CGM105 ÇOCUK GELİŞİMİNE GİRİŞ DERSİ
Gelişim Kuramları
Sosyal Duygusal Gelişim
PROF. DR. MÜDRİYE YILDIZ BIÇAKÇI
Sosyal ve duygusal gelişim, çocuğun kendini ifade edebilmesi, duygularını kontrol edebilmesi,
kendisiyle ve çevresiyle barışık ve uyum içinde olabilmesidir. Duygusal gelişim sosyal gelişimin
temelini oluşur. Duygusal gelişim, biyolojik temelli olup, olgunlaşma ve öğrenme yoluyla gerçekleşir.
Bunun yanında öğrenme için sosyal etkileşim
gerekir. Sosyal ve duygusal gelişim tüm gelişim alanları ile bağlantılıdır. Sosyal ve duygusal
açıdan güvende hissetmeyen çocuk yaşam boyunca hem kendini hem de çevresindekileri mutsuz
edebilir. Bu nedenle sosyal ve duygusal gelişiminin olumlu yönde desteklenebilmesi için sosyal ve
duygusal gelişiminin anlaşılması önemlidir.
Sosyal Gelişim
Sosyal gelişim “bireylerin yıllar boyunca diğer insanlar, toplumsal kurumlar,
gelenekler ve örgütler gibi kuruluşlarla geçirdiği yaşantılar sonucunda oluşan
değişmeler”, sosyalleşme ise “bireylerin kendi çevresi ve kültürü içinde
yaşayanlar gibi davranmayı öğrenmesi”
olarak tanımlanır.
Bireyin çevresiyle etkileşimini kolaylaştıran, sosyal kabulünü arttıran sosyal beceriler farklı şekillerde sınıflandırılır. Akkök (2003) sosyal
becerileri aşağıdaki biçimde sınıflandırmıştır:
• İlişkiyi başlatma ve sürdürme becerileri; dinleme, konuşmayı başlatma, konuşmayı sürdürme, soru sorma, teşekkür etme,
kendini tanıtma, başkalarını tanıtma, iltifat etme, yardım isteme, bir gruba katılma, özür dileme, yönerge verme, yönergelere
uyma, ikna etme becerilerinden oluşur.
• Grupla bir işi yürütme becerileri; grupta iş bölümüne uyma, başkalarının görüşlerini anlamaya çalışma, sorumluluk alma gibi becerileri içerir.
• Duygulara yönelik beceriler; kendi duygularını anlama, duygularını ifade etme, başkalarının duygularını anlama, karşı tarafın
kızgınlığı ile baş edebilme, sevgiyi, iyi duyguları ifade etme, korku ile başa çıkma, kendini ödüllendirme becerilerini kapsar.
Bireyin çevresiyle etkileşimini kolaylaştıran, sosyal kabulünü arttıran sosyal beceriler farklı şekillerde sınıflandırılır. Akkök (2003) sosyal
becerileri aşağıdaki biçimde sınıflandırmıştır:
• Saldırgan davranışlar ile başa çıkmaya yönelik beceriler; izin isteme, paylaşma, başkalarına yardım etme, uzlaşma, kızgınlığı kontrol etme, hakkını koruma, savunma, alay etmeyle başa çıkma, kavgadan uzak durma becerilerini içerir.
• Stres durumlarıyla başa çıkma becerileri; başarısız olunan
durumla başa çıkma, grup baskısıyla baş etme, yalnız bırakılma ile baş etme, utanılan bir durum ile başa çıkma becerilerini kapsar.
• Problem çözme ve plan yapma becerileri; ne yapacağına karar verme, problemin nedenlerini araştırma, çevreden bilgi toplama, amaç oluşturma, karar verme, işe yoğunlaşma becerilerinden oluşur.
Bireyin sosyal gelişimi için;
• Gereksinimlerini karşılamayı,
• Davranışlarını toplumun değer yargılarına göre düzenlemeyi,
• Olumsuz davranışları en aza indirmeyi,
• Olumlu davranışları alışkanlık haline getirmeyi,
• Gelenek ve göreneklere uygun davranmayı,
• Diğer bireylerle iyi ilişkiler sergilemeyi,
• Kendine karşı saygılı olmayı öğrenmesi
gerekir.
Benlik oluşumu, çocuğun yaşantısı sonucu başından geçen olaylar ve çevresindeki kişilerin etkisiyle meydana gelir ve
hiyerarşik bir sıra izler. Öncelikle ilkel
benlik gelişmeye başlar. Çocuğun ev ve aile içindeki yaşantısı ilkel benliğin temellerini atar. Çocuğun ev dışındaki ilişkileri
arttıkça kendi kendine diğer kavramları
kazanır ve ikincil benlik oluşmaya başlar.
Sosyalleşme-Sosyalleştirme
Çocuğun içinde bulunduğu toplumun inançlarını, tutumlarını ve kendisinden beklediği davranışları öğrenmesine “sosyalleşme”
denir. Sosyalleşme çocuğun kendisi ile çevresi arasındaki sınırı anlaması ve kendi benliğini çevreden ayırt edebilmesi ile başlar.
Bu da çocuğun kendi benliğini denetleyerek çevresinde diğer
insanların varlığını ve bu insanların bazı haklarının ve isteklerinin olduğunu öğrenmesini ifade eder. Bu süreç doğumdan sonra başlar ve yaşam boyu devam eder. Ancak yaşamın ilk yıllarında
kazanılan davranışlar sosyalleşme açısından oldukça önemlidir.
Sosyalleşme öğrenme yoluyla gerçekleşir.Sosyalleşme süreci içerisinde çocuk bazen öğrendiğinin farkında olmayabilir.
Çocukların sosyalleşmesinde bazı etmenlere önemli rol oynar.
Sosyalleşme-Sosyalleştirme
Bunlar şu şekilde açıklanabilir:
Çocukların yaşantılarındaki fırsatlar sosyalleşme için temeldir.
Çocuklar zamanlarının çoğunu yalnız geçiriyorlarsa, başkalarıyla sosyal yaşamayı öğrenemez. Çocukların sadece kendi yaşıtlarıyla değil, farklı yaşta olan çocuklarla beraber olma fırsatına sahip olmaları gerekir.
