• Sonuç bulunamadı

Osmanlının zor yıllarında Rumeli göçmenlerinin Türk basınındaki sesi: 'Muhacir' gazetesi (1909-1910)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Osmanlının zor yıllarında Rumeli göçmenlerinin Türk basınındaki sesi: 'Muhacir' gazetesi (1909-1910)"

Copied!
142
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANA BİLİM DALI

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ BİLİM DALI

OSMANLININ ZOR YILLARINDA RUMELİ

GÖÇMENLERİNİN TÜRK BASININDAKİ SESİ:

‘MUHACİR’ GAZETESİ (1909-1910)

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Yrd. Doç. Dr. Ferudun ATA

Hazırlayan

Züriye ÇELİK

(2)

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ………...…iv KISALTMALAR………...vi GİRİŞ………..….………1 BİRİNCİ BÖLÜM MUHACİR GAZETESİ I- II. Meşrutiyet ve Basın………..…12

II- Rumeli Muhâcirîn-i İslâmiye Cemiyeti……….13

III- Gazetenin Yayın Hayatına Başlaması ve Amacı………..…….18

IV- Gazetenin Düşünce Yapısı……….…19

A- Vatandaşlık ve Bağlılık………....…20

B- Türklerin Siyasî Karakteri………...….21

C- Osmanlı Devleti’nin Durumu ve Avrupa………...22

D- Abdülhamid, Meşrûtiyet ve İstibdat………....24

E- Kapitülasyon………...……….…26

F- Donanma……….….27

G- Maârif……….…..29

H- Ziraat, Ticaret ve Sanayi……….….33

İKİNCİ BÖLÜM GÖÇ EDENLERİN DURUMU VE GÖÇ TEDBİRLERİ I- Göçlerin Sebepleri ve Bulgar Zulmü………....36

II- Gazetenin Göçü Engelleme Çabası……….….43

III- Osmanlı Devleti’nin Muhacirlerle İlgili Kurduğu Komisyonlar, Çıkardığı Nizamnâmeler……….…..47

IV- Muhacirlere Yapılan Yardımlar………53

V- Yabancı Basının Avrupa’yı Yanıltma Çabaları………56

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM GÖÇ VE İSKÂN I- İskân Bölgeleri……….………59

A- Edirne Vilâyeti’ne İskân Edilen Muhacirler………..………….61

(3)

2- Tekfurdağı’na(Tekirdağ) İskân Edilen Muhacirler………...….65

3- Babaatîk’e(Babaeski) İskân Edilen Muhacirler……….…....67

4- Gümülcine’ye İskân Edilen Muhacirler………...…….….67

5- İskeçe’ye İskân Edilen Muhacirler………...….69

B- Hüdavendigar Vilâyeti’ne İskân Edilen Muhacirler………....…70

1- Edremit’e İskân Edilen Muhacirler……….….…..71

2- Karamürsel’e İskân Edilen Muhacirler………..……....73

3- Kirmasti’ye İskân Edilen Muhacirler……….………..…..74

C- İstanbul Vilâyeti’ne İskân Edilen Muhacirler……….….75

D- Konya Vilâyeti’ne İskân Edilen Muhacirler………..…..77

1- Niğde’ye İskân Edilen Muhacirler……….78

2- Karaman’a İskân Edilen Muhacirler…………...………...……....79

E- Selânik Vilâyeti’ne İskân Edilen Muhacirler………...80

F- Suriye Vilâyeti’ne İskân Edilen Muhacirler……….……....81

II- Muhacirlerin Göçten Sonraki Durumu ve Bölge Halkı İle İlişkileri…………...….…..82

III- Muhacirler Tarafından Kurulan Köyler………...86

IV- Yabancı Devletlerin Muhacir Meselesine Bakışı………...…..88

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM OSMANLI DEVLETİ’NİN RUSYA VE BALKAN MİLLETLERİ İLE İLİŞKİLERİ I- Osmanlı-Rusya İlişkileri………...93

A- Rusya’nın Balkan Politikası………..….95

B- Balkan Milletleriyle Rusya’nın İlişkileri………..…..96

II- Osmanlı-Bulgaristan İlişkileri………..…97

A- Makedonya Meselesi………102

B- Gazetenin Makedonya Meselesine Bakışı……….…………...105

III- Osmanlı-Yunanistan İlişkileri………..……...…106

A- Girit Meselesi………...……….…109

B- Gazetenin Girit Meselesine Bakışı………..…………..112

IV- Sırbistan ve Karadağ İle İlişkiler………...……..113

SONUÇ……….116

BİBLİYOGRAFYA……….…117

(4)

ÖNSÖZ

XVI. yüzyılda en geniş sınırlara ulaşan Osmanlı Devleti, XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı karşısındaki üstünlüğünü kaybederek toprak vermeye başlamıştır. Bu toprak kaybı beraberinde birçok sorunu getirmiştir. Bunlardan biri de geri çekildiği topraklarda kalan Müslümanların Osmanlı sınırları içine doğru göç etmeye başlamasıdır. Devlet çok uzun bir süre bu muhacirlerin sevk ve iskân işlemleriyle uğraşmıştır.

Osmanlı Devleti göç eden Müslümanların ihtiyaçlarını karşılamak üzere çok sayıda komisyon kurarak muhacirlerin mağduriyetinin önüne geçmek istemiştir. Komisyonların yanı sıra yerli ve yabancı bazı cemiyetler yardım amaçlı faaliyetlerde bulunmuştur. Bu cemiyetlerden biri Rumeli Muhâcirîn-i İslâmiye Cemiyeti’dir. Cemiyet, Rumeli’den kopup gelen muhacirlerden kendini âdeta sorumlu tutmuş; zulüm gören Müslümanlardan hakaret işiten muhacirlere kadar birçok meselede bu durumu engelleyici çalışmalar yapmıştır. Ayrıca, çalışmalarına destek olmak amacıyla bir gazete çıkarmış, gerek Rumeli’deki gerekse Anadolu’daki muhacirlerin haklarını müdafaa etmiştir. “Muhacir” adı verilen bu gazete, II. Meşrutiyetin coşkusu içinde yerini bulmuş ve muhacirlerin menfaatini sağlamak amacıyla yayın hayatına başlamıştır. Muhacir meselesinin Osmanlı Devleti’nin uzun süre gündeminden düşmemiş olduğu ve yakın tarihin önemli konularından birini oluşturduğu düşünülürse, gazetenin bu meseledeki rolü daha iyi anlaşılır.

Muhacirlerle ilgili olarak birçok eser ve makale yayımlanmıştır. Bunların arasında; Bilâl N. Şimşir’in Rumeli’den Türk Göçleri adlı 3 ciltlik eseri ve Nedim İpek’in Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri (1877-1890) adlı eseri sayılabilir. Yine, Ahmed Halaçoğlu’nun Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk Göçleri (1912-1913) ve Justin McCarthy’nin Ölüm ve Sürgün adlı eseri önemlidir.

Bu çalışmanın temel kaynağı Muhacir gazetesidir. Ancak ihtiyaç duyulduğu zamanlarda farklı kaynaklardan istifade edilmiştir. Çalışma, dört bölümden meydana gelmiştir:

Birinci Bölüm’de; II. Meşrutiyetin ilanı ile oluşan cemiyetleşme süreci yer almış ve bu cemiyetlerden Rumeli Muhâcirîn-i İslâmiye Cemiyeti hakkında bilgi verilmiştir. Ayrıca, cemiyetin yayın organı olan Muhacir gazetesinin düşünce yapısı açıklanmıştır.

(5)

İkinci Bölüm’de; Osmanlı topraklarına yapılan göçlerin sebepleri belirtilerek devletin göçleri engelleme çabalarına ve muhacirler için aldığı tedbirlere yer verilmiştir.

Üçüncü Bölüm’de; Muhacir gazetesinde adı geçen iskân bölgeleri anlatılarak iskânların nerelere yapıldığından ve sevk edilen muhacirlerin durumlarından söz edilmiştir.

Son Bölüm’de ise; Osmanlı Devleti’nin Rusya, Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ ile ilişkileri üzerinde durulmuştur.

Bu çalışmada sürekli yardım ve desteğini gördüğüm Danışmanım Yrd. Doç. Dr. Ferudun Ata’ya sabrı ve ilgisi dolayısıyla teşekkür ederim. Ayrıca, yardımlarını esirgemeyen Hocam Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yılmaz’a ve Yrd. Doç. Dr. Mustafa Arıkan’a; özverisi için Meral Çelik ve Hüseyin Çelik’e teşekkürü borç bilirim.

Züriye ÇELİK

(6)

KISALTMALAR

Bkz. : Bakınız C. : Cilt Çev. : Çeviren Edit. : Editör

MEB : Milli Eğitim Bakanlığı

RMİC : Rumeli Muhâcirîn-i İslâmiye Cemiyeti S. : Sayı

s. : Sayfa

TTK : Türk Tarih Kurumu Yay. Haz. : Yayına Hazırlayan

(7)

GİRİŞ

Osmanlı Devleti, XVI. yüzyıldan itibaren duraklama dönemine girmiş ve 1699 Karlofça Antlaşması’nın belirlediği gerileme döneminden itibaren sürekli toprak kayıplarına uğramıştır. XVII. yüzyıl boyunca Anadolu’da meydana gelen karışıklıklarla uğraşmak zorunda kalan ve Avrupa’daki gelişmelerden haberdar olamayan Osmanlı Devleti giderek batı karşısındaki gücünü yitirmeye başlamıştır.

XIV. ve XV. yüzyıllarda Rönesans ve Reform dönemlerini; XVIII. ve XIX. yüzyıllarda ise iki sanayi devrimini yaşayarak kendini şekillendirmiş olan Avrupa, denizaşırı sömürgelerinden gelen kaynaklarla da malî yönden ilerlemeye başlamıştır. Avrupa’nın sosyal, siyasal ekonomik ve kültürel gelişmelerine1 yabancı kalan Osmanlı Devleti ise, yaptığı uzun savaşların da etkisiyle büyük sıkıntılara düşmüştür. XVIII. yüzyıldan itibaren bu sıkıntılardan kurtulmayı planlayan devlet, çeşitli düzenlemeler yapmış, ancak yaptığı ıslahatlar daha çok askeri alanda düşünülmüş ve gerilemenin getirdiği sonuçları ortadan kaldırmak niyetiyle yapılmış olduğu için kısa vadede işe yaramıştır. Özellikle XVIII. yüzyılda III. Selim’den itibaren ıslahat adımlarının atılmaya başladığı düşünülürse, daha 1625’de Ömer Talib adındaki Osmanlı gözlemcisinin yaptığı uyarıların pek etkili olduğu söylenemez. Ömer Talib, Avrupa’daki ilerlemelere dikkat çekerek daha önce Hindistan, İndüs ve Çin mallarının Müslümanlar tarafından dünyaya dağıtıldığını; şimdi ise bu malların Portekiz, Felemenk ve İngiliz gemileriyle bütün dünyaya dağıtıldığını söylemiş “… Bu nedenle İslam ülkelerinde altın ve gümüş azalmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu Yemen kıyılarını ve oradan geçen ticareti ele geçirmelidir; aksi halde çok geçmeden Avrupalılar İslam ülkelerine hükmedeceklerdir”2 demiştir.

