• Sonuç bulunamadı

Bir Anadolu kentinde çocuğun değerini ölçmek (Konya Hüyük ilçesi)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bir Anadolu kentinde çocuğun değerini ölçmek (Konya Hüyük ilçesi)"

Copied!
122
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

AİLE DANIŞMANLIĞI VE EĞİTİMİ ANABİLİM DALI

AİLE DANIŞMANLIĞI VE EĞİTİMİ BİLİM DALI

BİR ANADOLU KENTİNDE ÇOCUĞUN DEĞERİNİ

ÖLÇMEK

(KONYA HÜYÜK ÖRNEĞİ)

(Yüksek Lisans Tezi)

Hazırlayan

Havvanur GÖKSU

Danışman

Doç. Dr. Mehmet Ali AYDEMİR

(2)

i T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Bilimsel Etik Sayfası

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

Ö

ğrencinin

Adı Soyadı Havvanur GÖKSU

Numarası 134211001013 Ana Bilim / Bilim

Dalı Aile Danışmanlığı ve Eğitimi

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

(3)

ii T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Yüksek Lisans Tezi Kabul Formu

Yukarıda adı geçen öğrenci tarafından hazırlanan ……… başlıklı bu çalışma ……../……../…….. tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Ö

ğrencinin

Adı Soyadı: Havvanur GÖKSU

Numarası 134211001013 Ana Bilim / Bilim

Dalı Aile Danışmanlığı ve Eğitimi

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Doç. Dr. Mehmet Ali AYDEMİR

(4)

iii ÖNSÖZ

Aile toplumun temel yapı taşıdır, toplumun temelini oluşturur, çocuk ise ailenin temelini oluşturur, topluma yön verir. Ailenin çocuğu nerede gördüğü ve nasıl konumlandırdığı, ona karşı olan tutumu çocuğa verdiği değerin göstergesidir. Geçmişten günümüze çocuğa bakış açısı değiştiği gibi kırsal da çocuğa verilen değer olumlu yönde değişerek gelişmiş. Gelişen teknolojinin ve değişen dünyanın etkisiyle modern yaklaşımlarla tutum sergilenmeye başlanmıştır. Çocuğa verilen değer maddilikten maneviliğe doğru dönüşüm göstermiştir. Bu konuyla ilgili olarak kırsalda çocuğa verilen değerin değişiminin yönünü tespit etmek amacıyla Konya’nın Hüyük ilçesinde çocuğa verilen değerle ilgili araştırma yapılarak elde edilen veriler değerlendirilmiştir.

Yapılan bu çalışmada emeğini hiçbir şekilde esirgemeyen, yol gösteren, düşünmeye yönlendirip, bilgisini paylaşan ve bu tezi hazırlamamda desteğini hiçbir zaman benden esirgemeyen Doç. Dr. Mehmet Ali AYDEMİR’e sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Ayrıca her zaman yanımda olan ve bana destek olan sevgili eşim Bilal GÖKSU ve oğlum Berat GÖKSU’ya sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Eğitim hayatımın her aşamasında beni yürekten destekleyen, maddi ve manevi desteklerini esirgemeyen annem Fatma DEMİREL, babam Harun DEMİREL, kardeşim Burak DEMİREL’e sonsuz teşekkürler…

(5)

iv T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

ÖZET

Bu çalışmada sosyolojik açıdan taşra çevresinde çocuğun değeri incelenmiştir. Sosyoloji literatüründe çocuk ve aile ilişkisine dönük yapılan incelemelere örneklik olması ve çocuğun geleneksel anlam ve önemine değer verilen bir mekân olarak taşranın günümüz koşullarında nasıl bir çerçeve ürettiği incelenmiştir. Bu çerçevede öncelikli olarak kavramsal ve literatüre dönük bir tartışma yürütülmüştür, böylece çocuğun değeri başlığında yapılan araştırma ve alan yazımı değerlendirilmiştir. Araştırmanın saha kısmı ise Konya Hüyük ilçesi olarak belirlenmiştir. İlçede bulunan okul öncesi ve ilkokul döneminde çocuğu olan ebeveynlerin çocuk sahibi olma sebepleri, çok çocuğa bakış açıları, çocuğun ne ifade ettiği, kadının çalışmasına nasıl bakıldığı, ailelerin çocuktan beklentileri, çocuğa karşı olan tutumları vb. başlıklarda görüşleri incelenmiştir. Araştırma sonucunda elde edilen veriler, en genel anlamda modern ve geleneksel ebeveyn tutumlarını karşılaştırmalı olarak anlamaya, bu bağlamda çocuğun aileler için anlamını öğrenmeye ve değişen tutumları tespit etmeye odaklanmıştır. Bu tutum ve değişen anlamların geleneksel bir yapıya haiz Konya’nın Hüyük ilçesinde olsa bile bir şehir ölçeğinde tespit edilen boyutlarda olduğu görülmüştür. Zira konuya dair yapılan araştırmaların gösterdiği bir tespit

Ö

ğrencinin

Adı Soyadı Havvanur GÖKSU

Numarası 134211001013 Ana Bilim / Bilim

Dalı Aile Danışmanlığı ve Eğitimi

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Doç. Dr. Mehmet Ali AYDEMİR

(6)

v

olarak çocuğun değerini belirleyen koşullar modern dünyanın gerekleri çerçevesinde şekillenmektedir. Modern dünyanın taşra yapılarına olan etkisi böylece bu araştırma ile ortaya konulan bir tespit olarak görülebilir. Çocuğa verilen değerleri gösteren boyutlar maddi değer, manevi değer ve psikolojik boyut, kişisel beklentiler gibi başlıklarda analize tabi tutulmuştur.

(7)

vi

T. C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

SUMMARY

In this study, the value of the child in the rural areas is examined sociologically In the literature, it was examined as a model for child and family relations and as a place that valued the traditional meaning and importance of the child. In this context, a conceptual and literature discussion was carried out, Thus, the value of the child's research and field writing has been evaluated. The area of the study was determined as KONYA HÜYÜK district. the reasons for having children with parents who have children in preschool and primary school in the district, very child perspectives, many child perspective, what the child means, how women work, parents' expectations of the child, attitudes towards children, etc opinions in the headings. The data obtained from the research focuses on the comparative understanding of modern and traditional parental attitudes in the most general way, in this context, learning the analytics of children for their families and determining their changing attitudes. This attitude and changing meanings of the traditional structure of KONYA even though the size of a city scale, even if the size of the detected. As a result of the studies conducted on the subject, the conditions that determine the value of the child

Ö

ğrencinin

Adı Soyadı Havvanur GÖKSU

Numarası 134211001013 Ana Bilim / Bilim

Dalı Aile Danışmanlığı ve Eğitimi

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Doç. Dr. Mehmet Ali AYDEMİR

(8)

vii

are shaped within the framework of the requirements of the modern world. The impact of the modern world on provincial structures can be seen as a result of this research. The dimensions showing the values given to the child have been analyzed in terms of material value, spiritual value and psychological dimension, personal expectations.

(9)

viii

İÇİNDEKİLER

Bilimsel Etik Sayfası ... i 

ÖNSÖZ ... iii  ÖZET ... iv  SUMMARY ... vi  TABLOLAR LİSTESİ ... x  GİRİŞ ... 1  BİRİNCİ BÖLÜM ... 4 

1.AİLE VE ÇOCUĞA SOSYOLOJİK BAKIŞ ... 4 

1.1. Ailenin İşlevsel Ögeleri ... 6 

2.ÇOCUK ... 9 

3.ÇOCUKLUK ... 11 

4. DEĞER ... 13 

5. KADININ AİLE İÇİ STATÜSÜ ... 15 

6. ÇOCUĞUN EĞİTİMİ ... 18 

7. ÇOCUK HAKLARI ... 19 

İKİNCİ BÖLÜM ... 23 

2.ÇOCUĞUN DEĞERİ VE ETKİ EDEN UNSURLAR ... 23 

2.1.Aile Tutumları ... 27 

2.2. Cinsiyet Tercihi Ve İstenen Çocuk ... 30 

2.3. Yaşanılan Çevre ... 33 

2.4. Yoksulluk ... 36 

2.4.1. Çalışan Çocuk Ve Yoksulluk ... 38 

2.5. Televizyon-Medya-Bilgisayar... 39 

2.6.Boşanma ... 44 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ... 47 

3. ARAŞTIRMANIN METODOLOJİSİ ... 47 

3.1. Araştırmanın Konusu, Önemi Ve Sınırlılıkları ... 47 

3.2. Araştırmanın Örneklemi ... 47 

3.3. Kullanılan Anket Formunun Özellikleri ... 48 

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ... 50 

(10)

ix

4.1. Sosyo-Demografik Özellikler ve Ekonomik Durum Göstergeleri ... 50 

4.2.Hüyük’te Çocuğun Değerini Ölçmeye Dönük İfadeler ... 59 

SONUÇ ... 77 

EK TABLOLAR ... 84 

(11)

x

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1: Cinsiyet Dağılımı ... 50 

Tablo 2. Yaş Dağılımı ... 50 

Tablo 3: Aylık Gelir Dağılımı... 51 

Tablo 4: Eğitim Durumları Dağılımı ... 52 

Tablo 5: Evlenme Biçimleri Dağılımı ... 52 

Tablo 6: Evlilik Süresi Dağılımı ... 53 

Tablo 7: Evlilik Yaşı Dağılımı ... 53 

Tablo 8: İdeal Evlilik Yaşı Dağılımı ... 54 

Tablo 9: Sahip Olunan Çocuk Yaş Dağılımı ... 54 

Tablo 10: Çocuk Cinsiyet Tercihleri Dağılımı ... 54 

Tablo 11: Sahip Olunan Çocukların Cinsiyet Oranları ... 55 

Tablo 12: Toplam Çocuk Sayısı Dağılımı ... 56 

Tablo 13: ideal Çocuk Sayısı Dağılımı ... 56 

Tablo 14:Çocuğa Ayrılan Zaman Ortalamalar Dağılımı ... 56 

Tablo 15: Çocuklarla Bir Sorun Yaşanıldığında Destek Aldıkları Kişiler Dağılımı ... 57 

