• Sonuç bulunamadı

Enbiya Suresinin din eğitimi açısından değerlendirilmesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Enbiya Suresinin din eğitimi açısından değerlendirilmesi"

Copied!
121
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İLKÖĞRETİM DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENLİĞİ ANA BİLİM DALI

İLKÖĞRETİM DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENLİĞİ BİLİM DALI

ENBİYA SURESİNİN DİN EĞİTİMİ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

PROF. DR. ABDULLAH ÖZBEK

HAZIRLAYAN NİSA SUNAR

(2)

İÇİNDEKİLER

KISALTMALAR ... III ÖNSÖZ... IV

GİRİŞ ...1

1. Din Eğitimi Nedir? ...1

2. Din Eğitiminin Amacı Nedir?...3

I. BÖLÜM ...5

ENBİYA SURESİ’NİN GENEL MUHTEVASI ...5

1. İsmi...5

2. Konusu...5

3. Nüzul Sebebi...7

4. Önemi ...8

II. BÖLÜM...10

ENBİYA SURESİ’NDE İNSAN TİPLERİ ...10

A. Olumlu Tipler...10

1. Sabırlı ...10

2. Af Dileyen ...13

3. Akıllı ...14

4. Allah’la Sürekli İrtibatlı ...17

5. Dua Eden ...19 B. Olumsuz Tipler...23 1. Aceleci...23 2. Gururlu ve Kibirli ...26 3. Gâfil ...27 4. Taklitçi ...28 5. Zâlim ...30 6. İnatçı...32 7. Nankör...37 8. Vurdumduymaz ...39 9. Mücadeleci ...42

(3)

III. BÖLÜM ...44

ENBİYA SURESİ’NDE KULLANILAN EĞİTİM METOT VE İLKELERİ...44

A. Din Eğitiminde Metot Kavramı ...44

B. Enbiya Suresi’nde Kullanılan Eğitim Metotları...48

1. Tartışma Metodu...48

2. Soru-Cevap (İsticvab) Metodu ...50

3. Tekrar Metodu ...53

4. Muhatapla Ortak Noktayı Bulma Metodu...56

5. Gözlem Metodu ...58

6. Temsil Metodu...62

7. Kıssa Metodu...64

7.1. İlâhî Vahyi Ve Peygamberimizin Peygamberliğini İspat...69

7.2. Geçmişten Ders Alınmasını Sağlamak...72

7.3. Peygamberi Teselli Etmek ve Onun Gönlünü Takviye Etmek...75

8. Örnek Olma Metodu ...77

9. Terğîb ve Terhîb (Benimsetme-Soğutma) Metodu...81

C. Enbiya Suresi’nde Kullanılan Eğitim İlkeleri ...85

1. Muhataba Görelik İlkesi...86

2. Düşünme-Düşündürme İlkesi...89

3. Karşılığı Yalnızca Allah’tan Bekleme İlkesi...92

4. Tedrîc İlkesi...94 5. Hürriyet İlkesi...96 6. Bütünlük İlkesi ...99 SONUÇ...101 BİBLİYOGRAFYA ...103 EK………...………108

(4)

KISALTMALAR

age : Adı geçen eser

AÜİF : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Bkz. : Bakınız

c. : Cilt

çev. : Çeviren

H. : Hicrî

Hz. : Hazreti

KUBA : Kur’an Bilimleri Araştırma Vakfı

MEB : Milli Eğitim Bakanlığı

s. : Sayfa

tsz. : Tarihsiz

V. : Vefat Tarihi

(5)

ÖNSÖZ

Allah’ın kendisine muhatap kabul ettiği insan, hayatının her safhasında eğitime muhtaç bir varlıktır. Hem iyilik hem de kötülük yapmaya müsait olarak yaratılan bu varlık, daima bir rehbere ihtiyaç duyar. İnsanlık tarihi boyunca, çeşitli aralıklarla gönderilen peygamberlerin ortak amacı da, iyiye ve doğruya yönelme konusunda insana yardımcı olmaktır. Allah’ın elçilerinin tamamı, gönderildikleri topluma aynı mesajı vermişlerdir. Kitapları, kavimleri, dilleri farklı olsa da, hepsinin işlediği ana konu tevhid akidesidir.

Çalışmamızda Enbiya Suresi’ni ele almamızın nedeni, pek çok peygamberin kıssasını bir arada bulabilmemizdir. Bu sureyi, ötelere uzanan ve sonsuzluğa hazırlama eğitimi olan din eğitimi açısından bir değerlendirmeye ve incelemeye tabi tuttuk. Çünkü Kur’an’da Yüce Allah kendini “Rab” olarak tanıtıyor ve rasullerinin de birer eğitimci olduğuna vurgu yapıyor. Bu nedenle örnek alma konusunda peygamber öyküleri bizler için çok önemlidir.

Çalışmamız, Giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında Din Eğitimi hakkında kısa bir bilgi verilmektedir. I. Bölümde tezimizin konusu olan Enbiya Suresi tanıtılmakta, II. Bölümde ise bu surede tespit ettiğimiz olumlu ve olumsuz insan tipleri üzerinde durulmaktadır. Son bölüm olan III. Bölümde ise menfi özelliklere sahip olan insanı, olumlu özelliklere sahip bir hale getirebilmek için Enbiya Suresi’nde kullanılan eğitim metot ve ilkeleri üzerinde durulmaktadır. Ayrıca çalışmamızda, Kur’an’ın ayrılmaz bir bütün olduğu düşünülerek sadece Enbiya Suresi’ndeki ayetlerden değil, ilgili olduğu düşünülen farklı surelerden de faydalanılmıştır.

Söz konusu tezin hazırlanmasında emeği geçen Danışman Hocam Prof. Dr. Abdullah ÖZBEK’e sonsuz şükranlarımı sunmak istiyorum. Ayrıca çalışmalarım esnasında yardımlarını benden esirgemeyen aileme de teşekkürü bir borç bilirim.

NİSA SUNAR KONYA-2007

(6)

GİRİŞ

DİN EĞİTİMİ

1. Din Eğitimi Nedir?

Çalışmamızda Enbiya Suresi’ni din eğitimi açısından değerlendirdiğimiz için bu bölümde öncelikle “Din Eğitimi” ve “Din Eğitimi Bilimi”nin ne anlama geldiğini ifade etmeye çalışacağız.

İnsanlar, ilkçağlardan beri, yaratılışı ile ilgili sorulara verilmiş cevapları titizlikle korumuş ve bir sonraki çağa ulaştırmıştır. Bütün bunlar ancak müstakil bir çalışma alanı ile tespit edilir, değerlendirilir ve eğitim konusu yapılabilir. İşte bu çalışma alanı “Din Eğitimi Bilimi”dir.1

Eğitim, en geniş ve genel anlamıyla insanlarda sosyal hayata ve çağa uygun tutum ve davranış değişikliği sağlamaktır. Eğitimden beklenen üç esas, dünü tanıtma, bugünü kavratma ve yarına hazırlamadır.2 İslam anlayışında eğitim ise, insan fıtratı üzerine bina edilmektedir. Eğitim ilkeleri fıtratın niteliğine göre konmaktadır.3 Çünkü insanın tabiatı bir anlamda ne iyidir, ne de kötüdür; yalnızca birtakım imkânlarla donatılmıştır. Bu açıdan bakıldığında eğitim, insanda bulunan nötr duygulara, elverdiği ölçüde mükemmellik

1 Beyza Bilgin, Eğitim Bilimi ve Din Eğitimi, A.Ü.İ.F. Yay., Ankara, 1988, s.28.

2 Cahit Kavcar, Edebiyat ve Eğitim, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Yay., Ankara, 1982, s.1.

(7)

kazandırma faaliyetidir. Bu yaklaşımla, insanda bulunan ve gelişmeye müsait duyguların hiçbirisi ihmal ve israf edilmemiş olur.4

İnsan, yaratılışı itibariyle cahildir ve birtakım zaaflar taşımaktadır. Bu da eğitim ve öğretimi daha da zorunlu bir hale getirmektedir.5 İlk inen ayetlerde Allah’ın en çok “Rab” isminin kullanılması da, bunun insan açısından önemini ve fonksiyonel değerini vurgulamaktadır.6

En üst eğitici (Rab) Allah olduğuna göre insan psikolojisini de en iyi bilen odur. İnsan şahsiyetindeki temel özellikleri en iyi bilen yine onu yaratandır. İnsanı nelerin daha iyi motive ettiğini bilen de odur.7 “Andolsun ki insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vermek istediğini de biliriz, biz ona şah damarından daha yakınız.”8

Din Eğitimi Bilimi dinin mahiyetine uygun olarak insan varlığının bütünü ile ilgilenir. İnsanın hayatını, hayatın bütünlüğü içindeki yeri ile ele alır. İnsanla insan olarak ilgilenir. Allah sorusu dinin asıl sorusudur. Din Eğitimi Bilimi, bu soruyu bilinçli olarak sorar. Demek oluyor ki, Din Eğitimi Bilimi, Tanrı’yı insanın menşei, yeryüzündeki manası ve geleceği (kaderi) ile ilgili bir problem olarak öğretime müsait kılmaya çalışır. Bu amaçla metotlar arar ve geliştirir.9

4 Abdullah Özbek, “Din Eğitiminin Problemleri”, Din Eğitimi Araştırmaları Dergisi, Sayı 6, İstanbul, 1999, s.116.

5 Mehmet Şanver, Kur’an’da Tebliğ ve Eğitim Psikoloji, Pınar Yay., İstanbul, 2001, s.36. 6 Şanver, age., s.36; Alak, 96/1-5; Fatiha, 1/2; Müzzemmil, 73/9.10; Kalem, 68/6-8. 7 Bayraklı, age, s.111, 112.

