• Sonuç bulunamadı

ANKARA ÜNİVERSİTESİ BEYPAZARI MESLEK YÜKSEKOKULU

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "ANKARA ÜNİVERSİTESİ BEYPAZARI MESLEK YÜKSEKOKULU"

Copied!
65
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

BEYPAZARI MESLEK YÜKSEKOKULU

MÜLKİYET KORUMA VE GÜVENLİK BÖLÜMÜ

AFETLER TARİHİ Öğr. Gör. Habib AKYAZI

(2)

 Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde Türkiye’de Görülen Bulaşıcı Hastalıklar ve Salgınlar,

BAD118 AFETLER TARİHİ DERS İÇERİĞİ

(3)

 Sağlık: Sadece hastalık ve sakatlığın olmayışı değil bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik hâlidir. Toplumun

sağlıklı yaşam biçimini benimsemesi, sağlığın korunması ve geliştirilmesi (eğitimi) de sağlıklı olmak açısından önemlidir.

 Hastalık: Herhangi bir nedenle kişinin bedensel, ruhsal ve sosyal yönden iyiliğini yitirmesidir.

 Bulaşıcı Hastalık: Bir hastalığın, insandan insana ya da hayvandan insana herhangi bir yolla bulaşma niteliği taşımasıdır.

(4)

 Mikrop: Bulaşıcı hastalık meydana getiren, gözle

görülmeyen; ancak mikroskop denilen aletle görülebilen mini canlılardır.

 Salgın: Bir bulaşıcı hastalığın, belirli zaman ve normal ölçüler içinde beklenenden daha çok sayıda görülmesi ya da o toplumda daha önce hiç görülmeyen bir hastalığın tek bir vaka bile olsa ortaya çıkmasıdır.

(5)

Bulaşıcı Hastalık Etkenleri

Bakteriler: Normal mikroskopla görülebilen, çoğunlukla

antibiyotiklerle öldürülebilen, virüslere göre daha büyük olan canlılardır.

Virüsler: Normal mikroskopla görülmeyen, antibiyotik denilen ilaçlarla öldürülemeyen, sadece canlı ortamlarda üreyebilen ve diğer mikroplardan çok daha küçük olan canlılardır.

Parazitler: Mikrop kadar küçük tek hücreli canlılar olabildiği gibi (sıtma etkeni), bağırsak solucanı, kıl kurdu ve tenya (abdestbozan) gibi gözle de görülebilen canlılardır.

(6)

Bulaşıcı Hastalıklar ve Salgınlar

 Bulaşıcı ve salgın hastalıklar tarih boyunca insan ölümlerinin en büyük etkenlerinden biri olmuştur.

 Bu hastalıklar pek çok can kaybına neden olarak

savaşların ve toplumların kaderleri üzerinde de etkin rol oynamışlardır.

 Bulaşıcı ve salgın hastalıklar, yüzyıllardan beri en büyük can kayıplarına yol açan ve insanları dehşete düşüren

hastalıkların başında gelir.

(7)

BAKTERİLER

(8)
(9)

Bulaşıcı Hastalık Etkenlerinin Genel Özellikleri

 Mikroplar uygun ısı, nem ve besin ortamı gibi koşulların varlığında çoğalarak sayıları hızla artar.

 Mikropların bir kısmı insanlarda, bir kısmı ise hem insan hem de hayvanlarda hastalık oluşturabilir.

 Bazı mikropların kendisi hastalık oluştururken (kolera, grip virüsü, amip vb.) bazıları da salgıladıkları zehirli maddeler ile hastalık

(tetanos, botilinum vb.) oluşturabilir.

 Bazı mikroplar, giriş yerinde yerel (lokal) enfeksiyon oluştururken bazıları genel hastalık oluşturabilir.

(10)

Bulaşıcı Hastalık Etkenlerinin Genel Özellikleri

 Bazı mikroplar, vücuda girdikten sonra bazı organ ve dokuları tercih ederek hastalık oluşturur (hepatit virüsleri, karaciğere;

menenjit yapan mikroplar, beyin zarlarına yerleşirler).