Tablo 16: Birlikte Yaşanılan Kişilerin Dağılımı ... 57 

Tablo 17: Çocuk Sahibi Olma Sebeplerine İlişkin İfadeler ... 59 

Tablo 18: Çok Çocuk Olmasına İlişkin İfadeler ... 63 

Tablo 19: Çocuğun Ne İfade Ettiğine İlişkin İfadeler ... 65 

Tablo 20: Kadının Çalışmasına İlişkin İfadeler ... 69 

Tablo 21: Ailelerin Çocuktan Beklentilerine İlişkin İfadeler ... 71 

Tablo 22: Anne Babaların Çocuklarına Karşı Tutumlarına İlişkin İfadeler ... 74 

Tablo 23:Eve ekonomik destek sağlar ifadesinin cinsiyete göre dağılımı ... 84 

(12)

xi

Tablo 25:Reşit olan bir erkek geleceğini ilgilendiren konularda kararını kendi

almalıdır ifadesinin cinsiyete göre dağılımı ... 86  Tablo 26:Reşit olan bir kız geleceğini ilgilendiren konularda kararını kendi almalıdır ifadesinin cinsiyete göre dağılımı ... 87  Tablo 27:Kızlar ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde durmalıdır ifadesinin

cinsiyete göre dağılımı ... 88  Tablo 28:Kız çocuğun evleneceği kişiyi ailesi seçmelidir ifadesinin cinsiyete göre

dağılımı ... 89  Tablo 29:Erkek çocuk evleneceği kişiyi kendi seçmelidir ifadesinin cinsiyete göre dağılımı ... 90  Tablo 30: Çocuk Cinsiyet Tercihinin cinsiyete göre dağılımı ... 91  Tablo 31: Çocuğun terbiyesi verilirken dayak kullanılması ifadesinin cinsiyete göre dağılımı ... 92  Tablo 32:Çalışmaya başladığı zaman maaşının bir kısmını versin ifadesinin sahip olunan çocuk yaşlarına göre dağılımı ... 93  Tablo 33: Çocuğun söylediklerine ve yaptıklarına her zaman güvenilmeli ifadesinin sahip olunan çocukların yaşlarına göre dağılımı ... 94  Tablo 34: Çocuğun terbiyesi verilirken dayak kullanılabilir ifadesinin cinsiyete göre dağılımı ... 95  Tablo 35: Evlilikte çocuk sahibi olmak adettendir ifadesinin eğitim düzeylerine göre dağılımı ... 96  Tablo 36: Kadının Çalışmasına İlişkin Faktör Analizi Alt Boyutları ... 97  Tablo 37: Ankete katılan bireylerin cinsiyeti ve Faktör 1 “GELENEKSEL

YAKLAŞIM” ve Faktör 2 “MODERN YAKLAŞIM” arasındaki ilişkinin ANOVA analizi ... 98  Tablo 38: Anket Formu ... 99 

(13)

1 GİRİŞ

“Çocuk”, Dünyanın ve tabi ki Türkiye'nin hassas olduğu üzerinde durulması gerekli konuların başında gelmektedir. Gelecekteki dünyayı şekillendiren önemli bir varlıktır. Geleceğe yön vermede önemli bir adım "çocuk"la atılır. Çocuğa yaptığımız her türlü yatırım geleceğe yapılan birikimdir. Çocukluk her insanın geriye dönüp tekrar yaşamak istediği bir dönemdir. Günümüzde çocuğun çocukluğunu yaşama olanağı azalmıştır. Baktığımızda teknolojik gelişmeler, eğitim süresinin uzaması, artan sınavlar, çalışan bayanların artması ile birlikte çocuğa daha çok sorumluluk verilmektedir. Çocuklar tüm bu gelişmelerin de etkisiyle yetişkinden daha bilgili hale gelmiştir. Anne babalar ise teknoloji karşısında çocuğuna göre pasif konumdadır. Bunun doğal sonucu olarak da çocuklar ebeveynlerinin dediklerine birebir uymak yerine araştırır ve kendi fikirlerini öne sürerek bunları kabullendirir olmuştur. Bununla birlikte her çocuk aynı hakka sahip değildir. Kentte yaşayan çocuğun elde ettiği imkânları kırdaki çocuk elde edemeyebiliyor. Daha zor şartlar altında çocukluğunu geçirebiliyor. Çocukların korunmasına yönelik kâğıt üzerinde birçok gelişme kaydedilmiş ancak uygulama konusunda yetersiz kalınmıştır. Çocukları korumaya yönelik sözleşmelerin etkili olmadığı artarak devam eden ihmal ve istismar olaylarından da anlaşılmaktadır. Bir başka sorun ise artan teknoloji ve gelişen dünya ile büyümüşte küçülmüş çocuklar, küçük bilginlerdir. Evet, bu durum belki hoşumuza gidiyor olabilir, bu çocukları sempatik buluyor olabiliriz ancak çocuklar çocukluklarını yaşayamadan yetişkin gibi davranıp, yetişkin gibi giyiniyorlar. Bizim belki de tekrar dönüp yaşamak istediğimiz o yılları, çocuk gibi yaşayamıyorlar. Çocukların anne babadan gizli onların kıyafetlerini giydikleri dönemler artık yok gibi çünkü artık yetişkin kıyafetlerinin, topuklu ayakkabıların hatta makyaj malzemelerinin çocuklara uygun boyları düzenlenmiş özenti oluşturulmuş. Bunda özellikle medyanın etkisi yadsınamayacak büyüklüktedir. Reklamlarda, televizyon programlarında çocuklara yer verilmesi, yetişkinler için düzenlenen yarışmaların minyatür yetişkinler olan çocuklara tanıtılıp sözde çocuk modası oluşturulması ve bunun gibi birçok örnek çocukluğu yok oluşa sürüklemektedir. Bunların önüne geçmeli ve çocukların her şeyi zamanı geldiğinde

(14)

2

yaşamasına zemin hazırlamalıyız. Görüyoruz ki değişen çağla birlikte çocuğun toplum içindeki konumu ve duruşu da değişmektedir. Bu da sadece kentte değil kırda da aynı şekilde varyasyona uğramaktadır.

Toplumların geleceğini oluşturan çocuklardır. Çocukların toplumu nasıl yönlendireceği ise ailenin onu nasıl yetiştirdiği ve verdiği değerle bağlantılıdır. Neden çocuklar bu kadar önemliyken gerekli önemi vermiyoruz ya da verdiğimizi sanıyoruz. Baktığımızda çocuklarla ilgili çocuğun değerine yönelik araştırmaların neredeyse yok denecek kadar azlığı dikkatimi çekti. Tüm ayrıntılarıyla bugüne kadar görüşleri kabul gören Çiğdem kağıtçıbaşı'nın 1975'te yaptığı çocuğun değeri araştırması dışında Türkiye'de göze çarpan detaylı sadece çocuğun değerini ele alan araştırmalar bulunmamaktadır. Nasıl oluyorda geleceğimize yön vermek elimizdeyken bunu geri tepiyoruz. O dönemden bugüne çocuğa bakış açısının değişiklik gösterdiği aşikârdır.

Çocuk, her dönemde farklı algılanıp farklı tanımlandığı gibi bulunduğu bölgeye göre de farklı değerler atfedilmektedir. Kırda ve kentte çocuğun nasıl algılandığı değişebilmektedir. Çocuk sahibi olma sebepleri, çocuğa yüklenen anlam, çocuklardan beklentiler, çok çocuğa bakış açısı, çocuğa karşı geliştirilen tutumlar kırsal dediğimiz çiftçiliğin insan gücünün yüksek olduğu bölgelerde kente göre değişiklik gösterebilir. Çiğdem Kağıtçıbaşı 1975'da yaptığı çocuğun değeri araştırmasında, sosyo ekonomik durum ve nüfusa göre illeri çok orta ve az gelişmiş olarak ayırmıştır. O dönemde kentsel bölgelerde çocuk daha çok manevi boyutta değer görürken, kırsal kesimde çocuğun daha çok maddi boyutta değer gördüğü, iş gücüne fayda sağladığı sürece yararlı olduğu düşünülmektedir. Ne kadar çok çocuk olursa o kadar çok işgücü ve yaşlılıkta güvence olarak görülmektedir. Ailenin vazgeçilmez unsuru “çocuk”tu. Çocuk, ailenin olmazsa olmazıydı. Her evli çiftin mutlaka çocuk sahibi olması gerektiğine dönük tabular vardı. Eğer çocuk yoksa eşlerde sağlık problemi olduğu düşünülür ve toplum tarafından baskı yapılırdı. Çocuğun eşleri birbirine bağladığı düşüncesi hakimdi, öyle ki boşanma düşüncesi oluşan ailelerde çocuk bir kurtarıcı olarak görülürdü. Bunlara ek çocuğun olması yetmez bir de erkek çocuk olması istenirdi. Çocuk sahibi olurken onun maddi

(15)

3

faydaları ön planda tutulurken erkek çocuğun aileye kazandıracağı itibar büyük önem arz etmekteydi. Çocuğa bakış açısı ve verilen değer cinsiyete göre değişim göstermekteydi. Erkek çocuk soyun devamı, iş gücü, yaşlılıkta güvence gibi tüm hayatı boyunca aileye her zaman yararlı görülmüştür. Doğduğunda erkek adamın erkek oğlu olur derler gurur kaynağı yaparlar, büyüdüğünde evin sorumluluklarını üstlenmeye başlar hatta evlendikten sonra bile aile ile yaşamalı sürekli kol kanat germeli ve evin yükünü sırtlanmalıdır. Tüm hayatı boyunca ailesinden ayrılmamalı, her dönem ailenin geçimine ve bakımına maddi manevi destek sağlanmalı, kardeşlerinin de sorumluluğunu üstlenmelidir. Kısaca babanın tüm görevleri oğlunun doğumu ile el değiştirerek erkek evlada devredilirdi. Evlatların kendilerinden ayrı çekirdek aile olarak yaşanmasına karşı çıkılır, geniş aile olarak iki soyun bir arada yaşaması öngörülürdü, erkek evlattan bu beklenirdi. Kız çocuklar ise evlenene kadar babanın himayesinde evlendikten sonra ise eşinin himayesine geçer söz hakkına sahip olamazlardı. Kadının ev işleri dışında bir yerde çalışması hoş görülmez. Tarlada ve evde yaptığı işler, çocuk bakımı onun göreviydi. Çocuğun tüm sorumluluğu kadına aitti. Peki ya şimdi değişen dünya, gelişen teknoloji ve modernleşen yaşam; insanların düşünce yapılarını, hayata bakış açılarını, çocuğun bulunduğu konumunu değiştirmedi mi? Tezimizde bu düşünceleri araştırmaya dünden bugüne karşılaştırmalar yapmaya çalıştık.

Çiğdem kağıtçıbaşının çocuğun değeri araştırması tezimize kaynaklık etmiştir. O günden bugüne değişen düşünce yapılarına göre teknolojik değişimlerle modern hayatta çocuğa verilen değerin ne anlamda olduğu merak uyandırmıştır.