8 Kâf, 50 / 16. 9 Bilgin, age, s.28.

(8)

Din eğitimi her şeyden önce bir kalp eğitimidir.10 Özellikle 21. yüzyılın eğitiminde birtakım değerlerin, insan eğitiminde yer alması son derece önemlidir. Bunların içinde dini değerler de vardır. Yani din de bu değerler sisteminin bir parçasıdır.11

“İnsan, inancından ibarettir. İnançlarımız yaşama anlam katan, yaşama yön veren ilkelerimizdir. İnançlarımız dünyayı algılamamızda ve anlamlandırmamızda adeta bir süzgeç vazifesi görürler. Güçlü bir inanca sahip olmak demek, eyleme geçebilmek ve dünyaya şekil vermek gücüne sahip olmak demektir.”12 Bu doğrulara dayanarak şunu söyleyebiliriz; din eğitimi ancak inanılan dinin eğitimi olarak mümkündür. Yani Müslüman için bu Müslümanlık eğitimidir. Çünkü din eğitimi ancak dini yorumlayarak verilebilir ve yorum ise doğruluğuna inanılan dinin Allah anlayışına dayalı olacaktır. Bu bakımdan yorumların tespiti için din eğitimi çok önemlidir.13 Ve ancak dinin ahlak kuralları için geliştirdiği yorumlar inanç boyutu ile birleştiğinde ahlak kuralları şekil ve slogandan kurtarılabilir. Böylece hizmet, sevgi, basiret iklimine geçiş sağlanabilir.14

2. Din Eğitiminin Amacı Nedir?

Din eğitimi ile hedeflenen, insanın fıtratındaki iyiye yönelme isteğinin önündeki engelleri ortadan kaldırmaktır. Bunu yaparken onun içsel isteklerinden doğan duygu ve enerjisini yok etme yerine üretime dönük ve yararlı olana doğru çevirme

10 Nurettin Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, Dergah Yay., İstanbul, 1998, s.156.

11 Ayla Oktay, “Değerlendirmeler”, Çocuk Gelişimi ve Eğitimi, Ensar Neşriyat, İstanbul, 1998, s.311.

12 Mualla Selçuk, “Gençlik Çağı ve İnanç Olgusu”, Gençlik Dönemi ve Eğitimi, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2000, s.340.

13 Bilgin, age, s.30. 14 Selçuk, age, s.344.

(9)

hedeflenmektedir.15 Bu esnada insanları, baktığını görür, anlar, fark eder, eleştirir, ardından ya kabul eder ya da reddeder bir hale getirmeye çalışır. Ayrıca “Onların kalpleri vardır ama anlamazlar, gözleri vardır ama görmezler, kulakları vardır ama işitmezler”16 ayetindeki ikazı dikkate alır.

Bugün eğitimden beklenen çift yönlü bir görev vardır. Birincisi, toplumun mevcut değer ölçülerini ve hukuk düzenini, yetişmekte olan nesle tanıtıp benimsetmek, diğeri de onları bu düzene itaatle birlikte, yeni değerler yaratmaya, benlik geliştirmeye ve topluma yeni seviyeler kazandırmak için çalışmaya yöneltmektir. Yani bir yandan itaat, diğer yandan özgürlük…17 Genel eğitimden beklenen bu esasların yanında, hem örgün hem de yaygın din eğitiminden gerçekleştirmesini beklediğimiz amaç, insanlara bir tercihi dayatmak değil, din hakkında doğru bilgiler vermek ve yapacakları tercihlerde onlara yardımcı olmaktır. Bu tercihin iman mı inkâr mı, tasdik mi küfür mü olacağına insanın kendisi karar verecektir.18 “De ki bu gerçek Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin.”19

15 Fatih Menderes Bilgili, Çocuğun Din Eğitimi ve Karşılaşılan Güçlükler, Beyan Yay., İstanbul, 2005, s.186.

16 A’raf, 7/179. 17 Bilgin, age, s.19. 18 Selçuk, age, s.335. 19 Kehf, 18/29.

(10)

I. BÖLÜM

ENBİYA SURESİ’NİN GENEL MUHTEVASI

1. İsmi

“Enbiya” kelimesi, “nebi” kelimesinin çoğuludur. “Nebî”, yüce mertebeye sahip kişi demektir. Kelimenin aslının “n-b-v” olması durumunda anlamı budur. Ama hemzeli olarak “n-b-e” den geliyorsa, haber veren anlamındadır.1

“Sure ismini hepsi de aynı temel gerçeği tebliğ etmiş olan önceki peygamberlerden bazılarına ilişkin mükerrer atıflardan almaktadır”.2

2. Konusu

Yüce Allah buraya kadar olan surelere kitap, hidayet, hamd, yaratma, Kur’an gibi konularla başlarken, bu sureye Hz. Peygamber’e ve ona gelen vahye gösterilen tepkiyle başlamıştır. Bu bakımdan Enbiya Suresi’nin girişi öncekilere nispetle farklılık göstermektedir.3 Surede müşriklerin bir insanın peygamber olamayacağı, bu nedenle de Hz. Muhammed’i peygamber olarak kabul edemeyecekleri konusundaki itirazları reddediliyor. Kur’an’a ve Peygambere karşı yönelttikleri birbirine karşıt ve çok çeşitli itirazlar nedeniyle müşrikler sorguya çekiliyor. Ayrıca onların hayat hakkındaki yanlış

1 M. Sait Şimşek, Kur’an’ın Ana Konuları, Beyan Yay., Konya, 1999, s.93.

2 Muhammed Esed, Kur’an Mesajı (meâl-tefsir) çev. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İşaret Yay., İstanbul, 1999, c.2, s.645.

(11)

fikirlerinin asılsız olduğu ortaya konuyor. Onlar, hayatın sadece bir oyun ve eğlence olduğuna, bunun ötesinde ve öncesinde hiçbir amacın olmadığına inanıyorlardı.4

Surede Allah rasullerinin, Allah dostlarının insanlığın dünya ve ahiret mutluluğunu sağlayabilmek için uğradıkları zulümleri, katlandıkları fedakârlıkları görüyoruz. Onlar, tüm bunlara karşılık ücretlerini de yalnızca Allah’tan beklemektedirler. “İnsanları Allah’ın yoluna getirememeden dolayı kalplerinde Allah’a karşı bir sorumluluk ve hüzün vardır. Sure bu mübarek insanları, verdikleri uğraşıyı ve olayları anlatırken, tüm insanlığa sonsuza dek geçerli olacak mesajları ulaştırır. Peygamberlerine uymayanların akıbetlerini de kıyamet ve diriliş sahneleriyle anlatır. Böylece, sonucu başından belli olan karşı gelmelere şimdiden bir tedbir olsun ve insanlar doğru yolda yürüsünler ister.”5 Surenin içeriğinden anladığımız kadarıyla, müşriklerle peygamber arasındaki çatışmanın en büyük sebebi onların şirkte ısrar etmesi ve tevhid akidesine karşı çıkmalarıydı. Bu nedenle surede şirk reddedilmekte ve tevhid güçlü ve etkili delilerle desteklenmektedir.6

Kur’an’ın bütününe baktığımızda şunu görüyoruz: Allah bütün peygamberleri bir “ümmet” 7 olarak mütalaa ediyor ve bu uzun zincirin halkalarını tek bir halka olarak gözler önüne seriyor. “Enbiya Suresi’nde de peygamberler halkasından bahsederken bir nebze İbrahim Peygamberin kıssasına, bir nebze Davud Peygamber’e; Süleyman Peygamberin

4 Ebu’l Âlâ Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yay., 2. Baskı, İstanbul, 1996, c.3, s.291, 292.

5 Abdullah Parlıyan, Özlü Tefsir, Damla Ofset, tsz, s.321. 6 Mevdudi, age, s.291, 292.

7Ümmet: Millet, cemaat, çeşitli hayırları üzerinde toplayan adam veya çeşitli hayırları kendinde toplayan önder kişi, imam, önder, kendisine uyulan kimse. Bkz. Arif Erkan, Arapça-Türkçe Büyük Sözlük, Yasin Yayınevi, İstanbul, 2004, c.1, s. 431.

(12)

kıssasına temasla Nuh, Musa, Harun, Lût, İsmail, İdris, Zülkifl, Zinnun, Zekeriyya, Yahya ve İsa’ nın kıssalarına işaret ediyor”.8

Kur’an’da 112 ayetiyle 21. sırada bulunan Enbiya Suresi, adından da anlaşılacağı gibi pek çok peygamberin anlatıldığı bir suredir. Bu surede peygamberlerin Allah’ın yardımı sayesinde vazifelerini yaptıkları anlatılır. Sonuç itibariyle denilebilir ki, Allah’tan bağımsız bir kariyer ve başarı planlaması yapılamaz.

3. Nüzul Sebebi

Nüzul sebebi, bir surenin ya da ayetin indiriliş nedenidir. Ayetlerin nüzul sebebini bilmek, onları daha iyi anlamamızı sağlar. Ayrıca hangi şartlarda, nasıl bir ortamda geldiğini bildiğimiz ayetleri hayatımıza uyarlamak çok daha anlamlı ve kolay olacaktır.

Enbiya Suresi Mekke Dönemi’nin sonunda indirilmiş olup peygamberlere bildirilen vahyin ortak yönleri üzerinde durur.9

Enbiya Suresi’nin oldukça önemli bir kısmında geçmiş ümmetlere gelen peygamberlerden bahsedilmektedir. Bu davet elçilerinin her birinin hikâyesi ve bu hikâyelerin bize anlatılış nedeni farklıdır. İleride kıssa metodunda bu konu ayrıntılı işleneceğinden, burada ayetlerin nüzul sebepleri üzerinde detaylı olarak durulmayacaktır. Ancak peygamber kıssalarının dışında bildiğimiz birkaç ayetin nüzul sebebini aktarmakta fayda görüyoruz.

Kâtâde’den rivayet olunduğuna göre, Mekke halkı Hz. Peygamber’e şöyle bir teklifte bulunur: “Eğer söylediklerin hak ise ve sana iman etmemiz de seni sevindirecekse, bize şu Safa’yı altına çeviriver”. Bu sırada Cibril, Hz. Peygamber’e inerek ona “Ey Muhammed! Dilersen Rabbin sana kavminin istediği mucizeyi verecek. Ancak mucizeden

8 Seyyid Kutub, Fîzılâl-îl-Kur’an, Merve Yay., İstanbul, tsz, c.10, s.10. 9 Şaban Piriş, Kur’an-ı Kerim Türkçe Anlamı, Okyanus Yay., Kayseri, s.150.