 Mikropların bazıları insandan insana bulaşırken (hepatit virüsleri, grip virüsleri vb.) bazıları bulaşmaz (tetanos, brusella vb.).

 Bazı mikroplar, salgın oluşturabilirken (kolera, tifo, grip, bulaşıcı menenjit, hepatit A vb.) bazıları oluşturmaz (tetanos vb.).

(11)
(12)

Yeni Gelişen Enfeksiyon Hastalıkları

Ebola

Sars

Mers

H1N1

H5N1

Zika virüsü

Corona virüsü

(13)
(14)
(15)
(16)
(17)
(18)
(19)
(20)
(21)

Enfeksiyon Zinciri (Bulaşma

zinciri)

(22)
(23)
(24)
(25)

Bulaşıcı Hastalıkların Kontrolü

Bulaşıcı Hastalık Çıkmadan Önce Alınması Gereken Önlemler

Bulaşıcı Hastalık Çıktıktan Sonra Alınması Gereken Önlemler

Salgın Durumunda Alınması Gereken Önlemler

Olağanüstü Durumlar ve Afetlerde Alınması Gereken Önlemler

(26)
(27)
(28)
(29)
(30)

Hastalık gruplandırmaları

A Grubu: Ülke genelindeki resmi ve özel bütün sağlık kuruluşlarından ve özel hekimlerden

bildirimi yapılacak olan hastalıklar

B Grubu: Ülke genelindeki resmi ve özel bütün sağlık kuruluşlarından ve özel hekimlerden tespit edildiği anda rutin bildirim sürecini beklemeden en acil şekilde ihbarının yapılması zorunlu olan

hastalıklar.

(31)

Hastalık gruplandırmaları

C Grubu: Ülke genelindeki bütün sağlık kuruluşlarından değil, sadece seçilmiş olan

merkezlerden bildirimi yapılacak olan hastalıklar

D Grubu: Ülke genelindeki seçilmiş olan laboratuvarlardan (tüm kamu kurum ve

kuruluşlarına ait laboratuvarlar) bildirimi yapılacak olan hastalıklar.

(32)
(33)

Osmanlı Döneminde büyük can kaybına yol açan salgın

hastalıklar

(34)

Veba / Taun

 Osmanlı dönemine ölümcül salgınlar yaratan ve toplum

hafızasında derin izler bırakan bulaşıcı hastalıklar açısından bakıldığında ilk akla gelen hastalık vebadır.

 Veba Osmanlı kaynaklarında ve halk arasında taun olarak da adlandırılır.

 Osmanlı toprakları yüzyıllar boyunca pek çok veba salgınına maruz kalır.

 İstanbul, İzmir, Selanik, Halep, İskenderiye ve Kahire gibi Osmanlı vilâyetleri bu salgınlardan en çok yara alan yerler arasındadır.

 Osmanlı İmparatorluğu’nda ölümcül veba salgınları ancak 1850’lere doğru ortadan kalkmıştır.

(35)

Cüzam / Lepra

 Osmanlı topraklarında sık rastlanan bir diğer bulaşıcı hastalık olan cüzam (lepra, miskin illeti) da veba kadar ölümcül salgınlar yapmasa da her dönemde en çok korkulan bulaşıcı hastalıkların başında gelir.

 Aslında cüzamın insan bedeninde yarattığı ürkütücü fiziksel

değişiklikler tarih boyunca tüm toplumlarda bu korkunun oluşmasına yol açmıştır.

 Hastalık nedeniyle aslana benzer bir şekil alan yüz ifadeleri, ciltte oluşan renkli lekeler, sert ve kabarık nodül ve yaralar, bu hastalardan korkulmasının ve bu nedenle onların toplumdan dışlanmalarının

nedeni olur.