Üç kıtaya yayılmış toprakları ve yaklaşık 36 milyon nüfusu ile Osmanlı Devleti3 XIX. yüzyıla gelindiğinde yıkılma devrine girmişti. Balkan milletleri ise, Fransız ihtilalinin getirdiği milliyetçilik akımının etkisiyle birer birer ayaklanmaya ve bağımsızlık istemeye başlamışlardı. Bu duruma sadece Fransız ihtilali sebep olmamıştı. Bağımsızlık isteklerinde,

1

Bayram Kodaman, “ II. Meşrutiyet Dönemi (1908–1914)”, Türkler, C. 13, Edit. Hasan Celal Güzel- Kemal Çiçek- Salim Koca, Ankara 2002, s. 166.

2

Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev. Metin Kıratlı, Ankara 2000, s. 28. 3

(8)

batılı devletlerin Balkanlarda oynadıkları oyunlar ve özellikle Rusya’nın desteği4 etkili olmuştu.

Osmanlılar Balkanlara ilk defa 18 ay süren bir akınla 1321’de ayak basmış ve Süleyman Paşa5’nın 1354’de Gelibolu civarındaki bazı kaleleri alması ile fetihler başlamıştır6. Batı eksenli ilerleme siyaseti güden Osmanlı Devleti için Balkanlar daima önemli olmuştur. Osmanlı Devleti’nin adeta üzerine titrediği Balkan toprakları, kuzeyde Tuna’nın aşağı kesimleri ve Sava ırmağı, doğuda Karadeniz, güneydoğuda Ege Denizi, güneyde Akdeniz, güneybatıda ise Yunan Denizi ile çevrilidir7. Bu topraklar için XIX. yüzyıl başından itibaren kullanılan Balkan kelimesi Türkçe’dir. “dağ”8, “sarp, geçit vermez dağlık arazi”9 yada “sık ormanlarla kaplı sıradağ”10 anlamına gelmektedir. Osmanlılar ise, “Balkan” yerine “Roma ülkesi” anlamına gelen “Rumeli” (Diyâr-ı Rum) demişlerdir11.

Balkanlardaki milliyetçilik akımının Balkan milletleri arasında benimsenmesi ile başlayan çözülme süreci, başta Rusya olmak üzere diğer devletlerin çıkarları doğrultusunda hareket etmeleri ve kışkırtmaları neticesinde nihayete ermiş; ilk olarak 1829’daki Yunan ayaklanması ile bağımsız bir Yunan devleti kurulmuştur. Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanması diğer Balkan milletleri için umut kaynağı olmuş ve bu tarihten itibaren çözülme hızlanmıştır. Bu durum Osmanlı Devleti’nde Tanzimat (1839) ve Islahat (1856) fermanlarının çıkarılmasıyla sonuçlanmıştır12. Ne var ki Balkan milletlerinin yatıştırılması mümkün olmamıştır.

Balkan milliyetçiliğini körükleyen devletlerin çıkarları Balkanların çözülmesinden yanaydı. Ancak bu çözülmede esas rolü Rusya oynamıştı. Rusya, XVIII. yüzyılda Çar I. Petro’nun sıcak denizlere inmek için İsveç ve Osmanlı üzerinden iki yönlü planı13 ile

4

Haluk Ülman, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Dış Politika ve Doğu Sorunu”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C. 1, İstanbul (basım tarihi yok), s. 272.

5

Süleyman Paşa, Orhan Bey’in oğludur. Rumeli fatihi olarak anılmaktadır. Bkz. D. Mehmet Doğan, “Rumeli”, Osmanlı Ansiklopedisi(Tarih/Kültür/Medeniyet), C. 1, İstanbul 1996, s. 108.

6

M. Doğan, “Rumeli”, s. 108. 7

Balkanlardaki Gelişmeler ve Türkiye’ye Etkileri ile Balkanlar-Türkiye Otoyol Projesi, Harp Akademileri Basım Evi, İstanbul 1999, s. 2.

8

Georges Castellan, Balkanların Tarihi, Çev. Ayşegül Yaraman-Başbuğu, İstanbul 1995, s. 15. 9

Yılmaz Öztuna, Rumelini Kaybımız 93 ve Balkan Savaşları, İstanbul 1990, s. 9. 10

Balkanlardaki Gelişmeler, s. 1. 11

M. Doğan, “Rumeli”, s. 108. Ayrıca bkz. Halil İnalcık, “Rumeli”, İslâm Ansiklopedisi, C. 9, s. 766-767; Besim Darkot, “Balkan”, İslâm Ansiklopedisi, C. 2, İstanbul 1970, s. 280-281; Hikmet Öksüz, “Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı Öncesi Balkanlarda Yaşamış Olduğu Siyasal Süreç”, Osmanlı, C. 2, Edit. Güler Eren, Ankara 1999, s. 484.;“Balkan” Türkçe bir kelime olmasına rağmen daha çok batılılar tarafından kullanılmıştır. Bu konuyla ilgili bkz. Bilâl N. Şimşir, Rumeli’den Türk Göçleri, C. 2, Ankara 1989, s. XVII-XX. 12

Adil Adnan Öztürk, “Sosyo-Ekonomik Yapıya Etkileri ile Rumeli’den İzmir’e Yapılan Göçler (1878–1921)”, Tarih ve Toplum, C. 30, S. 178, Ekim 1998, s. 54.

13

Hayati Doğanay, “Dıştan Anadolu’ya Göçün Nüfus Artışı Üzerindeki Etkilerine Genel Bir Bakış (1783– 1976)”, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi, S. 12, s. 354.

(9)

harekete geçmiş, ayırıcı fikirlerini önce kendi topraklarında, daha sonra Yunanistan’da yaymaya başlamış ve böylece Yunan isyanının arka planını oluşturmuştur. Yine, Sırbistan’ın 1830’lardan sonra özerklik kazanmasında bu devletin rolü vardır14. Rusya’nın bu milletlerin bağımsızlıklarını kazanmalarında gösterdiği çaba, Osmanlı’dan ayrılan toprakların Slavlaştırılması ile açık denizlere inmeyi hedeflemesinden kaynaklanır.

Her ne kadar Balkanlarda çevrilen entrikaların büyük kısmı Rusya’ya ait olsa da Rusya’nın Balkanlarda gelişmesinden rahatsız olan Avusturya Macaristan da Bosna ve Hersek’teki Hıristiyan köylülerin ayaklanmalarını desteklemiş, bu bölgenin Rusya kontrolüne geçmesini önlemeye uğraşmıştır15. İngiltere ise, Anadolu’daki askeri konsolosları vasıtasıyla her an gelişmeleri takip ederek çıkarlarına uymayacak durumları kontrol altında tutmaya çalışmıştır16.

Balkanlarda fitili ateşlenen milliyetçilik akımı 1830’da Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasına yol açmıştı. Fakat ilk kıpırdanış daha öncesinde Sırp ayaklanması ile olmuştu. Nihayetinde Sırplar da Bükreş Barışı’yla özerk hale gelmiş; arkasından 1829’da Eflak ve Boğdan muhtariyet kazanmıştı. Fransa ise, sömürgelerini İngiltere’ye kaptırmanın acısıyla ve Osmanlı’nın iç işleriyle uğraşmasını fırsat bilerek Cezayir’i işgal etmişti17.

Avrupa devletlerinin ve özellikle Rusya’nın kışkırtmalarıyla Bosna ve Hersek’te çıkan isyanlar Bulgaristan’a, Karadağ’a ve Sırbistan’a sıçramıştı. Osmanlı Devleti, Rusya’nın savaşa son vermesini istediği ültimatomu sonrası Sırbistan ile üç aylık bir ateşkes imzalamıştı. Avrupa devletleri duruma el atarak Osmanlı Devleti’nin Bosna ve Hersek ile Bulgaristan’a bağımsızlık vermesini, Sırbistan ve Karadağ’dan da çekilmesini isteyince Osmanlı Devleti İstanbul Konferansı (23 Aralık 1876) ile alınan bu kararları kabul etmemiş; ancak Rusya ve Avrupa devletlerinin istekleri doğrultusunda bu sefer de 31 Mart 1877’de Londra Protokolü imzalanmıştı. Osmanlı Devleti bu protokolü de kabul etmeyince Rusya savaş ilan etmişti18. 1877’de Kafkas ve Tuna olmak üzere iki cephede savaşmak zorunda kalan devlet, bazı başarılar elde ettiyse de Kars, Ardahan ve Çatalca Rusların eline geçmiş; Plevne’yi ele geçiren Ruslar, Edirne’ye girmeyi başarmışlardı. Bu savaş esnasında Bulgaristan ve Sırbistan’daki Müslüman halk Rus zulmünden kaçarak İstanbul’a doğru göçe

14

Stanford Shaw, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Azınlıklar Sorunu”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, Çev. Ahmet Günlük, C. 4, İstanbul (basım tarihi yok), s. 1003.

15

S. Shaw, “Azınlıklar”, s.1003. 16

Uygur Kocabaşoğlu, “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında İngiliz Konsoloslarının Etkinlikleri”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç (15-17 Ekim 1997 Sempozyuma Sunulan Tebliğler), Haz. İsmail Soysal, Ankara 1999, s. 184-185.

17

H. Ülman, Dış Politika, s. 272. 18

(10)

başlamışlardı19. Rusya’nın ilerlemesini kendi çıkarlarına tehdit olarak gören Avrupa devletleri duruma müdahale edince önce 31 Ocak 1878’de Rusya ve Osmanlı arasında Edirne Ateşkesi; ardından 3 Mart 1878’de Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması imzalanmıştı20.

29 maddeden oluşan ve uygulanması durumunda Osmanlı’nın Avrupa’daki topraklarının % 70’inin Bulgarlara vermesi gerekeceği21 antlaşmanın Rumeli’yi ilgilendiren kısımlarına göre: Karadağ, Sırbistan ve Romanya bağımsız bir devlet olacak; Bulgaristan, Osmanlı Devleti’ne vergi veren özerk bir hale gelecek; Bulgaristan prensi halk tarafından seçilip Bâbıâli tarafından onaylanacaktı. Bosna ve Hersek’te, belirlenen ıslahatlar yapılacak; Rusya’ya 1 milyar 410 milyon ruble savaş tazminatı verilecek ve bu miktarın 1 milyar 110 milyonuna karşılık Kars, Ardahan, Batum, Eleşkirt ve Beyazıt Rusya’ya bırakılacaktı. Antlaşmanın onaylanmasından itibaren Rus askerleri üç ay içerisinde Rumeli’yi(Bulgaristan hariç); altı ay içerisinde de Anadolu’yu boşaltacaktı22.

