• Sonuç bulunamadı

Göller Yöresi'nin tarihi coğrafyası

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Göller Yöresi'nin tarihi coğrafyası"

Copied!
110
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANABİLİM DALI

ESKİÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI

GÖLLER YÖRESİ’NİN TARİHİ COĞRAFYASI

Fatma UYSAL

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Prof. Dr. Hasan BAHAR

(2)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANABİLİM DALI ESKİÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI

GÖLLER YÖRESİ’NİN TARİHİ COĞRAFYASI

Fatma UYSAL

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Prof. Dr. Hasan BAHAR

Bu çalışma Selçuk Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinatörlüğü tarafından 15203005 nolu Yüksek Lisans Tez Projesi olarak desteklenmiştir.

(3)
(4)
(5)

i İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ ... v ÖZET ... vi SUMMARY ... vii GİRİŞ ... 1 I. BÖLÜM ... 4

GÖLLER YÖRESİ’NDE YAPILAN ÇALIŞMALAR VE GÖLLER YÖRESİ’NİN ÖZELLİKLERİ ... 4

1. BÖLGEDE YAPILAN İLK KEŞİF GEZİLERİ VE İLK ARAŞTIRMALAR ... 4

2.COĞRAFYA VE TARİHİ COĞRAFYA KAVRAMLARINA GENEL BAKIŞ ... 11

3.BÖLGENİN COĞRAFİ KONUMU VE DOĞAL YAPISI ... 13

4.BÖLGENİN İKLİMİ VE BİTKİ ÖRTÜSÜ ... 18

5.BÖLGENİN GÖLLERİ VE AKARSULARI ... 20

6.BÖLGENİN ANTİK YOLLARI ... 23

II. BÖLÜM ... 26

TARİH ÖNCESİ DÖNEMLERDE GÖLLER YÖRESİ ... 26

1.PALEOLİTİK DÖNEM ... 26 1.1.Paleolitik Yerleşimler ... 28 1.1.1.Baradız ... 28 1.1.2.Kapalıin ... 28 1.1.3.Boğazköy ... 29 1.1.4.Tursunlu ... 29 2.NEOLİTİK DÖNEM ... 30

2.1.Neolitik Dönem Yerleşimleri ... 31

2.1.1.Çukurkent Höyük ... 31

2. 1. 2. Çünür ... 32

(6)

ii 2.1.4.Çayköprü ... 33 2.1.5.Gölde ... 33 2.1.6. İlyas I ... 33 2.1.7. Teknepınar ... 34 2.1.8. Yağca-Taş Höyük ... 34 2.1.9. Kuruçay ... 34 2.1.10. Bademağacı ... 36 2.1.11.Höyücek ... 38 3. KALKOLİTİK DÖNEM ... 41

3.1. Kalkolitik Dönem Yerleşimleri ... 41

3.1.1.Beyköy ... 41 3.1.2.Karayaka ... 41 3.1.3.Yakaemir ... 41 3.1.4.Düden ... 41 3.1.5.Kocapınar ... 42 3.1.6.Başkuyu I ... 42 3.1.7.Sazak ... 42 3.1.8.Yazır ... 43 3.1.9.Salda ... 43 3.1.10.Höyücek ... 43 3.1.11.Senir ... 43 3.1.12.İlyas I ... 44 3.1.13.Karamusa ... 44 3.1.14.Sorkun ... 44 3.1.15.Yusufça ... 45 3.1.16.Akçay ... 45 3.1.17.Aliköy Höyük ... 45

(7)

iii

3.1.18.Ayvalı Maşat Höyük ... 46

3.1.19.Aziziye ... 46 3.1.20.Yarıkkaya ... 46 3.1.21.Teknepınar ... 47 3.1.22.Kuyucak ... 47 3.1.23.Kırkbağlar ... 47 3.1.24.Mahmatlar ... 48 4. İLK TUNÇ ÇAĞ ... 49 4. 1. İlk Tunç Çağ I (3200-2750) ... 50

4.1.1 İlk Tunç Çağ I Yerleşmeleri ... 51

4.1.1.1 Kuruçay Höyük ... 51

4.1.1.2.Hacılar Büyük Höyük ... 52

4.1.1.3. Harmanören/Göndürle Mezarlık ... 53 4.1. 1. 4. Çebiş II ... 55 4.1.1.5. Kozluca Höyük ... 55 4.1.1.6.Taşlı Höyük ... 55 4. 1. 1.7 Göynücek ... 56 4.1.1.8.Güreme I ... 56 4.1.1.10.Kozluçay ... 56 4. 1. 1. 11.Kocaparanın Höyük ... 56 4. 1. 1. 12. Yuğ Tepesi ... 56 4.2.İlk Tunç Çağ II ... 57

4.2.1.İlk Tunç Çağ II Yerleşmeleri ... 57

4.2.1.1.Bademağacı Höyüğü ... 57

4.2.1.2.Kuruçay ... 59

4.2.1.3.Hacılar Büyük Höyük ... 59

(8)

iv

4.2.1.5. Ayvalı ... 60

4.2.1.6. Çamharman ... 61

4.2.1.7. Çavdır ... 61

4.2.1.8.Kusura ... 61

4.3. İlk Tunç Çağı III (2450-1800) ... 62

4.3.1. İlk Tunç Çağ III Yerleşmeleri ... 63

4.3.1.1. Bademağacı ... 63

4.3.1.2. Gençali I ... 63

4.3.1.3. Yarıköy ... 63

III. BÖLÜM ... 64

TARİHİ ÇAĞLARDA GÖLLER YÖRESİ ... 64

1. Asur Ticaret Kolonileri Dönemi (M.Ö. 1950-1700) ... 64

2. Hitit Devleti Dönemi (M.Ö. 1700-1200) ... 65

3. Frig ve Lidya Devletleri Dönemi (M.Ö. 8-6. Yüzyıl) ... 67

4. Pers ve Helenistik Devletleri Dönemi (M.Ö. 6-1. Yüzyıl) ... 71

5. Roma Devleti Dönemi (M.Ö. 1-M.S. 4. Yüzyıl) ... 74

SONUÇ ... 80

KAYNAKÇA ... 82

(9)

v ÖNSÖZ

Bu konuyu tez konusu olarak çalışmam hususunda fikir ve önerileriyle beni yönlendiren, çalışmanın her aşamasında desteğini esirgemeyen danışman hocam Prof. Dr. Hasan BAHAR’a ve çalışmamız sırasında aktardığı bilgilerle çalışmamıza katkıda bulunan hocam Prof. Dr. Özdemir Koçak’a, ve yardımlarını esirgemeyen hocam Dr. Öğretim Üyesi Hatice Gül Küçükbezci’ye teşekkürlerimi sunarım.

Literatür taramamda ve tezimle ilgili kaynakları temin etmemde yardımlarını eksik etmeyen fedakar arkadaşlarıma teşekkür ederim.

Eğitim hayatım süresince benden maddi ve manevi desteğini esirgemeyen aileme sonsuz teşekkür ve şükranlarımı sunarım.

(10)

vi T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğ renci ni n

Adı Soyadı Fatma UYSAL

Numarası 154202011011

Ana Bilim / Bilim Dalı Tarih Anabilim Dalı / Eskiçağ Tarihi Bilim Dalı Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Prof. Dr. Hasan BAHAR

Tezin Adı GÖLLER YÖRESİ’NİN TARİHİ COĞRAFYASI

ÖZET

Tarihi coğrafya, milletlerin, devletlerin ve kültürlerin oluşmasındaki etkilerini açıklayarak tarihi olayların anlaşılmasına yarayan metotlu coğrafya bilgisidir. Tarihi coğrafya da amaç; tarih öncesi ve tarihi dönemlere ait elde edilen bilgileri kullanarak coğrafi bir sentez meydana getirmektir. Geçmiş ve geçmişle ilgili kaynaklar, yöntemler ve düşünceler tarihi coğrafyayı coğrafyadan ayıran özelliklerdir. Tarihi coğrafya İlkçağ Yunan coğrafyacıları zamanından beri yapılmaktadır. Asıl gelişim göstermesi ve modernleşmesi ise 19.yy. başlarından itibaren Avrupa’da gerçekleşmiştir.

Antik çağda Pisidia olarak bilinen Göller Yöresi, 14. yüzyıldan beri araştırmacıların ilgisini çekmiş, bölgede çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Göller Yöresi’nde antik çağ yerleşmeleri üzerinde yapılan araştırmalar, bölgedeki yerleşimlerin en eski devir olarak bilinen İlk Paleolitik Çağ’dan itibaren başlayıp Roma Çağı sonuna kadar olan zaman dilimlerine ait olduğunu kanıtlar.

Çalışmamızda Göller Yöresi’nin tarihi coğrafyası kapsamında coğrafi özellikleri, tarihöncesi yerleşimleri ve tarihi dönemleri konusunda bilgi verilmiştir. Yüzey araştırmaları, Arkeolojik veriler, Antikçağ yazarlarına ait eserler ve bilimsel kaynaklar yararlandığımız temel kaynaklardır.

(11)

vii T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğ renci ni n

Adı Soyadı Fatma UYSAL

Numarası 154202011011

Ana Bilim / Bilim Dalı Tarih Anabilim Dalı / Eskiçağ Tarihi Bilim Dalı Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Prof. Dr. Hasan BAHAR

Tezin İngilizce Adı The Historical Geography of Lake Region

SUMMARY

Historical geography is a methodological knowledge of geography that explains the effects of the formation of nations, states and cultures and helps to understand historical events. Historical geography also aims; to bring a geographical synthesis to the stage by using the information obtained from prehistoric and historical periods. The sources, methods and thoughts related to the past and the past are characteristics that distinguish historical geography from geography. Historical geography have been performing since antiquity by Greek geographers. The real development and modernization was started in Europe from the beginning 19th century-

The Lake Region, known as Pisidia in antiquity, has attracted the attention of researchers since the 14th century, and various investigations have been done in the region. Researches on antique settlements in the Lake Region proves that the settlements in the region belong to the time periods starting from the Early Paleolithic Age, known as the earliest period, to the end of the Roman Age.

In our study, geographical features, prehistoric settlements and historical periods of Lake Region within the historical geography were given. We have used Surface surveys, archeological data, works of ancient authors and scientific sources as main sources-

(12)

1 GİRİŞ

Tarihi Coğrafya, herhangi bir bölgenin coğrafi özelliklerinin araştırılmasını ve tasvirini konu edinerek bir bölgede yaşayan insan topluluklarının kurdukları siyasi örgütlenmelerin coğrafi durumlarını incelemektedir. Tarihi coğrafyanın temel amacı, tarih öncesi ve tarihi dönemlere ait arkeolojik araştırmalar sonucunda elde edilen buluntular ile geçmişe ait bilgileri kullanarak coğrafi bir sentez meydana getirmektedir. Genel olarak bir tarihi coğrafya çalışmasında en önemli materyal kaynakları; arkeolojik buluntular, yer isimleri, tarih ve coğrafya eserleri, seyahatnameler ve haritalardır.