(36)

Cüzam / Lepra

 Doğu dünyasında Hz. Muhammed’e ait olduğu söylenen “cüzamlıdan aslandan kaçar gibi kaç” ya da “cüzamlı ile aranda bir mızrak boyu mesafe bırakarak konuş” gibi hadisler, yüzyıllar boyunca

cüzamlılarla temas edilmemesi ve onlardan ayrı bir halde yaşanılması için rehber kabul edilir.

 Bu dini görüşlerin Doğuda birer tecrit mekânı olan miskinhanelerin yapılışında da etkisi olur.

 Bu nedenle Osmanlılar da başlangıç dönemlerinden itibaren, o

yıllarda tedavi olanağı bulunmayan lepralıları toplumdan tecrit etmek amacıyla, İstanbul, Bursa ve Edirne’de Leprozeriler (miskinler evi, cüzamhane) kurulur.

(37)

Cüzam / Lepra

 Anadolu’da bu gibi kuruluşların bulunmadığı yerlerde ise şehirlerin dış mahallelerinde kurulan tecrit evleri, giderek

Kastamonu, Sivas, Bursa, Edirne ve İstanbul gibi yerlerde kurulan cüzamhanelere dönüşmüştür.

 Edirne’de Miskinler Tekkesi denen yerde kurulan Edirne

Cüzamhanesi (15. yüzyıl) bu kurumların ilklerinden olup iki yüzyıl kadar cüzamlılara hizmet vermiştir.

 Bunların arasında en ünlüsü ise Üsküdar’da 16. yüzyılda inşa edilen Üsküdar’daki Karacaahmet Cüzamhanesi’dir.

(38)

A. Süheyl Ünver’in çizimi ile Üsküdar Leprozerisi.

(39)

Çiçek

Çiçek hastalığı da, tüm dünyada olduğu gibi, Osmanlı

topraklarında da yüzyıllar boyunca ölümcül salgınlar yaratan hastalıklardan biridir.

Hastalık; 1705’te Mısır’da, 1739’da Mora’da, 1783’te Bosna’da, 1785, 1810 ve 1824’te olmak üzere üç kez

Suriye’de, 1835’te Kahire’de ve 1842’de Samsun’da büyük salgınlar yapmıştır.

Çiçek hastalığından korunmak amacıyla tarih boyunca değişik yöntemlerle bağışıklama denemeleri yapılmıştır.

(40)

Çiçek

Osmanlıda bulaşıcı ve salgın hastalıklar açısından en önemli

olaylardan biri de Türk usulü çiçek aşısı olarak adlandırılan yöntemdir.

Bu yöntem, çiçek geçiren kişilerin püstüllerinden bir iğne ucuyla alınan irinin, özellikle sağlam çocukların kolunda oluşturdukları bir çiziğe sürülüp, üstünü de ceviz kabuğu ya da bir yaprak kapatılması uygulamasıdır.

Ancak bu yöntem riskli bir yöntemdir.

Daha sonraki yıllarda çiçeğin yeryüzünden silinmesini sağlayan

hayvandan insana aşılama yöntemi Edward Jenner tarafından 1796’da keşfedilmiştir.

(41)

Frengi

 Çiçek ve veba kadar akut seyirli bir hastalık olmasa da frengi de ülkemizde büyük halk sağlığı sorunu yaratan hastalıklardan biridir.

 1826’da yeniçeriliğin kaldırılarak Nizam-ı Cedit’in kurulmasından sonra, Anadolu’nun çeşitli yerlerinden toplanan askerler terhis

edildiklerinde bu hastalığı köylerine de götürürler.

 1853-56 Kırım ve 1876 Rus savaşlarından sonra da özellikle Kastamonu ve Bolulu askerlerin memleketlerine dönüşlerinde

hastalığı memleketlerine götürmelerinin frenginin buralarda endemik tarzda yayılmasında büyük rolü olmuştur.