Osmanlı Devleti savaşı kaybedeceğini anladığında 1856 Paris Barış Antlaşması’nı imzalayan devletlere başvurarak arabuluculuk yapmalarını istemiş, İngiltere tarafsızlık politikasına devam edeceğini söyleyerek bu istediği kabul etmemişti23. Ne var ki Rusya’nın Ayastefanos Antlaşması’yla elde ettikleri duyulunca paniğe kapılan Avrupa devletleri antlaşmanın yeniden ele alınmasına karar vermişti. Başta İngiltere ve Avusturya, Rusya’nın Osmanlı üzerinde nüfuz kuracağını ve Balkanlar üzerinden elde edeceği başarılarının kendi çıkarlarına ters düşeceğini görerek, kurulacak yeni dengenin içinde olmak, daha doğrusu bu dengeyi kendileri oluşturmak istemişti. Böylece Berlin Kongresi toplanmış ve kongre sonunda 64 maddelik yeni bir antlaşma imzalanmıştı. Osmanlı’nın 287.510 km2 toprak kaybedeceği antlaşmanın24 başlıca esasları şöyleydi: Ayastefanos Antlaşması ile Bulgaristan’a verilen topraklar üç bölgeye ayrılıyordu. Birici bölgede; Bulgaristan yine Osmanlı Devleti’ne vergi veren özerk bir prenslik olacak, Bulgar prensini halk seçecek ve bu prens büyük devletlerin hanedanından olmayacaktı. Ayrıca Bulgaristan’da Osmanlı askeri

19

93 Harbi’nde Rus işgaline karşı sadece Rodoplar bölgesindeki Türkler karşı koyabilmiştir. Hatta Rodop Türkleri Batı Trakya’da ilk geçici Türk hükümetini kurmuş ve Paris Antlaşması’nı imzalayan devletlerin İstanbul’daki elçilerine bir muhtıra göndererek (16 Mayıs 1878) Ayastefanos Antlaşması’nı protesto etmiş, topraklarını her şartta koruyacaklarını belirtmiştir. Rodoplar bölgesi, önce Doğu Rumeli dahiline daha sonra da Bulgaristan sınırları içine alınmış; bu bölge Müslümanlarının direnişi sayesinde ise nihayet 1886’da imzalanan İstanbul Konferansı ile Doğu Rumeli’deki Kırcaali ve Rodop Müslüman köyleri Osmanlı’ya bırakılmıştır. Bkz. H. Yıldırım Ağanoğlu, Osmanlı’dan Cumhuriyete Balkanların Makûs Talihi Göç, İstanbul 2001, s. 35-36. 20

Ahmet Maranki, Balkan Mezalimi, İstanbul 1993, s. 283. 21

Nedim İpek, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri (1877-1890), Ankara 1994, s. 111. 22

Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1789-1914, Ankara 1997, s. 521-522. 23

A. Gül Tokay, “Ayastefanos’tan Berlin Antlaşması’na Doğu Sorunu (Mart-Temmuz 1878)”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç (15–17 Ekim 1997 Sempozyuma Sunulan Tebliğler), Haz. İsmail Soysal, s. 190.

24

(11)

bulunmayacaktı. İkinci bölgede; Balkanların güneyinde Doğu Rumeli adında Osmanlı’ya bağlı bir eyalet kurulacak, bu eyaletin başına büyük devletler tarafından onaylanacak bir Hıristiyan vali Osmanlı tarafından atanacaktı. Üçüncü bölge ise, Makedonya toprakları olacaktı ve Osmanlı Devleti burada ıslahat yapacaktı. Girit’teki özel statü korunacak, Osmanlı ile Yunanistan arasında sınır görüşmeleri yapılacak; anlaşamazlarsa büyük devletlere başvuracaklardı25. Bosna ve Hersek Osmanlı Devleti’ne bağlı olacak, ancak Avusturya tarafından yönetilecekti. Karadağ, Sırbistan ve Romanya bağımsız olacak; Kars, Ardahan ve Batum Rusya’ya verilecekti. Buna karşın Rusya da Eleşkirt ve Beyazıt’ı Osmanlı’ya bırakacaktı. Osmanlı Devleti ile Rusya arasındaki savaş tazminatının ne kadar olacağı ise daha sonra taraflarca belirlenecekti.

Berlin Antlaşması Osmanlı Devleti için bir dönüm noktası olmuş, Balkanlardaki kayıpların meşrûiyeti tescillenmişti. Nitekim 1879 Mayısında Doğu Rumeli krizi patlak vermiş26, Berlin Antlaşması’yla oluşturulan 32.594 km2’lik Özerk Doğu Rumeli Vilayeti 1885’de Bulgaristan prensliğine katılmıştı27. Bulgarlar Berlin Antlaşması’yla elde ettiklerinden memnun değillerdi. Antlaşmadan sonra faaliyetlerine hız vermişler ve Doğu Rumeli’nin topraklarına dâhil olması için mücadele etmişlerdi. 1908’de ise Osmanlı içindeki karışıklıklardan istifade ederek bağımsızlıklarını ilan edeceklerdi.

Berlin Antlaşması’ndan sonra Yunanistan da boş durmamış; Girit Hıristiyanlarına silah ve asker yardımı yapmaya, adanın kendi topraklarına katılmasını sağlamaya çalışmıştı. Nihayet Osmanlı’dan Girit’e muhtariyet verilmesini istemiş; Osmanlı bunu kabul etmeyince Doğu Rumeli’nin Bulgaristan’a katılmasından cesaret alarak Girit’i ilhâk etmişti. Bunun üzerine Osmanlı Devleti 17 Nisan 1897’de Yunanistan’a savaş ilan etmişti28. Avrupa devletlerinin araya girmesiyle savaş sona ermiş; 20 Mayıs 1897’de İstanbul’da yapılan antlaşmayla Girit’in Osmanlı idaresinde kalmasına, ancak Yunanistan tarafından onaylanacak ve Osmanlı tarafından atanacak Hıristiyan bir vali tarafından yönetilmesine karar verilmişti. Yunanistan’ın savaş tazminatı ödediği anlaşmadan 1912’ye kadar Girit Yunanistan kontrolüne girecek; bu tarihten itibaren ise Yunanistan’a bağlanacaktır. Yine bu tarihte Arnavutluk’ta bir isyan çıkacak ve onların da bağımsız olması sağlanacaktır.

25

Antlaşmanın imzalandığı kongreye Yunanistan resmen katılmamakla birlikte Bismarck’ın baskısı sonucu sadece Yunanistan ile ilgili maddelerin tartışıldığı oturuma katılmalarına izin verilmiştir. Bkz. A. G. Tokay, “Doğu Sorunu”, s. 198.

26

F. Armaoğlu, Tarih, s. 549. 27

Mahir Aydın, “Doğu Rumeli Vilayeti”, Osmanlı, C. 2, Edit. Güler Eren, Ankara 1999, s. 332. Özerk Doğu Rumeli Vilayeti ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Mahir Aydın, Şarki Rumeli Vilayeti, Ankara 1992.

28

Cemal Özkan, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Savaşlar ve Antlaşmalar”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C. 5, İstanbul (basım tarihi yok), s. 1372.

(12)

XVIII. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti’nin Balkan milletleriyle ve özellikle Rusya ile yaptığı savaşlar ve Balkan milletlerinin lehine sonuçlanan antlaşmalar yöre halkının hayatını zorlaştırmakla29 kalmamış; aynı zamanda bu topraklarda yaşayan Müslüman halkın göç etmesine yol açmıştır. Balkanlardan yapılan göçlerin arka planında Balkan milletlerinin Müslüman halka karşı tecavüzkâr davranmaları, baskı kurarak gündelik yaşamlarını zorlaştırmaları ve zulmetleri yatar. Öyle ki, Osmanlı topraklarına göç etmek için yola düşen muhacir kafilelerini dâhi kılıçtan geçirmişlerdir. 1877’de Varna yolu üzerinde bulunan bir Türk muhacir kafilesinin Rus süvarileri tarafından kılıçtan geçirilmesinin ardından daha uzaktaki Kızanlık, Havsa, Babaatîk(Babaeski), Pınarhisar ve Hayrabolu gibi bölgelerdeki Müslüman halk korkuya kapılarak göç etmeye başlamıştır30.

Balkanlardaki milletlerin Müslüman halkı göçe zorlama biçimleri farklılık gösterir. Müslüman halkın yaşam koşullarını zorlaştırma, gümrük ve vergi gibi yollarla baskı kurma, zulüm ve katliamlarla Müslüman nüfusu yok etmeye çalışmak gibi31. Bu zulüm ve katliamları Rusya teşvik etmiş, Avrupa devletleri ise katliamlara kayıtsız kalmıştır32.

Osmanlı’nın eski gücünü yitirmesi ile birlikte Balkan topraklarından çekilme sürecinin başlaması, beraberinde Müslüman halka karşı acımasız katliamları ve haksızlıkları getirmiş; halk akın akın Osmanlı topraklarına göçe başlamıştır. Doğu Rumeli bölgesindeki Müslüman halk, Bulgaristan Türklerinin Şûrâ-yı Emâret üyesi Hacı Mehmed Ali Ağa’ya sundukları layıhada göç etme sebeplerini açıklamıştır. Layıhada; seçim sistemi, vergi, askerlik, resmi ve adli işler ile her türlü kamu hizmetlerinde Müslümanlara karşı adaletsizlik ve haksızlıkların olduğu; Bulgar komşularının şiddet ve baskı uyguladığı; Müslüman halka haksız borç yüklendiği ve din serbestliğinin olmadığı belirtilmiştir33.

Osmanlı Devleti, kuruluş ve yükselme dönemlerinde fethettiği topraklara Müslümanları iskân ediyor, buralara Türk kültür ve medeniyetini getiriyor, adaleti ve hoşgörüsü ile yöre halkının kendisini benimsemesini sağlıyordu. Böylelikle devamlı olarak içten dışa doğru bir genişleme ve iskân politikası güdüyordu. Ancak, Türk kültür ve medeniyetiyle İslam’ın getirdiği adaleti ve hoşgörüyü yaydığı bu topraklardan artık çekiliyor; bu sefer de dıştan içe

29

Berlin Antlaşması’ndan sonra Balkanlarda yeni sınırlar çizilmiş ve Sekiler adlı bir köy, Karadağ ve Osmanlı Devleti arasında paylaştırılmıştır. Bkz. Reşat Kasaba, “Göç ve Devlet Bir İmparatorluk-Cumhuriyet Karşılaştırması”, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Problemler, Araştırmalar, Tartışmalar (I. Uluslararası Tarih Kongresi, 24–26 Mayıs 1993), Yay. Haz. Hamdi Can Tuncer, İstanbul 1998, s. 339–340.

