• Sonuç bulunamadı

M i m a r î de h is ve m a n t ık M i m ar M a c a r o ğ lu S a mi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "M i m a r î de h is ve m a n t ık M i m ar M a c a r o ğ lu S a mi"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

M i m a r î d e h i s v e m a n t ı k

M i m a r M a c a r o ğ l u S a m i

San'atın gayesini her devir kendi isteğine göre tarife çalıştı. Değişen şekillere rağmen san'- atkâr değişmedi. Mevzu'arı muhitinin mahsulü oldu. Bir cümle ile san'atkâr duyduğunu duyuran adamdır. Evvelâ hissetmek sonra hissettirmek.

Bu hissin ifadesi de en karışık şeklini mimarîde bulmuştur. Haricî tesirlerin ne gibi istihalelerle

taşta, ağaçta şekil aldığının izahı müşküldür.

San'at hislere hisler de tahteşşuura bağlıdır.

Bu teessürlerin tahteşşuura birleştikten sonra yeni bir kisve ile çıkışları odunu kâğıda tahvil eden fabrika yahut çiçekten bal yapan arıyı g ö l g e d e bırakacak muaddaliyettedir.

Ç o k muhterem bir hocamız bir bahiste ne yaptılar diye mi soruyorsunuz. Neyi yıktılar diye sormalısınız diyordu. Tekâmül eskiyi yıkmakla başlıyor.

Memleketimizde modern mimarî ceryanları- nın ne zaman başladığının tesbiti tarihin vazifesi olsa da burada bir kaç söz söylemek te pek m e v - simsiz değildir.

San'atta tekâmül tedricî mi, hamlevî mi olur. Bunun münakaşasını yapmıyacağız. San'at- kâr her şeyden evvel cemiyetin ve mutinin malı- dır. San'atkâr mı cemiyeti yükseltmeli, cemiyetin yükse'mesile mi san'atkâr yükselmeli. Bu da ayrı koca bir bahis, fakat şu muhakkak ki bunlar yek- diğerine çok sıkı bağlarla bağlıdır. Belki her ikisi de oluyor. Fakat muhitinden pek aykırı giden san'atkârları muhit takip etmiyor. Türk mimarla- rının yeni mimarîde henüz bellibaşlı bir eser vücu- de getirememelerinin bir çok mühim sebepleri me- yanında köhne zihniyetlerle mücadeleye mecbur kalmaları da zikre şayandır. Klâsik diye belledik- leri tarzdan vazgeçip derhal yeniyi benimseyi - vermeleri iştiyaklarının şiddetini göstermesi itiba- rile sayanı dikkattir.

Klâsik mimarîde sanat terbiyesi; tenasübü,

mütenasip diye belletilen şekillerle öğretmekti.

Bilâhare bu hazır elemanları bir araya getirmekle kompozisyona çalışılırdı. G ö z modüllere alıştırı- lır. Zarif bir sütunun kutrile irtifaı arasındaki nisbet, kolonlar arasındaki açıklığın kaç m o d ü l olacağı frontonun meylinin nasıl çizileceği, tezyi- natın binaya nisbet hangi tarzların nerelerinin ne gibi şekillerle tezyin edileceği ilâh. kaidelerle bir- likte gözün terbiyesi esas tutulur. Mimar gözüm şurada bir şey istiyor derse oraya ne şekilde tez- yinat gideceği de zaten muayyen olduğundan yerleştiriverirdi.

Bu kaideler o kadar teşmil edilmişti ki sade- lik, dinî hisler, hafiflik, azamet, haşyet, neş'e, kuvvet, gibi hislerin ifade şekilleri bile taayyün etti. Ciddî bir mabedin dorik tarzında olabileceği gibi sadeliği arzu edilen binalarda bu tarz âdet oldu. Korentiyenin zarafetinden gerek romendeki azamet v e ihtişamından gotiğin esrarından istifa- de m o d a olmuştu. Görülüyor ki bu faaliyet bir takım kaideler tahtında cereyan ediyordu. Kaide- lere bağlı kalmak hem zor hem kolaydır. Zorluğu bunların haricine çıkmanın kabul edilmemesi ko- laylığı ise icat mecburiyetinden vareste kalınına- sidir. Bu şekillerin delâlet ettikleri mâna asırlarca kabul edilegelmiştir. Sirayet zihniyeti ile bizce de kabul ediliverir.