Tezimizde çocuğa verilen değeri saptamak için yedi bölümden oluşan anket soruları hazırladık. Bu sorularla çocuğa verilen değeri maddi değer, manevi değer, psikolojik doyum olarak incelemeye çalıştık. Toplumda çocuğa yüklenen anlamı tespit etmeye çalıştık. Günümüzde kırsal kesimde çocuğa bakış açısının ne denli değiştiğine dair küçük bir ilçede (Hüyük) sonuca varmaya çalışıldı.

(16)

4

BİRİNCİ BÖLÜM

1.AİLE VE ÇOCUĞA SOSYOLOJİK BAKIŞ

Toplumu oluşturan bir birim olmasıyla aile ayrı bir önem oluşturur. Aile çocukların yetiştiği eşlerin birbirlerini tamamladığı birçok işleve sahip mekândır.

Aile insan soyunu sürdürme, cinsel hayat başta olmak üzere birincil ilişki ihtiyacını gideren bir kurumdur (Aydın, 2013: 17). Toplum insanlardan oluşur. İnsanlarsa aile halinde yaşar. Bu şekliyle aile, toplumun temelini oluşturur (Çetinkaya, 2010: 1). Aile bir toplumu ayakta tutan ve yaşatan temel kurumlardan bir tanesidir (Elmacıoğlu, 1998: 15). Aile toplumun temel birimidir. En küçük toplumsal birim olan aile ülkeden ülkeye, kültürden kültüre bazı farklılıklar gösterir. Aynı ülke sınırları içinde bile şehire, köye, yöreye, ekonomik koşullara göre farklı özellikler taşır. Bu nedenlerden dolayı aile farklı şekillerde tanımlanmıştır. Bu tanımlar temelde birbirleriyle çelişmemekte fakat farklı unsurları öne çıkarmak ya da geriye itmek bakımından birbirinden ayrılmaktadır (Akt;Çağdaş ve Seçer, 2007: 118). Belirtmeye bile gerek yoktur ki “ aile, anne-baba ve çocuklardan oluşan bir insan birlikteliğidir” şeklinde kurulacak bir cümle kabaca bir tanımı içerse de ailenin akrabalık ve soy gibi en önemli unsurlarını kapsamaması sebebiyle genel geçer bir tanımı olamaz. Ailenin kapsamlı bir tanımı tek nitelikle yapılabilecek Aristotal bir tanım değil, söz konusu unsurları mümkün olduğunca kapsayacak açıklayıcı bir tanım olmalıdır. Aile için şöyle bir tanım önerilebilir: Aile, insan soyunu sürdürmek üzere iki farklı cins arasında kurulan, evlilik bağıyla başlayan, birincil ilişkilere dayanan, bu arada cinsel ilişkilere meşruiyet kazandıran, soy ve akrabalık düzeyleriyle toplumsal bir boyut taşıyan, soyut bir ilişkiler ağı olması itibariyle kültürel bir kurum; ama nesnel insanlardan oluşması itibariyle fiili bir gruptur (Aydın, 2013: 20). Aile 1968 yılında Birleşmiş Milletler'de kabul edilen şekliyle "kan, yasa ve evlilik yoluyla birbirlerine belirli derecelerde akrabalıklar edilen hane halkı üyelerinden meydana gelir " şeklinde tanımlanmaktadır (Akt; Çağdaş ve Seçer, 2007:118). Aile, nüfus yenileme, milli kültür taşıma, çocuğu sosyaleştirme, ekonomik, biyolojik ve psikolojik doyum görevlerinin gerçekleştirildiği müessesedir. Aile, geçici tatminler için meydana getirilen bir beraberlik değil, bireylerin

(17)

5

birbirlerini tamamlamak, birbirine yardımcı olmak ve daha iyi bir yaşam geçirmek için oluşturdukları birliktir (Elmacıoğlu, 1998: 24).

Evlatlar kuşağı ailenin önemli olgularından biridir. Çocukların doğumuyla birlikte eşler iki yeni rol edinmişlerdir; bayan anne, erkek baba olmuştur. Bunlar aynı zamanda çocuklara nazaran bir ebeveyn grubu oluşturmuşlar, çocuklar ise evlat rolünü üstlenmişlerdir. Birden fazla çocuğun doğmasıyla da çocuklar arasında kardeşlik adı verilen yeni bir bağ oluşmuştur. Cinsiyetine göre bu kardeşler birbirinin kız ya da erkek kardeşidirler. Her yeni aşama, aile üyelerine yeni roller ekler (Aydın, 2013: 19).

Modern dönemin keskin cinsiyet görevleri postmodern dönemin karıştırılmış cinsiyet görevlerine sebep olmuştur. Kadınların çalışmasıyla erkekler, çocukların bakımında ve ev işlerinde yardımcı olabiliyor. Kozmopolit ailelerdeki ana babaların görüş açısı çocuklarını büyütürken çeşitli yöntemlere ihtiyaçları olmasıdır. Sezgisel bilgileri yoktur. Bu şekilde ana babalar etkilı ebeveyn olmak için bilgiye ihtiyaç duyduklarını hisseder. Bu durum dergi, kitap, internet söyleşi odası, bununla birlikte ders ve atölye çalışmasını kapsama içine alarak tüm bir ebeveyn endüstrisisine sebep olmuştur. Bu şekilde modern dönem yazarlarından ayrı, postmodern dönem yazarları "çocuklar nasıl büyür ve gelişir?" sorusuna değil "çocukları nasıl büyütmeli?" sorusu üzerinde durmuşlardır (Kapçı, 2001). Toplumumuzda yaşam şartları ile birlikte aile yapısının giderek değiştiği düşünülebilir (Özyürek ve Tezel Şahin, 2005: 23). Ailenin çocuğun gereksinimlerini karşılayabilmesi büyük ölçüde ekonomik ve kültürel açıdan belli bir düzeye erişmesine ve aile içi ilişkilerin sağlıklı bir biçimde yürümesine bağlıdır. Araştırmalar en iyi kurumun ilgisinin bile çocuktaki bedensel, bilişsel, duygusal ve toplumsal gelişime yeterli olmadığını göstermiştir (Akt; Konanç, 1989: 4). Tamamen çaresiz minicik bir stajyer insandan, eğitimli, bilgili, kendisiyle barışık, kendine güvenen, katılımcı, üretici ve iş birliği yapabilen bir gelişmiş insan yaratabilmek her zaman olanaklı hâle gelememektedir (Yolcuoğlu,2012: 239). Yirmibirinci yüzyıl bilgi toplumuna geçiş sürecinde eğitimli, aydın anne babalar, kendi ebeveynlerinden gördükleri geleneksel çocuk yetiştirme kalıplarını kırarak, kendini yönetebilen, kendine güveni tam, atılgan insiyatif

(18)

6

kullanarak sorumlu kararlar alabilen ve en önemlisi de problem çözmeye yönelik analitik düşünme becerisi gelişmiş çocuklar yetiştirmenin bir sorumluluk olduğunun farkına varmışlardır (Yolcuoğlu,2012: 239).

1.1. Ailenin İşlevsel Ögeleri

Ailenin birincil ve ikincil, iki türlü işlevi vardır: Ailenin birincil işlevleri:

I. Birincil ilişki ihtiyacını giderme işlevi ,

II.Madden ve manen cinsel ihtiyacın en sağlıklı biçimde karşılanması, III.Sağlıklı bir biçimde insan soyunun sürdürülmesi

Ailenin ikincil işlevleri:

I.İnsanın bizzat maddi varlığını sürdürme(ekonomi) işlevi, II.İnsanın kutsalla bağlantı kurma(din) işlevi,

III.İnsanın topluma uyarlama(eğitim) işlevi, IV.Kamu düzenini sağlama(siyasi) işlevi,

Esasen ailenin işlevleri ele alınırken birincil ilişkileri karşılama ve cinsel hayata meşruiyet kazandırmanın yanında kısaca “insan soyunu sürdürme” nitelemesiyle çocuk yetiştirme ailenin önemli bir işleviydi. Çocuk aile için sadece önemli değil, öncelikli konulardan birisidir (Aydın, 2013: 135).

Türk toplumunda aile söz konusu olduğunda akla daima çocuk gelmektedir (Oktay, 1989: 211). Annelik, babalık, çocukluk, akrabalık, vatandaşlık gibi pek çok rolünde temeli ailede atılmaktadır. Bu çok yönlü yapısıyla aile toplum için her bakımdan temel teşkil etmektedir (Aydın, 2013: 22). Toplumdaki kültür değerlerinın nesilden nesile aktarımı şeklindeki ana eğitimsel görevinin yanı sıra aile, özellikle okul öncesi çağda çocuğunun hayatında etkili bir sosyalleştirme kurumu olarak öne çıkmaktadır (Yavuzer, 1989: 271). Çocuk eğitiminde üç yaşa kadar ilk temel eğitimi aile verir. Ancak çocuk, 3-6 yaş arasında eğitim kurumlarına gidemiyorsa, okul, ailenin eğitim kurumu görevini üstleneceğinden, ailenin eğitim etkinliği daha da önem kazanır. Türkiye’de her yüz çocuktan 88’inin okul öncesi eğitim almadığı dikkate alınırsa, ailenin temel eğitimdeki önemi daha kolay anlaşılmaktadır (Şirin,

(19)

7

2006: 69). Aile, çocuğun, fiziksel (bedensel) temel gereksinmeleri ile sevme-sevilme-güven-anlayış gibi temel psikolojik ihtiyaçlarına da cevap verir. Çocuk bu ihtiyaçlarını, aile ortamı içinde doyurur (Öz, 1997: 120). İyi ebeveynlik, çocukla birlikte geçirilen toplam saat sayısıyla değil, çocuk ve ebeveyn birlikteyken ne tür bir etkileşimin yaşandığı ile ölçülebilir (Schaffer, 2008: 320).

Çağdaş çocuk incelemelerinde iki anahtar yaklaşım belirlenebilir. Birinci yaklaşımda çocuğun yeterliğini ve çocuğu toplumsal aktör olarak görmenin önemi güçlü şekilde vurgulanır; ikinci yaklaşımdaysa, yine benzer güçte, çocukluğun çocuk için nasıl yapılandığı gibi bir hayli genel sorulara odaklanılır. İlk yaklaşım toplumsal eyleme vurgu yaparak en fazla çocukluk araştırmasındaki çeşitlenmelere odaklanırken, ikinci yaklaşım ise yapıya vurgu yaparak, ortaklıkların keşfine yönelir. Birinci yaklaşımda çocuğun yetkin sosyal aktör olduğu kabul edilir. Çocuğu sosyal dünyadan bilgi edinen ayrıca sosyal dünyaya bilgi veren kişiler diye değerlendirir. İkinci yaklaşımdaki farlılıklar, çocuğun günlük eylemleri sırasında oluştuğu gibi, çocuğun çocukluğunun "özel" olmasının veya değişmesinin çocukluğun ortaklığını hayat çizgisinin bir dönemi şeklinde vurgulayan kapsayıcı bir yapısal değerler dizisi içinde tanımlayan boyuta odaklanır (James, 2001: 30).