30

N. İpek, Türk Göçleri , s. 23. 31

Faruk Kocacık, “Rumeli’den Anadolu’ya Yönelik Göçler ve Sonuçları”, Osmanlı, C. 4, Edit. Güler Eren, Ankara 1999, s. 657.

32

Ahmet Halaçoğlu, “Bulgar Mezalimi”, Türkler, C. 13, Edit. Hasan Celal Güzel- Kemal Çiçek- Salim Koca, Ankara 2002, s. 309.

33

(13)

doğru bir gerilemeye mecbur tutuluyordu. Bu zorunlu göç, Osmanlı tarihinde geri çekiliş ile birlikte başlamış; göç (muhaceret) ve göçmen (muhacir) kelimelerini özellikle yakın tarihimiz için dikkate değer bir kavram haline getirmiştir. Göç kelimesi; iskân edildikleri toprakları bırakarak başka bir iskân bölgesine doğru yola düşen göçmenlerin bu yer değiştirme hareketine34; göçmen de; göç hareketini gerçekleştirene35 denir. Osmanlıca belgelerde ise, “göç” ve “göçmen” yerine “muhaceret” ve “muhacir” kavramları kullanılmıştır36.

Osmanlı döneminden itibaren meydana gelen göç olaylarını dört gruba ayırmak mümkündür: 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı’na kadarki göçler, ilk dönem göçlerdir. Bu savaştan Balkan savaşlarına kadarki göçler, ikinci dönem göçler; Balkan savaşlarından Cumhuriyet’e kadarki göçler, üçüncü dönem göçleridir. Son dönem göçler ise, Cumhuriyet döneminde meydana gelen göçlerdir.

İlk dönem göçler; XVIII. yüzyılın başından 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’na kadar geçen sürede özellikle Kırım, Bulgaristan, Kafkasya, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya’dan olmuştu37. 1768 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası Rusya Kırım’ı ilhâk etmiş ve burayı yağmalamıştı (1771). I. Abdülhamid’in imzaladığı Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım bağımsızlık kazanırken, Osmanlı Devleti; Kerç, Kalburun, Kabartay bölgesi, Azak kalesi ve dolayları ile Buğ ve Dinyestr nehirleri arasındaki toprakları kaybetmişti38. Kırım’ın Ruslar tarafından ilhâk edilmesinden sonra göç edenlerin bir kısmı İstanbul’a gelirken, bir kısmı da Dobruca’ya yerleşmişti39.

1804 yılındaki Sırp isyanından sonra yine toplu olarak göçler başlamış; 1806–1812 tarihleri arasında yaklaşık 200.000 Müslüman göç etmişti40. 1828–1829 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra da pek çok Müslüman göçe mecbur tutulmuş; 1854–1856 tarihleri arasındaki Kırım Savaşı’ndan sonra ise, 1863’e kadar yaklaşık 475.000 Müslüman göç

34

N. İpek, “Muhâceret”, s. 661. 35

“göçmen” kavramı yanında “mülteci” kavramı da tartışılmış; İngilizce ve Fransızca olarak kullanılan réfugié ve refugee kelimelerinin “göçmen” yerine “mülteci” anlamında kullanıldığı söylenmiştir. Bkz. B. N. Şimşir, Türk Göçleri, s. XX; Kamus-ı Türki’de muhâcir: “Ailece yerleşmek üzere diyar-ı ahara giden adam”; mülteci de: “Bir yere ya da adama kaçıp himaye talep eden” olarak tanımlanmıştır. Bkz. Şemsettin Sami, Kamus-ı Türki, Dersaadet 1317, s. 1400,1435.

36

B. N. Şimşir, Türk Göçleri, s. XXI; Nedim İpek, “Göçmen Köylerine Dair”, Tarih ve Toplum, C. 25, S. 150, s. 15.

37

Faruk Ayın, “1878 (H. 1295)’de Osmanlı Devleti’nde Meydana Gelen Göç Hareketleri ve Göçmenlerin İskânı”, Askeri Tarih Bülteni, S. 34, Ankara 1993, s. 34.

38

Hayati Doğanay, “Dıştan Anadolu’ya Göçün Nüfus Artışı Üzerindeki Etkilerine Genel Bir Bakış (1783– 1976)”, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi, S. 12, s. 355–356.

39

Mehmet Yılmaz, “XIX. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nin Muhaciri İskân Politikası”, Osmanlı, C. 4, Edit. Güler Eren, Ankara 1999, s. 587.

40

(14)

ederek Rumeli’ye yönelmişti41. Bu göçlerdeki muhacir sayısının 1867’ye kadar 500.000’in üzerine çıktığı düşünülecek olursa, Rusların ele geçirdikleri topraklardaki Türk ve Müslüman halkı bu topraklardan atmak için nasıl sabırsızlandığı daha iyi anlaşılır.

1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın başlamasından itibaren ikinci göç dalgası başlamış; bu tarihte kadar 1 milyondan fazla muhaciri iskân etmiş42 olan Osmanlı Devleti daha büyük bir göç sorunuyla karşı karşıya kalmıştır.

Berlin Antlaşması ile Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsız olmuş, Bosna ve Hersek Avusturya’nın ilhâkına bırakılmıştı. Bu sebeple bu topraklarda yaşayan Türk ve Müslüman halkın yaşamı gittikçe zor bir hâl almaya başlamıştı. Mal ve mülklerini dahi arkalarında bırakarak kaçan ve Osmanlı’ya sığınan muhacirler için Osmanlı Hükümeti de gereken tedbirleri almış, iskân komisyonları kurarak, gelen muhacirlerin sıkıntı yaşamaması ve aciz durumda kalmaması için çabalamıştır. Ne var ki, gelen muhacir kafileleri Osmanlı Hükümeti’ni büyük bir zorluk içinde bırakmıştır.

1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı esnasında Balkanlardan yaklaşık 1 milyon Türk, topraklarından koparak göç etmek mecburiyetinde kalmıştı43. Bu sayının 650.000’ini sadece Bulgaristan’dan gelenler oluşturuyordu44.

Kafkaslar ve Doğu Anadolu’dan göç edenler Erzurum’a; Balkanlardan gelen muhacirler ise İstanbul’a geliyordu. Osmanlı Devleti muhacirleri önce geçici iskân bölgelerine gönderiyordu. Bu bölgeler; şehirlerin cami, medrese ve tekkeleri ile konak veya bağ evleri olabiliyordu. Geçici iskân bölgelerine yerleştirilenler daha sonra daimî olarak iskân olunacakları yerlere sevk ediliyordu. Muhacirler Anadolu’ya iki güzergahtan gönderiliyordu. Birinci yol, İstanbul üzerinden; ikinci yol ise Varna, Ahyolu Bergosu, Tekirdağ, Dedeağaç ve Selânik gibi liman ve iskeleler üzerinden geçiyordu45.

1908’de Bosna-Hersek bunalımını atlatan; Bulgaristan ve Sırbistan ile Makedonya sorununu yaşayan; Yunanistan’ın Girit’e, İtalya’nın Trablusgarb’a göz dikmesine karşı topraklarını savunmaya çalışan Osmanlı Devleti, II. Wilhelm’in yeni dış politikasının etkisiyle Almanya ile yakınlaşmıştı. Bulgaristan “Büyük Bulgaristan” emelini gerçekleştirmeye çalışıyor; Sırbistan ise Bulgaristan’a karşı Makedonya’da hak iddia ediyordu. İngiltere Kralı VII. Edward ile Rus Çarı II. Nikola’nın 1908’de Reval’de yaptıkları

41

İsmail Garbinski, “Muhaceret-i Muntazama”, Türk Yurdu, S. 23, İstanbul 1328, s. 377. 42

Süleyman Erkan, “XIX. Yüzyıl Sonlarında Osmanlı Devleti’nin Göçmenleri İskân Politikasına Yabancı Ülkelerin Müdahaleleri” , Osmanlı, C. 4, Edit. Güler Eren, Ankara 1999, s. 614.

43

Adil Adnan Öztürk , “Sosyo-Ekonomik Yapıya Etkileri İle Rumeli’ den İzmir’e Yapılan Göçler (1878-1912)” , Tarih ve Toplum , C. 30 , S. 178 , s. 54.

44

H. Doğanay , Nüfus Artışı, s. 363-365. 45

(15)

görüşme ile Balkanlardaki çıkarlarını yeniden hesaplamaları, Osmanlı Devleti ile Balkanları ve diğer devletleri yeni bir savaşın eşiğine getiriyordu. Nitekim 1912 yılında peş peşe yapılan Balkan ittifakları bunu doğrulamış; 8 Ekim 1912’de Karadağ’ın Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmesi I. Balkan Savaşı’nı başlatmıştı46.

Balkan savaşlarında Osmanlı Devleti Avrupa’daki topraklarının % 83’ünü kaybetmişti 47

. Savaş esnasında Bulgar zulmünden kaçarak yaklaşık 440.000 Türkün göç ettiği belirtilmektedir48. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sonrasında gelen muhacirler gibi, gelenler yine önce geçici iskân bölgelerine gönderilmişti. İstanbul’daki Sevkiyât-ı Muhâcirin Komisyonu sevk işlemleriyle; İskân-ı Muhâcirin Komisyonu da muhacirlerin sıkıntılarıyla ilgileniyordu. Hilal-i Ahmer Cemiyeti ise, iaşelerinin temini için uğraşıyordu49.

Rusya’nın Osmanlı topraklarına göz dikmesiyle başlayan göç, Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. 1923-1949 tarihleri arasında 143.121 kişi göç ederken; II. Dünya Savaşı’ndan sonra göç etmek kısıtlanmış ve bu dönemde ise 2.000’den fazla kişi Türkiye’ye göç etmiştir50.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan göç meselesi ve yaşanan sıkıntılar kolay atlatılmamış; muhacirler hem iskân edildikleri bölgelerdeki ekonomik ve demografik dengeyi değiştirmişler hem de bu topraklarda kendi iş kalitelerini bulmaları zaman almıştır. Bazı muhacirlerin ise, yöre halkı ile aralarında sorunlar yaşanmıştır51. Buna karşılık sanayi, tarım ve hayvancılığa katkıları olmuş, iskân edildikleri bölgelerde üretimi artırmışlardır52.

46

Hikmet Öksüz , “ Osmanlı Devleti’ nin Birinci Dünya Savaşı Öncesi Balkanlarda Yaşamış Olduğu Siyasal Süreç”, Osmanlı, C. 2, Edit. Güler Eren, Ankara 1999, s. 485-486.

47

Ahmet Halaçoğlu , “ Balkanlardan Anadolu’ya Yönelik Göçler”, Türkler, C. 13, Edit. Hasan Celal Güzel- Kemal Çiçek- Salim Koca, s. 888.