Esası taklit olan bu çalışma taklidi bile ta - mam yapamamaktadır. Zamanımızın ihtiyaçları ve malzemesi o kadar değişti ki ancak yaşadık - ları devre uygun gelen tarzlar kopya bile edile - memektedir. Fakat san'at bu mu? San'atin bu olmadığını herkes itiraf ediyor.

Yeni mimarî ise motiflerin terkibile vücude gelmiş değildir. Tekbaşına mâna ifade etmiyen bir k o y u mustatil ( p e n c e r e ) nin açık bir murabba içine konuluşile yekdiğerine münasebetlerinde gü-

(2)

zellik aranıyor. Bu bir araştırmadır. Bunda mu - vaffak olmak bin kat güç ve herkes bir icada mec- bur. icat ise zengin bir muhayyelenin mahsulü ayni zamanda hissi selim sahibi olmağa vabeste- dir. Bir taraftan vücude gelmiş eserlerle muhay- yelemizi zenginleştirirken onları asla kopye etmi- yerek yaratmıya mecburuz. Çünkü yeni mimarî kopye edilemez. Heyeti umumiyenin ahengi bi - nayı aynen nakletmekle bile muhafaza edilemez.

Modern eser muhitile mâna alır. Muhite yabancı kalması onun kıymetini çok düşürecektir.

Yeni mimarîde binanın maksadına en uygun olması şarttır. Çalışma, yemek, uyuma, okuma, eğlenme, oyun için ayrılan yerlerin ilk düşüncesi maksada tevafukudur. Bu meseleyi temin için ge- rek bizden evvelkilerden miras kalan tecrübele- rini ve gerekse kendi his ve mantıkimizi kullanı- yoruz. Tarih mimarî ve nazariyatı mimariye bize ancak bu tecrübelerden alınan dersleri öğretir.

Ta ki biz de işe yeniden başlıyarak hatalara diiş- miyelim ve yeni bir şey icat ediyorum diye eski- leri tekrar etmiyerek mesaimizi bulduğumuz nok- tadan ilerletmeğe hasredelim.

Şu halde mimarînin ilim tarafının gayesi ta- ayyün etmiş oluyor. Bu kifayet edecek midir.

Hayır. Nitekim ihtiyaçlarımızın daimî tahavvü'ü- ne karşı nazariyat tesbit edilmiş şekilde daima kitapta kalmaktadır. Bugün yazılan bir eser bile şâmil bir kifayette değildir. Çünkü mahallîdir, umumî olamıyor, ihtiyaçlarımızın her gün değiş- mesinden daha mühim olarak iklim, muhit, se - viyyei içtimaiye hattâ malzemenin ayrı ayrı oluşu tasniflerini güçleştirdiğinden fikir ancak yerinde

kıymet kazanıyor. Newyork gratsiyellerinin Istan- buida mânası yoktur. Le Corbusier Cemiyeti A k - vam binası konkurunu kazanamamıştır. Size be- ton pencere yapayım derseniz burada gülerler.

Amerikada yalnız şeffaf camdan ev yaptıran siv- ri akıllılara rast gelinebilir. Bütün bunlar mahallî kanaatlar ve ihtiyaçlar mahsulüdür. Bunlara rağ- men mimarlığın ilim tarafını ihmal etmek te kimsenin ak'ına gelmemelidir. Yine diyebiliriz ki bu şartlardan biridir. Fakat mimarlık da, bundan ibaret değildir.

