ve mü'minlerden sana tabi lanlar sana kâfidir.[11]

Bu ayet-i Kerime'de geçen "Sana olan mü'minler" den murad; Ashâb-ı Kiram'dır. [12]

Ashâb-ı Kiram; Peygamber efene imizi hayatta iken ve peygamber olarak bir ân gören, eğer âmâ ise bir ân konuşan mü'minlere denir. Tek kişiye "Sahâbî" denir. Birkaç tâne.ine "Ashâb" veya "Sahabe"

denir.

Sahabe mefhumunun "sohbet" ten müştak olduğu hususunda ehl-i lügat ihtilaf etmemiştir. Bu sohbetin çok veya az olması şart değildir. [13]

Sohbet, Örf-İ îügavide yâru hemdem olmak manasına geldiğinden yâru hemdem sahib denir. Sahibin cem'i sahb veya cemü'l cem'i ashâb'dır. Sahabe de şazz bir cem'i olarak ashâb manasınadır. Sahabeden bir ferd manasına sahâbi de sahib makamında kesirü'l isti'smal'dir. [14]

Örf de sahâbî; Rasûlüîlah (sav)'ı görüp kendisiyle uzun veya kısa zaman sohbet eden kimsedir. Velev ki, Rasûlüllah (sav)'den hiçbir şey rivayet etmemiş olsun.[15]

Evet, Ashâb; Peygamber Efendimize iman ederek O'nu gören ve müslüman olarak ölen kimselere denir. İslâm ıstılahında "Hz. Peygamber (sav)'in arkadaşları" için, daha geniş kapsamıyla Rasûlüllah'ı gören müminler için kullanılmıştır. Sahâbî ve çoğulu olan sahabe terimleri de aynı manayı ifade eder.

Sahabe kavramı hakkında muhtelif tarifler yapılmıştır. Ancak yapılan bu tariflerin içerisinde ulema nezdinde takdire layık görülen tarif, İbn-i HacruM Askaianî (Rh.a.)'m yapmış olduğu tariftir. İbn-i Hacru'i Askalanî (Rh.a.) sahâbiyi şöyle tarif ediyor: "Sahâbi; Rasûlüllah (sav) ile bir araya gelmiş, RasûlüUah (sav)'e iman etmiş ve İslâm üzerinde Ölmüş zattır." Yapılan bu tarife göre peygamberle bir araya gelip uzun zaman meclisinde bulunan da, kısa zaman bulunan da dahil olur. Diğer taraftan Peygamber (sav)'den hadis rivayet eden de etmeyen de girer. îster RasûlüUah (sav) ile birlikte savaşa gitsin, ister gitmesin hiç fark etmez. Rasûîüllah (sav)'ı bir defa görse,1 fakat onunla oturmasa, yahut körlük gibi bir arızadan doîayı onu görmese dahi sahâbi olur.

"Ona iman etmek" kaydıyla, onunla biraraya gelen kâfir bir kimse, sahâbilik mefhumundan çıkar. Çünkü o iman etmemiştir. Bu kâfir bila­hare iman etse dahi, imandan sonra ikinci kez peygamberle görüşmediği takdirde sahâbi olmaz.

İslâm üzerinde ölmüştür" kaydıyla peygamberle karşılaşan ve Peygamber (sav)'e iman eden, sonra irtidat eden ve dinsizliği üzerinde ölen kimseler çıkmış oluyor. Allah bizi ve bütün müslümanlan böyle bir durumdan korusun. Böyle kimseler pek azdır. RasûlüUah (sav)'e iman ettikten sonra dininden dönen, RasûlüUah (sav) ölmeden Önce tekraren İslâm'a giren bir kimse, isterse Resûl-i Ekrem (sav) ile bir araya gelsin, isterse gelmesin, sahabî tarifine dahildir. Bu tarif, Buharı ve şeyhi Ahmed İbn-i Hanbel ve onlara tabi olan kimseler gibi tetkikçi Serin katında en seçkin tariftir.

Bunun ötesinde bir çok görüşler vardır ki, hepsi şazdır. [16]

Sahabe sayılabilmek için az da olsa Resûlüllah (sav) ile görüşmek şart­tır. Bu sebeple Hz. Peygamber döneminde yaşamış, O'na iman etmiş, hatta O'nunla haberleşip yazışmış, O'na destek sağlamış kişiler ashâbtan sayılmaz. Meselâ o dönemin meşhur Habeşistan Kralı Necâşî Ashame böyledir.

İyiyi kötüden ayırdedebilecek temyiz yaşında Peygamber Efendimiz'i gören çocuklar ise ashâbtandır. Meselâ Hz. Peygamber'in iki torunu Hasan ile Hüseyin'in durumu böyledir. Hz. Peygamber'e iman eden ilk kişi olarak ilk sahabî, Resûlüİlah'm mübarek eşi Hz. Hatice'dir. Son sahabî ise, genellikle kabul edildiğine göre 100/719 senesinde vefat eden Ebü't-Tufey! Âmir b. Vasile el-Leysî el-Kinânî'dir. Bu tarihten sonra yaşayan bir sahabînin varlığı bilinmemekle beraber İslâm âlimleri, Hz. Peygamber'in hayatının sonlarında söylediği: "Yüz sene sonra bugün yaşayanlardan hiç kimse hayatta kalmayacaktır. [17]

hadîsine dayanarak ashabın bulunabileceği son zaman sının olarak 11Ö/729 senesini belirlemişlerdir. İslâm aleminde çok sonraki dönemlerde bile zaman zaman görüldüğü gibi artık bu tarihten sonra sahabî olduğunu iddia edenler çıksa da onlara itibar edilmez. Sahabenin mutlaka Hz. Peygamber (sav)'i bir an da olsa görmüş veya sohbetinde bulunmuş olması gerekir. Âmâlık, sağırlık veya dilsizlik gibi sebeplerle, görme ve sohbetten biri gerçekleşemezse, bu durum sahabî olmaya engel değildir. Nitekim Ashabın İleri gelenlerinden ve Peygamberimiz'in müez­zinlerinden olan Abdullah İbn Ümmi Mektûm, âmâ olduğu için Hz. Peygamber'i görememiş fakat, sohbetlerinde bulunmuştur.

Hz. Peygamberi dünya gözüyle görmek şarttır. O'nu (sav) rüyasında görenler sahâbi sayılmaz. Hz. Peygamber (sav)'i kendisine peygamberlik gelmeden Önce gören veya O'nunla sohbet eden, fakat peygamberlikten sonra göremeyen kişi de sahabî sayılmaz.

Peygamberlikten sonra Rasûlullah (sav)'i gören kimsenin müslüman olması ve daha sonra dinden çıkmış olmaması gerekir. Binaenaleyh; henüz müslüman değilken Peygamberimizi gören bir kimse daha sonra müslüman olsa ve Hz. Peygamber (sav)'i göremese, sahâbi sayılmaz. Yine, müslümanken Hz. Peygamber (sav)'i gören ve sahabî olan bir kişi, daha sonra irtidat edip dinden çıksa, sahâbîlikten de çıkar. Ancak, tekrar müslüman olur ve Hz. Peygamber'i görürse yine sahabî olur.

İslâm'ın en güzel ve doğru bir şekilde öğrenilebilmesi için Hz. Peygamberin, dolayısıyla Ashâb-ı Kirâm'm hayatım iyi bilmek gerekir. Çünkü Hz.

Peygamber (sav) ve O'nunla içice yaşamış olan Ashâb-ı Kiramın hayatında müslümanlar için çok güzel örnekler vardır. Alimler, Hz. Peygamberin hayatını tafsilatlı bir şekilde tesbit ettikleri gibi, ashabın hayatıyla ilgili bilgileri de tesbite gayret etmişlerdir. İslâm'ın ilk asırların­dan itibaren sahabe biyografilerini tesbit için pek çok eser yazılmıştır. Bu kitaplarda sahabe, ya Hz. Peygambere yakınlık ve fazilet derecelerine göre veya isimlerine göre alfabetik bir şekilde ele alınmıştır. Bu tür kay­naklarda toplam olarak ancak, 10.000 kadar sahabenin hayatı hakkında bilgi

(6)

verilmektedir. Aslında Ashabın sayısı kesin olarak tesbit edilebilmiş "değildir. Ancak genellikle Hz. Peygamber vefat ettiği zaman 314.000 sahabînin bulunduğu kabul edilir. Hayatları kitaplara geçen sahâbîler; tanınan, bilinen, çeşitli özellikleriyle meşhur olan kimselerdir. Hayatlarıyla ilgili bilgiler sonraki asırlara intikal etmeyen veya Mekke-Medine gibi önemli merkezlerden uzakta yaşıyan sahâbîlerin isim ve ha­yatları bu kaynaklarda yer almamıştır .