(42)

Frengi

 İstanbul’dan başlayarak, bir afet şeklinde Bolu ve Kastamonu yörelerine yayılan frengi, daha sonra tüm Karadeniz sahillerinde görülür.

 Bazı yerlerde yayılmanın önlenebilmesi için sadece frengili

askerlerden oluşan ve izole bir şekilde tedavi edilmeye çalışılan

‘frengi bölükleri’ oluşturulmuştur.

 O dönemlerde kesin tedavisi olmayan hastalığın yayılımı ancak Cumhuriyetten sonra başlatılan frengi mücadelesi ile

engellenmeye başlanmış, 1940’lardan sonra antibiyotiklerin

kullanımı ile de hastalık tamamen tedavi edilebilir hale gelmiştir.

(43)

Kolera

Osmanlı toplumunun ilk kez 1830’lu yıllarda tanıştığı kolera hastalığı da ölümcül salgınlar oluşturan ve halk sağlığını tehdit eden

hastalıklardandır.

Osmanlı coğrafyasının Doğu’yu Batı’ya bağlayan bir köprü

konumunda olması nedeniyle, 1817 yılında Bengal’den başlayarak 1831’de İstanbul’a ulaşan ilk kolera pandemisinde de bir geçiş yolu olması kaçınılmazdır.

Osmanlıda karantina teşkilâtının kurulması da, işte bu geçiş yolu

olması nedeniyle ve Batı’lı devletlerin bu yöndeki baskılarıyla ilk kez 1831 yılında gündeme gelmiştir.

(44)

CUMHURİYET DÖNEMİ

Resmi olarak 29 Ekim 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti, birçok savaştan çıkmış, yorgun ve hastalıklarla zayıflamış bir ülke ve halk devralır.

Bu dönemin en büyük halk sağlığı sorunu ise bulaşıcı ve salgın hastalıklardır.

Atatürk’ün önderliğindeki genç Cumhuriyet hükümeti, öncelikle çok doğru bir teşhisle bu hastalıklarla mücadelenin asıl yolunun, bunların bireysel bir sorun olmayıp bir halk sağlığı sorunu olduğu ve

çözümün devletin temel görevlerinden biri olduğunun kabulüyle işe başlamışlardır.

(45)

CUMHURİYET DÖNEMİ

Bu kabulden sonra, o dönemde büyük bir halk sağlığı sorunu olan sıtma, frengi, trahom ve verem gibi bulaşıcı hastalıklara karşı devlet eliyle sistemli bir şekilde mücadeleye girişilmiş ve çok başarılı sonuçlar alınmıştır.

Sağlık hizmetlerinin yaşama geçirilmesi ve örgütlenmesinde Sıhhiye ve Muavenet-i İctimâiye Vekâleti (Sağlık Bakanlığı) görevlidir.

Dr. Refik Saydam, ülkede koruyucu sağlık, halk sağlığı ve toplum sağlığı kavramlarını yerleştiren kişidir.

(46)

CUMHURİYET DÖNEMİ

 Dr. Refik Saydam’ın 1925 yılında belirlediği Sağlık Bakanlığı hizmet programının en önemli maddeleri arasında; sıtma, trahom, frengi ve öteki bulaşıcı ve sosyal hastalıklarla mücadele edilmesi ve verem sanatoryumlarının açılması bulunmaktadır.

 Dr. Refik Saydam bu maddeleri yaşama geçirebilmek için büyük uğraş vermiş ve ülkede sıtma, frengi, trahom ve verem mücadelesi için örgütlenmeyi gerçekleştirmiştir.

(47)

Sıtma mücadelesi

Sıtma ülkemizde yüzyıllar boyunca her dönemde rastlanan hastalıklardandır.

Ancak I. Dünya Savaşı ve sonrasında sıtmanın ülkeye verdiği zarar iyice artmıştır.

Hicaz Irak ve diğer sıcak ülkelerden dönen askerlerimiz tropik malaryanın ülkede daha da artmasına yol açmışlardır.

