• Sonuç bulunamadı

ÜNİTE V Hz. Ammar îbni Yâsir (R.Anh)

3- Fakir iken bile sadaka vermek."

Cenab-ı Hak Ammar İbni Yâsir (r.a)'in azim ve sebatını bizlere de lütfedip şefaatine nail eylesin. Amin. [81]

Hz. Ammar İbni Yasir (R.a.)'den bize miras kalan fıkıh, ikrah fıkhıdır. Ehl-i tevhidi inancından vazgeçirmek için zorlama ve horlama, ehl-i küfrün karakteridir. Onlar, sürekli insanları Allah'ın yolundan alıkoymak için uğraşırlar. Muvahhidler ise imanlarında direnirler. İşte Hz. Ammar İbni Yâsir (R.a.), Allah yolunda meşakkat mektebinin mezunudur. Etine ve kanına karışan imanı uğrunda şehid olmuştur. Direnerek randevsu cen­nete gitmiştir. Şunu unutmayalım ki; küfre karşı iman hesabına direnişin mükâfatı cennettir. Biz müslümanlar küfür cephesi karşsında dilenerek değil, direnerek varoluruz.

Lafın dostu, çilenin yabancısı dâva adamı olamaz. Dâva adamı, Hz. Ammar İbni Yasir (R.a.) gibi inancını etiyle ve kanıyla besleyen insandır.

Hz. Âmir Bin Füheyre (R.Anh)

Âmir bin Füheyre hazretleri, Tufeyl bin Abdullah'ın çobanıydı. Nice yıllar herşeylerini kaybedip, insanlıklarını unutmuş kimselere hizmet'etti. Ama bütün hizmetlerinin karşılığı, sadece karın tokluğuydu. Belki karın­lar toktu, fakat ruhlar açtı.

Günler böyle ızdıraplar içinde geçip gitti. Nihayet beklenen İslâm güneşi, Mekke'de doğdu ve etrafa yavaş yavaş ışıklarını saçmaya başladı. İslâmla müşerref olanlar, Onun ma'nevî lezzetini tattılar. Tadını alan bir daha onu bırakamadı. İnsan, kalbe giren bu ilâhî aşktan ayrılabilir miydi? Bu ilâhî aşka tutulanlardan biri de Âmir bin Füheyre hazretleriydi. Fakat köleydi ve sözde efendisi vardı. Kalbinde duyup, vücudunun bütün zer­relerinde hissettiği îmân lezzetini aç ıkl ayam azdı.

Âmir, "Bu vücut mutlaka birgün toprak olacak, nefsin elinde bir oyun­cak olan bu beden mutlak çürüyecek, öyleyse bu dünyada bu kadarcık işkenceye dayanıversin" diye düşündü. Bu düşünce zinciri akıp gitti. Artık Âmir bin Füheyre hazretleri, yüce dînin emirlerini;yerine getirmeye başladı. Kınayanın kınamasından; kızanın kızmasından çekinmedi. Bu yüzden çeşitli işkencelere mâruz kaldı.

Bilâl-i Habeşî ile birlikte ağır işkencelere uğratılmış, kızgın güneş altında saatlerce bekletilmişti. Bütün bu işkencelere rağmen îmânından zerre kadar ta'vîz vermemiş, hak dînden geri dönmemişti. Bilâhare Hz. Ebû Bekir, onu satın alarak âzâd etti.

Bu sırada müşrikler iyice azıttılar. Müslümanlara her türlü işkenceyi, ezâ ve cefâyı yapmaktan geri durmadılar. Nihayet İlâhî izin geldi. Allahû Teâlâ'nm Rasûlü, en yakım Hz. Ebû Bekir ile Mekke-t Mükerremeden Medîne-i Münevvereye hicret edeceklerdi. Bu emirle iki sâdık dost yola çıktılar. Sevr mağarası önüne geldiklerinde Mekke çalkalanmakta, her taraf aranmaktaydı. Rasûlullah (sav)'e yardımcı olanın canı tehlikedeydi.

Bütün bunlara mukabil Amir bin Füheyre hazretleri, Hz. Ebû Bekir (R.a.)'e ait sütlü davarları uygun vakitlerde mağaranın önüne getirdi. Peygamber efendimiz ve Hz. Ebû Bekir'in yiyecek ve içeceğini temin etti. Böylece onlarla beraber hicret etme şerefine de kavuştu.

