• Sonuç bulunamadı

Türkiye'nin 'ötekisi'ni haber metinlerinde aramak: 'Romanlar' örneği

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türkiye'nin 'ötekisi'ni haber metinlerinde aramak: 'Romanlar' örneği"

Copied!
189
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

GAZETECİLİK ANABİLİM DALI

GAZETECİLİK BİLİMDALI

TÜRKİYE’NİN ‘ÖTEKİSİ’Nİ HABER METİNLERİNDE

ARAMAK:

‘ROMANLAR’ ÖRNEĞİ

Ayşe Nur ASA

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Dr. Öğretim Üyesi Abdulkadir GÖLCÜ

(2)

i

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

BİLİMSEL ETİK SAYFASI

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

(3)
(4)

iii

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

ÖZET

Etnik kökeni farklı olan topluluklarla ilgili ötekileştirici-ayrıştırıcı tutum ve davranışların kamuoyunda yaygınlaşmasında, haber medyasında yansıtılan temsiller önemli bir rol oynamaktadır. Bu temsiller toplumsal bilinçte söz konusu gruplara bakış açısını da şekillendirmektedir. Bu çalışmada Roman vatandaşların Türk Yazılı Basını’nda öteki olarak nasıl temsil edildiği analiz edilmiştir. Roman vatandaşların toplumsal eşitsizlikler ekseninde nasıl ötekileştirildiği, hangi olaylar etrafında temsil edildiği, hangi sözcüklerle ve ifadelerle tanımlandığı ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Bunun yanı sıra toplumsal sorunların, güç-iktidar ilişkilerinin, eşitsizliklerin metinler üzerinden nasıl meşrulaştırıldığının da Romanlar üzerinden ortaya çıkarılması amaçlanmıştır. Yöntem olarak Teun van Dijk’ın Eleştirel Söylem Analizi Yöntemi kullanılmıştır. Çalışmada Türkiye özelinde tirajları yüksek ve ana akım olan gazetelerden Hürriyet, Milliyet, Sabah’ın yanında, belirgin bir ideolojik eğilim taşıyan muhafazakâr yayın politikasına sahip Akit ve sol yayın politikasına sahip Cumhuriyet gazeteleri de örneklem olarak seçilmiştir. Çalışmanın zaman aralığı 2015 ve 2016 yılları ile sınırlandırılmıştır. Bu zaman aralığında Roman vatandaşları konu edinerek yayınlanan 89 haber tespit edilmiş ve bu haberler analize tabi tutulmuştur. Yapılan analizler sonucunda Roman vatandaşların, altı temel kategoride tespit edilen söylemler üzerinden temsil edildikleri görülmüştür. Bu kategoriler özelinde Roman vatandaşların; sosyal uyum konusunda sorunlu, tehlikeli, korkulan, niteliksiz işlerde çalışan, olumsuz davranışlar sergileyen, çevreye zarar veren, enstrüman çalan ve dans eden, toplumdan farklı olan, renkli kıyafetleriyle tanımlanan bir topluluk olarak ayrıştırıcı ve ötekileştirici söylemler üzerinden temsil edildikleri görülmüştür.

Anahtar Kelimeler: Romanlar, Ötekileştirme, Temsil, Eleştirel Söylem Analizi

Adı: Ayşe Nur Anabilim Dalı: Gazetecilik

Soyadı: ASA Bilim Dalı: Gazetecilik

Numarası: 164222001004 Tarih: 30\07\2018

Danışmanı:

Dr. Öğretim Üyesi Abdulkadir GÖLCÜ

Programı: Doktora Yüksek Lisans

Tez Konusu TÜRKİYE’NİN ‘ÖTEKİSİ’Nİ HABER METİNLERİNDE ARAMAK:

(5)

iv

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

SUMMARY

The representations reflected in the news media play an important role in the spreading of the otherizing attitudes and behaviors about the communities whose ethnicity is different. These representations also shape the point of view of the groups in terms of social consciousness. In this study, how the Roman citizens is represented as the other in the Turkish Written Press was analyzed. It has been tried to show how the Roman citizens are otherized on the axis of social inequalities, in which events they are represented, and in which words and expressions they are defined. It is also intended to reveal how social problems, power-power relations, and inequalities are legitimized through texts. As a method, Teun vanDijk’s Critical Discourse Analysis Method is used. In this work Hürriyet, Milliyet, Sabah which are the mainstream newspapers with high circulations in Turkey; Akit newspaper with a distinct ideological tendency with right wing politics; and Cumhuriyet newspaper with left wing politics were selected as examples. The time interval of the study is limited to 2015-2016. During this time, the 89 articles about the Roman citizens were subject to analysis. As a result of the analyzes, it is seen that Roman citizens are represented through the discourses found in six basic categories. In these categories it has been seen that Roman citizens are represented on the basis of separating and otherizing discourses as a community defined as having problems of social cohesion, dangerous, feared, working in unqualified works, exhibiting negative behaviors, damaging the environment, playing instruments and dancing, different from society and having colorful clothes.

Keywords: Romans, Otherization, Representation, Critical Discourse Analysis

Name: Ayşe Nur Main

Department:

Journalism

Last Name: ASA Department: Journalism

Number: 164222001004 Date: 30\07\2018 Supervisor: Dr. Lecturer Abdulkadir GÖLCÜ Program: Doctorate Master

Thesis Subject SEARCHING THE TURKEY’S ‘OTHER’ IN NEWS TEXTS:

(6)

v

İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİK SAYFASI ... i

ÖZET ... iii SUMMARY ...iv GİRİŞ ... 1 A.BİRİNCİ BÖLÜM ... 5 1.ÖTEKİ KİMDİR? ... 5 2.ÖTEKİLEŞTİRME NEDİR? ... 8

3.ÖTEKİLEŞTİRME NEDEN YAPILIR? ... 11

3.1.Kimlik İnşası ve Öteki ... 13

4.ÖTEKİLEŞTİRMENİN MECRALARI NELERDİR? ... 16

4.1. Ötekileştirme Aracı Olarak Haber ... 18

5.HABERDE ÖTEKİLEŞTİRMENİN UNSURLARI ... 23

5.1.Haberde Dil ve Ötekileştirme ... 23

5.2. Haberde İdeoloji ve Ötekileştirme ... 25

5.3.Haberde Söylem ve Ötekileştirme ... 29

6.HABERDE EGEMEN SÖYLEMİN BİZ VE ÖTEKİ TANIMLAMASI ... 34

6.1.Haberde Egemen Söylem ... 34

6.2. Haberde Biz ve Öteki’nin Tanımlanması ... 36

B.İKİNCİ BÖLÜM ... 43

1.TEMSİL NEDİR? ... 43

2.HABER VE TEMSİL İLİŞKİSİ ... 45

2.1.Haberde Kültürel Kimliklerin Temsili ... 48

3.ROMAN TOPLULUĞU ... 50

3.a.Kökenleri ... 50

3.b.Kültürel Özellikleri ve Yaşam Biçimleri ... 52

3.c. Meslekleri ... 53

3.d.Geçmişten Günümüze Romanların Toplumda Algılanma Biçimleri ... 55

3.1. Romanların Haber Metinlerinde Öteki Olarak Temsil Edilmesi ... 59

C.ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ... 67

YÖNTEM ... 71

BULGULAR ... 80

SONUÇ ... 165

(7)

1

GİRİŞ

İçinde yaşadığımız toplumda var olan normlar, neyi nasıl ve ne zaman yapacağımızı bize söylemektedir. Birey bu normlara uygun tutum ve davranışlar sergilediği sürece toplumun onayını alarak kabul görmekte ve ‘biz’e dahil olmaktadır. Bu normlara karşı davranış sergileyenler ise, ‘biz’in karşısında konumlandırılan ‘öteki’lerdir. Her birey toplumda ırk, dil, din, mezhep, cinsiyet, kültür, sosyal statü açısından farklılıklar gösterebilmektedir. Bu farklılıklar bireyler arasında karşıtlıklar oluşturmakta ve sayıca az olanlar ‘öteki’ olarak konumlandırılmaktadır. İnceoğlu’nun (2017: 10) dediği gibi bu öteki bizden olmayan, bilmediğimiz, hatta korktuğumuz şeklinde tanımlanabilmektedir.

Toplumsal ve siyasal faktörlerin yanı sıra, özellikle haber medyasında yansıtılan temsiller öteki olana karşı bir tutum ve davranış oluşturulmasına sebep olmaktadır. Kamuoyundaki ötekileştirici-ayrıştırıcı tutum ve davranışlar, medya metinlerinde yer alan temsiller ile yaygınlaşmaktadır. Farklı etnik grupların haber söylemi ile tanımlanması ve yansıtılması ise, toplumsal bilinci etkileyerek, kalıp yargıları, önyargıları artırmaktadır. Varol (2014: 301) medyanın bireylerin kimliklerini şekillendirdiğinden, belli kimlik özelliklerini, davranış kalıplarını, değer yargıları ve yaşam biçimlerini ön plana çıkardığından söz eder.

Medyada ötekileştici-ayrımcı davranışlara maruz kalan, yaşam biçimleri ön plana çıkarılan farklı etnik kökene sahip gruplardan biri de Romanlardır. Kökenlerinin Hindistan’a dayandığı varsayılan Romanlar, esmer tenli ve göçebe topluluklar olarak tanımlanmaktadır (Tüzün, 1992: 308). Dünya’nın farklı bölgelerinde yaşamlarını sürdürmekte olan bu topluluk, toplumun geneline göre alışılagelmişin dışındaki yaşam biçimleri, kültürleri ve inanışları nedeniyle ‘öteki’ olarak görülmektedir. Haber metinlerinde Romanlara yönelik yapılan tanımlamalar bu topluluğu olumsuz kalıplara sokmakta, olumsuz konular çerçevesinde yansıtılmalarına sebep olmaktadır.