Hz. Peygamber'in arkadaşları ve yakın dostları olan Sahâbe-i Kiram, O yüce Peygamber (sav)'in şahsiyet ve dostluğundan .çok istifade etmiş, kendilerine örnek alarak Ö'nun istediği gibi müslüman olmaya çok gayret göstermişlerdir. İslâm'ın güçlenip yayılması için canlarıyla başlarıyla çalışmışlar, bu yolda, Ölüm de dahil olmak üzere hiç bir şeyden çekin­memişler, Allah ve Rasûlünü, çoîuk-çocuklarmdan, mallarından, hatta canlarından daha çok sevmişlerdir; Allah yolunda hiç çekinmeden yurt­larından hicret etmiş ve kanlarını akıtarak canlarını vermişlerdir. Böylece Ashâb-ı Kirâm'ın, Hz. Peygamberle beraber olmaktan kazandıkları üstünlükleri ortaya çıkmaktadır. Nitekim bu ve benzeri özelliklerinden dolayı sahabe, Kur'an-ı Kerîm'in müteaddit yerlerinde bizzat Allahû Teâlâ tarafından, hadîsi şeriflerde de Peygamberimiz tarafından methedilmektedir.

"Böylece sizi (Ashab-ı Kiram) vasat bir ümmet yapmışızdır; insanlara karşı hakikatin şahitleri olasınız, bu Peygamber de sizin üzerinize tam bir şahit olsun diye.[18]

Siz (sahabe) insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız.[19]

İslâm'da birinci dereceyi kazanan muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar yok mu? Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah'dan razı olmuşlardır. Allah bunlar için, kendileri içinde ebedî kalıcılar olmak üzere, altlarından ırmaklar akan Cennetler hazırladı. İşte bu, en büyük bahtiyarlıktır.[20]

O ağacın altında mu'minler sana bey'at ederlerken, andoisun ki Allah onlardan razı olmuştur da kalplerindekini bilerek üzerlerine manevî bir kuvvet (moral) indirmiş ve onları yakın bir fetih ile müka­fatlandırmıştır.[21]

"Muhammed Allah'ın Rasûlü'dür. O'nunla beraber olanlar (ashâb) da kâfirlere karşı çetin ve metin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükû' edici, secde edici olarak görürsün. Onlar Allah'dan daima fazl-u kerem ve rıza isterler. Secde izinden meydana gelen nişanları yüzlerindedir.[22]

Ehl-i Sünnet nazarında ashabın büyük bir değeri vardır. Bu ve bunlara benzer bir çok Kur'an ayetinde açıkça veya îmâ ile ashabın faziletinden bahsedilmiştir. Peygamber Efendimiz'in pek çok hadîslerinde toplu olarak, ya da fert fert ashabın faziletine yer verilmiştir ki, hemen hemen bütün ilk ve muteber hadîs kaynaklarında bu hadîsler, "Fedâilü's-Sahabe Sahabenin Faziletleri': veya benzen başlıklar altında toplan­mıştır. Meselâ bu hadîslerinden birisinde Peygamber Efendimiz: "Nesil­lerin en hayırlısı, benim neslimdir." buyurmuştur. [23]

Bir başka hadîslerinde de şöyle demiştir: "Ashabım hakkında Allah'­tan korkun, ashabım hakkında Allah'tan korkun! Benden sonra onları kendinize hedef haline getirip düşmanlık etmeyin! Kim onları severse bana olan sevgisinden dolayı sever. Kim de onlara kin beslerse bana olan kini dolayısıyla böyle yapar. Kim onlara eziyet ederse lana eziyet etmiş olur. Kim bana eziyet ederse Allah'a eziyet etmiş demektir. Her kim de Allah'a eziyet ederse çok geçmeden Allah onun belâsını verir.[24]

Peygamber Efendimiz'in Allah'tan alarak tebliğ ve yaşayışında tatbik ettiği veya bizzat kendisinin koyduğu dînî esasların, daha sonraki müslü­man nesillere ancak Ashaba dayanan sıhhatli nakillerle ulaşabildiği düşü­nülecek olursa, İslâm açısından Ashâb-ı Kiramın gerçekten bu övgülere ve kendilerine saygı gösterilmesi konusundaki ikazlara lâyık oldukları açıkça anlaşılır. Bu sebeple ashâbtan birinden bahsederken isminin arkasından

"Radıyallâhü anh Allah ondan razı olsun!" demek, bize düşen saygı görevinin gereğidir. İslâm dîninin sıhhatli bir şekilde sonra­kilere aktarılmasında temel unsur Ashâb olduğu içindir ki Ehl-i Sünnet âlimlerine göre Kur'an ve Sünnet'in de Övgüsüne nail olan Ashâb-ı Kiram, tamamıyla adalet ve itimat sahibidirler.

Sahâbe-i Kiram bir pervane gibi Peygamberim iz'in etrafında dolaşır ve O'ndan (sav) bir şeyler öğrenmeye gayret ederdi. Çeşitli dünya meş­galelerinden dolayı Hz. Peygamber'in yanına gelemeyenler, ertesi günü başkalarına sorarak eksiklerini giderirlerdi. Bazıları İslâm'ı öğrenmek için, boğaz tokluğuna Peygamberimiz (sav)'i takip eder bazıları da Efendimiz'in sözlerini yazarak tespit etmeye çalışırdı. Ashâb, Hz. Peygamber'i dinlerken sanki baslarında birer kuş var da, hareket etseler uçup gidecekmiş gibi pür dikkat kesilir, ayrıldıktan sonra da duyduklarını daha iyi öğrenebilmek için aralarında müzakere ederlerdi!

İslâm'dan önceki ümmetler, peygamberlerinin hayatı, sözleri ve davranışları ile ilgili bilgileri daha sonraki nesillere sıhhatli bir şekilde ulaştıramamışiardır. Diğer hususlarda olduğu gibi, müslümanlarm bu hususta da üstünlüğü vardır. Ve bu üstünlük Ashâb sayesinde olmuştur. O da, Hz. Peygamber'in hayatı ile ilgili -en ince ayrıntısına kadar- bilgileri, O'nun sözlerim, davranışlarım, takrirlerini, ahlâkî ve cismanî özellikleri­ni...

sonraki nesillere sağlıklı bir şekilde aktarmadadır. Bugün, Hristiyanlar Hz. İsa'nın, Yahudiler Hz. Musa'nın sözlerini -İncü ve Tevrat dışındakiler!- ancak kulaktan dolma, esâtîr uydurulmuş hikâyeler halinde, mesnetsiz bilgiler olarak elde edebilmektedirler. Halbuki müslü-manlar, Peygamberimiz'in binlerce, onbinlerce hadis ve sünnetine, senedli bir şekilde ve tâ o zamana kadar uzanan yazılı belgeler halinde sahip durumdadırlar. Müslümanlar bunu Ashâb'a borçludurlar. Onlar, Peygamberimizden duydukları, yazdıkları hadisleri hiçbir değişikliğe uğratmadan, kendilerinden sonrakilere ulaştırmışlar ve bunu bir ibadet vecdi ile yapmışlardır. Daha sonra gelen nesiller de hadisleri aynı şekilde bir sonrakilere naklederek günümüze kadar sağlam bir şekilde gelmesine hizmet etmişlerdir.

Peygamberimiz (sav)'in vefatından ve Hz. Ömer (R.a) zamanındaki fetihlerden sonra İslâm devletinin muhtelif bölgelerine dağılan bazı sahâbîler, oralarda bereketli birer ilim merkezi oluşturmuşlar ve yeni müslüman olanlara İslâm'ı ve Hz. Peygamber'in sünnetini öğretmişlerdir. Böylece, İslâm dininin sağlam bir şekilde Arap yarımadası dışına yayıl­ması da, Ashâb'ın yaptığı hayırlı hizmetler vesilesiyle olmuştur.