48 A. Maranki , Mezalim, s. 285. 49 H. Y. Ağanoğlu , Göç, s. 187. 50 A. Maranki , Mezalim, s. 285-287. 51 F. Kocacık, “Göçler”, s. 657-658. 52 H. Y. Ağanoğlu , Göç, s. 103-104.

(16)

BİRİNCİ BÖLÜM

MUHACİR GAZETESİ

Muhacir gazetesi, 22 Aralık 1909’da İstanbul’da yayımlanmaya başlamış ve son yayınını yaptığı 1 Aralık 1910 tarihine kadar 90 sayı yayımlanmıştır. Türkçe olarak haftada iki gün (çarşamba ve cumartesi) yayımlanan gazete, 1.-62. sayılar arası Muhammed Hulusi’nin; 62. sayı ile beraber Ahmed Şükrü’nün mesûl müdürlüğünde çıkmıştır. Ahmed Şükrü aynı zamanda Rumeli Muhâcirin-i İslâmiye Cemiyeti Genel Merkezi’nin müdürü ve Sivas Seçim Daireleri’nin mebusudur. Gazetenin baş yazarı da Ahmed Şükrü’dür. İmtiyaz sahibi ise Prâvadili Bekir Sıtkı’dır.

Gazetenin idarehânesi sürekli değişmiştir. 1.-35. sayılarda idarehânesi Direklerarası’nda Letâfet Apartmanı’ndaki 33 numaralı odadır. 36.-80. sayılarda ise, Direklerarası’nda Bosna-Hersek Apartmanı’ndadır53.

Gazete, önce Metin Matbaası’nda, daha sonra da sırasıyla Necm-i İstikbal (4.-32.); Rûşen (33.-75.); Hürriyet (76.-88.); Şurayı Ümmet (89.) matbaalarında ve son olarak tekrar Rûşen Matbaası’nda (90.) basılmıştır.

Gazeteye “Muhacir” adının verilmesine ilişkin gazetenin ilk sayısında yapılan açıklama şöyledir: “Gazetemizin bu nâm ile tesmiyesi [isimlendirme] cemiyetimizin nâmıyla münâsebeti bulunmasından ve ancak hicret-i nebevîye [Hz. Muhammed’in hicreti] vuku’ndan sonra dîn-i mübin-i Ahmediye [İslâm dini] ’nin tevessü’ [genişleme] ve intişârı [yayılma] vuku’bulmasından nâşi [dolayı] olmak bizce mukaddes tanınmasından ileri gelmiştir”54.

Gazete, zulüm ve haksızlıklara dayanamayarak Osmanlı topraklarına göç eden muhacirlere yardım amaçlı kurulmuş olan Rumeli Muhâcirîn-i İslâmiye Cemiyeti’nin yayın organıdır ve aynı amaca hizmet etmektedir. Gazetenin logosunda alt başlık olarak verilen bilgide, “Sîyasîyat ile malûmat-ı zirâiye, sanâiye, ilmiyeden bahs ve Rumeli Muhâcirîn-i İslâmiye Cemiyet-i Hayriyesinin efkârına hâdim” olduğu yazılıdır. (Bkz. Ek: 2)

Gazete, dönemin diğer gazeteleri gibi haber toplarken çeşitli ajansları kullanmış, Balkan devletlerindeki seyyar muhabirleri vasıtasıyla gelişmeleri takip etmiştir. Bunun yanında

53

Muhacir, 23 Nisan 1910, nr. 36, s. 4. 54

(17)

kendilerine gönderilen muhacir mektuplarını da aynen yayımlamış, muhacirlere yönelik her türlü yardım ve desteğe katılmıştır.

Gazetenin yazarları: Lofçalı Muhammed Hulûsi, Varnalı Ahmed Hilmi, Prâvadili Bekir Sıtkı, Ahmed Şükrü, Yusuf Kenân, Ahmed Fikri, İbrahim Hakkı, Ebu’l-Bahâ ve Köstenceli Doktor İsmail İbrahim’dir. Gazetede ayrıca; İsmail Hakkı, Edhem, Vecdi, Fikri, Zühdü, Filibeli Harun er-Reşid ve Dobrucalı Şükrü adlarında birçok yazar vardır. Yine, “Basir” adıyla birçok yazı yazan ve Anadolu gezisine çıkarak Anadolu’nun çoğu şehrini dolaşan, gördüklerini “Anadolu Mektubu” başlığıyla 16 makale halinde anlatan bir muhabir vardır. Son olarak, Osmancık(Karahisarışarki muhabiri) ve Gemici(Bulgaristan seyyar muhabiri) adlı muhabirleri vasıtasıyla yayınlanan haberler yanında birçok isimsiz yazı, yerli ve yabancı ajans haberleri ile dönemin gazetelerinden alınan parçalar bulunmaktadır.

Yaklaşık bir sene yayımlanmış olan gazetenin son sayısında, Muhacir gazetesi idarehânesinde meydana gelen büyük bir ihtilastan (hırsızlık) bahsedilmiş ve bu sebeple 25 gün yayımlanamadığı söylenmiştir. Tekrar yayıma devam edileceği ifade edilmesine rağmen gazetenin başka sayısı çıkmamıştır55.

I- II. Meşrutiyet ve Basın

Sadrazam Sait Paşa’nın 11 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyeti ilan etmesinden sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından basında sansür kaldırılmış ve basın için “hürriyet” dolu günler başlamıştı. Öyle ki II. Meşrutiyet döneminin önemli gazeteleri olan İkdam, Sabah, Tercüman-ı Hakikat gazetelerinin idarehânelerinde meşrutiyetin getirdiği “hürriyet coşkusu” yaşanıyordu 56.

II. Meşrutiyet basında yeni ve önü alınmaz bir dönemin kapısını açmış, o zamana kadar sansür sebebiyle istedikleri şekilde haber yazamayan gazeteler satış rekorları kırmaya başlamıştı57. Sadrazam Ali Paşa’nın 1854’de “Milletin zaafını millete söylemek bir vatanperverlik değildir ” sözüne inat meşrutiyetin ilk üç buçuk yılında 607 gazete ve dergi yayımlanmış ve 200 kadar gazete için imtiyaz alınmıştı58.

14 Temmuz 1909’da kabul edilen Matbuat Kanunu ile herkes matbaa açabilir hale gelmişti59. II. Meşrutiyet döneminin ilk gazetesi Neyyir-i Hakikat’ti60. Meşrutiyet

55

Muhacir, 1 Kanûn-ı Evvel(Aralık) 1910, nr. 90, s. 2. 56

Fuat Süreyya Oral, Türk Basın Tarihi, (basım yeri ve tarihi yok), s. 166. 57

Ali Birinci, “ 31 Mart Vak’asının Bir Yorumu ”, Türkler, C. 13, Edit. Hasan Celal Güzel- Kemal Çiçek- Salim Koca, Ankara 2002, s. 195.

58

Hıfzı Topuz, 100 Soruda Türk Basın Tarihi, İstanbul 1973, s. 104. 59

Server R. İskit, Türkiyede Neşriyat Hareketleri Tarihine Bir Bakış, İstanbul 1939, s. 131. 60

(18)

döneminde faaliyette olan gazetelerden başlıcaları ise şunlardı: Yeni Gazete, Tanin, Mizan, Hukuk-u Umûmiye, Serbesti, Saday-ı Millet, Şuray-ı Ümmet, Takvim-i Vakayi, Osmanlı, Volkan, Tercüman, Tasvir-i Efkâr, Sırat-ı Müstakim, Sebilürreşat61. Muhacir gazetesi de sayfalarında yeni gazete ilânlarına yer vermiştir. 9 Nisan 1910 tarihli sayısında, İzmir’de Tokmak adında haftalık mizahi bir gazetenin yayın hayatına başladığını söylemiş ve başarı dilemiştir62. Yine, 16 Nisan 1910 tarihli sayısında Edirne’de Vatan adlı bir gazetenin yayıma başladığı haber verilmiştir63.

Muhacir gazetesi, Meşrutiyetin getirdiği coşkulu hava içinde yayın hayatına başlamıştır. İstibdat dönemini eleştirdiği, basın hürriyetini getirdiği için sıkı sıkıya meşrutiyete bağlandığı ve meşrutiyeti övdüğü sayfalar bunun kanıtıdır.

II- Rumeli Muhâcirin-i İslâmiye Cemiyeti

II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden ve Meşrutiyetin ilan edilmesinden sonra 1876 Kanun-i Esasi’sinde değişiklikler yapılmıştır. Buna göre; hafiyelik ve sansür kaldırılırken dernek kurma ve toplanma hakkı verilmiştir. 1909 Ağustosunda ise, Cemiyetler Kanunu düzenlenmiş, bu tarihten itibaren yeni birçok cemiyet kurulmuştur64.

Rumeli Muhâcirîn-i İslâmiye Cemiyeti (RMİC), Meşrutiyetin getirdiği özgürlük coşkusu içinde kurulmuş bir cemiyettir. Aynı zamanda Muhacir gazetesi de bu cemiyetin yayın organı olarak çıkarılmaya başlanmıştır65. Nitekim gazetede cemiyetin Cemiyetler Nizamnamesi’nin tamamlanıp onaylanmasının ardından kurulduğu söylenmektedir66. Ayrıca cemiyet, siyasî cemiyetlerden sayılmıştır67.

RMİC’nin ne zaman kurulduğuna dair kesin bir bilgi mevcut olmamasına rağmen belirli bir aralık verilebilir. Dönemin gazetelerinden Sabah’ta cemiyetin kurulduğu ilan edilmiş ve hangi esaslar üzerinde hareket edeceği belirtilmiştir. (Bkz. Ek: 4) Gazetenin 29 Teşrîn-i 61 H. Topuz ,Basın, s. 103-104. 62 Muhacir, 9 Nisan 1910, nr. 32, s. 2. 63 Muhacir, 16 Nisan 1910, nr. 34, s. 3. 64

Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, C. 1, İstanbul 1984, s. 367-368, 371. 65

RMİC’nin Muhacir gazetesinden başka birçok yayımı vardır. Bu yayımlar şöyledir: “Alam-ı İslam, Bulgar Vahşetleri İslamiyetin Enzar-ı Basiretine ve İnsaniyet ve Medeniyetin Nazar-ı Dikkatine, İstanbul 1328(1912-13)”; “Alam-ı İslam, Rumeli Mezalimi ve Bulgar Vahşetleri İslamın Enzar-ı Basiretine ve İnsaniyet ve Medeniyetin Nazar-ı Dikkatine, İstanbul 1329(1913-14)”; “Türk Katilleri ve Yunanlılar İstanbul 1332(1916-17)”. Bu eserlerde Bulgar zulmünün anlatıldığı resimler için bkz. Ek: 10-14. Cemiyete ait en meşhur yayım, Tahirü’l-Mevlevî tarafından yazılmış “Bulgar Mezalimi İntikam Levhası” başlığı atılmış ve “Kulağına Küpe Olsun Unutma” adındaki 14 Ağustos 1913 tarihli şiirdir. Bkz. H. Y. Ağanoğlu, Göç, s. 156,157. Bu şiir ve levha için ayrıca bkz. Ek: 9. RMİC’nin Balkan Savaşı esnasında savaşa katılmak için “Gönüllü Muhacir Taburları” oluşturduğu da bilinmektedir. Bkz. Ahmet Halaçoğlu, Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk Göçleri (1912-1913), Ankara 1994, s. 125.