Öyle ki İstiklâl savaşı sırasında askerlerimizde % 40 oranında sıtma bulunmaktadır.

Bu nedenle Türkiye’de sıtma savaşı Cumhuriyet’in ilk yıllarında, hatta TBMM’nin kuruluşuyla birlikte başlar.

(48)

Sıtma mücadelesi

Atatürk, sıtma salgınlarına çözümün bataklıkların kurutulması ve arazi ıslahı olduğunu söylemiştir.

Dr. Refik Saydam’ın başkanlığında kurulan sıtma mücadele komisyonu savaşımın esaslarını saptamıştır.

İlk savaş 1924’te Ankara’da salgın halinde görülen sıtma için öncelikle başlatılmış, İstanbul’daki Bakteriyolojihane’de bir sıtma kursu açılmıştır.

Burada yetiştirilenlerle Ankara, Adana ve Aydın’da çalışmalara başlanmıştır.

1926’da sıtma savaşında gerekli olan yöntemlerin tespiti ile bunların

uygulanmasından doğan yükümlülük ve cezaları kapsayan “Sıtma Mücadelesi Kanunu” çıkarılmıştır.

(49)

Sıtma mücadelesi

Sıtma Mücadele Heyetleri, çıkarılan yasalar çerçevesinde, sıtma ile savaşta üç yöntem belirlemişlerdir:

1. Yılda iki kez bölgelerindeki insanların dalak ve kan

muayenelerini yaparak sıtmalı olanları tedavi altına alınması, 2. Sivrisineklerle bataklıkların kurutarak savaşılması,

3. Sıtmanın yayılmasında etken olan sivrisinek barınakları ve çeltik alanlarının kontrol altına alınması.

Bu önlemler sonucunda sıtma savaşında başarılı sonuçlar alınmıştır.

(50)

Sıtma mücadelesi

 Dünyada 1934 yılında Klorokin, 1939’da ise DDT

(Diklorofeniltrikloroetan)’nin insektisit olduğu keşfedilmiştir.

 Sıtma ile mücadelede laboratuvar, enstitü ve dispanser sayısının artması, aile üyelerinin kontrolleri planlanmış,

Diklorofeniltrikloroetan (DDT) ve 1949’da mazot ve petrol

kullanılmaya başlanılmış, böylece savaş yıllarında binde 321,3’e kadar çıkan sıtmalı oranının 1950’de binde 14,3’e inme başarısı gösterilmiştir.

 1970 yılında sıtma insidansı yüz binde 3,55 olmuştur.

(51)

Sıtma mücadelesi

 Bu tarihten sonra ise toplumsal duyarlılığın azalması sonucunda ülkemizde 1977 (yüz binde 293) ve 1994 (yüz binde 139,38) yıllarında iki epidemi yaşanmıştır.

 1994 yılındaki epidemiden sonra çalışmalara hız verilmiş ve 1998 yılında insidansı yüz binde 57,92’ye gerilemiştir.

 Şu an ülkemizde görülen sıtma vakalarının %91’i Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde olup, en son 2014 yılında görülen toplam vaka sayısı 233’tür.

(52)

Vaktinde tedavi edilmemiş sıtmalı bir çocuk

(Sıhhî Müze Atlası. İst., 1926, Türkiye Cumhuriyeti Sıhhiye ve Muavenet-i İctimaiye Vekâleti, s. 2)

(53)

Adana Sıtma Enstitüsü, sıtma kursu ve 20 yataklı bir sıtma hastanesi, 1928

(54)

Sıtma ile mücadelede kullanılan afişler.

(M Süyev. Sıtma savaşı albümü. İst., 1953, T.C. Sağlık ve Sosyal Yardım Vekaleti Yay., s. 67)

(55)

Trahom mücadelesi

 Birinci Dünya Savaşı’na kadar özellikle Güneydoğu Anadolu’da endemik olarak görülen trahom, harpler sırasında yurdun her

yerine yayılmıştır.