Ancak Ashâb'in İslâm'a girişleri ve hizmetleri, İslâm uğruna çektikleri çileler ve gösterdikleri çabalar, hicretler ve gazveierdeki durumlarının üstünlüğü yanısıra; her şeye rağmen birer insan oldukları da gözönünde bulundurulduğunda, Ashâb'ın hepsinin birbiri ile aynı değerde olmaya­cağı aşikardır. Bu bakımdan, farklı görüşler de bulunmakla beraber derece itibariyle Ashâb-ı Kiram genellikle oniki tabakaya ayrılmıştır:

1. Aşere-i mübeşşere (Cennetle müjdelenen on sahâbî ki bunların başında ilk dört halife gelir) ve Hz. Hatice, Hz. Bilâl gibi ilk müslüman olanlar, 2. Hz. Ömer'in müslüman oluşu sırasında müşriklerin Dâru'n-Nedve'de durum müzakeresi yaptıkları zamana kadar müslüman olanlar,

(7)

3. I. ve 11. Habeşistan hicretine katılan ashâb, 4. 1. Akabe Bey'atı'nda bulunan sahâbîler, 5. II. Akabe Bey'atı'na katılanlar,

6. Peygamber Efendimiz, hicreti sonunda Küba'ya geldiği zaman orada Rasûlüllah'a kavuşup Medine'ye yerleşen muhacirler, 7. Bedir Gazvesi'ne katılan Ashâb-ı Kiram,

8. Bedir Savaşı ile Hudeybiye Musâlahası arasında hicret edenler, 9. Hudeybiye'de yapılan Bey'atü'r-Rıdvân'a katılanlar,

10. Hudeybiye Musâlahası ile Mekke fethi arasında hicret edenler, 11. Mekke'nin fethedilmesi üzerine müslüman olan Kureyşliler,

12. Hz. Peygamber'i Mekke Fethi sırasında, Veda Haccı'nda veya bir başka yerde gören çocuklar.[25]

Bundan daha detaylı bir taksime, Abdülkahir ei-Bağdâdî'de rastlı­yoruz:

1. İslâm'a ilk girenler.

2. Hz. Ömer (R.a) Müslüman olduğu zaman İslâm'a girenler.

3. Habeşistan'a ilk hicret edenler.

4. Birinci Akabe bey'atmda bulunanlar.

5. İkinci Akabe bey'atmda bulunanlar.

6. Hz. Peygamber (sav) ile birlikte Medine'ye hicret edenler ve Medine'ye girmeden önce Küba'da iken O'na yetişenler.

7. Hz. Peygamber (sav)'in Medine'ye girmesinden Bedir savaşma kadar geçen sürede hicret edenler.

8. Bedir savaşına katılanlar.

9. Uhud savaşında bulunanlar.

10. Hendek savaşında bulunanlar.

11. Hendek savaşı ile Hudeybiye musalahası arasında hicret edenler.

12. Rıdvan bey'atında bulunanlar.

13. Hideybiye ile Mekke'nin fethi arasında hicret edenler.

14. Mekke'nin fethi günü Müslüman olanlar.

15. Mekke'nin fethinden sonra grup grup İslâm'a girenler.

16. Efendimiz dönemine yetişen ve O'ndan az bir miktar (hadis din­leyip) rivayette bulunan çocuklar.

17. Veda Haccı esnasında Rasûlüllah (sav)'e getirilen çocuklar. Bun­ların doğrudan Rasûlüllah (sav)'den rivayetleri sahih değildir (arada vası­ta vardır). [26]

Diğer taraftan Ashâb arasında büyük değeri haiz olanlar, Muhacirun [27]

ve Ensar [28]

diye adlandırılan iki temel zümre olmuştur. Sahâbelik vasfının her sahabe için üstünlükte aynı dereceyi ifade etmediği açıktır. İslâm'a ilk girenler, hicret edenler (Muhacirun), hicret edenleri bağrına basıp onları kendile­rine tercih edercesine fedakârlıkta bulunanlar (Ensar), Rasûlüllah (sav) ile savaşlara katılanlar... ile daha sonraki dönemlerde İslâm'a girenlerin veya Rasûlüllah (sav)'in son dönemlerinde dünyaya gelip, O'nu görme şerefine ancak çocukken erebilenlerin sahâbîîik faziletinin aynı seviyede olmaya­cağı bedihidir.

İslâm âleminde, Ashâb'm faziletine, menkıbelerine ve hayatlarına dair bir çok eser yazılmıştır. Bunlar içerisinde en hacimli ve muhtevalısı, îbn Hacer el-Askalânî'nin (ö. 852) "el-İsâbe fi Temyizi 's-Sahâbe" adlı kitabıdır. Bunun dışında şu iki kaynak da büyük önem taşımaktadır: İbn Abdilberr (ö. 463), "el-İstîâb fi Ma'rifeti'l-Ashab"; İbnu'1-Esîr (ö. 630), "Üsdu'I-Gâbe fi Ma'rifeti's-Sahabe" adlı eserleridir..

Ashabı Kiram'in Değeri

Ashâb-ı Kiram'a değer veren bizzat Allahû Teâla'dır. Çünkü Allahû Teâla, Kurran-ı Kerîm'de sahabe-i kiram'ı övüyor. Bakınız İmam-ı Kurtubî (Rh.a.) kendi tefsirinde şunları kaydetmiştir: "ez-Zübeyr [29]

m soyundan gelen Ebu Urve ez- Zübeyrî şunu rivayet etmektedir: Malik b. Enes (Rh.a.) yanında idik. Rasûlüllah (sav)'in ashabının değeri­ni küçümseyen bir adamdan söz ettiler. Malik b. Enes (Rh.a.), Kur'an-ı Kerîm'in şu ayetini; "Muhammed Allah'ın elçisidir. Onunla beraber bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhamet-iidirier. Onları rükûa varırken secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalın­laşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvet­lendirmekle kâfirleri Öfkelendirir. Allah inanıp salih amel işleyenlere mağfiret ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir. [30]

okudu. Sonra dedi ki: İnsanlar arasından kalbinde Rasûlüllah (sav)'m ashabından birisine olsun bir kin bulunduğu halde sabahı eden bir kimseyi bu ayet çarpar. Bunu el-Hatib Ebu Bekir zikretmektedir.

Derim ki: Gerçekten de Malik b. Enes (Rh.a.) çok güzel söylemiş ve ayeti böyle te'vil etmekte isabet etmiştir. Onlardan birisinin değerini küçük gören yahut yaptığı rivayette birilerine dil uzatan bir kimse, alem­lerin Rabbi olan Allah'ın buyruğunu reddetmiş, müslümanların şeriatını iptal etmiş olur. Çünkü Allahû Teâla:"Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler." diye buyurmaktadır. Yine Allah (cc) :" Andolsun ki ağacın altında sana bey'at ederlerken, Allah mü'minlerden razı olmuştur. [31]

diye buyurmuştur kî onlara övgüleri ihtiva eden, onların lehine doğrulukla ve kurtuluşa ermekle tanıklığı ihtiva eden daha bir çok ayet-i kerime vardır. Ailahû Teâla şöyle buyurmaktadır:

Mü'mİnler arasında Âİİah'a verdikleri sözde içtenlikle sebat gösteren nice yiğitler vardir.[32]

(8)

Bîr de hicret eden fakirlere aittir ki yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır, Allah'ın lütuf ve rızasını ararlar; Allah'a ve Rasûlüne yardım ederler. İşte doğru olanlar onlardır.[33]

Aliahû Teâla, onların/sahabelerin o zamanki hallerini ve sonunda iş­lerinin nereye varacağım bilmekle birlikte bu buyrukları indirmiştir.

Rasûlüîlah (sav) de :"İnsanların en hayırlıları benim çağdaşlanm-dır. Sonra onların arkasından gelenlerdir.[34]

diye buyur­muştur.

Ashabıma sövmeyin/dil uzatmayın. Sizden herhangi bir kimse, Uhud dağı kadar altın infak etse dahi, onlardan herhangi birisinin harcadığı bir müde, hatta onun yarısına dahi denk olamaz.[35]

Rasûlüîlah (sav) başka bir hadiste şöyle buyurmaktadır: "Sizden her­hangi bir kimse yeryüzünde bulunanın tamamını infak edecek olsa bile, onlardan birisinin harcadığı bir mü ve hatta onun yarısı kadar dahi olamaz.[36]

el- Bezzar'da Cabir (R.a.)'den sahih ve merfu olarak şöyle bir hadis rivayet edilmiştir:

Şüphesiz Allah ashabımı Nebiler ve Rasüller hariç bütün alem­lere üstün kılıp seçmiştir. Benim ashabımdan da dört kişiyi seçmiştir. Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali'yi kastetmektedir-ve onları benim ashabım kılmıştır.[37]

Uveym b. Saide şöyle demiştir: Rasûlüîlah (sav) buyurdu ki: "Aziz ve Celil olan Allah beni seçti. Benim için de ashabımı seçti. Onlar arasın­dan bana vezirler, damatlar ve dünürler kıldı. Kim onlara söverse, Allah'ın, Meleklerin ve bütün insanların laneti üzerine olsun. Allah kıyamet gününde ondan ne bir tevbe, ne de bir fidye kabul etmesin.[38]