(13)

sonra yine de iman etmezlerse onlara hiçbir şekilde mühlet verilmeyecek ve hemen helak olacaklar” dedi. Bunun üzerine suremizin “Onlardan önce helak ettiğimiz hiçbir belde halkı iman etmedi. Şimdi onlar mı iman edecekler?” şeklindeki 6. ayeti nazil oldu.10

Nüzul sebebini bildiğimiz bir diğer ayet de “Bir de biz senden önce hiç kimseye ölümsüzlük vermedik. Sen öleceksin de, onlar bâki mi kalacak?” mealindeki 34. ayettir.

Kurtûbî (H.V.671) şöyle der: Müşrikler Hz. Peygamber’in nübüvvetini reddederek, “O, şairin biridir, her an onun ölmesini bekliyoruz. Ondan önceki şairlerin öldükleri gibi o da bakarsınız yarın ölüp gider.” demişlerdi. Ayrıca İbn Cüreyc’ten gelen rivayete göre Hz. Peygamber’e öleceği haber verilince o, “Ey Rabbim! Ben ölünce ümmetime kim bakacak?” diye sordu. Bunun üzerine bu ayet indi.11

4. Önemi

Ayetlerinin büyük kısmında geçmiş peygamberlerin öyküleri ve Allah’a olan bağlılıkları anlatıldığı için peygamberler anlamındaki “Enbiya” adı ile anılan surede, Hz. Peygamber’i küçümseyen inkârcılar, yaptıkları kötü işler yüzünden şiddetle kınanır. Allah’ın birliğine, çocuk edinmekten uzak olduğuna, peygamberlerin insanlar arasından seçilmesi gerektiğine dair kanıtlar sunulur. Allah’a kulluk ile meşgul olan melekler övülür ve ibret için gözler Allah’ın göklerdeki ve yerdeki kudret sahnelerine çevrilir, yine ibret için bazı peygamberlerin öykülerinden kesitler sunulur. Peygamberlerin görev ve amaçları anlatılır.12

10 Abdulfettah el-Kâdi, Esbâb-ı Nüzûl, çev. Salih Akdemir, Fecr Yay., Ankara, 1996, s.256.

11 Kâdi, age, s.257.

(14)

Birçok peygamberden bahsedilen surede, peygamberlerin kıssaları, tüm ilahi mesajların ve insanın dini tecrübesinin özündeki birliği ve sürekliliği yansıtmak amacına matuftur.13

(15)

II. BÖLÜM

ENBİYA SURESİ’NDE İNSAN TİPLERİ

A. Olumlu Tipler

1. Sabırlı

“Sabır” kelimesi “sa-be-ra” fiilinden mastardır. Bu fiil, “kendini bir şeyden alıkoymak”, “kaçınmak”, “hapsetmek”, “tutmak” anlamlarına gelir. İsim olarak “sabır” ise, acı, yoksulluk, haksızlık gibi üzücü durumlar karşısında ses çıkarmadan, onların geçmesini bekleme erdemi, dayançtır. 1

Kur’an’ın yetmiş kadar ayetinde sabırdan bahsedilmiş, o övülmüş; sabrın, hayır ve faziletleri kazanmanın vesilesi olduğu bildirilmiştir. Ayrıca sabredenlere sevaplar ve dereceler vaat edilmiştir.2 “Onlar sabredip ayetlerimize yakîn derecesinde iman edince, kendisini imam ve önder tayin ettik.”3 Sabır göstermek oldukça zor bir iş olduğu ve nefse ağır geldiği için mükâfatı da o oranda büyük olacaktır. “Asra yemin olsun ki insan ziyandadır. İman edip sâlih amel işleyenler, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.”4

İnsan yaratılışı gereği, başına gelen herhangi bir darlık, sıkıntı, musibet gibi şeylerden ötürü acelecilik göstererek ani tepkiler verir. İşte sabır, insana bir başka felaketi getirmesi muhtemel olan aceleciliğe karşı alınmış bir önlemdir.5

1 Arif Erkan, Arapça-Türkçe Büyük Sözlük, Yasin Yayınevi, İstanbul, 2004, c.1, s.1503. 2 İmam Gazâlî, İhyâ’u Ulûmid’ dîn, Hikmet Neşriyat, İstanbul, 2004, c.4, s.86.

3 Secde, 32/24. 4 Asr, 103/1-3.

(16)

İnsanlar, hayatlarının her döneminde imtihana tabidirler. İbadetin ve inancın mükellefiyetleri de birer imtihandır. Nitekim bunlar bir emanettir ve ancak onu kaldırabilecek, bu sorumluluğu yüklenebilecek emin ellere teslim edilebilirler. Bunun içindir ki kulluk edenler, imtihanlarda başarı göstermek ve denemelerde başarılı olmak için sabretmelidirler.6 Bu sabrı, ancak iradesi güçlü olan Müslümanlar sergileyebilir. Böyle insanlar hayattan yılmaz, güçlük ve zorluklardan kaçmaz, onlara karşı hep dimdik ayakta dururlar. Bu nedenle bütün başarılar güçlü iradenin ürünüdür.7

“Bir imtihan olarak size iyilik ve kötülük veririz.”8 ayetinden anladığımıza göre, iyilik ve rahatlık hali de biz insanlar için bir imtihan vesilesidir. Zorluklara, meşakkatlere, fakirliklere, sıkıntılara sabreden insan çoğu kez refah içindeyken günah işlememeye karşı sabredemez. Bunun için birçokları sıkıntılı safhaları başarıyla geçerken, rahatlık merhalelerinde tıkanır kalır.9

Sabrın diğer bir çeşidi de musibetlere karşı gösterilenidir. Allah’ın affından umudunu kesmeyen inançlı insan, imtihan amacıyla dünyada musibetlerle sürekli karşılaşabileceğinin farkındadır.10 Her konuda bize en güzel şekilde örnek olan peygamberler, sabır konusunda da yegâne örneklerimizdir. “İsmail, İdris ve Zülkifl de hepsi sabredenlerdendi.”11 ayetinde de bu üç peygamber bize örnek gösterilmektedir.

6 Seyyid Kutub, Fîzılâl-îl-Kur’an, Merve Yay., İstanbul, tsz, c.10, s.163.

7 H. Emin Sert, Kur’an’da İnsan Tipleri ve Davranışları, Bilge Yay., İstanbul, 2004, s.74. 8 Enbiya, 21/35.

9. Kutub, age, s.129.

10 M. Mahmut Hicazî, Furkan Tefsiri, çev. Mehmet Keskin, İlim Yay., İstanbul, 1989, s.100.

(17)

Zikredilen bu peygamberlerin ortak özellikleri sabırlı olmalarıdır. Bu nedenle Allah’ın rahmetine kabul edilmişlerdir.12

İnsanlığa gönderilen peygamberlerin tamamının hayatında pek çok sabır örneği bulmak mümkündür. Ancak İslamî literatürde Hz. Eyyûb, başına gelen bütün musibetlere rağmen şikâyet etmeyen, bu nedenle de Kur’an’da sabır timsali olarak bilinen bir peygamberdir.13 Hz. Eyyûb, sabrının bir gereği olarak başına gelen sıkıntıya isyan etmez; bilakis Allah’a, “sen merhametlilerin en merhametlisisin”, diyerek dua eder. Nitekim sabretme esnasında kişiye en kuvvetli destek, edilen dualardır. “Umarak, korkarak bize dua ederlerdi.”14 Yani inanan insan rahat ve bolluk zamanlarında da, darlık ve sıkıntı halinde de yaratıcısına sığınır ve ona niyaz eder.15

Sabırla ilgili hayatından ders almamız gereken bir diğer peygamber de Hz. Yunus’tur. Yüce Allah’ın Peygamberimize, Hz. Yunus’u kastederek, “O balık sahibi

gibi olma”16 demesi ve bu konuda Hz. Eyyûb’u örnek göstermesi de manidardır. Hz. Yunus, kavminin tavırları karşısında ümidini yitirmiş, onlara kızmış ve onları terk

etmiştir. Ancak bu kaçış sonuçsuz kalmamış, Allah tarafından cezalandırılmıştır. Çünkü İslam davetçisi olan kimselerin muhatabı kendisine inanmasa bile onu bırakıp kaçma gibi bir durumu olamaz. Ancak, sabredemediği için hata işlediğini anlayan Hz.Yunus bunu fark edip tekrar yaratıcısına dönmüş, hatasını itiraf etmiş ve af dilemiştir. Çünkü karanlıklar içinde kalan insan bunu fark edip Allah’ı tesbih ve hatasına tövbe ederse kurtuluş kapısını

12 Bayraktar Bayraklı, Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yay., İstanbul, 2004, c.12, s.503.

13 Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., Ankara, 2006, c.3, s.695.

14 Enbiya, 21/90.

15 İmam Kurtubî, El-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’an, çev. Beşir Eryarsoy, Buruc Yay., İstanbul, 2000, c.11, s.562.

(18)

aralamaktadır. Onun tesbihi ve tövbesi Allah’ın yardımını, merhametini, rahmetini ve lütfunu harekete geçirecektir.17

“Hz. Yunus örneğinde açıkça görüyoruz ki toplumun değişimi için beklenti içinde olmak gerekmektedir. Çünkü insanlarda inanç ve davranış değişikliğini oluşturmak veya onların kendilerinin oluşturması uzun zaman alabilir. Bunun için eğitimciler hem olumlu yönde bir beklenti içinde olmalı, hem de sabretmelidirler. Sosyal değişim, çok zor olup çok zaman aldığından hem toplumu yönetenler hem de eğitimciler sabırlı olmak zorundadırlar.”18

2. Af Dileyen

Hatasız kul olmayacağının şuurunda olan Müslüman hata yapmaktan azami ölçüde çekindiği halde, herhangi bir hata yapacak olursa, bu hatada ısrar etmez. Eğer Allah’ın hükümlerine riayetsizlik gibi bir kusur işlediyse tövbe eder, kula karşı bir hata işlediyse özür dilemesini bilir. Bir günah işlediğinde hemen tövbe ederek günahlardan arınmanın çarelerini arar.19 Nitekim tövbe eden kimselerin hatalarının iyiliklere çevrileceği haber verilmektedir.20

Bir hata işleyip bunda ısrarkar olmayarak geri adım atmak, bir peygamber davranışıdır. Nitekim Hz. Yunus’un balığın karnındayken yaptığı şu itiraf dolu dua önemlidir. “Senden başka ilah yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben, zulmedenlerden oldum.”21 Bu itiraf dolu dua elbette reddedilmez. Çünkü Allah bizim kendisine içtenlikle