Günümüzde yerleşik olan Romanlar şehrin kenar mahallelerinde bir arada yaşayarak, kendilerine özgü özelliklerini korumaktadır. Kendi aralarında dayanışma oluşturmakta, kültürlerini, yaşam şekillerini daha rahat sürdürmekte ve geleneklerini

(8)

2 korumaktadırlar. Bu durum Romanlar arasındaki dayanışmayı artırırken, diğer yandan Romanların toplumdan soyutlanmalarına sebep olmuştur. Kendilerine has fiziksel özelliklere sahip olan Romanların koyu tenli olmaları toplumda ‘esmer vatandaş’ olarak tanımlanmalarına, benzer ifadelerle betimlenmelerine sebep olmaktadır. Yaptıkları meslekler, özellikle müzikle ilgilenmeleri, çalgıcılık yapmaları ve dans etmeleri bu topluluğa karşı, kalıp yargıların üretilmesine sebep olmuştur. Haber metinlerinde Romanların düğün, şenlik konulu haberlerle aktarılması, bu topluluğun ‘eğlenceli’, ‘sürekli oynayan, göbek atan’ , ‘çalgıcı’ olarak yansıtılması, kalıp yargıları yeniden pekiştirmektedir. Roman kadınların falcılık yapması, çiçek satması, erkeklerin davul çalması da kalıplaşmış, bu toplumla özdeşleştirilmiş mesleklerdir. Bu tür kalıp yargılar haberlerde olumsuz çerçevede de sunulabilmektedir. Bu durum ise toplumun Romanlara bakışını etkilemektedir.

Sosyo-ekonomik durumlarının düşük olması, yaşadıkları mahallelerin bakımsızlığının haberlere konu olması, ‘pis’ , ‘kirli’ tanımlamalarının yapılması Romanlara yönelik ön yargıları da artırmaktadır. Bunun yanı sıra suça yatkın, uyumsuz, tehlikeli olarak da tanımlanmaktadırlar. Bu kalıp yargılar ve ön yargılar ise, geçmişten günümüze taşınmakta, bu topluluğun ayrımcılığa, ötekileştirici tutum ve davranışlara maruz kalmasına sebep olmaktadır.

Çalışmanın konusu, gazete haberlerinde roman toplumunun

ötekileştirilmesidir. Bu nedenle öncelikle kavramsal açıklamalarla çalışmaya giriş yapılmıştır. Üç bölümden oluşan çalışmanın birinci bölümünde öteki ve ötekileştirme kavramları açıklandıktan sonra, bu tanımlama ve pratiklerin nasıl ve nerede yapıldığı, bunların oluşmasına etki eden durumlar, toplumda egemen olanın bu konudaki rolü üzerinde durulmuştur. İkinci bölümde çalışmanın odak noktasını oluşturan Roman toplumu hakkında bilgi verilmiştir. Bu toplumun yaşam biçimleri, etnik ve kültürel kimlik olarak farklılıkları, neden öteki olarak görüldükleri ve tanımlandıkları, toplumdan dışlanma biçimleri ele alınmıştır. Son bölümde ise eleştirel söylem analizi yöntemi hakkında bilgi verilmiştir. Bu yöntem kullanılarak gazetede araştırılan konu ile ilgili yayınlanmış haberler analiz edilmiştir. Bu haberlerde ötekinin nasıl sunulduğu, hangi tekniklerin kullanıldığı, ayrımcı

(9)

3 söylemlerin, kalıp yargıların ve önyargıların nasıl yeniden üretildiği ortaya koyulmuştur.

Bu çalışmanın amacı medyada üretilen söylemler dikkate alınarak, Roman toplumunun gazete haberlerindeki temsillerinde, ayrıştırıcı söylemleri ve ötekileştirme sorunsalını ortaya çıkarmaktır. Haber metinlerinde, roman vatandaşların tehdit unsuru, toplum düzenini bozan, marjinal olarak nasıl temsil edildiği, öteki olarak tanımlanıp tanımlanmadıkları, üretilen söylemlerin toplumsal eşitsizliğe neden olacak dışlayıcı unsurları içerip içermediği tespit edilmeye çalışılmıştır.

Çalışmanın kapsamı Türkiye’de yayın yapan ana akım gazetelerde yer alan haberlerdir. Konu olarak kapsamı, gazete haberlerinde ötekinin sunumu şeklindedir. Uygulama kısmında haberlerde öteki olarak sunulan toplum Romanlar ile sınırlı tutulmuştur. Çalışmanın zaman aralığı 2015-2016 yılları ile sınırlandırılmıştır. Bu çerçevede örneklem için seçilen gazetelerde 2015-2016 yılları arasında, Roman vatandaşları konu edinerek yayınlanan haberler analize tabi tutulmuştur. Analiz edilen haberler için basılı gazete arşivinden yararlanılmıştır. Bu toplumun haberlerde nasıl temsil edildikleri ve ayrıştırıcı-ötekileştirici tanımlamalar ortaya çıkarılmıştır.

Tezin evrenini Türkiye’de yayınlanan gazeteler oluşturmaktadır. Örneklem olarak da tirajları yüksek ve geniş kitleye hitap eden Hürriyet, Milliyet, Sabah Gazetesi, muhafazakar yayın politikasına sahip Akit ve sol yayın politikasına sahip Cumhuriyet Gazetesi seçilmiştir.

Literatürde ayrımcı söylemlere maruz kalan Roman toplumunun gazete haberlerinde de bu tür söylemler ile tanımlandığı varsayılmıştır. Çalışma tasarımında da bu toplumun, öteki olarak sunulması bir sorun olarak görülmektedir ve toplumsal eşitsizliğin nedeni olarak tespit edileceği varsayılmıştır. Ayrımcı söylemin ve davranışların artmasında medyanın büyük rol oynadığı düşünülmektedir. Literatüre bakıldığında medyanın farklı toplumlara yönelik ayrımcı söylem ürettiği sonuçlarına ulaşılmıştır. Roman toplumu konusunda da benzer sonuçlara ulaşılacağı varsayılmıştır.

(10)

4 Literatür taraması sonrasında alanda yapılan çalışmalar incelendiğinde, gazete haberlerinde ayrımcı söylem, ötekileştirme hakkında birçok çalışma dikkati çekmektedir. Bu çalışmanın literatürdeki diğer çalışmalardan farkı ise; çalışma kapsamında odaklanılan toplumun farklılık göstermesidir. Romanlar konusunda literatürde az sayıda çalışma bulunmaktadır. Ayrıca bu çalışma, Romanlar hakkında yapılan diğer çalışmalardan, hem yöntem hem de ele alınan içerik mahiyetinde çeşitli farklılıklar nedeniyle ayrılmaktadır. Daha önce yapılan çalışmalarda, genellikle anket, derinlemesine mülakat, katılımlı gözlem gibi yöntemler kullanılmıştır. Ele alınan konular ise, roman çocukların eğitim sorunu, romanların yaptığı meslekler, özellikle ‘çalgıcı romanlar’ tanımlaması üzerine araştırmalar, romanların tarihsel süreçte kimlik oluşumudur. Dönemsel olarak bakıldığında Osmanlı toplumunda yaşayan romanların yaşam biçimlerinin ve konumlarının günümüz romanlarıyla karşılaştırılması, yabancı ve güvenilmez olarak tanımlanmaları üzerine araştırmalar yapılmıştır. Bu çalışmada ise Romanlara yönelik ayrımcılık, oluşan toplumsal önyargılar, kalıp yargılar ve bunların medya aracılığıyla temsili ve toplumsal bilinçte bir söylem olarak yeniden üretimi üzerinde durulmuştur. Çalışmanın bu açıdan literatüre özgün katkılar sağlayacağı düşünülmektedir. Diğer çalışmalardan farklı olarak ele alınacak içeriğin haber olması ise, bu çalışmayı önemli kılmaktadır.

Üçüncü bölümde detaylı bir şekilde anlatılan çalışmanın yönteminden kısaca söz edecek olursak, haber metinlerinde Romanlar hakkında üretilen söylemler, eleştirel söylem analizi yöntemi ile analiz edilmiştir. Bu yöntem dil kullanımına, oluşan söyleme, metinlerde yer alan iktidar ilişkilerine, egemen ideolojiyi ortaya çıkarmaya odaklanır ve toplumsal yapıdaki eşitsizlikleri analiz eder. Haber metinleri bu yöntemle eleştirel bir bakış açısıyla ele alınmıştır. Haberlerde Roman vatandaşların toplumsal eşitsizlikler ekseninde nasıl ötekileştirildiği, bu süreçte nasıl temsil edildikleri, bu temsillerin hangi olay ve sorunlar etrafında konumlandırıldığı, hangi sözcüklerle ve ifadelerle nasıl tanımlandığı gibi çeşitli sınıflandırmalar ve ayrıştırmalar saptanmaya çalışılmıştır.

(11)

5

A.BİRİNCİ BÖLÜM 1.ÖTEKİ KİMDİR?

Modern toplumlarda sıkça karşılaşılan ‘öteki’ kavramı, belirli bir kişi ya da grubu simgelemektedir ve bir sorun olarak algılanmaktadır. Her toplum ırk, dil, din, mezhep, kültür, cinsiyet açısından farklılıklar göstermektedir. Aynı toprak parçası üzerinde yaşayan insanlar bu tür farklılıklar nedeniyle ‘öteki’ olarak konumlandırılmaktadır. Herkes bir diğeri için ötekidir. Öteki hakkında birden çok tanımlama vardır. Şeker ve Şimşek (2011: 489) , toplumların kendi değer yargılarının, norm ve beklentilerinin dışında kalan karşıt grupları, öteki olarak nitelendirdiğini söyler. ‘Öteki’ farklılığın değişmez hatırlatıcısıdır (Uluç, 2009: 33). Öteki, bizden olmayan, bilmediğimiz, hatta korktuğumuzdur (İnceoğlu, 2017: 10). Ötekiler bir bakıma toplumun geneline aykırı düşünce ve davranış kalıplarını sergileyenlere veya dış görünüş itibari ile ana akıma uymayanlara -diğer bir ifade ile genel kabul görenin aksine davranışlar sergileyenlere- verilen genel etikettir (Ünür, 2013: 253).