Bu anlamdaki hadis-i şerifler pek çoktur. O halde sahabelerden her­hangi birisine dil uzatmaktan çokça sakınmak lazımdır. Dine dil uzatan kimsenin yaptığı gibi yaparak şöyle demekten sakınmak gerekir. Güya muavvizeteyn [39]

Koır'an'dan değilmiş. Bunların Kur'an'da yazılacaklarına ve indirilen Kur'an arasında bunların yer aldık­larına Rasûlüîlah (sav)'den sahih bir hadis gelmemişmiş. Bundan tek bir istisna ise Ukbe b. Amir'den gelen rivâyetmiş. Ukbe b. Amir ise zayıfmış; ondan başkası bu hususta ona muvafakat etmemiş, bundan dolayı da onun rivayeti bir kenara bırakılmalıymış. Ancak bu daha önce Kitab ve Sünnetten sözünü ettiğimiz delilleri reddetmek, ashâb-ı kiram'm din diye bize naklettiklerini çürütmek demektir. Ukbe b. Amir b. İsa el- Cühenî, iki sahih Kitab oian Buharı ve Müslim'de ve diğerlerinde bize şeriatın rivayetini nakledenlerden birisidir. Dolayısıyla o yüce Allah'ın Övdüğü, niteliklerini belirttiği, kendilerinden övgüyle sözettiği mağfiret ve büyük mükâfat vaat ettiği kimselerdendir. Rasûlüîlah (sav)'m veya O'nun ashabından herhangi birisinin yalan söylediğini iddia eden bir kişi, şeri­atın dışına çıkmış olur. Yani Kur'an-i Kerîm'i reddetmiş, Rasûlüîlah (sav)'e dil uzatmış olur. Sahabelerden her hangi birisinin yalancı olduğu söylenecek olursa, ona dil uzatılmış, sövülmüş olur. Çünkü Allah'ı inkâr­dan sonra, yalandan daha utanılacak, ondan daha ayıp ve ondan daha büyük bir iş yoktur. Rasûlüîlah (sav), ashabına dil uzatıp, onlara şovenleri lanetlemiştir. Onların en küçüklerini -ki aralarında küçük kimse olmaz-dahi yalanlayan bir kimse, Rasûlüîlah (sav)'in tanıklık ettiği ve ashabın­dan birisine söven yahutta onun aleyhine söz söyleyip dil uzatan herkesin yakasından ayrılmaz bir ceza olarak tesbit ettiği Allah'ın lanetinin kapsamına girer.

Ömer b. Habib (Rh.a.)'den şöyle rivayet edilmektedir: Harun er-Reşid'in meclisinde bulundum. Bir mesele sözkonusu edildi, hazır bulu­nanlar o mesele hakkında tartışıp durdular, sesleri yükseldi. Aralarından birisi Ebu Hüreyre (R.a.)'nin, Rasûlüîlah (sav)'den rivayet ettiği bir hadisi delil gösterdi. Onlardan birisi hadisin merfu olduğunu belirtti, derken karşılıklı iddialar ve tartışmalar artıp durdu. Nihayet onlardan birisi: Rasûlüîlah (sav)'in böyle bir hadis söylediği kabul edilemez. Çünkü Ebu Hüreyre yaptığı rivayetlerde itham altındadır. Hatta onun yalan söylediğini açıkça bildirmişlerdir, dedi. Ben Harun er-Reşid'in bu kesime meylet­tiğini, onların sözlerini desteklediğini görünce şöyle dedim: "Bu hadis Rasûlüllah (sav)'den sahih olarak gelmiştir. Ebu Hüreyre (R.a.) de Rasûlüllah (sav)'den olsun, başkasından olsun yapmış olduğu bütün rivayetlerde doğru sözlüdür ve yaptığı nakiller sahihtir." Harun er-Reşid bana kızgın bir şekilde baktı. Ben de meclisten kalkıp evime gittim. Aradan fazla zaman geçmeden bana; "Harun er-Reşid'in postacıbaşı kapı­da" dediler. Yanıma geldi ve bana şöyle dedi: "Mü'minlerin emirinin çağrısını öldürülecekmişsin gibi kabul et ve gel. Hanutununu, kefenini de geyin." Ben de şöyle dedim: "Allah'ım! Sen de biliyorsun ki ben Senin Peygamberinin sahabesini savundum ve Peygamberinin ashabına dil uza­tılmasın diye Peygamberini yücelttim. Ondan gelecek zarardan Sen beni koru."

Altından bir tahtın üzerinde oturmuş olduğu halde Harun er-Reşid'in huzuruna alındım. Kollarını sıvamış, kılıcı elinde ve önünde de kafası uçurulacak kimseler için serilen deri de vardı. Beni görünce bana: "Ey Ömer b. Habib! Senin bana söylediğin şekilde şimdiye kadar hiçbir kimse bana karşı söz söylemiş ve savunmuş değildir" dedi. Ben de: "Ey Mü'minlerin Emiri! Senin söylediğin ve uğrunda tartıştığın görüş Rasûlüllah (sav)'ı ve onun getirdiklerini küçültücüdür. Çünkü eğer onun ashabı yalan söyleyen kimseler ise şeriat de batıl demektir. Farzlar, oruç, namaz, talak, nikâh ve hadlere dair hükümlerin tümü reddolunur ve mak­bul olamaz."

Bunun üzerine Harun er-Reşid kendisine geldi, düşündü, sonra da : "Ey Ömer b. Habib! Bana hayat verdin. Allah da sana hayat versin" dedi ve bana onbin dirhem verilmesini emretti."

Ben derim ki: Ashâb-ı Kiram'ın tümü adaletlidir. Allah'ın gerçek veli kulları ve seçkinleridir. Nebilerden ve Rasûllerden sonra bütün insanlar arasında seçtiği kimselerdir. Ehl-i sünnetin mezhebi ve bu ümmetin imamlarının bulunduğu cemaatin benimsediği görüş budur. Kedilerine aldırış edilmeyen bir azınlık, ashabın durumunun diğerleri gibi olduğunu ve dolayısıyla onların adaletlerinin de araştırılması gerektiğini söylemiş ise de buna iltifat edilmez.

Onlardan kimisi işin başındaki durumları iie sonraki halleri arasında fark gözeterek şöyle demiştir: Onlar o vakit adalet sahibi idiler, fakat daha sonra durumları değişti. Aralarında savaşlar ve kan dökmeler ortaya çıktı. Dolayısıyla araştırmada bulunmak kaçınılmaz bir şeydir.

Ancak bu reddolunur, çünkü ashâb-ı kirâm'in hayırlıları ve faziletlileri -Ali, Talha, Zübeyr ve diğerleri gibileri Allahû Teâla kendilerinden öv­güyle sözedip, tezkiye ettiği, kendilerinden razı olup onları razı ettiği ve "bir mağfiret ve büyük bir mükâfat" vadetmiş olduğu kimseler bulun­maktadır.

Özellikle Rasûlüllah (sav)'m verdiği haber gereğince cennetlik oldukları kesin olan "aşere-i mübeşere" Peygamberlerinden sonra Peygamberlerinin bu hususu kendilerine haber vermesi ile birçok fitne­lerle ve cereyan edecek birçok olayla karşı karşıya kalacaklarını bilmek­le birlikte, kendilerine uyulacak önder kimselerdir.

(9)

Bu durumlar onların mertebelerini ve faziletlerini düşürmez. Çünkü bu işler içtihada dayalı işlerdi ve her müctehid isabet etmiştir. [40]

Ashâb-ı Kiram, vahyinin fikir işçileridir. Onların arasında zuhur eden farklı içtihadlar, onların İslam ümmeti için hayat modeli olmalarına engel teşkil etmez. Sahabelerin hem ittifakları ve hem ihtilafları İslam ümmeti için rahmettir. İmam Beyhaki'nin tahric ettiği bir hadisi şerifte Rasûlüllah (sav) şöyle buyuruyor:

"Allah'ın kitabından size herhangi bir hüküm verilirse, onunla amel lazımdır. Terkedildiğinde özür kabul edilmez. Eğer aradığınız hükmü Allah'ın kitabında bulamazsanız benim sünnetime tabi olunuz. Sünnetimde de o hükme ait bir şey bulamazsanız, Ashâbım'ın sözlerine sanlınız. Zira Ashâb'ım gökteki yıldızlar gibidir. Herhangi birinin sözünü alsanız hidayet bulursunuz. Ashâb'ımın ihtilafı da Sizin İçin bir rahmettir.[41]

Görüldüğü gibi, Ashâb-ı Kirâm'in arasındaki ihtilaf, onları tenkid etmek için bir sebeb değildir. Aksine onların ihtilafı, İslam ümmeti için rahmet kabul edilmiştir. Bundan ötürüdür ki, İslam uleması, Ashâb-ı Kirâm'in arasındaki ihtilafı rahmet bilmiştir. Ömer b. Abdülaziz (Rh.a.) şöyle diyor:

"Ashâb-ı Muhammed (sav) ihtilaf etmeseydi, sevinmezdim. Çünkü onlar ihtilaf etmeseydi, İslâm ümmeti için ihtilaf ruhsatı olmazdı.[42]

Sahabenin ittifakları bizim için örnektir, ihtilafları ise ibrettir. Her ikisinden de istifade ederiz.