Antik Çağ’da Pisidia olarak isimlendirilen alan günümüzde Göller Bölgesi ve Göller Yöresi gibi isimlerle bilinmektedir. Göller yöresi ismi bölgede bulunan göllerden yola çıkılarak verilmiştir. Etrafındaki göller sayesinde daha yağışlı, ılıman ve bereketli topraklara sahip bir yer olarak göze çarpar.

Günümüzde Göller Yöresi, Isparta ve Burdur illerinin tümünü, Afyon, Denizli, Konya ve Antalya illerinin ise bir kısmını kapsamaktayken Antik Çağ’da Pisidia’nın merkezi ile Frigya’nın güneyi ve güneydoğusunu (Phrygia Paroreus) ve İsaura’nın batısını kapsamaktaydı.

Dağlık bir arazi yapısına sahip olan Göller Yöresi’nde ulaşım güçlükle sağlanmaktadır. Göller Yöresi ile diğer komşu bölgeler arasında ulaşımı sağlayan doğal geçitler bulunmaktadır ve bu geçitlerin tarih öncesi dönemlerde de önemli olduğu bilinmektedir. Göller Yöresi’ndeki höyüklerde ele geçen çanak çömlek kalıntıları Asur Ticaret Kolonileri Dönemi’nde Orta Anadolu’dan Ege Bölgesine uzanan ticaret yollarının uzantılarının Göller Yöresi’nden geçtiğine işaret etmektedir.

Göller Yöresi’ne ilk keşif gezileri 14. yüzyılda başlamıştır. Bölgeye gelen ilk seyyah İbn-i Batuta’dır. Bölgeyi ziyaret eden diğer bir ünlü seyyah Katip Çelebi’dir. 1706-1714 tarihleri arasında bölgeye gelen Fransız seyyah P. Lucas’ın ziyareti ilk bilimsel keşif gezisi olarak nitelendirilebilir. 1800’lü yılların başlarından itibaren arkeolojik araştırma ve keşif yolculukları dönemin bir özelliği haline gelmiş ve bu durumdan Anadolu’ da etkilenmişti. 19. yüzyılın ilk yarısında Pisidia ile ilgili en ayrıntılı bilgi veren seyyah Francis Vyvyan Jago Arundell olmuştur. 19. yüzyılın ikinci çeyreğinde bölgeye gelen diğer araştırmacılar Charles Texier, W. M. Ramsay, Karl Graf Von Lanckoronski’dir.

(13)

2

Göller Yöresi’nde antik çağ yerleşmeleri üzerinde yapılan araştırmalar, bölgenin kültür tarihinde mevcut olan problemlere ışık tutması bakımından önemlidir. Bölgedeki yerleşimler en eski devir olarak bilinen İlk Paleolitik Çağ’dan itibaren başlayıp Roma Çağı sonuna kadar olan zaman dilimlerine ait yerleşme yerleri tespit edilmiştir.

Göller Yöresi antik çağ kaynaklarında Pisidia adı ile geçmektedir. Yörenin prehistorik ve antik yönden araştırılmasına önem veren bu çalışmalardan elde edilen sonuçlar Göller Yöresi’nin olduğu kadar, Anadolu’nun da iskan tarihine önemli katkılar sağlamıştır.

Göller Yöresi’nin Asur Ticaret Kolonileri Çağ’ındaki durumu hakkında Beyşehir çevresindeki höyükler yardımıyla bilgi edinilmektedir. Asurlu tüccarların Batı Anadolu’ya kadar gittiklerini gösteren Konya’nın batısındaki höyükler Göller Yöresi’nin bu dönemde Anadolu’nun batısında ulaşmada kullanıldığını göstermektedir.

Göller Yöresi’ndeki Hitit varlığı gerek Hitit belgeleri gerekse Hitit Dönemi yerleşmeleri ile ortaya konulabilir. Bölgede yer alan Fasılllar ve Eflatunpınar anıtları Hitit varlığının en önemli kanıtlarını meydana getirmektedir. Göller Yöresi ile Hitit bağlantısının kurulmasına imkan veren diğer bir yerleşme Tarhuntaşşa’dır. Hatip, Orta Anadolu’nun Akdeniz’e açılan giriş kapısı durumundadır. Kuzey Pisidia’nın Frigya’nın hakimiyeti altında kalmasından dolayı, Frig etkilerinin Göller Yöresi’nin kuzeyinde Hristiyanlığın başlangıcına kadar sürmüş olabileceği, A.S. Hall tarafından ileri sürülmektedir. Frig alfabesinin M.S.280 yılından itibaren Asia’da ve Galatia’da yoğun şekilde kullanımı kuzeybatı Pisidia’nın Frig yönetiminde olduğunu açıkça gösterir.

Göller Yöresi’nde Pers varlığına ilişkin bilgiler arkeolojik kalıntılardan ve antik kaynaklardan elde edilmektedir. Perslerin M.Ö. 546/547 yılında Lidya krallığına son vermesi Göller Yöresi’nde bulunan toprakların Perslerin egemenliği altına girmesi doğal bir sonucudur.

Roma Uygarlığı’nın bölgeyi etkisi altına alması önceleri çok yavaş gerçekleştiyse de M.S. 2. yy.da hız kazanmıştır. Roma İmparatorluğu M.S. 3. yüzyılın ortalarından itibaren ciddi bir sarsıntı dönemine girmiş depremler ve salgın hastalıklar gibi felaketlerle karşılaşmıştır. M.S. 4. yüzyılın başında Pisidia Antiokheia şehri yeni kurulan Pisidia eyaletinin başkenti olmuştur. Pisidia şehirleri, Bizans döneminde de varlıklarını uzun süre korumuşlardır. Pisidia Bölgesi Hristiyanlık tarihi açısından önemli bir bölgedir.

(14)

3

Antik dönemde bölgenin kendi içindeki tarihi potansiyelini görebilmek amacıyla bu çalışma gerekli görülmüştür. Çalışmamızın ilk bölümünde yörenin coğrafi özellikleri, ikinci bölümünde tarihöncesi dönemleri son bölümde ise tarihi dönemleri anlatılmıştır.

(15)

4 I. BÖLÜM

GÖLLER YÖRESİ’NDE YAPILAN ÇALIŞMALAR VE GÖLLER YÖRESİ’NİN ÖZELLİKLERİ

1. BÖLGEDE YAPILAN İLK KEŞİF GEZİLERİ VE İLK ARAŞTIRMALAR

Göller Yöresi’ne yapılan ilk keşif gezileri 14. yüzyılda başlamıştır. Bazı seyyahların gezi notlarında bölge ile ilgili çeşitli betimlemeler yer almaktadır. Bölgeye gelen ilk seyyah İbn-i Batuta’dır. 1329 yılında Burdur’a giden İbn-i Batuta Burdur Kalesi’ni tasvir etmiş ve bölgenin tüm doğal güzelliklerini anlatmıştır. Daha sonraki yıl Isparta’ya ulaşan seyyah, bu şehrin adını “Sabarta” olarak belirtmiştir. Bölgeyi ziyaret eden diğer bir ünlü seyyah Katip Çelebi’dir. Katip Çelebi, 17. yüzyılda Burdur’u ziyaret ederek görüp öğrendiklerini Cihannüma adlı eserinde anlatmıştır (Üstün Türkteki, 2012: 12; Demirel Gökalp, 2007: 32).

1706-1714 tarihleri arasında bölgeye gelen Fransız seyyah P. Lucas’ın ziyareti ilk bilimsel keşif gezisi olarak nitelendirilebilir (Özsait, 1980: 4; Demirel Gökalp, 2007: 32). P. Lucas 1706 yılındaki ilk ziyaretinde Burdur, Kestel Gölü, Ağlasun, Isparta, Eğirdir ve Beyşehir Gölü kıyılarından geçmiştir. Geçtiği yerlerde bulunan antik şehirler hakkında bilgi vermiştir (Demirel Gökalp, 2007: 32). P. Lucas bölgeye ikinci gelişi olan 1714 yılında Burdur’daki Ağlasun Vadisi’ne gitmiştir. Buradan hareketle Ağlasun’un 7 km kuzeyinde bulunan Sagalassos’un kalıntılarını bulmuştur (Üstün Türkteki, 2012: 13).

1800’lü yılların başlarından itibaren arkeolojik araştırma ve keşif yolculukları dönemin bir özelliği haline gelmiş ve bu dönemde de Anadolu’yu çeşitli seyyahlar ziyaret etmiştir. William Martin Leake, Louis Alexander Olivier de Corancez, Otto von Richter, Léon de Laborde, Pierre de Tchiatcheff, Louis Duchesne, Maxime Collignon, Charles Texier, William J. Hamilton, Thomas A. B. Spratt ve Edward Forbes, Charles Fellows, L. Vivien de Saint-Martin, William H. Waddington, E. J. Davis, Friedrich Sarre ve İngiltere’nin İzmir konsolosu Francis Vyvyan Jago Arundell bu seyyahlardan isimleri günümüze ulaşmış olanlardır (Özcan, 2008: 8).

1800 yılında bir İngiliz askeri birliği ile Anadolu’ya gelen William Martin Leake, yolculuk sırasındaki izlenimlerini 1824 tarihinde yayınlamıştır. Leake bu eserinde Pisidia bölgesi şehirleri arasında sayılan Philamelium’dan (Akşehir), Kremna’dan, Pisidia Antiokheia’sı yol güzergahından ve Keçiborlu yakınlarındaki sütunlar, yazıtlı taşlar ve

(16)

5

heykellerden söz etmiştir. 1809 yılında Fransız seyyah Louis Alexander Olivier de Corancez, kutsal kitaplardan ve antik kaynaklardan bildiği Termessos ve Isinda şehirlerinin yerini tespit etmek amacıyla Pisidia bölgesine bir ziyaret gerçekleştirmiştir (Demirel Gökalp, 2007: 32-33).