Geleneksel Türk toplumlarında çocuğu olmayan aile düşünmek mümkün değildir. Evlilik, çoluk çocuğa sahip olmakla bir görüldüğünden döl vermeyen birleşme ilerlemez. Çocuklar ebeveynlerin mutluluk sebebi, toplumun geleceğidir. Sağlıklarından ve başarılarından başka bir karşılık beklemeden yetiştirip yuvadan uçururuz. Çocukluğun bu aydınlık yüzünün yanında bir de arka yüzü vardır. Geçici hastalıkları, düşmeleri, yaralanmaları, ameliyatları ana babaların uykusunu kaçırmaya, yaşama sevincini söndürmeye yeter. Günlük olağan sorunları, ailenin en önemli derdi olup çıkar. Talihsiz ana babalar vardır ama talihsiz çocuklar daha çoktur. Eğitimleri yarıda bırakılabiliyor, gözü açılmamış kızlar ergenlik çağına gelmeden evlendirilebiliyor. Sokağa atılan, kendi yazgısıyla baş başa bırakılanların sayısı ise milyonları buluyor. Tüm bunlar zenginliğin ve teknolojinin doruğa çıktığı 20. Yüzyılda, gözlerimizin önünde geçiyor. Bir yandan tüpte bebek üretilirken, öte

(20)

8

yandan aşısızlıktan, bakımsızlıktan kırılan milyonlarca çocuk vardır (Yörükoğlu, 2007: 17).

Bugüne kadar toplumsal değişikliklerin aileye etkisi nesiller arası çatışmalara dönüktü. Günümüzde ise, kuşaklararası çatışmadan çok kuşaklararası yakınlık şeklinde yeni bir bağlantı oluştu. Çevremize baktığımızda artık çocuk kavramının ortadan kalktığı bir dünya görülüyor. Bir ucu bebeklik dönemi, öbür ucu ihtiyarlık oluşturuyor. İki dönemin arasınıysa yetişkin çocuk grubu oluşturuyor. Bu grup minyatür yetişkinlerdir. Gençlik, kendinden daha çok şey bilen yetişkin bireylerle karşılaşmamaktadır. Kuşaklararası boşluk kapanmış, herkes aynı kuşağı yaşamaktadır. Kuşak farkı ortadan kalkmış gibi. Günümüzde “deneyim” değil, “bilgi” değerli hale gelmiştir. Bundan dolayı deneyime verilen önem azalmaktadır. Bilgi çağı ve medyanın destek verdiği popüler kültür, kuşak farkını ortadan kaldırmaktadır. Bu şekilde yetişkin gibi çocuk – çocuk gibi yetişkin durumlarıyla karşılaşmaktayız. 0-6 yaş arası, günümüzde büyümüşte küçülmüş “cüce adamları “ anımsatıyor. Eskiden “orta yaşlı” olarak adlandırdıklarımız şimdi “zıpır” diye gördükleri kategoriden farklı değil. Kuşaklararası yakınlaşmayı, Ç. Kağıtçıbaşı, “Medya Çağı” ve “Bilgi Çağı” diye iki ayrı şekilde incelemektedir: 1. Medyanın ön planda olmasıyla, bir popüler kültür meydana geldi. Popüler kültür TV dizileri, kültür yayınları aracılığıyla hayatımıza girdi ve giyim, müzik, sinema gibi alanlarda ortak zevkleri oluşturduğunu, benzerliklere sebep olmaktadır. TV, şartsız boyun eğme davranışını azaltmış. Fakat bu kuşaklararasındaki farkı kaldırmaya yetersizdir. 2. Genç genel müdürler olması, bilgi çağında meydana gelen bir yeniliktir. Bilgi hızla akmakta, teknoloji çok hızlı değişmektedir. Belki de bundan dolayı, daha fazla yaşamanın kazandırmış olduğu deneyimlerin önemi kalmadı. Çocuk, ailedeki etkinliklere katılmamakta, ailesiyle kopuk, misafirlere çıkmamakta, pikniğe gitmemekte, ancak arkadaş çevresiyle tatile gitmektedir. Kuşaklararası çatışmadan çok, kuşaklararası bütünleşmenin olduğu bu hayat hızlı toplumsal değişikliklerin sonucu olarak ülkemize de adım atmış (Tezcan, 2012: 115).

Çocuk aile içinde bulunduğu zamanlarda yatış kalkışı zaman ve kurallara bağlandığı için gönlünce hareket edememektedir. Bu kurallı yatış kalkışlar, sınav

(21)

9

hazırlıkları vb. düzenlemelerin çoğu kere gerekçesi çocuğa iyi bir gelecek hazırlamaktır. Böyle bir ortamda çocukların çocukluklarını gönüllerince yaşayamadıklarını söylemek mümkündür (Aydın, 2013: 207).

20. yy. egemen çocuk paradigması, üç temel varsayıma dayanır (Onur, 2013:1):

I) Çocuklarla, yetişkinler birbirinden değişiktir veya çocuk ayrı bir biyolojik kategori oluşturur. II) Çocuğun yetişkinlik dönemine hazırlanması, yetişmesi gereklidir veya yetişkinlik bir kazanımdır.

III) Çocuğun yetiştirilme sorumluluğu yetişkine aittir.

Ailede hem anne baba çocuklarını hem de kardeşler birbirlerini etkilemektedir. Önceleri baktığımızda ataerkil bir durum söz konusuyken çocuklar babalarının üstüne söz söylemezken kuşaklar arası çatışmalar varken günümüzde ise aile yapıları değişiklik göstermektedir. Daha esnek kurallar tanınmaya başladı çocuklara. Hatta kurallar çocuklarla tartışarak demokratik bir şekilde oluşturulmakta ebeveynler çoğunlukla çocuklarıyla arkadaş gibi olmaktadır. Tabi ki önceleri çocuklar sınavlarla, boş zamanlarında ise bilgisayar oyunları oynayarak vakit geçirmiyor; mahallede arkadaşlarıyla oyun oynayarak çocukluklarını yaşıyordu. Şimdi ise çocuklar özellikle kentte eve kapanmış, kendi halinde bir çocukluk yaşamaktadır.

2.ÇOCUK

Çocuk, yaptıklarını düşünmeden gerçekleştiren en doğal halleriyle kendine özgü davranış ve konuşmalarıyla çevreye mutluluk veren, hayattaki olumsuzluk ve zorluklardan habersiz bu yönleriyle yetişkinlerden farklı küçük bir varlıktır. Bakıma muhtaçtır, ilgi bekler, eğitilmeye yatkındır. Taklit ve gözlemlerle hayattaki rolünü öğrenir. Ailede neşe kaynağıdır. Hatta Türk kültüründe dedelerin, anneannelerin, babaannelerin biriciği, değerlisidir.

Çocuk kavramı çocukluk dönemi gibi belirsizlik ve tenakuzlarla doludur: çocuk küçüktür ve anlayamaz; güçsüzdür, bilgisizdir, tecrübesizdir, saftır. Safça soruları, farklı gözlemleri, enteresan değerlendirmeleri ve içten hareketleriyle ilgi

(22)

10

çeker, sevilirler. Sevilmedikleri vakit bile acıma ve hoşgörü duyguları oluştururlar. Bu özeliklere sahip bireylere de “çocuksun! Çocukluk etme!” diye söylenir (Yörükoğlu, 2007: 14). Görüldüğü üzere çocuk ve çocukluk teriminin sınırı sosyal statünün en alt birimini oluşturacak biçimde yetişkinler tarafından saptanmıştır (Ercan, 2011). Çocuk kavramının objektif olarak tanımlanması zordur (Akt,Araman ve Özçalık, 2007). İnsan hayatının bir dönemi, yetişkinin kaçınılmaz geçmişi olan çocukluk ve bu evrenin sujesi çocuk, hukuki bakımından sahipli ya da sahipsiz, zengin ya da fakir, suçlu ya da suçsuz, beden ya da ruh veya fikir yönünden sıkıntılı olması ya da olmaması gibi bireysel özellik ve nitelikleri dikkate alınmaksızın; "sağ ve tam doğduğu andan reşit olduğu ana kadarki evrede bulunan gerçek kişidir " diye tanımlanır (Yücel, 1989: 149). Dilimizde çocuk genelde iki anlamda kullanılmaktadır. Birinci anlamı ebeveynlere soy bağıyla nispet edilen aile üyeleridir. Buna göre hangi yaşta olurlarsa olsunlar bunlar o ailenin çocuklarıdır. Ailesel statü içerisinde çocuklar üstteki ebeveynlere nispetle alt statüde bir alt grup oluştururlar. Hatta bu genel anlamda çocuk kelimesi yukarıda da belirtildiği üzere insanın başlangıç dönemlerine ilişkin, gençlik, yetişkinlik, yaşlılık gibi bir aşamayı da ifade eder. Çocuğun ikinci anlamı ise belli bir yaşa kadar olanlardır. Genel olarak iklim şartlarına göre az çok farklılık gösteren ergenlik çağına kadar olan dönemdir. Çocukların her döneminin kendine has problemleri vardır. Bebek döneminde çocuk her haliyle ve her şeyi ile ebeveynlerin ilgisine muhtaçtır, kendisini taşıyamaz. Kendine yeterli hale gelebilmesi için diğer canlılar gibi günler, aylar değil yıllara ihtiyaç vardır (Aydın, 2013: 196).

Çocuk terimi, bir evlat veya bir toplumda erişkinlerle aynı derecede tam bir ekonomik ve hukuksal statü sahibi olmayan birisi olarakta kullanılır (Yapıcı, 2004). Çocuk yaşama ait deneyimi bulunmayan varlıktır. Aynı bir filozof gibidir. Hayret etme kabiliyeti çok güçlüdür, kararlıdır. Çocukluk kültürel bir oluşumla varolmuştur. Neil Postman’ın yorumu ile “çocukluk, dil öğrenimine benzer. Çocukluğun biyolojik bir temeli vardır, fakat sosyal bir çevre çocukluğu başlatmadıkça ve bakıp büyütmedikçe yani ona gereksinim duymadıkça gerçekleşmeyebilir (Şirin, 2012: 11).