Rasûlullah efendimiz, Mekke'den Medine'ye hicret eden Müslümanları birbirine kardeş yaptığında, Amir bin Füheyre'yi de Ensâr'dan Haris bin Evs ile kardeş yaptı.

Âmir bin Füheyre hazretleri, Bedir ashabından oldu. Hicretten sonra, Medine'de bir araya gelen Müslümanlar, gittikçe artarak kuvvetlenmek­teydi.

Bu vaziyet, müşrikleri iyice endişelendirdi. Nihayet Müslümanlarla müşrikler arasında Bedir ve Uhud gibi savaşlar oldu.

Amir bin Füheyre hazretleri bu savaşların her ikisine katılmak saade­tine kavuştu. Her iki savaşta da Müslümanlar az olmasına rağmen, kendi­lerinden kat kat fazla olan düşmanı mağlûb ettiler. Bununla beraber müşrikler boş durmadılar.

Hicretin dördüncü senesi, Necd Şeyhi Ebû Berâ, Medine'ye gelip, Rasûluilah (sav)'e müracaat etti. Kabilesine dînî bilgilen öğretmesi için muallimler istedi. Yetmiş kişilik bir heyet hazırlanıp gönderildi.

Yetmiş kişilik muallimler heyeti, Bi'r-i Maûne'de kuşatıldılar. Müslümanlar çepeçevre kuşatıldıklarını anlayınca kılıçlarına sarıldılar. Ancak düşman çok kalabalıktı. Ebû Berâ'nm kardeşinin oğlu Amir'in ter­tiplediği bu alçakça hareket neticesinde, Ümeyye oğlu Amr'm dışında oradaki Müslümanların hepsi şehîd oldu.

İslama hizmet etmek için giderken, uğradıkları saldırıda, şehîd olanlar arasında yer alan, Amir bin Füheyre'nin vaziyeti daha bir başkaydı.

Şehîd edilişi sırasındaki gördükleri hâdiseyi, müşriklerin, kısa akil-larıyla anlamaları, kavramaları zordu. Azgın müşriklerin, sırtından saplamış oldukları mızrak, göğsünü yarıp çıkmıştı. Kanlar fışkırmaktay­dı. Bu kan, alelade bir insan kanı değil, Resûl-i Ekrem (sav)'in müsaade­siyle İslâm'ı ve Kur'ân-f Kerîmi öğretmek için yola çıkmış bir sahabenin mübarek kanıydı. Cebbar bin Sülmâ anlatır:

Müslümanlardan, beni İslâm dînîne da'vet eden birine, arkasından mızrağımı sapladım. Mızrağımın demirinin onun göğsünden çıktığını gördüm. Bu esnada kendisinin, "Vallahi kazandım" dediğini işittim.

Kendi kendime,"Adamı öldürdüğüm halde, kazandığı ne acaba" dedim. Mızrağımı çıkarıp Dahhâk bin Süfyân'a gittim. Amir'in sözünü naklettim.

Dahhâk, "Onun maksadı, Cenneti kazandım demektir"

dedi ve Müslüman olmamı tavsiye etti. Ben de Müslüman oldum. Müslüman olmama Amir'den işittiğim söz ve kendisinin göğe yük­seltilmesi oldu."

Görüldüğü gibi, sahâbe-i kiram nezdinde şehadet bir kazançtır. Şehadet, geride kalanlara bir tevhid çağrısıdır. Tarih, şehadet çağrısıyla imana gelenlere de tanıklık etmektedir. Şehadet, aynı zamanda Rabbani bir yükseliştir. Nitekim Cebbar ve oradaki müşrikler, Amir bin Füheyre hazretleri şehadet şerbetini içtiği zaman, onun semâya doğru kaldırıldığını görmüşlerdi. Böyle garip hâller olup, Amir bin Füheyre hazretlerinin ruhu da Cennete uçup gitti. "Kurtuldum" sözünü duyan Cebbar da müşrik topluluğu içinde tek îmâna gelen kimse oldu.