17 Bayraklı, age, s.509. 18 Bayraklı, age, s.509. 19 Sert, age, s.187. 20 Furkan, 25/70. 21 Enbiya, 21/87.

(19)

dua etmemizi istemektedir. “Rasulüm de ki, kulluk ve yalvarmanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin?”22 Bu ayetten, değerli olmanın, hatadan dönmek ve dua etmekle kazanılacağını öğreniyoruz. Hz. Yunus da eğer pişman olup hatasından geri adım atmasaydı, tekrar dirilme gününe kadar o karanlıklar içinde kalacaktı.23

3. Akıllı

Akıl insanın en muazzam güçlerinden ve Allah’ın insana bahşettiği en büyük nimetlerden biridir. “(Ya Muhammed) de ki, O Allah sizi yaratan, size kulaklar, gözler, kalpler verendir. Siz ne az şükredersiniz”24 mealindeki ayet bu hususu belirtmektedir.25 Akıl etme ise zihnî bir eylemdir ve “gerçeklerle bağlantı kurmak”, “gerçekleri kavramak” anlamlarına gelir. Öyle ki bu anlamlar akıl kelimesinin geçtiği ayetlerle de tutarlı görülmektedir.26

Yüce Allah, insanların üzerinde düşünmesi, kafa yorup anlaması ve iyice kavrayıp korunması, doğruları olduğu gibi hayata uygulayabilmesi için insan aklını devamlı olarak uyarmaktadır.27 “Size de içinde sizin için uyarıların yer aldığı bir kitap indirdik. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?”28 derken Kur’an, doğru ile yanlışı ayırmakta ve yüce

22 Furkan, 25/77. 23 Saffat, 37/143-144. 24 Mülk, 67/23.

25 Mustafa Öcal, Din Eğitimi ve Öğretiminde Metotlar, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara, 1990, s.140.

26 Muhiddin Okumuşlar, Fıtrattan Dine, Yediveren Yay., Konya, 2002, s.101.

27 Muhammed Kutub, İslam’da Eğitim Metodu, çev. Durmuş Ali Kayapınar, Ankara, tsz, s.163.

(20)

ahlâkî değerler ortaya koymaktadır. O halde neden bu kadar kolay anlaşılır bir şeyi kavramak için kafanızı kullanmıyorsunuz? demek istemiştir.

“Pek çok ayette Kur’an insanları düşünmeye çağırdığı gibi, akıl etmeye de davet etmektedir. İnsan öncelikle düşünmeli, sonra da düşünceler ve gerçeklerle bağlantı kurmalıdır. Şu halde düşünmek tek başına yeterli değildir. İnsanın düşündüklerini mantıksal boyutta değerlendirmesi, akıl etmesi gerekir ki bilgiye ulaşsın.”29

“İslam insan aklını, altından kalkamayacağı ağır yükleri taşımaya davet etmez. Ancak ona daimî surette ruhun parlak meşalesinden yolunu aydınlatacak bir aydınlık ve bir parıltı verir. Onu daima iman nuru ile besler.”30

Akıl, olaylara ibret nazarıyla bakmak ve onlardan ders çıkarmak için insana verilmiş bir nimettir aslında. Her fırsatta dikkatleri tabiî delillere yönelten Allah da, akıl mekanizmasını devreye sokmaya çalışmaktadır. “Gerçekten, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde (ve uzayıp kısalmasında) temiz akıl sahipleri için elbette ibret verici deliller vardır. Onlar, (o salim akıl sahipleri öyle insanlardır ki) ayakta iken, otururken, yanları üstünde yatarken, hep Allah’ı hatırlayıp anarlar ve göklerin, yerin yaratılışı hakkında inceden inceye düşünürler (ve şöyle derler), “Ey Rabbimiz, sen bunları boşuna yaratmadın. Sen bundan pâk ve münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru.”31

Ancak elbette kâinatın kendisinin ibret olabilmesi için akılların kullanılması gerekir. “Geceyi, gündüzü, güneşi, ayı sizin hizmetinize o râm etti. Yıldızlar da onun emrine boyun eğmişlerdir. Bunların her birinde, aklını kullanacak bir zümre için elbette

29 Okumuşlar, age, s.102. 30 M. Kutub, age, s.167. 31 Âl-i İmran, 3/190-191.

(21)

pek çok alâmetler vardır.”32 Bu alâmetler, Allah’ın varlığını ve özelliklerini göstermek üzere cihanda yaratmış olduğu işaretlerdir. İnsanın, karşısında tefekküre dalması gereken mucizelerdir. Dört bir yandan insanın önüne sunulan belirtilerdir.”33

Yüce Allah bu dünyayı insanoğlu için nimetler ve sırlarla donatmıştır. Bu nimetler gözler önünde cereyan edip gitmektedir. Mesela insanın hayata ilk kez ulaşması en büyük mucizedir. Aslında insan gece gündüz her an yenilenen hayat mucizesiyle karşı karşıyadır. Fakat ilk hayat mucizesinin engin sırrı bile hâlâ insanın aklını hayretlere düşürmekte ve mahiyetini kavramaktan aciz bırakmaktadır.34

Akılları harekete geçirip, çalışır duruma getirmek için bazen insanların tabularını yıkmak gerekir. Bu yöntemi kavminin dokunulmaz birer tanrı olarak gördüğü putları yerle bir eden Hz. İbrahim’de görüyoruz. “Yazıklar olsun size ve Allah’tan başka kulluk ettiklerinize, hiç aklınızı kullanmayacak mısınız?”35 derken Hz.İbrahim ’in paslanmış zihinleri yeniden çalıştırma gayretine şahit oluyoruz.

Putların pasif, âtıl ve her şeyden aciz taşlar olduğunu ve böyle şeylerin ilah olamayacağını belki de Hz. İbrahim’in telkiniyle ilk defa düşünen kavmi, bir an gerçeği yakalamaya doğru yönelmişse de, sonra yeniden, belki de birbirleriyle görüşme fırsatı bulup etkilenmeleri sonucu, eski kafalarına döndürülmüşler, geleneksel inançlarından vazgeçmemişler ve eski mantıksız inançlarına devam eder hale gelmişlerdir.36 “Böyle davranan bir kavme Hz. İbrahim, bu sorusunu çoğul olarak sormuştur. Onun bu

32 Nahl, 16/12.

33 M. Kutub, age, s.78. 34 Gülçür, age, s.25. 35 Enbiya, 21/67.

36 Mehmet Şanver, Kur’an’da Tebliğ ve Eğitim Psikolojisi, Pınar Yay., İstanbul, 2001, s.134.

(22)

sorusundan, toplumsal aklı harekete geçirmek istediği sonucunu çıkartıyoruz. Demek ki, şirkin olduğu yerde akıl yoktur, aklın faaliyeti devre dışı kalmıştır. Çünkü ancak akıl çalışınca fayda ve zararın kimden geldiği anlaşılacaktır. Bu sözüyle Hz. İbrahim, tevhid inancının altında, aklın ve düşüncenin olduğunu vurgulamıştır.”37

4. Allah’la Sürekli İrtibatlı

“Tesbih” kelimesi, “yüzmek” anlamına gelen “se-be-ha” fiilinden geldiğinden, manası da bu anlamla ilişkilidir. Allah’ı tesbih etmek, yapılan her türlü işin Allah tarafına geçiş yapmasını sağlamaktır. Yani her işin Allah için yapılmasıdır. Böylece kişi her an yaratıcısıyla irtibatlı bir hale gelir.

“Göklerde ve yerde kim varsa Allah’a aittir. Onun katında bulunanlar, ona kulluk etmekten büyüklenmezler ve usanmazlar. Gece gündüz hiç durmadan onu tesbih ederler.38 Bu ayetlerde meleklerden bahsedilmektedir. Onların gece ve gündüz sürekli Allah’ı zikrettikleri anlatılır ve bunun onlara zor gelmediğinden bahsedilir. Nasıl ki herhangi bir meşguliyet bizi nefes almaktan alıkoymuyorsa, hiçbir iş de melekleri Allah’ın zikrinden alıkoyamaz.

Allah’ı tesbih etmekle ilgili bu ayetteki ifadelerin meleklere işaret ettiğini söyleyenlerin yanı sıra, “onun yanında yer alanlar, onun tarafını tutanlar” ifadesini yalnızca melekler için değil, aynı zamanda Allah’a karşı sorumluluk duyan ve bütün varlığıyla ona boyun eğen insanları da içine alacak şekilde geniş anlamıyla ele alanlar vardır. Nitekim, varlıkların onun yanında olmaları, ona mekanca yakın olduklarını değil, onun öngördüğü yolu tutmuş bulunduklarını ve dolayısıyla onun nezdinde kazandıkları manevi değeri ve

37 Bayraklı, age, s.477. 38 Enbiya, 21/19-20.

(23)

itibarı dile getiren mecazi bir anlam taşımaktadır. Çünkü Allah, zaman ve mekanın ötesindedir.39

“Gece ve gündüz hiç durmadan onu tesbih ederler.”40 ayetinin bize anlattığı bir diğer husus da mevkilerinin büyük olmasına rağmen meleklerin Allah’a itaat edip ondan korkmalarına kıyasla, insanların da bunca zayıflıklarına karşılık Allah’a mutlaka itaat etmeleri gerektiği gerçeğidir.41 Aslında insanlar da ayette zikredilenler gibi hayatlarının tümünü ibadete verip, melekleri taklit ederek tesbihle geçirebilirler. “Ama İslam, kişinin Allah’a yöneldiği müddetçe her hareketini ve her soluğunu ibadet olarak kabul eder. Allah’a müteveccih bulunduğu müddetçe, hayatın nimetlerinden istifade yoluyla eğlenecek bile olsa ibadet mertebesine erer.42 Zaten Allah’a inancı ve bağlılığı simgeleyen bütün doğru davranışlar ibadet olarak isimlendirilir.”43

Tesbih etme faaliyeti, dini bir ömre yayma ve her solukta bunu ispat etmedir. Bu özellik de sadece Müslümanlara aittir. “Onlar ayakta iken, otururken, yanları üstüne yatarken, Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler. Rabbimiz, sen boşuna yaratmadın derler.”44 Mü’min insanın, inandığı için bütün amelleri, gayretleri, çabaları olumlu manada kayıt altına alındığından en küçük bir ameli bile önemsiz görmemeli45 ve melekleri örnek alarak bütün bir hayatı inandığını yaşayarak geçirmelidir.

