• Sonuç bulunamadı

19. yüzyıl Bektaşî/Hurûfî şairlerden Sâcid ve şiirleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "19. yüzyıl Bektaşî/Hurûfî şairlerden Sâcid ve şiirleri"

Copied!
278
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

19. YÜZYIL BEKTAŞÎ/HURÛFÎ ŞAİRLERDEN SÂCİD VE ŞİİRLERİ (İnceleme-Metin) Hazırlayan Doç. Dr. Tuncay BÜLBÜL Kayseri 2018

(3)

Yazar Doç. Dr. Tuncay BÜLBÜL ISBN 978-605-2345-50-4 1. Baskı Temmuz 2018 Dizgi Doç. Dr. Tuncay BÜLBÜL Baskı TEZMER

Erciyes Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Kantin İçi Ana Kampus KAYSERİ

(4)

Anadolu’yu vatan yapan Horasan Erenleri’nin aziz hatırasına…

(5)
(6)

5 İÇİNDEKİLER ÖN SÖZ ... 7 BİRİNCİ BÖLÜM 1. SÂCİD'İN HAYATI 1.1. Hayatı ... 9 İKİNCİ BÖLÜM 2. ŞİİRLERİN ŞEKİL VE MUHTEVA ÖZELLİKLERİ 2.1. Şiirlerin Şekil Özellikleri... 13

2.2. Şiirlerin Muhteva Özellikleri ... 23

2.3. Dil ve Üslûp ... 41

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. METİN 3.1. Nüshaların Tavsifi ... 58

3.2. Metnin Kuruluşunda Dikkat Edilen Hususlar ... 59

3.3. Dîvân-ı Sâcid ... 60 Mesnevî ... 60 Musammatlar ... 75 1. Terkîb-i Bendler ... 75 2. Tercî-i Bendler ... 81 3. Murabbalar ... 109 4. Muhammesler ... 112 5. Müseddes... 115 Gazeller ... 117 Müstezatlar ... 253

Hece ile Yazılan Şiirler ... 256

TERİM, KAVRAM VE ÂYET SÖZLÜĞÜ ... 263

KAYNAKLAR ... 269

(7)
(8)

7 ÖN SÖZ

Türk kültürünün en önemli taşıyıcılarından olan Bektaşîlik özellikle Yeniçeriliğin resmî tarikatı haline gelmesinden sonra büyük bir ge-lişme kaydetmiştir. Anadolu ve Balkanlar başta olmak üzere tüm Os-manlı topraklarında etkinlik alanı kazanan tarikat 1826 yılında Ye-niçeriliğin kaldırılmasıyla da büyük bir darbe yemiştir. Osmanlı top-raklarında faaliyet gösteren ve hemen hemen tüm tekkeleri kapatılan Bektaşîlik tarikatının mensupları da bu dönemde büyük ıztıraplar ya-şamıştır.

İstanbul’da faaliyet gösteren en önemli Bektaşî tekkelerinden olan Rumelihisarı’ndaki Şehitlik Tekkesi de bu dönemde kapatılan ve başta şeyhi Mahmûd Baba olmak üzere tüm mensuplarının sürgüne gönderildiği Bektaşîlik merkezlerindendir.

Şehitlik Tekkesi şeyhi Mahmûd Baba’dan nasip alan Sâcid 19. yüz-yıl Bektaşî şairlerindendir. Dîvânında adının Hüseyin olduğunu söy-leyen Sâcid’in, Mahmûd Baba ile birlikte Kayseri’ye sürgün edilen dervişlerden olduğu tahmin edilmektedir.

Şiirlerinde coşkun bir tasavvuf düşüncesi hâkim olan şair için şiir yazmak bir amaç değil, tasavvufî düşüncelerini ifade edecek bir araç olarak gözükmektedir. Bektaşîliğin ve Hurûfîliğin harmanlandığı şi-irlerinde Sâcid’in şeyhi Mahmûd Baba’ya karşı derin bir muhabbet beslediği açıkça gözlemlenmektedir.

Sâcid hakkında bilgi veren kaynaklar şairin 3-4 şiirinden parçalar vermekle yetinmiş, şiirlerinin tamamı daha önce yayımlanmamıştır. Bu çalışmada şairin 1 mesnevi, 3 terkîb-i bend, 18 tercî-i bend, 2 murabba, 4 muhammes, 1 müseddes, 208 gazel, 2 müstezat ve 3 ne-fes olmak üzere toplam 242 şiiri yer almaktadır.

Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci Bölüm’de Sâcid’in ha-yatı hakkında kaynaklardan derlenebilen bilgiler verilmiştir. İkinci

(9)

8

Bölüm’de şiirlerin şekil ve muhteva özellikleri ortaya konmaya ça-lışılmıştır. Çalışmanın Üçüncü Bölümü ise metinden oluşmaktadır. Bu çalışmanın ortaya çıkması sırasında yardımlarını esirgemeyen Abdullah UĞUR ve Arş. Gör. Ahmet UĞUR’a, şiirlerin inceleme kısmında bana yol gösteren hocam Prof. Dr. Filiz KILIÇ’a teşekkür ederim.

Doç. Dr. Tuncay BÜLBÜL Nevşehir

(10)

9 BİRİNCİ BÖLÜM

1. SÂCİD’İN HAYATI

1.1. Hayatı

Kaynaklarda Sâcid’in hayatı hakkında çok az bilgi bulunmaktadır. Şairden bahseden kaynaklardan Ali Rıza Öge Sâcid’in İstanbullu ol-duğunu, Fındıklı’da ikâmet edip burada makaracılık yaptığını, gece gündüz içtiği için Galata’da Koyun Baba Meyhânesi’nden ayrılma-dığını, tahminen 1260/1844-45 yılında vefat ettiğini (Takır, 2018: 54); Sadeddin Nüzhet Ergun 19. asrın son yarısında yetişen Bektaşî şairlerinden olduğunu, İstanbul’da doğduğunu, Fındıklı’da oturdu-ğunu, Arap Camii civarındaki bir dükkanda makaracılık ettiğini, bundan dolayı da muasırları arasında Makaracı Sâcid namıyla tanın-dığını, Rumelihisarı’ndaki Bektaşî tekkesi şeyhi Mahmûd Baba’nın müridlerinden olduğunu, gece gündüz içtiği için Galata’da Koyun Baba Meyhanesi’nden ayrılmadığını, tahminen 1260/1844-45’te ve-fat ettiğini, ekseriyetle aruz vezniyle rindane şiirler yazdığını, bazı manzumelerinde de Hurûfîliği terennüm ettiğini (Ergun, 1956: 61) ifade etmiştir. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi ile Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi ise bu bilgileri tekrar etmişlerdir (Öz-men, 1998: 129; Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, 1990: 390; Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi, 2007: 400).

Kaynakların aktardığı bu bilgilerden Sâcid’in Bektaşî olduğu, İstan-bul’da doğduğu ve Fındıklı’da ikamet ettiği, Arap Camii civarında makaracılık mesleğini icra ettiği, bu yüzden de Makaracı Sâcid na-mıyla tanındığı, Rumelihisarı’nda bulunan Bektaşî tekkesi şeyhi Mahmûd Baba’nın müritlerinden olduğu, sürekli içki içtiği için de Galata’da bulunan Koyun Baba Meyhanesi’nin müdavimlerinden olduğu anlaşılmaktadır.

(11)

10

Sâcid’in intisap ettiği ve dîvânında kendisi hakkında müstakil bir şiir yazdığı Mahmûd Baba1

İstanbul’un ilk inşa edilen tekkelerinden olan ve Rumelihisarı’nda bulunan Şehitler Tekkesi’nin şeyhi Mahmûd Baba olmalıdır. 1826 yılında Yeniçeriliğin lağvedilip Bek-taşîliğin yasaklanması sonrasında Bektaşî tekkeleri ya kapatılmış ya

1 1812 yılında Mazlum Mustafa Baba’nın vefatı üzerine Şehitlik Tekkesi’nin postuna

geçmiştir. Mahmûd Baba tekkenin başındayken Yeniçeriliğin kaldırılması üzerine Bek-taşîlik de yasaklı bir tarikat ilan edilmiş, öncelikle İstanbul’daki Bektaşî tekkeleri başta olmak üzere tüm Osmanlı topraklarındaki Bektaşî tekkeleri ya kapatılmak ya da başına Nakşî bir şeyh atamak üzere yapısı değiştirilmiştir. Bu durumdan Mahmûd Baba’nın başında bulunduğu Şehitlik Tekkesi de nasiplenmiş, 10 Temmuz 1826 günü tekkeye gelen görevliler Mahmûd Baba’yı ve 7 dervişini tutuklayarak itikat yoklamasından ge-çirmişler, Mahmûd Baba ve 7 dervişinin ehl-i sünnet olduğunu söylemelerine rağmen sürgün edilmişlerdir. Sürgün edilen Bektaşîlerin dinî emir ve yasaklara uymaları, kötü hal ve davranışlarının önlenmesi, dahası Sünnîleştirilmeleri için sürekli denetim altında tutulmaları istenmişti. Bu itibarla Mahmûd Baba ve dervişleri 1832 yılına kadar sürgün yerlerinde kalmışlardır. Mahmûd Baba sadece bir Bektaşî babası değil aynı zamanda Beşiktaş Cemiyet-i İlmiyesi’nin de kurucu üyeleri arasındadır. Mahmûd Baba’nın sür-gün edilmesi bu cemiyeti de etkilemiş, cemiyet mensupları da Bektaşîlik suçlamasına maruz kalarak sürgün edilmişlerdir. Cemiyet mensuplarının sürgüne maruz kalmaları-nın en önemli gerekçesi Mahmûd Baba ile irtibatlı olmaları idi. II. Mahmûd’un saltanatı sona ermeden Bektaşîlere uygulanan sert politika yavaş yavaş yumuşamış, hatta sür-gündeki bazı Bektaşîler affedilmeye başlamıştır. Sürgün edilen Bektaşîlerin affedilebil-meleri için “itikatlarının düzelmesi” ya da “Nakşî olmaları” gerekiyordu. Kütahya’ya sürgün edilen ve burada 6 yıl kalan Şehitlik Tekkesi şeyhi Mahmûd Baba’nın affı için bir girişimde bulunulmuş, Mahmûd Baba’nın Bektaşîlikten vaz geçerek Nakşîliğe gir-diği ifade edilmiştir. Ayrıca Mahmûd Baba’nın acınacak bir halde olduğu ve merhamet gösterilerek affedilmesi isteği sadrazam tarafından padişaha arz edilmiştir. Bunun üze-rine Sultan II. Mahmûd, Mahmûd Baba’nın son durumunun Nakşî şeyhler tarafından incelenerek çıkan sonuca göre hareket edilmesini emretmiştir. Böylece Nakşî şeyhler tarafından durumu incelenen Mahmûd Baba, Şeyhülislamın da onayıyla 1832 yılında affedilerek salıverilmiş ve tekrar İstanbul’a dönmesine müsaade edilmiştir. Ancak bu defa Mahmûd Baba, Bektaşî değil Nakşî şeyhi olarak şehre dönmüştür. İstanbul’a dön-dükten sonra Şehitlik Tekkesi’ni tekrar açmak için çaba sarfeden Mahmûd Baba, tek-keyi Bektaşî tekkesi olarak değil Nekşî tekkesi olarak açabilmiş, II. Mahmûd’un salta-natının sonuna kadar da faaliyetlerini bu şekilde devam ettirebilmiştir. II: Mahmûd’dan sonra tahta geçen Sultan Abdülmecid devrinde Bektaşî tekkelerinin üzerindeki baskı, Bektaşî olduğu rivayet edilen padişahın annesi Bezm-i Âlem Sultan’ın etkisiyle tama-men ortadan kalkmıştır. Hatta Sultan Abdülmecid, Balta Limanı’nda oturan kızını gör-meye giderken Şehitlik Tekkesi’ni iki kez ziyaret etmiş, iltifat olmak üzere Mahmûd Baba’nın oğlu ve kendisinden sonra Şehitlik Tekkesi’nin başına geçecek olan Nâfî Efendi’ye ilmî paye vermiştir. Mahmûd Baba’nın faaliyetleri Şehitlik Tekkesi’yle sı-nırlı kalmamış, ondan icazet alan birçok Bektaşî şeyhi farklı bölgelerde Bektaşîlik adına önemli çalışmalar gerçekleştirmişlerdir. Güzel konuşan ve hazır cevap bir kişiliğe sahip olan Mahmûd Baba tekke şeyhliğini kardeşi Ali Baba ile müşterek sürdürmüştür. 1860 yılında vefat edinceye kadar tekkesinde ikamet etmiş ve cenazesi de tekke mezarlığına defnedilmiştir (Maden, 2013: 189-191)