 Önlenebilir körlük nedeni olan trahomla savaş ilk kez Türkiye Cumhuriyeti döneminde ele alınan bir konudur.

 1915’te haber verilmesi zorunlu hastalıklar arasında sayılmasına karşın trahom savaşı ilk kez 1925’te, sabit ve gezici grupları olan bir örgütle Doğu illerimizden başlamıştır.

 Trahom programı dahilinde, gezici ekiplerin yanı sıra Adıyaman ve Malatya’da birer trahom hastanesi ve dispanseri açılmıştır.

 1982’de trahom tamamen kontrol altına alınmıştır.

(56)

Frengi mücadelesi

 Tarih boyunca yarattığı sağlık problemlerinin yanı sıra birçok sosyal problemlere de yol açan bir hastalıktır.

 Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında da çok büyük bir halk sağlığı sorunu olmuştur.

 Frengi ve diğer bulaşıcı hastalıkların tedavi ve kontrol altına alınması ise tüm dünyada olduğu gibi bizde de en etkili tedavi yöntemi olan penisilin ve diğer antibiyotiklerin ikinci dünya savaşı sırasında kullanıma girmesi ve yaygınlaşmasıyla, ancak 1940’lardan sonra mümkün olmuştur.

(57)

Frengi mücadelesi

 1933 yılına kadar Sivas, Bursa, Ordu, Balıkesir ve Zonguldak şehirlerinde çalışmalar yoğunluk kazanmıştır.

 1940’ta mevcut 170.177 frengili sayısı 1950’de 118.169’a düşmüştür.

 1948 yılında 6 Frengi Savaş Kurulu Başkanlığı faaliyette bulunmaktadır;

Tokat, Giresun, Samsun, Karadeniz Ereğlisi, Uşak ve Çorum.

 1949 yılına kadar 68 il ve ilçenin 6349 köyün taramaları yapılmıştır.

 1951 yılında üçü İstanbul’da, biri Ankara, biri İzmir’de olmak üzere beş zührevi hastalıklar hastanesi ile 19 zührevi hastalıklar dispanser

polikliniği hizmet vermiştir.

(58)

İkinci derece frengi

(Sıhhî Müze Atlası. İst., 926, Türkiye Cumhuriyeti Sıhhiye ve Muavenet-iİctimaiye Vekâleti, s. 14)

(59)

Üçüncü devre frenginin yaptığı tahribat.

(Sıhhî Müze Atlası. İst., 1926, Türkiye Cumhuriyeti Sıhhiye ve Muavenet-i İctimaiye Vekâleti, s. 20)

(60)

Verem mücadelesi

 Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu zaman ülkenin en önemli hastalıklarından birisi veremdir.

 1919 yılında, İstanbul’da tüberkülozdan ölüm sayısının bildirimi zorunlu diğer hastalıkların toptan ölüm sayısının iki katı olduğu rapor edilmiştir.

 Yaygın ve tedavisi zor bir hastalık olan veremle mücadele için halkın yardımı da gerekir.

 Halkın kurduğu gönüllü verem savaş örgütlerinin ilki 1923 yılında kurulmuştur.

 Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı veremle savaşta etkin rol almış ve birçok sanatoryum ve göğüs hastalıkları hastaneleri

kurulmuştur.

(61)

Heybeliada Sanatoryumu.

(Sağlık Hizmetlerinde 50 yıl. Ankara, 1973, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Yay., s. 113)

(62)

Yedikule Göğüs Hastalıkları Hastanesi.

(Sağlık Hizmetlerinde 50 yıl. Ankara, 1973, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Yay., s. 127)

(63)

Verem mücadelesi

 Cumhuriyet dönemi sağlık politikalarında, koruyucu sağlık hizmetlerinden olan aşı üretimi de ayrı bir önem taşımıştır.