Allahû Teâlâ'nm hikmetidir ki, hâdise neticesinde birisi şehîd olmuş­tur, diğeri ise hidâyete ermiştir. Amir bin Füheyre şehîd olduğu sırada 40 yaşındaydı. Bi'r-i Maûne'de müşrikler tarafından kuşatılan İslâm irşâd ekibi şehîd olacaklarım anlayınca, dediler ki:

Yâ Rabbîİ Rasûlullah efendimize durumumuzu haber verecek, bura­da senden başka kimsemiz yoktur. Selâmımızı ona ulaştır yâ Rabbîî Yâ Rabbî!

Rasûlün vasıtasıyla kavmimize haber ver ki: "Biz Rabbimize kavuştuk. Rabbimiz bizden hoşnut oldu ve bizi de hoşnut kıldı."

Rableri onlardan razı oldu. Cebrail aleyhisselâm gelip durumu Rasûlüllah efendimize bildirdi ve dedi ki:

Onlar, Rablerine kavuştular, Rableri onlardan razı, hoşnut oldu ve onları da hoşnut kıldı."

Rasûlüllah efendimiz Cebrail aleyhisselâmın bildirmesi üzerine; "Ve aleyhisselâm" buyurdular ve hutbeye çıkarak, müşriklerin, Müslümanlara yaptığı bu ihaneti, Ashâb-ı güzînin bu şekilde pusuya düşürülmesini, onların şehîd olduklarını Medîne'de Ashâb-ı kirama bildirdiler. [82]

Biz Allah'ın arzında Allah'ın dinine yardımcı olursak, Allahü Teâla esen rüzgarları bizim için postacı kılar. Gidemediğimiz yerlere sesimizi, davtimizi ulaştırır. Samimiyetten taviz vermeyenler, Rabbani ikramlaraererler.

Sahabe, takvası cihadına sermaye olan nesildir. Yani sahabeler, tak­vaları miktarınca cihad etmişlerdir. Sahabe, sesini, mesajını, takvasıyla, cihadıyla dünyaya duyuran ehl-i keramet olan bir nesildir. Allah için çalışan, Allah yolundadır. Allah yolunda olan da, Allah'ın ikramlarıyla müşerefftir.

Hz. Amr İbn-İ As (R.Anh)

Amr îbni Âs radıyallahu anh akıllı, bilgili ve siyasette dahî bir devlet adamı... "Mısır fâtihi" unvanıyla meşhur bir sahabedir. Atak bir kişiliğe sahip zekî, fedakâr ve yiğit bir komutan...

O, Kureyş kabilesinin Sehm koluna mensuptur. Müslüman olmadan önce Mekke'nin ticaret ve siyaset hayatında önemli bir yeri vardı. Habeşistan Hükümdarı Necâşî ile dost idi. Mekke'li müşrikler Habeşistan'a göç eden müslümanların iadesi için onu Necâşi'ye elçi olarak gönderdi.

Onun İslâm'la şereflenişi Mekke fethinden önce oldu. Şöyle ki : "Hendek savaşından sonra İslâmiyet üzerinde düşünmeğe başladı. Ailesi, kabilesi hep müslümanların aleyhinde idi. Fakat o eskisi gibi müslüman-lara karşı durmuyordu. Hatta kendisini kınayanlara: "Aldanıyorsunuz." diye cevap veriyordu. Birgün çarşıda gezerken Halid İbni Velid ile karşılaştı. Fikrini ona açtı. Halid de aynı düşünce içerisinde olduğunu söyledi. Birlikte Medine'ye RasûlüUah (sav) efendimizin huzuruna geldi­ler. İ'd Cihan Güneşi efendimiz onları görünce sevinçten gözleri parıl-dadı. Ashabına dönerek: "Mekke size ciğerparelerini attı..." buyurdu. Birlikte kelime-i şehadet getirerek İslâm'la şereflendiler. Amr İbni As, Fahr-i Kâinat (sav) efendimize, önceki yaptıkları günahların af edilip edilmeyeceğini sordu. Rasûl-i Ekrem sav) efendimiz de: "İslâm önce­kileri saymaz..." buyurdu.

Amr İbni Âs (R.a.) bey'at ettikten sonra aklını, dehâsını, becerisini ve cesaretini İslâm'ın hizmetine verdi. Ömrünü hep savaş meydanlarında geçirdi.

