• Sonuç bulunamadı

Medya bireylerin kimliklerinin şekillenmesinde ve topluma sunulmasında önemli bir rol oynamaktadır. Varol (2014: 301) medyanın bu konudaki etkisini şöyle açıklar: Medyada belli kimlik özellikleri, davranış kalıpları, değer yargıları ve yaşam biçimleri ön plana çıkarılarak, modellerin sahip olduğu özelliklere ilişkin genel bir kabul ve özlem duygusu yaratılır, toplumun bireylerden, bireylerin de kendilerinden beklentileri şekillenir. Bu süreçte, bireylerin yaşamlarını anlamlandırma, kendilerini tanımlama ve gerçekleştirme biçimleri, bireysel hedefleri, zevk, arzu, düş kırıklığı ve özlemleri, anlam dünyası, dolayısıyla kişisel kimliklerinin birçok bileşeni medyadaki sembolik modellerin kimlik özellikleriyle uyumlu olarak şekil alır. İdeolojiler içinde aldığımız bütün rollerde, ‘çağırma’ ve ‘çağrıldığını anlama’ özelliği vardır: ‘Ey Müslüman’, ‘Ey Türk’, ‘Ey İnsan’, ‘Ey Proleter’ veya ‘Ey Sosyalist’. Ve bütün bu adlarla çağrılanların hayatta birbirinden ayrı somut pratikleri, kimlikleri vardır (Althusser, 1989: 10-11). Bu tür kimliklerin toplumda sunuluşu farklılıklar göstermektedir. Hall (1995: 442-443), kimliklerin medyada sunuluşunu İngiltere’deki siyahlar üzerinden örneklendirmiştir: Siyahlar, ağırlıklı olarak beyaz, estetik ve kültürel söylemlerin konuşulmayan ve görünmez ‘ötekisi’ olarak

konumlandırılmışlardır. Bu analizin İngiliz kültüründe siyahların

marjinalleştirilmesi üzerine kurulduğunu ifade eden Hall, bunun İngiliz toplumundaki temsil ve söylem alanlarında düzenlenen ve normalleştirilen politik ve kültürel pratiklerin bir sonucu olarak açıklar.

Medya öteki olarak adlandırdıkları kimlikleri ya yeterince temsil etmemekte ya da temsilleri olumsuz olaylarla birlikte sunarak, bireylerde bu kimliklere karşı önyargıların gelişmesine sebep olmaktadır (Ünür, 2013: 253). Önyargılar sonucu oluşan algı, kişinin aidiyet kuracağı sosyal grubu da belirler. Çebi (2003: 129-130), medyada gerçekliği inşa eden kurum eksenli rutinlerden iki tanesini , ‘öne çıkarma’ ve ‘çerçeveleme’ olarak açıklar: Öne çıkarma, sözgelimi haber metinlerinde belli konu ve sorunların, kişi, grup ve kuruluşların diğerlerine göre öne çıkarılması ve bunlara vurgu yapılmasıdır. Çerçeveleme ise, haber metninde aktarılan sorunun ne olduğu, nedenleri ve çözüm yollarının belirli bir bakış açısından tanımlanması ve ele

37 alınmasıdır. Öne çıkarma ve çerçeveleme sürecinde medya, belli kişi, grup ya da kurumu gizleyerek haberde onlara yer vermez ya da istediği şekilde çerçevelendirerek ‘öteki’ olarak tanımlar. ‘Öteki’ olarak tanımlananlar karışıklık çıkaran, toplum huzurunu bozan olarak sunulurlar. Konuya benzer şekilde yaklaşan Shoemaker ve Reese (1991: 217), toplumsal konumları bakımından daha az güçlü ve daha az saygın olanların ancak protestolar, grevler ya da cinayet gibi toplumsal düzene karşı gelen ve sapkın eylemler olarak nitelendirilen olaylarla haberlerde yer aldığını ifade eder. Bu durumda haberlerin biz ve onlar/öteki karşıtlığı üzerine kurulduğu söylenebilir. Çebi (2003: 127) bu karşıtlığı şöyle açıklar: Haberlerde toplumsal yaşamın değişik alanlarında ayrıcalıklı konumda bulunan güçlü ve seçkin kişiler, bireyler olarak temsil edilmekte, buna karşılık yoksullar, güçsüzler, zayıflar veya karşıtlar birey olarak değil ait oldukları toplumsal grup ve çevreyle ilişkisi içinde, sınırlı bir biçimde yer almaktadır.