Toplumsal birlik söz konusu olduğunda, bu birliğe ait olmayan yani farklı olan ezilir, tahakküm altına alınır. Durna (2014: 151) bunu şu şekilde açıklar: Hepimiz bir diğerimizin ötekisiyiz, ancak bir toplumsal birlik, cemaat ya da topluluk söz konusu olduğu zaman, öteki, bir toplumsal bütünlüğün bir diğerini ezmesi ya da tahakküm altına almasına neden olan bir unsur olarak karşımıza çıkar. Öteki, eğer toplumsal alanı bir bahçe gibi düşünürsek, ayıklanması, ıslah edilmesi ya da bunların hiçbiri yapılamıyorsa sökülüp atılması gereken ‘ayrık otu’ dur. Her zaman bahçedeki ‘işe yarar’ sebzeleri bozacağından korkulan yabani ottur. Düzeni tahrip etme potansiyeline sahip olarak tanımlanan öteki ve yabancı, çoğunluk toplumu için bir tehlike olarak algılanırken, korku ve sınırlamayı beraberinde getirir (Onur, 2003: 259). Uluç (2009: 12) da bireyler arasındaki aynılığın güvenliğe eş değer olduğu düşünüldüğünde her türlü farklılığın hem bireysel hem de kolektif kültürde tehdit olarak algılandığını dile getirir. Yani farklı olan, alışılmış düzende tehdit unsuru

(12)

6 olarak görülmektedir. Bu kişi ve gruplar toplumda sınırlandırılır, kendilerini ifade etmelerine izin verilmez ve oldukları gibi kabul edilmezler.

İnsan toplumlarının çeşitli olduğunu belirten, Schnapper (2005: 25-26) insanlar arasındaki farkın kaçınılmaz olarak aşağıda olma bağlamında yorumlandığını ifade eder. ’Ben’, ‘Öteki’ne değer biçerken ‘Ben’in kültürünün ölçütlerini kullanır ve bunu genel anlamıyla kültürle karıştırır. Bu durumda öteki, kendisinin eksik halinden başka bir şey olamaz. Öteki bu farkla kabul görür, ancak değiştirilmesi mümkün olmayan bir aşağıda olma hali içinde donup kalır. Her birimizde oluşan farklılık bilincinin, yabancı olanı -Öteki’yi- ortaya çıkardığını söyleyen Kristeva’ya (1991: 1) göre, yabancılar içimizde yaşar: ‘O’ kimliğimizin gizli yüzüdür.

Toplumun geneline göre farklılık gösteren ötekiler, azınlıkta ve marjinal olarak görülmekte ve her zaman güçsüz olarak nitelendirilmektedir. Her türlü milliyetçilik açısından, milli devletin bünyesindeki azınlıklar 'öteki’lerdir, düşman/yabancı imgeleridir, varoluşları istisnai/kazaidir (Bora, 2006: 81). Bora’nın da belirttiği gibi öteki olan kişi ya da grup, genellikle sayıca az yani azınlık olarak görülse de her zaman bu şekilde konumlandırılamaz. Çünkü toplumda egemen olan iktidar ve onun ideolojisi karşısında sesi bastırılmış olanlar da vardır. Hooks (2006: 369) yaptığı öteki tanımı ile bunu destekler: Öteki, kültürleri, gelenekleri ve yaşam tarzları emperyalist, sömürgeci ve ırkçı baskı ile değiştirilmiş kimselerdir.

Ötekiliğin oluşturulmasında, kimin söz konusu topluma ait olduğu ve kimin ait olmadığını belirleyen sınırlar hâkimdir (Onur, 2003: 270). İnceoğlu (2017: 139) , öteki olanın farklı inanç, düşünce ve yaşam biçimleri nedeniyle potansiyel bir tehdit olarak gösterildiğini söyler. Bunun sonucunda öteki olarak nitelendirilen kişi ve gruplar toplumsal alan dışına itilir, bu kişi ya da gruplarla yaşanılmak istenmez , ‘ben’ ve ‘o’ veya ‘biz’ ve ‘onlar’ şeklinde bir kategorilendirme yapılır. Erdoğan ve Alemdar (2010: 307) , ben, biz ve ötekini şu şekilde açıklarlar: ‘Ben’ kişinin kendisini tanımlaması ve ben olmayandan (senden, onlardan, ötekilerden) ayırmasıdır. ‘Biz’, Ben’in kendini tanımlarken, kendini bir şekilde ait hissettikleri, kattıklarıdır. Biz ile yaratılan ortaklık dışında kalan ise ‘öteki’ olan yani ‘biz’ den olmayandır.

(13)

7 Schnapper’a (2005: 26) göre, farklılaştıran tutumlar, saldırgan biçimiyle Öteki’nin reddini öneren bir şekilde ortaya çıkmıştır. Kendi ile Öteki arasındaki fark, farklı olanın çıkarılması, dışlanması ya da en uç durumda yok edilmesiyle sürdürülmeye çalışılmıştır. Bunun yanı sıra farklı olarak tanımlanan ‘Öteki’ sadece bir toplum içinde var olan farklı grupları ifade etmemektedir. Ülkeler arasında da ‘öteki’ , ‘düşman’, ‘yabancı’ tanımlamaları yapılır. Yani ‘Öteki’ olan, milli aidiyet üzerinden de tanımlanabilir. Ötekiler ‘biz’ tarafından tanımlanır ki tanımlandıkları sürece ötekilikleri meşruluk kazanır (Şeker ve Şimşek, 2011: 485). Modern insan başka kişileri, grupları ya da ülkeleri çok az bilgiye dayanarak algılar ve bir izlenim edinir. Hatta çoğu zaman insanların zihinlerinde, diğer insanlar, toplumsal gruplar, ulusal ya da uluslararası siyasal aktörler ‘öteki’ olarak sınıflandırıldığından, onlara yüklenen özellikler genelleştirilerek ‘dost’ ya da ‘düşman’ olarak değerlendirilebilir (Ateş, 2000: 121). Böylece, bir toplumdaki kişi ya da gruplar arasındaki ‘biz’ in ait olduğu millet yüceltilir ve onun karşısına ‘öteki’ olan -başka bir millete ait olan- çıkartılır.

Çağlayan (2013: 159), ‘biz’ in kendisini öteki üzerinden tanımladığını ifade eder:

Milliyetçi bir düşüncenin ideolojik temellerinin dayandığı argümanlardan biri milli aidiyeti tanımlayan “biz” imajı ise, bir diğeri de bu imajın kendini tanımlamak için diyalektik anlamda ihtiyaç duyduğu “öteki” imajıdır. “Öteki” imajı, milli aidiyetin unsurlarının tamamen dışında bırakılan, milli kimliğin içte ve dışta bütünlüğünü bozma tehdidi içeren ve bütün olumsuz özelliklerin atfedildiği bir içeriğe sahiptir.

Çatışma içinde bulunan gruplar, kendi grup kimliklerini (iç grup) olumlu imajlarla temsil ederken; diğer grubu (dış grup) olumsuz imajlarla temsil etmektedirler (Arar ve Bilgin, 2010: 1). Bu ise ötekileştirme pratiklerinin göstergesidir. Ötekileştirme, farklılıklarından dolayı bir kişi ya da grubun olumsuz olarak tanımlanması, yok sayılması ve dışlanması ile gerçekleşir. Bu davranışlar, toplumun içinde barındırdığı önyargılar ve kalıp yargılarla tekrarlanır. Böylece toplum düzenine karşı tehdit olarak algılananlar sorgulanmadan sürekli ötekileştirilmeye maruz kalır.

(14)

8

2.ÖTEKİLEŞTİRME NEDİR?

İçinde yaşadığımız sosyal ortamların genellikle belli normları vardır. Bu normlar, neyi ne zaman ve nasıl yapacağımızı bize söyler. Sosyal onay, bu sosyal ortamların vazgeçilmez bir gerekliliğidir. Hepimiz bunlara uyan tutum ve davranışlar sergilediğimiz ölçüde kabul görür, toplumun sosyal onayını almış oluruz (Karaduman, 2010: 2887). Toplum normlarına aykırı davranan kişi ya da gruplar dışlanır ve toplum düzenini bozan ötekiler olarak nitelendirilir. Toplumsal yaşamda bu süreç kendisini ötekileştirme kavramı üzerinden görünür kılmaktadır. Dolayısıyla bu noktada ötekileştirmenin ne olduğu cevaplanması gereken önemli bir soru olarak ortaya çıkmaktadır. Ötekileştirme, toplumda, belirli bir kesimde yer alan kişi ya da grupların ırk, dil, din, cinsiyet gibi farklılıklardan dolayı bazı hak ve ayrıcalıklardan yoksun bırakılması şeklinde açıklanabilir.

İnceoğlu (2017: 162) ötekileştirmeyi, karşıdakilerin haklarını sınırlandırmak ya da yok etmek olarak tanımlamıştır. Ötekileştirme ile sosyal dışlama gerçekleştirilir. Oluşturulan ‘öteki’ler olumsuz olarak nitelendirilir. Ötekileştirme, bir dış grup (out group) hakkında olumsuz bir sosyal temsil geliştirmek; yani bu grubun aleyhinde, aidiyet grubumuzdan farklılaştırıcı bir takım tutum, kanaat, inanç, imaj ve anlamlar, önyargı ve stereotipler oluşturmaktır (Arar ve Bilgin, 2010: 5). Toplumda bir kişi ya da gruba karşı olan tutum, davranış, önyargı ve stereotiplerin oluşmasında, bireyin içinde doğup büyüdüğü çevre önem arz etmektedir.

Ünür’ün (2013: 253) de dediği gibi:

Stereotip veya basmakalıp yargı olarak adlandırılan zihinsel değerlendirmeler, bireyin yetiştiği çevrede edindiği bilgilerle doğrudan ilintilidir. Diğer bir ifadeyle, bireyin tarihi, kültürel ve sosyal yaşanmışlıkları ona, hangi kimliklerin kendisine yakın hangilerinin ise uzak olduğuna dair bilgiler ve veriler sunmaktadır. Yaşanmışlıklar ve öğrenilen bilgiler neticesinde bireyin zihninde bir ‘ben’ ve ‘ben’e uygun düşen bir ‘biz’ kavramı oluşur.

‘Biz’ kavramı bir aidiyet hissi uyandırmaktadır. Burada söz edilen ‘biz’ egemen ideolojiyi benimsemiş ve içselleştirmiş olan grubu temsil etmektedir. Bu

(15)

9 grupta yer alan bireyler aynı ırka ve inanca sahip, aynı dili konuşan ve aynı kültürde olanlardır. ‘Biz’e öteki üzerinden bir değer atfedilir. Biz ve ötekinin, biz ve onların karşı karşıya getirilmesi de ötekileştirme pratiklerine zemin hazırlar.