19. yüzyılın ilk yarısında Pisidia ile ilgili en ayrıntılı bilgi veren seyyah Francis Vyvyan Jago Arundell’dir. İngiliz seyyah 1826 ve 1833 tarihlerinde olmak üzere bölgeyi iki defa ziyaret etmiştir. 1834 yılında yayınlanan eserinde Arundell, Yalvaç, Pisidia Antiokheia, Eğirdir, Keçiborlu, Akşehir, Uluborlu, Isparta, Kremna, Sagalassos ve Selge gibi Pisidia kentleri hakkında bilgi vermiştir. Ayrıca aynı eserinde Pisidia Antiokheia, Sagalassos, Eğirdir Gölü ve Isparta şehrinin gravürlerine ve Kremna, Sagalassos ve Pisidia Antiokheia kentlerinin çizimleri ile bazı kiliselerin planlarına yer vermiştir (Demirel Gökalp, 2007: 33). Öte yandan Sagalassos şehri hakkındaki bilgilerden yola çıkarak bu şehri ilk kez lokalize etmiştir. Ayrıca Isparta Uluborlu’da yer alan Apollonia Mordiaion antik şehri de yine Arundell tarafından tespit edilen yerler arasındadır (Üstün Türkteki, 2012: 13). Arundell aynı zamanda Eğirdir Gölü’nde de incelemeler yapmıştır. Bu gölü Karalis Gölü olarak tanımlayan Arundell, göl kıyısındaki beyaz maddeleri Pamukkale-Hierapolis’teki oluşumlara benzetmiştir. Arundell’in kasım ayında yaptığı bu gezide iklim koşullarından dolayı Eğirdir Gölü kenarlarında kar veya buz olduğu ve bu sebeple Arundell’in kar ve buz örtüsünü traverten zannettiği düşünülebilir. Arundell Anadolu’daki göllerden bahsederken Beyşehir Gölü’nün bir tuz gölü olduğunu belirtmiştir. Arundell’in Anadolu’da düzenlediği geziler 2 cilt halinde “Discoveries in Asia Minor” ismiyle yayınlanmıştır (Arslan, 2011: 3).

Charles Texier, 19. yüzyılın ikinci çeyreğinde Pisidia’yı ziyaret etmiş ve bölgedeki incelemelerini 1862 yılında yayınlamıştır. Texier, eserinde Isparta’nın Pisidia Piskoposluğu’nun merkezi olduğunu belirterek şehirde bulunan harap durumdaki dört kilise ile Sagalassos ve Kremna’da yer alan kalıntılardan söz etmiştir. Ayrıca Eğirdir Gölü’ndeki adalardan birinde yer alan kilisedeki resimlerden bahsetmiştir (Demirel Gökalp, 2007: 33-34). Texier, Hititler ve Anadolu’daki Türk hakimiyeti döneminden kalma eserleri de incelemiş ve bu incelemelerinin yer aldığı “Asie Mineure” adlı eseri Türkçeye “Küçük Asya” olarak tercüme edilmiştir (Arslan, 2011: 3).

Pisidia’ya gezi düzenleyen seyyahlardan bir diğeri de W. J. Hamilton’dur. Hamilton 1836 ve 1837 tarihlerinde bölgeyi iki kez ziyaret etmiştir. Pisidia Antiokheia, Sagalassos, Yalvaç, Eğirdir ve Isparta Hamilton’un ziyaret ettiği şehirler arasındadır (Demirel Gökalp,

(17)

6

2007: 33). Sagalassos antik kentinin yapı kalıntıları arasında kentin adını içeren Grekçe bir yazıt bulan Hamilton (Üstün Türkteki, 2012: 13), Pisidia bölgesinde gezip gördüklerini 1942 yılında iki cilt halinde yayınlamıştır (Özcan, 2008: 8).

1838 tarihinde Sagalassos’u araştırmaya gelen C. Fellows, Bucak’a geçerek bulduğu şehir kalıntılarından burasının Selge olduğunu ileri sürmüştür. Ancak Selge olarak tanımladığı bu yer aslında Kremna’dır (Üstün Türkteki, 2012: 13). Ayrıca Fellows, Keçiborlu’dan Isparta’ya gelmiş, daha sonra ise Sagalassos’a geçmiştir (Demirel Gökalp, 2007: 33).

1841 ve 1842 yıllarında A.Schoenborn, 1842’de T.A.B. Spratt ve E. Forbes Pisidia’yı ziyaret eden seyyahlar arasında yer almaktadır (Demirel Gökalp, 2007: 33). A. Schönborn, bölgedeki pek çok göl üzerinde araştırmalar yapmış ve bu araştırmaların bir sonucu olarak da Göller Yöresi ve Antalya arasındaki geçitlere dair bilgiler vermiştir. Schönborn, 1842 yılında, Kremna ve Sagalassos’da da çeşitli incelemeler yaparak Taşkapı’yı keşfetmiştir. Bunların yanı sıra ilk olarak, Belenli yakınlarında bulduğu birkaç yazıt vasıtasıyla ismini okuduğu Olbasa antik kentini, Güllük Dağı üzerinde yer alan Termessos’u ve Köprüçay Vadisi’nin üst kısmındaki Selge’yi konumlandırmıştır (Üstün Türkteki, 2012: 14).

Rahip E. J. Davis, C. Fellows’un gezi raporundan etkilenerek 1872 tarihinde Isparta, Sagalassos, Burdur ve Kremna’yı ziyaret etmiştir. Davis, ziyareti sırasında edindiği bilgi ve tecrübeleri 1874 yılında yayınlamıştır. Davis bu eserinde Sagalassos ve Kremna antik kentlerinin krokilerine de yer vermiştir (Demirel Gökalp, 2007: 34).

G. Hirschfeld 1872 tarihinden itibaren bölgeye gelerek incelemeler yapmış ve o tarihe kadar yeri tespit edilememiş olan “Argas (Agraie), Seleukeia Sidera (Selef) ve Konana (Gönen) kentlerinin lokalizasyonunu yapmıştır (Demirel Gökalp, 2007: 34). Ayrıca Kremna’da çalışmalar yapmış ve bir yazıt üzerinde “Colonia Iulia Augusta Felix Cremnensium” ifadesini görerek burasının Kremna olduğunu kesin olarak belirlemiştir. Sonrasında ise Sagalassos’da incelemeler yapıp şehrin topografik durumu hakkında bilgiler vermiştir (Üstün Türkteki, 2012: 14).

1870’li yıllarda L. Duchesne ve M. Collignon, Belenli Köyü’nde, Asar Tepesi civarındaki Olbasa ören yerinde, Çallıca’da (Eğneş), İlyas Köyü ve çevresinde arkeolojik incelemeler gerçekleştirmişlerdir. M. Collignon, Yuvalak Köyü yakınlarında yer alan Kocataş kayalığında, genelde atlı Herakles’i tasvir eden 67 adet tanrı figürü bulmuştur. (Üstün Türkteki, 2012: 14). L. Duchesne ve M. Collignon, Pisidia’nın kuzey ve batı kesiminde,

(18)

7

Bozçay (Lysis) vadisinin her iki tarafında ve Pisidia-Frigya sınır kesiminde gerçekleştirdikleri incelemelerin neticelerini 1877, 1878 ve 1879 tarihlerinde yayınlamışlardır (Özsait, 1980: 16-21).

Anadolu’ya ilk defa 1880’lerde gelen İngiliz arkeolog W. M. Ramsay, bölgede kapsamlı araştırmalar yapmış ve bu çalışmalarını ayrıntılı notlar şeklinde 1882 yılında yayınlamıştır. Araştırmalarını 1886 ve 1905 tarihlerinde de sürdüren Ramsay, Anadolu’nun diğer bölgelerinde ve Pisidia Antiokheia’da yaptığı araştırmaların sonuçlarını, “The Cities of St. Paul: Their Influence on His Life And Thought” başlığıyla 1907 tarihinde Londra’da yayınlama imkanı bulmuştur. Yayınlarda, Pisidia Antiokheia’da ilk kazı faaliyetlerinin 1912 yılında W. M. Ramsay ile başladığı ve zaman zaman kesintilere uğramakla beraber, 1927 yılına kadar sürdüğü yer almaktadır. Ramsay araştırmalarının bir sonucu olarak bölgenin sınırları, coğrafi durumu, antik yerleşmelerin lokalizasyonu ve yazıtlar ile ilgili tespitlere kadar birçok önemli çalışmaya imza atmıştır (Üstün Türkteki, 2012: 14-15; Hürmüzlü-Korthol ve Tanrıver, 2016: 29). Bunların yanı sıra Ramsay, Tanrı Men’in Karakuyu Tepesi’ndeki Hieron’unda ve Pisidia Antiokheia’da kazılar yapmış (Demirel Gökalp, 2007: 34) ve Beyşehir’deki Taş Köprü’nün yerinde Roma Dönemi’ne ait bir köprünün kalıntılarına ulaşmıştır (Arslan, 2011: 4).

Bir Avusturya asilzadesi olan Karl Graf Von Lanckoronski, 1884-1885 tarihleri arasında Pamfilya ve Pisidia bölgesinde araştırmalar yapmak amacıyla bir ekiple birlikte bölgeye gelmiştir (Özsait, 1980: 18-19; Özcan, 2007: 659). Lanckoronski, Pisidia ve Pamfilya bölgelerindeki Termessos, Kretopolis (Ariassos), Selge, Sagalassos ve Kremna gibi antik şehirlerde kapsamlı araştırmalar yapmıştır (Lanckoronski, 2015;Üstün Türkteki, 2012: 15). Lanckoronski ve heyeti yaptıkları araştırmalardan elde ettikleri bilgileri 1892 yılında yayınlamışlardır. İki ciltten meydana gelen eserin birinci cildi Pamfilya, ikinci cildi ise Pisidia bölgesinden bahsetmektedir. Bu eser Pisidia Bölgesi hakkında yapılan araştırmaların en önemlisi ve en derli toplusudur (Özsait, 1980: 18-19; Özcan, 2007: 659; Lanckoronsky, 2015).

J. R. Sitlington Sterrett 1884 ve 1885 yıllarının yaz mevsimlerini Anadolu’da geçirmiş ve bu süreçte çeşitli geziler yapmıştır. Bu geziler genellikle yazıtların kaydedilmesi ve değerlendirilmesi amacıyla düzenlenmiştir. Seydişehir ve çevresini dolaşan Sterrett, Beyşehir’e de uğramış, Fasıllar, Çiçekler, Gökçimen, Yunuslar vb. yerleri gezerek buralarda bulunan yazıtları kayda geçirmiştir. Sterrett’in derlediği yazıtların çoğu günümüzde

(19)

8

bahsedildiği yerlerde bulunamamıştır. Sterrett, yaptığı incelemelerin sonuçlarını “The Wolf Expedition to Asia Minor” adlı eserinde yayınlamıştır (Arslan, 2011: 3).

1885 tarihinden itibaren Pisidia Bölgesi’nde araştırma gezileri yapan bir diğer araştırmacı G. Radet’dir. Radet çalışmasını iki ayrı makale şeklinde yayınlamıştır. Lanckoronski’nin inceleme yaptığı şehirleri de gezen Radet, Pisidia’daki tarihi olaylara ve bazı şehirlerin konumlandırılmasına dair fikirler öne sürmüştür (Demirel Gökalp, 2007: 34-35.) Öte yandan Etenna ve Isinda şehirleri, 1885 ve sonrası birkaç yılda Radet’in bölgede yaptığı araştırmalar sonucu konumlandırılmıştır. (Üstün Türkteki, 2012: 15).

Bölgedeki bir diğer araştırma 1892 yılında, V. Berard ve G. Fougeres tarafından yapılmıştır. Adı geçen araştırmacılar, Ürkütlü civarında buldukları yazıtları ve mimari kalıntıları incelemişlerdir (Üstün Türkteki, 2012: 15).