Fransada bir sinema binası yapıldı. Bunda fikir yeniliği derhal kendini gösterir. Seyircileri dört duvar arasına kapamağı onlara eziyet etmek telâkki eden mimar duvarlar yerine pencereleri taraçaları havi bina taklitleri yıldızlı yahut güneşli sema gibi bir çok tesisatla seyirciye dört duvar arası hissini unutturmak istemiş. Bina çok rağbet görmüş. Burada şayanı dikkat iki nokta var: Bi- rincisi nazariyata bağlanmanın yeni şekiller ibda- ından mahrum bırakacağı, ikincisi hislerimize ve- rilen kıymettir. Birincisi için denilebilir ki müsait

muhit meselesi ve mimarın sürükleyici kudretidir, nazariyat ancak yenisini kuramıyacakların tâbi kalacağı düsturlardır.

ikincisine gelince bugünün en mühim mese- lesidir. Hisler. Ferdî hayatta daima hislerile ida- re olunan insanlar cemiyette kendilerine aklî ve mantıkî kaide'er bulmuşlar ve bunlara bağlı kal- mışlardır. O kadar ki bugün aklın tahakkümü al- tında bunalanlar ancak san'at muhitinde kendile- rine gelebilmektedirler.

Demek ki hisler ancak san at meydanında at sürebiliyorlar. Hislerimizle idare olunuyoruz.

Kararlarımızı tartarsak en mantıkî zannettikleri - mizde bile mantıkin rolü hislerimize destek ol - maktan fazla değildir. Hattâ o kararımızın icra - sında bile hislerimizi okşıyan cihetlerinden kuv - vet alıyoruz. Bunu böylece itiraf eden kaç kişi vardır.

San atta her şeyden ziyade samimiyet vardır.

Samimi olmalıyız. Son zamanlarda dilimizin pe- lesengi «ben bunu mantıkî olduğu için yaptım,»

veya bu inşaatın icap ettirdiği şekildir! Bu şu ihti- yaca tekabül edecektir...! ilâh. Yürütülen bu man- tıkî esbabı mucibeler serisinin kendi kendimize bi- le itiraf edilerniyen duygulara kalkan vazifesi gör- mekten başka rolü yoktur. Bunu güzel olsun diye yaptım yahut şu hissi vermek istedim diyebilmek- ten çekinmek niçin? Nitekim yeni mimarîyi tarif ederlerken bilmem dikkat ettiniz mi şu evsaftan bahsediliyor.

Ucuz, sıhhî, inşaî, hulâsa mantıkî. Şu halde yeni mimarî san'attan uzaklaşmış mı oluyor?

Bunlar öyle kaideler ki lâalettayin bir fen adamı bu şeraiti haiz binalar vücude getirebilir. Akıl bunları bilriyaziye halleder. Çıkacak makineye bir san at eseri mi diyeceğiz. Bir eserin eseri san'- at olabilmesi için kültürümüz nisbetinde bizi mü- tehassis etmesi lâzımgelecektir. Fakat hislerimi - zin harekete gelebilmesi için aklımızın onu rahat

bırakması lâzımdır. Bir musiki eserinin dinlen- mesi nasıl bir sessizlik isterse hisler de şuurdan

susmasını rica eder. Şuuru fışkırtacak hatalar, eserin ipnotizmesini inkıtaa uğratır. Şuurun ten- diki daima vardır. San ata tahteşşuurun mahsulü demiştik. Bazılarınca tahteşşuur üzerinden şuurun baskısını kaldırarak hiç değilse hafifleterek daha iyi muvaffak olunabileceği kanaat halindedir, ilk vasıta olarak ta içki hatırlarına gelir. içmeyince çalamıyan, okuyamıyan, yazamıyan, çizemiyen -

!er vardır. Bunlar bazı san at şubelerince doğru olabilir. Belki, fakat mimarî için değil. Çünkü de- min de söylediğim gibi şuurun tenkidi onun için daima hazırdır. V e eser herkese yüzlerce sene teş-

(3)

hir edilecektir. Şuurumuzu tırnıalıyacak hatalarım görmemek için sarhoş olmaktan başka çare yok- tur. Heyecandan mahsul bediî eserler ise bizi ya- ratıldığı andaki teheyyüçlere götürebildikleri de- recede mükemmel eserlerdir. Ancak öyle büyük fikirleri ihtiva etmeli ki şuurun tırpanına uğrıya- rak cascavlak kalmasın ve göz önünde tutulan ilk fikirlerin etütle tekemmül ettirilmesinde hâ - kim fikirlere aykırı koşacak teferruata saplan - mamak icap eder ki (ifadede vahdet) diye ara- nılan bir şart ta budur.