Biz ve onlar çatışması ekseninde anlam kazanan ötekileştirme/ötekileşme farklı formlara bürünerek karşımıza çıkmaktadır. ‘Biz’e ait olamayan her şey, onları niteleyen bir sıfat ile ötekileştirilir (Şeker ve Şimşek, 2011: 485). Farklılık gösteren kişi ya da gruplar, yabancı, barbar, tehdit unsuru, düşman, marjinal, toplum düzenini bozan olarak tanımlanır ve öteki olarak ifade edilir. Bauman (2005: 112) modern zamanlarda evrensel bir ötekinin oluşturulduğunu ve bu kişinin yabancı olarak tanımlandığını dile getirmektedir. Yabancı, modern kent yaşamında ne yapacağı tam olarak kestirilemeyen ve kendisine kuşku ile bakılan bir konuma yerleştirildiği için, kent hayatı içinde sınırlı mekânlarda hapsedilip kontrol altına alınarak pasifize edilmiş bir düşman konumunda sunulmaktadır. Ötekileştirme yapılırken, toplumdaki kişi ya da gruplar, günah keçisi olarak sunulur. Tüm suçlamalar, olumsuz tanımlamalar onlara yüklenir. ‘Biz’e dâhil olanların bir arada olması için bu kişi ya da gruplar dışlanır. Kearney (2012: 54) de, günah keçisinin toplumsal işlevine vurgu yaparak, toplumu oluşturan bireylerin bir arada var olması için gerek duyulan asli mutabakatın, bütün suçun bu bireylerin oluşturduğu bizin dışında kalan bir yabancıya atılmasıyla sağlanacağını ifade eder.

Biz ve öteki üzerinden gerçekleştirilen ötekileştirme, ayrımcılığı da beraberinde getirir. Simgesel ve dilsel olarak sürekli yeniden üretilen ayrımcılık ise Çelenk’e (2010: 220-221) göre dolaylı bir şekilde gerçekleştirilmektedir:

Ayrımcılık genellikle az olan ve azınlıkta olanlar bakımından daha sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Ancak buradan yola çıkarak, ayrımcılığa maruz kalan her kesimin, toplumun geneli içinde her zaman sayıca az olanlardan oluştuğunu söylemek de mümkün değildir. Bu, egemen zihniyet ve toplum yapılarıyla ilişkilidir. Buna karşılık, bir ülkede yaşayan azınlıkların ayrımcılıkla ilgili kırılgan konumları, hâkim ideolojilerin ürettiği önyargılarla ilgili olduğu kadar, genellikle çoğu kez, “azınlık” olmaları, sayıca az olmalarından da kaynaklanmaktadır. Dolaylı ayrımcılık; fark edilmesi güç olan, imalar veya dolaylı ifade biçimleri aracılığıyla işleyen ya da bazen görünürde hiçbir problemli durum yaratmamasına karşın,

(16)

10 sonuçları bakımından belirli kesimleri ayrımcılığa maruz bırakan tutumları anlatır. Ancak burada dolaylı ayrımcılık biçiminde değerlendirilebilecek bir başka durum da “yok sayma” ile ilişkilidir. Yok sayma durumunda, söz ya da eylem aracılığıyla yapılan herhangi bir şey söz konusu değildir. Ancak ayrımcılık tam da bu “yokluk” tan ileri gelir.

Ötekileştirme, her dönemde farklı şekiller alarak devam etmiştir ve etmektedir. Her tarihsel dönemde, toplumun içinde bulunduğu ekonomik, siyasal, kültürel şartlara, yaşanan olaylara, devletlerarası ilişkilere göre öteki oluşturulmuştur. Öteki olan bazen ırkından, bazen kültüründen, bazen dininden dolayı dışlanmıştır ve dışlanmaktadır. Özbey (2006: 107) örneğin, savaşların farklı dinler arasında olduğu kadar, aynı dine ait farklı mezhepler arasında da gelişebildiğinden söz eder ve bir Müslüman için Hristiyan öteki olabiliyorken, Müslüman Sünni için bir Şii ya da Katolik için bir Protestan ya da Angelika’nın öteki olabildiğini belirtir. Toplumdaki belli bir grup, örneğin; etnik azınlık da, önyargılar ve stereotipler (kalıp yargılar) ile öteki olarak tanımlanabilir ve hedef gösterilebilir. Bu durumda, bu iki grubun oluşumunda etnisite ön plana çıkmaktadır.

Schnapper (2005: 163), etnisiteyi ‘biz’ ile ‘ötekiler’ arasındakini dikotomizasyon yani ikiye ayırma süreci olarak ifade eder:

Bu süreç içinde bireyler kendilerini ve başkalarıyla olan ilişkilerini tanımlamak için damgalar kullanırlar. Bireyler bunları gerektiği gibi kullanarak kendi gruplarının toplumsal sınırlarını çizer ve bu sınırlar sayesinde hem grubun varlığını hem de onun bir parçası olduklarını ortaya koyarlar. Bu kullanım sırasında, etnik kimlikleri seferber etmeye çalışan liderlerin rolü göz önünde tutulmalıdır.

Sonuçta ötekileştirme, dil, din, mezhep ve ırk farklılıklarının sürekli dile getirilmesi ile gerçekleşir. Bu durum da toplum arasındaki mesafeyi artırır. Toplum arasındaki mesafeyi artırarak olumsuz sonuçlar doğurmasına rağmen ötekileştirme pratikleri süreklilik arz eder. Birey toplumsallaşma sürecinde her zaman kendisi dışındaki herkese öteki gözüyle bakar. Çünkü herkes bir diğerinin ötekisidir ve birey yaptığı ötekileştirme ile kendisini var eder.

(17)

11

3.ÖTEKİLEŞTİRME NEDEN YAPILIR?

Toplumda egemen konumunda olanlar kendilerini tanımlamak, meşru kılmak ve ideolojisini yayabilmek için bir öteki yaratır. Öteki üzerinde baskı kurularak öteki olan susturulur. Öteki’nin bastırılışı, öznenin özerkliğinin ve evrenselliğinin koşuludur (Yeğenoğlu, 2003: 14). Öznenin özerkliği ve evrenselliği, ötekinin kültürünü yok sayar.

Schnapper (2005: 27) bunu şu şekilde açıklar :

‘Evrenselcilik ilkesi asimilasyonculuğa doğru gerileme tehlikesi barındırır. Bu durumda , “Ben” Öteki’yi, bütünlüğü olan, benle aynı hakları taşıyan insani bir varlık olarak görür. Ne var ki, başkasının özdeş olduğunu düşünmeden eşit olabileceğini tasarlamak zor olduğu için “Ben” onu kendi özgürlüğü içinde algılamaz. Öteki , “Ben” gibi olmak durumundadır. Evrensel olan , “Ben”in kültüründe asimile edilir. Böylelikle “Ben” asimilasyoncu siyaseti uygulamaya koyabilir; sonunda Öteki’nin kültürünü kökten kazır ve kendinde soğurur. Bütün insanların eşit oldukları ilan edilmiş olsa da ötekinin kimliği olduğu gibi kabul edilmez.’

Kızılderililere karşı takınılan ilk tutumu, asimilasyonculuğun en uç hali olarak ifade eden Schnapper (2005: 56) , Kolomb’un Kızılderilileri keşfettiğinde onları algılamak yerine, Hristiyanlık inancını yayma niyetiyle kendini doğruladığını, dinsel amaçlar uğruna Kızılderilileri Hristiyanlaştırdığını söyler , ‘tek hedefi onları döndürmekti’ der. Ona göre Kolomb, onların dilini anlamıyor ve geleneklerinin anlamını hiç bilmiyordu; bu cehaletten nasıl kurtulabileceklerini hiç düşünmedi. Ötekileri oldukları gibi algılamıyordu. Kesin olarak olumsuz bir biçimde betimliyordu onları: “Her şeyden yoksun” , “ne mezhep var ne de put”, “silahları da yok yasaları da”. Fiziksel olarak giysiden yoksun olan Kızılderililer imandan, kraldan, yasadan, kısacası kültürden yoksun oldukları için Hıristiyanlık kültürü ile İspanyol kültürüne asimile edilmeye de uygundular.

Tarihin her döneminde, asimile edilmeye çalışılan ve asimilasyona maruz kalan toplumlar olmuştur. Güçlü olan bu yolla hem egemenliğini meşru kılmış hem

(18)

12 de ‘onlar’ı tanımlayarak kendini de tanıma, tanıtma fırsatı bulmuştur. Uluç (2009: 36) , ‘ben’in ayakta durabilmek için ‘öteki’yi var etmek zorunda olduğunu söyler. Ben varlığını ötekine borçludur. Birey, benliğini sürdürmek için yarattığı ötekiye kendisinde gördüğü eksiklikleri ve yetersizlikleri yükler. Öteki olarak işaretlenene, öznenin tam tersi özellikler atfedilir. Böylece öteki, bir yandan öznenin kıyaslandığı bir öğe haline getirilir, diğer yandan ise, özneden farklı olan olarak kalır (Yeğenoğlu, 2003: 15).

Ötekinin tanımlanma sürecinden söz eden Onur’a (2003: 259) göre:

Belirli kesimlerin öteki ve yabancı olarak tanımlanması sürecinde, bu kimlikleri belirleyenlerin, ötekileri ilkel ve modernite öncesi toplum üyeleri olarak tanımlayarak, ötekilerin belirgin dış farklılıklarından ya da davranış biçimlerinden yola çıktıkları görülmektedir. Bu noktada; konuşma tarzı, ten rengi, köken, din, meslek gibi çoğunlukla nötr ve olumsuzlanan semptomlar referans olarak alınmaktadır. Bu yöntemle, kendi çoğunluk aidiyetine karşılık, farklı olarak tanımlananlar öne çıkartıldığında, dışlamaya ve çoğunluğun konumunu güçlendirmeye yönelik sınırlamalar gündeme gelmektedir.