Ashâb-ı Kiram, ittifak halinde de, ihtilaf halinde de kıymetlidir. Ashâb-ı Kirâm'm kıymeti, değeri, Allahû Teâla'nm onların temizliğinden, yiğit­liklerinden haber vermesi, kendilerinden razı olduğunu beyan etmesiyle sabit olmuştur.

Ashâb-ı Kiram, Peygamberlerden sonra insanların en hayırlılarıdır. Herkim sahabelerin yaptıklarını yaparsa, tıpkı onlar gibi hayırlılardan olurlar.

[43] Rasûlülllah (sav)'in ashabı hayırlıdır. Onların yolundan gidenlerde hayır­lıdır. Sahabenin kendi aralarındaki ihtilafları, bizim onlara uymamıza engel değildir. Onların her halinde bizim için hayr vardır. Yeter ki, Ashâb-ı Kirâm'a tabi olmayı başarabilelim.

Ashabı Kiram'ın Etrafındaki Şüpheler

Ashâb-ı Kiram, nezih bir nesildir. Onların etrafında meydana getirilen şek ve şüpheler, İslâm dini etrafında meydana getirilmek istenen şek ve şüphelere eşdeğerdir. Yani Ashâb-ı Kirâm'm etrafında meydana getirilen şüpheler, İslâm'ın etrafında meydana getirilmek istenen şüphelerden sayılırlar.

Ashâb-ı Kiram düşmanlığı, İslam düşmanlığıdır. Ashâb-ı Kirâm'a şüpheyle bakan ve yaklaşan, Rasûlüllah (sav)'e şüphe ile bakmış ve yak­laşmış olur. Sahabelere yapılan saldırı, İslam'a yapılan saldırıdır. Bu nedenle diyoruz ki; her kim nesil olarak ashâb-ı kirâm'ı kötüleyip aleyh­tarlığım yaparsa, bizzat İslam'ın aleyhtarlığını yapmış olur.

Ömer Nasuhi Bilmen (Rh.a.) der ki: "Ashâb-ı Kiram, arasında münazaa/ihtilaf zuhur ettiği zaman, ashâb üç fırkaya ayrılmıştı. Bir fırka, hakkm İmam Ali (R.a.) tarafında olduğuna delil ile, ictihad ile bilmiş, ona yardımı iltizam eylemişti. Diğer bir fırka da hakkın diğer tarafta olduğu­na yine delil ile, ictihad ile kail bulunmuş, bu tarafa meyletmişti. Üçüncü fırka ise tevakkuf etmiş/durmuş bir tarafı diğerine delil ile tercih etmemişti.

Binaenaley bu üç fırkadan her biri kendi içtihadına göre amel etmiş, kendi zimmetine düşen vacibi edaya çalışmıştı. Artık bunların haklarında ta'n ve melâmet için nasıl mecal olabilir? Şu kadar var ki, cumhuru ehl-i sünnete göre; hak, İmam Ali (R.a)'ın canibinde/tarafında idi. Muhalifleri ise hatâ yoluna salik bulunmuşlardı. Fakat bu hatâ, bir hatâyi İçtihadı olduğu cihetle melâmetten, ta'andan uzaktır, tahkirden münezzeh, teşri'-den beridir. Hz. Ali (R.a) şöyle demiştir: "Kardeşlerimiz bize bağy ettiler, onlar ne kâfirdirler, ne de fasıktırlar. Çünkü onların te'villeri vardır ki kendilerini küfr-ü fısktan meneder. [44]

Sahabelerin hepsi adildir. Onların adaletine Allah'ın Rasûlü, İslâm'ın imamları şahidlik etmişlerdir. Kesinlikle bütün sahabe masum değildirler.

Günahları vardır. Yani Rasûlüllah (sav)'in hiçbir sahabesine "ismet" sıfatı vacip değildir. Ehl-i sünnet ve'l Cemaat'in katında, Peygamberlerin dışında hiçbir kimseye "ismet" sıfatı vacip değildir. Ancak sahabenin günahı sabit olan adaletlerini yıkmada herhangi bir etkisi olmaz. Zira bundan korunmuşlardır. İnsan olmanın bir gereği olarak onlardan bir hata sadır olsa, bu hata onların bazılarının birtakım kebairi/büyük günahları işlemiş olduğu sabit olmuştur. Onlar derhal o büyük günahtan vazgeçme­ye ve o hatadan tevbe etmeye koşuşurlardı. Onu telafi etmek için kendi­lerine had vurulmasına derhal razı olurlardı. Nefislerini hesaba çeker, ona uymazlardı. Onlar salih amelleri çokça işliyorlardı. [45]

Sahih bir yolla sahabelerden sabit olanlar, eğer onların adil oluşlarında bir şüphe meydana getirirse, bilinsin ki, bu ancak bir te'vil veya bir icti-had ile onlardan sadır olmuştur. Onlar içtihadlannda yanılsalar dahi sevab sahibidirler. Çünkü vahyin fikir işçiliği, mükâfaatsız değildir!

Müfessirin ulemadan İmam Kurtubî (Rh.a.) şöyle diyor: "Sahabeler­den hiç kimseyi yüzdeyüz bir yanılgıya nisbet etmek caiz değildir. Çünkü onların hepsi yaptıklarında içtihad ediyorlardı. Yaptıklarıyla Allah'ın rızasını arıyorlardı. Onların hepsi bizim için önderdirler. Allahû Teâla, onların aralarında başgösteren münakaşalara burnu­muzu sokmamakla bizi mükellef kılmıştır. Onları ancak en güzel bir şekilde anmak, sahâbî olmalarından dolayı hürmetlerini gözetmekle bizi mükellef kılmıştır. Allahû Teâla onları affettiğini ve-onlardan razı olduğunu bize haber vermiştir.

İlim adamlarından birisine ashabın kendi aralarında döktükleri kanlar hakkında soru sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: "Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız da sizindir ve siz onların işlediklerinden sorumlu olmayacaksınız.[46]

Yine ilim adamlarından birisine aynı soru sorulmuş, o da şu cevabı vermiş: "Sözünü ettiğiniz kanlara Allah elimi bulaştırmamış, ben de dili­mi onlara daldırmıyorum. " Bu ilim adamı, bununla bir hataya düşmekten sakınmayı ve bazıları aleyhine isabet edemeyeceği bir hüküm vermekten uzak durmayı kasdetmiştir.

Hasan-ı Basrî (Rh.a.)'e, sahabelerin arasındaki çarpışmaların hükmü sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: "Sahabe arasında ortaya çıkan o çarpışma;

Hz. Muhammed (sav)'in ashabının hazır bulunduğu, bizim de hazır bulunmadığımız, kendilerinin bildiği, bizimse bil­mediğimiz bir çarpışmadır.

Onların ittifak ettikleri hususlarda biz onlara tabi oluruz, aralarındaki anlaşmazlıklarda da haddimizi bilir, orda dururuz."

El- Muhasibî (Rh.a.) de dedi ki: "İşte biz de el- Hasen'in dediği gibi diyoruz ve şunu biliyoruz ki, onlar içine girdikleri işi bizden daha iyi biliyorlardı. Üzerinde ittifak ettikleri hususlarda biz onlara tabi olu­ruz. İhtilaf ettikleri yerde ise dururuz ve kendiliğimizden bid'at bir görüş ortaya koymayız. Onların ictihad ederek Allahû Teâla'nın rıza­sını gözetmeye çalıştıklarını da biliyoruz. Çünkü onlar dinleri husu­sunda itham altında

(10)

tutulan kimseler değildir.[47]

İbn- Teymiyye (Rh.a.) der ki: "Sahabeler hususunda nakledilen kötülük ve onlara ta'n teşkil eden hareketlerin çoğu yalandır. Ya o nakledilenlerin tamamı yalandır veya tahriftir. Onlara fazlalık ve eksiklikler katılmış, bu surette artık yalan ve tahkir ifade eder hale gelmişlerdir.[48]

Bilinmesi gereken hakikatlerden birisi de şudur: Ashâb-ı Kiram iftira etmez, fakat Ashâb-ı Kirâm'a iftira edenler bulunur, onlara söylememiş oldukları, yapmamış bulundukları şeyleri isnad edenler görü!ebilir.[49]

Tarih boyunca Ashâb-ı Kirâm'a iftira edenler hep olagelmiştir. Ancak iftiracıların iftiraları Ashâb-ı Kirâm'm yüceliğine halel getiremez.Çünkü onların makamı çok yücedir. Bakınız Seîef-i Salihin, "Sahâbîlik mer­tebesine hiçbir mertebe denk gelmez" inancını taşıyordu. [50]

Ebû Zerr el- Gıfari (R.a.) dan nakledilen rivayette ise; "Siz, bilenleri çok, konuşanları az bir dönemde yaşıyorsunuz. Bu ortamda kim bildiklerinin onda birini terkederse, sapar (veya helak olur). Bilenleri az, konuşanları çok bir zaman gelecektir. O ortamda bildiğinin onda birini yaşayan kurtulur [51] buyuru İm aktadır.