Haber anlatıcısı, kendi görüşünü, ideolojisini haber içerisine yerleştirir. Söylemleriyle biz ve öteki şeklinde bir ayrım yapar. Her ideolojinin kendine özgü sözcük dağarcığı vardır ve sözcüklere yüklenen anlamlarda da farklılıklar görülebilmektedir (Yıldız ve Günay, 2011: 161). Biz ve ötekinin tanımlanması, kullanılan cümle ve sözcükler anlatıcının ideolojisini gösterir. İdeolojileri inançların ‘temel sistemleri’ olarak adlandıran Van Dijk (2003: 24), ırkçı bir ideolojinin, örneğin göç, azınlıkların zeka kapasiteleri, göçmenlerin emek piyasasındaki rolleri, göç ve suç oranı arasındaki ilişki vs. ile ilgili pek çok önyargı ya da ırkçı tutumu oluşturabileceğini söyler ve ona göre toplumun farklı kesimlerine ait bu farklı tutumlar, ötekilerin olumsuz özellikleri hakkındaki bazı temel inançlar tarafından yapılandırılabilir. Daha önce de değinildiği gibi, haber anlatıcısı, desteklediği kişi ya da grubun olumlu olarak nitelendirilen eylemlerine haberde yer verirken, desteklemediği kişi ya da grubun eylemlerini ise cümlede pasif olarak yapılandırır, fazla üzerinde durmaz, hiçbir şekilde dile getirmez. Hatta bu grubun eylemleri haberde sürekli olumsuz olarak yer alır. Öteki toplumda iyi kabul edilen her şeye, zıt olarak sunulur. Devran (2010: 125-126), bunu bir örnekle açıklar: Örneğin, dış haberlerde Avrupalı veya Avrupalı olmayan belli bir biçimde konumlandırılmaktadır. Avrupalılar üstün, demokrat, rasyonel, hoşgörülü vb. bireyler olarak, Avrupalı

38 olmayanlar ise antidemokrat, terörist, irrasyonel, şiddet yanlısı ve uzlaşmaz şeklinde tanımlanmaktadırlar.

Van Dijk’a (2000: 43-44) göre de, aslında birçok ideolojik söylemin temel stratejisi, ‘bizim hakkımızdaki pozitif şeyleri, ötekiler hakkındaki negatif şeyleri söylemek’ esasına dayanmaktadır:

Kendimizi pozitif, ötekileri/diğerlerini negatif gösterdiğimiz bu bakış açısı, hem karşıt gruplarla ilişkili biçimlerimiz veya çatışan grupların çok genel bir özelliğidir, hem de kendimiz ve diğerleri hakkında bizim konuşma şeklimizi tanımlamaktadır. Bu bakış açısını aynı şekilde zıt anlamda uyarlarsak, ‘bizim hakkımızdaki olumsuz şeyleri ve onlar/ötekiler hakkındaki pozitif şeyleri söylememe’ şeklinde olmaktadır.

Aydın (2013: 56), “onlar” olarak görülenlerin olumsuzluklarının, haberde etken cümle yapıları ile pekiştirildiğini ifade eder. Etken cümlelerde özne yer alırken edilgen cümlelerde yer almamaktadır. Haberde kullanılan cümlenin etken ya da edilgen oluşu öznenin saklanması veya öne çıkarılması ile doğrudan ilgilidir. Özne olumlu eylemlerinden dolayı ön plana çıkartılıyorsa o zaman öznenin desteklenmesi söz konusudur. Eğer olumsuz eylemlerinden dolayı ön plana çıkartılıyorsa o zaman öznenin aleyhine bir durum söz konusudur. Sözgelimi iktidarı destekleyen basın, iktidarın başarılarından söz ederken özneye özellikle yer vermekte iken, iktidarın olumsuz bir icraatını haber yaparken edilgen cümleler kullanarak bu olumsuz gelişmeden iktidarın zarar görmesinin önüne geçmek istemektedir (Devran, 2010: 99).