Birey, ötekinin kimliğini bu sınırlamalar içinde tanımlarken, kendi kimliğini de inşa etmiş olur. Yani bir kişi ya da grubun diğerlerine karşı kendini konumlandırma biçimleri kimliğin oluşmasını sağlar. Kimlik toplumun geri kalanı ile birey arasında nelerin ortak olduğunu, nelerin farklı olduğunu ortaya koyar. Kimlik inşası ile ait olma durumu ortaya çıkar. Sahip olunan dil, din, kültür, tarih gibi faktörler kimliğin oluşumunda önemli bir rol oynar. Bunlar, bireyin kim olduğunu, kime ait olduğu belirler. Böylece toplumun geri kalanıyla etkileşim kurulur. Bu nedenle ötekinin tanımlanması ve kişi ya da grubun ötekileştirilmesi kimliğin inşa sürecinden bağımsız olamaz. Birey, kendi kimliğini inşa ederken ötekinin kimliğini de inşa etmiş olur. Kimlik inşası bu konunun açıklanmasında önemli bir yere sahiptir.

(19)

13

3.1.Kimlik İnşası ve Öteki

Tarihte toplumsal yapılanma şekillerine göre kimlik oluşumlarının da etkilendiği bilinmektedir. Kimliğin, kültürel, tarihsel ve sosyal bir inşa olduğuna değinen Karaduman (2010: 2887) , toplumsal alanda nasıl inşa edildiğini ve bu inşa sürecini anlama çabasının önem taşıdığını ifade etmiştir. ’Ben kimim?’ sorusu, bütün kimlik tanımlarının çıkış noktasını oluşturmaktadır. Birey bu sorunun cevabını toplumsallaşma sürecinde öğrenmektedir (Varol, 2014: 302). Toplumsallaşma sürecinde aile başta olmak üzere toplumdaki diğer kurumların da etkisi vardır. Bu süreçte birey kendisinin ve öteki olanın kim olduğunu, ait olduğu grubu ve bu ait olma durumunda edindiği kolektif kimliği öğrenir.

Castells’e (2006: 14) göre kolektif kimlik, kimliği kimin ne için inşa ettiğini, sembolik içeriğini, onunla özdeşleşenler ya da kendini onun dışında konumlandıranlar için ne anlama geldiğini belirler:

Kimliklerin inşası, tarihten, coğrafyadan, biyolojiden, üretken ve üretmeye yönelik kurumlardan, kolektif hafızadan, kişisel fantezilerden, iktidar aygıtlarından ve dinsel vahiylerden malzemeler kullanır. Ama bireyler, toplumsal gruplar, toplumlar bütün bu malzemeyi, içinde bulundukları toplumsal yapıya, uzam/zaman çerçevesinden kaynaklanan toplumsal koşullara ve kültürel projelere göre işler, bütün bu malzemenin anlamını yeniden düzenler.

Topluma ait değer yargıları bireyin düşüncesini şekillendirir. Birey çevresini tanımlamayı ve algılamayı kolaylaştırmak için kendisine verilen enformasyonlar doğrultusunda kadın, erkek, işçi, işveren, Müslüman, Hıristiyan, Türk, Avrupalı gibi sosyal kategoriler oluşturmaktadır. Ünür (2013: 254) bireyin kategorizasyon aracılığı ile kendisine kimlik oluşturduğunu bu aşamadan sonra benzeşme ve farklılaşma stratejilerini uygulama yoluna gittiğini söyler. Kimlik edinme sürecinde birey kendisini bir gruba, ötekini ise başka bir gruba ait olarak tanımlar. İsmi olmayan insanlar, benlik ve öteki, biz ve onlar arasında birtakım ayrımların yapılmadığı dillerin ya da kültürlerin olmadığını söyleyen Calhoun (1994: 9-10), kendini bilmenin her zaman bir keşif gibi gelse de aslında her zaman bir inşa olduğunu,

(20)

14 ötekiler tarafından belli bir tarzda bilinmeye yönelik iddialardan asla ayrılmayacağını ifade eder. Görüldüğü gibi, toplumda bireylerin ve grupların kimlik oluşumu ‘öteki’ olan ile ilişkilidir. Uluç (2003: 54-56), kimliği, bazı insanlarla nelerin ortak olduğunu ve bireyi başkalarından neyin farklılaştırdığını ortaya koyan bir ait olma sorunu olarak açıklar. Devran (2010: 111), bireyin kullandığı dilin, kendi özelliklerinin, kültürel altyapısının, etnik özelliklerinin, ideolojik görüşlerinin, kim olduğu konusunda önemli ipuçları verdiğini söyler. Birey bu ipuçlarının kendisine yüklediği anlamlar ile kendisini başkasıyla kıyaslar ve bu şekilde kimliğini inşa etmiş olur. Bireyin kimliği, ait olduğu gruba ve bu grubun diğer gruplar karşısındaki konumuna bağlıdır (Uluç, 2003: 54-56). ‘Biz’ kavramının varlık nedeni hemen her zaman bir ‘öteki’nin var olması ön koşuluna bağlıdır (Köse, 2014: 132). ‘Ben’ ya da ‘biz’ var olabilmek için bir ‘öteki’ kimliğine ihtiyaç duyar. ‘Biz’ tanımlandığında, bizden olmayan birilerinin de olduğu vurgulanır ve biz, öteki ile kıyaslanarak var olur. Böylece kendi kimlik tanımını da yapabilir.

Kimlik içinde çeşitli sorunları barındıran bir sorunsaldır. Bu durumda sorunların odak noktasında, ‘bireyin kendisini ne olarak tanımladığı ve konumlandırdığı’ ya da ‘kendisini diğerlerinden ayırt eden özelliklerin neler olduğu’ bulunur. Bu sorunun özünde yatan şey ait olma ihtiyacıdır. Aitlik, kişinin özsaygısını yükseltebilmek adına önemli bir ihtiyaçtır. Bir grup aidiyeti temelinde oluşan kolektif kimlikler, beraberinde bağlanmayı ve bütünleşmeyi getirir. Aidiyet duygusu, biz’in tanımlanmasında ortak noktaları belirlerken, diğer yandan biz’im dışımızdakileri de yani ötekiler’i de belirler’(Karaduman, 2010: 2887-2888).

Said’e (2016: 345-346) göre:

Kimliğin inşası (‘inşası’ diyorum, çünkü, ister Şark ister Garp, ister Fransız ister İngiliz kimliği söz konusu olsun, başkalarından ayrı bir ortak deneyimler dağarcığı olsa da kimlik bir inşadır sonuçta), karşıtların, ‘ötekiler’in belirlenmesini gerektirir; bunların fiili halleri, ‘biz’den farklılıklarına ilişkin kesintisiz yorumlara ve yeniden yorumlamalara konu olur hep. Her çağ, her toplum kendi ‘Ötekiler’ini yeniden yaratır.

(21)

15 Oryantalizme dayanan Batı ve Doğu söylemleri bunun açık göstergesidir. Öncelikli olarak Batı ile Doğunun karşılaşmasında ötekileştirmenin bariz ifadelerini görmek mümkündür (Tatar, 2012: 95 ). Doğu, Batılılaşma ve medenileşme yolunda engel olarak görülmektedir.

Hobson (2015: 23) bunu şu şekilde açıklar:

Batı, eşsiz erdemlerle kutsanmış olarak hayal ediliyordu: akılcıydı, çalışkandı, üretken, fedakâr, tutumlu, liberal demokratik, dürüst, otoriter ve olgun, gelişmiş, becerikli, hareketli, bağımsız, gelişime açık ve dinamikti. Doğu ise, Batı’nın karşısında Öteki’ydi: Akılcı olmayan ve keyfi, tembel, üretmeyen, tahammüllü, cazip olduğu kadar egzotik ve karmaşık, despot, bozulmuş, çocuksu ve olgunlaşmamış, geri kalmış, pasif, bağımlı, durağan ve değişmeyen.

Doğu’yu ötekileştiren Batı bu tanımlamalarla kendi kimliğini inşa eder. Kimliğini, ‘öteki’ olan sayesinde oluşturur. Bauman (2009: 52) kimlik inşasında iyi özelliklerden oluşan ‘biz’in dışında kalan her grubun, kötü özelliklerle tanımlanan ‘onlar’ı oluşturduğunu söyler. ‘Onlar’ yabancılaştırılarak ötekileştirilir. Kimlik, bir inşa olmanın yanı sıra, var olan toplumsal roller ve malzemelerden oluşan bir yaratım şeklinde görülmektedir (Uluç, 2003: 54). Althusser’e (1989: 10) göre bir toplumsal formasyonda insanlar kendilerini önceden belirlenmiş ilişkiler içinde bulurlar. Toplumsal formasyonun pratikleri içinde insanların oynayacakları roller de çizilmiştir. Bir toplum bireylerarası ilişkilere indirgenemez. Çünkü bireyler bu ilişkilere belirleyici özneler olarak değil, kendileri ilişkiler içinde belirlenen bireyler olarak girmektedirler. Kültürel olarak içselleştirilmiş kalıplaşmış alışkanlıklar, yargılar toplumun bir şeye bakışını sabitler. Birey kendisine doğuştan itibaren verilen kalıplaşmış yargılarla, ayrımcı davranışlarla ve söylemlerle hareket eder. Hatta toplum sergilediği ayrımcı davranışların farkında olmayabilir. Çünkü zamanla kendisine verilen kalıplaşmış yargılar ve davranışlar içselleştirilir, meşru kılınır. Sürekli yeniden üretilir. Bu nedenle de toplumda farklı olanlar, bu önyargılara maruz kalanlar, fazlalık olarak görülür, ötekileştirilir. Olumsuz nitelendirme ve inşaların aksi gerçekleşse bile toplumdaki önyargılar kırılmaz. Bu önyargılar sürekli yeniden üretilir, meşrulaştırılır. Bu şekilde toplumun bir kesimi her zaman hedef olarak gösterilir ve tüm olumsuzluklarda her şeyin sorumlusu olarak günah keçisi seçilir.

(22)

16 Tüm bunlar toplumda ötekileştirmenin, ayrıştırıcı ve ırkçı davranışların yaygınlaşmasına da sebep olur. Faşizm, bir otoritenin ve bu otoriteye dayanan bir kitlenin toplumu belli alanlarda (ve belki tüm sosyal alanda) baskılayarak homojen bir toplumsal tahayyül ve algı varmış hissi yaratmasıdır (Demirer, 2016: 156). Faşizm ile herkesin aynı düşünmesi, yaşaması, konuşması istenir. Farklı olana tahammül edilemez, ‘ben’ ve ‘öteki’ ya da ‘biz’ ve öteki ayrımı netleşir. ‘‘Ben’ ile ‘Öteki’ arasındaki fark, farklı olanın çıkarılması, dışlanması ya da yok edilmesi olarak sürdürülmeye çalışıldığında ise ırkçılık mantığı doğar’ (Özsürer, 2012: 275).