Bu iki rivayetin birbirini desteklediği açıktır. Rivayetlerde sosyal gerçek ve şartlara göre dini yaşama oranlarının değişebileceği, nimet-külfet dengesinin ve zaruret kavramının zamana göre takdir edileceği müştereken ortaya konulmaktadır. Tümü elde edilemeyenin tümden terkedilmemesi gerektiğine, sorumluluğun şartlara bağlı olarak değer­lendirileceğine dikkat çekildiği de anlaşılmaktadır. Zira bilinen bir gerçektir ki İslâm'da güç yetirilemeyecek bir sorumluluk söz konusu değildir. Nitekim geçmişte bilginler bu rivayetlerin karamsarlığa ve umutsuzluğa düşmemek gerektiğini vurguladığını, gerek bireysel gerekse toplumsal anlamda ağırlaşan şartlarda ayakta kalabilme teşviki içerdiğini söylemişlerdir. Meselâ Münâvî'nin kaydettiğine göre İmam Gazali hadisi şöyle yorumlamıştır: "Hadisin ikinci kısmındaki öyle bir devir gelecek ki o gün yaşayanlardan emrolunduğunun onda birini yerine getiren kurtulur müjdesi olmasaydı, olumsuz amellerimize bakarak bizlerin ye's ve ümitsizliğe kapılmamız kaçınılmaz olurdu..Oysa şimdi biz, Rabbimizden bize, zatına yakışır şekilde muamele etmesini, fazl ve keremiyle kötü amellerimizi örtüp gizlemesini dileriz. [52]

Sahabe dönemi gibi emniyetin ve izzet-i İslâm'ın tam olduğu bir dönemde emir ve nehiylerin terk ve ihmali, tamamen kişisel kusurlardan ileri gelir ki bu, helake götürücü bir durumdur. Ancak İslâm'ın ve müslü-manların zayıf düştüğü, zulmün ve fışkın yaygınlaştığı, İslâm'a hizmet ve yardım edenlerin azaldığı devir ve ortamlarda müslümanlar güç yetiremedikleri için bazı emirleri işleyemediklerinden dolayı mazur sayılırlar.

Dolayısıyla da yükümlüleklerini ne ölçüde yerine getirebilirlerse, -şartların olumsuzluğu sebebiyle- o ölçüden daha fazla mükafat görürler. Bazen tek bir amel veya eylem, bütünüyle İslâm'ı temsil etmeye yetebilir. O amel ve eylemi yerine getiren de dini bütünüyle yaşamış gibi hem topluma mesaj vermiş hem de Allah katında değer kazanmış oiur. Nitekim sevgili Peygamberimiz bir başka hadis-i şeriflerinde "Ümme­timin bozguna uğradığı dönemde terkedilmiş bir sünnetimi yaşayan ve yaşatan (yüz) şehit sevabı kazanır [53]

buyurmak suretiyle bu gerçeği açıkça" ortaya koymuşlardır.

Bu açıdan bakıldığında yukarıdaki hadîs-i şerifler, zor şartlarda inananlar için ümit ışığı, teselli kaynağı ve hizmet teşviki anlamı taşı­maktadır.

"Kıyamet şartlarında bile fidan dikme." tavsiyesi, [54]

bu anlamdaki teşvikin en uc naktasını oluşturmakta ve müslümana "sen yapabildiğin kadar hizmeti yapmaya bak, yaşayabildiğin Ölçüde inançlarını yaşa­maya çalış" mesajını vermektedir.

Her iki rivayeti birden değerlendirdiğimiz zaman, bilen ve tartışan değil, bilen ve yaşayan olmanın tüm zamanlarda kurtuluş sebebi olduğu anlaşılmaktadır. Bundan Ötürüdür ki, bir kurtuluş nesli olarak sahabe; bilen ve tartışan değil, bilen ve yaşayan bir vahiy nesildir. Bu sebeple son zamanlarda giderek yaygınlaşan İslâm'a ait her ilke ve uygulamayı tartışan toplum olma eğilimi, sonuçta yaşanabilecekleri de ihmale götüre­ceği için ciddi bir tehlikeyi gündeme getirmektedir. Üstelik bu tartışmalar, büyük çoğunluğu itibariyle bilimsel amaçlı ve kendi zemininde bilimsel usul ve yöntemlerle de yapılmamaktadır. Ya sistemin kabulleri ve kutsal­ları adına ve hatırına ya da dünya egemenlerine şirin görünmek ve belli odaklara selam vermek adına, ilgisiz ortamlarda, konuya kendi boyutları çerçevesinde vâkıf olmayan sunucu ya da programcılar yönetiminde medyada gerçekleştirilmektedir.

Bu tür girişimler belki tartışma programlarına reyting, tartışmacılara yalancı ve geçici bir şöhret sağlıyor olabilir. Ancak bilginin yaşanması, din pratiğinin derinlik ve yaygınlık kazanması yani sosyal bilinçlenme ve düzelme adına hiçbir getiri sağlamamakta, sadece saf zihinlerde kafa karışıklığı üretmekte ve çoğu pratik/amel kaçkını kişilerde yalancıdüşürmez. Bu nedenle diyoruz ki; "Meiiklik" dönemi, Hz. Muaviye (R.a.)'ı sahâbî olmaktan çıkarmaz. Filhakika amme-i ulemaca kabul edilen kavle göre; Resûl-i Ekrem (sav)'i velev bir defa olsun, müslüman olduğu halde görmek şerefine nail olan ve müslüman olarak âhirete irtihal eden her zat, ashâb-ı kiram'dan sayılır.[55]

Hz, Muaviye (R.a.) sahâbe'dendir. Hz. Muaviye (R.a.) ile Hz. Ali (R.a.) arasındaki muhalefete rağmen, İslam alimleri Hz. Muaviye'yi bir sahabe olarak kabul etmişler ve hayırla anmışlardır. Bakınız bu alimler­den birisi de Şemsu'l Eimme İmam- Serahsi (Rh.a.)'dır. îmam-ı Serahsi, saltanat döneminde zalim sultanlar melikler tarafından kuyu hapsine atılmış ve onsekiz sene kuyu hapsi yatmıştır. Kuyu hapsinde hiçbir kitaba bakmadan yazdığı "El- Mebsut" adh otuz cildlik eserinde Hz. Muaviye için "Radıyallahu Anhu Allah ondan razı olsun" ifadesini kullanmıştır. [56]

Biraz düşünmek gerekmez mi? İmam-ı Serahsi, saltanat sisteminin hışmına uğramış, onlarm kuyu hapsinde onsekiz sene hapis yatmış meselede müctehid olan bir alimdir. Hilafet adına saltanata karşı çıkmada İmam-ı Serahsi bizden fersah fersah önde gelir. Buna rağmen O, Hz. Muaviye için defalarca

"Radıyallahu Anhu/Allah ondan razı olsun" diyorsa, bize ne oluyor. Haddimizi bilmeliyiz.

Ashâb-ı Kiram, bir bütündür. Onlarm arasında ictihad farklılığından dolayı meydana gelmiş olan ihtilafları gerekçe gösterek "Sahabe Ka­dılığı"

rolüne bürünerek onları yargılamak, tekfir edip tahkir etmek, İs­lâm ümmetinin vazifesi değildir. Böyle birşey İslâm ümmetine hayr ye­rine musibet getirir. Bundan Ötürüdür ki, İslâm ulemasından İbn-i Hacru'l Askalanî (Rh.a.) şöyle diyor: "Bir kişiyi Rasûlüllah (sav)'in ashabın­dan birine dil uzatıp onu küçültür ve aleyhinde atıp tutar bir halde görürsen bil ki, o zındıktır. Bunun nedeni şudur: Allah'ın Rasûlü gerçek bir peygamberdir.