39 Muhammed Esed, Kur’an Mesajı (meal-tefsir) çev. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İşaret Yay., İstanbul, 1999, c.2, s.649 (23.dipnot).

40 Enbiya, 21/20.

41 Fahruddin er-Râzî, Tefsir-i Kebîr, Akçağ Yay., Ankara, 1993, c.16, s.105. 42 S. Kutub, age, s.119.

43 Esma Sayın Ekerim, Namaz ve Karakter Gelişimi, İnsan Yay., İstanbul, 2006, s.12. 44 Âl-i İmran, 3/191.

(24)

5. Dua Eden

“Dua”, Arapça bir kelime olup, “çağırmak”, “yardım talep etmek”, “Allah’a yalvarmak”, “ondan dilekte bulunmak” manalarına gelir.46

Dua, kulun Allah’a sığınma ve yakarışını, Allah’ın yüceliği karşısında güçsüzlüğünü itiraf etmesini, sevgi ve saygı duyguları içerisinde lütfunu, yardımını ve affını dilemesini ifade eder. İnsan ihtiyacı olan herhangi bir şeyi elde etmeye istekli olmasına rağmen, ona ulaşmada aciz, güçsüz ve yetersiz olduğunu; Rabbinin ise duasını işiteceğini ve dilerse ihtiyacını gidereceğini bilir.47 “Ey insanlar! Allah’a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye layık olan ise yalnızca o dur.”48

Dua etmek, inanan insanda bulunması gerekli olan özelliklerden biridir. Çünkü Allah, kendisine iman eden kullarına değer vermektedir. Bu değerin ölçüsü de bizim yaptığımız dualardır. “Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin ki?” 49

İhtiyacımız olan her alanda imdadımıza yetişen ve bizi bilgilendiren Yüce Allah, duanın adabı ve ehemmiyeti hususunda da bize bilgiler sunuyor. Özellikle Allah katında makbul olan peygamber dualarından örnekler veriyor. Hz. Adem ve Havva’nın duası, “Ey Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve merhamet etmezsen elbette büyük ziyana uğrayanlardan olacağız.”50 Hz. İbrahim’in duası, “Rabbim, beni namazı dosdoğru, mükemmel şekilde kılan bir insan yap. Zürriyetimden de böyle insanlar yarat. Ey Rabbimiz, dualarımızı kabul et. Rabbimiz, kıyametin kopacağı günde beni, ana ve

46 Mevlüt Sarı, Arapça-Türkçe Lûgat, Bahar Yay., İstanbul, 1982, s.495.

47 Selman Ünlü, Bir Kutsî Dilekçe Dua, Rehber Yay., 4. Baskı, İstanbul, 2006, s.12. 48 Fâtır, 35/15.

49 Furkan, 25/77. 50 A’râf, 7/23.

(25)

babamı ve mü’minleri bağışla.”51 Ayrıca Bakara Suresi 128. ayette de Hz. İbrahim ’in şu duasına şahit oluyoruz: “Rabbimiz, bizi sana teslim olan iki kul ve soyumuzdan da sana teslim olan bir ümmet çıkar. Bize ibadet yollarımızı göster ve tövbelerimizi kabul et, zira tövbeleri kabul edip bağışlayan ancak sensin.” Neticede Hz. İbrahim’in duası da kabul edilmiş ve onun soyundan Hz. Peygamber gelmiştir. Onun duasının bizim için dikkat çekici ve en önemli tarafı, duasında çocuklar ve soyundan gelecekler için Allah’a yalvarıyor olmasıdır. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz, çocuklarımızın iyi birer insan olmasında bizim onlara verdiğimiz eğitim elbette önemli ve fonksiyoneldir. Ancak bu konuda asıl güç Yüce Allah’ındır. Eğer o dilerse çocuklarımız iyi olacaktır. Bu nedenle ancak Allah’ın takdiri, müdahalesi ve lütfu ile çocuklarımızın iyi olacağının farkına varıp, onlar için Allah’a dua etmeliyiz.

Makbul olan dualardan biri de Hz. Yusuf’un duasıdır. “Rabbim! Bana güç verdin, rüyaların yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünya ve ahirette velim sensin; benim canımı Müslüman olarak al ve beni salihler arasına kat.52

Zürriyeti için Allah’a yalvaran peygamberlerden biri de Hz. Zekeriyya’dır. Onun şu duası çok anlamlıdır: “Rabbim bana kendi katından, tertemiz ve mübarek bir zürriyet ihsan et. Şüphe yok ki sen duaları işitensin.”53

Müslümanlar, Kur’an’ın her bir ayetini sanki bugün kendisine iniyormuş gibi okumalı ve anlamalıdır. Dua konusundaki ayetleri de aynı şekilde değerlendirmeli ve peygamberleri rehber, onların dualarını da örnek olarak kabul etmelidir. Kur’an’a bu nazarla bakıldığında, sabır timsali olarak tanıtılan Hz. Eyyûb’ un hastalığı sonrasında

51 İbrahim, 14/40-41. 52 Yusuf, 12/101. 53 Âli-İmran, 3/38.

(26)

yaptığı şu dua görülmektedir.“Ey Rabbim bu dert bana dokundu, sen merhametlilerin en merhametlisisin.”54

Hz. Eyyûb, içinde bulunduğu sıkıntılara rağmen -beni sıhhatime kavuştur, benden bu belayı gider- demiyor; önce Allah’ın merhametine sığınıyor. Çünkü Allah’ın merhameti olmasaydı şifa da olmayacaktı. Şifa, ilâhî merhametin gereği olarak gerçekleşmektedir.55

Kur’an’da, burada zikredemediğimiz daha pek çok peygamberin duasına şahit oluyoruz. Dua etmek isteyen, ancak nasıl edeceğini bilmeyen Müslümanlara bu dualar birer örnek niteliğindedir. Peygamber dualarının dışında Yüce Allah, Hz. Muhammed’e hitaben, “de” diye başlayan pek çok ayette bizlere nasıl dua edileceğini, bizzat Hz. Peygamberin ağzından öğretmektedir.56

Dua etme ihtiyacı insanda yaratılışından itibaren vardır. Üstün bir varlığa inanan ve inandığı yüce yaratıcının her şeye güç yetiren olduğunu bilen insan, her anında Rabbine dua halindedir. Fatiha Suresi gibi muhteşem bir duayla açılan Kur’an, pek çok yerde bize dua etmeyi tavsiye etmektedir. Elbette edilen dualar boşa değildir, Allah katında değerlendirilecektir. “Onun duasını kabul ettik, onu üzüntüden kurtardık. İşte mü’minleri böyle kurtarırız.”57

Enbiya Suresi’nde anlatılan ve bizim de burada zikrettiğimiz olumlu insanda bulunması gereken özellikleri üzerinde taşıyan insan, Allah tarafından yeryüzüne varis kılınacaktır. “Zikir (Tevrat)’ den sonra Zebur’da da yeryüzüne salih kullarımın mirasçı

54 Enbiya, 21/83. 55 Bayraklı, age, s.500.

56 Tâhâ, 20/114; Mü’minûn, 23/97-98, 118. 57 Enbiya, 21/88.

(27)

olacağını yazmıştık.”58 Peki kimdir bu salih kullar? Enbiya Suresi’ni kaynak kabul ederek, bu kimseleri şöyle sıralayabiliriz:

1. Allah’a sürekli kulluk edenler ve bundan usanmayanlar.59 2. Allah korkusundan titreyenler.60

3. Görmedikleri halde Rablerinden korkanlar ve kıyamet saatinden de sakınanlar.61

4. Dürüst kimseler.62

5. Sadece Allah’a kulluk edenler.63 6. Dua edenler.64

7. Sabredenler.65

8. Pişman olup hatasını itiraf edenler66

58 Enbiya, 21/105. 59 Enbiya, 21/19. 60 Enbiya, 21/28. 61 Enbiya, 21/49. 62 Enbiya, 21/72. 63 Enbiya, 21/73. 64 Enbiya, 21/76. 65 Enbiya, 21/85. 66 Enbiya, 21/87.

(28)

9. Hayırlarda yarışanlar.67 10. Irzını koruyanlar.68

Yüce Allah, bizden istediği kişilik özelliklerini böylece sıralar. Ardından, surenin sonunda Cennet’teki nimetleri hak eden kullarına sunarken onların isteğini dikkate alacağını belirtmektedir. Bu dünyada kendi iradeleri ile Allah’ın intikal ettirdiği güzellikleri alanlar, orada da kendi isteklerine göre ödüllendirileceklerdir.69 “O en büyük korku bile onları üzmez, melekler onları; size söz verilen gün, işte bugündür diyerek karşılarlar.”70

B. Olumsuz Tipler

1. Aceleci

Acelecilik, insanın tabiatında vardır. İnsan, gözünü her zaman içinde bulunduğu anın ötesine diker ve geleceği kucaklamak ister. Kendi zararına da olsa va’dedilenlerin hepsinin hemen gelmesini arzu eder. Ancak Allah’a bağlanıp ona dayanarak huzura eren ve her şeyini Allah’a havale ederek bekleyenler bunun dışındadırlar.71

Yüce Allah insana ait birçok özelliği Kur’an’da belirtmekte ve bizlere de bunları hatırlatmaktadır. Enbiya Suresi 37. ayette insanın acele ettiğinden bahsedilerek, “İnsan

67 Enbiya, 21/90. 68 Enbiya, 21/91. 69 Bayraklı, age, s.531. 70 Enbiya, 21/103. 71 S. Kutub, age, s.133.

(29)

aceleci yaratılmıştır.” buyrulmaktadır. Bu ayetin bir benzeri de “İnsan pek acelecidir.”72 şeklindedir.