Kültürel ve tarihsel olarak geçmişten içselleştirilen kalıplaşmış alışkanlıklar, stereotipler (kalıp yargı) ve ön yargılar yanında toplumda var olan iktidar da kendi hegemonyasını sürdürmek ve ideolojisini yeniden üretmek için ötekileştirmeye başvurur. İktidarı elinde tutan siyasal ve askeri elit, kendi bileşenine, mezhebine, etnik kökenine, yaşam biçimine uygun düşecek şekilde ötekiler, yani ‘iç ve dış düşmanlar yaratırlar (Özbey, 2006: 109). Bunun için de bir araca ihtiyaç duyarlar. Günümüzde bu araçlar içerinde en büyük rol medyanındır. Kitle iletişim araçları yayınladıkları haberler ile iktidarın, gücü elinde bulunduranların ideolojisini topluma yansıtır, yeniden üretir, bu ideolojinin meşrulaştırılmasını sağlar. Kullanılan dil, oluşturulan söylem ile olaylar yeniden kurgulanır. Haber ile bireyler üzerinde bir hegemonya oluşturulur ve bireyler rıza yoluyla yönlendirilir. Sonuçta haber, bir ötekileştirme mecrası haline gelir.

4.ÖTEKİLEŞTİRMENİN MECRALARI NELERDİR?

Egemen sınıfın karşıt gruplar üzerinde kaçınılmaz olarak uygulayacağı zorlamayı ön gerektiren bir yönetim pratiği olan hegemonya Gramsci’ye (1986: 73-74) göre, rıza yönetimidir. Arsan (2004: 154) toplumda belli sınıfların ekonomik ve ideolojik anlamda çeşitli şekillerde ezildiğini ve ezilen grupların rızasını almak isteyen güçlü grupların çabalarını, Gramsci’nin ‘hegemonya’ terimiyle karşıladığını belirtir. Bu terim, yöneten sınıfların, yönetilen sınıflar üzerinde zor kullanmadan otorite kurması anlamındadır (Poyraz, 2002: 14).

(23)

17 Benzer şekilde konuyu açıklayan Çam’a (2006: 279) göre:

‘Rızanın örgütlenmesi’ olarak hegemonyanın; dayatma, baskı kurma, zorlama ve maniple etmekten çok yönlendirmeyi, örgütlemeyi, ittifak kurmayı ve önderliği çağrıştıracak şekilde kullanıldığı ifade edilebilir. Hegemonya, yönetici gücün varlığını sürdürmesi ve hâkimiyetini devam ettirmesi için, hükmettiklerinin rızasını kazanmasını ve onayını almasını sağlayacak farklı stratejiler üretmesini, belirli ittifaklar kurmasını ve çeşitli ödünler vermesini talep etmektedir. Bu şekilde, hegemonik motifli ideoloji kavrayışı içinde tartışılan hegemonyanın, dayatmak, maniple etmek, cezalandırmak, disipline etmek, baskı altında tutmak ve kontrol etmekten çok, yönetmek, yönlendirmek, örgütlemek ve önderlik etmek anlamlarını içerdiği görülmektedir.

Her tarihi dönemde, güçlü olan sınıfın düşünceleri topluma egemendir (Erdoğan ve Alemdar, 2010: 240). İktidarı elinde bulunduran egemen güçler tahakküm altında tuttukları kitlelerin rızasını kazanırken, aynı zamanda kendi ideolojisini kültürel kurumlarda ve ürünlerde yeniden üretirler (Çoban, 2014: 49). Egemen güçlerin amaçlarını gerçekleştirmek için, kullandığı devlet aygıtlarını devletin baskı aygıtları ve devletin ideolojik aygıtları olarak ikiye ayıran Althusser (1989: 34) ikisinin farkını şu şekilde açıklar: Devlet’in Baskı Aygıtı ‘zor kullanarak’ işler, oysa Devletin İdeolojik Aygıtları ‘ideoloji kullanarak’ işlerler. Devletin İdeolojik Aygıtları, egemen olanın sesini duyurma aracıdır. Demirer (2016: 152) de Louis Althusser’in burjuva kapitalist iktidarın kendini yeniden üretmesi için gerekenleri anlatırken Devletin İdeolojik Aygıtlarından söz ettiğini belirtir. Toplumdaki hâkim sınıfın, belli bir fikri yapıya istinaden düzeni sağlamak için oluşturduğu güç-iktidar organizasyonu olan Devletin İdeolojik Aygıtları’nın bütünlük içerisinde ‘düzenin’ devamlılığını sağlama fonksiyonunu üzerine aldığını ifade eder.

Devletin ideolojik aygıtlarıyla ailede, okulda, medyada, tüm toplum hayatında egemen ideoloji sürekli pompalanır. Kitleleri biçimlendirme ve ‘bilinçlendirme’ anlamında ideolojik aygıtlar her zaman devletin yani egemenlerin hizmetindedir (Çoban, 2014: 32). Aileden okula, din kurumlarından medyaya, tüm toplumsal kurumlar ideolojinin taşıyıcılarıdır (İnal, 1996: 60). Böylece egemen olan

(24)

18 milliyetçi ideoloji çerçevesinde çizilen kimlikler kendisini ‘öteki’lerden ayırarak tanımlar. Bu ideolojinin oluşturduğu ‘biz’lik tanımı, birey tarafından içselleştirilir. Devletin ideolojik aygıtlarından biri olan medyanın ise bu tanımın oluşumunda büyük rolü vardır. Rızanın sağlanması ve ideolojik yeniden üretimin devamı için kitle iletişim araçları önemli bir görev üstlenmektedir (Çoban, 2014: 27). Medya yayınladığı haberlerde ayrımcı bir söylem üretirken, aynı zamanda iktidarın söylemini desteklemiş olur, yeniden üretir, baskı ve şiddet olmadan topluma aktarır, meşrulaştırır.

Kitlelerin rızasını alarak düzeni sağlamak, iktidarın varlığını güçlendirir. Bu rızanın sağlanması için, iktidarın söylemi, ideolojisi kendini yeniden üretmelidir. Bu ideoloji toplum kurumlarında baskı olmadan aktarılır. Aslında ideolojik bir baskı vardır. Fakat toplum bunun farkında olmaz. Toplumun çıkarına uygun bir işleyiş var gibi görünse de aslında gerçekleşenler, iktidarın çıkarına uygundur. Medyanın geniş bir kitleye ulaşılabilmesi, onun bir güç aracı olarak kullanılmasına neden olur. Yani ideolojik bir araç olarak işlemeye başlar. Bilgi alma ihtiyacında olan bireyler, yayınlanan ya da sunulan haberlerle belirli bir ideolojiye maruz kalırlar. Maruz kalınan ideolojiye karşıt düşünce sergileyenler ise, haberlerde olumsuz olarak ifade edilir. Bu durum ise, olumsuz ifade edilen bireylerin ‘toplum düzenini bozan öteki’ olarak görülmesine ve dışlanmasına sebep olur.

4.1. Ötekileştirme Aracı Olarak Haber

Haber, insanoğlunun yakın ve uzak çevresiyle iletişiminde ilgisini çeken olayları öğrendiği bir olgudur, bir yazı biçimidir, bir ifade şeklidir. Bu bağlamda haberin, bir iletişim olgusu olarak açıklanması gereği bulunmaktadır (Gürcan, 2012: 47). Tokgöz (2012: 230-235) , olayların öğrenildikten sonra, gazeteciler tarafından değerlendirilerek yazılı, sözlü, görüntülü basın için haber haline getirildiğini vurgulayarak, haberi , ‘herhangi bir zamanda geçen olay, fikir ya da sorunun özeti’ şeklinde tanımlar. Haberin genel bir tanımı da şudur: Gazeteciliği meslek edinmiş kişilerin, haber konusu olarak seçtikleri konularda topladıkları ve kurallarına göre

(25)

19 biçim verdikleri, yine gazeteciliği meslek edinmiş kitle iletişim araçlarının sorumluları tarafından seçilerek yazılı, görüntülü ya da sesli iletiler halinde, okuyucu, izleyici ya da dinleyiciye ulaştırılan bilgiler (Girgin, 2008: 123).

Haber, güncel ve ilginç bir olayın olduğunca nesnel ve gerçeğe uygun bir biçimde sunulmasıdır (Schlapp, 2013: 17). Yani haber gerçeğin kendisi değil, kurgusudur. Molotch ve Lester (1974: 2) da haberin inşa edilmiş bir gerçeklik olduğunu ifade eder. Haber kitle iletişim araçları ile topluma iletilir. Kitle iletişim araçları toplumsal gerçekliği yeniden inşa etmektedir. Ancak bu inşa sürecinde, kendi yayın politikası, ideolojik görüşü ölçüsünde bir süzgeçten geçerek gerçekliği yansıtmaktadır (Karaduman, 2007: 47). Modern çağın kitle iletişim araçları, salt kültürel simgelerin tüm dünyada yaygın biçimde dolaşımını sağlayarak söylemlerin gerisindeki aktörlerin -editörler, moda yazarları, gazeteciler, aydınlar, uzmanlar, vs- önemli hale geldikleri bir gösteri dünyasının etkili temsilini sunmakla ve söylemin faillerini her açıdan meşrulaştırmakla kalmazlar, aynı zamanda "iktidarın mitleştirilmesi" denilebilecek bir olgunun yapılandırılmasına da aracı olurlar (Köse, 2014: 170). Kurgusal bir metin olan haber, içerisinde bir söylem barındırır. Barındırdığı bu söylem, toplumda egemen olan söylemdir. Haber, bu egemen söylemin doğallaşmasını, egemen ideolojinin sürekli yeniden üretilmesini sağlar. Gramsci’nin terminolojisi ile yönetenlerin hegemonyalarını kurma sürecinde, medya metinlerinin ve özellikle haberciliğin önemi yadsınamaz. Bu süreçte toplumsal rıza, metinsel pratikler ve bu pratiklerin okunma pratikleri dolayımı ile kurulur. Bu açıdan haberi ve tüm dünya metinlerini bir söylem olarak kavramanın önemi ortaya çıkar. Bu söylem ise toplumdaki güç/iktidar sahibi kişi ve kuruluşların daha açık olarak siyasal, ekonomik, askeri ve sembolik seçkinlerin söylemlerinden ayrı ve kopuk bir süreç değildir (Kurtoğlu, 2003: 148-149).