Çocuğun başkası ile olan iletişiminin iyi olması gerekir. Çocuğun dil gelişimi sosyalleşme için önemli bir faktördür.
Çocuklar sosyal olmayı, ancak buna motive edilirse öğrenebilir.
Motivasyon çocuğun ev dışı etkinliklerden ne kadar tatmin
olduğuna bağlı olarak değişir. Sosyalleşmede rehberlik önemlidir.
Deneme yanılma yoluyla iyi bir sosyal düzen için gerekli bazı davranış modellerini çocuklar çevrelerindeki insanları taklit ederek öğrenir.
Sosyal Ogunluk
Bireyin içinde yaşadığı toplumun kurallarına
uymada yaşına uygun gösterdiği olgunluk “sosyal olgunluk” olarak tanımlanır.
Kültür
Toplumun norm, gelenek ve göreneklerinin, örf ve adetlerinin tümü “kültür” kavramını oluşturur
.
Sosyal Yeterlik
Sosyal yeterlik; jest ve mimikleri kullanma, vücut dilini yorumlama, toplum içinde konuşma ve
tartışmaya katılma gibi sözel ve sözel olmayan davranışları içerir.
Sosyal Uyum
Sosyal uyum, sosyal becerilerin kazanılmasına bağlıdır. Bireyin sosyal becerileri varsa, sosyal açıdan yeterli olduğu kabul edilir.
Kişilik
Kişilik, bireyi diğer bireylerden ayıran, tutarlı olarak sergilenen, bireye özgü olan, doğuştan getirilen ve sonradan kazanılan özelliklerin
bütünüdür
Duygusal Gelişim
Duygusal gelişim, çocukların iç ve dış
dünyalarından gelen etkilerin veya herhangi bir olayın ona hoş gelip gelmeme hali olarak tanımlanır. Büyümekte ve gelişmekte olan çocuğun duygusal gelişimi süreç içinde
değişikliğe uğrar. Bebek doğduğu andan
itibaren haz gibi olumlu duygular yaşamaya başlar, bu duygularının karşılanması farklı duyguların oluşmasını sağlar. Bebeğin
beslenme, uyku gibi fizyolojik gereksinimleri ile sevme, güvenme gibi psikolojik
gereksinimlerin zamanında ve yerinde
karşılanması bebeği mutlu ederken, bunların
karşılanmaması bebeği mutsuz eder.
Duygu
Duygu, bireyin yaşamında, canlanma ya da hareketlenmeyi ifade eder. Tüm duyguların temelinde uyarıcı, tepki,
fizyolojik uyarım ve davranışsal tepki yer alır. Duygunun şekli bireyin o andaki güdülenme ve kendi değerleriyle şekillenir.
Duygular, çocuğun temel gereksinimleri ve bu gereksinimlerin etkisini dışarı yansıtmasıdır. Haz ya da elem olarak yaşanan duyguların yansıması çocukta sevinç, mutluluk gibi olumlu
duygular yanında, üzüntü, korku, öfke gibi olumsuz duyguların yaşanmasına neden olabilir. Bu duyguların gerekli durumlarda kontrol edilebilmesi çocukların duygusal gelişimine olumlu
yansıyarak, çocukların daha empatik olmalarını destekler.
Çocuklar gerekli durumlarda duygularını kontrol edemezlerse;
çocuklar daha fazla korku, kaygı gibi olumsuz duygular yaşayabilir. Duygular, öğrenme ve olgunlaşmayla birlikte yaşamın her döneminde farklılıklar gösterirler.
Duyguların Düzenlenmesi
Duygunun düzenlenmesindeki amaç, duygusallığı azaltmak ya da bastırmak değil, duyguların uyumlu kullanımını
kolaylaştırmaktır. Bebekler, duygusal durumlarını
düzenlemek için çok sınırlı bir yeteneğe sahiptir. İki-
dört aylar arasında bebeklerle yüz yüze oynanan oyunlar bebeklerin nesnelere dikkatini çekme konusunda
önemlidir. Dört-altı aylar arasında ise dikkatinin yönünü değiştirme ve sakinleştirici etkinliklerde bulunma bebeğin duygularını kontrol etmesinde etkili olur. Birinci yılın
sonunda motor becerilerin etkisiyle özgürleşen bebek, duygularını daha iyi bir şekilde düzenler. İkinci yılda ise, duygular hakkında konuşmanın başladığı görülür. İlk çocukluk döneminde, dil gelişimin etkisiyle duygusal öz düzenleme becerilerinde sözel stratejiler daha fazla kullanırlar.
Haz ve Elem
Haz, bir güdünün doyumu sağlandığında ya da bir amaca varıldığında yaşanan duygudur. Haz, ılımlı ve doygunluk veren coşku olarak da ifade edilir. Haz duyguları, çocuğun gelişimine olumlu yansır. Çocuklar, bebeklik döneminde güvende olmaktan, okul öncesi dönemde yeni ve
korkutucu olmayan ve merak uyandıran olayların içinde bulunmaktan, okul döneminde çevreyi
araştırmaktan, oyun oynamaktan ve ergenlik
döneminde yaşıtlarıyla birlikte olmaktan ve
sosyal onay görmekten haz duyarlar.
Korku
Korku, tehlike, şiddet, kaygı, panik gibi durumlarda ortaya çıkar. Genetik yatkınlık, çevresel faktörler, taşınma, yabancı ortam, gerçek ile hayalin ayırt edilememesi, hayal dünyası, bireysel farklılıklar korkunun nedenlerindendir. Ancak birçok korku,
gelişimsel özellik gösterir. İlk olarak görüldüğü düşünülen ya da en sık karşılaşılan korku ifadesi yabancı
kaygısıdır. Bebekler, yüksek ve tiz ses, süpürge sesi, ani olaylar, değişim, yabancı, karanlık gibi durumlara korku ile tepki verebilirler. İki yaşından sonra çocuklar ebeveynden ayrılık ve terk edilme dışında farklı korkular da geliştirmeye başlarlar. Bu korkular; çeşitli hayvanlar, yüksek ses ve karanlığa yöneliktir. Bunun yanında bu
dönem çocukları, hayvan, yaratık, karanlık, yalnızlık, yaralanma, ölüm, hırsızlık, ısırılma gibi durumlar ve bu durumları düşünmeleri ile korku yaşayabilirler.