Yüce Allah bu ayetlerde insan psikolojisinin temel özelliğini gündeme getirmektedir. İnsan davranışlarını yöneten ve bazen insana hata yaptıran temel özelliklerden biri de “aceleci” olmasıdır.73

İnsan kızdığı zaman acelecilik özelliği ortaya çıkar. Hayrı çağırma yerine, şerri çağırır. Bu acelecilik onun davranışını öylesine kıskıvrak yakalar ki, kendi zarar ve faydasını düşünmez olur.74 “İnsan hayra dua eder gibi (kızınca) fenalığa dua eder. İnsan (akıbetini düşünmeden) pek aceleci olmuştur.”75

Kâfirlerin acelecilikleri, cezayı da çabuk istemelerine sebep olur. İnkar edenlerin cezalandırılacağına dair dinin temel ilkelerinden biri gündeme getirilince, din ile alay eden kâfirler o azabın hemen getirilmesini isterler. Bu istek de alay doludur.76 Aslında onların bu acelecilikleri cehaletlerinden kaynaklanır. “De ki azabın ne zaman geleceğine dair bilgi ancak Allah’ın katındadır. Ben benimle gönderilen şeyi size duyuruyorum, fakat sizi cahillik eden bir kavim görüyorum. Nihayet azabın geniş bir bulut halinde vadilerine doğru geldiğini görünce, ‘Bu bize yağmur yağdıracak bir buluttur’ dediler. Hayır o sizin acele gelmesini istediğiniz şey, içinde acı azap bulunan bir rüzgardır.” 77

72 İsrâ, 17/11.

73 Bayraklı, age, s.446.

74 Bayraktar Bayraklı, İslâm’da Eğitim, 7. Baskı, İstanbul, 2002, s.128. 75 İsrâ, 17/11.

76 Bayraklı, Kur’an Tefsiri, c.12 s. 448. 77 Ahkâf, 46/23-24.

(30)

Enbiya Suresi’nde insanın acelecilik vasfının hatırlatılmasının nedenlerinden biri de, Allah Rasûlü ile alay edenler zikredildiği zaman inananların gönüllerine hemen intikam alma fikrinin düşmüş olmasıdır.78

Allah, kâfirlerin başına gelecek olan azap konusunda acele etmez, zâlime mühlet

verir, azabı tehir edip geciktirir. Sonunda yakalandığı zaman zâlim asla kurtulamaz, azap hemen tepesine indirilir.79

Aceleciliğin en önemli nedeni inançsızlıktır. “Kıyamete inanmayanlar onun çabuk gelmesini istiyorlar. İnananlar ise ondan korkarlar ve onun gerçek olduğunu bilirler.”80 İnsanlar başlarına ne geleceğini önceden bilselerdi elbette aceleci olmazlardı. Zira Zümer Suresi’nde de bu gerçek ifade edilmekte ve insanlar, çok çabuk gelmesini istedikleri azap gelmeden önce iman etmeleri konusunda uyarılmaktadırlar. 81Kâfirlerin Hz. Muhammed’i değerlendirirken acele etmeleri, onu alaya almaları, Allah’ın kitabını inkar etmelerine sebep olmuştur.

Eğitim ve öğretimde acele etmek doğru değildir. Bu durum, hata yapma yüzdesini arttırır. İnsanlar, kendilerine ulaşan ilâhî mesaj üzerinde etraflıca düşünseler, inkara sapmayacaklardır. Acelecilik insanlara yanlış değerlendirmeler yaptırır.82

Sonuç olarak Kur’an, aklı ve kalbi ile insanı acele etmemeye yöneltir. Çünkü sonuç mutlaka Allah’ın değişmeyen ezelî âdetine uygun olarak gelecektir. Bunun ölçüsü, fertlerin

78 İbn Kesîr, Muhtasar Kur’an-ı Kerîm Tefsiri, Çağrı Yay., İstanbul, 1990, c.3, s.1467. 79 İbn Kesîr, age, s.1467.

80 Şûrâ, 42/18. 81 Zümer,39/54.

(31)

ömürleri olamayacağı gibi, gelip geçici hallerde kesin sonuçlar da değildir. “Hiç şüphesiz sapıklık yeryüzünde kısa bir süre muvaffak olacak, parlayacak, kuvvetlenecek ve yükselecektir. Ama bu, bu konuda söylenecek ne son sözdür, ne de her şeyin dönüp dolaşıp varacağı son noktadır. Bunlar olsa olsa, Allah’ın çok yanlı ve değişik yönlü âdetinin birer bölümüdürler.”83

2. Gururlu ve Kibirli

Gurur ve kibir, başkalarının bize hayran olmasını ve bize saygı göstermelerini ya da bizim irademize mutlak bir biçimde uymalarını istemekten doğar.84 Kibir, bilgisizlik, mevki ve makam düşkünlüğü çoğu kez insanların peygamberlere iman etmelerinin önünde bir engel olmuştur. Nitekim ilâhî davete mazhar olan Mekkeliler de kendilerini çok üstün kabul ettiklerinden, peygamberliğin kendilerinden birine değil de, sıradan biri olarak gördükleri Muhammed’e gelmiş olmasına anlam veremediler. Bir insanın melekleri aşikâr bir tarzda görüp onlarla açıkça konuşmasına şaşırdılar. Hatta bu dünyada kendilerinin gözleriyle göremedikleri mahlûkların, kulaklarıyla işitemedikleri seslerin bulunmasına şaşırdılar. Dediler ki “Nasıl olur da Muhammed, göremediklerimizi görüp, işitemediklerimizi işitir?” 85

İnanmayan insan, mantığına uygun şeyleri duyunca ona hak verse de, nefsiyle baş başa kalınca düşüncesinden vazgeçer ve tekrar önceki sapık düşüncesine döner.86

83 M. Kutub, age, s.183.

84 M. Münir Raşit Öymen, Ahlâk Eğitimi ve Ahlâkın Testle Ölçülmesi, Murat Matbaacılık, 3. Baskı, İstanbul, 1975, s.40.

85 Muhammed A. Draz, En Mühim Mesaj Kuran, çev. Suat Yıldırım, Işık Yay., İzmir, 1994, s. 90.

(32)

Hz. İbrahim’in kavmiyle yaptığı konuşmaya baktığımızda insanların önceleri Hz. İbrahim’e inandıkları ve söylediklerini kabul ettikleri halde, daha sonra bu düşüncelerinden vazgeçtiklerini görüyoruz. “Gönülleri kesin olarak kabul ettiği halde haksızlık ve büyüklenmelerinden ötürü bile bile inkâr ettiler.”87

Büyüklenen ve gururlanan insan, önüne sunulan nimetlerin asıl sahibinin kim olduğunu unutur. “Kendisine dokunan bir zarardan sonra ona biz bir rahmet tattırırsak hemen şöyle der. Bu benim hakkımdır, kıyametin kopacağını sanmıyorum. Eğer Rabbime döndürülürsem, onun yanında benim için daha iyisi vardır.”88 Bunların hepsi birer gurur ve kuruntudan ibarettir. İnsan, kendisine nimet verildiği zaman şımarır, azıtır, büyüklenir, sırtını döner ve gider. Kötülük dokunduğunda ise küçülür, düşer, aşağılanır, yalvarır ve bıkmadan usanmadan dua eder durur.89 Bu da onun kibrinin, bazen gerçekleri bile görebilmesine engel olacak kadar ileri boyutlarda olduğunu göstermektedir.

3. Gâfil

“Gaflet”, “önemsememe”, “umursamama”, “ahmaklık” anlamlarına gelir.90

“...Hayır onların çoğu gerçeği bilmiyorlar ve bunun için de ondan inatla yüz çeviriyorlar.”91

Gerçeği bilmemek, onu bilmeyenin suçudur. Yoksa insanların bir kısmının bilmiyor olması doğrunun değerinden bir şey eksiltmez.

87 Neml, 27/14. 88 Fussilet, 41/50. 89 Gülçür, age, s.40.

90 Serdar Mutçalı, Arapça-Türkçe Sözlük, Dağarcık Yay., İstanbul, 1995, s.630. 91 Enbiya, 21/24.

(33)

Kur’an’da “gökyüzünün ayetleri” diye ifade edilen ve her biri Allah’ın varlığını ve sonsuz kudretini gösteren delillerden inkârcıların ibret almaları gerekirken, onlar yüz çevirerek geçip gitmektedirler.92 “Öyleyken bunlara ne oluyor da öğütten yüz çeviriyorlar? Aslandan ürkerek kaçan yabani merkeplere benzerler.”93 ayetindeki hitap da kibirlerinden ve birtakım zaaflarından dolayı gerçeklerden kaçan ve onu görmek istemeyen insanlaradır.94

İnsan bir şeye bilmediği için karşı çıkıp ondan yüz çevirebiliyorken, bazen de gerçekler ortaya çıkıp herkes tarafından bilindiği halde ondan yüz çevirebilir. “Sanki göz göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi, gerçek ortaya çıktıktan sonra bile seninle tartışıyorlardı.”95 Çoğu insanın, akla ve gerçeğe uygun bir önerinin doğruluğunu ve vaat ettiği olumlu sonuçları kabulden kaçınması, genellikle bu öneriye aşina olmamasından; onu alışageldiği kültür ve anlayışla bağdaştıramamasından ileri gelmektedir.96

4. Taklitçi

Taklit, örnek olarak seçilen kimse ya da davranışa bağlı olarak hem olumlu hem de olumsuz olabilecek bir durumdur. Enbiya Suresi’nde taklitçi insan tipinin olumsuz olarak ele alınmasının nedeni, Hz. İbrahim’in kavminin taklitçi özelliği nedeniyle sapık düşüncelerine saplanıp kalmaları ve değişimi kabullenmemeleridir.

92 Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, c.3, s.677. 93 Müddessir, 74/49-51.