(12)

kapatılan Bektaşî tekkelerindendir. 10 Temmuz 1926’da Tekke ka-patıldıktan sonra Mahmûd Baba beraberindeki 7 dervişle birlikte Kayseri’ye sürgün edilmiştir. Daha sonra sürgün yerinin değiştiril-mesiyle Mahmûd Baba Kütahya’ya gönderilmiştir (Ayar, 1998:38; Maden, 2013: 190). Fahri Maden, Mahmûd Baba’yla birlikte sür-güne gönderilen bu 7 kişinin 6’sının isminin Seyit Ali, Derviş Hasan, Demir Osman, Seyyid Mehmed Sâlih, Derviş Hüseyin ve Derviş Ali olduğunu ifade etmektedir.

Sâcid, dîvânında yer alan 185 numaralı gazelinin 19. beytinde adının Hüseynî olduğunu belirtmektedir:

Benim ismim Hüseynî’dir demişler mahlasım Sâcid Geçirdik başı çenberden Hudâ hakkı bu güftâra G185/19 Bu bilgiden hareketle Sâcid’in asıl adının Hüseyin olduğu düşünü-lebilir. Eğer Sâcid’in asıl adı Hüseyin ise Mahmûd Baba ile birlikte 10 Temmuz 1926’da Kayseri’ye sürgün edilen Derviş Hüseyin isimli şahsın Sâcid olduğu sonucuna varılabilir.

Aynı zamanda Sâcid, dîvânının 2 yerinde 33 yaşında Bektaşîliğe in-tisap ettiğini ifade etmiştir:

Şâh Mehdî’den hidâyet otuz üç yaşımdadır

Ben ki Sâcid’im îmânım cedd-i âl fâşımdadır Tc 10 İntikâl etdim bu müşkül ile nûr-ı âleme

Otuz üç yaşında buldum şâb-ı emredden vefâ G8/12 Şairin ölüm tarihi 1844-45 olarak tahmin edildiğine göre Sâcid ölü-münden 18-19 yıl önce pîri Mahmûd Baba ile birlikte sürgüne tabi olmuştur. Bu da şairin hayatının bir bölümünü sürgün şartlarında ol-dukça güç bir vaziyette geçirdiğini ortaya koyar. Ancak şairin şiirle-rinde böyle bir hadiseye her hangi bir göndermeye rastlanamamıştır.

(13)
(14)

13 İKİNCİ BÖLÜM

2. ŞİİRLERİN ŞEKİL VE MUHTEVA ÖZELLİKLERİ

2.1. Şiirlerin Şekil Özellikleri

Sâcid Dîvânı mürettep bir divan değildir. Farklı nazım şekilleriyle yazılmış şiirler, incelenen her 2 nüshada da karışık olarak sıralan-mıştır. Divan yayıma hazırlanırken şiirler önce nazım şekillerine göre, sonra da her nazım şekli kendi içinde kafiyesine göre alfabetik olarak sıralanmıştır.

Divanda yer alan şiirlerin nazım şekillerine göre dağılımı şu şekil-dedir:

Nazım Şekli Şiir Sayısı

Mesnevi 1 Terkib-i Bend 3 Terci-i Bend 18 Murabba 2 Muhammes 4 Müseddes 1 Gazel 208 Müstezat 2 Nefes 3

Bu şiirlerden 6’sı hece ile diğerleri aruz vezninin çeşitli bahirleri ile kaleme alınmıştır:

(15)

14

Vezin Şiir Sayısı

Mefâ’îlün / Mefâ’îlün / Fe’ûlün 1 Mesnevi, 8 Gazel

Fâ’ilâtün / Fâ’ilâtün / Fâ’ilâtün / Fâ’ilün

2 Terkib-i Bend, 8 Terci-i Bend, 1 Murabba, 2 Mu-hammes, 1 Müseddes, 87 Gazel

Fe’ilâtün / Fe’ilâtün / Fe’ilâtün / Fe’ilün

1 Terkib-i Bend, 4 Terci-i Bend, 1 Murabba, 16 Ga-zel

Mefâ’îlün / Mefâ’îlün / Mefâ’îlün / Mefâ’îlün

4 Terci-i Bend, 2 Muham-mes, 60 gazel

Müfte’ilün / Müfte’ilün / Müfte’ilün / Müfte’ilün

1 Terci-i Bend, 1 gazel (Gazelin bazı beyitleri “Müstef’ilün / Müstef’ilün / Müstef’ilün / Müs-tef’ilün” şeklindedir) Fâ’ilâtün / Fâ’ilâtün / Fâ’ilün 1 Terci-i Bend, 5 gazel

Müstef’ilâtün/Müstef’ilâtün/Müs-tef’ilâtün/Müstef’ilâtün 2 Gazel

Mef’ûlü / Mefâ’îlü / Mefâ’îlü / Fe’ûlün 25 Gazel Fe’ilâtün / Fe’ilâtün / Fe’ilün 1 Gazel Mef’ûlü / Mefâ’îlü / Mefâ’îlü / Fe’ûlün

Mef’ûlü / Fe’ûlün 1 Müstezat

Mefâ’îlün / Mefâ’îlün / Mefâ’îlün / Mefâ’îlün

Mefâ’îlün / Mefâ’îlün

1 Müstezat

4+3=7’li Hece 2 Nefes

6+5=11’li Hece 1 Nefes

(16)

15

Tablodan da anlaşılacağı üzere remel bahrinin Fâ’ilâtün / Fâ’ilâtün / Fâ’ilâtün / Fâ’ilün kalıbı Sâcid’in en çok kullandığı vezindir. Hece ile yazılanlarda da daha çok 14’lü hece tercih edilmiştir.

Divanda en çok gazel nazım şekliyle yazılmış şiir yer almaktadır. Diğer nazım şekilleriyle oran olarak mukayese edildiğinde gazel na-zım şeklinin çok büyük farkla diğer nana-zım şekillerinin önüne geçtiği görülecektir. Bu da Sâcid’in bir gazel şairi olduğunun delilidir. Bu gazeller 5 ila 35 beyit arasında değişmektedir. Divanın incelemesi sırasında, 15 ve üzeri beyit sayısına sahip gazellerin kaside olup ol-mayacağı üzerinde durulmuş, ancak muhteva açısından ve kasidenin kısımları göz önüne alındığında bu şiirlerin kaside özelliği taşıma-dıkları görülmüştür. Gazel nazım şekli tarif edilirken “genellikle 5-9 beyit arasında yazılır”, denilse de bu sayılardan az ya da çok beyitli gazellerin varlığı da bilinmektedir. Özellikle Divan şiirinin kuruluş ve gelişme devri olan XIII-XV. yüzyıl sonlarına kadar gazel-i mu-tavvel dediğimiz ve 15 beyitten uzun gazeller Nesîmî ve Ahmedî divanlarında tespit edilmiştir. Yine gazel tanımlarında gazellerin be-yit sayılarının 5, 7, 9 gibi tek sayılardan oluştuğu belirtilmesine rağ-men Sâcid’in divanında beyit sayısı çift sayıyla biten birçok gazel mevcuttur. Bu tespitler, XIX yüzyıl şairi olmakla beraber Sâcid’in de gazel-i mutavvel şeklinde şiir yazdığını ve genel gazel tanımının dışına çıkan örnekler verdiğini göstermektedir. Aşağıdaki tabloda da görüleceği üzere divanda 79 sayısıyla en çok 6 beyitlik gazel yer almaktadır. Bu gazellerin beyit sayıları şöyledir:

Beyit Sayısı Şiir Sayısı

5 Beyit 46

6 Beyit 79

7 Beyit 28

8 Beyit 12

(17)

16

10 Beyit 3

11 Beyit 4

12 Beyit 5

13 Beyit 5

14 Beyit 4 (1’i hece ile)

15 Beyit 2

16 Beyit 4 (1’i hece ile)

17 Beyit 2

18 Beyit 1

19 Beyit 3

20 Beyit 2 (1’i hece ile)

23 Beyit 1

24 Beyit 1

29 Beyit 1

35 Beyit 1

Mevcut gazellerin 3’ünde bazı eksik söyleyişler mevcuttur. 9 nolu gazelin 5. Beytinin 2. Mısraı, 40 nolu gazelin 1. Mısraının yarısı, 87 nolu gazelin 4. Beytinin 1. Mısraında 1 kelime eksiktir. Yine 40 nolu gazelin makta beyti bulunmamaktadır. Bu eksiklikler divanın göz-den geçirilmediğinin ya da müstensihin dikkatsizliğinin bir neticesi olarak değerlendirilebilir.

Divanda mevcut 208 gazelin 101 tanesi redifli olarak yazılmıştır. Bu rediflerin 50’si fiil soylu kelimeden oluşmaktadır. Redifin şiirdeki en önemli görevi ahengi sağlamaktır. Birçok araştırıcının redif hak-kındaki görüşlerini toplayarak özetleyen Fatih Sakallı’ya göre redi-fin şiirdeki fonksiyonları şunlardır: “Redif, kafiyeden sonra gelen

(18)

17

ses, hece veya kelime tekrarlarıdır. Şiirde çok önemli bir âhenk un-surudur ve ahengin artırılmasına yardımcı olur. Şiirde tema ve ko-nunun oluşmasında etkilidir, ayrıca şiirde konu bütünlüğü sağlar. Şairin hayal âleminin oluşmasına yardım eder. Söze bir musiki ka-tar. Şairlerin işini kolaylaştırır. Manaya etki eder. Redifin kullanımı şairlik yeteneğinin bir göstergesi olarak düşünülebilir. Şiirdeki ses ve anlam bütünlüğünü sağlar. Şiiri okuma ve ezber kolaylığı sağlar. Bazen şairin mizacını, dünya görüşünü, içinde yaşadığı toplumun psikolojisini verir. Şiirin şekil ve muhtevasına etki eder. İyi kullanıl-dığı vakit şiirin güzellik değerini artırır. Şiirin tamamlayıcı bir par-çası ve kanaatimizce şiirin kalbine giden bir yoldur” (Sakallı, 2008: 153-154).