Medya iktidarın ideolojisini ve onun hegemonyasını yayan bir araçtır (Çoban, 2014: 37). Toplumda inşa edilmek istenen hegemonik ilişkileri kurmak ve toplumsal rızayı sağlamak için medya metinleri kullanılır. Bu doğrultuda Köse (2014: 202) de, medyanın yerleşik kanıyı güçlendirici ve statükocu yapıyı destekleyici kültürel ve siyasal bir iklim yarattığını ifade eder. Toplumsal dünya bilgisinin söylemsel açıdan üretildiği yerlerden biri olarak medya kuruluşları, aynı

(26)

20 zamanda tüketime hazır hale getirilmiş değer yargılarının da başlıca üreticisi konumundadır bugün (Köse, 2014: 325). Paul ve Elder (2006: 15) , medyanın, alışkanlıkları, inançları ve tabuları yansıttığını, güçlendirdiğini ve onların varlığını kabul ettiğini söyler. Bireyler, medyayı tükettikçe onun oluşturduğu çerçeve içerisinde biçimlenir. Medyanın zihinlerine yerleştirdiği ayrımcı söylemleri, etiketlemeleri, tanımlamaları bilinçli ya da bilinçsiz şekilde algılayarak, kolektif ya da bireysel davranış kalıpları geliştirirler. Thompson (2008: 22) bu konuyu yorumsama ile açıklar: Yorumsama, -medya ürünlerini kapsayan- sembolik formların alımlanmasının daima, bireylerin iletilerden anlam çıkarmak için sahip oldukları kaynaklara başvurdukları durumsal ve yaratıcı bir süreç olduğu gerçeğine vurgu yapar. Yorumsama, bireylerin kendilerine, ötekilere, onların tarihlerine, dünyadaki yerlerine ve ait oldukları toplumsal gruplara yönelik bir anlam geliştirerek genişletilmiş bir benlik oluşturma sürecinin parçası olduklarına da dikkatimizi çeker. Kişinin kendi kültürüne ait imajı dünyaya sunarken, tümüyle doğru ve gerçekçi olduğunu varsaymasının biz-odaklı bir tutumun göstergesi olduğunu belirten Paul ve Elder (2006: 15) , biz-odaklılığın bütün ülke ve kültürlerde olan bir özellik olduğunu söyler. Bu tutum ötekileştirme pratiklerinin sürekli tekrarlanmasına sebep olur. Bunun yanı sıra toplumda var olan mitler de anlam üretiminde büyük rol oynar.

Mitler ayrımcı söylemlerin, ötekileştirici davranışların oluşmasına katkı sağlar. Bu tür davranışlar mitler sayesinde toplumda yeniden üretilir. Mitler her zaman bir yaratılışın öyküsüdür, tarihi beraberinde taşırlar. Örneğin cinsiyet üzerinden geliştirilen mitler, kadınların çocuk bakma ve büyütmeyi ‘doğal olarak’ erkeklerden daha iyi yaptıkları, doğal mekânlarının ev olduğu, erkeğin ise ekmek

parası kazanması gerektiği öyküsünün herkes tarafından benimsenip

içselleştirilmesini sağlar (Poyraz, 2002: 41-42). Bu örnekte açıklandığı gibi, bireye tarih boyunca yüklenen toplumsal, kültürel roller mitler aracılığıyla yayılır. Erdoğan ve Alemdar (2010: 247), insanların, düşünseli üretme gücüne sahip olanların ürettiği gerçeği onlar için kurgulayan sayısız mitler içinde yaşadığını dile getirir. Medya, işleyişi anlamında bünyesinde bir dizi mit (efsane) besler (Paul ve Elder, 2006: 6). Medya, mitleri, sürekli yeniden üretir. Mitler ile egemen ideoloji topluma benimsetilir, iktidarın çıkarları meşrulaştırılır. Kurum ve kişilere ilişkin mitlerin en

(27)

21 çok açığa vurulduğu haberler genellikle gösteri ve polis haberleridir. Türkiye’de polis hakkında olumsuz bir mite sahip olan bazı medya kuruluşları, polisin eylemlere müdahale ediş biçiminin hatalı olduğuna, göstericilere kötü ve yasalara aykırı olarak davrandığına vurgu yapmaktadır. Bu nedenle polisin maruz kaldığı şiddetli bir eyleme karşı önlem aldığı ve müdahale ettiği bir olayda bile, çatışmayı ilk olarak başlatan tarafın polis olduğunu ileri sürmektedir (Devran, 2010: 150). Devran’ın örnek gösterdiği olayda olduğu gibi, haberde olay yeniden inşa edilirken, belli kişi ya da gruplar bir çerçeve içerisinde sunulur, temsil edilir. Temsil, örneğin, bir konunun, olayın, durumun, insan yaşamının, bir ilişkinin veya bir düşüncenin medyada sunulmasıdır (Erdoğan ve Alemdar, 2010: 309). Medya bunu dilsel pratiklerle gerçekleştirir. Gerçeklik, dilsel pratikler yoluyla desteklenip üretilmekte ve temsil edilmektedir. Kimin nasıl temsil edileceğine karar veren, gücü elinde bulundurandır (Poyraz, 2002: 17).

Hall’a (1997: 77) göre medyanın en önemli işlevi, anlamın toplumsal inşasında üstlendiği ideolojik işlevdir. Medya kendisini ve başkalarını tanımlama çerçevesi sunarken, aynı zamanda çerçeveyi oluşturan yargılayıcı ve seçici yapılanmaları verir. İdeolojik işlevinin asıl etkisini modern toplumun karmaşıklığında ve çeşitliliğinde oluşturur. Medya, bu çeşitlilik içinde kabul edilebilirliğin sınırlarını çizerken, ideolojik işlevlerinden biri olan toplumsal düzene tehdit oluşturan ögeleri dışta bırakır (Poyraz, 2002: 15). ‘Biz’ ve ‘ötekiler’ formülü ile ulusal topluluklarda kimin içeride kimin de dışarıda olduğunu belirten medya, toplumun sınırlarını belirleyen bir ‘sosyal harita’ oluşumuna da yardımcı olur (Uluç, 2009: 124). Haberlerde, idealize edilen kimliklerin yanında marjinalize edilen kimlikler de öteki olarak gösterilir. İzleyiciye öteki konseptinde sunulan kimliklerin başında kadınlar, alt sosyo-ekonomik düzeydeki yoksullar, başlarına felaket gelmiş sıradan insanlar, suç ve şiddet mağduru çocuklar yer alırken; suçlular, hırsızlar, cinsel tercihi farklı olanlar ise , “sapkınlar ya da normalin dışında olanlar” grubunda temsil edilirler (Karaduman, 2007: 53). Bu olumsuz temsillerin yanı sıra ötekilere haber metinlerinde yer de verilmeyebilir. Yani öteki olanlar, düzeni bozan olarak görüldüğü için yok sayılırlar. Bu yok sayma durumu da ötekileştirmenin göstergesidir. Van Dijk (2003: 80) , Avrupa medyasında mültecilerin sunumu

(28)

22 hakkında yaptığı çalışmada, göç karşıtı ideolojilerin yer aldığı haberlerde ötekilerin bir yük olduğu vurgusunun yapıldığını belirtmiştir. Mültecilerin çoğu ülkede ‘kaçak(lar)’ olarak ya da yasaları çiğneyen veya prosedürlere uymayan şeklinde tanımlanarak, suçlulaştırma stratejisi gerçekleştirilmektedir (Van Dijk, 2003: 94). Haberlerde bir grup ne şekilde sunuluyorsa, toplumda da bu şekilde tanımlanır.

Gölcü ve Dağlı (2017: 24-26), haber söyleminde ötekinin sunuluşu üzerine yaptığı çalışmada , ‘karanlık misafir’ ve ‘mülteci’ tanımlamalarının, Suriyeli mültecilerin bilinmezlik ve sorun düşüncesi ile ilişkilendirilmesine neden oluğunu ifade eder:

Bu tanımlamalar Suriyelilerin haber söyleminde öteki olarak inşasına zemin hazırlayan bir anlatıyı da normalleştirmiştir. Ayrıca Suriyelilerin kentin görüntüsünü bozan, kentte istenmeyen bir görüntünün oluşmasına sebep olan, parkları işgal eden gibi imalarla haber metnine yerleştirilmiş olması, haber söylemlerinde üretilmek istenen ‘öteki’ söylemini pekiştirmiştir.

Tüm bunların yanı sıra öteki olan dış grubun sayılarının çokluğunu anlatmak için kullanılan metaforlardan “dalga”, yıkıcı olmaya; “akın” ise bir saldırıya, istilaya ya da işgale karşılık gelmektedir. Haber metinlerinde bu kelimelerin tercih edilmesi, Suriyeli mültecilerin sosyal ve kültürel yapıyı etkileyen, Türkiye’ye yönelik açık bir tehdit olarak algılanmasını kolaylaştırmıştır. Boztepe (2017: 103) de haberlerde, çalışma izni verilen mültecilerin ‘işsizliğe neden olacakları’, ‘ücretlerin düşmesine yol açacakları’ söylemleriyle korku üzerinden temsil edildiklerinin altını çizer. Görüldüğü üzere haberde kişi ve gruplar farklı konular üzerinden öteki olarak nitelendirilmekte, olumsuz yönler ön plana çıkarılmakta ya da yok sayılmaktadır. Haberde ötekileştirme belli unsurlar ile yapılmaktadır. Bu noktada dilin kullanımının çok önemli bir yeri vardır. Bazı konuların sürekli tekrar edilmesi, aynı örnekler üzerinden açıklanması ve bireyler arasında karşılaştırma yapılması ötekileştirmeye neden olur.