1895 yılında F. Sarre Anadolu’yu ziyaret etmiştir. Gezinin asıl amacını 13. yüzyılda Konya’da inşa edilen Türk mimarisine ait eserlerin araştırılması olarak belirtmiş; ancak Sarre bu amacının dışına çıkarak eski adı Philomelium olan Akşehir’i, Eğirdir ve Beyşehir göllerinin çevresindeki beş önemli şehirle birlikte antik Pisidia Bölgesi’ni de incelemiştir (Demirel Gökalp, 2007: 34).

1901 yılında Konya üzerinden Beyşehir’e gelen Cronin, Pappa’nın lokalizasyonuna Çukurağıl’da bulduğu yazıt yardımıyla katkı sunmuştur. Karahisar ve çevresini de gezen araştırmacı günümüzde Manastırdüzü ismiyle bilinen bölgede Hıristiyanlık sembollerinin varlığını kayıt altına almıştır (Arslan, 2011: 4).

20. yüzyılda Pisidia Bölgesi’yle ilgili araştırmalar J. Stryzygowski’nin 1903 tarihindeki yayını ile başlamaktadır. Stryzygowski eserinde, daha önce Lanckoronski’nin yayınladığı Sagalassos’ta yer alan iki bazilikanın planını ve Heberdey’den aldığı Termessos’taki kubbeli bazilika planını yayınlamıştır (Demirel Gökalp, 2007: 35).

1905-1906 tarihlerinde Anadolu’ya gelen Hans Rott, izlenimlerini 1908 yılında yayımlamıştır. Bu eserinde araştırmacı Uluborlu, Isparta, Burdur, Eğirdir gibi yerleşimleri tanıtmış ve özellikle Isparta’daki bazı kiliseleri betimlemiştir. Ayrıca Atabey Ertokuş Medresesi’ndeki Bizans dönemi devşirme mimari plastik bir parçadan bahsetmiştir (Demirel Gökalp, 2007: 35).

(20)

9

Antalya, Isparta ve Burdur çevresine 1909-1910 yıllarında araştırma gezisi düzenleyen H.A. Ormerod ve A.M. Woodward, bilinçli bir şekilde, ilk kez bölgedeki prehistorik materyallere dikkat çekmişlerdir. Ayrıca A.M. Woodward, Pisidia bölgesinin batı kesiminde epigrafik çalışmalar yapmıştır. H. A. Ormerod ise Senirce’de çok kısa süreli bir kazı ve araştırma yapmıştır (Özsait, 1980: 23) H. A. Ormerod, Senirce Höyük kazıları sonrasında bölgede yaptığı araştırmalarda Findos (bugünkü Büyükgökçeali Kasabası sınırları içinde), Göndürle ve Yalvaç’ta Ağap (Koruyaka) höyüklerini tespit etmiştir. H. A. Ormerod’tan sonra, kısmen I. Dünya Savaşı yıllarında ve özellikle mütareke döneminde (1918-1920) B. Pace başkanlığındaki İtalyan bilim insanları, sistematik bir araştırma yöntemi kullanmadan sadece ana yolların yakınındaki arazi kesimlerini araştırmışlardır (Özsait, 2013: 6).

Calder’in 1910 ve 1932 tarihleri arasında bölgede yaptığı araştırmalar, Pisidia Antiokheia ve Homonadlar ile ilgili bilgileri artırmıştır (Arslan, 2011: 4).

Pisidia’ya gelen bir diğer araştırmacı Hardie’dir. 1900’lü yılların başında Pisidia Antiokheia’ya gelen Hardie, özellikle Men Tapınağı’nı incelemiş ve elde etiiği bilgileri 1912 yılında “The Shrine of Men Askaenos at Pisidian Antioch” adlı makalesi ile yayınlamıştır (Arslan, 2011: 4).

1914-1920 yıllarında B. Pace başkanlığındaki bir ekip Yeşilova’da Mancarlı, Dereköy ile Yarışlı Gölü kenarında ve Düver civarında isimlendirmedikleri iki prehistorik yerleşmeden bahsetmektedir. Bu yerleşmelerin Mehmet Özsait tarafından 1974 yılında incelenen Çallıca Höyük ile Yağlıyurt Tepesi oldukları tahmin edilmektedir. Daha sonra bu ekip Burdur yolu üzerinde, Yassıgüme Köyü’ndeki Kokar Pınar Höyüğü’nü (Yassıgüme Höyük) bulma başarısı göstermiştir (Üstün Türkteki, 2012: 16).

1924 yılında D. M. Robinson Pisidia Bölgesi’ne gelerek Pisidia Antiokheia şehrinde kazılar yapmıştır (Üstün Türkteki, 2012: 16). D. M. Robinson’un başkanlığındaki Michigan Üniversitesi ekibinin yürüttüğü kazı ve yüzey araştırmalarında, civardaki köylerde yer alan yirmiye yakın höyükte İlk Tunç Çağı yerleşimleri tespit edilmiştir (Üstol, 2013: 13). Kazılarda Tiberia Plateia, Augustus Kutsal Alanı, önündeki Propylon ve kentin anıtsal batı kapısı toprak üzerine çıkarılarak, Büyük Bazilika’da mozaikler üzerinde çalışmalar yapmıştır (Demirel Gökalp, 2007: 35-36). O, bir süre Ramsay ile ortak çalışmalar yapmış; kazılardan önce yayınladığı ön rapor ile kent hakkında bilgiler vermiştir (Arslan, 2011: 4).

(21)

10

1936’da Denizli-Burdur-Isparta demiryolu inşa edilirken Baradız’ın (Gümüşgün) güneyinde ortadan ikiye yarılan bir kum tepeciğinden, 1937 yılında bölgede coğrafya araştırmaları gerçekleştiren H. Louis ve N. Çıtakoğlu tarafından toplanan mikrolitler (Özsait, 2007: 698) ve Kurt Bittel’in bulunan bu mikrolitleri incelemesi, bu yöndeki çalışmaların önemini artırmıştır(Özsait, 1980: 24).

1938‟de Keçiborlu yolundan Isparta’ya geçen Charles Fellows, burada gördüğü bazı antik mimari ve epigrafik materyaller üzerinde çalışmıştır. Perge’nin kuzeydoğusunda ve Aksu’nun (Kestros) doğusunda bulduğu antik buluntulara antik Isinda kentini yerleştirmiştir. (Özsait, 1980: 11).

Fransız Epigraf L. Robert bölgede yapmış olduğu araştırmaların sonuçlarını 1938 ve 1970 yılları arasında yayınlamıştır. İncelemiş olduğu yazıtlardan yola çıkarak bölgenin yer isimleri (toponomi) ve şahıs isimleri hakkında önerilerde bulunmuştur (Demirel Gökalp, 2007: 36).

1944 yılında Şevket Aziz Kansu başkanlığında, Muzaffer Şenyürek ve İsmail Kılıç Kökten’den oluşan bir ekip Baradız, Kapalıin ve Kocain’de çoğunlukla sondaj mahiyetinde kazılar gerçekleştirmişlerdir. Kurt Bittel ve Tahsin Özgüç’ün Atabey vazolarıyla ilgili yazıları bu yöndeki çalışmaların artışını sağlamıştır (Özsait, 2013: 6).

1951–1952 yılları arasında James Mellaart’ın bölgede yaptığı arkeolojik yüzey araştırmaları ve kazılar bölgenin özellikle Neolitik ve Kalkolitik çağları hakkında yenilikler getirmiştir (Mellaart,1975). Güneybatı Anadolu ve Pisidia Bölgesi’nde, yüzey araştırmaları yapmıştır. Bunun sonucunda yaklaşık 25 tane yeni prehistorik yerleşme tespit etmiştir. 1957 yılından itibaren Mellaart’ın 4 sezon boyunca Burdur yakınlarındaki Hacılar’da yaptığı kazılar, bölgenin tarihöncesi dönemlerine ait kalıntıların gün ışığına çıkarılması yolunda atılmış olan ilk önemli adımı oluşturur (Üstün Türkteki, 2012: 16). Isparta, Burdur ve Eğirdir’in prehistorik yönden araştırılmasına büyük bir hız veren bu çalışmalardan elde edilen sonuçlar, Göller yöresinin olduğu kadar, Anadolu’nun da iskan tarihinde önemli bir aşama olmuştur (Özsait, 1980: 24).

1950’li yılların sonu ile 1960’lı yılların başlarında epigraf G. E. Bean, W. M. Calder ve M. R. Cormack gibi araştırmacılar Pisidia Bölgesi’nde araştırmalar yapmışlardır. Bean, Pisidia’nın batı kesiminde yer alan köylerde dolaşmış ve buralardaki yazıtları belgelendirerek

(22)

11

yayınlamıştır. W. M. Calder ve M. R. Cormack bölgedeki yazıt ve stellerden örnekler vermişlerdir (Demirel Gökalp, 2007: 36).

Thomas Drew Bear’da uzun yıllar bölgede araştırmalar yapmış, bölgedeki yazıtları ve epigrafik buluntuları incelemiştir. En önemli Roma kolonisi olan Pisidia Antiocheia’da çalışmarı önemlidir.(Drew-Bear, 2008: 263-264; Drew-Bear, 2001: 133).

1960’lı yıllarda Machteld Mellink daha önce incelemelerde bulunduğu Karataş-Semayük Höyük yerleşmesinde kazılara başlamıştır. Takip eden tarihlerde Judith Birmingham Antalya’nın kuzeyini kapsayan yüzey araştırmaları yapmıştır. Birmingham bu yüzey araştırmaları neticesinde bölgede Kuruçay Höyük (Burdur) gibi Neolitik ve Kalkolitik Çağ’a tarihlenen birçok yerleşme tespit etmiştir (Tekin, 2017: 6).

Mehmet Özsait ve Nesrin Özsait, Göller Yöresinde yüzey araştırmasına 1972 yılında başlamış ve eski bilinen yerleşmelerin yanı sıra, birçok yeni yerleşme yeri de tespit etmişlerdir. Uzun yıllar sürdürdükleri bu yüzey araştırmaları esnasında, Son Neolitik Çağdan Geç Roma Çağı’na kadar buluntular veren üç yüzden fazla yerleşme yeri tespit etmişlerdir (Özsait, 2007: 698- 699).

1978-1988 yılları arasında Refik Duru, Kuruçay Höyük’te kazılar yapmışlar. Bu höyükte yapılan kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan seramik buluntularından ve mimari kalıntılardan bölgenin Kalkolitik Çağ bakımından son derece önemli ve kendine özgü olduğu anlaşılmıştır (Tekin, 2017: 6). Ayrıca 1978 yılından itibaren Refik Duru başkanlığında, sırasıyla Kuruçay, Höyücek ve Bademağacı’nda yapılan kazıların sonucunda bölgenin prehistorik kültürleri hakkında detaylı bilgilere ulaşılmıştır (Üstün Türkteki, 2012: 18).