Bu bilgiler ışığında Sâcid’in de şiirlerinde ahengi artırma, özellikle vurgulamak istediği konuyu tekrarlayarak anlamı güçlendirme ve vurgu yapmak için gazellerinin yarısında redif kullandığını söyleye-biliriz. Sâcid başta gazeller olmak üzere diğer şiirlerinde de kelime tekrarlarıyla ahengi artırmış ve özellikle vurgulamak istediği konuyu ön plana çıkarmıştır. Şiirlerin redif dağılımları şu şekildedir:

Redif Kullanım Adedi

Abes 1 Açdı 1 Ağlar 1 Ahmed 1 Allâh 1 Anlamaz 1 Artar 1 Aşk 4 Bakılsa 1

(19)

18 Bana 2 Benden 1 Benim 1 Bir iş 1 Bu 1 Bu dem 1 Bulmadan 1 Bulmak 1 Çek 1 Demidir bu 1 Demiş 1 Destine 1 Duymasın 1 Edecektir 1 Etdim 1 Etdin 1 Eyler 1 Garaz 2 Geç 1 Gelsin 1 Giremez 1 Gözümle 1 Hasta 1 Hoş 1

(20)

19 Hû 1 Hutût 1 İbtidâ 1 İçindir 1 İdim 3 İmiş 3 İster 1 Kimdir 1 Mahsûs 1 Mest 1 Muhtâc 2 Nedir 1 Nefes 1 Okurum 1 Ol 1 Olan 1 Oldu 1 Olduğundandır 1 Oldum 3 Olmadı 1 Olmasa 1 Olmuyor 1 Olsun 1 Olur 3

(21)

20 Oynar 1 Rasûlu’llâh 3 Reng reng 1 Sarsa 1 Sebeb 1 Söyler 1 Sulh 1 Sûret 1 Şarâb 1 Şerî’at 1 Şûh 1 Uyandık 1 Üstüne 1 Vâ’iz 1 Var 3 Vâris 1 Ver 1 Vücûd 1

Yâ Rab bana 1

Yazmış 1

Yok 5

Divanda yer alan diğer nazım şekillerinin beyit ya da bent sayıları da şu şekildedir:

(22)

21 Nazım Şekli Beyit/Bend Sayısı Şiir Sayısı

Mesnevi 205 1 Terkib-i Bend 5 3 5 7 6 5 7 3 8 1 11 1 12 1 Murabba 7 1 14 2 Muhammes 4 1 5 2 6 1 Müseddes 4 1 Müstezat 6 2

(23)
(24)

23 2.2. Şiirlerin Muhteva Özellikleri

Alevi-Bektaşî meşreb tekkeye intisap etmiş mutasavvıf bir şair olan Sâcid’in şiirleri yaşantısının ve inanışının doğal bir yansımasıdır. Şair, dinini, meşrebini ve mezhebini şiirlerinde açıkça ifade eder:

Dînim Allâh dînidir ümmet-i peygamberdenim Meşreb-i kavl-i Alî’yim mezheb-i Ca’fer’denim Tc 9 Ben Muhammed âşıkı zârım dilim âteş-feşân

Nesl-i tathîr âl-i evlâdım Alevî-mezhebim G121/2 Göz açıp subh-ı seher-gâhına dil-bâz oldum Dûd-ı âhı Alevî-meşreb ü pervâz oldum G128/1 Yine açdı Alevî-meşrebimiz gonce-dehân

Ciğerim pârelerin serdi hemân sûz-ı zebân G154/1

Sâcid, şiirlerinde “Alevî-meşreb”, “Alevî-mezheb” ifadelerini kul-lanmasına rağmen Bektaşî olduğunu doğrudan ifade etmemiştir. An-cak Bektaşîliğin temel göstergelerinden olan “12 tergli başlık”, “tes-lim taşı” gibi kavramlar Sâcid’in şiirlerinde yer bulmuştur:

Bu Sâcid bendedir âl-i abânın hâk-i râhında Yazılmış on iki terg üzre cân başı külâhında Özüdür matlab-ı maksad nigâh-ı izz-i şâhında Aleyküm menba’ı mahrem nübüvvet mazharı efser Aleyküm yâ velâyet yâ cemâl yâ hüve’l-Haydar Tc 5/8 Sana mâ’-i azîzdir on iki terg üzre teslîmin

Kemerdir on sekiz bin âlemi hıfz eyleyen âgûş G88/4 On iki terg başıma dört kapıdan urdular

Edeb etdim tınmadım takdı mengûşun kulak H2/12 Nelerim var çantada köstek ile bağladım

Teslîm urdum boynuma resnem câna kıyak H2/14

Sâcid şiirlerinde her ne kadar Bektaşîlikle ilgili kavram ve düşünce-leri işlemiş olsa da Hurûfîlik de onun vaz geçemediği bir inanıştır.

(25)

24

Hatta bir beytinde Hurûfîlere seslenerek cemâlinin hattını şerh ettik-lerini ifade etmiştir:

Ey Hurûfîler cemâlim hattını şerh etdiniz

Bir cemâl-i bâkîyim kim hattı yok irşâdı yok G110/4 Bunun yanında Hurûfîliğin kurucusu olan Fazlullah Esterabadî ve eseri Câvidân-nâme’yi de şiirlerinde zaman zaman zikretmiştir:

Bana benden kitâb-ı Câvidân’ı Açıp o pîr bana verdi ma’ânî M1/165

Menba’-ı nûr-ı hidâyet Câvidân’ımdır vücûd Lem’a-i rûhum çerâğı şem’-dânımdır vücûd G41/1 Kimisi ilm-i ledünden eylemiş bir Câvidân

Kimi Fazlu’llâh’dan izhâr olunan îlyâ demiş G87/9

Diğer yandan Hurûfî şairlerin şiirlerinde yer verdiği sayılar da Sâcid’in şiirlerinde kendine yer bulmuştur:

Açıldı on sekiz bin âleme seyrân-ı tahsîlim Oturdum yirmi beş bin kûşeye sâhib-cevâb oldum Yüz on dört sûreden nutk-ı ziyân oldum ma’ânîden Ki yine iki bin dört yüz kelime-i kitâb oldum Alıp altı bin altı yüz ki altmış altı âyeti Sabâ-yı âleme şems-i münevver âfitâb oldum Ki üç yüz yirmi iki bin ki altı yüz hurûfum ben

Ricâl-i Sâcid’em ümmü’l-kitâbla intisâb oldum G126/3-6 Ki geldi dört hurûf lafza yedi eczâ tokuz kamdan

Ve lâkin giymeden câme-i nutk anlardı imlâyı G205/2 Yirmi beş bin âşiyânın ibretinden sâf olan

Yüz tuta âdem donundan kâmil-i insân olur G66/2 On sekiz bin katre oldum yirmi beş bin kûşeye

(26)

25

Lutf-ı seyyâh-ı murâdu’llâhdaki burhân benim Düşmüşüm bin bir makâmdan şeş cihât çâr iklîme Yedi encüm nüh felek on iki burc el-ân benim G141/4-5 On sekiz bin âlem içre yirmi beş bin âşiyân

Feth olunmaz bir deminde müntehâyı bulmadan G160/6 Hurûfîlik Sâcid’in şiirlerinde büyük yer teşkil etmektedir. Bu açıdan bakıldığında şairin harf ve sayıları vurguladığı şu şiirleri oldukça dikkat çekicidir:

Tulû’ etdi bana nûr-ı hidâyet girdi mîzâna Gelip âgâh ola remz-i hakîkat çıkdı meydâna Ne yüzden geldi sûretin temâşâ eyle yârin bul Teferrüc eyledi burc-ı sa’âdet döndü insâna Açıldı bâğ-ı hüsnünden metâ’-ı kenz-i esrârın Hakîkat bûy-ı dil-dârın misâli girdi Kur’ân’a Elif bâ cîm ile dâl’dir açıldı on iki bâli Bu çâr harfle iki nokta neler gösterdi irfâna Bu çâr harf gizlemiş yirmi sekiz deryâ-yı âlemdir Bu çâr harf söyledi bin bir kelâmı Mûsâ İmrân’a Elif bâ ceddin Âdem’den degil mi neslin İbrâhim Yüz on dört sûreden dört sûre bunlar kaldı burhâna Bu çâr kûşe iki nokta ile altı cihet oldu

Anâsır ile çâr ektâb erişdi on sekiz câna Sır açdım çâr harf ile iki nokta remz etdim Bu altı kûşeden verdim yakıp mühr-i Süleymâna Elif bâ sırrını fark etmedi kim bî-nasîb Hak’dan Alır bil sahtını tâcın hüküm indirmez ebdâna On iki ile on dörtde kodum yirmi sekiz kam Yekûnun buldu dîn mezheb delîl oldu Müslümâna

(27)

26

Oku bu iki dört farzı eger mü’min isen cânâ Hesâb et pâ vü çâ vü jâ vü kâ hayfdır îmâna

Bu dörtden kırkları buldum ben altmışaltıya vardım Tecellî şevk-i dîdârım beni bend etdi cânâna

Görüp onları mescûdda ben oldum Sâcid hamdu’llâh Ne hoş şerh eyledim sırrım rumûzlar ile dîvâna G191 Levh-i mahfûz yoğ iken ben bir elifde bâ idim Levhe düşdüm bir kalemden lâ ile illâ idim Âb ile cîm dâl okutdum harfde bin bir ism ile Hâ’da altmışaltı bende şerh veren ma’nâ idim Benden aldı çâr iklîm şeş cihât ef’âlini Onların üstünde ben bir kubbe-i Ankâ idim Rûh-ı cennetden getirdim ben bu âlem devrini Çâr melâ’ik pençesinde Âdem ü Havvâ idim Bu benim zürriyyetimden hâsıl oldu kâ’inât Bahr-ı aşkda mevc uran bir âteş-i sevdâ idim Hikmet-i nûr-ı tecellî Tûr’a etdi tâli’im Len terânî sırrını fâş eyleyen Mûsâ idim Lâlenin boynunda gezen hûr idim Meryem için Vahy-i Cibrîl ile geldim ol eve Îsâ idim

Sırr-ı levlâkede buldum göz açıp var olduğum Noktalar giydim ol ânda noktasız imlâ idim Pençe-i âl-i abâdan bir yeşil murg uçmuşum Ol yed içre bir müdevvir devr olan dünyâ idim Zü’l-fikâr-ı lâ fetâ illâ Alî hattında ben

Vâhidü’l-kahhâr içinde lutf-ı innemâ idim Ben idim uhrâ-yı nusret şakk olan devr-i kamer Merkez-i hatt u keşîde olmuş istevâ idim

(28)

27

Sâcidâ şerh eyledin fer’în içinde aslını

Lâ mekândan gelmişim ben onda müntehâ idim G133 Ben elif bâ tâ sâ cîm hâ ile hı dâl’iyim

Zâ ile râ zâl ü sîn şîn sâd dâd hayâliyim Zâ ayn gayn fâ kâf lâm u mîm nûn’dan olup Vâv ile hâ lâmelif’den bir olup pâymâliyim Pâ çâ jâ ki onun on iki bendin

Yedi âyet hem yüz on dört sûrenin ahvâliyim Mağz-ı Kur’ân sırrıyım ümmü’l-kitâbda nâtıkım Bâtınım ilm bedestânının bu gün dellâlıyım Almışım destimde bir nokta bahâsı bî-nihâ Ehl-i ma’rifim hakîkat hem şerî’at fâlıyım Sâcid’im yetmiş iki sıfatda bin bir ten ile

Hak bilir Hak’dır gören Hakk’ın bu gün abdâlıyım G149 Hurûfîliği şiirlerinde çok yönlü olarak işleyen Sâcid’in Bektaşî ol-duğuna kuşku yoktur. Ancak şiirlerinde Hurûfîliği bu kadar çok ele alması onun Bektaşî/Hurûfî olarak tanımlanmasını zorunlu kılmak-tadır.