66

Muhacir, 29 Kanûn-ı Evvel(Aralık) 1909, nr. 3, s. 4. 67

(19)

Sâni(Kasım) 1908 tarihli sayısında Osman Kemal imzalı yazıda RMİC’nin nihayet kurulduğu ve büyük bir eksikliğin giderildiği söylenmiştir. Bu yazıda, cemiyetin kuruluşu ve çıkaracağı gazete ile ilgili şu bilgi yer almaktadır:

“İstihsâl-i Meşrutiyetten[Meşrûtiyetin ilanından] beri birçok kulüpler, birçok cemiyetler teşkil etti. Lakin şimdiye kadar bir (Rumeli Muhâcirîn-i İslâmiyesi Cemiyeti) teşkil edememişti ki hakikaten bir noksan idi.[…..]Binaenaleyh yukarıda beyan olunan nikâti nazâr-ı itibâre alarak, Rumeli muhacirîn-i İslâmiyesi’nin de bir cemiyet teşekkül etmesi kat’iyen lazımdı.

Birkaç vakitten beri bazı erbab-ı hamiyet buna teşebbüs etmişlerdir. An-karîb[çok geçmeden] cemiyetin tamamıyla teşekkül edeceği şüphesizdir. Böyle bir cemiyet, bütün memâlik-i Osmâniye dahilinde bulunan muhacirîn-i İslâmiyeyi merkez şubelerine rabt ile vâsi’[geniş] bir teşkilatın vereceği kuvvet ve iktidar ile onların terakkilerine çalışacak ve kendilerine maarif ve ticaret hususunda ön ayak olarak irâe-i tarîk[yol gösterme] edecektir. Cemiyet, mürevvec-i[propogandası yapılmış]efkârı olarak çıkaracağı birer ufak gazete ile umum şubeleriyle muhâbir azâsına muhâcirliğin gerek harekâtı ve gerekse terakkiyâtı hususunda itâ-yı malûmat[bilgi verme] edecek ve büyük bir teşkilat bu suretle yeniden hareket ederek önüne gelebilecek mevâni’[engeller] daha kolaylıkla def’ edebilecektir.”68

RMİC, Osmanlı topraklarına göç etmiş muhacirlerin ve göç etmeyerek Osmanlı sınırları dışında kalmış Müslümanların haklarını müdafaa etmek; muhacirlere ziraat, sanayi, ticaret ve maarif konularında yardımcı olmak amacıyla kurulmuştur. Osman Kemal, Sabah gazetesindeki yazısında cemiyetin öncelikli hedeflerini açıklamıştır. Buna göre; cemiyet, şubeleri ve muhabirleri vasıtasıyla Rumeli’den gelecek muhacirlerin en uygun yerlere yerleştirilmesine kılavuzluk etmeyi ve geldikten sonraki haklarını savunmayı ilk hedefler olarak belirlemiştir69. Bununla birlikte cemiyetin Bulgaristan, Doğu Rumeli ve Romanya dahilindeki Müslüman vakıflarından yararlanarak mekteplerin muntazam olmasına ve her şehirde bir kırâathâne(kulüp) açılmasına; bu mektep ve kırâathânelere de elinden gelen yardımı yapmaya çalışacağını söyleyen Osman Kemal, bu topraklardaki Müslümanlara hakları konusunda tavsiye vereceğini, zulüm ve hakaret gördükleri taktirde de gerek Bâbıâli gerekse Avrupa devletleri nezdinde teşebbüs ederek zulüm ve hakareti engelleyeceğini anlatmıştır. Osman Kemal, Sabah gazetesinin de her an bu cemiyete sayfalarını açabileceğini ifade etmiş ve RMİC’ni överek şöyle demiştir:

68

Sabah, 29 Teşrîn-i Sâni(Kasım) 1908, nr. 6889, s. 3. 69

(20)

“Meşrûtiyet ve hürriyet-i Osmâniye’ye el uzatmayı aklına koyan her hain-i vatan karşısında her vakit (Rumeli Muhâcirîn-i İslâmiyesi Cemiyeti) fedakâraneyi bulacaktır. Cemiyet, milliyet-i Osmâniye ve hâkimiyet-i millîyet üzerine müstenid vatan-ı Osmâniye’yi harici ve dahili her tehlikede müdafaa edecektir.”70

Osman Kemal tarafından kaleme alınan yazıdan başka Muhacir gazetesinde de cemiyetin nizamnamesi ile ilgili olarak bilgi verilmiştir. Buna göre; nizamname 1908 senesinde oluşturulmuştur. Ayrıca, bu nizamnamenin 29. maddesinde; her sene teşrîn-i evvel ayı başlarında her şubeden bir kişinin katılacağı bir kongre toplanacağı ve cemiyetle ilgili meseleler üzerinde konuşulacağı söylenmiştir71.

Sabah gazetesi, cemiyetin kurulduğunu haber verdiği sayısını takip eden sayısında ise, RMİC’nin bir miting düzenlediğini söylemiştir. (Bkz. Ek: 5) Buna göre; Fatih Camii civarında Doğu Rumeli ve Bulgaristan Müslümanlarından oluşan kalabalık, büyük bir miting yapmış; İstanbul’da bulunan Londra Balkan Komitesi Başkanı Noel Boxstone’a hoş geldin demek ve Bulgaristan’daki Müslümanların durumlarını bildiren bir beyannameyi kendisine vermek üzere Boxstone’a bir heyet göndermişlerdir. Sabah gazetesi yazarlarından Osman Kemal’in de içinde bulunduğu dört kişiden oluşan heyet, Perapalas Oteli’nde bulunan Boxstone tarafından samimi bir şekilde karşılanmıştır. Ayrıca haberde; Boxstone’un beyannameye önem verdiği, teşekkür ederek mesele üzerinde çalışacağını söylediği belirtilmiştir72.

RMİC’nin genel merkezi İstanbul’da bulunmakla birlikte Anadolu’daki şubeleri vasıtasıyla da Muhacir gazetesi bilgilendirilmiş ve belirlenen hedefler üzerinde çalışılmıştır. Yine, Muhacir gazetesinin 62. sayısı ile beraber mesûl müdürü olmuş Ahmet Şükrü’nün cemiyetin genel merkezinin müdürü de olduğu belirtilmiştir73.

Gerek Muhacir gazetesi idarehanesinin gerekse cemiyet merkezinin devamlı olarak değiştiği görülmektedir. Cemiyetin Sabah gazetesinde yayımlanan mektubunda; bazı kişilerin cemiyet hakkında yalan yanlış konuşmalar yaptığı ve bazı teşebbüslerde bulunduğu ve böyle kişilerin cemiyetle ilgisinin olmadığı söylenmiş, kendilerine katılmak isteyenlerin de cemiyet merkezine başvurmaları istenmiştir. (Bkz. Ek: 6) Mektupta verilen genel merkez adresi; İstanbul Sarıgüzel’de Dibek Camii-i Şerifi Sokağında 6 numaralı konaktır74. Muhacir gazetesinde ise, cemiyet merkezinin önce Direklerarası’nda Letafet Apartmanı karşısındaki

70

Sabah, 29 Teşrîn-i Sâni(Kasım) 1908, nr. 6889, s. 3. 71

Muhacir, 2 Nisan 1910, nr. 30, s. 2. 72

Sabah, 30 Teşrîn-i Sâni(Kasım) 1908, nr. 6890, s. 4. 73

Muhacir, 30 Temmuz 1910, nr. 64, s. 4. 74

(21)

Birinci Belediye Dairesi’nin yerindeki Bosna-Hersek Apartmanı’na75; daha sonra da Fatih’teki Hafız Paşa caddesine taşındığı belirtilmiştir76.

RMİC, genel merkezi haricinde birçok şubeye sahiptir. Şubelerinin bu kadar çok olması, cemiyetin iyi bir teşkilata sahip olduğunu ve muhacir meselesinde oldukça önemli bir yer edindiğini göstermektedir. Muhacir gazetesinde, açıldığı belirtilen bu şubeler ve şubelerin ismi verilen müdürleri ve kâtipleri şöyledir:

Muhacir gazetesinin verdiği haberlerden, şubelerin oldukça büyük bir coşkuyla açıldığı ve açılışın gerek kaza kaymakamlarının, valilerin, ceza reislerinin gerekse müderris ve muallimlerinin katılımıyla ve okudukları nutuklarla ilan edildiği görülmektedir. Bu açılışlarda halktan da büyük bir katılım olduğu söylenmiştir. Yine, cemiyetin diğer şubelerinden ve genel merkez üyelerinden katılımlar olduğu ve dualarla açılışın tamamlandığı belirtilmiştir.

Muhacir gazetesinde, cemiyetin şubeleri tarafından yapılan faaliyetlerin anlatıldığı birçok haber bulunmaktadır. Buna göre; Lofçalı Muhammed Hulusi, Gönen şubesi müdürü Silistreli Hüseyin Hüsnü Efendi’nin bir şirket tesisiyle on fabrika inşasına teşebbüs ettiğini

75 Muhacir, 23 Nisan 1910, nr. 36, s. 4. 76 Muhacir, 2 Temmuz 1910, nr. 56, s. 4. Bandırma şubesi İskeçe şubesi Adapazarı şubesi Karamürsel şubesi

Edremit şubesi Müdür vekili: İsmail Hakkı Kâtibi: Hacı Edhem Efendi Havza şubesi

Kirmasti şubesi Kâtibi: İsmail Hakkı Bey Biga şubesi

Fatih şubesi

Gönen şubesi Müdürü: Silistreli Hüseyin Hüsnü Efendi Lüleburgaz şubesi

Gümülcine şubesi Balıkesir şubesi Susurluk şubesi

Koca Mustafa Paşa şubesi Müdürü: Osman Bey Cisr-i Ergene(Uzunköprü)

şubesi

(22)

bildirmiştir77. Yine, Bandırma şubesi üyelerinden bazı kişilerin bir şayak78 fabrikası inşaatına teşebbüs ettiği haber verilmiştir79.