2.COĞRAFYA VE TARİHİ COĞRAFYA KAVRAMLARINA GENEL BAKIŞ

Coğrafya kavramı günümüzden yaklaşık 2500 yıl önce ortaya çıkmış ve zamanla gelişmeler gösterip alt dallara ayrılmıştır. Coğrafya/Geographika terimi eski Yunanca kökenli ge=je/jeo (yeryüzü) ve graphe (tasvir) sözcüklerinden meydana gelmiştir (Özdemir, 1997: 220; Doğanay, 2011: 10). Antik Çağ’da coğrafya düşüncesinin oluşmasında Herodotos (M.Ö. 484-426), Tales (M.Ö. 636-546), Aristo (M.Ö. 384-322), Eratostanes (M.Ö. 276-195), Hipparchus (M.Ö. 180-127), Klaudyos, Ptolemaios/Batlamyus (M.Ö.90-168) ve Strabon (M.Ö. 58-M.S. 21) gibi bilim insanlarının büyük rolleri olmuştur (Üçışık ve Demirci, 2002: 119). İlk coğrafi fikirler, bu düşünürlerin beşerî ve iktisadî coğrafya konuları ile

(23)

matematik-12

coğrafya konuları üzerinde yaptıkları gözlemler ve ileri sürdükleri düşünceler neticesinde doğmuştur. Bu düşünceler; tarihî, coğrafî, etnografik ve felsefî kapsamda ele alınarak bahsi geçen düşünürler tarafından seyahatname türünden eserlerde ortaya konulmuştur (Doğanay, 2011: 3).

Bir bilim dalı ismi olarak coğrafya ilk kez matematik ve coğrafya alanında uzmanlaşan Eratosthenes (M.Ö. 275-195) tarafından verilmiştir. Ünlü İskenderiye coğrafya ekolünün mensubu olan bu düşünür, seyahatlerinden edindiği coğrafî izlenimlerini ve matematik konusundaki hesaplama sonuçlarını seyahatname türündeki eserinde toplayıp eserini, Gegraphe/Geographica sözcüğüyle adlandırmıştır (Doğanay, 2011: 3).

Tarihi coğrafya ele alındığında Antik Çağ’da tarihi coğrafyanın kapsamına giren dolaylı ve küçük çaplı çalışmalar yapıldığı görülmektedir. 18. yüzyıla gelindiğinde ise tarihi coğrafya, Avrupa’da coğrafyanın alt dalı olarak gelişme göstermiş ve 20. yüzyılla birlikte modern bir bilim dalı haline gelmiştir (Gümüşçü, 2016: 133; Eskikurt, 2005: 39). Batıda tarihi coğrafya kapsamında ilk eser Edward Wells’in 1701 yılında yayınlanan “A Tresite of Ancient and Present Geography” isimli eseridir. Bu eserin ardından yine aynı yazarın ilk defa tarihi coğrafya adını taşıyan çalışmaları 1708 yılında basılan “Historical Geography of the New Testament” ve 1710, 1711 ve 1712 yıllarında basılan üç ciltlik “Historical Geography of the Old Testament”dir. Türkiye’de tarihi coğrafyanın durumu, Batıya kıyasla çok daha geri ve karmaşık bir hal teşkil etmiştir. Çünkü tarihi coğrafya, 19. yüzyıl sonlarından beri bilinmesine karşın, bir süre üzerinde durulmamış ve 1960 yılında W. M. Ramsay’ın kitabının Türkçeye tercüme edilmesinden sonra yeniden gündeme gelmiştir (Gümüşçü, 2016: 134).

Tarihi coğrafya esas olarak yeryüzünde herhangi bir bölgenin coğrafi özelliklerinin araştırılması ve tasvirini konu edinip bu amaçla yeryüzü üzerinde insan topluluklarının dağılımını ve kurdukları siyasi örgütlenmelerin coğrafi durumlarını (mekan özellikleri, devletlerin kuruluş, gelişme ve yıkılış süreçlerindeki değişimleri ve demografik, iktisadi ve sosyal açıdan beşeri ortamı) incelemektedir (Eskikurt, 2005: 46).

Tarihi coğrafyayı farklı ifadelerle tanımlamak mümkündür. Gilbert’e göre tarihi coğrafya modern bölgesel coğrafya yöntemleri ile tarihi eleştirileri birleştirmektir. Başka bir ifadeyle tarihi coğrafyanın gerçek amacı geçmişin bölgesel coğrafyasını yeniden inşa etmektir (Gümüşçü, 2016: 136). Başka tanımlamalara göre ise milletlerin, devletlerin ve kültürlerin oluşmasında etki imkanlarını açıklayarak tarihi olayların anlaşılmasına yarayan metotlu coğrafya bilgisine tarihi coğrafya denilmektedir. Bir diğer görüşe göre de tarihi coğrafya,

(24)

13

geçmişten günümüze veya geçmişteki bir zaman aralığında dünyanın tümünün ya da bir parçasının modern ilke ve yöntemlere uygun biçimde yapılan coğrafyasıdır (Eskikurt, 2005: 45-46).

Tarihi coğrafyada temel gaye, tarih öncesi ve tarihi dönemlere ait arkeolojik araştırmalar sonucunda kazılardan elde edilen buluntular ile geçmişe ait bilgileri kullanarak coğrafi bir sentez meydana getirmektir. Tarihi coğrafyanın ana unsurları aslında coğrafyanın bileşenleri ile genel olarak benzerdir. Yalnızca geçmiş ve geçmişle ilgili kaynaklar, kavramlar, yöntemler ve düşünceler tarihi coğrafyanın coğrafyadan farklılığını ortaya koymaktadır (Gümüşçü, 2016: 135-148). Bununla birlikte tarih coğrafyacısı her şeyden önce bir coğrafyacıdır; ilk görevi daima coğrafyayı tanımak ve öğretmektir (Eskikurt, 2005: 41-42). Genel olarak bir tarihi coğrafya çalışmasında en önemli materyal kaynakları; arkeolojik buluntular (iskeletler ve küçük takılar, aletler ve silahlar, evler, kaleler, dini yapılar), yer isimleri, istatistiksel belgeler, resmi yazışmalar (devletlerarası yazışmalar, fermanlar, kadı sicilleri, tapu tahrir defterleri, vakıfnameler vs. ile parlamento ve komisyon raporları), çağdaş tarih ve coğrafya eserleri (kitap ve makale düzeyinde eserler, raporlar, istatistik bültenleri, analitik etütler vb. ile seyahatnameler ve çeşitli haritalardır (Eskikurt, 2005: 49; Gümüşçü, 2016: 136).

Bir tarihi coğrafya çalışmasında ilk önce coğrafi gerçeklerin tespiti yapılır ve konumlandırma sorunu üzerinde durulur. Saha araştırmalarında incelenen bölgenin belli bir sınırlamaya tabi tutulması gerekir. Bu konuda doğru hareket edebilmek için incelenen bölgenin doğal özelliklerinin civarından farklılığı dikkate alınmalıdır. Ayrıca bölgenin çeşitli beşeri özellikleri de gözden geçirilir. Tarihi coğrafya çalışmalarında iki hususun önemli olduğu bilinmektedir. Bunlardan ilki, bölgesel ya da yerel fiziki coğrafya özelliklerinin insan ve insan davranışları üzerindeki mevcut etkileridir. İkincisi ise beşeri faaliyetler sonucu coğrafi görünümde oluşan değişimlerin incelenmesi ve tasviridir (Eskikurt, 2005: 47).

3.BÖLGENİN COĞRAFİ KONUMU VE DOĞAL YAPISI

Antik Çağ’da Pisidia olarak isimlendirilen yörenin kuzeyinde Phrygia, güneyinde Pamphylia, doğusunda Lykaonia yer alır (Sevin,2016:183). Yaklaşık olarak 25.000 km2

gelen alan günümüzde Göller Bölgesi ve Göller Yöresi gibi isimlerle bilinmektedir. Göller yöresi, Isparta ve Burdur illerinin tümünü, Afyon, Denizli, Konya ve Antalya illerinin ise bir kısmını kapsamaktadır (Harita 1). Bölge adını Antalya ile Konya arasındaki Batı Torosların doğu

(25)

14

kesimindeki tektonik göllerden almaktadır (Lahn, 1945: 387; Altınkaynak, 2014: 2-3; Üstün Türkteki, 2012: 4; Oğuztürk, 2003: 119).

Doğu-batı, kuzey-güney yönünde ulaşımı zorlaştıran Batı Toroslar, batıda birbirine paralel sıradağlar şeklinde kuzeydoğuya uzanıp Göller Yöresi’nin kuzey kısmından kıvrılarak güneydoğuya yönelmektedir. Gölgeli Dağlar, Söğüt Dağları, Kumalar ve Karakuş Dağları, bölgenin en batıda yer alan dağ sırasını meydana getirmektedir. Söğüt Dağları, Güneybatı Anadolu’nun en büyük kapalı havzalarından ikisini oluşturan Burdur ve Acıgöl tektonik çöküntü ovalarını ayırmaktadır. Teke Yarımadası’ndan (Likya) kuzeye doğru uzanan Akdağlar, Katrancık Dağları ve Bey Dağları, aralarında ovalar oluşturmak suretiyle kuzeydoğuya doğru yönelmektedirler. Adı geçen sıradağlar Göller Yöresi’ni güney yönünden çevrelerken bölgenin her iki dağ sırası arasında bulunan yüksek dalgalı bir görünüm kazanmasına neden olmaktadır (Üstün Türkteki, 2012: 4-5).

Söğüt Dağları, Kumalar, Gölgeli Dağlar ve Karakuş Dağları’nın oluşturduğu sıradağlar, Göller Yöresi’nin kuzey kesiminde güneydoğuya doğru kıvrıldıklarında Sultan Dağları ile birlikte bölgeyi kuzeyden çevrelemektedirler. Eğirdir’den kuzeye doğru yükselen Barla Dağı’nın güneybatı yamaçlarında tarih öncesi dönemlerden itibaren yerleşim gören Kuleönü Ovası yer almaktadır. Güneyde ise Antalya Körfez’inden kuzeye doğru yükselen Kuyucak ve Dedegöl Dağları ile Aksu ve Köprüçay nehirleri ve ayrıca ovalar yer almaktadır. 2500 metreye kadar yükselen bu dağların arasında Güneybatı Anadolu’nun en büyük kapalı havzalarından biri kabul edilen tektonik çöküntü alanı içerisinde Burdur, Acıgöl, Eğirdir ve Beyşehir Gölleri bulunmaktadır. Batıdan doğuya doğru gidildiğinde Erençay/Bozçay, Pupaçay, Aksu, Köprüçay ve kuzeyde Yalvaç çayları ile akarsu vadileri görülmektedir (Üstün Türkteki, 2012: 5).