Kıskançlık
Her yaşta görülebilen ve temel nedeni üstün olma olan bir duygu hali olarak tanımlanır. Sevgi ya da herhangi bir şeyin paylaşılmasına katlanamama sonucu duyulan his ve tepkilerdir.
Kıskançlık; insanın yapısında var olan, şiddetine göre olumlu veya olumsuz etkileri olan bir duygudur. Örneğin okul
başarısının kıskanılması ve aynı başarıyı elde etmek için çaba gösterilmesi olumlu bir duygu olarak kabul edilirken,
arkadaşının ya da kardeşinin herhangi bir eşyasına sahip olamadığı için zarar vermesi olumsuz bir tepki olarak kabul edilir. Yeni doğan bebekte kıskançlık tepkisi yoktur. Ancak bir yaşındaki çocuk, annesinin kucağında başka bir bebek gördüğünde kıskançlık tepkisi verir. İlk çocukluk döneminde ebeveynlerin ilgisinin başkalarına yönelmiş olması çocukta
kıskançlığın oluşmasına neden olur. Bu dönemdeki kıskançlığın nedeni, fazla ilgilenilmemesi ve yeterince sevgi
gösterilmemesidir. Okul döneminde çocuk farklı alanlarda başarılı olan arkadaşlarına yönelik kıskançlık duyguları
geliştirir. Ergenlikte ise ergenin ilgi alanlarına ve çevrenin tutumlarına göre kıskançlık noktaları değişir.
Empati
Empati, bir kişinin kendini karşısındaki kişinin yerine koyarak, olaylara onun bakış açısı ile
bakması ve o kişinin duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlaması ve bu durumu iletmesi sürecidir.
Empati kurulabilmesi için bireyin kendini
başkalarından ayrı olarak görme yeterliliğine
ulaşması gerekir. Çocuklar ikinci yılda bu ayrımı fark ederek, sadece kendileri için değil başkaları içinde üzülebileceklerini kavrarlar. Okul öncesi
dönemdeki çocuklar basit durumlarda başkalarının duygularına empati ile cevap verebilirler. Çocuklar büyüdükçe başkalarının duygularını anlamada
çeşitli işaretleri kullanabilirler.
Saldırganlık
Çocuğun olumsuz duygularını
bastırmayıp çevresindeki eşyalara veya başkalarına zarar vermesidir.
Saldırganlık, engellenme duygusuna gösterilen bir tepkidir.
Duygusal Tepki
Duygusal tepkilerin temelinde sevgi,
sevinç, neşe, mutluluk, heyecan, acı,
üzüntü, öfke, kıskançlık, korku gibi
duygular yer alır.
SOSYAL VE DUYGUSAL GELİŞİMİ ETKİLEYEN
ETMENLER
Sosyal ve duygusal gelişimde etkili olan pek çok etmen bulunur. Olgunlaşma,
mizaç gibi kişilik, cinsiyet, zekâ gibi genetik etmenlerin yanında, aile
ilişkileri, arkadaşlık, gruba katılma, oyun, işbirliği, rekabet, kız-erkek
ilişkileri gibi çevresel etmenler çocuğun sosyal ve duygusal gelişimi üzerinde
etkilidir.
SOSYAL VE DUYGUSAL GELİŞİM İLE İLGİLİ
KURAMLAR
Psikososyal Gelişim Kuramı
Sosyal gelişimi açıklayan en kapsamlı kuram, Erik Erikson’un (1902-1994) Psikososyal Gelişim
Kuramı’dır. Erikson, yaşam boyu gelişim ilkesini
benimseyerek bebeklik ve çocukluk dönemlerinin yanı sıra, ergenlik, yetişkinlik ve yaşlılık dönemlerine de yer vermiştir. Erik Erikson, psikososyal kuramında çevresel etkiler ile kişilik gelişimini açıklamıştır. Erik Erikson’a göre, dönemlerin her birinde, psikososyal bir bunalım ve çatışma yaşanır. Bu bunalım ve
çatışmalar bireyin kişilik gelişimini ve beraberinde çocuğun sosyal ve duygusal gelişimini yansıtır.
• Güvene karşı güvensizlik (0-1,5yaş)
• Özerkliğe karşı utanma ve kuşku duyma (1,5-3 yaş)
• Girişimciliğe karşı suçluluk duyma (4- 5yaş)
• Başarıya karşı aşağılık duygusu (6- 12 yaş)
• Kimlik kazanmaya karşı kimlik
karmaşası (13-18 yaş)
Psikoanalitik (Psikoseksüel) Kuram
Sigmund Freud (1856-1939), yetişkinlerde kişilik, anormal davranışlar ve nevrotik bozukluklar
çalşmıştır. Yetişkinlerle çalışmasına rağmen,
bebeklik ve çocukluk yıllarının önemini belirten ilk kuramcıdır. Bu dönemdeki ihtiyaçlar karşılanmadığı takdirde, o döneme aşırı bağımlılık meydana gelir ve sonraki aşamada oluşacak kişilik gelişimini engeller.
Psikoseksüel gelişim kuram sosyal yeterlikte sağlıklı enerji ve başarılı bütünleşmenin önemine dikkat
çeker. Sosyal yetersizliklerin altında ise, gelişimsel dönemlerde yaşanan travmaların yattığı vurgulanır.
Psikoseksüel gelişimi, her biri yeni bir sosyalleşme sorunuyla nitelenen beş temel dönemde açıklamıştır.
• Oral dönem (0-1 yaş)
• Anal dönem (1-3 yaş)
• Fallik dönem (3-6 yaş)
• Gizil (Latent) dönem (6-12 yaş)
• Genital dönem (12-18 yaş)
Davranışçı Kuram
Davranışçı kuramcılara göre sosyal davranışlar, herhangi bir davranışın öğrenilmesine benzer
şekilde bir dizi pekiştirme sonucunda oluşur. Hem sosyal hem de antisosyal davranışlar
ödüllendirilerek pekiştirilirse, tekrarlanır.
Önemsenmeyen, üzerinde durulmayan davranışlar ise sönüp yok olur. Davranışçılar öğrenmeyi,
uyarıcı ve tepki arasındaki bağ ile açıklar.