Fetih üstüne fetihler gerçekleştirdi. Birgün iki Cihan Güneşi efendimize; "Yâ Rasûlalîah! Bunca zaman İslâm'ın aleyhinde çalıştım. Bundan sonra İslâm'a girdiğim belli ola..." dedi. Efendimiz de:

Yakında, yakında.." buyurdu.Kısa bir zaman sonra Amr Ibni As'a: "Ey Amr! Silâhını kuşan, elbi­seni giy, hemen yanıma gel" diye haber gönderdi.

Huzura geldiğinde Efendimiz ona: "Ey Amr! Seni askeri birliğin başında bir yere gön­dermek isterim. Senin için zenginlik dilerim. Allah sana selâmet versin, çok sâlih mal ile dön." buyurdu. O da: "Ya Rasûlallah! Ben mal için değil, cihada katılmak, yanınızda bulunmak için, müslüman ol­dum" dedi. Bunun üzerine efendimiz: "Ey Amr! sâlih mal, sâlih kim­sede ne güzeldir." buyurdu.

Müslümanlığının şuurunda olmak, kişiyi maceraperestlikten ve men­faatperestlikten kurtarır. Maceraperest olup menfaatçılığa kaçanlar, kendi müslümanlıklarmın şuurunda olmayanlardır. Amr İbni As (R.a.), kendi müslümanhğının şuurunda olan bir kimsedir. Resûl-i Ekrem (sav) efendimiz onu babasının dayıları olan Beliy kabilesi üzerine üçyüz kişilik bir kuvvetle gönderdi. Zâtüsselâsil denilen yerde konaklayıp dinlendiler. Burada diğer kabilelerin birlik olup kendilerine karşı büyük hazırlık yap­tıklarını öğrendi. Medine'den yardımcı kuvvet istedi.

Efendimiz, Ebû Ubeyde îbni Cerrah (R.a.) komutasında Hz. Ebû Bekir ve Ömer (r.anhüm)'in de bulunduğu ikiyüz kişilik bir kuvvet şevketti. İki Cihan Güneşi efendimiz Ebû Ubeyde'ye anlaşmazlığa düşmemelerini, birlikte hareket etmelerini tenbih etti. Beşyüz kişilik kuvvetle Amr îbni As Beliy kabilesinin yurtlarını bastı. Düşmanlar dağılıp kaçışmaya başladı. Mallarını alarak selâmet ve ganimet içerisinde Medine'ye döndüler.

Zâtüsselâsil seriyyesinden sonra Amr İbni Âs (R.a.) kendi kendine: "Rasûlüllah'ın yanında benim yerim daha üstün olmasa herhalde beni Ebû Bekir ve Ömer'in basma kumandan yapmazdı. diye bir duyguya kapıldı. Bunu test etmek istedi. Rasûlüllah (sav) efendimizin huzuruna vardı ve Yâ Rasûlallah! Halkın, sana en sevgilisi kimdir?" diye sordu. Fahr-i Kâinat (sav) efendimiz: "Âişe'dir" buyurdu. "Erkeklerden kimdir?" dedi. "Âişe'nin babası" buyurdu. "Ondan sonra kimdir?" dedi. "Ömer" buyurdu. Bir kaç kez soru ve cevap şeklinde karşılıklı konuşma devam etti. Nihayet kendi isminin en sonraya bırakıl­masından korkarak sustu.

Amr İbni Âs (R.a.) Mekke fethine iştirak etti. Huneyn'de bulundu. Suva ve Benî Hüzeyl kabilelerinin putlarını parçaladı. İki Cihan Güneşi efendimiz onu bir mektupla Umman hükümdarına elçi gönderdi. İslâm'ı tebliğ neticesinde Umman hükümdarı müslüman oldu. Umman'a valî tayin edildi. Rasûlüllah (sav) efendimizin vefatına kadar bu vazifede kaldı. Sonra Medine'ye döndü. Hz. Ebû Bekir (R.a.)'e bey'at merasiminde bir konuşma yaptı. Hz. Ebû Bekir (R.a.) onu küçük bir birliğin başında Filistin bölgesine gönderdi. Ecnadin ve Yermük savaşlarına katıldı. Hz. Ömer (R.a.) devrinde Filistin'i tam hâkimiyeti altına aldı. Kudüs'ü fethet­ti. Fakat halk şehri Halîte Ömer'e teslim etti.