Hislerimizin bizi aldattığını biliyoruz. Fa - kat biz buna bile bile razıyız. Avunmak. Fakat hayat ufak bir aksilik yüzünden kaybedilmiş fır- satlarla doludur. Bugün gaye yaşamakta ıztırabla- rı hafifletmektir. Kurnaz bir dişçinin tedavi esna- sında hastasına sinema seyrettirerek ağrıyı duyur- maması, losturacı dükkânında ayakkabı boyanın- cıya kadar geçecek bir zamanda bile intizarın ateşten daha şiddetli olduğunu duyurmamak için radyo çalınması, ahvali âdiye hükmüne girmiş-

tir. Ya biz mimarlar ne yapıyoruz. Bir koridorun uzunluğu bize neden azap verir. Suadiye tarafla- rında yeni yeni peyda olan villâları gördünüz mü?

Meselâ! Zeminle beraber bir kat olduğu halde ha- riçten dik bir merdiven doğruca birinci kata çık- maktadır. Bu merdivenlerin zayıf demir korkulu- ğu çıkmak mecburiyetinde kalacağınız basamak- ların yekûnunu sizden saklayamazken muztar kal- madıkça oradan çıkmıyacaksınız. Bir gün olur da çıkmak icap eder diye manzarası bile insana ezi- yet vermektedir. Halbuki hepimiz yüzlerce basa- makları hissetmeden çıkıp inmekteyiz, kapısın- da bir eşik olan mağaza dükkân sahiplerince makbul değildir. Sebebini sorunuz müşteriyi içeri çekmez bilâkis girmekten men'eder diyecektir.

Sekiz santimlik bir eşiği atlamak bize neden sıkın- tı veriyor. Bu vadide binlerce misal söylenebilir.

Netice şudur: Bizi daima aldatabilen hislerimize eziyet değil bilâkis hürmet etmeliyiz. Onları kör- letmiyelim tatmin edelim. Bir eser ancak hislere hitap ettiği zaman bir eseri san'attır.

Referanslar

Benzer Belgeler

Avrupa mimarları; yukarıda söylediğim gibi son bir kaç senedenberi evvelâ nazariye şeklinde o- lan pasif korunma işini kanun, nizamname ve ta- limatname şekline konulmasından

Bunun yerine mimari eserlerimize yaraştırdı- ğımız ulusal zevklerden doğan güzellik kaidelerine uygun bir süs san'atı vücude getirilmişti. Nevşehirli İbrahim paşa

Zemin katı şehir plânı mucibince bütün arsayı iş- gal ederek dükkân ve mağaza olarak tertib edilmiş ve üst katları kira evi olarak inşa edilmiştir.. Bina beton

(Mustafa III.

Dış yan duvarlarının, şimdi yerleri sıvanmış olan kısımları vak- tile bütün çini kaplı imiş, Bu çiniler Bursadaki (Yeşil cami)- nin renk ve tertibinde olup o devreye

(iptidaî insan yoktur. İptidaî araçlar vardır. Fikir, başlangıçın- llk insan iptidaî bir matematik sahibidir, ölçü olarak dirseğini, ayağını, adımını., kullandı,

Bugün de 'betonla ve demirle yapı yapıldığı için, niçin o memleketin ve o milletin âdetleri, vaziyet, ik- lim ve ihtiyaçları göz önünde tutulmadan he- pmiz ayni mimariye

inci asırlarda Romalılar tarafından A v - rupada ve müstemleke şehirlerinde tatbik edilen plânların menşei H o ç o olduğunu Selçuklarm Ana- dolu şehirlerinde tatbik