Kuramcılar bilişsel süreçler yerine gözlenebilen davranışlardaki değişikliklere odaklanır. Çocuk
birçok davranışı çevresindeki bireyleri gözleyerek ve onları taklit ederek öğrenir. Çocuk genellikle sonucu olumlu olan davranışları model alma
eğilimindedir. Davranışçılara göre; davranışlar çevre tarafından belirlenir ve kontrol edilir.
Sosyal Öğrenme Kuramı
Bu kurama göre çocukların fiziksel, bilişsel, sosyal ve duygusal gelişimleri bir bütündür ve parçalara bölünemez. Sosyal bilişsel
kuram bu bütünlüğün farkındadır. Kuramın en temel ilkesi bir gelişim alanındaki gelişimin diğer gelişim alanlarındaki gelişimi etkilemesidir.
Bir çocuğun sosyal gelişimi, bilişsel olgunlukla aynı konu içerisinde ele alınır. Ayrıca birey kendi öğrenimlerinden de sorumludur. Çocukları sosyal ilişkiler hakkında düşünmeye sevk etmek ve sosyal davranışlar hakkında bilgi edinmelerine olanaklar sunmak bu kuram tarafından önemsenir. Sosyal kuramcılardan Bandura’ya göre davranışlar, gözlem yoluyla öğrenilir, gözlem yoluyla öğrenme pekiştirilen bir davranışın taklit edilmesi kadar basit bir olgu değildir. Bandura insanların
çevrelerindeki davranışları gözlemlediklerini ve bu gözlemlerden kendileri için bir sonuç çıkardıklarını, kendileri için yararlı
durumlarda davranışı gösterdiklerini ileri sürer. Gözlem yolu ile öğrenme dikkat, hatırlama, yeniden üretme ve pekiştireç
süreçlerinden oluşur. Bandura, çocuğu öğrenme süreci içinde etkin ve bilişsel bir varlık olarak kabul eder. Çocuklar, çevreye içsel bir
merak duyduklarından değil, pekiştiricilerle özendirildikleri için öğrenir ve daha sonra bu dış değerleri içselleştirir.
Bilişsel gelişim Kuramı
Bilişsel gelişim kuramcılarından Piaget öğrenmenin, yaşantılar ve biyolojik olgunlaşma düzeylerinin
etkileşimleri sonucu ortaya çıktığını belirtir. Bruner, öğrenmenin bireyin yaşantılarına ve oluşturduğu algılara dayalı olduğunu savunur ve öğrenmede güdü, yapı, sıra ve pekiştirme ilkelerinden söz eder. Vygotsky,
çocukların öğrenmelerinde, sosyal ve kültürel
geçmişlerinin rol oynadığını vurgular. Vygotsky’ye göre çocukların öğrenmesinde çevrelerindeki bireyler etkilidir.
Bilişsel gelişim kuramcıları, bireyin sosyal gelişiminde
bilişsel düzey ve sosyal çevrenin etkili olduğunu savunur.
Aynı sosyal çevrede aynı sosyal davranış örnekleri sergilenmesine karşın, bireylerin uygun sosyal
davranışları kazanmasında bireysel farklılıkların
olabileceği üzerinde durur. Çünkü bireyin bu davranışları seçmesi ve öğrenmesi için, hem bilişsel olarak
algılayabilecek düzeyde olması, hem de uyarıcıyı
seçebilmesi ve uygun tepkiler gösterebilmesi gerekir.
Harry Harlow’un Çalışmaları
Harry Harlow, annenin bebeklik döneminde, açlık, susuzluk gibi temel
gereksinimleri karşılayan kişi olması nedeniyle, anne ve çocuk arasında bir bağlanma oluştuğunu ileri sürmüş ve bu görüşünü yaptığı araştırmalar ile
desteklemeye çalışmıştır. Harry Harlow, 1958 yılında öğrencileriyle beraber
maymunlar üzerinde yürüttükleri çalışmalarda anne yoksunluğuna değinmiştir. Harry Harlow ve öğrencilerinin gerçekleştirdiği çalışmada iki seçenekli bir düzenek
kurulmuştur. Bu seçeneklerden biri kumaş kaplı bir yere tırmanmayı, diğer seçenek ise demirden yapılmış bir çubuğa tırmanıp süt içmeyi içerir. Çalışma sürecinde
maymunların demir çubuğa tırmanıp süt içtikten sonra hızla kumaş kaplı düzeneğe geçtikleri görülmüştür. Maymunların bu davranışı, sadece beslenmenin değil
rahatlığın da önemli olduğunu göstermiştir. Harry Harlow’un yaptığı bir başka araştırmada ise, rhesus maymun bebeklerine ısıtılmış demir ve kumaş kaplı soğuk bir yer hazırlanmıştır. Maymunların ısıtılmış demirleri tercih ettikleri gözlenmiş olup, bu deneyle de sıcaklık faktörü önem kazanmıştır. Bu çalışmaların sonuçları Harry Harlow’un annenin sadece fiziksel gereksinimleri sağlamadığı aynı zamanda rahatlık ve sıcaklık sağladığı yönündeki görüşlerini de desteklemiştir. Harlow daha sonra anneden uzak ve sosyal yoksunluk içinde büyütülen rhesus maymunlarını
incelemiştir ve bu maymunların daha sonra sosyal ilişkilerinde yetersiz olduğunu gözlemlemiştir. Harlow tüm çalışmaların sonuçları doğrultusunda, anne-çocuk arasında oluşan karşılıklı sevgi bağının ileriki yaşantısındaki diğer insanlarla
kuracağı tüm ilişkilerdeki güven duygusunun oluşmasında etkili olacağını belirtmiştir.
John Bowlby’nin etolojik bağlanma teorisi
Bağlanma, bebeklerle anne-babaları ya da bakım
verenleri arasında kurulan, duygusal olarak olumlu ve yardım edici bir ilişki olarak ifade edilir. Bowlby bu ilişkiyi incelemiş ve kuramına bağlanma kuramı adını
vermiştir. John Bowly bu kuramın temelini oluştururken, Harlow’un çalışmalarından, Freud’un motivasyonla ilgili erken dönem kuramından elde ettiği bilgilerden ve birçok farklı kuram ve çalışmalardan etkilenmiştir. Bu nedenle bu kuramın eklektik bir yaklaşımı yansıttığı söylenebilir.