O, Mısır fethinin stratejik açıdan zarurî olduğunu, Filistin ve Suriye bölgesinde mağlub olan Bizans kumandan ve askerlerinden bir kısmının Mısır'a kaçtıklarım ve her an o taraftan bir tehlike gelebileceğini Hz. Ömer (R.a.)'a anlattı. Mısır'ın fethine halifeyi ikna etti. 640 M. tarihinde dört bin kişilik bir kuvvetle sınır kasabası Feremâyı aldı. Zübeyr îbni Avvam (R.a.)'m kumandasında 5000 kişilik takviye kuvvetin yardımıyla Aynişems'te güçlü Bizans ordusunu imha etti. Daha sonra İskenderiye'yi alarak Mısır'a hâkim oldu. Bu başarılarından dolayı "Mısır fâtihi" unvanı verildi. Mısır'a vali oldu.

O, Mısır'da idarî ve iktisadî düzenlemeler yaptı. Fustat şehrini kurdu. Kendi adıyla anılan camiyi inşa etti. İlk defa bu camiye minare yaptırdı.

Firavunların yaptırdığı eski kanalı yeniden açtırarak Nil nehri ile Kızıldeniz'i birbirine bağladı. Hicaz'a yirmi gemi yükü erzak gönderdi. Hz. Osman (R.a.) zamanında Mısır valiliğinden alınarak Medine'ye geti­rildi. Hz. Ali (R.a.) zamanında vuku bulan Sıffın ve Hakem olaylarında halife ile birlikte hareket edemedi. Muâviye (R.a.)'nin valisi sıfatıyla tekrar Mısır'a döndü. Hz. Ömer (R.a.) onun devlet idaresindeki kabiliyeti­ni takdir ederek "Amr dünyada kaldıkça hep idareci olmalıdır" derdi. Kişinin kabiliyeti, beceri ve başarısı hangi alanda ise o alanda görev yap­malıdır veya görevlendirilmelidir. Kişinin kabiliyetinin bulunmadığı bir alanda görev yapmaya kalkışması veya böyle bir alanda çalışmakla görevlendirilmesi,

İslâm ümmetinin hayrına değildir.

Hz. Amr İbni Âs (R.a.), Rasûlüîlah (sav)'den hadis de rivayet etmiştir. 40 küsur hadis-i şerif rivayet eden Amr İbni Âs (R.a.) son hastalığında ziyaretine gelip hatırını soranlara şöyle derdi:

Ben İslâm'dan önce büyük hatalar işledim. RasûlüHah (sav)'e en sert kişilerden oldum. Eğer müslüman olup Rasûlullah (sav)'in affına mazhar olmasa idim mutlak cehennemliktim. Allah'a hamdolsun ki ona bey'at edip, teslim oldum. İslâm eski yaptıklarıma bakmadı." Hz. Ali (R.a.)'a yaptıklarından da nadim olarak:"Ya Rabbi Senin rahmetin olmazsa halim nice olur?" diye sızlanırdı. 658 m. tarihinde tevbe istiğ­far ederek, kelime-i tevhkelime-idkelime-i söyleyerek ruhunu teslkelime-im ettkelime-i. Cenab-ı Hak şefaatlerkelime-ine nakelime-il eyleskelime-in. Amkelime-in. [83]

Sahâbe'nin hayat seyri, yürek fethinden ülkelerin fethine doğru olmuş­tur. Onlar hem yürekleri ve hem de ülkeleri fethetmişlerdir. Yüreklerin ve ülkelerin fethi hususunda sahâbe-i kiram, örnek modeldir. Feth bilgisi, sahabe fıkhmdandır.

Hz. Amr Îbn-İ Cemuh (R.Anh)

Hz. Amr İbnu Cemuh (R.a.), Allah yolunda çocuklarıyla şehadet yarışma katılan bir sahabedir. Amr İbnu Cemuh, cahiliyede Yesrib' ileri gelenlerinden, Celemeoğullarının efendilerinden, Medine cömert­lerinden, karakter sahibi biriydi. Cahiiiye devrinde soylu kişilerin evlerinde put bulundurma adeti vardı. Bunu her sabah ve akşam puttan uğur dilemek, törenlerde kurban kesmek, saygı duruşunda bulunarak felaket anlarında sığınmak vb. şeyler için yaparlardı. Amr'ın putu da Menat idi. Onu kaliteli bir ağaçtan yapmıştı. Saygıda kusur etmez, ona en güzel kokuları sürerdi.