Medyanın olumsuz söylemleri, kamuoyunun algılama biçimini

etkilemektedir. Aynı zamanda söylem, haberi yazan muhabirin veya gazetenin niyetini, ideolojisini veya amacını ifşa ederken okuyucunun metni aynı şekilde çözmesinde belirleyici olamaz. Haberde biz ve öteki tanımlanırken de okuyucunun konumu, ideolojisi, stereotipleri ve şemaları metnin söyleminin açımlanmasında ve okuyucunun anlam çıkarmasında belirleyici olmaktadır (Devran, 2010: 131-132). İnal’ın (1996: 22) dediği gibi, haberin bir söylem olması, bu söylemin ne olduğu ortaya çıkarılırken sadece haber metinlerinin yapısal özelliklerinin sistematik

39 çözümlemesi ile anlaşılacağı anlamına gelmez. Daha önce değinildiği gibi haber söylemi, ancak, içinde oluştuğu bağlamla ilişkilendirildiğinde anlaşılır. Haber olan olayın bağlamından koparılıp tipleştirilmesi, benzer olayların daha önce sunumu sırasında içine oturtulan çerçevelerin -çağrıştırılıp- yeniden kullanılması ile sonuçlanır. Gösteri yürüyüşleri, grevler olayın aktörlerinin amaçlarından yalıtılıp tipleştirilir ve "Gösteriler ve çatışma", "Grevler ve hayatın aksaması" gibi çerçeveler kolayca her yeni olaya uyarlanır (İnal, 1995: 119). Kolayca yönlendirilen kalabalıklar ise bu kişilerin adeta dolduruşuna gelip, arkalarından sürüklenir. Basının bu çerçeveleri (frames) çoğunlukla haber kaynaklarının durum tanımlarına dayanır. Bu çerçeveler bir kez kurulunca daha sonra ortaya çıkan benzer olaylara da uyarlanır ve bir süreklilik kazanır (İnal, 1995: 112). Mesela sığınmacı gruplar, kentlerde sosyal dışlanma, ayrımcılık, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, ötekileştirme, kayıt dışı çalışma, yoksulluk gibi sorunlarla baş etmek durumunda kalmaktadır (Ünal, 2014: 68). Ve sığınmacı gruplarla ilgili her haberde bu çerçeveler sürekli kurulmaktadır. Şeker ve Şimşek (2011: 490), toplumsal yapı ile uyum içinde olamayan ya da toplumsal yapı

için tehlike arz ettiği düşünülen kişi ya da kişilerin

stereotipleştirilerek/marjinalleştirilerek hatta sapkınlık eğilimleri içinde gösterilerek söylem yoluyla ötekileştirildiğinin altını çizer ve ötekilerin, söylem yoluyla dışlandığını dile getirir.

Günlük konuşmalar içerisinde ve haber metinlerinde ırkçı, milliyetçi, ayrımcı söylemler ile çeşitli gruplar, aşağılanarak ötekileştirilir. Sözel ve görsel sunumlar ve kurulan söylem sayesinde bazı kişiler veya kesimler dışlanarak veya dışlanmalarına aracılık edilerek ‘ayrımcılık’ üretilir (Çelenk, 2010: 222). Vatan, millet, din, mezhep, ten farklılıkları sürekli dile getirilerek, farklı gruplara yönelik nefret kaynaklı davranışlara zemin hazırlanır. Farklı kişi ya da gruplar, mecazlar ve benzetmelerle tehdit edici unsur olarak sunulurlar. Medya olumsuz, alaycı ifadeler, küfür, hakaret, aşağılama, abartı taktiklerine başvurarak ‘öteki’leştirdiği ve ‘hedef’ haline getirdiği grupları kamu güvenliğini tehdit edici ‘potansiyel risk ve tehdit saçan öcüler’ gibi sunarak, toplumdaki ‘öteki’ gruplara karşı beslenen ön yargıları pekiştirir ve bu grupların kendilerini korumasız ve savunmasız hissetmelerine yol açar (İnceoğlu, 2017: 175). Tonlama, söz seçimi, cümle kurgusu toplumsal hiyerarşideki

40 farklı konumları bize gösteren en önemli iletilerdir (Sancar, 2008: 139). Haber metinlerinde kullanılan başlık, alt başlık, fotoğraf, spot, haber girişi, sözcük seçimi, cümle yapıları , retorik gibi bir takım stratejilerle, farklı etnik-dinsel azınlıklara, farklı yaşam biçimine sahip olanlara yönelik ayrımcı söylemler kurulur.