John Bowlby, öncelikle birincil bakıcılarından belirli
aralıklarla ayrılan bebeklerin davranışlarını ve tepkilerini gözlemleyerek kuramını oluşturmuştur. Bu kuram bebek anne arasında kurulan duygusal bağın fonksiyonları ile ilişkilidir. Bowlby, bağlılığın gelişmesinde, güçlü biyolojik temellerin olduğunu, anne babanın ve çocuğun
birbirlerine bağlanmalarının yavaş yavaş geliştiğini savunmuştur.
Bağlanma öncesi aşama (doğumdan 6. haftaya kadar)
Yakalama, gülümseme, ağlama ve yetişkinin gözlerine bakma gibi, bebeklerin yerleşik sinyalleri kendilerini rahatlatmalarına diğer insanlarla yakın temasa geçmelerine yardımcı olur. Bu dönemde bebekler kendi annelerinin kokusunu, sesini ve yüzünü ayırt eder. Fakat henüz anneye bağlanmış değildir, çünkü
tanıdık olmayan bir yetişkin ile bırakılmaya
aldırış etmezler. Kısaca bu dönemde bebekler herkese aynı şekilde tepki verir. Ayırt
etmeksizin insan seslerini dinlemekten ve
yüzlerine bakmaktan hoşlanır.
Bağlanmanın oluşum aşaması (6. haftadan 6- 8. aya kadar)
Bu aşamada bebekler tanıdık bir bakım verene bir yabancıdan daha farklı tepki gösterir. Özellikle de dört-altı ay arasındaki bebeklerin belirli tanıdık insanlarla etkileşimde bulunmayı tercih ettikleri gözlenmiştir. Onlara bakım veren kişilere daha
yoğun bir şekilde gülümser ve gığıldar. Bun karşılık yabancıların yanında şaşkınlık veya tedirginlik
gösterir. Altı aylık olduklarında bakım veren kişilerin yanında mutlu bir şekilde olurken,
diğerlerinin yanında mutsuz ve endişeli olmaya başlar. Bebekler kendi davranışlarının
çevredekilerin davranışlarını etkilediğini öğrendikçe, bir güven duygusu geliştirmeye başlar.
Bağlılık aşaması (6-8. aydan 18-24.
aya kadar)
Bu aşamada bakım veren kişilerden ayrı kalacakları korkusu olarak ifade edilen ayrılık kaygısı görülür. Bakım veren
kişilerden ayrıldıklarında
huzursuzlaşırlar yani bağlanma
belirginleşmeye başlar. Yaklaşık altı ile yedinci aydan sonra görülmeye başlayan ayrılık kaygısı, giderek artar ve bir
yaşından sonra da giderek azalır.
Karşılıklı ilişki oluşturma aşaması (18 ay-2 yaş ve sonrası)
İkinci yılın sonunda, dil gelişimindeki hızlı gelişmeler, bebeklerin, ebeveynlerin geliş ve gidişini etkileyen faktörlerin bazılarını anlamalarını ve onların geri döneceğini
tahmin etmelerini sağlar. Sonuç olarak, bebekler ayrılığa daha az tepki gösterir.
Bu dönemde, ebeveynleriyle pazarlık
ederek amaçlarına ulaşmak için onları
ikna etmeye çalışır.
Mary Ainsworth’un bağlılık kuramı
Kanadalı bir psikolog olan Mary Ainsworth 1960’lı yılların
başlarında, John Bowlby ile birlikte çalışan ve onun görüşlerini paylaşan bir psikolog olmasına rağmen, zaman içerisinde John Hopkins Üniversitesi'nde bebekler üzerinde yaptığı çalışmalar ile bağlanmanın niteliğine vurgu yapmıştır. Öğrencileriyle
birlikte ev ziyaretleri yaparak çocukları ve annelerini daha yakından gözlemlemiş ve beslenme, ağlama, göz teması, gülümseme gibi bazı temel alanlarda annenin çocuğun
ihtiyaçlarına olan yanıtlarını yabancı durum süreci olarak tanımladığı araştırma yöntemi ile incelemiştir. On ikinci
haftada bebek ve anne laboratuvara alınmış ve Ainsworth’un garip durum olarak adlandırdığı deney uygulanmıştır. Bu
deneyde, bebek sekiz dakika boyunca bir yabancıyla
annesinden ayrı kalır. Bu süreçte anneden ayrılma ve anneyle buluşma anı çok önemlidir. Bu buluşma anında bebeğin
gösterdiği davranış ve tepkiler bağkanmanın türünü ortaya koyar. Mary Ainsworth bu çalışmalar sonunda bağlanma türlerini şu şekilde tanımlamıştır:
Güvenli bağlanma: Bu bebekler ebeveyni onlardan ayrıldıklarında ağlayabilir ya da ağlamayabilir.
Eğer ağlarlarsa bile ebeveyn geri döndüğünde bebekler ebeveyn ile aktif biçimde temas
kurmaya çalışır ve bebeklerin ağlamaları hızlı bir şekilde azalır.
Yana Çıkma: Güvenli bağlanan bebekler ebeveynleri ile iletişime devam etmek çabasındadır.
Güvensiz/kaçıngan bağlanma: Bu bebekler
ebeveynin varlığına tepkisiz görünür. Ebeveyn ayrıldığında ağlayabilir ya da ağlamayabilir.
Yeniden birleşme sırasında ebeveynle
selamlaşmaktan kaçınır ya da buna isteksiz davranır ve kucağa alındıklarında çoğu zaman
sarılmaz. Kısaca ebeveyn ortama geri döndüğünde onu görmezden gelir ve hatta ondan uzaklaşabilir.
Kaçınan/dirençli bağlanma: Bu bebekler, ebeveyn
ayrıldığında çoğu zaman stresli ve huzursuzdur. Kucağa alındıklarında mücadele eder ve bazen vurma ve itme davranışı gösterir. Çoğu bebek kucaklandıktan sonra da ağlamaya devam eder ve kolay kolay sakinleştirilemez.
Ebeveyn geri döndüğünde umutsuz bir şekilde ebeveyne yapışma ile karışık öfkeli ve dirençli davranışlar sergiler.
Bu bebekler yabancılarla çoğu zaman yakınlaşma
göstermekle birlikte ebeveynlerine gösterdikleri kaçınma davranışını onlara da gösterir.