Kur'an haktır. Peygamberin getirdiği hak­tır. Bütün bunları bize ulaştıran sahabedir. Sahabeyi tenkis eden/küçümseyen, horlayan kimselerin hedefi;

(11)

onlarm şahidliğinİ, güvenirliğini yaralamak ve böylece Allah'ın kitabını ve Peygamberin sünnetini iptal etmektir. Öyleyse sahabelere değil, bilakis sahabelerin aleyhinde konuşanlara hücum etmek daha uygundur. Çünkü onlarzındıktırlar.[57]

Bizim vazifemiz, sahabeleri yargılamak değil, onlara ittiba etmektir. Sahabe nesline karşı istiğna duygusuna kapılarak "Bizim sahabeye ihtiy­acımız yoktur. Biz de sahabe olabiliriz. Sahabelerin bizden ne fark­ları var ki? " gibi iddialara sarılanlar, hadlerini aşanlardır. Bakınız bu konuda Said Nursî (Rh.a.) şöyle diyor: "Enbiyadan sonra nev'i beşerin en efdali sahabe olduğu, Ehl-i Sünnet ve 7 Cemaatin icmaı, bir hüccet-i katladır. Hiç kimse Sûre-i Fethin âhirinde, sitayişkârane tavsifat-ı Rabbaniyyeye mazhar olan sahabelere, fazüet-i külliyye nokta-i nazarın­da yetişilemez. Sahabelerin kurbiyyet-i Ilâhiyye noktasındaki makamları­na velayet ayağiyle yetişilemez.

Sahabeler İslamiyet'in tesisinde ve envar-ı Kur''aniyyenin/Kur 'anî nurların neşrinde saff-ı evveli teşkil ederler. Sahabelerin bütün ümmetin hasenatından/iyiliklerinden "sebeb, fail gibidir" sırrınca hissedardırlar. Sahabeler; hem Cemaatı İslamiyyenin imamlarından ve adedlerinin evvellerinden, hem Şems-i Nübüvvet ve sirac-ı hakikatin merkezine yakın olduklarından; az amelleri çoktur, küçük hizmetleri büyüktür. Onlara yetişmek içim hakikî sahabe olmak lazım geliyor. [58]

Ashâb-ı Kiram, kıyamete kadar hayrla yad edilecek bir nesildir. İslâm ümmetinin vazifesi, sahabeleri bir bütün olarak hayırla yadetmektir. Ashâb-ı Kiram, ehl-i hayr'dır. Ashâb-ı kiramın her birinin ismini hürmet­le, saygı ile söylemelidir. Birinin adı söylenince "radıyallahu anhu-Allah ondan razı olsun" denir. İkisi için "radıyallahu anhümâ Allahü teâlâ o ikisinden razı olsun" Birkaçı veya hepsi söylenince "rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmaîn"

veya kısaca "radıyallahu anhüm- Allah onların hepsin­den razı olsun" denir. Ashâb-ı Kiram, hayrıyla, faziletiyle diğer nesiller­den farklıdır. Şimdi Ashâb-ı Kirâm'in farklılıklarını izah etmeye gayret edelim.

Ashab-I Kiram Ümmetin Usûlüdür

Kur'an-ı Kerîm'e nisbetle Rasûlullah (sav), ümmete nisbetle ashâb-ı kiram usûldür. Bazı ilim dallarında usûl, o ilim dalının anlaşılması, kavranması ve yaşanması için nasıl "olmazsa olmaz" bir nitelik taşıyorsa, aynı şekilde ümmet-i Muhammed'in kendine özgü özellikleriyle algılan­ması ve varlığını sürdürebilmesi de ilk Örnek İslâm nesli olan sahabe ile ilişkilerinde ne ölçüde onlara layık davranışlar sergilediği ile ölçülür. Bu nedenle sahabelerin konumunu belirleyen, kıvamım gözler Önüne seren hadisi şerifler, onların hukukunu tayin ve tesbit eden deliller gibi gözükse de aslında tüm müslümanların durumlarını tayin ve ilan etmektedir. Abdullah b. Muğaffel (R.a.), Rasûlullah (sav)'in şöyle dediğim rivayet ediyor:

"Ashabım hakkında Allah'a karşı saygılı olun, Allah'tan korkun. Benden sonra onları sakın hedef almayın. Onları seven beni sevdiğin­den dolayı sever; onlara kin besleyen bana kin beslediğinden Ötürü kin besler. Onları üzen, beni üzmüş olur. Beni üzen ise, Allah'ı incit­miş demektir. Kim de Allah'ı incitirse, çok geçmez Allah onu cezalandırır. [59]

Rasûlullah (sav)'in "Benden sonra ashabımı hedef edinmeyin" uya­rısı, kimi sahabelere hitaben söylen de olsa, onların şahsında ümmetin gelecek nesillerine yönelik bir ikazdır. Söz ve davranış olarak sahabeleri hedef edinmenin bilinçli bir müslümana yakışmayacağını açıkça ilanetmektedir.

Ashâb-ı Kiram; gerek Daru'î İslam'da olsun ve gerekse Daru'l Harb de olsun, İslâm ümmetinin mutlak örnek ve önderi Rasûlullah (sav)'in hayatının tercümesi, Tevhid mücadelesinin abidesi ve bir kaynak hazinedir.

Ashâb-ı Kiram; Nebi (sav) ile ümmeti arasında vasıtadır. Din-i İslâm'­da; Kur'an-ı Kerîm'in ayetlerini öğrenmek için Hz. Peygamber (sav)'in hadis-i şeriflerine; Hz. Peygamber (sav)'in hadis-i şeriflerini öğrenmek için de Ashâb-ı Kirâm'a müracaat etmek, "Usûlü'd Din" in temelini teş­kil eder. Bu münasebetle diyoruz ki; Ashâb-ı Kiram'ı reddetmekle, İslâm dinini reddetmek eşdeğerdir. [60]

Bu konuda İslâm alimlerinden İmam Tahavi (Rh.a.) şöyle diyor; "Ashâb-ı Kiram'/ sevmek; dindir, imandır ve ihsandır. Ashâb-ı Kiram 'a buğz etmek ise; nifak ve tuğyandır. [61]

Sahabe dostluğunun temelinde Peygamber dostluğu, sahabe düşman­lığının arkasında da peygamber düşmanlığı yatmaktadır. Bu nedenle saha­belere yönelik söylem ve eylemlerde Allah'tan korkmak, prensipli, ölçülü ve edepli davranmak, iman ve ümmet şuurunun gereğidir.

Ashâb-ı Kiram; İslam'ı anlama ve uygulama hususunda, yaşama ve yayma meselesinde İslâm ümmetinin hayat modelidir. Ashâb-ı Kiram olmadan Rasûlüllah (sav)'i örnek ve önder edinmek mümkün değildir. Çünkü Rasûlüllah (sav)'in sünnetini ve siretini bize ulaştıranlar onlardır. Dolayısıyla Rasûlüllah (sav)'in ashabı ve cemaatı her ne itikad üzere ise­ler İslâm ümmeti de o itikad üzere olmalıdır ve onların hayatlarından kendi hayatına izler taşımalıdır. Aksi halde İslâm ümmeti İslâm ümmeti olmaktan çıkar.

Ashabı Kiram Cennet Neslidir

Ashâb-ı Kiram, en büyük hedef ve şeref olan Allah rızasını kazanmış olan nesildir. Allah'ın rızasını kazanmak, cennetlik olanların alâmetidir.

Rabbimizin Kitab-ı Kerim'inden Öğrendiğimiz kadarıyla Allah'tan razı, Allah'ta onlardan razı"dır:Onlar

"Muhacir ve Ensar'dan İslâm'a ilk önce girenlerin başta gelenleri ve iyi amellerle onların ardınca gidenler var ya, işte Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah'dan razı oldular ve onlara, altlarında ırmak­lar akan cennetler hazırladı ki, içlerinde ebedi kalacaklar. İşte büyük ve muhteşem kurtuluş budur. [62]

Görüldüğü gibi, Ashâb-ı Kiram; Allahû Teâla'nm övgüsüne mazhar olan ve O'nun rızasını kazanan cennetlik nesildir. Cennetlik olduklarının daha dünyada iken bildirilmiş olması, onlara ait "kıvam" in peşin tescili anlamına gelir. Cennetlik olmak, kurtulanlardan olmak, büyük kurtuluşa ermek demektir.