Göçler sonucu dilsel, dinsel, kültürel ve ırksal olarak farklı kimliklere sahip insanlar bir arada yaşamaya başlamıştır. Her ülke, farklı bir göç deneyimi yaşamıştır. Bu sebeple devletlerin ve toplumların kültürel “öteki” ve göçmenlere dair tutumlarında da farklı yaklaşımlar gözlenmektedir. Üstelik benzer yaklaşımlar ülkelere göre farklı anlamlara sahip olabilmektedir (Ceceli, 2012: 2). Göçmenler, bir ülkede yabancı olarak konumlandırılanlar, ‘Biz’i toplumsal, ekonomik ve kültürel yönden tehdit eden ‘öteki’ olarak tanımlanabilmektedir. Bu kişi ya da gruplar özellikle suç ve güvenlik söyleminin kurduğu çerçeveye yerleştirilmekte ya da, biz’i bozan, kirleten ötekiler konumundadırlar (Doğanay ve Keneş, 2016: 171). Yani yabancı konumunda olanlar haber metinlerinde hedef olarak gösterilir. Van Dijk (2000: 42) birisine ‘özgürlük savaşçısı’, ‘isyancı’ veya ‘terörist’ deyip demememizin böyle bir insan hakkındaki düşüncemize bağlı olan sözlüksel seçimimizle alakalı olduğunu ve böyle bir düşüncenin de ideolojik konumumuza ve o kişinin ait olduğu grup hakkındaki tutumlarımıza bağlı olduğunu söyler. Devran (2010: 133) da Van Dijk’ın analizine benzer şekilde, haberlerde kişilerin, kurumların veya eylemlerin belli sözcüklerle etiketlendiğini belirtir: Örneğin, özgürlük savunucusu, diktatör başbakan, kahraman Türk polisi, alçak teröristler, vatanperver şoför, namuslu vatandaş, işbirlikçi gazeteci, ajan provokatör.

Thompson (2008: 157), medya profesyonellerinin, önemsiz, kindar veya engelleyici olarak lanse ettiği kişi ve grupların muhalif gruplar olduğunu ifade eder. Kendisine karşı görüş sergileyen ötekiler hakkındaki olumsuz haberlerde olabildiğince arka plan bilgisi veren basın, bu yolla mevcut durumda da haksız olduklarına ilişkin bir kanaat oluşturmaktadır (Devran, 2010: 53). Oluşturulan bu kanaat, haberde olumlanan tarafla karşı taraf arasındaki ilişki düzeyinin genellikle dengesiz yani asimetrik olduğunun da göstergesidir. Çünkü medya kendisi hakkında olumsuz konularda arka plan bilgisi vermemektedir. Devran (2010: 131), haberde desteklenen tarafa olumlu ve pozitif çağrışımı olan kodlarla ve göreceli olarak daha

41 fazla yer verildiğini, karşı tarafın ise kimi zaman nötr kimi zaman ise negatif çağrışımı olan kodlarla sunulduğunu ifade eder.

Durna (2014: 160), hiçbir insanın birbirine benzemediği için bir topluluğun üyelerinin birbirinin aynısı olmadığını, fakat ötekinin kurulurken, öncelikle o gruba ait bir üyeye olumsuz bir nitelik yapıştırıldığını ve o olumsuz niteliğin grubun tüm üyelerine yayıldığını söyler. Şeker ve Şimşek (2011: 486), her ırka dair -toplumsal algı dâhilinde- bireylerin zihinlerinde stereotipik düşüncelerin mevcut olduğunu belirtir. Toplumdaki stereotipler (kalıp yargılar) ötekinin tanımlanmasında rol oynar. Birtakım değer yargıları benimseyen bireyler, karşıt grupları tanımlarken, ötekileştirmeyi meşru hale getirirler. Ötekileştirilen grubu oluşturanları tek tek birey olarak görmezler, tanımlamalarını grubun tamamına genellerler.