Güvensiz/örgütlenmemiş/yönelim sorunlu bağlanma: Bu bağlanma türü, bebekteki en büyük güvensiz bağlanmayı temsil eder. Ebeveynle yeniden birleşme sırasında bu bebekler, ebeveyn onu tutarken başka tarafa bakmak ya da ebeveyne donuk ve depresif duygularla yaklaşmak gibi dağınık ve çelişkili davranışlar gösterir. Çoğu
sersemleşmiş bir yüz ifadesi sergi ve bazıları
sakinleştirildikten sonra beklenmedik biçimde çığlık çığlığa ağlar ya da sıra dışı donmuş bir duruş takınır.
SOSYAL VE DUYGUSAL GELİŞİM
DÖNEMLERİ
Bebeklik döneminde (0-3 yaş) sosyal gelişim
Sosyal gelişim, bebeğin çevresindeki insanlarla
gerçekleştireceği ilk etkileşimlerle başlar. Bu ilk etkileşimler bebek ve annesi arasında yaşanır. Bebeğin ihtiyaçlarının
annesi tarafından zamanında, ilgili ve duyarlı bir yaklaşımla karşılanması, bebek-anne ilişkisinin ve bebeğin sosyal
gelişiminin temellerini oluşturur.
Bir bebeğin annesine olan bağımlılığı, onun sosyal ilişkilerinin başlangıcıdır ve anne bebeğine sevgi göstererek, dokunarak olumlu bir sosyal gelişimin tohumlarını atar.
•Doğumundan sonra bebeğin ilk toplumsal davranışı annesine sarılması ve tutunmasıdır.
•İkinci aydan itibaren, bebek insan sesine ve gülümsemeye
karşılık verir. Bebeğin insanlara tepki olarak gösterdiği sosyal gülümseme, çenesine veya dudaklarına dokunulduğu zaman
gösterdiği refleks gülümsemeden farklıdır. Bu gülümseme, sosyal gelişimin ve becerinin başlangıcı olarak kabul edilir.
•İki-üç aylık bebekte yetişkinlere karşı ilgi doğmaya başlar ve kendisine bakan kişinin ilgilenmesinden hoşlanır ve yanından
ayrılmasıyla ağlar.
Bebeklik döneminde (0-3 yaş) sosyal gelişim
•Beş-altı aylık bebek, büyüklerin yüzlerinden,
azarlandığını ya da sevildiğini anlar. Bebek başka bir çocuğu gördüğünde ona doğru atılır, gülümser, bazen ondan çekinir.
•Altıncı ayda sosyal yönden tanıdığı ve tanımadığı insanları ayırır. Tanıdıklarına olumlu tepkiler
verirken, tanımadıklarına ağlama tepkisi gösterir.
• Sekizinci aydan itibaren anne-babasıyla iletişime geçerek, oyun, uyku, yemek
zamanlarında ihtiyaçlarını ifade etmeye çalışır.
• Dokuz-on üç aylar arasında gösterilen sosyal tepkiler, diğerlerinin ses ve davranışlarını taklit etme ve oyuncaklarla oynama, oyuncağı başkası tarafından alındığında sinirlenme, ağlama gibi davranışlardır.
•Bir yaş çocuğunun en karakteristik özelliği
benmerkezciliktir. Dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanır. Her şeyin kendisine ait olmasını ister ve
paylaşmamaktan hoşlanmaz. Bir grupla oynarken bile yalnızdır.
•On sekizinci aya doğru bebek, bazı yasaklamalara karşı direnir, büyüklere karşı olumsuz davranışlar yapabilir.
•İkinci yaşa doğru bebeğin, çocuklarla oynaması,
oyuncaklarını paylaşması, kavga etmesi artar. Doğumu izleyen ilk yıllarda, çocuğun sosyal gelişimini
desteklemeye yönelik olarak, ailenin çocukla olumlu
etkileşimleri, çocuğa sağlanan deneyimler ve fırsatlar, çocuğun kendisi ile barışık, çevresi ile uyumlu ilişkiler kurabilen, toplum içinde anlamlı ve üretken rol üstlenen bir kişi olmasında belirleyicidir
Sosyalleşmenin henüz başlangıç aşamasında bulunan iki yaş çocuğu anne ve baba ile birlikte olmaktan ve
oynamaktan hoşlanır. Aile dışındaki bireylerle ve kendi akranlarıyla birlikte olmaktan zevk almaya başlar. İki yaşına gelen çocukların dil ve motor gelişimlerinin
ilerlemesiyle birlikte bağımsızlık duyguları artar. Bu yaşta çocuk dengesiz, inatçı, olumsuz, kararsız, söz dinlemez, yardımdan hoşlanmaz tavırlar sergiler, kendi başına bir şeyler yapmaya çalışır. İki-üç arasında çocuk yetişkin davranışlarını taklit ederek, anne ve babasını kendisi ile bütünleştirir, olumlu ve role uygun davranışlar gösterir. Böylece çevresiyle etkileşim sonucu sosyalleşme gelişir. Bu ilişkiler sonucunda taklit, utanma, fiziksel ve sosyal bağımlılık, otoritenin kabulü, rekabet, ilgi çekme arzusu, sosyal işbirliği, karşı koyma gibi sosyal tepkiler gelişmeye başlar.
Okul öncesi dönemde (3-6 yaş) sosyal gelişim
Üç yaşında çocuk benmerkezcidir, ancak daha dengeli ve olumludur.
Aile içinde geçerli olan bazı kuralları, paylaşmayı, isteklerinin yerine getirilmesi için sabırlı olmayı öğrenmeye başlar. Yetişkinlerle bir
arada olmaktan ve oynamaktan çok hoşlanır. Zaman zaman kendi başına oynamaktan ve diğer çocukların oyunlarını seyretmekten de zevk alır. Akranlarıyla kısa süreli de olsa grup halinde oynamaya ve birbirleriyle konuşmaya başlar. Evcilik, okulculuk, doktorculuk gibi dramatik oyunlar oynayarak günlük yaşantılarında gözledikleri ev yaşantılarını ya da kişileri oyunlarına yansıtır. Bu tür oyunlar çocuğun insan ilişkilerinin önemini kavramasını ve sosyalleşmesini
kolaylaştırır. Üç-dört yaşları arası cinsel benlik duygusunun başladığı ve cinsel rollerin belirlendiği bir dönemdir. Çocuk, oyunda yaşadığı çatışmalar yoluyla diğer çocukların da isteklerinin bulunduğunu
öğrenir. Bu deneyimler onun toplumsallaşmasına büyük katkı sağlar.