Boğaz tabanlı bir vadi olan İğdecik Boğazı, Isparta Havzası ve Burdur Havzası ile birleşmektedir. Burdur Havzası’nın bölgedeki en alçak kesimleri meydana getirmesi doğal ulaşım için kolaylık sağlamıştır. Batı ile ilişkiler ise bugünkü Aydın-Denizli-Burdur yol güzergâhıyla sağlanmaktadır. Tefenni üzerinden Dalaman ve Fethiye’ye, Korkuteli üzerinden de Fenike ve Antalya’ya ulaşan güzergâhın tarih öncesi dönemlerde de kullanılmış olduğu arkeolojik kaynaklardan anlaşılmaktadır (Mellaart, 1975: 110; Bahar, 2018: 589) .

Göller Yöresi’nin doğusundaki Sultan Dağları, Konya’yı bölgeden ayırsa da Beyşehir Gölü’nün kuzey ve güney kesiminden Konya Ovası’na ulaşmak mümkündür. Aynı şekilde

(26)

15

Göller Bölgesi’nin kuzeyine Dinar ve Çeltikçi geçitleri ile de ulaşım sağlanmaktadır (Üstün Türkteki, 2012: 6).

Topraklarının tamamı Göller Yöresi’nin sınırları dâhilinde bulunan Isparta, doğuda Konya, kuzey ve kuzeybatıda Afyonkarahisar, batıda ve güneybatıda Burdur, güneyde ise Antalya ile komşu bulunmaktadır. 8.933 km2’lik bir yüzölçümüne sahip olan Isparta, 300

.10”-310.34” doğu boylamları ile 370.16”-380.30” kuzey enlemleri arasında yer almaktadır (Oğuztürk, 2003: 119).

Dağlık bir arazi yapısına sahip olan Göller Yöresi’nde ulaşım güçlükle sağlanmaktadır. Kuzeyden Keçiborlu üzerinden Dinar’a ulaşım sağlanırken doğuda ise Eğirdir Gölü etrafındaki yollar yardımıyla Şarkikaraağaç ve Yalvaç’a ulaşılmaktadır. Ayrıca Sultan Dağları’ndaki bir geçit vasıtasıyla Yalvaç, Akşehir’e bağlanmaktadır. Güneyde ise Antalya ile bağlantıyı sağlayan en önemli yol Antalya-Burdur yoludur. Isparta İlinin Eğirdir, Yalvaç, Uluborlu, Keçiborlu, Gelendost, Gönen, Senirkent, Atabey, Aksu, Sütçüler, Şarkîkaraağaç, Yenişarbademli ve merkez olmak üzere toplam on üç tane ilçesi vardır (Altınkaynak, 2014: 3; Şaman, 1993: 15-16).

Tamamı Göller Yöresi’nde yer alan Burdur ili, doğu ve güneyinde Antalya, güneybatıda Muğla, batıda ve kuzeyde Denizli, kuzeyde ise Afyonkarahisar ile komşudur. Yüzölçümü 6.886 km² gelen il 360

-53 ve 370-50 kuzey enlemleri, 290-24 ve 300-53 doğu boylamları arasında yer almaktadır (Oğuztürk, 2003: 119).

Göller Yöresi, Batı ve Orta Torosların birleşim noktasında yer almaktadır. Anadolu’yu Akdeniz’e bağlayan geçit noktası konumundaki dağlar batıda kuzeydoğu-güneybatı, doğuda ise kuzeybatı-güneydoğu yönünde uzanmaktadır (Yücetürk, 2010: 8). Güneyden kuzeye ve doğudan batıya doğru yapılan ulaşıma engel teşkil eden Batı Toroslar, Göller Yöresi’nin kuzey kesiminde bir kıvrım meydana getirip güneydoğuya yönelmektedir. Gölgeli Dağlar, Karakuş Dağları, Kumalar ve Söğüt Dağları en batıdaki dağ sıralarıdır. Söğüt Dağları Güneybatı Anadolu’nun en büyük kapalı havzaları arasında bulunan Burdur ve Acıgöl tektonik çöküntü ovalarını birbirinden ayırmaktadır. Teke Yarımadası’ndan kuzeye doğru uzanan Akdağlar, Katrancık Dağları ve Bey Dağları Göller Bölgesi’ni güneyden çevrelemektedir (Üstün Türkteki, 2012: 4-5). Akdeniz ile Yüksek Anadolu Platosu arasında bir geçiş bölgesi olan Göller Bölgesi, güneyden Güneybatı Toroslar, kuzeyden yüksek dağ sıraları ile çevrilidir ve iç göllerin belirlediği dağlık bir bölgedir (Alp, 2006: 193).

(27)

16

Günümüzde tektonik bakımdan aktif olan Isparta ve Burdur bölgesi, jeolojik dönemlerde de yapısal gerilmelerin etkisinde kalmış ve farklı türde kıvrımlı, kırıklı, bindirmeli ve faylı yapılar kazanmıştır (Yücetürk, 2010: 8). Isparta’nın önemli dağları Torosların kuzey uzantısı olan Kuyucak Dağları, Dedegöl Dağları ve Karakuş dağlarıdır. Dağlar dik yamaçlı uzun sırtlar halinde uzanmaktadır. Ortalama yükseltisi 1055 m olan ilin en yüksek noktası 1992 metreye ulaşan Karakuş Dağı’dır (Akten, 2000: 35-36). Isparta genel olarak bakıldığında engebeli arazilerden oluşur. Bölgede Batı Torosların devamı olan ve yükseklikleri 3000 metreyi bulan dağlar yer almaktadır. Şehrin topraklarının tamamı 251.282 hektar olup bunun %68.8’ini ovalar ve tarım arazileri oluşturmaktadır. Burdur ilinin ise %60.6’sı dağlık, %19’u ova, %17.6’sı engebelik alan, %2.7’si ise yayladır. İldeki ovalık araziler çoğunlukla 950-1400 m civarındadır (Oğuztürk, 2003: 121).

Isparta ilinin toplam yüzölçümünün yaklaşık %24.2’sini çıplak kayalar, molozlar ve su yüzeyleri oluşturmaktadır (Mavi, 2010: 35). Isparta ili doğusunda Davraz Dağı (2635 m) ve Dulup Tepe, (2046 m) batısında 854 metre yükseltide Burdur Gölü, kuzeydoğusunda ise Eğirdir Gölü (916 m) ile çevrelenmektedir. Ayrıca Beyşehir Gölü’nün batısında Dedegöl Dağları (2892 m) Senirkent ilçesinin güneyinde Barla Dağı (2799 m) bulunmaktadır. Isparta Ovası’nın deniz seviyesinden yüksekliği 920 m ile 2620 m arasında değişim göstermektedir. Isparta bölgesinin en yüksek kısmını 2620 metre ile Davraz Dağı, en düşük seviyesini ise 920 metre ile Isparta Ovası oluşturmaktadır (Akten, 2008: 69). Davraz Dağı, Isparta Ovası’nın doğusunda yer almaktadır. Davraz Dağı’nın en yüksek noktası Ulparçukuru Tepe olarak isimlendirilir ve yüksekliği 2635 metredir. Davraz Dağı’nın batısında ve Isparta Ovası’nın batı ve güneybatısında Akdağ yer almaktadır. Doğu-batı yönünde uzanan Akdağ’ın en yüksek noktası 2271 metredir (Altınkale Demer, 2008: 21-22). Ayrıca Sultan Dağları da 2000 metreden fazla yüksekliği ile bölgedeki önemli dağlar arasında yerini almaktadır (Çelik, 2006: 8). Sultan Dağları’nın en yüksek noktası 2610 metre ile Gelincikana Tepesi’dir. Sultan Dağları Göller Yöresi ile İç Anadolu Bölgesinin kesişim noktasında yer almaktadır. Anamas ve Dedegöl dağları Beyşehir Gölü’nü batıdan çevrelemektedir ve bu dağlar daha batıda yer alan Eğirdir Gölü’nün doğusuna kadar uzanmaktadır. Bu dağ sırasının zirvesi ise 2992 metre ile Dedegül Tepesi’dir (Arslan, 2011: 5-6).

Isparta arazisi genel olarak engebeli bir yapıya sahiptir. Bölgede yüksekliği 3000 metreyi bulan dağların yanı sıra, ova ve plato niteliğindeki düzlükler ve göller ilin doğal yapısını belirlemektedir. İlin denizden yüksekliği ortalama 1050 metredir (Babalık, 2008: 26). Isparta’nn yeryüzü şekillerinin %16.8 ovalardan oluşmaktadır (Babalık, 2008: 36). Isparta’nın

(28)

17

arazisinin önemli bir kısmı dik, çok dik ve sarp eğimli bir yapıdadır. Bu arazilerin bir bölümü orman ve fundalık, diğer bölümü ise mera ya da kayalıktır. Şehrin önde gelen alüvyal ovaları; Yalvaç, Şarkikaraağaç, Gelendost, Atabey ve Senirkent ovalarıdır (Akten, 2000: 35-45). Özellikle Isparta ovasının geniş bir kesimi başta olmak üzere Atabey, Gönen ve Kuleönü civarındaki ovalık alanlar alüvyal malzeme ile kaplıdır (Koçer, 2013: 15; Sağlam, 2005: 11).

Denizden ortalama yüksekliği 1000 metreden fazla olan Göller Yöresi’nde dağlık alanların büyük bir kısmını kireçtaşı kayaçlar oluşturmaktadır. Jeolojik araştırmalar, günümüzde Burdur ve Isparta illerinin kapsayan alanda kayaç oluşumlarının genellikle sedimanter özellik gösterdiğini, metamorfik kayaç oluşumlarının ise oldukça dar bir alanda ortaya çıktığını göstermektedir (Alp, 2006: 193). Göller yöresi büyük oranda tortul kayaçlardan ve özellikle de kireçtaşlarından meydana gelmiş bir yapıya sahiptir. Bölgedeki çukur alanlar alüvyonla kaplıdır ve yer yer volkanik oluşumlar göze çarpmaktadır. Elmalı bölgesinin jeolojik ve litolojik özellikleri, Toros dağ kıvrımları süreci ile özdeşleşmiştir ve Toroslar alp kıvrımlı dağların güney kanadını meydana getirmektedir (Altunbaş, 2005: 36).

Isparta kentinin orta kısmı jeolojik olaylar neticesinde oluşan çökmeler sonucu çukurdur. Kent, jeolojik özellikleri dolayısıyla doğal afetlere oldukça açık bir durumdadır (Toka, 2008: 46). Tektonik hareketlerin yoğun olarak yaşandığı Isparta ve Burdur’da birçok mahalle, dere alüvyonları ve göl tortulları üzerine kurulmuştur.(Kumral, 2000: 177-178).