Şeker ve Şimşek (2011: 485) konuyu şu şekilde açıklar:

Bizin bakış açısına göre şekillenen ötekilerin birincil özelliği homojen olmalarıdır. Tek tek birey nezdinde sınıflanmayan ötekiler, karşıt bir grup olarak değerlendirilir ve toplu şekilde tanımlanırlar. Örneğin bir Türk için Japonlar ayırt edilemeyecek şekilde birbirinin aynıdır. Benzer şekilde Almanlar soğuk bir mizaca sahiptir. Ya da Batı perspektifinde düşünüldüğünde tüm Müslümanlar terör eylemlerine eğilimli, saldırgan ve geri kalmış insanlardır. Görüldüğü gibi tek bir isim altında toplanan –Müslümanlar, doğulular, zenciler vs gibi-ötekileştirilmiş grupların ayrı ayrı birey ve kimliklerden oluştuğu göz ardı edilmekte, bu gruplar kolektif bir kimlik ile özdeş hale gelmektedir.

Paul ve Elder (2006: 16) ise konuyu benzer şekilde, ülkeler açısından ele alır: Genel basın bütün dünyada kendi ülkelerinin dostlarına taraflı, ‘düşmanlarına ise önyargılıdır’. Bundan dolayı dost ülkelerde olup bitenleri mümkün olan en sıcak şekilde verir, yaptıkları olumsuz şeyleri arka plana atar ve olumlu şeyleri ön plana çıkartırlar. Düşmanları hakkında haber yaparken de tabii olarak karşıt tutum ve hareketlerde bulunulur. Düşmanların en iyi hareketlerinden söz eden haber yapmak kabul edilir bir şey değildir. Aynı zamanda, düşman hakkında yazılan olumsuz öyküler daima popülerdir ve düzenli olarak üretilip ortaya atılırlar.

42 Böyle bir durumda toplumda iktidar olanın ideolojisi veya devletin ideolojisi, milliyetçi söylemlerin oluşmasına da etki eder. Milli aidiyet ötekiliğin vurgulanması ile güçlenmektedir. Ötekileştirme ile ulusal kimliğin tanımlanması ve sahiplenilmesi kolaylaşır (Şeker ve Şimşek, 2011: 488). Milliyetçiliği ön plana çıkaran ötekileştirme pratikleri konusunda, Bora (2006: 67), millî tehditlere dikkat çeken, millî düşmanlar ve "vatan hainleri" icat eden milliyetçi karalama kampanyalarının, insan haklarının askıya alınmasının en kolay yolları olduğunu söyler.

Kültürel farklılıklar da ötekinin oluşturulmasında öne çıkan bir konudur. Bir toplumu diğerlerinden farklı kılan ve o topluma belirli bir kimlik atfeden milli kültür, kendi içinde birçok farklı kültürü de barındırmaktadır. Ve bu kültürler kimi zaman milli kültür ile uzlaşma içinde olmayabilir. Bu gibi durumlarda söz konusu alt kültürler, zengin kültür yelpazesinin ancak en uç kısmında ‘öteki’ olarak kendilerine bir yer edinebilmektedir (Şeker ve Şimşek, 2011: 487). Durna’ya (2014: 151-152) göre, ‘biz’ ve ‘öteki’ algısının oluşumunda ekonomik kaygıların da yeri vardır. Toplumsal alanda üretim aygıtlarını elinde bulunduranlar, diğerlerini öteki olarak tarif eder. Türkiye özelinde düşündüğümüz zaman ‘öteki’ olarak tarif edilen her kesimin çoğunlukla ekonomik olarak güçsüz olduğunu görürüz. Romanlar, Aleviler, Kürtler, Ermeniler, Rumlar, LGBT bireyler ve ateistler ekonomik olarak güçsüz oldukları için de bir anlamda ötekidirler.

43

Benzer Belgeler