94 Seyyid Kutub, Kur’an’da Edebî Tasvir, çev. Mehmet Yolcu, Çizgi Yay., İstanbul, 1991, s.265.

95 Enfal, 8/6.

(34)

“İbrahim babasına ve toplumuna, ‘Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor?’ demişti. Onlar: Babalarımızı onlara tapar bulduk demişlerdi.”97 “Bu cevap ruhların ve akılların donuk ve ölü kalıplar içerisine sıkışarak katılaşmasının ifadesidir. Bu ölü geleneklerin karşısında imanın hürriyeti, geniş ufukluluğun verdiği enginlik ve doğru görüş bulunmaktadır.”98 Ancak bizler biliyoruz ki verilen bu mantıksız cevap sadece İbrahim Peygamber’e yöneltilmemiş, diğer peygamberlerin başına da bu olayın benzerleri gelmiştir. “Senden önce de bir beldeye uyarıcı gönderdiğimizde hemen oranın refahtan şımarmış ileri gelenleri, biz atalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izinden gidiyoruz demişlerdi.”99 Yüce Allah’ın Enbiya Suresi 53. ayette ifade ettiği şekliyle “babamızı bu yol üzerinde bulduk” veya “bunu sorgulayamayız”, “yeni olanı da, değişimi de reddederiz” diyenler, toplumlarını ve tüm insanlığı ateşe sürüklemekte, gönüllerini de hapishaneye tıkamaktadırlar. Hareketi, yeniliği, gelişmeyi ve değişmeyi durdurmaya çalışmak, taşıp kükreyen bir nehrin karşısında durmaya benzer.100 Hâlbuki doğru düşünen bir zihin için atalara körü körüne bağlılık ve sonsuz itaat hiç de mantıklı değildir. Çünkü ataların da her zaman yanılma ihtimalleri vardır. “Onlara, Allah’ın indirdiğine uyun denilince, hayır, atalarımızı yapar bulduğumuz şeye uyarız derler. Ya ataları bir şey akledemeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler.”101

İnsanlık tarihi boyunca, ilerleme ve gelişme adına elde edilen kazancın büyük bir kısmı, daha önce yaşamış ve birtakım çalışmalar yapmış olan geçmiş milletlerin bu faaliyetlerine, onların bıraktıkları yerden devam etmek suretiyle kazanılmıştır. Yani ilimde ve fende devamlılık mecburidir.

97 Enbiya, 21/52-53.

98 S. Kutub, Fîzılâl-îl-Kur’an, c.10, s.147. 99 Zuhruf, 43/23.

100 Bayraklı, Kur’an Tefsiri, c.12, s.470. 101 Bakara, 2/170.

(35)

Taklidin hem fert hem de toplum planında önemli etkileri vardır. Hangi yaşta olursa olsun, herhangi bir kişiyi, gurubu veya geleneği taklit etmeden yaşamak mümkün değildir. Hatta milletler de birbirlerinin yaşama biçimlerini taklit ederler.102 Ancak ayette kastedilen bu anlamda bir taklit değildir. Burada bahsedilen, yanlış olma ihtimalini hiç düşünmeden, ona mutlak doğru gözüyle bakıp, aklı devre dışı bırakan bir taklittir.

Kur’an, toplumsal düzenin kalıplaşmasını emretmez. İnsanların taklitçilik yapmasını, bilinçsizce hareket etmesini ve körü körüne çabalayıp koşmasını yasaklar, gerekeni yapmasını ister.103

İnsanların taklitle bir düşünceye veya bir davranışa körü körüne bağlanması, yeni olan her şeye tepkiyi de beraberinde getirir. İnsanlar daima yeni olana tepki göstermiş ve gelecekte de göstereceğe benzemektedirler. Yüce Allah Kur’an ile yeni bir öğüt, yeni bir uyarı vermektedir. Ama insanlar yeni olan her şeye kapalı olduklarından, ona da olumsuz tepki göstermişlerdir.104

5. Zâlim

“Zulüm” kelimesi Arapça’da “za-le-me” kökünden mastar olup isimdir. “Bir şeyi yerinden başka yere koymak”, “yersiz yapmak” anlamlarına gelir.105 Dilimizde de en genel anlamıyla “haksızlık” kelimesiyle karşılanmaktadır.106

102 Öcal, age, s.232.

103 Osman Zümrüt, Kur’an’ı Nasıl Okumalı ve Okutmalı, Arısan Matbaacılık, Ankara, 1983, s.42.

104 Bayraklı, Kur’an Tefsiri, c.12, s.400. 105 Sarı, age, s.956.

(36)

Zulüm, haksızlık etmek, hak edene hakkını vermemek anlamına geldiğine göre insan ile Allah arasındaki zulmün en büyüğü şirktir. Nitekim bunu şu ayette açıkça görüyoruz: “Lokman oğluna öğüt vererek şöyle demişti. Yavrum, Allah’a ortak koşma, çünkü şirk şüphesiz büyük bir zulümdür.”107

İnsanoğlunun sahip olduğu bu özelliği, peygamberlerin itiraf dolu yalvarışlarında görmekteyiz. Nitekim kavminden kaçan ve Allah tarafından aleyhinde hüküm verilen Hz. Yunus da hatasını fark etmiş ve Rabbine yalvarmış, bu sırada zalimlerden olduğunu itiraf etmişti. “...senden başka ilah yoktur, sen tüm noksanlıklardan yücesin. Gerçekten ben, zâlimlerden oldum.”108 Bu itiraf dolu duanın bir benzerini de yüzyıllar önce Hz. Adem’de görüyoruz. Hz. Adem Cennet’te yasaklanan ağaçtan yiyip kovulunca tövbesinde şahsiyetine aykırı hareket ettiğini itiraf etmişti. Bu özelliği ile insan, meleklerden ayrılır.109 “Adem ve Havva Ey Rabbimiz! Kendimize zulmettik (bize yakışmayan bir davranışta bulunduk). Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, muhakkak ziyan edenlerden oluruz.”110demişlerdi.

Bir de insanın kendine zulmetmesi vardır. Kur’an’da: “Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, o mutlaka nefsine zulmetmiştir.”111 buyruluyor. Aslında yapılan tüm zulümler, nefse yapılmış sayılır. Çünkü bu dünyada yaptığımız her şeyin karşılığı ahirette görülecektir.

Zâlim olan insanın özelliklerinden biri de hiçbir varlığın yüklenmeye cesaret edemediği emanetleri üstlenmiş olmasıdır. “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk;

107 Lokman, 31/13. 108 Enbiya, 21/87.

109 Bayraklı, İslam’da Eğitim, s.123. 110 A’raf, 7/23.

(37)

onu yüklenmekten kaçındılar, onun sorumluluğundan korktular; onu insan yüklendi, (bununla beraber onun hakkını tam yerine getirmedi) çünkü o zâlim, çok cahildir.112 “Ve size her istediğinizden verdi. Eğer Allah’ın nimetlerini saymak isterseniz sayamazsınız. (Buna rağmen) yine de insan çok haksızlık edendir, çok nankördür.”113

6. İnatçı

İnsan tabiatında var olan özelliklerden biri de, bildiğini yapmamasıdır. Onun cahilliği, zâlimliği ile beraberdir. Başarılı olup olmayacağını bilmeden bir görevi yüklenmesi de onun bu sıfatından kaynaklanır.114

Peygamberimize inatla karşı gelen cahiliye dönemi insanları da, aslında birçok hakikati bildikleri halde inanmamakta ısrar ediyorlardı. Peygamberin getirdiğinin sihir olmadığını bildikleri halde, sırf inatları nedeniyle Kur’an’a sihir, peygambere de sihirbaz dediler. Hâlbuki Arap toplumu sihrin bir takım malzemelerle yapıldığını ve peygamberimizde de bu malzemelerin olmadığını görüyorlardı.

Sırf inatlarından dolayı Hz. Peygambere karşı birtakım ithamlarda bulunan cahiliye dönemi insanlarının, ona büyücü demelerinin nedenlerinden biri, Hz. Peygamberin ahiret halleriyle ilgili konulardan, ölümden sonra dirilişten, haşrdan, hesaba çekilmeden, cennet ve cehennemden bahsetmesi ve bunları nitelemesidir.115 Mekkelilerin bu davranışlarının bir diğer nedeni de düşmanlarının bile onun yanına geldiklerinde kişiliğinin büyüsüne kapılmalarıydı. Kureyşlilerin “sihir etkisi” diye algıladıkları ve insanları büyüsünden korkarak ona yaklaşmamaları konusunda uyarmalarına neden olan “sihir”, peygamberin

112 Ahzâb, 33/72. 113 İbrahim, 14/34. 114 Gülçür, age, s.28.

(38)

kişiliğindeki bu tesirdi.116 Bu durumda onlar da çareyi, insanları peygamberin tesirinden uzak tutmaya çalışmakta bulmuşlardır. “Ne! Şimdi de onun sihrine mi kapılıyorsunuz.”117 dediler. Mekke’nin ileri gelenlerinden oluşan bir gurup kâfir, bu konuda aralarında şöyle konuşuyorlardı: “Bu adam kesinlikle bir peygamber olamaz. Çünkü o da bizim gibi bir insan; yiyor, içiyor ve bizim gibi karısı ve çocukları var. Onda, onu bizden farklı ve peygamberlik görevine layık kılacak hiçbir üstün özellik göremiyoruz. Bununla birlikte, onun konuşmalarında ve kişiliğinde büyülü bir yapı olduğunu kabul ediyoruz.”118

Kur’an, Allah’a başka tanrıları ortak koşan bir toplumda, geniş çaplı bir inanç sistemini, tevhid akidesini kurmak ve yerleştirmek için gönderilmiştir. Allah’a çeşitli ortaklar koşan bir toplumda, birinin kalkıp “Allah birdir, ondan başka tanrı yoktur.” demesi kadar tuhaf bir şey olamazdı.119 “Aralarından bir uyarıcının gelmesine şaşmışlardı. İnkârcılar, bu pek yalancı bir sihirbazdır. Tanrıları bir tanrı mı yaptı? Doğrusu bu tuhaf bir şeydir” demişlerdi.120Çünkü ilâhî mesajın kendi içlerinden birine geliyor olması onlara tuhaf geliyordu. Sihrin, gerçekliği bulunmayan, doğru da olmayan, varmış gibi gösterilen şey121 olduğunu da çok iyi biliyorlardı. Ancak tüm bu bilgilerine rağmen, inatla, tıpkı daha önceki inanmayan insanlar gibi peygambere sihirbaz demeye devam ettiler. “Onlardan öncekilere herhangi bir peygamber gelince; ‘sihirbazdır’ veya ‘delidir’ derlerdi.”122 Ancak

116 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yay., 2. Baskı, İstanbul, 1996, c.3, s.294-295. 117 Enbiya, 21/3.