RMİC, şubeleri vasıtasıyla gerek donanma yararına gerekse muhacir menfaatine birçok müzayede ve eğlence düzenlemiştir. Muhacir gazetesinin bildirdiğine göre; Gönen şubesi donanmaya yardım amaçlı bir müzayede düzenlerken80; Gümülcine şubesi ise, donanma yararına bir güreş tertip etmiştir81. Ayrıca, Biga şubesinin maarifle ilgili çalışmalarda bulunduğu ve eğitim yapılacak yerin olmaması sebebiyle kimsenin tasarrufunda olmayan bir arazinin bu amaç için hazırlandığı belirtilmiştir82. İskeçe şubesinin de okur-yazarlığı artırmak ve en azından temel matematik işlemlerini öğretmek amacıyla gece dersleri verdiği83; yine Gümülcine şubesinin yerli ahali ile muhacirlerin kaynaşmasını sağlamak için güreş ve milli oyunların olduğu üç gecelik bir eğlence düzenlendiği söylenmiştir84.

RMİC’nin birçok konuda devlete yardımcı olmaya çalıştığı görülmektedir. Nitekim, donanma yararına bir cemiyet kurduğu Muhacir gazetesinde haber verilmiştir. RMİC’nin başkanlığı altında kurulan Donanma-yı Osmânî Muavenet-i Millîye Cemiyeti’nin heyet başkanı ve üyeleri ise, gazetede ilan edilmiştir. Buna göre söz konusu cemiyetin başkan ve üyeleri şöyledir85:

RMİC, sadece donanma, maarif ve muhacirler için müzayede düzenlememiştir. Muhacir gazetesi menfaatine de bir müzayedeye girişildiği ve Koca Mustafa Paşa şubesinin

77

M. Hulusi, “Gönen Şubesi-Tarîk-i Teşebbüste Terakki”, Muhacir, 29 Kanûn-ı Evvel(Aralık) 1909, nr. 3, s. 3.

78

Şayak, kaba dokunmuş, bir çeşit yün kumaştır. 79

Muhacir, 13 Nisan 1910, nr. 33, s. 4. 80

Muhacir, 23 Mart 1910, nr. 27, s. 4. 81

Muhacir, 1 Kanûn-ı Sâni(Ocak) 1909, nr. 4, s. 4. 82 Muhacir, 6 Nisan 1910, nr. 31, s. 4. 83 Muhacir, 2 Şubat 1910, nr. 13, s. 3. 84 Muhacir, 25 Haziran 1910, nr. 54, s. 3. 85

Muhacir, 19 Teşrîn-i Evvel(Ekim) 1910, nr. 84, s. 4.

Teşvikiye Başkanı Yüzbaşı Hüseyin Hüsnü

Üye Yüzbaşı Hüseyin Hüsnü

Üye Yüzbaşı İsmail Hakkı

Üye Üsteğmen İbrahim

Üye Üsteğmen İsmail Vehbi

Üye Üsteğmen M. Subni

Üye Sirâczade Muhammed Tevfik

Üye Hacı Muhrizade İsmail Hakkı

Üye Arabacı Selim Hoca

(23)

yaptığı müzayedede gazetenin koleksiyonunun satışa sunulduğu haber verilmiştir. Haberde, koleksiyonun Demirhane Fabrikası yağcılarından Muhammed Efendi ile Muhammed Kalfa’nın aldığı ve kendilerine birer koleksiyon hediye edildiği söylenmiştir86.

Muhacir gazetesi, muhacirlerle ilgili haberleri vermek ve basın vasıtasıyla onların haklarını takip etmekle kalmamış RMİC’nin ve şubelerinin de faaliyetleri hakkında bilgi vermiştir. Ancak gazetenin sütunlarına taşıdığı haberlerde, her zaman şenlik, müzayede veya muhacirlerin menfaatine yapılan çalışmalar yer almamıştır. Cemiyetin uzaklaştırmaya karar verdiği üyeler de gazetede ilan edilmiştir. Edremit şubesinin Müdür Vekili İsmail Hakkı’nın gazeteye gönderdiği habere göre; cemiyet üyesi iken sahte istifanâmeler uydurarak istifaya teşvik eden ve Edremit şubesine karşı nifak içeren hareketlerde bulunan Demircili Hasan Hoca ile İzladili Nalbant Hacı Süleyman, cemiyet nizamnâmesinin 17. maddesine göre uzaklaştırılmıştır87. Yine, cemiyetin şubelerinde meydana gelen hırsızlık olayları da bildirilmiştir. Gazetenin verdiği habere göre; cemiyetin Gönen şubesinin kapısı bir anahtar uydurularak açılmış ve içindeki evrak sandığındaki meblağ alınmıştır88.

RMİC, gerek Osmanlı sınırları içindeki muhacirlerin gerekse sınırlar dışında kalmış Müslümanların haklarını tüm gücüyle savunmuştur. Cemiyetin faaliyetleri gazeteden takip edilebilmektedir. Muhacir gazetesi, yaklaşık bir sene yayın hayatında kalmasına rağmen gerek şubeleri ile gerekse düzenledikleri eğlence ve müzayedeler vasıtasıyla yoğun bir şekilde çalışıldığı anlaşılmaktadır. Bu durum, gazetenin muhacirlerin menfaati için ne kadar istekli mücadele ettiğini de göstermektedir.

III- Gazetenin Yayın Hayatına Başlaması ve Amacı

Muhacir gazetesi, Osmanlı Devleti’nin kaybettiği topraklarında yaşayan Türk ve Müslümanların Osmanlı topraklarına göç etmesi dolayısıyla, bu muhacirlerin yaşadığı sıkıntıları ve göç etme sebeplerini dünyaya duyurmak, iskân edildikleri bölgelerde yaşadıklarını anlatmak; muhacirlere her şekilde yardımcı olabilmek amacıyla yayımlanmaya başlamıştır. (Bkz. Ek: 1)

Rumeli Muhâcirîn-i İslâmiye Cemiyeti’nin yayın organı olması sebebiyle ilk sayısında cemiyetin idare heyeti gazetenin amacını ve hedefini açıklamıştır. (Bkz. Ek: 3) Buna göre; Rumeli’de bulunup, oradan göç ederek Osmanlı topraklarının herhangi bir kısmına giden (muhacir olan ve olmayan) Rumeli İslâm ahâlisinin bulundukları memleketlere göre,

86

Muhacir, 10 Ağustos 1910, nr. 67, s. 4. 87

Muhacir, 26 Teşrîn-i Evvel(Ekim) 1910, nr. 86, s. 4. 88

(24)

Osmanlı Devleti hukukundan ve kanunlarından tam olarak istifade etmelerini sağlamak; Rumeli’deki Müslümanlar arasında eğitimin yaygınlaşmasına ve yükselmesine, ziraat, ticaret ve sanat mesleklerini öğrenmelerine ve iyi iş ahlâkının yerleşmesine çalışmak gazetenin asıl meslek alanıdır89. Bununla birlikte göçü teşvik etmek istemediklerini belirtmişlerdir90.

Lofçalı Muhammed Hulûsi, gazetenin ilk sayısında amaçlarını anlatırken muhacirlerin içtimaî, ilmî ve fennî bakımlardan yükselmesi için konferanslar vermek ve vatanın istikbali için gereken yolları göstermek istediklerini söylemiştir91. “İfade-i Husûsiye” başlığı ile yazdığı yazıda “ Her an menâfi-i vatanı [vatan menfaatlerini] temine hadim çareler düşünülecek ve bunlar peyderpey gazetemiz sütunlarını tezyin edecektir. ”92 demiştir. Kurban bayramı münasebetiyle genel merkez kulubünde yapılan toplantıda konuşan cemiyetin genel müdürü Ahmed Şükrü “ Bizce hâl-i hazırda yapılacak bir şey varsa düçâr-ı felâket olan muhâcir kardeşlerimizin feryatlarını hükümet-i Osmâniyemize istimâ etmektir. Bu delalet de bizce bir şereftir.”93 diyerek muhacirlerin bir sıkıntısının olması durumunda gazetenin bu sıkıntıyı Osmanlı hükümetine bildireceğini açıklamıştır.

Muhacir gazetesi, yayınladığı tüm sayılarda muhacirlere dair sıkıntılardan bahsetmiştir. Sütunlarına taşıdığı bu haberlerin peşini bırakmamış, mağdur olan muhacirlerin bu mağduriyetleri giderilene kadar hükümete çağrıda bulunmaktan geri durmamıştır.

IV- Gazetenin Düşünce Yapısı

Muhacir gazetesinin fikrî alt yapısı muhacirlerle doğrudan ilgilidir. Muhacirlerin birçok alanda ilerlemesi, Osmanlı’nın sosyal, kültürel ve içtimaî hayatında bir yer edinebilmesi için eğitilmeleri gerektiğini düşünen; Osmanlı Devleti’nin dünyanın ve özellikle Avrupa’nın gelişmiş devletleriyle aynı seviyeye gelmesini arzulayan gazete, sütunlarını bu fikrî amaca yönelik olarak doldurmuştur.

Gazete, meşrutiyet taraftarı ve savunucusudur. Her şeyden önce istibdat dönemini eleştirmekte ve meşrutiyet ile gelen hürriyetçi havayı teneffüs etmekten vazgeçmek istememektedir. Bunun yanında ziraattan maarife, donanmadan siyasî ve kültürel gelişmelere kadar her alandaki eksiklikleri gidermek ve “vatanın istikbaline yönelik” her türlü yolu denemek gerektiğini düşünmektedir.

89

Muhacir, 22 Kanûn-ı Evvel(Aralık) 1909, nr. 1, s. 1. 90

Muhacir, 22 Kanûn-ı Evvel(Aralık) 1909, nr. 3, s. 1. 91

Muhammed Hulûsi, “İfade-i Husûsiye”, Muhacir, 22 Kanûn-ı Evvel(Aralık) 1909, nr. 1, s. 1. 92

M. Hulûsi, “İfade-i Husûsiye”, Muhacir, 22 Kanûn-ı Evvel(Aralık) 1909, nr. 1, s. 1. 93

(25)

Balkan devletlerinde ikâmet eden Müslümanların durumlarını ve Anadolu’daki gelişmeleri yakından takip eden, bir tek fabrika açılışında dahi heyecanını gizleyemeyen gazete, Müslümanları ve özellikle Osmanlı hükümetini bu gelişmelere yönelik olarak uyarmayı ve daima uyanık olmaları gerektiğini söylemeyi unutmamıştır.

A- Vatandaşlık ve Bağlılık

Gazetede, bir devletin vatandaşı olmak ile o devlete bağlanmak arasındaki fark ve bu farkın çeşitli etkileri üzerine Ahmet Şükrü tarafından “İzah-ı Meram” başlığı altında bir yazı yazılmıştır. Ahmed Şükrü yazısında, vatandaşlık(tâbiyet) ve bağlılığın(ubûdiyet) farkını ve aralarındaki farkın önem ihtiva edecek kadar açık göründüğünü anlatmıştır. Ona göre; hiçbir hükümetin tebaasından bazılarını vicdanî hususlarda ve mezhebî inanışlarından dolayı tenkit etmeye, eleştirmeye hakkı yoktur. Çünkü tâbiyet başka ubûdiyet başkadır.