Mürşidi Mahmûd Baba’ya karşı derin bir bağlılık ve saygı içerisinde bulunan Sâcid, bu duygularını zaman zaman şiirlerinde ifade etmiş-tir. Hatta “Münâcât-ı Mürşid” adıyla Mahmûd Baba’ya müstakil bir şiirle de seslenmiştir:

Yakdı vustâ-yı Horâsân’dan çerâg-ı Ahmed’i Rûma çekildi hisâr bu Sâcid’e Mahmûd Baba G8/22 Biz başımızı verdik ona çekdi rızâya

Biz mürşid-i Mahmûd gibi sultândan uyandık G100/8

Güft-i Sâcid Münâcât-ı Mürşid

Ey benim hâlık-ı vehhâb-ı nasîbim Mahmûd Ey benim tâli’-i feyyâzım efendim ma’bûd

(29)

28

Ki senin şânına müfredle ademden düşdüm Muhkemât eyle kerem kânını hayy et mevcûd Âlemi kevn-i fesâd içre ba’îd etdin ise

Yine dergâhına yüz tutdu murâd buldu vücûd Koma bu âlem-i kesretde ciğer pârelerin Vahdet-i vaslın ile yaramız olsun hoşnûd Eyle bu âşıkını zât-ı tecellîne karîn Kadr-i levh-i mücellânda müfîd-i mes’ûd Sâ’ilim bâb-ı mürüvvetde rızâ-pûş olalı Umarım erham-ı rahmında hidâyetle nümûd Meded ey hâzık-ı ahkâm-ı tabîbim şâhım Ver dili hastalara âb-ı hayâtı meşhûd Dile bu hâkini takvîm-i mükerrem ile dost Eyle bu hilkat-i eşyânı şerefle ma’dûd Koma esfelde yoğur rahmet ile hâkini sen Yed-i kudretle cemâlini arar çün maksûd Dedirip ahd-i vefâ emrine tasdîk-ı belî Bize rahmân-ı kıbel tâ’atini et mescûd Dâ’im et ind-i salâtında bu kul bendeleri Tâ’at-i nûr-ı cemâlinde niyâzım menşûd Bâde-i Kevser-i tahûrunu sun Sâcid’ine Ki dili aşk-ı İlâh’ın ile olsun bî-hûd G42

Bu derece bir saygı beslediği Mahmûd Baba’ya 33 yaşında intisap ettiğini 2 şiirinde ifade etmiştir:

Şâh Mehdî’den hidâyet otuz üç yaşımdadır

Ben ki Sâcid’im îmânım cedd-i âl fâşımdadır Tc 10 İntikâl etdim bu müşkül ile nûr-ı âleme

Otuz üç yaşında buldum şâb-ı emredden vefâ G8/12

(30)

29

aşk, Allah, Hz. Muhammed, Hz. Ali, 12 imam sevgisi, Kerbela ha-disesi, vahdet-i vücut, insanoğlunun yaratılışı, besmelenin şerhi vb. konular işlenir. Dolaysıyla şiirler tevhit, münacaat, naat, düvazdeh-i imam, mersiye, devriye örneğidir.

205 beyitten oluşan mesnevisi tevhit, münacat, düvazdeh-i imam ve dua bölümlerinden oluşur. Şiirde âdemoğlunun yaratılışı, Hz. Mu-hammed’in, Hz. Ali başta olmak üzere 12 imamın faziletleri ve şe-faatleri anlatılır.

Dünyayı tasavvuf penceresinden algılamayı ve anlamayı tercih eden Sâcid zaman zaman mutasavvıf bir bilim adamı edasıyla kavram ve duyguları tanımlamaktan ve onlara bir çerçeve çizmekten çekinmez. Özellikle tasavvufun ne olduğunu tarif ettiği gazeli muhteva açısın-dan dikkate değerdir:

Tasavvuf ona derler kim dem-i evvel demin bulmak Tasavvuf bir dem ol dem ki o demde âdemin bulmak Tasavvuf mağz-ı Kur’ân’dan cemâlin âşinâ etmek Tasavvuf bu vücûdda on sekiz bin âlemin bulmak Tasavvuf cümle esmâdan müsemmâ eylemek zâtın Tasavvuf bir şecerden kışr ile çün bâdemin bulmak Tasavvuf şeş cihetden taşra çıkmak yâre varmakdır Tasavvuf nokta-i pergârdaki aşk hâtemin bulmak Tasavvuf mahv olup yanmak nişânın gark edip aşkda Tasavvuf künc-i vahdetde rızânın mâtemin bulmak Tasavvuf Sâcidâ râh-ı Hüdâ’ya cân [u] baş virmek Tasavvuf zât ile yoldaş olup yâr hem-demin bulmak G107 Bu kâinat “aşk” ile var olmuş, aşk ile varlığını devam ettirmektedir. Kısacası her şeyin özü ve var oluş sebebi aşktır. Sâcid, bu düşünce ve inancını pek çok şiirinde mısralarda dile getirmesinin yanında “ilahî aşkı” anlatan müstakil gazeller de yazmıştır:

(31)

30

Nokta-i zâtü’l-ulûm aşk merkez-i devrân aşk Mevc urup bahr-ı muhabbetde dönen peymân aşk Kandil-i şem’-i nihâl aşk nüsha-i kübrâ-yı Cem Pertev-i mir’ât-ı âlem hâlık-ı vicdân aşk Bezm-i gül-gûn-ı muhabbet sâkî-i nûr u cemâl Dest-i mahbûb-ı şarâb aşk kâse-i atşân aşk Kuvve-i kesr-i adem aşk hem metâ’-ı vâridât Müfredât u ilm-i şân aşk câmi’ü’l-Kur’ân aşk Aşk düşürdü noktasın levh-i kalemden şakk olup Emr ü ilhâm-ı celîl aşk hatt olan fermân aşk Aşk durur deryâ-yı emvâc aşk durur dürr ü sadef Menzil-i sahrâ vü heyhât lücce-i ummân aşk Aşk durur şem’-i mürekkeb çâr unsur tîneti Der kamu eşyâda fâ’il rûh-ı sultân cân aşk Sun’-ı iklîm şeş cihât aşk heft bâb u âsumân Arş u kürsî aşk bî-sütûn kubbe-i ekvân aşk Menzil-i şems ü kamer aşk atlas-ı seyyâreler Aşk durur devrân-ı eflâk mekteb-i burhân aşk Aşk durur mağrib ü maşrık hem cenûb u hem şimâl İstevâ-yı hatt u aktâb arsa-i meydân aşk

Aşk durur bi’l-kuvve-i hâkde nebâtât u şecer Mîve-i matlûb-ı asl aşk ma’den ü mercân aşk Aşk durur âdem-i cemâl aşk durur bu kâ’inât

Kıble-i beytü’n-nazar-gâh mescid-i harmân aşk G104

Aşk bu meydân-ı muhabbet dilde sevdâdır yâr aşk Âteşi aşk zincîri aşk halka vü gerdân aşk

Aşk durur İbrâhîm’in destinde şemşîr dilde cemâl Pend eden İsmâ’îl aşk olduğu kurbân aşk

(32)

31

Aşk durur mürde-i bî-cân aşk durur Hızr u hayât Teşne-i sûz-ı dehân aşk çeşme-i hayvân aşk Çehre-i gül idi esrâr la’l ü ahmer gül-sitân Nâle vü bülbül zebân-ı gonce-i nâlân aşk Aşk durur ceng ü rakabe aşk durur zıll-i Hudâ Aşk durur me’zûn âgâzı dildeki cenân aşk Sidre vü taht-ı nübüvvet hem velâyet aşk durur Menzil-i mi’râc-ı Ahmed vâsılı perrân aşk Aşk durur vakt-i seher-gâh aşk durur bîdâr-ı kalb Aşk durur dîde-i gaflet râci’ü’l-imkân aşk Evveli aşk âhiri aşk zâhiri hem bâtını Sûret-i hayvân-ı nâtık kâmil-i insân aşk

Aşk durur ma’nâ-yı Kur’ân aşk durur rehber îmân Hvâce vü dânâ vü pîr aşk tâlib-i cebân aşk

Aşk durur câmi’-i nusret hem kilîsâ putu aşk Her ki maksûd u ibâdât tâ’at-i dermân aşk Aşk durur firdevsde elvân-ı şükûfe reng reng Aşk durur çeşm-i murebbâ bâğ aşk bağbân aşk Aşk durur fâ’il-i mutlak aşk durur sun’-ı Hudâ Rub’-ı maksûd-ı murâdda küfri aşk îmân aşk Aşk durur zâtından âlem-i

Bu kümelin lutfu aşk kahrındaki seyrân aşk Aşk durur Sübhân-ı a’zam şân-ı gufrân-ı kerem Sözlerinde Sâcid’in hep etdiği isyân aşk G105

Evvelâ bu âlemin seyrânı aşk endâmı aşk Nûru aşk esrârı aşk aks etdiği i’lâmı aşk Bâd aşkdır hâk aşkdır âb aşkdır nârı aşk Heft iklîm şeş cihet fâ’il olan ahkâmı aşk

(33)

32

Aşk durur vahdet İlâhî aşk durur zât-ı kadîm Mevc urup deryâ-yı aşkdan kün diyen en’âmı aşk Aşk durur esmâ müsemmâ aşk durur bu vâridât Aşk durur rûhâniyet hem cem’ olan ecsâmı aşk Şem’-i aşkdandır yanan mey-hâne içre hoşça hâl Hep bu sûret aşk durur nakş eyleyen ressâmı aşk Sâkî aşkdır kâse aşkdır âb-ı engûr rengi aşk Bezm olan ashâb aşkdır yâr olan ol câmı aşk Aşk durur bu kâ’inâtın muhkemâtı müfredât Kim bu terkîb eyleyen aşkdır eden ilhâmı aşk Evveli aşk âhiri aşk şân-ı Hakk’ın Sâcidâ

Aşkdır ol devrân-ı tevhîdde dönen encâmı aşk G106

Şairin Hz. Muhammed’e duyduğu muhabbet tasvir edilemeyecek kadar büyüktür. Allah’ın yarattığı en yüce varlık olarak gördüğü Hz. Muhammet gizli hazinelerin kaynağı, kâinatın benzersiz nurudur. Sâcid’e göre o, ilimlerin en yücesi, güzelliklerin menbaıdır:

Ey Hudâ’nın ilm-i şânı iltifâtı Mustafâ Sensin ol levlâke levlâk vâridâtı Mustafâ Küntü kenzin âşikâr etmek idi maksûd-ı Hak Kıldı nûrundan müberrâ kâ’inâtı Mustafâ Kurtarıp bu âlemi zulmetden o nûrun ile Varlığından buldular cümle hayâtı Mustafâ Hûb cemâlin secde-gâh oldu kamu ervâhlara Buldu zâtından sıfâtın muhkemâtı Mustafâ Hâdî-i nâtık kelâmu’llâh olundun hükm ile Ey sırât-ı müstakîmin fâ’ilâtı Mustafâ

Kim bu tevhîd sâyesi âlemde şem’in dürcüdür Çün senin âyîne-i tathîrinin hep mevcidir Açdı miftâh-ı hutûtun küntü kenzu’llâhını Buldun Ankâ-yı velâyetden tecellî câhını Men ‘aref dersini izhâr eyledin ol perdeden

(34)

33

Lahmike esrârının etdin o dem âgâhını

Li-ma’a’llâh mektebinden okudun açdın sebak Gördü mi’râc sûreti emred katat dergâhını

Beyt-i ma’mûr arş-ı kürsden hâtem etdin müntehâ Yazılan emr-i kalemden levhde bismi’llâhını Oldu vahdetden murâdu’llâh murâdı âşikâr Gördü mir’ât-ı had-i Ken’ân ilinde şâhını Bulmadı bu lutf [u] in’âmı Hudâ’dan bir rasûl Hak sıfâtın zâtına etmek muhabbetle duhûl Geçdi evvel menzilin aşkla bırakın bî-nihâ Görmedi na’l-i gubârın çün elest-i müntehâ Bî-mekân oldun ki evvel âhirinden yok nişân Kim bu menzil vuslatı dîdâra oldu âşinâ Atdın ol altun topu bedîdden aldın bir yere Bilmedi peyk-i rasûl gördü bu sırrı ibtidâ Varlığından âleme yeg suyunun bir katresi Düşdü levhe izz [ü] şânından yazıldı dâ’imâ Ey Hudâ’nın cilve-gâhı kul hüva’llâhü ehad Lem yelid zâtın ve lem yûled sıfâtın Mustafâ Dem senin devrân senin bu hâne-i vahdet senin Gül senin bülbül senin fâ’il olan hikmet senin Doğdu hüsnünden Hudâ’nın feyzi esrârındadır Külli şey’in hâlıkın vechi hemân varındadır Ey safiyu’llâh cemâlu’llâh Hudâ’nın mahremi Çalkanan deryâ-yı aşkın aks-i envârındadır Âşikâr oldu ademden çün elif lâm râ sana Muhkemât etdin kamu eşyâyı dîdârındadır Sûre-i Yâsin senin hükmün degil mi şânına Ma’nâ-yı Tâhâ vücûdun şerhinin kârındadır Mâh-ı hûrşîd encüm-i iklîm-i çâre heft semâ Kim bu kudret pençesi devrânı devrândadır

(35)

34

Ey Hudâ’nın nûr-ı vâhid hûb mahbûb goncesi Bir kelâmu’llâh-ı âlemsin ki Hak eglencesi Bu muhabbetle düşürdü âlem-i emri kalem Açdı esrârın Hudâ çâk oldu aşkından harem İstegin var eyledi ma’şûkuna aşk ma’deni

Düzdü kudret vahdetinden sun’-ı Settâr ayn-ı cem Kurdu bir bezm-i mu’azzam döndü aşkın bâdesi Nûş edenler dediler hep dem bu demdir dem bu dem Sensin ol aşk-ı İlâhî sâkî-i bezm-i elest

Ey cemâl-i nûrü’l-enver ey habîb-i muhterem Şâfi’-i erham senindir kul senin her cân senin Mücrimim aşkın ile dergâha geldim Sâcid’im Lutf-ı pâkinden kerem kıl bî-kes âşıklara Menzil-i pâkin ayân et kim özü sâdıklara Tb 1

Divanda yer alan terci-i bentlerin ilki Kerbela hadisesi için yazılmış bir mersiyedir. Bu şiirde Hz. Hüseyin’in şehit edilmesine içi yanan şairin son derece içten, yürekten gelen bir söyleyişle acısını dile ge-tirdiğini görüyoruz. Sâcid “Ağlamak” fiilini, “ağla, ağlayıp, ağlasın, ağlasınlar, ağlarım” çekimleriyle sık sık kullanarak başta kendisi ol-mak üzere canlı cansız bütün varlıkların şehit Hz. Hüseyin’e ağla-masını ve yanağla-masını ister.

Ağla ey çeşm-i Muhammed kalb-i mahzûn dâ’imâ Ağla feryâdınla yansın Fâtıma arş kürs sana Ağla âh kanda karındaşın Hasan hulk-ı rızâ Ağla gül açdı ciğer pâren Aliyyü’l-Murtazâ Kıydı gadr oldu felek hayf Şâh Hüseyn’e ne revâ Kana gark etdi vücûd-ı pâkini âh Kerbelâ

Ağlayıp etsin hurûc genc-i ademden ilm-i şân Ağlayıp yazsın kalem levhe bu hâli râyegân Ağlayıp levlâke levlâk hattı görsün bir dîvân Ağlayıp arş üzre dolsun haşre dek gerd-i beyân

(36)

35

Kıydı gadr oldu felek hayf Şâh Hüseyn’e ne revâ Kana gark etdi vücûd-ı pâkini âh Kerbelâ

Ağlasın nokta-i izhâr muhkemât u besmele Ağlasın cem’-i mukatta’ât hurûf-ı hamdele Ağlasın Kur’ân tilâvet olunurken mes’ele Ağlasın hâfızları aşkla koparsın velvele

Kıydı gadr oldu felek hayf Şâh Hüseyn’e ne revâ Kana gark etdi vücûd-ı pâkini âh Kerbelâ

Ağlasın bünyâd-ı âlem bî-sütûn ekvân-ı şark Ağlasın ki lafz etsin fe-yekûn sırrını fark Ağlasın tîg u felek etdi o şâhı hûna gark Ağlasın hûrşîd ü mâh subh u seher atdı şafak Kıydı gadr oldu felek hayf Şâh Hüseyn’e ne revâ Kana gark etdi vücûd-ı pâkini âh Kerbelâ

Ağlasın aks etdiği mir’âtına bu kâ’inât Ağlasın arsa-i ikbâl çâr iklîm şeş cihât Ağlasın bu rûzgâra baş eğip hep vâridât

Ağlasın mahv olup halk olmuş cihânda her sıfât Kıydı gadr oldu felek hayf Şâh Hüseyn’e ne revâ Kana gark etdi vücûd-ı pâkini âh Kerbelâ

Ağlasın cümle nebîler içre sâhib-muhterem Ağlasın fazl-ı şefâ’at merhamet rahm-ı kerem Ağlasın sâkî için Kevser şarâbı îş-i Cem

Ağlasın ehl-i cinân ehl-i cehennem dem-be-dem Kıydı gadr oldu felek hayf Şâh Hüseyn’e ne revâ Kana gark etdi vücûd-ı pâkini âh Kerbelâ

Âh edip ol teşne leb zikri idi ism-i mu’în Bilmezim bu hizmetim nâ’il midir Cibrîl emîn Katre idi kana gark oldu semâvât-ı zemîn Ağlasınlar hânedân-ı ehl-i beyte ecma’în

(37)

36

Kıydı gadr oldu felek hayf Şâh Hüseyn’e ne revâ Kana gark etdi vücûd-ı pâkini âh Kerbelâ

Ağlasın me’zûn âgâzı abde tekbîr ahsenât Ağlasın vakt-i seher hayrân oldum es-salât Ağlasın bu hutbemiz hep yâd olundukça o zât Ağlasın hâzır cemâ’at titresin gâ’ib hayât

Kıydı gadr oldu felek hayf Şâh Hüseyn’e ne revâ Kana gark etdi vücûd-ı pâkini âh Kerbelâ

Ağlasın cümle namâz-ı vâcib ü sünnet ü farz Ağlasın tâ’at ü hâcât ihtiyârından garaz Ağlasın isyân-ı mücrim ü ukûl etsin kim arz Ağlasın İslâm olan kimden eder sancağı kabz Kıydı gadr oldu felek hayf Şâh Hüseyn’e ne revâ Kana gark etdi vücûd-ı pâkini âh Kerbelâ

Mevce gelsin çeşm ü deryâ bu ciğer-gâh nârına Gece gündüz yanmada dil âteş-i aşk varına Nice mahv olmaz Muhammed dostu çarhın kârına Çekdi fetvâsın o zâlim Allâh’ın envârına

Kıydı gadr oldu felek hayf Şâh Hüseyn’e ne revâ Kana gark etdi vücûd-ı pâkini âh Kerbelâ

Ağlarım mâh-ı Muharrem mâteminden el-emân Ağlarım kâtil döğüp firkat evinden el-emân Ağlarım başımda tutdu bu felâket âşiyân Ağlarım şâh-ı şehîdin aşkına yansın bu cân Kıydı gadr oldu felek hayf Şâh Hüseyn’e ne revâ Kana gark etdi vücûd-ı pâkini âh Kerbelâ

Ağla ey Sâcid dü çeşmin ser-sebîl et şâha sen Top edip meydâna at cân u başı gir râha sen Düşmeden bu âlemin efsâdına âh vâha sen İç şehâdet câmın aşk ile yürü Allâh’a sen

(38)

37

Kıydı gadr oldu felek hayf Şâh Hüseyn’e ne revâ Kana gark etdi vücûd-ı pâkini âh Kerbelâ Tc 1

Düvazdeh-i imamlarda Hz. Muhammed’den başlayarak son imam Muhammed Mehdî’ye kadar sırasıyla imamlar Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Zeynelaba, Bâkır, Cafer, Kâzım, Alî Mûsâ Rızâ, Takî, Nakî, Askerî’nin sıfatları ve özellikleri sayılır:

Bu dem bir lahza hem-dem olundu âşinâsıyla Hemân dil ayn-ı cem oldu Hudâ’nın Mustafâ’sıyla Sarıldı lahmike esrârına kırklar ile cânâ

İki dem bir dem oldu çün Aliyyü’l-Murtazâ’sıyla Sıkıp bir bâde-i aşkdan şarâb-ı âb-ı engûru Onu nûş eyledik ol dem hasen hulku rızâsıyla Biz ol bezm-i elestden olup mestâneyiz hâlâ Dil-i teşne-i leb olduk Hüseyn-i Kerbelâ’sıyla Ki ol ahdin belâ ser-bâzıyız vahdet bucağında Hezâr gâr içre pîr olduk ki ol Zeyne’l-abâ’sıyla Vücûdu tîg-ı mecrûhla donatdık îd-i vaslında Durup cânân için cân verdik ol Bâkır sehâsıyla Ledünn-i âl-i ensâb-ı hakîkat iştihâr etdik Okuduk mezheb-i Ca’fer’le bismi’llâhı bâ’sıyla Eridip gayzı nûş etdik bu âlem içre zindânda Özü Kâzım demin gördük münâfık iftirâsıyla Salâ etdik çıkıp meydân-ı aşk içre teberrâya Top edip başımız atdık Alî Mûsâ Rızâ’sıyla Ayân etdik çerâg-ı nûr-ı Hakk’ı sâdıku’l-kavli Sadefler dökdü inciyi Takî’nin aşk bahâsıyla Bahâ-yı katre inciden cihân âciz nevâ oldu Sarıldık kıymet-i yâre Nakî’nin mübtelâsıyla