118 Mevdudi, age, s.294, s.294.

119 S. Kutub, Kur’an’da Edebî Tasvir, s. 273. 120 Sad, 38/4-5.

121 Kurtubî, age, s.460. 122 Zâriyât, 51/52.

(39)

kâfirlerin bu suçlamalarına karşın Yüce Allah, bunun doğru olmadığını söylüyor: “Ey Muhammed, öğüt ver, Rabbinin nimetiyle sen ne kâhinsin, ne de mecnunsun.”123

İnsanın, doğruluğunu bildiği gerçekleri sezdiği halde inanmamakta diretmesi de yine onun cehaletini ortaya koymaktadır.124 “Eğer hakikaten biz onlara melekleri indirseydik, ölüler kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi toplayıp karşılarına getirseydik, Allah dilemedikten sonra yine inanmazlardı. Fakat onların çoğu cahillerdir.”125

Yüce Allah’ın Kur’an’da bildirdiğine göre geçmişte yaşayan insanlar da peygamberlerinden sürekli mucizeler talep etmişlerdi. “Haydi, önceki peygamberler gibi o da bize mucize getirsin.” sözleriyle Salih’in devesini, Hz. Musa ve Hz. İsa’nın mucizelerini kastediyorlardı. Allah başka bir ayette, “Bizi ayetlerle göndermekten alıkoyan şey, ancak öncekilerin onları yalanlamış olmalarıdır. Semûd’a da gözleri göre göre bir dişi deve vermiştik de, ona zulmetmişlerdi.”126 derken, aynı sebeple bir başka ayette, “Onlardan önce helak etmiş olduğumuz kasabalar halkı iman etmemişti. Şimdi bunlar mı iman edecekler?” 127 buyruluyor. “Kendilerine bir mucize gösterilse, mutlaka ona inanacaklarına dair bütün güçleriyle Allah’a yemin ederler. De ki: Mucizeler ancak Allah katındandır. Onların mucize geldiği zaman da inanmayacaklarını anlamıyor musunuz?”128 Bu ifadeler bize, insanın ne kadar inatçı bir yapısı olduğunu göstermektedir.

İnanmayan insanlar Hz. Peygamberden mutlaka somut bir mucize göstermesini istemişlerdir. Ancak bunu sırf inatlarından yapmışlardır. Zira eğer Hz. Peygamber Allah’ın

123 Tûr, 52/29. 124 Gülçür, age, s.30. 125 En’am, 6/111. 126 İsrâ, 17/59. 127 Enbiya, 21/6. 128 En’am, 6/109.

(40)

yardımıyla anadan doğma bir körü tedavi etmiş olsaydı, bu tıp ile ilgili bir iştir, derlerdi. Biz de bu işten anlamayız. Ancak onların bu istekleri sadece inatlaşmak ve işi yokuşa sürmek kabilindendi.129 Aslında her peygamber gibi Hz. Muhammed de mucizeyle desteklendi. Önceki peygamberlerin mucizeleri göze hitap eden ve yerel kalma niteliği taşıyan mucizelerdi. Peygamberimizin mucizesi ise akla hitap eden, bir yerden başka bir yere taşınabilen ve nesilden nesile aktarılabilen Kur’an-ı Kerim’dir.130

Kendilerine elçi gönderilen kasaba halkından hangisinin peygamberine mucize verilmişse, onlar iman etmemişler; aksine onları yalanlamışlardır. Allah da bu sebeple onları helak etmiştir.131 Bu açıdan bakıldığında, Hz. Peygamberden ısrarla somut bir mucize bekleyenlere bu mucizenin verilmemesi, haklarında bir lütuftur. Çünkü istedikleri mucizenin gelmemesi, dünya azabının geciktirilmesine sebeptir. Zira eğer mucize geldiği halde iman etmeyecek olurlarsa, önceki ümmetler gibi hemen helak olurlardı.132 Bu nedenle onlar için en hayırlı tutum ayet gelmeden önce iman etmeleridir.133

İnanmayan insanlar, her şeye rağmen Kur’an’a ve Hz. Peygambere yönelik suçlamalarına devam ettiler. Kur’an’a şiir, peygambere de şair dediler. Kureyş müşrikleri, Allah tarafından peygamberlik görevinin içlerinden bir yetime verilmesini kabullenemediler. Çünkü onlara göre peygamberlik, içlerinden en zengin ve en saygın gördükleri kimselerin hakkıydı. Vahyi reddedenler, Hz. Peygamber’i kâhinlikten sonra şairlikle de suçladılar. Onlara göre Kur’an, şiire benziyordu ve eskilerin masallarından

129 Kurtubî, age, s.462.

130 M. Sait Şimşek, Kur’an’ın Ana Konuları, Beyan Yay., Konya, 1999, s.100. 131 İbn Kesîr, age, s.1458-1459.

132 Mehmet Vehbi, Hulâsat’ül-Beyân Fî Tefsîr’il Kur’an, Üçdal Neşriyat, İstanbul, 1979, c.9, s.3393.

(41)

ibaretti. Araplar Kur’an’a en münasip lakabın şiir olduğunu düşünüyorlardı. Çünkü onda şiirin tüm güzelliği ve lezzeti mevcuttu.134

Buradan çıkarttığımız sonuç, bu insanların inanmamak ve yaptıklarını meşru göstermek için türlü türlü yollara başvurmuş olmalarıdır.

Yüce Allah, müşriklerin Kur’an’a yönelik bu düşmanca tavırlarına karşılık, onların söylediklerinin doğru olmadığını belirterek peygamberini destekliyor: “Biz ona şiir öğretmedik, hem bu ona gerekli de değildir. Onun söyledikleri ancak Allah’tan gelme bir hatırlatma, açık bir okumadır. Bununla onun, diri olanları uyarmasını ve kâfirlere cezanın hak olduğunu söylemesini istedik.”135

Sonuç olarak şunu belirtmeliyiz ki, inanmamak konusunda son derece inatçı davranan müşrikler, Kur’an’a ve Hz. Peygambere karşı düşmanca tutumlarını sürdürürken, sürekli ağız değiştirdiler. Şaşırmış haldeydiler. Belli bir iddiada karar kılamıyorlardı. Bir sefer büyüdür136 dediler, bir sefer anlamsız rüyalardır137 dediler, diğer bir defa da onu kendisi uyduruyor138 dediler. Hiçbiri tutmayınca da o bir şairdir139 dediler.140 Bunların hiç birinin doğru olmadığını onlar da biliyorlardı, ancak inanmama konusundaki inatları nedeniyle kendilerini haklı çıkarmak için farklı yollara başvurmuşlardı.

134 Aslan, age, s.126. 135 Yâsin, 36/69-70. 136 Enbiya, 21/3. 137 Enbiya, 21/5. 138 Enbiya, 21/5. 139 Enbiya, 21/5. 140 Kurtubî, age, s.462.

(42)

7. Nankör

Enbiya Suresi 44. ayette Yüce Allah insanlara verdiği nimetleri ve buna karşın insanların gösterdiği nankörlüğü gözler önüne seriyor: “Evet biz onlara da atalarına da geçimlikler verdik. Öyle ki, uzun süre yaşadılar. Şimdi onlar, yeri etrafından eksiltip durduğumuzu görmüyorlar mı? Onlar mı galip gelecekler?”

İnsanın nankör olması, Allah’ın kendisine verdiği lütuf ve ihsana aldandığını gösterir. İnsanlar, yaşadıkları zenginlik ve iyi hayatın kişisel hakları olduğunu ve bunu kendilerinden alabilecek hiçbir gücün olmadığını düşünmektedirler. Üzerlerinde kaderlerini iyiye de kötüye de yönlendirebilecek bir Allah’ın var olduğunu unutmaktadırlar.141 “İnsan, Rabbi kendisini denemek için bir iyilik edip bol nimet verdiği zaman, Rabbim beni şerefli kıldı, der. Onu sınamak için rızkını daralttığında ise, Rabbim beni önemsemedi, der.”142 Neticede şu ihtarla karşılaşır: “Canı çıksın o insanın! O nankördür” Allah onu hangi şeyden yaratmıştır? Onu meniden yaratıp merhalelerden geçirerek ona şekil vermiş, sonra yolu kolaylaştırmıştır. Sonra onu öldürür ve kabre koyar...”143

İnsanın nankör oluşunun bir göstergesi de, kendisine nimet verildiği zaman bunun kendi hakkı olduğunu düşünmesi, başına bir sıkıntı geldiğinde ise el açıp Allah’a dua etmesidir. “İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize dua eder, sonra ona bizden bir nimet verdiğimiz vakit; ‘Bu benim bilgim sayesinde bana verildi’ der. Hayır, o bir imtihandır. Fakat çokları bilmiyorlar.”144 “Denizde size bir sıkıntı dokunduğu zaman, ondan başka bütün yalvardıklarınız kaybolur. (Artık o zaman, Allah’tan başka kimseden yardım

141 Mevdudî, age, s.309. 142 Fecr, 89/15-16. 143 Abese, 80/17-21. 144 Zümer, 39/49.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bn vakadan sonra da Yunus i mrenin mütevellisi olduğum tahakkuk etmiş olması doiayısile halen senede altmış lira gibi az bir para ile maaşlandı-

Minimental state examination (MMSE), Ha- milton depression rating scale (HDRS), brief psychiatric rating scale (BPRS) were applied and serum levels of magnesium (Mg) were determined

4- Zorunlu yat ış lar en fazla 15 yatakl ı (genel bir has- tane içinde olan) psikiyatri servislerine olacak... Toplum Psikiyatrist Samanci,

ad ogni modo, il punto saliente della pittura di Zonaro, vale a dire una conti- nuitfe stilistica nella pur movi- mentatissima girándola delle sue esperienzc

Cerrahi ve dahiliye kliniklerinde uygulamaya çıkan hemşirelik öğrencilerinde uygulama öncesi nazal S.aureus kolonizasyon oranının uygulama sonrasında artış gösterdiği,

Altı yaş çocuklarının yaratıcı düşünme becerilerine sosyo-ekonomik düzey ve anne-baba öğrenim düzeyinin etkisini belirlemek amacıyla planlanan araştırma sonucunda,

Bilgi Yönetimi Süreçlerinin Gerçekleştirilmesinde Dönüştürücü Liderlik Davranışlarının Etkisi: Zincir Otel İşletmelerinde Bir Araştırma. The Journal of Academic

to the Propionibacterium acnes, including daisy, rose, bay, carnation and olive oil, affect the bacteria which are in identical conditions and have an average length of