Dört yaşında çocuk grup içinde alınan kararlara, yapılan planlara katılmaktan hoşlanır. Liderlik, rol oynama, sıra bekleme, paylaşma, kurallara uyma becerileri gelişmeye başlar. Sıkıntı içindeki
arkadaşlarının duygularını anlamaya, paylaşmaya çaba gösterir.
Beş yaşında çocuk kendi yaşıtları ile küçük gruplar halinde oynar. Evde ve okuldaki kuralları anlar, uygular, sorumluluk üstlenmekten hoşlanır ve başladığı işi bitirmeyi sever. Sorumluk duygusunun gelişmiş olması çocuğun hayattaki başarısı ve sosyal uyum açısından önemlidir. İlk çocukluk evresinin düğüm noktasını, aile ve çocuk için
“altın yaş” olarak nitelendirilen beş yaş oluşturur. Beş yaş çocuğu, yaşadığı kültür çevresine uyum göstermesini başarılı bir kontrolle gerçekleştiren çocuktur.
Kendisinden daha küçük çocuklara ve hayvanlara karşı sevecen ve koruyucu bir yaklaşım sergiler. Kendisinden küçüklere özenli yaklaşımı, akranları ile oyunlarının gelişmesi, sorumluluk almaya başlaması, daha kontrollü ve duyarlı olması çocuğun bu dönemdeki sosyal gelişimine örnektir. Çocuk altıncı yaşta daha hareketli ve uyumsuz bir görünüm içerisindedir. Sosyal yönden hala ailesine bağımlıdır, ancak öğretmeni ve arkadaşlarının önemi giderek artmıştır. Yalnız başına oynamaktan hoşlanmaz, oyun oynadığı gruplar genişlemiştir. Artık yetişkinin denetimindeki oyunlarda verilen rolleri yerine getirmeyi başarabilir. İşbirliği, dostluk, sempati, rekabet, kavga, ağız dalaşı gibi bir dizi toplumsal davranışlar geliştirir. Altı yaş, okul öncesi dönemin sonu, okul döneminin başlangıcı ve gelişimin kritik
dönemlerinden biridir. Altı yaş çocuğu “büyük çocuk” olarak kabul edilmekten
mutluluk duyar, kendi özel işlerini tek başına yapmakta ısrar eder. Aktif, atılgan, coşkulu, amaca yönelik davranışlar sergileyen, zaman zaman düşünceli, kararsız bir kişilik yapısına ve bağımsız bir ruha sahiptir. Bu dönemde çok sayıda arkadaş
edinir, grup oyunları oynar ve oynadığı oyunlarda kuralları kendisi koyabilir.
Okul döneminde (6-12 yaş) sosyal gelişim
Okula başlayan çocuklar kendilerini yeni ve geniş bir sosyal çevrenin içinde bulur. Sosyal
ilişkilerinde öğretmeni, arkadaşları ve özellikle de annesi ile kurduğu yakın ilişkiler ön plana çıkar.
Arkadaş sayısının arttığı, akran gruplarının önem kazandığı ve arkadaşlarından çok fazla etkilendiği bir dönemdir. Bu dönemde bağımsızlığını
kazanması, akranlarıyla geçinmeyi ve uygun cinsiyet rollerini öğrenmesi beklenir. Kendi
akranlarının görüşlerini ve düşüncelerini paylaşan ve kabul eden çocuk, daha büyük çocukların ve yetişkinlerin görüşlerine karşı koymaya başlar.
Arkadaşları olan çocukların akademik olarak daha başarılı olma olasılıkları fazladır.
Ergenlik döneminde (12-18 yaş) sosyal gelişim
Ergenlik dönemi bedensel, cinsel, bilişsel değişimlerin yaşandığı kimlik ve kişiliğinin geliştiği fırtınalı bir
dönemdir. Bu dönemde çocukça alışkanlık ve
davranışlarının yerini olgun tutum ve davranışlar alır.
Ergenler zamanlarının çoğunu arkadaşlarıyla geçirir.
Arkadaşların ergen üzerindeki etkisi oldukça fazladır.
Toplum içinde saygınlık kazanmak ve statü sahibi
olmak ister. Bu dönem ergenin meslek seçimi, eğitim durumu ve gelecekle ilgili kararlar verdiği önemli bir dönemdir. Bu nedenle ergenin ailenin ve öğretmenlerin rehberliğine ihtiyacı vardır.
Duygusal Gelişim Dönemleri
Çocuğun duygusal gelişimi düz bir çizgi gibi aynı düzende gitmemekle birlikte zaman zaman iniş çıkışlar gösterir. Duygusal gelişimdeki bu
değişimlerin nedeni çevresel uyarıcılar olması
yanında, belirli yaş aralıklarında farklı duygusal özellikler görülür. Bu nedenle duygusal gelişim açısından bulunduğu yaşa ilişkin duygusal gelişim
özelliklerinin bilinmesi gerekir. Bu bölümde duygusal gelişim dönemleri, bebeklik, okul öncesi, okul ve
ergenlik döneminde duygusal gelişim olarak ele alınmıştır.
Bebeklik döneminde duygusal
Bebeklik döneminde çocuğun duygularını anlamak zor olmakla birlikte, bebeklerin duygularını ve ihtiyaçlarını belitmek için duygularını kullandıkları görülür. Bu dönemde hangi duyguları deneyimlediklerini belirlemek için bebeğin çıkardığı sesler, beden hareketleri bilgi vermekle birlikte yüz ifadeleri
duygular açısından daha önemli ipuçları olarak görülür.
• Birkaç günlük ya da haftalık bebekler bile çeşitli duygularla ilgili yüz ifadeleri üretebilir. Yeni doğan bebekler ağlayarak, kollarını sallayarak gibi davranışlarla mutsuzluklarını belli
eder. Ancak mutluluklarını göstermede daha fazla zorlanır.
•Bebekler birinci ayda insan sesi duyduklarında sessizleşir, aşamalı olarak insanlara daha fazla karşılık vermeye başlar.