(39)

38

Derûn-ı şehr-i Şâm içre yürütdük leşker-i Hakk’ı Kemâl-i Askerî’nin imtihân-ı ıstıfâsıyla

Top olduk altına âl-i abânın bende-gâhında Muhammed Mehdî-i sâhib-zamânın ol livâsıyla Hidâyet menzilin hâtem edip bunlar imâmetde Çekip ümmetlerin sâf sâf ezel ahd-i vefâsıyla Mürüvvet şâhıdır onlar gönül maksûduna Sâcid Bir eyler arş [u] kürs içre o râh-ı müntehâsıyla G 190 Sâcid Hz. Ali’nin yüceliğini, faziletlerini ve ona olan muhabbetini öven müstakil şiirler de yazmıştır:

Alî’dir nokta-i evvel sicâli Alî’dir hep nasîbâtın fi’âli Alî’dir işleyen çarhın binâsı Alî’dir her umûrâtın meyâli Alî’dir bu zemîne nüh felekler Alî’dir cümle eşyânın kemâli Alî’dir pertevi hûrşîd-i kevnin Alî’dir zulmetin şem’i hilâli Alî’dir her dü deryânın ganîsi Alî’dir mevc uran aşkın celâli Alî’dir cümlenin nûru çerâgı Alî’dir kandili şu’len nihâli Alî’dir şâfi’-i sâkî-i evvel Alî’dir tevcihâtın aşk mecâli Alî’dir menba’-ı Kevser Alî’dir Alî’dir bu hayâtın hayy zülâli Alî’dir remz ile ilmin ledünnü Alî’dir noktanın harfe visâli

(40)

39

Alî’dir a’zam-ı Kur’ân’da ma’nâ Alî’dir Ahmed’in sırr-ı muhâli Alî’dir evvel ü âhir velâyet Alî’dir âlemin zıll-i hayâli Alî’dir iscidû emrin hitâbı Alî’dir Âdem’in ayn-ı cemâli Alî’dir Mûsî [vü] Dâvûd [u] Îsâ Alî’dir lahmike lahmî makâli Alî’dir hep Ene’l-Hakk’ım diyenler Alî’dir bu zuhûrâtın zılâli

Alî’dir şeş cihet hem çâr iklîm Alî’dir bu derûnun bil melâli Alî’dir Sâcid’in gönlü azîzi Alî’dir âşıkın maksûd-ı âli G202

(41)

40 2.3. Dil ve Üslûp

Sâcid’in dili döneminin şiir dilinin özelliklerini yansıtır. Zaman za-man özellikle Farsça tamlamalarla üslup ağırlaşır. Bazen de konuşur gibi, karşısındakine nasihat verir bir şekilde, sade, yalın bir üslupla yazar. Divanı incelendiğinde Sâcid, eğitim görmüş, devrin İstanbul Türkçesine hâkim, aruz ve hece vezni bilgisi olan, edebî sanatları bilen bir şair olarak karşımıza çıkar. Farklı nazım şekillerini kullan-ması da şiire dair teorik bilgisinin bir göstergesidir.

Birkaç mısra hariç genel olarak şiirlerin vezinlerinde bir aksama gö-rülmez. Divanların hattı bozuk olduğu için çok zor okunmuş, bu se-beple muhtemelen bazı vezin aksamaları da yanlış okumadan kay-naklanmıştır. Diğer yandan şair, bazı kelimeleri vezne uydurabilmek için bozmuştur:

Zü’l-veceheyn bir nümâdır ki cihândan âşinâ Böyle bir ayînedir her bir mekândan âşinâ Ârif-i evvel durur âhir zamândan âşinâ Rûz-ı mahşer n’idüğin ol dem dîvândan âşinâ Kıldan ince kasr kim yapdım o râhın üstüne

Var mıdır bir zevk ola bu cilve-gâhın üstüne Tc13/2

örneğinde şair “Zü’l-vecheyn” ifadesini “Zü’l-veceheyn” şeklinde okumuştur.

Bir hayır işler işim yok çün benim Âleme geldim geleli ben sana G12/4

örneğinde ise “Hayr” kelimesi “hayır” şeklinde okunmuştur. Gussadan kayd-ı ümîdini âzâr et kat’ et

Azmet-i izz ü Hudâ şânını bil nâ-çâr ol G119/6

Şair vezin zorlamasından dolayı kelimelerde sadece ünlü türetme yoluna gitmemiş, ünlü düşürme yöntemiyle de vezin problemini aş-maya çalışmıştır. Yukarıdaki örnekte “azamet” kelimesi veznin zor-lamasıyla “azmet” şeklinde okunmuştur.

(42)

41

Divandaki şiirler sanat gayesinden çok, yol erenlerine, tarikat men-suplarına bir şeyler öğretmek maksadıyla yazılmıştır. Sâcid ses, hece ve kelimeleri tekrarlayarak bir yandan şiirde ahengi artırmayı, oku-yucunun dikkatini çekmeyi başarmış, bir yandan da hitap ettiği kit-leye vurgulamak istediği kavramı daha etkili bir şekilde vermiştir:

Muhammed’dir cemâlim Hak özüm zât Alî’dir yâ kaşım eden kelimât

Muhammed’dir vücûdum Hak mutlak Alî’dir cân veren câna mülâkât

Muhammed’dir bu âlem nûr-ı Hak’dan Alî’dir görünen gören ki mir’ât

Muhammed’dir bu hûrşîd bu sâye Alî’dir mâh-ı enverden kemâlât Muhammed’dir dü âlem kâ’inâtı Alî’dir vâsıl-ı nûr-ı hidâyet

Muhammed’dir benim mihrâb-ı kalbim Alî’dir Sâcid’e mescûd-ı âyât G21 Sendedir nûr-ı hidâyet sende yandı ibtidâ Sendedir gencîne-i niyyet imâm-ı pîşvâ Sendedir esrâr-ı Allâh senden oldu âşinâ Sendedir külli zuhûrât küntü kenz kul innemâ Sendedir beyt-i mu’azzam câmi’ü’l-farz-ı edâ Sendedir tevhîd-i vahdet çün elif mîm dâl bâ Sendedir levh ü kalem hat sendedir heft-i semâ Sendedir esrâr-ı Rahmân hem ale’l-arş’istivâ Sendedir tekbîr şehâdet hem kıyâmında Hudâ Sendedir sırr-ı Bilâl cem’ etdiğine es-salâ Tc 10 Es-selâm ey câmi’ü’l-Kur’ân Hak peygamberi Es-selâm ey rûy-ı Ahmed bûy-ı yârin anberi Es-selâm ey evvel [ü] âhir mekânın kişveri Es-selâm ey kufl-i zulmün pertevinin enveri

(43)

42

Es-selâm ey şâh-ı âlem kâ’inâtın efseri Es-selâm ey hâtem-i Ankâ-yı ber-İskenderî Es-selâm ey şâfi’-i nûr-ı hidâyet mazharı Es-selâm ey menba’-ı âl-i abânın cem’ eri

Es-selâm ey cism-i Ahmed sırr-ı Ahmed Haydar’ı Es-selâm ey vâris-i cedd-i rasûlün defteri Tc 10 Ol benim evvel ü âhir ilm-i şânda muhterem Ol benim kenz-i İlâhî’den küşâd bâbü’l-harem Ol benim rûhü’l-emîn destinde bir lâle sanem Ol benim levhe düşen nokta-i ilhâm u kalem

Ol benim hüsn-i nazar mevlûd-i Meryem Îsâ-dem Muh 3 Sıfât-ı Meryem’im rûhumdur Îsâ

Benim bir lâle-i hûr u Mesîhâ Benim tasvîr kamu levhde cemâl hat Gelip tâ’at için açdım kilîsâ

Velî bir put-ı sanemdir kilîsâ Nazar-gâh-ı celîlim beyt-i ulyâ Benim âyîn ü cem’in çok çerâğı Havârî yok içinde ismim îlyâ Benim küfr-i Nasârânın îmânı Kamu dîn mezheb içre râh-ı Mevlâ Benim kara giyip ruhbânda zünnâr Eli asâ dili İncîl-i ra’nâ

Benim âdâb-ı tersâda ya cennet Benim perhîz dehânlarda müdâmâ Benim Sâcid dediler hem de mescûd Benim âyîn içre bir mu’ammâ G1

Şâh Alî bendesiyim Mülcem tîgı lâşimdedir Şâh Hasan hulk-ı Rızâ zehri benim aşımdadır Şâh Hüseyn Kerbelâ gavgâsı hep başımdadır

(44)

43

Şâh Zeyne’l-Âbidîn’in derdi gözyaşımdadır Şâh Bâkır sînesiyim tîg dest-i Hâşim’dedir Şâh Ca’fer sırrı bende hem de pîrdaşımdadır Şâh Kâzım yutduğu gam cism-i ibrâşımdadır Şâh Alî Mûsâ Rızâ’nın darbı nakkâşımdadır Şâh Takî’nin gördüğü dâr dâyim efrâşımdadır Şâh Nakî’nin seyf-i mecrûhu iki kaşımdadır Şâh Asker cevrinin devrânı ayyâşımdadır Şâh Mehdî’den hidâyet otuz üç yaşımdadır

Ben ki Sâcid’im îmânım cedd-i âl fâşımdadır Tc 10 Gehî mahbûb gehî çengî gehî ser-hoş gehî bengî Gehî nây hûb-âgâz ister gehî hayret-nümâ ister Gehî meydân gehî dîvân gehî merdân gehî seyrân Gehî burhân gehî sultân gehî bâb-ı rızâ ister Gehî lâ-havf gehî mevcûd gehî tâ’at gehî mescûd Gehî tevhîde devrânı eder nokta Hudâ ister G50 Bu aşk bahrında sırru’llâh hayâli bir habâbîdir Ne hâk [ü] bâd u âteşdir ne hod mevc ursa âbîdir Bu Mi’râc’ı musaffâdan doğan tûbâ sanur ammâ Ne hûrşîdden ziyâdır bu ne mâhın âfitâbıdır

Ne peyk-i çâr-peygamber ne hulk-ı kuds-i ervâhdır Ne mînâ-yı şecerdir bu ne terdir ne hicâbîdir Degildir hayme-i mî’âd ne on sekiz bin âlem bu Ne terkîb-i müsemmâdır ne bir ma’nâ kitâbıdır Ne hatt-ı istivâdır bu ne mescûdda du’âdır bu Ne olmuş câmi’ü’l-mihrâb ne beytdir bu ne bâbıdır Bu bir esrâr durur aslâ kabûl etmez tesellîden Tecellî şevk-i dîdârın ne emrûd [u] ne şâbîdir Ne bu mir’ât-ı ressâmdır ne ilhâmdır ne evhâmdır Ne doğmuş doğacakdır ne turan şem’-i tâbîdir

(45)

44

Ne hem-pâ-yı delîldir bu ne ulvî menzilidir bu Ne şerdir şerrini görsen ne bir hayrın sevâbıdır Yapılmış câmi’-i âlem süzülmüş kubbeden çıkmış Ne Cibrîl’den haber almış ne bu çeşmin nikâbıdır Ne arz-ı kürre-i eflâk ne evvel âhir-i idrâk

Velî kâ’im durur dâ’im ne ma’mûr ne harâbîdir Ne âlem hâricindendir ne kim ol beyt-i ma’mûr bu Ne akl u fikr ü dildir ne bu birlik hesâbıdır