(29)

23

5.HABERDE ÖTEKİLEŞTİRMENİN UNSURLARI

Köse (2014: 243) , küresel medyanın bir yandan tüm gezegen ölçeğinde -temelde öteki'ne dair kökleşmiş önyargılar, yanlı ve yanıltıcı tutumlar ve bilgi eksikliğinden kaynaklanan saiklerle- insanlar arasındaki güven ilişkilerinin tükenişini derinlemesine ve ciddi bir sorun olarak çözümlemek yerine, yeni kışkırtıcı "sendrom"lar ve yapıntı "risk"ler biçiminde formüle ettiği, tüm dünyanın tehlikeli bir yer haline gelişi üzerine kurulu bir söylemin meşrulaştırılmasına hizmet ettiğini dile getirmektedir. Bu çerçevede medyanın oluşturduğu haber metinlerinde, ön plana çıkarılmak istenen düşüncenin aktarılmasında, anlamın ve ötekileştirme pratiklerinin oluşmasında dil, söylem, ideoloji üçlüsü dışarıda bırakılmamalıdır. Dedeoğlu’nun (2013: 41) da değindiği gibi, ideolojinin ifadesi olan ve iktidarın uygulanmasında da önemli bir rolü olan söyleme ilişkin çalışmalar dil ile de ilgilenmişlerdir. Çünkü, dilin bireysel kullanımı söylem demektir (Yıldız ve Günay, 2011: 160).

5.1.Haberde Dil ve Ötekileştirme

Dil, mesajı, düşünceyi ve ideolojiyi taşıyan temel bir araçtır (Devran, 2010: 24). Üretim ve kavrama biçiminde iki yönü bulunan dil, düşünceyi iletmek için kullanılan evrensel başlıca araçtır (Başarır, 2016: 89). Bireyler tutum ve kanaatlerini dil ile dışarıya vurur ve anlaşılabilir kılarlar ya da öteki bireylerle dil aracılığıyla ilişkiye girebilirler (Devran, 2010: 115). Sözen (1999: 20), dilin kullanımının sadece cümle, paragraf, metin ile sınırlı olmadığını, sosyal, siyasi, ekonomik alanlar gibi sosyal hayatın diğer yönleriyle de ilişkili olduğunu söyler. Dil, anlam ve kültürün merkezi olup her zaman kültürel değerlerin ve anlamların deposu olarak kabul edilmiştir (Hall, 1997: 1). Dil üzerinden işaret ve sembollerle üretilen anlamlar, toplumda yayılır. İçinde herhangi bir kültürün sınıflandırıldığı ‘anlam haritaları’, ‘yazılı’ sosyal anlamlar, uygulamalar ve kullanımlar, güç ve ilgi alanlarının tamamına sahiptirler (Hall, 2006: 169). Dil ile üretilen anlamlar, stereotipler (kalıplaşmış yargılar, temsiller) , bireye erken yaştan itibaren kültür içinde aktarılır.

(30)

24 Hall (2006: 167) , belli kodların, dil ile toplumda veya kültürde çok yaygın olarak dağıtıldığını ifade ederek, bu kodların inşa/imal edilmemiş olarak görülseler bile çok erken yaşlarda doğal olarak verildiğini söyler.

Dil hem gerçeğin açıklanmasında hem de ideolojilerin oluşumunda ve muhafaza edilmesinde önemli bir işlev görür (Devran, 2010: 25). Eagleton’a (1996: 282) göre, dil, gerçekliği yansıtmaktan çok, imler, onu kavramsal kalıp içine sokup parçalar. Yani dil, gerçekliği inşa eder, anlatır. Bireyler ise dil ile oluşturulan söylemler yoluyla anlatılmak isteneni benimser. Benzer şekilde konuya yaklaşan Dursun’a (2004: 48) göre de dil, gerçekliği olduğu gibi yansıtan saydam bir araç değil; tarihle ve toplumsal ilişkilerin temsilleriyle bağlantılı maddi bir pratiktir. Şeker ve Şimşek (2011: 498), dil kullanımının ideolojilere zemin hazırladığını söyler. İdeolojide, var olan bir durumun dil yoluyla yeniden oluşturulması söz konusudur. Bu açıdan her şey dilde göstergeler yardımıyla, simgeleştirilerek yeniden oluşturulur ve sunulur (Yıldız ve Günay, 2011: 160). İdeoloji dil içerisinde inşa edilir (Dursun, 2004: 48). Ergeç (2010: 12) de dilin içerisinde bir ideoloji barındırdığını ve bu ideolojinin söylem aracılığıyla çözümlenerek ortaya çıkarıldığını söyler. Ona göre dil, söylem olarak çözümlenir.

Şeker ve Şimşek (2011: 489), dilin yan anlamına vurgu yapar: Yan anlam genellikle dilin söylem boyutu ile ilgilidir ve sözcüğün ideolojik anlamlarını da kapsar. Bir kavramın gerçek anlamı dışında ona yüklenen soyut anlamları ifade eden yan anlam, dilin kurgulandığı ideolojik yapı ile yakından ilişkilidir. Bir kelimeye yüklenen yan anlamlar o dilin ait olduğu toplumun ideolojisine ilişkin önemli ipuçları vermektedir. Çünkü anlam toplumsal ilişkiler ağı içinde ve sosyo-kültürel pratikler doğrultusunda üretilir. Medya toplumsal olayların tarafsız, ortak algılanan veya rasyonel bir arabulucusu değildir, temelde önceden formüle edilmiş ideolojileri çoğaltmaya yardımcı olur (Dijk, 1988: 11). Bunu da, haber metinlerinde toplumsal yapıyı inşa ederken, bireyleri tanımlarken kullandığı dil ile gerçekleştirir. Medyanın haber değeri olan olayları ifade etmek amacıyla kullandığı dil, egemen gruplar ve olaylar hakkında egemen görüşleri bütün topluma iletmektedir (Devran, 2010: 118). Haber metinlerinde kullanılan dil, toplumdaki belirli kişi ya da grupları ‘öteki’ olarak tanımlayan egemen olanın ideolojisini yansıtır. İdeolojiler dil ile yeniden inşa

(31)

25 edilmekte, iletilmekte ve böylece hegemonyanın devamı sağlanmaktadır (Devran, 2010: 26).

Sonuçta, dil içerisine gizlenen ideolojiler, bireye belli yollarla aktarılır. Bu ise toplum içinde bireylerin birbirine bakışını etkiler. Bir kişi ya da grubun, tanımlanması, belirli olaylar etrafında sunulması ve değerlendirilmesi, toplum içinde ayrımcı davranışlara da sebep olur. Bu durum beraberinde ötekileştirmeyi getirir.

5.2. Haberde İdeoloji ve Ötekileştirme 5.2.1. İdeoloji

İdeolojiler fikirlerle, özellikle de bir toplumsal grup ya da hareketin paylaştığı toplumsal, siyasi ve dini düşüncelerle ilgilidir (Van Dijk, 2003: 15). İdeoloji, toplumların ve dünyanın genel yorumlanma biçimini belirtir (Yıldız ve Günay, 2011: 157). İdeolojiler, gerçeğin asıl veya çarpıtılmış yansımalarıdır (Marx ve Engels, 1975: 196). Marx ve Engels (1975: 36), ahlak, din, metafizik ve geri kalan tüm ideolojilerin insan beyninde şekillenmiş hayaller olduğunu ifade eder. Erdoğan ve Alemdar’a (2010: 244) göre, ideoloji sadece, beynimizin içinde kalan düşünceler, inançlar ve duygular veya temsiller sistemi değildir; yaşamla ve yaşam pratikleriyle ilişkilidir. Aynı zamanda ideoloji sadece yaşam pratiklerini tanımlamaz, bu pratiklerin yapılması gerektiği biçimde yapılmasını ya da yapılmamasını garantiler.

Yıldız ve Günay’a (2011: 160-161) göre ideoloji, toplumsal bağlamda bir düşünce dizgesi ve toplumu yönlendirmeye yönelik bir dizgedir:

Toplumu yönlendirmek için de doğal olarak bazı ikna edici stratejiler, yönlendirme durumları ve kanıtlama biçimleri olmak zorundadır. Bu nedenle her ideoloji tutarlı ve açık olan bir değerler dizgesini ön varsayar. Bu değerler dizgesinin, etkilenmek istenen toplum tarafından içselleştirilmesi istenir.

İdeolojilerin temel işlevi belli bir sosyal grubun amacını en iyi biçimde gerçekleştirebilmek için o grup üyelerinin sosyal pratiklerinin koordinasyonunu sağlamaktır (Devran, 2010: 18). Yani yaygın ideoloji, topluma belli bir ideolojiyi

Referanslar

Benzer Belgeler

◦ Ancak çoğu zaman gazeteci yerinden haber yapmaz, çoğu zaman bir basın açıklaması, haber kaynaklarından gelen duyumlar, ajanslardan gelen haberler başlangıç

turan sanayi şirketlerinin 2014 yılında 421,2 milyar lira olan üretimden net satışlarının 2015 yılında yüzde 7 artarak 450,5 milyar lira olarak gerçekleştiğini

Ritüelin geçtiği KBo VI = Bo 2001 no’lu metinde Hitit kadınlarının doğumu gerçekleştirmek için gittikleri bir nevi doğum evinde doğum sandalyesine oturdukları

Gazetenin, haberin üst başlığında ve manşetinde bir önceki gün inşa edilen “Haçlı” söylemini devam ettirdiği ve “hedefin Türk milleti” olduğu konusunda

Fakat mecmua içinde bir mukataa kaydında H.1068 (M. 1658) tarihi geçmektedir. Hazai makalesinde yazmanın tahmini olarak 1689 ile 1728 tarihleri arasında yazılmış

Avrupa Birliği Dönem Başkanı Lüksemburg'un Dışişleri Bakanı Jean Asselborn, Avrupa Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu yetkisi Olli Rehn ve Đngiltere Dışişleri

Toplantı için Avrupa Birliği Dönem Başkanı Lüksemburg'un Dışişleri Bakanı Jean Asselborn, Avrupa Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu yetkisi Olli Rehn ve Đngiltere

• Türkiye Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, Orta Doğu'ya kalıcı barış gelmesi konusunda iyimser olduğunu belirterek, Türkiye'nin barış için