(23)

11

Çocuk, gelişen bir insan yavrusu, olgunlaşmamış, “reşit” sayılmayan küçük yurttaştır. Ancak çocukluk, üst sınırı belirsiz bir çağdır. Yasalar çocukluğun bitimini başka başka belirlemiştir. Ceza yasalarına göre 12 yaşından küçükler işledikleri suçlardan sorumlu tutulamazlar. İş yasaları ülkemizde 12 yaşından küçüklerin çalıştırılmasını yasaklamıştır. Yurttaşlık yasasına göre çocuklar evlenemez. Ancak 12 yaşından önce çalıştırılan çocuklar olduğu gibi, yasal erişkinlik yaşı olan 18 yaşından önce evlendirilenler de çoktur. Bu demektir ki çalışmak ve evlilik hangi yaşta olursa olsun çocukluğu sona erdirir (Yörükoğlu, 2007: 13). BM Çocuk Hakları Sözleşmesine göre 18 yaşından küçük olan herkes çocuk olarak kabul edilmektedir (Ercan, 2011). Bizde 2-13 yaşları arasını işgal eden dar anlamda çocukluk, yeni problemlerle karşılaşıldığı bir dönemdir. Çocuk çevreye açılmıştır. Aile dışında sokak, mahalle ve okulla tanışmış, arkadaşlar edinmiştir. Aile üyelerinin dışında öğretmen, arkadaş gibi kimselerle etkileşmekte, bunlar ebeveynlerle olan ilişkilerini esaslı bir değişikliğe uğratmaktadır (Aydın, 2013: 198).

İslam hukukunda ise çocukluk, bedensel olgunluk ve çocuğun kendi ilişki ve davranışlarını kontrol altına alması ile biter. Bedensel olgunluk belirtilerinin görülmemesi halinde ise çoğunlukla 15 yaş, hem erkekler hem de kızlar için çocukluk ve yetişkinlik arasındaki çizgiyi belirlemektedir. Belirli yetişkin vazifelerini gerçekleştirebilme, erkek ve kız çocuklar için zihinsel olgunluğun işaretleridir (Gıl’Adı, 2001: 109).

Çocuk kavramı küçük bir bireyi ifade ederken çocukluk kavramı, çocuk teriminin kapsadığı dönemi o döneme ait özellikleri temsil eder. Bugüne kadar çocuk ve çocukluk kavramları üzerine birçok tanımlamalar yapılmıştır. Ama sonuç olarak çocukluk yetişkinlikten farklı kendine has davranış ve özelliklerin olduğu bir evredir. Çocuk verilen eğitim ve değerle geleceğin yetişkinlerini oluşturacak bireydir.

3.ÇOCUKLUK

"Çocukluk" kavramı günümüze gelene kadar birçok değerlendirmeye tabi tutulmuş ve farklı tanımlamalar yapılmış. Çocukluk, her insanın bir kere yaşadığı ve çoğunlukla güzel anılarla hatırladığı yaşamında izler bırakan bir dönemdir.

(24)

12

Yetişkinlikten farklıdır. Yaratıcı düşüncelerin, korkusuz davranışların gerçekleştiği küçük bir varlığın yaşam dönemini ifade eden bir terimdir çocukluk. Geleceğin inşası bu dönemde atılır. Aldığı eğitimler, verilen görevler, koyulan kurallar verilen ahlaki terbiye; çocuğun kişiliğini benlik algısını ve mesleğini büyük ölçüde etkiler.

Çocukluk, bir anlamda paylaşılan bir tecrübedir. Çocukluk, çocukları günlük fiillerinde "biz" olarak organize eden ve yetişkinler tarafından "onlar" olarak belirleyen bir ayrı ve ayırıcı nesiller arası mekândır. Diğer taraftan, bu kültürel mekân, evle okul arasında gidip gelen kız ya da erkek çocuk tarafından ayrı yerlerde ayrı yaşanabilir; ayrıca her çocuk, görünürde benimsenen bir kültürü ve nesiller arası yöreyi olabildiğince değişik şekilde yaşayabilir (James, 2001: 36). "Çocukluk" ile "bebeklik" arasında çok büyük farklılıklar bulunmamasına karşın çocukluğun, kültürden kültüre, içinde yaşanılan sosyal ve ekonomik konumların yer ettiği farklılıklara göre değişen bir tanımı bulunmaktadır ve bu tanım, çocuk dünyası ile yetişkin dünyasını birbirlerinden açık bir biçimde ayıramayabilmektedir (Köksal, 2008: 389).

Çocukluk kavramı artık değişik değerlendirilmekte, nerede başlayıp nerede bittiği kesinleşmeyen bir kavram olarak belirtilmektedir (Tezcan, 2012: 114). Eski toplumlara göz atıldığında, çocukluk, insan yaşamında farklı bir dönem olarak kabul edilmemektedir. Örneğin, Eski Yunanlıların çocuk ve genç için kullandıkları terimler, bebeklik ile yaşlılık arasında kalan geniş bir süreci tanımlamaktadır. Çocukluk ve yetişkinlik arasındaki sınırlar, Ortaçağ’da iç içe geçmiştir. Modern anlamdaki çocuk ve çocukluk terimlerine Ortaçağda rastlanmamaktadır (Gander ve Gardiner, 2004: 26). Ortaçağda doğum ve bebek ölümü oranları çok yüksek olduğundan 6 yaşından küçükler ailenin üyesi kabul edilmemekteydi (Gander ve Gardiner, 2004: 27). Çocukluğun kendisine özgü özellikleri göz ardı edilmiş; çocuğa küçük bir yetişkin gözüyle bakılmıştır (Öz, 2013: 10). Yetişkinlerin dilinde çocuğu anlatacak ayrı sözcükler bile yoktu. Çocuğun yedi yaşına gelmesine kadar süren bir bebeklik dönemi vardı. Çocuklar bu yaştan itibaren yetişkinlerin dünyasına giriyorlardı. Bu bilgiyi orta çağa ait birçok belgeden, nesneden, üründen çıkarabiliyoruz (Onur, 2013: 1). Çocukluk kavramı değişik bilim alanları açısından

(25)

13

ayrı ayrı tasvir edilmektedir. Çocukluğun hangi yaşlar arasında olup bittiği de bu farklı betimlemelerden dolayı değişmektedir (Yapıcı, 2004). Çoğu toplum, kendi sosyal ve ekonomik durumuna göre çocukluk süresini ve çocuk eğitiminin içeriğini belirlemiştir (Köksal, 2008: 390). Çoğunlukla çocukluk evrelerini gençlik evrelerinden ayırmakta yaş etmeni göz önüne alınmaktadır. Fakat yaş etmenine bağlı olarak bir toplumda çocuk olarak görülen bireyin farklı bir toplumda yetişkin olarak görülmesi olasıdır (Akt; Karaman ve Özçalık, 2007: 32). Çağımızda görülen sosyal farklılıklar ve bu farklılıkların sebep olduğu riskler, çocukluğun yeniden değerlendirilmesini ve yapılandırılmasını gerekli kılmaktadır (Ercan, 2011).

Çocukluk, kültürlere ve tarihsel evrelere göre şekillenmektedir. Çağımızda çocukluğu sosyal bir kurgu olarak gören sosyolojik yaklaşımlardan bahsedilebilir. Bu yaklaşımlara göre çocukluk, toplumsal bağlantıları karakterize eden duygular ve düşünceler bütünüdür; çocukluk izlenimler, tasarımlar ve kodlamalardan oluşan sosyal bir kurgudur. Çocukluk sosyal analizin bir birimidir; çocukların sosyal bağlantıları ve kültürleri yetişkinlerin görüş açısından özgür, kendi başına incelenmeye değerdir; çocuklar kendi sosyal hayatlarını oluşturmada ve belirlemede aktiftirler. Bu yaklaşımlara göre çocukluk, her yerde ve her zaman farklıdır; tarihsel ve kültürel durumlardan farklı her yerde aynı olan bir çocuk doğasından bahsedilemez (Akt; Ercan, 2011). Her yerde aynı olan ideal bir çocukluk değil de kültüre ve topluma göre değişen çok sayıda çocukluktan bahsedilebilir (Gürdal, 2013).

Çocukluk, bireylerin yaşadığı çevreye göre şekil alan ailenin eğitim ve sosyo-ekonomik durumuna bağlı olarak fırsatlar sunulan ya da sunulamayan bir dönemdir. Hayattaki kritik dönemlerden biri hatta en önemlilerindendir. Çünkü bu dönemde verdiklerimiz ve yaptıklarımızla şekillenir yetişkinlik dönemi.

4. DEĞER

Değer, farklı alanlarda farklı anlamlar ifade eder. Sosyoloji, felsefe, ekonomi, din, psikoloji bakımından değer terimi değişik açılardan yorumlanmaktadır. Değerler her zaman aynı anlamı ifade etmediği gibi her yerde de aynı değerden bahsedemeyiz.

(26)

14

Değer, sözlüklerde arzu edilen, ilgi duyulup peşinden koşulan, ayar ölçüsü olarak kullanılan şey olarak açıklanır. Değerler bazı ele alışlarda yaşam biçimleri arasındaki tercihler olarak tanımlanmış; bazı ele alışlarda ise dünyanın özellikleri ve insanın dünyadaki yeri ile ilgili temel varsayımlar biçiminde kavramlaştırılmışlardır. Değer kavramı kimi zaman kişinin kendi değerlendirmesi, seçim yapması ve kendini bir şeye adaması şeklinde kullanılmış; kimi zamanda "ethos", " zeitgeist", "weltanschaung" gibi sözcüklerle ifade edilen bir çeşit ortak dünya görüşünü tanımlanmıştır (Aktaran; Kağıtçıbaşı, 1981: 17). En genel tanımıyla değerler neyin iyi neyin kötü olduğu hakkındaki hükümlerimizdir. Zevklerimize göre yeğlediğimiz şeyler olmaktan çok bireyin çevresi ile iletişimine yardımcı olan az çok kesin ve sistematik düşüncelerdir. Değer, dinden ekonomiye, psikolojiden sosyolojiye kadar farklı yerlerde kullanılan bir terimdir. Örneğin bir şeyin fiyatı diye ifade ederken ekonomik anlamda bir değerden bahsetmiş oluyoruz. Felsefi çevrelerde antikçağdan beri bilinmekle birlikte sosyal bilimlerde kullanımının tarihi eski değildir. Yaklaşık yüzyıllık bir geçmişe sahiptir. ( Aydın, 2011: 39).

Sosyolojik bakımdan değer, kişiye ve gruba faydalı, kişi ve grup için talep edilen, kişi ya da grup tarafından beğenilen şeyler olarak belirtilebilir. Buna göre değer objenin kendinden ziyade, o objeye aktarılan önemliliktir. (Aydın, 2011: 39).