Ne hâl ile mihâtdır bu ne Hızr ile hayâtdır bu Ne hûrî vü ne gılmândır ne bu Kevser şarâbıdır Okunmaz harf-i imlâ yok yaza mı kâbil isti’dâd Bu bir ism-i lisân söyler ne Farsî ne Arâbîdir Hayâl oynar hayâl içre hayâl bilmez hayâlâtın Ne dostun rahmıdır çün bu ne ağyârın azâbıdır Ne derddir bu ne dermândır ne küfrü var ne îmândır Ne afvın rahmetidir bu ne dûzâhın ikâbıdır

Mürüvvet Sâcid’e in’âm Aliyyü’l-Murtazâ’dandır O bâbın nûru Ahmed’dir hemân sâye turâbıdır G62 Gehî mağrib gehî maşrık gezerdim

Gehî deryâ gehî gölde yüzerdim Gehî şems görürdüm gâh mâhı Eremezdim gehî bir dem nigâhı Gehî uçup feleklerde dönerdim Gehî iner idim gâhî binerdim Gehî mahzûn gehî mesrûr olurdum Gehî hâkî gehî fağfûr olurdum Gehî zindân içre etdim iskân Gehî çıkdım gehî habs etdi isyân

(46)

45

Gehî epsem idim zî-rûh içinde Gehî banlar idim memlûh içinde Felekden hâsılı çokdur şikâyet Felâket döndü başımda nihâyet Gehî evvel olurdum gâhî âhir Gehî ehaff dururdum gâhî zâhir Gehî balçıklara düşdüm bulandım Gehî bâğ bâğçelerde çok dolandım M1 Ben miyim şem’-i tecellîde nihân pertev-i tâb Ben miyim âlem-i zulmetde irâdetle hicâb Ben miyim mevc ile ummâna zuhûr şekl-i habâb Ben miyim bezm-i elest içre dönen bir kebâb Ben miyim Hızr-ı hidâyetle hayât çeşme-i âb Ben miyim âlem-i zulmetde kalan câna me’âb Ben miyim kudret-i defterde yekûn olmuş hesâb Ben miyim kûşe-i mevcûda selâtîn yedi bâb Ben miyim satr-ı İlâhî’de varak-ı vahy ü hitâb Ben miyim fâ’il-i mutlak ben miyim ad u şarâb Ben miyim bize kemâlât-ı ulûm fâzıl hitâb Benim ol Sâcid-i yârin ciğeri aşkla kebâb G16 Biz bahr-ı Muhammed dem-i sîr-âb şerefiyiz Biz dürr-i Alî hâfız-ı kıymet sadefiyiz Biz mevc-i belâlarda şinâver haseneyniz Biz kan dökeriz âl-i abânın halefiyiz Biz hâtem-i esrâr-ı nebîden okuruz hep Biz âl-i vasat ümmet-i Mehdî Necef’iyiz Biz hâl ile Ye’cûc kırıp gâzî şehîdiz Biz evvel [ü] âhirde hidâyet tarafıyız

(47)

46

Biz çarh-ı felekden alınıp bâda karışdık Sâcid bu aref sırrına vâkıf arefiyiz G80 Biz vahy-i İlâhî ile Kur’ân’dan uyandık Biz batn-ı ma’ânîdeki seyrândan uyandık Biz bâb-ı Alî’den okuduk kenz-i ulûmu Biz beyte girip hvâce-i burhândan uyandık Biz hulk-ı Muhammed’den alıp nûr-ı Hudâ’yı Biz ümmet-i vustâyi Horâsân’dan uyandık Biz bezm-i elest sırrına her demde kavîyiz Biz ahde vefâ eyledik îmândan uyandık Biz bâde-i engûru sıkıp Kırklar içinde Biz Kırklar ile bir gül-i handândan uyandık Biz levh-i tecellîde görüp mâye-i zâtı Biz onu tilâvet edip irfândan uyandık Biz aşk-ı muhabbetle girip bezm-i safâya Biz nûr-ı velâyet ile meydândan uyandık Biz başımızı verdik ona çekdi rızâya

Biz mürşid-i Mahmûd gibi sultândan uyandık Biz Sâcid olup düşdük o mihrâb-ı cemâle Biz cânı verip sonra o cânândan uyandık G100 Aşk durur deryâ-yı emvâc aşk durur dürr ü sadef Menzil-i sahrâ vü heyhât lücce-i ummân aşk Aşk durur şem’-i mürekkeb çâr unsur tîneti Der kamu eşyâda fâ’il rûh-ı sultân cân aşk Sun’-ı iklîm şeş cihât aşk heft bâb u âsumân Arş u kürsî aşk bî-sütûn kubbe-i ekvân aşk Menzil-i şems ü kamer aşk atlas-ı seyyâreler Aşk durur devrân-ı eflâk mekteb-i burhân aşk

(48)

47

Aşk durur mağrib ü maşrık hem cenûb u hem şimâl İstevâ-yı hatt u aktâb arsa-i meydân aşk

Aşk durur bi’l-kuvve-i hâkde nebâtât u şecer Mîve-i matlûb-ı asl aşk ma’den ü mercân aşk Aşk durur âdem-i cemâl aşk durur bu kâ’inât

Kıble-i beytü’n-nazar-gâh mescid-i harmân aşk G104/6-12 Aşk bu meydân-ı muhabbet dilde sevdâdır yâr aşk

Âteşi aşk zincîri aşk halka vü gerdân aşk

Aşk durur İbrâhîm’in destinde şemşîr dilde cemâl Pend eden İsmâ’îl aşk olduğu kurbân aşk

Aşk durur mürde-i bî-cân aşk durur Hızr u hayât Teşne-i sûz-ı dehân aşk çeşme-i hayvân aşk Çehre-i gül idi esrâr la’l ü ahmer gül-sitân Nâle vü bülbül zebân-ı gonce-i nâlân aşk Aşk durur ceng ü rakabe aşk durur zıll-i Hudâ Aşk durur me’zûn âgâzı dildeki cenân aşk Sidre vü taht-ı nübüvvet hem velâyet aşk durur Menzil-i mi’râc-ı Ahmed vâsılı perrân aşk Aşk durur vakt-i seher-gâh aşk durur bîdâr-ı kalb Aşk durur dîde-i gaflet râci’ü’l-imkân aşk Evveli aşk âhiri aşk zâhiri hem bâtını Sûret-i hayvân nâtık kâmil-i insân aşk

Aşk durur ma’nâ-yı Kur’ân aşk durur rehber îmân Hvâce vü dânâ vü pîr aşk tâlib-i cebân aşk

Aşk durur câmi’-i nusret hem kilîsâ putu aşk Her ki maksûd u ibâdât tâ’at-i dermân aşk Aşk durur firdevsde elvân-ı şükûfe reng reng Aşk durur çeşm-i murebbâ bâğ aşk bağbân aşk

(49)

48

Aşk durur fâ’il-i mutlak aşk durur sun’-ı Hudâ Rub’-ı maksûd-ı murâdda küfri aşk îmân aşk Aşk durur zâtından âlem-i

Bu kümelin lutfu aşk kahrındaki seyrân aşk Aşk durur Sübhân-ı a’zam şân-ı gufrân-ı kerem Sözlerinde Sâcid’in hep etdiği isyân aşk G105 Evvelâ bu âlemin seyrânı aşk endâmı aşk Nûru aşk esrârı aşk aks etdiği i’lâmı aşk Bâd aşkdır hâk aşkdır âb aşkdır nârı aşk Heft iklîm şeş cihet fâ’il olan ahkâmı aşk Aşk durur vahdet İlâhî aşk durur zât-ı kadîm Mevc urup deryâ-yı aşkdan kün diyen en’âmı aşk Aşk durur esmâ müsemmâ aşk durur bu vâridât Aşk durur rûhâniyet hem cem’ olan ecsâmı aşk Şem’-i aşkdandır yanan mey-hâne içre hoşça hâl Hep bu sûret aşk durur nakş eyleyen ressâmı aşk Sâkî aşkdır kâse aşkdır âb-ı engûr rengi aşk Bezm olan ashâb aşkdır yâr olan ol câmı aşk Aşk durur bu kâ’inâtın muhkemâtı müfredât Kim bu terkîb eyleyen aşkdır eden ilhâmı aşk Evveli aşk âhiri aşk şân-ı Hakk’ın Sâcidâ

Aşkdır ol devrân-ı tevhîdde dönen encâmı aşk G106 Tasavvuf ona derler kim dem-i evvel demin bulmak Tasavvuf bir dem ol dem ki o demde âdemin bulmak Tasavvuf mağz-ı Kur’ân’dan cemâlin âşinâ etmek Tasavvuf bu vücûdda on sekiz bin âlemin bulmak Tasavvuf cümle esmâdan müsemmâ eylemek zâtın Tasavvuf bir şecerden kışr ile çün bâdemin bulmak

(50)

49

Tasavvuf şeş cihetden taşra çıkmak yâre varmakdır Tasavvuf nokta-i pergârdaki aşk hâtemin bulmak Tasavvuf mahv olup yanmak nişânın gark edip aşkda Tasavvuf künc-i vahdetde rızânın mâtemin bulmak Tasavvuf Sâcidâ râh-ı Hüdâ’ya cân [u] baş virmek Tasavvuf zât ile yoldaş olup yâr hem-demin bulmak G107 Ameldir işleyen cümle umûru câm u sahbâda

Ameldir bâdeyi [ki] jeng eden bezm-i musaffâda Ameldir bâr ile hâkden gubârı ber-hevâ etmek Ameldir aks eden âyîne-i pâk-i mücellâda

Ameldir nûru zulmet eyleyen hem zulmeti pür-nûr Ameldir bu temâşâya koyan çeşmini şehlâda Ameldir kesreti vahdet edip hem âdemî sıfat Ameldir devr olan encüm ile eşyâ bu üftâda Ameldir bâtını zâhir eden hem zâhiri bâtın Ameldir ders el-ân sâlik ki ol te’sîri ma’nâda Ameldir hayr ile şerrin mukâbil olduğu imkân Ameldir terk-i tecrîd eylemek onları dünyâda Ameldir yâre yol bulmak ki yârin yolunu urmak Ameldir gezdiren ilmi için İblîs’i da’vâda Ameldir Sâcidâ mevcûd olan tahsîl-i cânâna Ameldir dünyevî uhrâ ki bul dîdârı ihfâda G182

Benim o hâk içre hemân kenz-i adem Benim izhâr-ı kemâlât u cemâl hâzık-ı em Benim ikbâl-i sa’âdetle şeref burc u kadem Benim o meclis-i a’zâdaki devrân ile dem Benim icrâ-yı mürekkebde ulûm nokta kalem Benim esrâr-ı İlâhî’de ulûm bâb-ı harem

(51)

50

Benim eşyâda nazar-gâh-ı celîl nutk-ı hakem Benim ol fâtih-i nusretle küşâd olmuş alem Benim erbâb-ı musaffâda safâ gonce sanem Benim ol pîr-i mugân sâkî-i sahbâ-yı kerem Benim âyîn-i muhabbetde dönen bâde-i cem Benim aşk ile dili mest eden ol ma’nâ-yı fem G125 Bu bir der içre tılsımın kamu illâsına muhtâc Ne deryâ mevcine hâsıl ne mevc deryâsına muhtâc Hemân bir pençe-i kudret ki sıkdı âb-ı engûrı