 Cumhuriyet öncesinde İstanbul, İzmir ve Sivas’ta bulunan aşı üretim merkezleri çalışmalarını Cumhuriyet döneminde de

sürdürmüş, yaşamsal önem taşıyan kolera, çiçek, difteri gibi aşıları üreterek halka uygulanmasını sağlamışlardır.

(64)

Kuduz ile mücadele

 Kuduz hastalığı, savaş yıllarında sokak köpeklerinin de denetimsiz kalması ve aşırı çoğalması nedeniyle önemli sorunlardandır.

 Tespit edilen ölümlü vaka 1940’ta 13, 1945’te 5 ve 1950’de 24 olarak tespit edilmiştir. 1957’de yapılan sayımda ise, on yıllık ölüm sayısı 120 bulunmuştur.

 Yıllar içinde başarılı yöntemler sonrası kuduz hasta sayısı azalmış olup, 2003-2007 yılları arasında beş vaka görülmüştür.

 Ankara’da kuduz aşı merkezi , İzmir’de ise kuduz tedavi merkezi bulunmaktadır.

(65)

Kaynaklar

 Yeni Tıp Tarihi Araştırmaları, ISSN 1300 - 669X, Editörler: İbrahim Başağaoğlu – Gülten Dinç, İstanbul, 2014,

 Özkaya H., 2016, Cumhuriyet döneminde bulaşıcı hastalıklarla mücadele, Türk Aile Hek Derg; 20 (2): 77-84, TAHUD, Tıp Tarihi | History of Medicine, doi:

10.15511/tahd.16.21677

 Kadıoğlu H., Toplumda Bulaşıcı Hastalıkların Kontrolü ve Taramalar

 Eğitimciler İçin Eğitim Rehberi, Bulaşıcı Hastalıklar ve Korunma Modülleri, Sağlık Bakanlığı, Sağlık Eğitimi Genel Müdürlüğü, Ankara, 2008, Sağlık Bakanlığı Yayın No.: 722, ISBN: 978-975-590-238-8

 Salgın İnceleme, Sağlık Tehditleri Erken Uyarı ve Cevap Dairesi Başkanlığı, Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı, Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü

Referanslar

Benzer Belgeler

Turizmde pazarlama ve pazarlama kavramları, özellikleri, Pazar türleri, Pazar bölümleme, Pazar seçim stratejileri, karma elemanları gibi pazarlama ile ilgili tüm bilgileri

 Hüseyin Gökçekuş, Ceren Barlas, Maram Almuhisen, Nima Eyni, Doğal ve İnsan Kaynaklı Afetler, Sonuçları ve Afet Yönetimi, Yakın Doğu Üniversitesi, İnşaat

 Bu suyun bir kısmı, suyun miktarı ve akış hızı ile üzerinden aktığı jeolojik formasyonların yapısına bağlı olarak yeraltına sızar, önemli bir kısmı

 Isparta’nın Senirkent ilçesinde meydana gelen ve bir hafta kadar süren şiddetli aşırı yağışlar 2402 metrelik Kapıdağ zirvesinden aşağıya doğru toprak ve

• Türkiye’de çığ olaylarının büyük kısmı Ocak, Şubat ve Mart aylarında ve tamamı Kuzey, Doğu, Güneydoğu Anadolu ve Karadeniz bölgesinin dağlık kesimlerinde

 İskender DÖLEK, Türkiye’de Doğal Afetler, Muş Alparslan Üniversitesi, Eğitim Fakültesi.  Ahmet ÖZTOPAL, Türkiye’nin Yıldırım ve Şimşek Gözlemlerinin

Ormanın durumuna göre örtü ve tepe yangını şeklinde devam eden bu büyük yangında ortalama 12600 hektar yanmış ve ortalama 1 000 000 m3 orman serveti zarar

 Yaklaşık 40 milyon Avrupalı başta Amerika olmak üzere, Avustralya, Yeni Zelanda ve güney Afrika’ya göç etmiştir, yaklaşık 20 milyon kişi ABD’ye kalıcı