Yalvaç ve civarının en önemli yükseltisi Sultan dağlarıdır ve bu dağların ortalama yükseltisi 2000 metre civarındadır. İlçenin güneybatısında diğer bir önemli yükselti 1893 metre ile Kirişli Dağı’dır. Yalvaç ve civarındaki toprak çeşitleri zonal, intrazonal ve azonal olmak üzere 3 gruba ayrılmaktadır. Zonal topraklar; kestane rengi topraklar ve kireçsiz kahverengi topraklardır. İntrazonal topraklar; kahverengi orman topraklardır. Azonal topraklar ise alüvyal topraklardır (Gürsal, 2009: 11-31).

Göller yöresinde Roma İmparatorluk Dönemi’nde inşa edilen yapıların ana yapı malzemesi, sedimenter ya da yarı metamorfik kayaç oluşumları içerisinde renk, direnç, doku ve kalite bakımından farklılıklar gösteren yerel kireçtaşıdır. Kamu binalarının neredeyse tamamında gözeneksiz, sert ve mermere yakın kalitede kireçtaşından yapılmıştır. Göller Yöresi’nde yapılan araştırmalar, Antik Çağ’da Pisidia Antiocheia, Adada, Kremna, Sagalassos ve Seleukia Sidera kentlerinde taş ocaklarının işletildiğini göstermektedir. Roma İmparatorluk Dönemi öncesinde işletilmiş olan en erken tarihli taş ocağı, Pisidia Antiocheia teritoryasındaki Men Askaenos Tapınağı’nın yer aldığı Karakuyu tepesinin yamaçlarında

(29)

18

bulunmaktadır. Geniş çaplı işletimleri Roma İmparatorluk Dönemi’nden itibaren ağırlık kazanan taş ocaklarından ilki Kremna’da kent surlarının yaklaşık 400 m kuzeybatısında bulunmaktadır. Roma İmparatorluk Dönemi’ne ait birçok yapının temel yapı malzemesi olan kireçtaşının geniş bir alanı kaplayan bu taş ocağından çıkartılmış olduğu kabul edilebilir. Bölgenin diğer önemli kenti Sagalasssos’un kuzeyindeki taş ocakları W. Viaene ve yanındaki ekip tarafından detaylıca incelenerek Sagalassos’taki yapıların inşasında yararlanılan bu ocakların farklı doku ve renkteki kireçtaşını barındırdığı ortaya koyulmuştur. Buna benzer bir tespit Mustafa Büyükkolancı tarafından Adada için yapılmıştır. Kentin güneyindeki Aktepe ve Kuştüneği civarında taş ocakları bulunmuştur. Bölgede Antik Dönem’de işletildiği bilinen son taş ocağı ise Seleukia Sidera kentinin yaklaşık 1 km doğusundaki Kırdağ’da bulunmaktadır. Buradaki taş ocaklarından çıkarılan kaliteli kireçtaşının tiyatro sahne binasında ve diğer yapılarda kullanılmış olması muhtemeldir. Isparta ve Burdur illerini kapsayan coğrafyada, Roma İmparatorluk Dönemi’nde işletildiği bilinen herhangi bir mermer ocağının varlığına bugüne kadar rastlanmamıştır. Bununla beraber Pisidia Antiocheia, Kremna ve Sagalassos’taki bazı yapılarda az da olsa mermer kullanılmıştır. Kullanılan bu mermerin dışarıdan getirildiği düşünülmektedir. Bu konuda akla gelen ilk mermer ocağı Dokimenion’dur (Alp, 2006: 193-195).

Göller Yöresi ile diğer komşu bölgeler arasında ulaşımı sağlayan doğal geçitler bulunmaktadır ve bu geçitlerin tarih öncesi dönemlerde de önemli olduğu bilinmektedir. Bölgeyi batı kesiminde güneye bağlayan üç geçit yer almaktadır. Bunlar içerisinde en iyi bilineni günümüzde de kullanılmaya devam eden dik ve dar bir vadi biçimindeki Çubuk Boğazı’dır. Birbirine paralel biçimdeki yüksek dağların ulaşımı güçleştirmesi sebebiyle Çubuk Boğazı, Göller Bölgesi’nden Antalya Ovası’na uzanan yollar arasında zorunlu olarak kullanılan doğal bir geçittir. Diğer bir doğal geçit Antik Klimax Geçidi olduğu tahmin edilen Döşemealtı Boğazı’dır. Göller Yöresi’ne yapılan istilaların gerçekleştiği bu geçit diğer geçitlerden daha geniştir. Üçüncü doğal geçit ise Yenice Geçidi’dir. Bu geçit Antalya Körfezi ile Isparta’yı birbirine bağlamaktadır (Üstün Türkteki, 2012: 5-6).

4.BÖLGENİN İKLİMİ VE BİTKİ ÖRTÜSÜ

Isparta ve Burdur bölgesi Akdeniz bölgesinde yer almasına karşın deniz seviyesinden olan yüksekliği ve Batı Torosların konumu nedeniyle İç Anadolu’nun karasal iklimi ile Akdeniz iklimi arasında bir geçiş iklimine sahiptir (Altınkale, 2001: 10). Isparta’nın yıllık sıcaklık ortalaması 120C, yıllık toplam yağış miktarı ise 592.4 mm’dir. Temmuz ayı 230

C ile sıcaklığın en yüksek olduğu aydır. Sıcaklığın en düşük olduğu ay ise 1.70C ile Ocak ayıdır. En

(30)

19

çok yağışın düştüğü ay 95.8 mm ile Aralık ayıdır. En az yağış düşen ay ise 10.1 mm ile Ağustostur (Akten, 2000: 34). Burdur ilinin iklim özellikleri kısmen karasal iklime benziyor olsa da tam bir karasal iklimi yansıtmamaktadır. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlı geçmektedir. İlin ortalama sıcaklığı 13.70C’dir. En sıcak ay ortalaması 36.60C, en soğuk ay

ortalaması ise -80C’dir. İldeki yıllık yağış miktarı 535,7 mm’dir (Oğuztürk, 2003: 121). Yağış rejimi bakımından Isparta ve yakın çevresi Akdeniz yağış rejiminden farklılık göstermektedir. Özellikle ilkbahar aylarındaki yağış artışı, Akdeniz yağış rejiminden ayrılan en başlıca özelliktir (Akten, 2008: 98). Akdeniz yağış rejiminde kış aylarından yaz aylalarına doğru geçişte sürekli bir yağış azalışı görülürken, Isparta ve civarında bahar aylarındaki artış ise kararsızlık yağışları ile ilişkilendirilmektedir. Kararsızlık yağışları karasal iklim şartlarının bir göstergesi olarak görülmektedir (Örücü, 2014: 90-91). Sütçüler başta olmak üzere Isparta bölgesinin güneyinde Akdeniz iklimi görülürken, Şarkikaraağaç ve Yalvaç gibi kuzey kesimlerde karasal iklimin özellikleri belirgindir (Mavi, 2010: 35). Isparta’da 90.4 mm Eğirdir’de ise 140.6 mm ile en fazla yağış düşen ay Aralık ayıdır. En az yağışın görüldüğü ay ise Isparta’da 11.3 mm Eğirdir de 9.3 mm ile Ağustos’tur (Sağlam, 2005: 18).

Yalvaç ilçesi iklim özellikleri bakımından Akdeniz, İç Anadolu ve Ege bölgesi olmak üzere üç bölgenin iklim özelliklerine sahiptir. Bununla birlikte ilçede yoğun olarak karasal iklim yaşanmaktadır. Dolayısıyla yaz mevsimi sıcak ve kurak, kış mevsimi ise soğuk ve kar yağışlıdır. En fazla yağış kış ve sonbahar aylarında düşmektedir. Yalvaç’ta Kirişli, Karakuş ve Sultan Dağları eteklerinde yer yer ardıç, meşe ve kızılçam ormanları bulunmaktadır. Bağkonak, Çamharman, Gemen, Hisarardı, Kaşıkara, Körküler, Kumdamlı, Kuyucak, Mısırlı, Sağır ve Sücüllü ilçedeki koruluk alanları oluşturmaktadır. Bunların haricinde ilçede geniş alanlar bozkır bitki örtüsüyle kaplıdır. Ayrıca dere ve ovalık alanlara dikilmiş kavak, söğüt ve elma gibi ağaçlar ilçenin diğer yeşillikleridir (Göde, 1997: 2).

Isparta Ovası ve çevresinde kar yağışlı gün sayısının 15 günden az olduğu görülmektedir. Kar yağışlı gün sayısı Isparta’da 8, Eğirdir’de 4.3, Senirkent’te 7.6 ve Ağlasun’da 4.8 gündür. Akdağ, Davraz Dağı ve Barla Dağı gibi yerlerde kar yağışı 3 aydan fazla sürmektedir. Kar yağışı yüksek kesimlerde ekim sonu ile kasım başı arasında başlayıp nisan sonuna kadar kar yağışına uygun iklim şartları devam etmektedir. Bu dönemler 2000 metrenin üzerindeki yükseltiler için geçerlidir. Isparta’da karla örtülü gün sayısı 14.5 gün olarak tespit edilmiştir. Davraz Dağı’nın kuzey yamaçlarında az miktarda olmakla beraber kar yıl boyunca kalmaktadır (Koçer, 2013: 55).

(31)

20

Göller Yöresi’nin antik dönemdeki bitki örtüsünün kabaca günümüzdekiyle benzer olması muhtemeldir. Buna göre alçak düzlüklerde makiler bulunmaktadır. Yamaçlardan itibaren zeytin, çam, selvi ve sedir ağaçları bulunmaktaydı (Sevin, 2016: 185;Üstün Türkteki, 2012: 12). Isparta bölgesinde bitki örtüsü topoğrafya ve iklime bağlı olarak şekillenmiştir. Akdağ ve Davraz Dağı arasında güneye doğru akan Isparta Çay Vadisi’nin kenarları boyunca ormanlık alanlar yer almaktadır. Ormanları meydana getiren ağaçların büyük bir kısmı çamdır. Çamların seyrek görüldüğü arazileri ise meşe ağaçları ve çalılıklar kaplamaktadır (Kumral, 2000: 5). Isparta’nın doğal bitki örtüsü genel olarak kurakçıl karakterli otsu bitkiler, çalı-orman karışımı alanlar ve yüksek noktalarda ise çam ve mera bitkilerinden oluşmaktadır. Nazarlık otu, üzerlik gibi kurakçıl otsu bitkiler çoğunlukla ilin kuzeyinde görülmektedir. İl arazisinin yaklaşık %21.2’si ormanlık alanlardan meydana gelmekte olup daha çok ilin güney kesimlerinde yer almaktadır (Altunbaş, 2005: 36).

M.Ö. 3. ve 2. binyılda Beyşehir Gölü civarında ilk orman tahribatı yaşanmış ve bunun sonucunda bölgede otsu bitkiler yaygınlaşmıştır. Yapılan araştırmalara göre meşe polenlerinin çoğalması ormansızlaşmanın belirtisi olarak kabul edilmektedir. Söz konusu ormansızlaşmanın sürmesi neticesinde çam, meşe, sedir ağaçları yok olmuş ve onların yerini antropojenik bozkırlar almıştır. Bunun sonucunda ise bölgeye maki bitki örtüsü egemen olmuştur. Bölgede tahribatın en sık görüldüğü yerler Suğla-Beyşehir-Yalvaç Oluğu, Sultan Dağları, Burdur ve Acıgöl çevreleridir (Üstün Türkteki, 2012: 12).