Değerler hem mikro aynı zamanda da makro manaya sahip terimlerdir. Bireysel davranış esasında değerler, ferdin gereksinimleri ile sosyal hayatın isteklerini uzlaştıran benimsenmiş standartlardır. Yani değerler fertlere hareketleri için uygun alternatifleri vermektedir. Kültürel yaşam gibi makro düzlemde ise değerler sosyal hayatla bütünleşmeye imkân sağlayan paylaşılan anlamları ifade etmektedir (Aktaran; Balcı ve Yelken, 2010: 81). Değerlerin yalnız bireye ait bir olguyu ifade etmeyip ve kişiler arasında paylaşılıyor olması özelliği bizim milli değerler, aile değerleri, evrensel değerler, gençlik değerleri ve örgütsel değerler gibi tanımlamalar yapmamıza imkân vermektedir (Balcı ve Yelken, 2010: 81).

Özensel (2003)’in belirttiği gibi toplumsal yapıyı oluşturan temel sosyal kurumlar kendine has değerler içermektedir. Mesela toplumun en temel kurumu olan aile, eğitim, din gibi sosyal kurumların ve değerlerinin benimsenmesinde ve bir

(27)

15

sonraki kuşaklara aktarılmasında önemli role sahiptir. Ayrıca, toplumda değerlerin ortaya konulduğu temel mekanizmalar, bireylerin toplumsal rolleridir. Bunlar toplumun tabakalaşma sistemi ile sosyal yapıyı meydana getiren toplumsal süreçlerle yakından bağlantılıdır. Kişiler değer ve inançlarını etraflarındaki başka kişilerden öğrenir ve bu değerleri hareketlerine yansıtırlar. Ebeveynler evlatlarının ahlaki terbiyesinden birinci derecede sorumluluk sahibiyken, aileden sonra okulunda sosyal değerleri öğretmedeki önemi yadsınamaz. Okulda değerler eğitimi yurttaş yetiştirme sırasında oluşmaktadır. Bu sırada öğretmenler bilerek veya bilmeden değerleri öğrencilerine aktarırlar (Akt; Balcı ve Yelken, 2010: 82).

Kültürel olarak farklılıklar olabildiği gibi insani değerler çoğunlukla ortak olmaktadır. İyilik dediğimizde her yerde geçerli olan bir değerden bahsetmiş oluruz. Konu itibariyle sosyolojik olarak değer terimini inceleyecek olursak kişiye ya da nesneye verilen önemliliktir. Kişinin davranışlarının sonucunda ona atfedilir.

5. KADININ AİLE İÇİ STATÜSÜ

Toplumu oluşturan bireyleri yetiştiren kadındır, annedir. Çocuklar üzerinde ailede en çok etkiye sahip olan kadının toplum ve aile içinde konumu önemlidir. Kadınlar içgüdüsel olarak kendilerini çocukları için feda eder, ancak bu da kadının tek rolünün annelik olduğu anlamını taşımamalıdır. Kadın anneliğinin yanı sıra bir sosyal hayata ve mesleğe sahip olabilir.

Çocuğun sağlıklı bir ortamda yetiştirilmesi annenin, aile ve toplum içindeki sosyal statüsü ile doğrudan ilişkilidir. Gerek kentlerde gerekse kırsal kesimde kadınlara bırakılan karar alanı, yalnızca eve ve aileye ilişkin sorunları kapsayan dar bir karar alanıdır (Arat, 1989: 101).

Kadinların meslek yaşamlarını etkileyen önemli etkenlerden biri, çalışan kadınlar için işin çocuklara sahip olmaktan sonra geldiği hakkında eril algıdır. (Giddens,2012: 257). Kadınlarda genetik olarak çocuğunu koruma güdüsü vardır. Bu sebeple kendini çocuğunun uğruna vermekten çekinmez (Pekşen Akça, 2012). Kızlarla oğlanlar arasında önlenemeyecek bazı ayrımlar kendini açığa vurur.

(28)

16

Oğlanların yaşamda oynayacakları roller kızlarınkinden değişiktir ve farklı vücut yapılarıyla saptanmış rollerdir. Bu durum meslek seçiminde de etkisini gösterir. Kadınlık rollerinden memnunluk duymayan kızlar kendileri için toplumda öngörülen mesleklere ve çalışma koşullarına uyum sağlamada bazen güçlük çeker (Adler, 2000: 110). Baba akşam eve geldiğinde annenin yaptıklarının hesabını çocuklardan soruyor. Anne bir hizmetçi konumuna düşürülüyor. Böyle bir durumda kız çocuğunun kendine güveni kalır mı? Böyle yetişen kız çocuğu erkeklere kolayca boyun eğer, kendini erkeklere beğendirmeye çalışır (Portakal, 1997: 27).

Kadının yaptığı işlerin çokluğuna rağmen, "kadının çalışması", toplumda yerleşik bir değer değildir. Bu çalışma ile kadın, aile refahını belirgin biçimde yükselttiği halde, önemi kabul edilmemektedir. Bu yüzden kırda ve gecekonduda erkekler, hatta kadınlar, sorulduğunda -hem tarlada ya da ev dışında, hem de evde çalışıyor olmalarına karşın- çalışmadıklarını ileri sürmektedir (Akt; Kağıtçıbaşı, 1981: 36). Özellikle kırsal yörede aile, işçi olarak çalışan kadının aile içi statüsünde pek bir değişme olması beklenemez. Bu nedenlerle, çalışıp çalışmaması diğer değişkenlerle beklenen ilişkileri göstermemektedir. Ancak kadının mesleğinin türü ve saygınlığı önemli bir etmen olarak ortaya çıkmıştır (Kağıtçıbaşı, 1981: 88). Bayanın işinin olması çocuğun lehine olmayan bir durumdur; çünkü çoğunlukla istemediği, yeteneğinin olmadığı bir işte çalışan kadın, hem çalışıp hem de annelik, ev hanımlığı yaptığı için gücünün üzerinde çalışıp yorulmaktadır. Düşük gelire sahip aile için eve yardımcı bayanlar bulmak pahalı ve güç gelmektedir (Puyn, 1999: 16). Ülkemizde kırsal kesimde yaşayan kadınlarımız, üretime erkeğiyle beraber, tarlada ve bahçede katılırlar. Fakat bu tarlada ve bahçede çalışmak kadınlarımıza toplumda yeteri kadar sosyal statü kazandırmaz. Ülkemizde vasıflı kadın iş gücü daha çok hizmet sektöründe, özellikle de kamu yönetimi alanında faaliyet göstermektedir (Elmacıoğlu, 1998: 20).

Yaşadığımız çağda eğitimin öneminin artması, kadınların toplumda daha iyi bir sosyal statü ve ekonomik güç kazanmalarını sağlamıştır. Kadınlar kazandıkları bu yeni sosyal statü ve ekonomik güç sayesinde aile içi kararlara daha çok katılabilme imkânına kavuşmuşlardır. Tarım ve endüstri çağlarında erkekler ön planda iken,

(29)

17

bugün bilgi çağında ise kadınlar ön plana çıkmaktadır. Kentsel kesimde özellikle modernleşmenin ve ekonomik gereklerin bir sonucu olarak çalışan kadın sayısı yükselmektedir. Buna karşılık kırsal kesimde tarım işlerinde çalışan kadınların ve diğer elle yapılan işleri üstlenen kadınların sayısında bir düşüş gözlemlenmiştir. Bu düşüşün nedeni, daha önce de değinildiği gibi, teknolojik ilerleme sonucu kadının yaptığı işlerdeki azalmadır (Akt; Kağıtçıbaşı, 1981: 36).

2011 Türkiye Aile Yapısı Araştırması’na göre, 2011 yılında ortalama 5 insandan biri bayanın çalışmasının uygun olmadığını belirtmektedir. Bayanın çalışmasını uygun bulmama sebeplerinin ilkini geleneksel cinsiyet rolleri kapsamında aile ile sosyal hayatı düzenlemeye ait değerler oluşturmaktadır. Anneliğin bayanın esas sorumluluğu ve birincil sosyal rolü olarak bakılmasının bir yansıması da kadının çocuklarını ilgilendiren konularda erkeklere oranla aktif olmasına sebeptir. Özensel (2004)’in de belirttiği gibi annelerin çocuk yetiştirme konularında eşleriyle tartışmalarının gündeme geldiği ve babadan istediği desteği bulamadığı da toplumdaki kadının çocuk bakmasını üstlenme rolünden ileri gelmektedir. Kadınların çoğunun ev hanımı olması da buna etkendir. Eğitimli bayanlar daha çok iş hayatına girmekte, ev işlerinde eşit paylaşımın bulunduğu evlerde yaşamını sürdürmekte, ailesi ile ilgili mevzularda daha çok karar almaktadır (Beşpınar, 2014: 276).

Özellıkle Türk toplumunda çocuklar daha çok anneleri tarafından büyütülür diye düşünülmektedir. Ancak farklılaşan hayat şartlarıyla birlikte hem baba hem de anne çalışmak zorunda olduklarından anne babalar ortaklaşa çocuğunu büyütmektedir. Yani toplumda çoğunlukla çocuk bakımından anneler kadar babalar da sorumluluk sahibidir (Akt; Kırık, 2014: 338).

Kadın her halükarda çalışmaktadır. Ancak evde, tarlada, bahçede yapılan işler göze görünmemektedir, statü kazandırmamaktadır. Günümüzde kadınların çalıştıkları alanlar genişlemiş eskiye oranla kadınların eğitim düzeyi yükselmiştir. Artık kadınlar da çoğu alanlarda yer almakta ve söz sahibi olmaktadır.

(30)

18 6. ÇOCUĞUN EĞİTİMİ

Eğitim, bireylerde istendik davranış değişikliği oluşturmaktır. Bu hem olumlu hem olumsuz yönde olabilmektedir. Bu bakımdan çocuğa verilen eğitimin üzerinde durulması gereklidir. Çocuğun nasıl bir birey olacağı bu sayede şekillenir. Eğitimin temelleri ise ailede atılır.

Çocuğun eğitimi hem ailede hem de okulda gerçekleşmektedir. Okul, toplumsallaşmanın aileden sonra sürdüğü yerdir. Okul, öğrencileri iyi vatandaşlığa hazırlar. Çocukların toplumla bütünleşmesine yardımcı olur. Ayrıca okul, toplumsallaşma açısından ailede alınan değerlerin değiştirilmesine yol açabilir. Evrensel değerleri çocuğa aşılar. Her çocuk bulunduğu kültürün değer ve kurallarını öğrenmelidir. Her toplumun yetişkinleri, gençlerine gerçeklik hakkındaki kendi kavramlarını öğretir. Genellikle gençler, takip edecekleri başka seçenekleri olmadığı için bu öğretileri kabullenir, ana babalarıyla özdeşim kurar, çeşitli derecelerdeki çaba ve başarılarıyla toplumlarının ideal tipine ulaşmaya çalışırlar. Çocuklar öğrenimleri boyunca ek kurslara, paralı kurslara katılmakta, çocukluklarını, gençliklerini yaşayamamaktadır. Sürekli sınavlara hazırlanma, çocuklarda ve gençlerde bir gerilim, bunalım ve sıkıntı yaratmaktadır. Sınav gerilimi öğrencilerde bir kazanamama korkusu yaratmaktadır. Gelecek kaygısı çocukları erken yaşta gerilim içine sokmaktadır. Sadece sınav kazanmak bir amaç haline gelmektedir. Çocukların adeta “yarış atı” durumuna getirildikleri bu sınavlar, ilkokullardan itibaren başlamaktadır. Çocukların yeteneklerine ve ilgilerine dikkat edilmeden ana baba tarafından çocuklar zorlanmaktadırlar.