Ne sahbâ cem’ine muhtâc ne cem’ sahbâsına muhtâc Çü bir zıllî hayâldir bu hep ol mir’âtın ‘aksinde Ne aksi sırrına muhtâc ne sır kimyâsına muhtâc Murâd bir bû-yı ra’nâdır hakîkatde o gül-bergin Ne hamrâ bûyuna muhtâc ne bûy hamrâsına muhtâc Ne ma’şûk âşıka yârdır ne hod âşık da ma’şûka Ne şeydâ zârına muhtâc ne zâr şeydâsına muhtâc Ne sulh olmuş bitirmişdir ne bir ‘acnetle da’vâdır Ne fetvâ ‘örfine muhtâc ne ‘örf fetvâsına muhtâc Gören bir görünen bir söyleyen bir anlayan birdir Ne iktâb şerhine muhtâc ne şerh ma’nâsına muhtâc Ne a’mâdır ne bînâdır ne bir farkdır ne tûbâdır Ne tûbâ farkına muhtâc ne fark tûbâsına muhtâc Degildir gayrıya maksûd ki senlen bana oldukda Ne imlâ harfine muhtâc ne harf imlâsına muhtâc Ne evveldir ne âhirdir dönen bu sun’-ı Settâr’ı

Ne hod bâ merkeze muhtâc ne merkez bâ’sına muhtâc Bu esrâr perdesin çâk eyleyip çün buldu Mevlâ’yı Ne Mevlâ dostuna muhtâc ne dost Mevlâ’sına muhtâc

(52)

51

Eyâ fâ’il durur bir zât bu çarhın müntehâsında Ne da’vâ hakkına muhtâc ne hak da’vâsına muhtâc Cemâlinden celâl olmaz celâlinden cemâl Sâcid Ne rü’yâ rûhına muhtâc ne rûh rü’yâsına muhtâc G32 Bu irfân gül-sitânından alan bûy-ı Hudâ’dan reng Kimi gülden haber vermiş kimisi dalını yazmış Kimi çeşmin düzeltmiş birlik üzre hep temâşâda Kimi âyîne-i İskender’in ahvâlini yazmış Kimi sultân olup Ken’ân içinde hükmünü söyler Kimi abdiyyetinde acz ile a’mâlini yazmış Kimi zenbûr-ı kudretle kimi hikmet kovanında Kimi şem’in kemâlinde kimisi balını yazmış Kimi matlûb-ı istimdâd kimi hakkı eder irşâd Kimi âdem demin bulmuş kimisi âlini yazmış Kimi vaktin zuhûrâtın alır takdîre şân eyler Kimi tedbîr ile terkîb edip emsâlini yazmış Kimisi hâfız-ı garrâ kimi almış ledün dersin Kimi tefsîr ü hâl etmiş kimisi fâlini yazmış Kimi vahdet kimi kesret kimi âşık kimi ma’şûk Kimisi yâr ile mümtâz kimi evsâlini yazmış Kimi burhân ile mâ’il kimisi yokluğa fâ’il Kimi dünyâsını terk eyleyip izlâlini yazmış Kimi şer-keş kimi dil-keş kimi meyyâl kimi âkil Kimi Lokmân kimi Rüstem melik icmâlini yazmış Kimi teşrîh-i ebdânı kimi encüm şümâr olmuş

Kimi seyyâreden remmâl edip ikbâlini yazmış G83/2-12 Kimi hayretde kalıp hak varını deryâ demiş

(53)

52

Kimi pergârla put etmiş evvel ile âhiri

Kimi bu devvâra yokdur ilm ü müntehâ demiş Kimi arş [u] kürs vermiş acz olup âhir mekân Kimi fâ’il şeş-cihet terkîb-i müstesnâ demiş Kimi çâr unsur kimi hikmetde kalıp

Kimi bi’l-kuvve-i kudretdir dönen illâ demiş Kimi şemsin çarhını tutmuş kimi hükm-i kamer Kimi kibrît ma’deninden oynayan eczâ demiş Kimi heft encüme vermiş kimi burclar hükmüne Kimisi devvâr-ı eflâk kimi istevâ demiş

Kimi zâtı dürr edip kimi sıfâtı bir sadef Kimi nisân rahmeti levhe düşen bir bâ demiş Kimi bismi’llâhdan almış ism-i a’zam sırrını Kimisi ümmü’l-kitâbda alleme’l-esmâ demiş Kimisi ilm-i ledünden eylemiş bir Câvidân Kimi Fazlu’llâh’dan izhâr olunan îlyâ demiş Kimi cânı içre tâ’at eylemiş cânânına Kimisi aşk kıble-gâhı Ka’be-i ulyâ demiş Kimi Dâvûd’dan telezzüz kimi Mûsâ’dan alıp Kimi rûhu’llâhı ihtiyâr edip Îsâ demiş

Kimi hak görmüş cemâl-i Ahmed’in envârını Kimi mi’râc-ı velâyet menzilin mevlâ demiş Kimisi remz-i tasavvufda kimi cân baş verip Kimi esrâr-ı Ene’l-Hak’da olan da’vâ demiş Kimi mahbûb-ı cemâlîde kimi rûhda safâ Kimi aşkın âteşiyle dildeki sevdâ demiş Kimi bâtından bulup remz eylemiş tagyîr ile Kimi tab’ına muvâfık zâhiren ma’nâ demiş

(54)

53

Kimi haşrı neşri pûte eyleyip olmuş felâh Kimi aklın devre vermiş bâkîdir dünyâ demiş Kimi mest hâlin muhabbet eylemiş dost rûyuna Kimi işretde harâbât kûşesin süknâ demiş Kimi zabt etmiş kemâl-i ârifânın nüshasın Kimisi takdîm-i ekrem içre âşinâ demiş Kimisi keşf ü kerâmet kimi mevhib-i İlâh Kimisi evhâm hayâlinde kimi rü’yâ demiş Kimisi gülden nişânın kimi gonceden verip Kimi eyyâm-ı bahârın hâfızı şeydâ demiş Kimisi her yerde hâzır kimi mecvûddur deyip Kimisi [der] pût-perestin kimi kilîsâ demiş Kimisi mahfî ibâdet kimisi dâyim salât Kimisi beytü’l-atîk hem Mescid-i Aksâ demiş Kimisi dîdâra ermiş kimi ister görmegi

Kimi dîdârın makâmı Cennetü’l-Me’vâ demiş Kimi kasr-ı Hâlidîn’de kimi Kevser’den içip Kimisi hûrî vü gılmân kimisi tûbâ demiş Kimisi kâl ile kîlde kimi giymiş kesreti Kimi ektâb şerh edip her biri bir gûnâ demiş Kimi hakdan dileyip ümmet edinse bizleri

Hak bizim’çin Ahmed-i Muhtâr’a kul kefâ demiş G87/1-26 Ey safâ-yı sûr-ı âlem ey hayât-ı nefs ü dem

Ey bî-sırrî-i Muhammed hâtıf-ı Rabbü’l-kerem Ey kemâl-i nefha-i Hak ilm-i şânın mefharı Ey vücûdu sadr-ı sîmâ seyrini genc-i âdem Ey buhûr-dân-ı hakîkat lâle-i bûy-ı Mesîh Ey visâl-i rûy-ı cânân neşve-i büt-i sanem Ey dehânı Sûr-ı İsrâfîl nefs-i hayy ism-i hû Ey makâm-ı kuds ü arş u kürsî vü levh ü kalem

(55)

54

Ey dem-i şâh-ı velâyet ey âgâz-ı Haydarî Ey necât-ı ravza-i bâbü’s-selâm beytü’l-harem Lâ fetâ illâ Alî lâ seyfe illâ Zü’l-fikâr

Ey gılâf-ı bahr-ı esrâr-ı nahîf mevc-i hakem Ey neferâta sûretin ma’nâ-yı batn zarfına Ey leb-i Kur’ân dil-i mağz-ı Horâsân u Acem Sâcidâ nefrât kılıp oldu gazel-hân vasfına Söyledi ilm-i ledün basdı ileri bir kadem G130 Bendedir sırr-ı Muhammed i’tikâf-ı men ‘aref Bendedir hıfz-ı tilâvet bendedir Kur’ân-ı kam Bendedir beyt-i mukaddes bendedir cümle tavâf Bendedir çâr kûşenin mevcûd-ı esrâr-ı sanem Bendedir seng-i Hacer içre olan ahd [ü] sened

Bendedir sâdık hazîne bende oldu muhterem G139/2-4 Ben kilîsâ-yı nigârım kavm-i Îsâ çanıyım

Sûret-i Meryem-sıfâtım kâfirin ruhbânıyım Ol benim on iki abûs (?) hem Havâriyyûn-ı kalb Bir sanemdir put-ı Lât’ın gonce-i handânıyım Ol benim Rûhü’l-kudûs’de âsumân u âşiyân Atlas-ı gerdûn-ı çarhım mürdelerin cânıyım Ol benim deyrler içinde bir kebîr put-hâne dil Karalar giymiş riyâzet içre hoş burhânıyım Ol benim üstâd-ı rûz aslı nazar-gâh-ı celîl Beyt-i Makdis’i tavâfa Yûsuf’un Ken’ân’ıyım Ol benim bünyâd-ı İbrâhim’den olmuş Ka’be nakş Ol benim beytü’l-atîk sûretde hakkın şânıyım Kâfirin küfründe îmânım küfürler küfrünü Ben selâtîn câmi’im îmânların îmânıyım

Referanslar

Benzer Belgeler

Mimar Uğur Gündeş ortak projesinde, Şam şehrinin gelişmekte olan bir bölgesinde, önemli dairesel bir kavşak alanı üzerinde yer ala- cak olan kütüphane binasının

Amerikanın nüfus başına en çok otomobil isabet eden bir şehri olduğu için müşterilerin yarısının oto- mobille gelecekleri düşünülerek mağazanın önünde büyük

NF-κB 及 IL-8/CXCL8 的活性。再者,thrombin 可依時間依賴方式增加 c-Src 在 Tyr416 位置磷酸化及其活性。希望能藉此計劃找出 thrombin 誘導

Ülke dışına yapılan gizli yardım­ lar nedeniyle çok sayıda eski Parti görevlisi hakkında soruşturm a açıl­ mış durum da. Bazı kaynaklar, so­ ruşturm a

Gece gökyüzüne baktığı- mızda çok büyük uzaklıklardaki gök cisimlerini çıplak gözle gözleyebiliyo- ruz.. Yüzlerce kilometre uzaklıkta ha- reket eden yapay

Anayasa Mahkemesi, İnsan Haklan Derneği Ankara Şubesi, Atatürkçü Düşünce Derneği, TGS Ankara Şube­ si, Ankara Eczacılar Birliği Merkez Heyeti, Mül­ kiyeliler

Bunlardan Lee’nin tutkulu ve arkadaşça aşk biçimleri, Walster ve Walster’in tutkulu aşk ve arkadaşça aşk sınıflandırması ile uyumlu- dur.[52] Benzer biçimde,

Şerh yapanın bu örtüyü açması, sanatkârın ne söylediğini, bir defa da kendi diliyle (veya okuyucunun diliyle) tekrar etmesi; nasıl söylediği konusunda da