Allahû Teâla buyuruyor:

"Onlar, Peygambere indirilen nura uyanlar ve kurtuluşa eren­lerdir.[63]

Bu ve buna benzer muştulu ayetlerden hareketle "Ashâb-ı Mulıammed, Ashâb-ı cennettir" sonucunu çıkarmak hiç de zor ya da isabetsiz olmasa

(12)

gerektir. Yani bir anlamda ashâb-ı kiram, cennet nesli demektir. Sahâbe-i Kiram için Âhirette mahcupluk yoktur. Çünkü onlar Peygamber (sav) ile aynı imam paylaşan cennetliklerdir:

Peygamberi ve onunla birlikte İman edenleri/onun imanını pay­laşanları utandırmayacağı o gün Allah sizi içinden ırmaklar akan cennetlere koyar.

[64]

Allahû Teâla'nm kendilerini mahcubiyet içinde bırakmayacağı "Peygamber ve onunla birlikte iman edenler" tanımlaması, hiç kuşkusuz Öncelikle sahabeler için geçerlidir. Âhirette mahcup olmamak, cennete girmektir. Hem dünyanın ve hem de âhiretin iyiliğine talipli olan­lara düşen görev, sahabe nesline uymaktır. Cennete giden yol, Peygamber (sav) ile birlikte iman eden ve onunla aynı imanı paylaşan ashâb-i kiram'a uymada geçer.

Aşere-İ Mübeşşere

Aşere-i mübeşşere; hayatta iken Hz. Peygamber (sav) tarafından Cennet'le müjdelenen ashabın İleri gelenlerinden on kişi için kullanılan bir tabirdir.

Kurfan-ı Kerîm'de bu hususta herhangi bir deli! mevcut olma­makla birlikte, Rasûlüllah'ın sahîh hadisleriyle sabit olan bu ashabın Cennetlik oluşları, İslâm'ın genel prensipleri dahilinde gayet tabi bir olay­dır. Aşere-i Mübeşşere tabirinin yanısıra "ei-mıtbeşşirun bi'l-Cenneh" tabiri de bu sahabeler hakkında kullanılmıştır. Bu meşhur on sahabi şun­lardır: Hz. Ebû Bekr (ö. 634), Hz. Ömer (ö. 643), Hz. Osman (ö. 655). Hz. Ali (ö. 660), Hz. Abdurrahman b. Avf (ö. 652), Hz. Ebû Ubeyde b. el-Cerrah (ö. 639), Hz. Talha b. Ubeydullah (ö. 656), Hz. Zubeyr b. Avvam (ö. 656), Hz. Sa'd b. Ebi Vakkâs (ö. 674), Hz. Said b. Zeyd (ö. 67i).

Bu büyük sahabelerin kendilerine has özellikleri vardır. Meselâ: Mekke'de ilk müslüman olan bu şahsiyetler Hz. Peygamber'e ve İslâm davasına büyük katkıları olan kişilerdir. Bu büyük sahabelerin hepsi İslâm devletinin müşriklere karşı giriştiği ilk büyük cihat hareketi olan Bedir gazvesinde bulundukları gibi, Hz. Peygamber'e, O'nu ve İslâm'ı sonuna kadar koruyacaklarına dair Hudeybiye gününde ağaç altında Bey'at etmişlerdir. İslâm akidesi için Allah yolunda en yakın akrabalarına karşı çarpışmaktan geri durmamışlardır. Hadis âlimlerinden bazıları eserlerine bu on sahabenin rivayet ettikleri hadîslerle başlamışlardır. Ayrıca sırf Aşere-i Mübeşşere'nin hayatlarını konu alan müstakil eserler kaleme alın­mıştır. Bunların faziletleri ve Rasûlüllah tarafından Cennet'le müjdelendikleri sahih hadis kaynak ve mecmualarında sabittir. [65]

Aşere-İ Mübeşşere Haricinde Cennet'le Müjdelenenler Genelde müslüman halk arasında yaygın bir kanaat var:

"Hayatları esnasında Efendimiz (sav) tarafından cennetle müjdelenen sadece 10 kişi vardır. Bu yaygın inanışın sebebini herhalde aşere-i mübeşşere, yani cennetle müjdelenen on kişinin çok meşhur olmasında aramak gerekmektedir. Yalnız kaynak kitaplarımıza müracaat ettiğimizde gördüğümüz bir husus var ki, o da aşere-i mübeşşere haricinde gerek ha­yatları esnasında, gerekse vefat ettikten sonra veya farklı bir anlatım tarzı içinde, gerek ferdî, gerekse cemaat ve grup halinde âyet-i kerimeler ve Efendimiz (sav)'in beyanları ile cennetle müjdelenenlerin oluşudur.

İşte bu kısa çalışmada okuyuculara bir fikir verebilmek ve daha çaplı araştırmalara zemin hazırlayabilmek için aşağıda sunacağımız tertip içinde cennetle müjdelenenleri belirtmeye çalışacağız.

1) Hz. Peygamber (s.a.s)'in zevceleri arasından, 2) Hz. Peygamber (s.a.s)'in çocukları ve torunlarından, 3) Aşere-i mübeşşere haricindeki sahâbe-i kiramdan, 4) Ashab içinde vefatlarından sonra,

5) Ashab-ı Bedr, Bey'at-i Ridvan'a katılanlar, 6) Şehitler,

7) Akıl baliğ olmadan ölenler,

1) Hz. Peyamber (sav)'in Zevceleri Arasından

Hz. Hatice (R.anha): Ebu Hureyre (R.a) dedi ki, "Cibril Hz. Muhammed (sav)'e geldi ve dedi ki: "Ya Rasûlallah, Hatice beraberinde­ki yiyecek ve içeceklerle senin yanma geliyor. O geldiğinde Rabbinden ve benden ona selam söyle; lü'lü ve mercanlar içinde gürültü ve meşakkatin bulunmadığı cennet ile onu müjdele" buyurdu. [66]

Hz. Âişe (R.anha): "Cibril (a.s) kendi suretinde, yeşil ipekten hırka içinde Rasûlüllah'a geldi ve dedi ki: Bu (Hz. Aişe) dünyada da, ahirette de senin zevcendir. [67]

Hz. Hafsa (R.anha): Efendimiz (sav) bir sebebe binaen Hz. Hafsa validemizi boşamıştı. Sonra kendisi şöyle anlatıyor: "Cibril bana geldi Hafsa'ya geri dön, yani onu nikâhına tekrar al. Zira o savvame, kavvame yani çok oruç tutan ve çok namaz kılan bir kadındır ve o cennette senin zevcendir"

dedi.[68]

Zeyneb b. Cahş (R.anha): Hz. Aişe (r.anha) anlatıyor: Efendimiz bu­yurdular ki: "Bana sizin aranızdan en çabuk iltihak edecek olan eli en uzun olanmızdır. " Bizim aramızda eli en uzun olan yani en çok sadaka veren Zeyneb idi. Zira o, kendi eliyle iş yapar (el işleri) para kazanır- ve onu tasadduk ederdi.[69]

Görüldüğü gibi, Rasûlüllah (sav)'in beyanıyla, ismi geçen analarımız direkt veya dolaylı olarak cennetle müjdelenmişlerdir.

2) Hz. Peygamber (sav)'in Çocukları ve Torunları

Referanslar

Benzer Belgeler

BİLECİK II Organize Sanayi Bölgesinde uygulanması öngörülen ÇEVRE YÖNETİM SİSTEMİ ile ilgili çalışmaların istikrarlı bir şekilde yürütülebilmesi için

Kİ MYASAL MADDENİ N/ PREPARATI N VE Şİ RKETİ N/ ÜSTLENENİ N Kİ MLİ KLERİ1. Ür ün ki ml

Kİ MYASAL MADDENİ N/ PREPARATI N VE Şİ RKETİ N/ ÜSTLENENİ N Kİ MLİ KLERİ1. TEHLİ KE

Bi l eşen Tatli Su Baligi Su Piresi Tatli Su Yosunu Mikrotoks Nitrik asit LC50: = 72 mg/L, 96h.

Gerek Hesiodos gerekse Homeros’un fikirleri Eski Yunan felsefesine şu temel kabulleri sağlamıştır: Homeros’un doğuştan erdem fikri, Hesiodos’un kötümser tarih

Kİ MYASAL MADDENİ N/ PREPARATI N VE Şİ RKETİ N/ ÜSTLENENİ N Kİ MLİ KLERİ1. TEHLİ KE

Kİ MYASAL MADDENİ N/ PREPARATI N VE Şİ RKETİ N/ ÜSTLENENİ N Kİ MLİ KLERİ1. TEHLİ KE

Kimyasal ürünleri kullandıktan sonra, yemekten önce, sigara içmeden önce ve tuvaleti kullanmadan önce ve çalışma periyodunun sonunda elleri, kolları ve yüzü iyice