Çocuğa yansıyan toplumsal değişmelerin kimilerinin olumlu, kimilerinin olumsuz olduğunu görüyoruz. Önemli olan, olumsuz değişmelerin etkilerini toplum olarak azaltmaya çaba sarf etmektir (Tezcan, 2012: 5). Bunu sağlayabilmenin yolu ise ona doğru örnekler göstermekle olur. Sadece anne, baba ve öğretmenler olarak değil toplum olarak, toplumu yansıtan medya, çocuğa doğru modeller sunmaya özen göstermelidir.

(31)

19 7. ÇOCUK HAKLARI

Çocuk terimi tarih boyunca toplumların yapısına, kültürüne, inancına, ekonomisine göre değişkenlik göstermiştir. Çocuk haklarıysa tüm çocukların doğuştan sahip olduğu, yaygın anlamda toplumsal, felsefî, ahlâkî ve hukuksal durumları içine alan evrensel bir terimdir. Bazı araştırmacılara göre çocuk, “toplumsal hayatta yetki ve sorumluluklarla donatılmış bir birey olarak görülmeyen, yetişkin egemen toplumun toplumsallaştırma işlevinin bir süresi”dir. Bu tanımlamada, çocuğa ait ihtiyaçlar ve özelliklerin dikkate alınmadığı görülmektedir (Öz, 2013: 6).

Çocuk yüzyılı denen 20. Yüzyıl gerçekten çocukluğun altın çağı oldu. Bilimsel buluş, teknik yenilik ve yükselen refah çocukların kaderini tamamen değiştirmiştir. Hekimlik alanındaki ilerlemelerin çocukların sağlıklı büyümelerine, hastalıktan korunmalarına katkı sağlamıştır. Eğitimde yaş gün geçtikçe düşmekte; eğitimin süresiyle beraber, çocukluk çağı uzamaktadır. Önceden ucuza işçi diye tepe tepe çalıştırılan çocuk okula gönderildi. Daha çok çocuk, daha üst düzeyde öğrenim olanağı buldu. Aileler, okullar ve ülkeler arasında amansız bir eğitim yarışı başladı. İnsan gücünün, zekâsının ve yaratıcılığının çocukluktan kaynaklandığı anlaşıldı. Çocuklara yapılan yatırımın, uzun sürede toplumun en verimli yatırımı olduğu gerçeği kavrandı (Yörükoğlu, 2007: 242). Eğitim, kişinin doğumdan ölüme kadar süren ayrıca toplumsal, kültürel, politik, kişisel nitelikleri aynı zamanda içerisinde bulunduran bir olgudur (Öz, 2013: 1). Eğitim, yalnız eğitim imkânı bulanlar için eşitleyici görev yapabilmekte, o da bir noktaya kadar, bir ölçüde. Genellikle köylü çocukları çiftçi, işçi çocukları işçi olarak hayatını devam ettirmektedir. Bu durumu zannedildiğinin aksine temel eğitim desteği ve zorunlu olması çok fazla etkilememektedir. Anayasanın tüm bireylere eğitim imkânı sunması önemli bir durumdur fakat sonucun değişmesine yetmemektedir. İlkin çocuklar okula eşit şartlarda başlayamazlar, daha sonraları farklı toplum sınıflarından gelen bireylerin karşılaştığı güçlükler farklılık göstermektedir (Yörükoğlu, 2007: 128).

Çocuğun, hayatının ilk anından itibaren esaslı şekilde korunmaya muhtaç olduğu tartışmasızdır. Ancak, bu koruma ve yardımın, başka deyişle çocukluk

(32)

20

devresinin hangi yaşa kadar devam edeceği sorusuna kesin ve yeterli cevap bulmak kolay olmamaktadır (Öz, 2013: 8). Gelişme dönemlerinin bilimsel incelenmesi çocukluk çağının daha iyi tanınmasına, anlaşılmasına yol açmıştır. Fransız ruh bilimcisi Alfred Binet’nin geliştirdiği zekâ testleri aracılığıyla çocukların yeteneklerini değerlendirme olanağı doğmuştur. Jean Piaget’nin çocuğun zihinsel gelişimi konusundaki gözlemleri ve araştırmaları öğretime ışık tutmuştur. Ruh hekimliğinde S.Freud’un açtığı yeni bir çığırda ruh hastalıklarının çocuklukta çözümsüz kalan bilinçdışı ruhsal çatışmalardan kaynaklandığı anlaşılmıştır. Başka bir gelişme toplumsal yardım alanında olmuş ve sosyal hizmet mesleği doğmuştur. Kimsesiz ve korunması gerekli çocuklar için yasalar çıkarılmış; yeni yaklaşımlar denenmiştir. Böylece çocuk ailesinin sevgisine ya da acımasına bırakılmış bir kimse değil, toplumun sorumluluğu altında özenle bakılıp yetiştirilecek bir yurttaş olarak görülmeye başlanmıştır. Suç işleyen çocuklara yaklaşımda bir hukuk devrimi gerçekleşmiştir. Çocuklara ceza vermektense, çocuğu yoldan saptıran sebeplerin araştırıldığı, düzeltim çarelerinin arandığı merkezler açılmış; çocuk ve gençlik mahkemeleri kurulmuştur (Yörükoğlu, 2007: 251).

Çocuk hukuku, en geniş anlamıyla; özel hukukta, ceza hukukunda, sosyal hukukta, kamu hukukunda, uluslararası sözleşme ve bildirilerde yer alan ve çocukların hakkını düzenleyen kurallar bütünü olarak tanımlanabilir. Çocuk hakları, çocuğun fiziksel, bilişsel, duygusal, sosyal ve ahlâkî yönlerden özgürlük ve saygınlık içerisinde, sağlıklı ve normal şekilde gelişmesi için hukuk kuralları ile koruma altına alınan yararlar olarak değerlendirilebilir. Bakıldığında çocuk haklarını, yetişkin haklarından farklı bir alandır diye değerlendiremeyiz. Çocuk hakları da insan haklarının bir parçası olarak görülmektedir. Çocukların özel gereksinimlerinden dolayı farklı bir çocuk hakları düzenlenmesine karşın çocuk ve yetişkin haklarını bir bütün olarak görürüz. Doğal hukuk anlayışına göre de; insan doğuştan getirdiği bazı haklara sahiptir. Çocuklar ise hem insan olmasından hem de çocuk olarak korunma, bakım ve yetiştirilmeye muhtaç olduklarından bu haklara sahiptirler. Çocuk hakları tarihçesini, çocuk üstünde serbestçe tasarruf edebilir, devir ve terk edebilir, ayrıca öldürülebilen bir obje gibi görülmekten çıkarıp, hakları olan, bir kişiliğe sahip varlığa dönüşümümün serüveni biçiminde özetlenebilir. Geçmiş dönem toplumlarda, hem

(33)

21

tarım ekonomisi hem de sanayi ekonomisi alanında işgücünden faydalanılan çocuklar, günümüzdeyse okulda çalışmakta-eğitim-öğretim görmekte, ailelere herhangi bir güncel getiri sağlamamakta, aksine çocuklu ailenin yükünün artması sonucu, çocuk maddî ve manevî yönden aradığını bulamamaktadır (Öz, 2013: 15).

Uluslararası alanda çocukların korunmasına ilişkin bir örgütün oluşturulması düşüncesi, ilk kez 1894’te Jules de Jeune tarafından ortaya atılmıştır. Gençliğin problemleri ve çocukların korunmasıyla ilgili uluslararası nitelikte bir merkez oluşturulması yönündeki ilk resmi girişimse 1912’de İsviçre’de yapılmıştır. Oluşturulan bu merkezin görevlerini ise devletlerin, çocukların korunmasına ilişkin kanunlarının, tüzüklerinin, önemli eserlerinin toplanması, bu konudaki düzenlemelerin bir yıllıkta yayımlanması, vesayet, gençliğe özen gösterilmesi ve çocuğun korunması konularıyla ilgili uluslararası bir anlaşma yapılmasını sağlanma olarak sıralayabiliriz. Yine aynı yıllarda, Belçika’da da benzer nitelikli çalışmalar yapılmış olmakla birlikte, bu çalışmalara I. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla birlikte ara verilmiş, savaşın bitmesinin ardından, 1921 yılında Belçika hükümetinin öncülüğünde Brüksel’de bir kongre toplanmış ve bu kongre “Uluslararası Çocukları Koruma Birliği”nin kurulmasıyla sonuçlanmıştır. I. Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda, çocukların çektiği acılardan çok etkilenen İngiliz Eglantyne Jebb, tüm dünyaya hitaben, “Çocukları Kurtarın!” sloganı altında bir kampanya başlatmış ve bu çalışmaların sonucu olarak, 1920’de “Milletlerarası Çocuk Güvenliği Birliği” kurulmuştur. Birlik, 1923 yılında Çocuk Hakları Bildirisi’ni ilan etmiştir. Bununla birlikte, uluslararası alanda çocuk haklarının korunmasına ilişkin gerçek anlamda ilk resmi adım, I. Dünya Savaşı’nın yarattığı olumsuzlukların düzeltilmesi ve insanlığın barışçı ve mutlu bir toplum oluşturması yolundaki çabalar sonucunda kurulmuş olan Milletler Cemiyeti’nin, 26 Eylül 1924’te Çocuk Hakları Cenevre Bildirgesi’ni onaylamasıyla gerçekleşmiştir. Türkiye ise, bu Bildirgeyi 1928 yılında imzalamıştır. Bu bildirge daha sonra, BM (Birleşmiş Milletler) Genel Kurulu tarafından kabul edilerek 20 Kasım 1959 tarih ve 1386 (XIV) sayılı karara dönüştürülmüştür. BM, bu kararla “insanlık çocuklara kendisi için en iyi olanı vermelidir” hedefinden yola çıkarak on ilke geliştirmiştir. Bildiride yer alan ilkeler arasında, çocuklara ayrımcılık yapmamak, çocuğun kendini serbestçe geliştirmesi için fırsat vermek, doğduğu

(34)

22

andan başlayarak kimlik ve vatandaşlık kazandırmak, sosyal güvenlik hakkından yararlandırmak, özürlü çocuğa gerekli tedavi ve bakımın yapılması vb. konular yer almaktadır. Uluslararası “çocuk yılı” olarak belirlenen 1978’de Polonya, 1959 tarihli BM Genel Kurul Kararı temel alınarak, BM’ye çocuk haklarıyla ilgili sözleşme taslağı sunmuş, BM İnsan Hakları Komisyonu’nda bir çalışma grubu ise, 1987 yılına dek devam eden çalışmalar sonucunda, sözleşme taslağı hazırlığında ilerlemeler sağlamış, BM Çocuk Hakları Bildirgesi’nin 30. yıl dönümü olan 1989’da Genel Kurul’a sunulan taslak, 20 Kasım 1989 tarihinde kabul edilmiştir (Akt; Öz, 2013).