•Yedinci aylarda bebekler duygu dağarcığına korkuyu da ekler.
Öğrenmeden önce, bebekte bu yüz ifadelerinin görülmesi, duygusal ifadelerin bir ölçüde biyolojik olarak belirlenmesi görüşünü destekler. Bu duygular “temel duygular” ya da
“birincil duygular” olarak ifade edilir.
İlk yılın ortalarında bebeğin duygusal ifadeleri iyi düzenlenmiş ve belirgin olduğu görülebilir. Bebekler genellikle, sekiz ve dokuzuncu aylarda diğer insanların duygularını etkin bir şekilde incelemeye başlar ve bu
şekilde sosyal ilişkilendirmenin ilk belirtileri de gösterir.
İlk yılın sonunda, bebekler diğer insanlardan gelen etkili mesajları tanıyabilmekte ve bu mesajları çevrelerindeki olay ve nesnelerle ilişkilendirmeye başlar. Bebeğin diğer insanlardan gelen duygusal işaretlerden anlam
çıkarabilme kapasitesi yaş ve bilişsel gelişimdeki ilerleme ile ilişkili olup, ebeveynin görüş ve değerini bebeğin
içselleştirdiğinin ilk işaretidir. İkinci yılın ortalarında bebekler doğrudan olmayan sosyal ilişkilendirme de
yapabilir. Örneğin, on beş aylık bir bebek, annesi ile iyi bir iletişim kuran yabancıyı izleyerek, ona karşı daha az çekingen davranışlar gösterebilir. Bu dönemde anne
çocuğun enerji, güç ve güvenlik kaynağı olmakla birlikte gelecekteki ilişkisinde de önemli yer tutar.
Okul öncesi dönemde duygusal gelişim
Dil ve benlik kavramındaki kazanımlar, bu dönemde duygusal gelişimi destekler. Bu dönemde duygusal beceriler büyük atılım gösterir. Bu dönem çocukları öncelikle duygusal anlayışta kazanımlar elde ederek duyguları hakkında konuşur ve karşısındaki kişilerin duygularına
karşılık verecek yeterliliğe ulaşır. Duygusal öz düzenleme de,
özellikle de yoğun olumsuz duygularla başa çıkar. Ayrıca bu dönemde empati duyguları gelişerek, empati duyguları ahlak gelişimine olumlu yansır. Çocuklar, üç-dört yaştan itibaren, duygularının neden ve sonuçlarını sözel olarak ifade etmede yeterli hale gelir. Bu
dönemdeki çocuklar, başka bir kişinin olumsuz duygularını gidermek için o kişiye yardımcı olabilir ya da öneride bulunabilir. Örneğin, ağlayan kardeşine sarılarak ağlama diyebilir. Dört ve beş yaşlarında çocuklar başkalarının karmaşık duygusal durumlarını daha iyi anlar.
Bu dönemde çocuklar deneyimleri sayesinde, başka çocukların durumu ile ilgili olarak düşünceleri geliştirmeye başlar. Örneğin “arkadaşın neden üzgün” diye sorulduğunda, çocuk “çünkü öğretmen onun
oyuncağını aldı” diye cevaplayabilir ya da bu durum ile ilgili olarak, kendi deneyimlerine benzeyen birçok dış neden gösterebilir. Bu dönemde duygusal öz düzenleme sağlanmıştır.
Okul döneminde duygusal gelişim
Bu dönemde çocukların benlik farkındalıklarının ve sosyal duyarlılıklarını artması ile duygusal yeterlilikleri
desteklenir. Duyguları anlama ve duygularını düzenleme becerilerinde olumlu yönde gelişim gözlenir. Çocuklar kendilerini neyin kızdırdığını, korkuttuğunu ya da
üzdüğünü ve bu duyguları gösterdiklerinde diğer insanların nasıl tepki vereceğini bilir ve buna göre davranışlarını kontrol edebilir. Bu dönemde görülen,
duyguyu anlama yolarından birisi de empatidir. Okul çağı döneminde bilişsel gelişimdeki ilerlemelerden dolayı,
empati becerileri daha fazla gelişmiştir. Çocuklar insanların aynı anda birkaç duyguyu yaşayabileceğini sekiz ve dokuz yaşlarında daha iyi anlayabilir. Bu
dönemde kimlik arayışına giren çocuk toplum tarafından kabul görmeye çalışır. Bu şekilde duygusal açıdan farklı duygular yaşar ve duygularını dışa vurur.
Ergenlik döneminde duygusal gelişim (3.
Düzey)
Ergenliğin başlangıcında duygusal dalgalanmalar, bu dönemde hormonların değişmesiyle ilişkilidir. Önemli hormonal değişiklikler, ergenliğin en önemli özelliğidir.
Ergenlikteki değişim, olumsuz duygulardaki artışla bağlantılıdır. Ergenler yetişkinliğe geçtikçe, ruhsal sorunlarında azalma görülmeye başlar. Bu dönemde
hormonların değişimiyle çocuk cinselliğe yönelir. Ayrıca soyut düşüncenin oluşması nedeniyle duygularına daha
fazla önem verir. Zaman içerisinde kendine özgü düşünce sistemi geliştirerek duygularını olaylar karşısında
yaşayarak hissetmeye başlar ve bu durumdan zevk alır.
Bu dönemde görülen en belirgin duygusal özellikler arasında duyguların yoğunluğunda artış, duygulardaki istikrarsızlık, karşı cinse ilgi, sürekli hayal kurma,
yalnız bırakılma isteği ve ders çalışmaya karşı isteksizlik sayılabilir.
Kaynaklar
Yıldız Bıçakçı, M. and Durualp, E. “Sosyal Duygusal Gelişim”, Çocuk Gelişimi, ed. N. Aral, , Anadolu Üniversitesi Web-Ofset, Eskişehir, 2016.
Yıldız Bıçakçı, M. (Editör), Bebeklik ve İlk Çocukluk Döneminde (0- 36 Ay) Gelişim, Duyuların Gelişimi ve Desteklenmesi, Eğiten Kitap, Ankara, 2015.
Aral, N. ve G. Baran, (editör), Çocuk gelişimi. Ya-Pa Yayın Pazarlama Sanayi ve Tic. A.Ş., İstanbul, 2011.