Tâbiyet, bir milletin tebaasından olma; ubûdiyet ise, aşırı bağlılık, kulluk demektir94. Ahmed Şükrü, tâbiyeti; “bir kimsenin hükümete karşı olan bağlılığı” olarak tanımlamıştır. Ona göre; tâbiyet dünyevidir. Kişi hükümetin koyduğu kanunlara uyarsa tâbiyetinin gerektirdiği vazifesini yerine getirmiş olur. Ubûdiyette ise durum farklıdır. Ubûdiyet; yaratıcıya karşı yapılan kulluk, köleliktir. Oysa tâbi kimsenin sonsuza kadar o devletin kurallarına uyması ve bağlı kalması söz konusu değildir95.

Ahmed Şükrü, âdil olan hükümetlerin tebaalarına karşı davranışlarında ve fikirlerinde tâbiyet ve ubûdiyet kavramlarının mânâlarını kavrayarak hareket etmeleri gerektiğini söyler. Ona göre; hangi mezhebe mensup olurlarsa olsunlar hükümetler insanî haklarda tebaasına eşit davranmalıdır. Tebaasına bu şekilde muamele etmeyen hükümetler de ne kadar ezici bir güce ve azâmete sahip olurlarsa olsunlar övgüye ve manevî kıymete lâyık olamazlar. Ahmed Şükrü, en ufak bir sarsılmada hükümetlerin, kendi tebaalarını karşılarında düşman olarak bulabileceğini ve o taktirde güç ve azâmetlerinin yok olabileceğini söyleyerek hükümetleri uyarmıştır96.

Ahmed Şükrü’nün sözünü ettiği, hükümetlerin tebaasına karşı âdil, eşitlikçi ve insanî davranması prensibi Müslümanların yaşadığı topraklar üzerinde kurulan devletler için de geçerlidir. Ahmed Şükrü, bu devletlerin de tebaasına âdil davranması gerektiğini söyler. Ona

94

Ferit Devellioğlu, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara 2001, s. 1011. 95

A. Şükrü, Muhacir, 29 Kanûn-ı Evvel(Aralık) 1909, nr. 3, s. 1. 96

(26)

göre; Müslümanlar o hükümetin kanun ve nizamına uymak şartı ile dinî bağlılıklarını koruyabilmeli ve ikâmet ettikleri topraklarda rahatça yaşayabilmelidir97.

B- Türklerin Siyasî Karakteri

Türklerin kurduğu en büyük ve güçlü devlet olan Osmanlı Devleti’nin kuruluş biçimini bir sınıflandırmaya tâbi tutan Yusuf Kenân gazetedeki bir yazısında Osmanlı’nın Selçukluların devamında nasıl vücut bulduğunu, Endülüs Emevi Devleti’nden sonra ikinci defa Avrupa kıtasında Müslümanları nasıl iskân ettirip, Türk-Müslüman kültür ve medeniyetini nasıl yeşerttiğini anlatmıştır.

Yusuf Kenân’a göre; hükümetler iki vasıta ile meydana gelir. Bunlardan birincisi, bir devleti oluşturan millî kuvvetin hakimiyete ve siyasî hayata olan kabiliyeti ve bu işlere dair hususları tanzim etmekteki becerisidir. Osmanlı Devleti de bu birinci kısma dahildir. Osman Gazi’nin milletinin siyasî karakterini yanına alarak Selçuklu Devleti gibi bir devletin topraklarında, onun “hayırlı evladı” olarak güç ve kudret sahibi olmasıyla vücut bulmuş devlet, önündeki engelleri bir bir aşmıştır. Büyük Türk Serdarı Süleyman Paşa’nın vasıtasıyla da Avrupa kıtasına geçilebilmiştir. Müslümanların Avrupa topraklarına yerleşmesi İspanya’da kurulan Endülüs Emevi Devleti’nden sonra ikinci defa olmaktadır.

Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren birçok taarruza ve tecavüze uğradığını ve bu belalardan kendini kurtarabilmeyi bildiğini anlatan Yusuf Kenan’a göre; gerek Anadolu’da Karamanoğulları ve Celalilerin gerekse İran’da kurulmuş Safevi Devleti ile Mısır hükümetinin ortaklaşa taarruzlarına II. Selim devrine kadar başarılı bir şekilde karşı koyulmuş; bu sıkıntılar Osmanlı için birer siyasî ders olmuştur. Yine, Osmanlı Devleti ele geçirdiği toprakları batılı devletlerden daha iyi idare etmiş ve idare etmekte daima başarılı olmuştur. Kırım Hanlığı’nı ve Eflak-Boğdan’ı; Fransa’nın Cezayir’i ve Madagaskar’ı, İngilizlerin Hindistan’ı idare etmesinden daha iyi yönetebilmiştir98.

Yusuf Kenân, Osmanlı Devleti’nin elde ettiği güç ve azâmetin, sahip olduğu karakterden kaynaklandığını söylemiştir. Fethettiği topraklarda kurduğu idarî sistemle diğer devletlere nazaran nasıl daha başarılı olduğu sorusunu da yine bu karaktere bağlı kalarak açıklamıştır. Ona göre Osmanlı Devleti Avrupa için, Endülüs mekteplerinin buralara ektiği medeniyet tohumlarının yeniden yeşerip hayata tutunması demektir ve tüm bunlar karakterinin bir neticesidir.

97

A. Şükrü, Muhacir, 29 Kanûn-ı Evvel(Aralık) 1909, nr. 3, s. 1. 98

(27)

C- Osmanlı Devleti’nin Durumu ve Avrupa

Osmanlı’nın içinde bulunduğu durumu iyi kavramış olan gazete, batılı devletlerin “hasta adam”ını iyileştirmek için önce tıkalı damarlarını açmak istemiştir. Bu amaçla neredeyse her sayısında Müslümanlara seslenerek cehâletten kurtulmalarını, hem okuyup hem okutmalarını, çok çalışarak, üreterek, dahası düşünerek bu çıkmazdan kurtulmayı istemelerini öğütlemiştir.

Meşrutiyetin getirdiği hürriyetçi havayı fırsat bilerek, bu fırsatı değerlendirmek gerektiğini söyleyen gazete, meşrutiyetin ilanının ikinci senesine geçildiğini haber verdiği 30 Mart tarihli sayısında99, meşrutiyet ile birçok önemli meselenin Meclis tarafından halledildiğini ve ordu ile donanmadaki yeniliklerin sevindirici olduğunu söylemiştir. Osmanlı’daki bu gelişmelerin beş on sene daha devam etmesi halinde “Kızıl Abdülhamid”100 ismi yerine 300 sene önceki “Kanûnî ve Azâmetli Sultan Süleyman” devrindeki Osmanlı gücünün geçeceğine, Osmanlı’nın büyüklüğünün ve itibarının artacağına inandıklarını ifade etmiştir101.

İlk sayılarında, meşrutiyet idaresinin Avrupa’da en çok iki sene devamlı olarak kalabildiğini ve bu sebeple Avrupa’nın II. Meşrutiyet ile kurulan kabineye gözünü dikerek şaşırdığını yazan102 gazete, gelişmelerin ve atılan adımların şimdiden yakışıksız “Hasta Adam” tabirini siyasî lügattan kaldırdığını ve yerine “ebedî ruh” u getirdiğini söylemiştir103.

“Her memlekette olduğu gibi bizde de ehemmiyet verilmeye şâyan bir mesele-i hayâtiyedir”104 diyerek Osmanlı’nın sağlık meselesine değinen gazete, nahiye ve livalarda dahi doktora rastlanmadığını belirtmiş; Rize livasından, Berat sancağından bu duruma örnekler vermiştir. Doktor olsa bile halkın para verecek gücünün kalmadığını, frengi gibi hastalıklara yakalanan bazılarının ne su bulabildiklerini ne de kendilerine ciddi bir teşebbüste bulunulduğunu anlatmıştır. Sağlık meselesinin Osmanlı’nın bir an önce halletmesi gereken önemli işlerinden olduğunun altını çizen gazete, Amerika’da ve Londra’da “hayatı solduran ve tehdit eyleyen” binaların yıkılarak yerlerine mükemmel yapıların inşa edildiğini, meyhanelerin kilise ve okullara yakın yerlerinde ise kaldırıldığını, yerlerine geniş caddeler, asma bahçeler ve korular tesis edildiğini söylemiştir105.

99

Muhacir, 30 Mart 1910, nr. 29, s. 1. 100

II. Abdülhamid’e “Kızıl Sultan” yakıştırmasını istibdat döneminin ilk gazetecisi olduğu belirtilen Ali Şefkati yapmıştır. I. Meşrutiyet döneminin bitmesinin ardından Cenevre’ye giden Ali Şefkati burada yazdığı yazılarda yine Abdülhamid’i eleştirmiş ve kendisine “Kızıl Sultan” demiştir. Bkz. F. S. Oral, Basın, s. 156.

101 Muhacir, 30 Mart 1910, nr. 29, s. 1. 102 Muhacir, 8 Aralık 1910, nr. 6, s. 4. 103 Muhacir, 30 Mart 1910, nr. 29, s. 1. 104 Muhacir, 30 Mart 1910, nr. 29, s. 1. 105 Muhacir, 30 Mart 1910, nr. 29, s. 1.

Referanslar

Benzer Belgeler

• Dünya nüfus artışının hızlı temposu, göreceli olarak daha düşük ölümlülük düzeylerini, az ve en az gelişmiş dünyanın çoğunda yüksek olan doğurganlık hızlarını

Danimarkalı bir ekonomist olan Ester Boserup, tarımsal değişim ve nüfus arasındaki ilişkiyi araştırma çalışmasında (1965) nüfus arttıkça daha fazla nüfusu

Daha sonra لماک ِناسنا ِنایب رد (Kâmil İnsan Hakkında) başlığı altında kâmil insanın nasıl olması gerektiğini ve bunun türlerini

Demiri, dar~y~, aletleri teslim etti~i gibi, Çin topraklar~nda ya~ayan Türk nüfusunda Otüken'e dönmelerine izin verdi (698). Fakat bu uzla~ma uzun sürmedi. Bir evlenme

Bizim araştırmamızda ise, hasta- ların özelleşmiş bir merkezde takibinden itibaren en şiddetli depresif dönemleri değerlendirilmesine kar- şın; iki uçlu

Hag M, Hag S, Tutt P ve ark: Serum total sialic acid and lipid- associated sialic acid in normal individuals and patients with myo- cardial infarction and their relationship to

The definition of the Oxford English Dictionary (1860) is also rescued, when it refers that automation is the action or process of introducing automatic equipment or

Miladi 1200’lü yıllar, Haçlı seferleri ve Moğol istilasının oluşturduğu türbülânsla, İslâm dünyası için kaotik bir dönem olmuştur. 1300’lü yıllarda