20 Kasım 1989 BMÇHS (Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi) ile on sekiz yaşından küçük kişilerin bireysel hakları belirlenmiştir (Öz, 2013: 18). Çocuk hakları sözleşmesi, çoğu kesimde çocukların ‘Magna Carta’sı diye de gösterilmekteydi. Çocuk Haklarına dair Sözleşme 20 Kasım 1989 yılında imzaya açılmış ve o gün 61 devlet tarafından imzalanmıştır. Uluslararası yasa olabilmesi için gereken minimum 20 ülkenin onayının ardından Sözleşme 2 Eylül 1990’da yürürlüğe girmiştir. Çocuk Haklarına dair Sözleşme 9 Aralık 1994 yılında TBMM’de kabul edilmiş ve Bakanlar Kurulu bu kararı 23 Aralık 1994’de 4058 sayılı yasa ile onaylamıştır. Yasa 27 Ocak 1995 gün ve 22184 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Sözleşme’nin uygulamasında koordinatör kuruluş olarak Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) görevlendirilmiştir

(httpwww.cocukhaklariizleme.orgwp-docsCRC@20%20-%20history%20-%20big).

Çocukların geleceğimizi oluşturduğu düşüncesinden yola çıkarak çocuk haklarına dair gerçekleşen gelişmeler sevindiricidir. Çocukların ihmali ve istismarı durumlarının da bu yasalar sayesinde önüne geçileceği düşünülmektedir. Toplumun bu konuda daha bilinçli olması için TV, bilgisayar ve medya aracılığıyla yapılan çalışmalar dikkat çekicidir. Çocukların hakları, sadece devlet ve onun kurum kuruluşları ile sınırlı kalmayıp tüm kamu ve sivil toplum örgütleri gibi, kuruluşlarla ve hatta uluslararası kuruluşlarla olan ilişkiler çerçevesinde de korunup kollanmaktadır.

(35)

23

İKİNCİ BÖLÜM

2.ÇOCUĞUN DEĞERİ VE ETKİ EDEN UNSURLAR

Çocuk her ailede çoğunlukla vazgeçilmez bir ögedir. Kimi aile evlilikte olmazsa olmaz olduğunu düşündüğü için kimisi ise yarar sağlayacağı için, bazıları da hiçbir yarar gözetmeksizin psikolojik doyum olarak çocuk sahibi olmak isterler. Bireylerin çocuk sahibi olmak isteme sebebi ise ona verdikleri değeri gösteren ögelerden biridir. Çocuğa verilen değer ise onun ileride nasıl bir birey olacağını etkileyen önemli bir unsurdur. Bu bakımdan çocuğa verilen değer konusu üzerinde ayrıca durulması gerekir.

Çocukların erişkinlerden değişik yapılanmasının tarihsel, kültürel, toplumsal ve kuramsal düzlemdeki kavramsal ifadesi 'çocukluk'tur (Gürdal, 2013). Çocukların zihinde nasıl tasarlandığından ziyade, nasıl algılandığı her dönem sosyal, tarihsel bir görüşü gösterir (Elkınd, 2001: 16). Çocuk her zaman ailenin o kadar temel bir parçası olmuştur ki, insanların niçin çocuk istediği sorusunu sormak pek akla gelmeden çocuk sahibi olmak bir doğa kanunu olarak süregelmiştir ( Kağıtçıbaşı, 1981: 12). Çocuğun değeri, toplumsal normlardan ve aile ilişkilerinden kaynaklanan, anne baba çocuk etkileşiminde oluşan, ana babanın gereksinme ve güdülenmelerini doyuran, onlar tarafından algılanan, çocuğa verilen ve doğurganlıkla ilgili yargı ve tercihleri ortaya çıkaran değerdir (Kağıtçıbaşı, 1981: 18). Çocuğun gelişmesinde direkt etkiye sahip olan en önemli aile dinamiği, kuşaklar arasındaki dikey etkileşimdir. Dikey aile içi bağlarda çocuğun yeri ve bilhassa ebeveynin çocuğa verdikleri değer ve ondan umdukları şeyler, ailenin esas özelliklerini gösterir. Örneğin çocuğa ekonomik\yararcı değerler atfedildiği yerlerde, çocuğun aileye olan gerçek maddi katkısının da yüksek olduğu görülmüştür ( Kağıtçıbaşı, 1989: 195). Çocuğun değeri; yani ana babanın ve çevresinin çocuğa nasıl bir değer atfettiği, onu nasıl algıladığı, ondan neler beklediği, öznel ve nesnel dayanakları olan kişisel ve toplumsal gerekirliğe sahip karmaşık bir değerdir ( Kağıtçıbaşı, 1981: 55).

Eski çağlarda çocuğun yazgısı anasının yazgısına bağlıydı. Babanın oğlu üstündeki hâkimiyeti ölünceye kadar, kızı üzerindeki ise evleninceye kadar devam

(36)

24

ederdi. Bu mutlak hâkimiyet evlilikte eşine devredilirdi. Çocuğun, ancak babaya yaradığı ölçüde değeri vardı. Açlık dönemlerinde aslanların yavrularını yediği gibi, babalarda çocuklarını işlerine gelince kurban etmekten çekinmezlerdi. Ortaçağda Avrupa’da istenmeyen çocuklar öldürülüp dereye atılırdı. Öyle ki o çağda adım başı bir çocuk ölüsüyle karşılaşmak günlük olaylardandı (Yörükoğlu, 2007: 23). Önceden çocuk, üretimin içinde yer alırken, şimdi ise çocuğa toplumun geleceği diye bakılmaktadır. Çocuğa yapılan yatırım, toplumun geleceğine yapılan yatırım olarak düşünülmektedir. Ebeveynlerin eğitim seviyeleri ve refah düzeylerinin artırılması çocuğa bakışı etkilemektedir (Ercan, 2011).

Aile sosyologlarına göre genel olarak aile içinde çocuğun işlevleri dört maddede toplanabilir: I . Ebeveynlere mutluluk vermesi: Çocuğun her aşaması aileye mutluluk verir. Sevmek sevilmek insani bir iştir.

II. Anne ve babaya toplumsal güvence sağlaması: Nasıl ki insanın muhtaç dönemlerinde ebeveynler çocuklar için bir güvenceyse, çocuklar da ebeveynlerinin güçsüzlük dönemlerinde bir güvencedirler.

III. Aileye işgücü oluşturması: Çocuk en küçük dönemlerinden itibaren yapabildiğini yaparak aileye katkı sağlar. Ancak çocukların bu güç katkısı modern zamanlarda ciddi bir değişime uğramıştır. Günümüzde çocuklar katkılarından çok daha fazla ailenin gücünü harcadığı bir alan haline gelmiştir.

IV. Aile için bir statü göstergesi olması: “Çok çocuğu olanın sırtı yere gelmez”, “oğluyla ordu, kızıyla komşu” deyimleri çocukların bu eski işlevini iyi ifade etmektedir. Günümüzde ise yeterince kültürel donanıma sahip olmayan çok çocuk değil, iyi donanımlı az çocuk tercih edilmektedir. Tabi bu durum günümüzde çocuğun sayısını düşüren etkenlerden birisi olarak kaşımıza çıkmaktadır. Çocuklar için statü sağlamanın tek türü yok, farklı biçimleri vardır. Esasen günümüzde sosyolojik olarak bizzat harcamanın kendisi bir statü göstergesidir (Aydın, 2013: 200).

Çocuğun maddi ve psikolojik değerleri istenen ve sahip olunan çocuk sayısı ile farklı ilişki içinde olduğundan ötürüdür ki sosyo-ekonomik gelişme ile doğurganlık azalır. Çünkü sosyo ekonomik gelişme ile çocuğun ekonomik değerinin önemi azalır (Kağıtçıbaşı, 1989: 198). Öyle ki Kağıtçıbaşı’nın 2003 yılında, 30 yıl sonra yeniden çocuğun değerini görmek adına yaptığı araştırmasında da buna paralel sonuçlar çıkmıştır. Günümüz toplumu 30 yıl öncesine kıyasla gelişmişlik düzeyi yüksektir,

Şekil

Tablo 1: Cinsiyet Dağılımı
Tablo 3: Aylık Gelir Dağılımı
Tablo 5: Evlenme Biçimleri Dağılımı
Tablo 9: Sahip Olunan Çocuk Yaş Dağılımı
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

BESLENME DOSTU OKUL POGRAMI OKUL POLİTİKASI 1- Beslenme Dostu Okul Politikasını Oluşturmak. a) Beslenme dostu okul programının okul içerisindeki işleyişinin düzenli olması

Aile içi şiddet aile üyelerinden birinin diğerini duygusal, fiziksel ve cinsel istismara maruz bırakması, sosyal olarak dışlaması ve maddi yoksun bırakması gibi davranışları

Tablo 1: Anne Baba Tutumları ile Kendini Sabotaj ve Öz-Yeterlik Düzeyleri Arasındaki İlişkilere Yönelik Korelasyon Tablosu……….70 Tablo 2: Algılanan Anne Baba

– Korku kültürü İÇİNDE NE İNSAN NE ANNE NE KADIN olmak bir önem taşımaz...

Araştırma sonucunda elde edilen bulgular doğrultusunda öğrencilerin cinsiyet değişkenine göre algıladıkları anne tutum puanları anlamlı bir farklılık göstermektedir

Bu nedenle özellikle hastaneye başvuru oranının az olduğu kırsal kesimde gebelerde HBsAg tarama- sının yapılması hem perinatal geçişin, hem aile içi

This study wants to know if we continue give malnutrition HD patient the intradialytic parenteral nutrition IDPN for 2 months, the efficacy to body mass index BMI, subjective

Bu kavramdan hareketle, yapılan jeofizik (düşey elektrik sondaj (DES), özdirenç tomografi, çok kanallı yüzey dalgaları yöntemi (MASW), mikrotremor) çalışmalar;