Mus'ab İbnu Umeyr (R.a.)'m Medine'ye davetçi olarak gelmesinden kısa bir zaman sonra insanların bir çoğu İslâm'a girdiler. O sırada altmış yaşını geçmiş olan Amr İbnu Cemuh'un oğulları Muavvez, Muaz, Hallad ve eşi Hind de ondan gizli bir şekilde iman ettiler.

Kocası ve ondan başka birkaç kişinin dışında kimsenin şirkte kalmadığını gören Hind (R.a.) sevip saydığı kocasının şirk üzere kalmasını asla isteyemezdi. Amr İbnu Cemuh ise çocuklarının atalarının dininden çıkıp Müslüman olmalarından korkuyordu. Karısına: "Hind, çocukları sakın şu Mus'ab'la görüştürme" dedi. Kadın: "Olur ama o adamın anlattıklarını oğlun Muaz'dan dinlemek ister misin?" dedi. O: "Vay be haberim yokken Muaz da mı dinden çıktı?" diye sordu. Hind: "Hayır, Mus'ab'ın bazı toplantılarına katılıp söylediklerinden bazılarını öğrenmiş" cevabını verdi. Amr:

"Muaz'i bana çağır" dedi. Muaz babasının huzuruna gelip ona Fatiha suresini okuyunca, aralarında şu konuşma geçti:

Bu söz ne kadar şahane, ne kadar güzel. Bütün sözleri böyle mi?

Hepsi birbirinden güzel babacığım! Sen de ona bey'at eder misin? Halkın tamamı ona bey'at etti.

Menat'a danışmadıkça bir şey yapmam. O ne derse Öyle yaparım.

Babacığım Menat konuşmaz ki onun dili ve aklı yok. O sadece bir ağaç.

Sana söyledim ona danışmadan atalarımın dininden vazgeçmem.

Derken Amr ağaçtan yontma putun huzuruna geçip saygıyla fikrini sordu. Cevap alamayınca da onu kızdırdığım zannedip bir kaç gün öfkesinin dinmesini beklemeye karar verdi. Bu esnada çocukları da düşünmeye başladılar. Derken putu alıp Selemeoğullarının tuvalet çukurlarından birine attılar.

Amr buna çok hiddetlendi arayıp putu buldu. Temizleyip kokular sürdü ve aynı yerine koydu. Aynı durum günlerce tekrar etti derken en son gün Amr, Menafin boynuna kılıcını astı ve: "Ey Menat! Bunları sana kimin yaptığını bilmiyorum. Eğer sen de hayır varsa işte kılıç kendini koru" dedi.

Ancak aynı durum o gece de tekrarlanınca artık onu tuvalet çuku­rundan çıkarmadı ve: "Vallahi sen ilah olsaydın bir tuvalet çukurunda olmazdın"

dedi ve İslâm'a girdi. Amr İslâm'ı tanıdıkça cahiliyede geçen dakikaları için pişmanlık gözyaşları döküyordu. Artık o da iman ve İslâm'ın fedakâr bir hizmetçisi her mü'min gibi, davanın yılmaz bir bekçisiydi.

Uhud savaşı için cihada çağrı yapıldığında üç oğlu gibi Amr İbnu Cemuh da cihad için hazırlanmaya başladı. Halbuki Amr (R.a.) o anda çok yaşlı ve bir ayağı tamamen sakat idi. Bu yüzden çocukları onun mazur olduğunu anlatıp cihada katılmamasını istediler. Bunun üzerine baba oğullarını şikâyet için Rasûlüllah (sav)'in huzura çıktı ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, şu benim oğullarım topal olduğumu bahane ederek beni bu hayırlı işten alıkoymak istiyorlar. Vallahi ben topallığımla cennete girmek istiyorum" dedi. Rasûlüllah (sav) oğullarına: "Ona engel olmayın. Herhalde Allah (c.c.) ona şehitlik verecek" buyurdu.