5.BÖLGENİN GÖLLERİ VE AKARSULARI

Göller Yöresi’nin başlıca gölleri Beyşehir Gölü, Eğirdir Gölü, Gölcük Gölü, Kovada Gölü, Gölhisar Gölü (Burdur), Salda Gölü (Burdur), Karataş Gölü (Burdur), Burdur Gölü, Yarışlı Gölü (Burdur)’dür (Özbek, 2003: 36). Isparta ilinin en önemli gölleri ise Eğirdir, Kovada ve Gölcük gölleridir. Burdur ve Beyşehir göllerinin bir bölümü de Isparta il sınırları içerisinde yer almaktadır (Akten, 2000: 36).

Isparta ili sınırları içerisinde bulunan Eğirdir Gölü, genişlik bakımından Türkiye’nin dördüncü büyük gölüdür. 370

50’ 41”-380 16’ 55” kuzey enlemleri ve 300 57’ 43”-300 44’ 39” doğu boylamları arasında kuzey-güney yönünde uzanan büyük bir çöküntü alanının kuzeyinde yer almaktadır. Gölün kuzey-güney yönlü uzunluğu 50 km ve kıyı uzunluğu 150 km’dir. En geniş yeri 16 km, en dar kesimi ise 3 km’dir. Bu dar olan kesim gölün kuzey ucunu oluşturmakta ve Hoyran Gölü ismiyle de bilinmektedir. Yarı kapalı havza özelliği taşıyan Eğirdir Gölü’nün derinliği 7-15 metre arasında değişmekte olup en derin noktası 15 metre ile

(32)

21

Barla Kasabası kıyısıdır (Altınkale, 2001: 1-8). Eğirdir, Yalvaç, Senirkent ve Gelendost ilçeleri arasında yer alan Eğirdir Gölü içme, sulama, su ürünleri yetiştiriciliği, elektrik üretimi ve turizm açısından önem arz etmektedir. Eğirdir Gölü yağışlardan, göl içindeki kaynaklardan ve göle dökülen derelerden beslenmekte olup gölün su giderlerini Kovada kanalı, göl içindeki düdenler, Isparta içme suyu için kullanılan pompalama istasyonları ve buharlaşmadan kaynaklanan kayıplar oluşturmaktadır (Altunbaş, 2005: 38). Türkiye’nin ikinci büyük tatlı su gölü olma özelliğine sahip Eğirdir Gölü, tektonik kökenli bir göldür. Gölün taban ve kıyı kesimleri genellikle karstik bir yapıdadır. Gölü besleyen akarsulardan öne çıkanlar Yalvaç’tan gelen Akçay, Uluborlu’dan gelen Pupa Çayı ve Hoyran Ovası’ndan gelen Değirmen Çayı’dır. Gölü besleyen ana kaynaklar ise yeraltı sularından oluşmaktadır (Karatepe, 2004: 28) .

Isparta il sınırları içerisinde yer alan Kovada Gölü, Eğirdir Gölü’nün 8 kilometre güneyinde bulunmaktadır. Gölün yüz ölçümü 6.551 hektar, derinliği 6-7 metre, rakımı 900 metre, çevresi ise 20.6 kilometredir. Karstik bir polye olan göl, yağmur sularının fiziksel ve kimyasal aşındırmasının ve ayrıca tektonik hareketlerin etkisiyle şekillenmiştir. Gölün suyu Kovada gideğeni ile Aksu Çayı’na oradan ise Akdeniz’e dökülmektedir. Kovada Gölü 03.11.1970 tarihinde milli park, 1992’de ise I. dereceden doğal sit alanına çevrilmiştir (Soylu, 2014: 14).

Gölcük Gölü, Isparta’nın güneybatısında ve şehir merkezine 12 km uzaklıktadır. Isparta-Burdur karayoluna mesafesi ise 5 km’dir. Gölcük Gölü, Akdeniz Flora Bölgesi’nden İran-Turan Flora Bölgesi’ne geçiş güzergahında bulunur bundan dolayı göl çevresi endemik bitkiler yönünden zengindir. Ayrıca bölgede magmatik ve tortul olmak üzere iki tür kayaç grubu görülmektedir (Fakir, 1998: 1-3). Gölcük Gölü, bir krater gölü olup kapalı havza özelliğine sahiptir (Kumral, 2000: 5).

175 km2 gelen alanıyla Göller Yöresi’nin üçüncü büyük gölü olan Burdur Gölü, Söğüt Dağları ile Suludere-Yayladağ arasında güneybatı-kuzeydoğu yönünde yer almaktadır. Gölün deniz seviyesinden yüksekliği 844.3 metre, uzunluğu 34 ve genişliği ise 9 km.dir. Gölü besleyen başlıca akarsular Eren Çay ve Bozçay’dır. Gölde 880 metre seviyesindeki seki içerisinde ele geçen çanak çömlek kalıntıları, Neololitik Çağ’da gölün bu seviyelerde olduğunu göstermektedir (Üstün Türkteki, 2012: 8). Türkiye’nin yedinci büyük gölü durumundaki Burdur Gölü’nün seviyesi kış sonu ile ilkbahar başında yükselmekte, yaz mevsiminde ise düşmektedir. Gölün güneybatısında Burdur’un diğer gölleri Salda ve Yarışlı

(33)

22

gölleri yer almaktadır. (Aslanbaş, 2012: 19). Burdur Gölü tam kapalı havza özelliğine sahiptir (Altınkale, 2001: 1).

Göller Yöresi’nin diğer öne çıkan gölleri Suğla Gölü, Salda Gölü ve Acıgöl’dür. Suğla Gölü, Beyşehir Gölü havzasında, Seydişehir’in güneyinde yer almaktadır. Suğla Gölü 1090 metre gelen rakımı ile Beyşehir Gölü’nden daha aşağı seviyededir. Gölün kapladığı alan mevsime göre değişmekle birlikte 165 km2’dir (Arslan, 2011: 9). Antik kaynaklarda Trogitis

olarak geçen Suğla Gölü’nün uygun kesimlerinde suların çekildiği dönemlerde nohut ziraatı yapılmaktadır (Bahar, 2011: 160). Suğla Gölü, Eğirdir Gölü’nün güneyinde yer alan yuvarlak biçimli bir göldür. Göl, etrafındaki karstik kaynaklardan ve Beyşehir Gölü’nden beslenmektedir. Buna rağmen yaz mevsiminde zaman zaman kurumaktadır (Üstün Türkteki, 2012: 9). Tektonik bir göl olan Salda Gölü, Salda Çayı, Doğanbaba Çayı ve Köpek Çayı tarafından beslenmektedir. Acıgöl, Söğüt Dağları’nın batısındaki çukurlukta yer almakta ve Burdur Gölü Acıgöl’ün doğusunda bulunmaktadır (Üstün Türkteki, 2012: 7-8).

Türkiye’nin en büyük tatlı su gölü olan Beyşehir Gölü, Batı Toroslar içerisinde bulunan Anamas Dağları ve Sultan Dağları arasında kalan tektonik bir çukurluk içinde yer almaktadır (Arslan, 2011: 7-8). Göller Bölgesi’nin en doğusunda yer alan göl, kapladığı 656 km2’lik alan ile Türkiyenin üçüncü büyük gölüdür. Uzunluğu 45 kilometre, genişliği ise 13 ile 25 kilometre arasında farklılık göstermektedir (Yıldız, 2011: 16). 1100 metre yükseklikte bir çöküntü ovasında yer alan gölün beslendiği dereler Soğuksu, Üstünler, Yenişarbademli, Sarıöz, Eflatunpınar, Ebulvefa, Kurucaova, Çavuş ve Ozan dereleridir (Üstün Türkteki, 2012: 9). Antik kaynaklarda Karalis olarak geçen Beyşehir Gölü, fazla sularını Beyşehir kanalı aracılığıyla Suğla Oluğu’na, oradan ise Çarşamba Suyu yardımıyla Konya Ovası’na boşaltmaktadır (Bahar, 2011: 159-160). Beyşehir Gölü’nde birçok ada bulunmakta ve bunların çoğunluğu gölün batı tarafında yer almaktadır. Göldeki adalardan başlıcaları Kızılada, Hacıakif Adası, Tek Ada, Helimin Ada, Orta Ada, İğdeli Ada, Aygır Adası ve Mada Adası’dır. Gölün kuzey ve doğu bölümünde ise Çeçen Adası, Ömerçavuş Adası, Manarga Adası ve Yılanlı Ada’dır (Arslan, 2011: 7-8). Bu adaların genelinde tarım ve hayvancılık yapılmaktadır. Suyu tatlı olması dolayısıyla balıkçılık bakımından önemlidir (Üstün Türkteki, 2012: 9).

Isparta bölgesinin en önemli akarsuyu Isparta Çayı’dır. Isparta Çayı, Akdağların kuzey eteklerinden doğarak önce kuzeye doğru yönelmektedir. Ardından Isparta ovasından doğuya dönüp Isparta ilinden geçerek ovayı doğuya doğru geçmektedir. Isparta’nın güneydoğusunda

Referanslar

Benzer Belgeler

Onarılıp güçlendirilmiş yapı (OGY) modeli analizinde, birinci deneyde hasar gördükten sonra epoksi enjeksiyonu ile onarılmış olan betonarme referans yapı

• TM Ti alaşımlarında elde edilen ortalama eğme dayanımı ve sehim miktarlar sırasıyla, Ti-6Al-4V alaşımı ortalama 1170 MPa eğme dayanımına ve 0,85 mm sehim

Deneme alanı Türkiye’deki en geniş doğal yayılış alanı Aydın ve Muğla illeri sınırları içinde yer almakta olan Muğla Orman Bölge Müdürlüğü Milas Orman

Yapılan çalışmalar sonucunda; ülkemizde 173 familyaya ait yaklaşık 10234 bitki türü bulunmakta ve bunlardan 135 familyaya ait 2718 bitki türü Göller

Bu bildiride, genleşmiş kil agregalar üzerine yapılan bir araştırmanın bulgularına göre, inşaat sektöründe bu malzemelerin hafif yapı elemanı blok ürünleri olarak

damızlık ünitelerinde ve standart üretim materyali de dâhil tüm fidan parselleri için, bitki yetiştirme ruhsatına esas parseldeki üretimler için bir

Bulgular – Stratejik yönlülük boyutları (müşteri yönlülük, rakip yönlülük, maliyet yönlülük), hizmet yenilik yeteneği ve pazar performansı arasında

Burdur İli'nin ayiara göre yağış, sıcaklık ve güneşlenme süreleri grafik tablosu (Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 2002)[76].. 2.1.2.1sparta