Ordunun hareket vakti gelince Amr (R.a.) hiç dönmeyecekmiş gibi hanımına veda etti, sonra kıbleye yönelip şöyle dua etti: "Allah'ım! Bana şehitlik ver. Beni şehitliği kaybetmiş olarak aileme döndürme."

Savaşın kızışıp müşriklerin Rasûlüllah (sav)'i kuşattığı sırada o tek ayağı üzerinde sıçrayarak cihada devam ediyordu. Oğlu Hallad'la beraber Ra­sûlüllah (sav)'i koruyan mü'minlerin Ön safında çarpışırken bir taraftan da: "Ben cenneti istiyorum, ben cenneti istiyorum" diyordu. Derken ikisi de şehid olup cenneti garantileyenlere katıldılar. [84]

Eski cahiliyye ile çağdaş cahiliye putperstîikte müşterektirler. Çağdaş ve çağdışı cahiîiyenin pulculuktaki benzerliği tartışmadan varestedir. Bu iki cahiliyenin tüm safhalarında ciddi benzerlikler olduğu gibi putçulukta da benzerlik vardır. Ancak önceki cahiliye hem teori hem pratikte tapın­ma kastıyla putçuluk yapıyordu. Günümüz cahiliyesi ise tapınma düşüncesi taşımadığını söylese de yaptığı tapınmadır. Bir diğer fark da şu:

Eski cahiliye o günün iikel şartlarında inanarak putlara tapıyordu. Günümüz cahiliyesi ise inanmadığı halde inadına putçulukta ısrar ediyor. Çok daha kötüsü ise günümüz cahiîiyesinin, geçmişin cahiliyesinin tam tersine başkalarını da putçuluğa mecbur etmeleridir. Sonuç olarakgünümüz cahiliyesi çok daha şedit, daha dayatmacı, daha vahşi ve dolayısıyla daha ilkeldir.

Cahiliyye devrinin adetlerinden birisi de, evde heykel bulundurma adetidir. Günümüzde mütedeyyin aileler de dahil olmak üzere nicelen vit­rinlerinde kedi, köpek, at, noel baba ve benzeri heykeller bulundururlar. Bu cahiliye adeti kesin haramdır. Zaten tapınma kastıyla olursa şirk olur. Kabartma olmayan tam boy canlı resimleri ise mekruhtur. Yalnızca kız çocukların oynadığı bebekler müstesnadır. Bunlar çocukta annelik duygu ve şefkatini geliştirdiğinden cevaz verilmiştir.

Müslüman insanın azad kabul etmez sorumluluklarından birisi de, insanları anne, baba, kardeş, akraba ayrımı yapmadan İslam'a davet etmektir.

Davet ve davetçilik, mü'min insanın kesinti kabul etmez faaliyet alanıdır. Davet ve tebliğ cihadın en müessir ve günümüzde en mümkün olan kısmıdır. O yüzden asla ihmal edilmemelidir. Mus'ab'ları bekleyen Amr'îar gibi günümüzde yüz milyonlarca insanın davet ve tebliğ bek­lediği

sırada Mus'ab yolunun yolcuları olması gerekenlerin ihmalkârlık ve tembellikleri affı zor bir hatadır.

Davette davetçilerin yardımlaşması, davet ahlâkından dır. Aile boyu davetçilik ve davetçilikte dayanışma içerisinde bulunmak sahabe sün­netinden sayılır. Amr îbnu Cemuh (R.a.)'ın ailesinde bu örneği net olarak gördüğümüz gibi aslında diğer ashâb da böyleydi. Anneler, babalar, çocuklar, kısaca ailenin her ferdi İslâm'ın davetçisi, davet yolunda diğer­lerinin yardımcısı ve tamamlayıcısıydı. Biz de bu yönde kendimize çeki düzen vermeliyiz. Davetçilikte birbirimizle yardimlaşmahyız. Birimizin ikna edemediğini diğerimiz ikna edebiliriz.

Davetçinin davetinde hikmet, siyaset ve sır sahibi olması gerekir. Hikmet, gerekeni gerektiği şekilde gereken zaman ve zeminde ifa etmek­tir.

Davetçinin davetinde hikmet, siyaset ve sır sahibi olması gerekir. Hikmet, gerekeni gerektiği şekilde gereken zaman ve zeminde ifa etmek­tir.