• Sonuç bulunamadı

Avrupa Birliği Hukukunda insan hakları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Avrupa Birliği Hukukunda insan hakları"

Copied!
189
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU HUKUKU ANA BİLİM DALI GENEL KAMU HUKUKU BİLİM DALI

AVRUPA BİRLİĞİ HUKUKUNDA İNSAN HAKLARI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

YRD. DOÇ. DR. REYHAN SUNAY

HAZIRLAYAN HİLAL SANİOĞLU

044234001005

(2)
(3)

İ

ÇİNDEKİLER

KISALTMALAR

GİRİŞ ...1

BİRİNCİ BÖLÜM

AB HUKUKUNUN TEMEL ÇERÇEVESİ VE İNSAN

HAKLARININ NORMATİF KAYNAKLARI

I- GENEL OLARAK İNSAN HAKLARI ...5

A- İnsan Hakları Kavramı ...5

B- İnsan Haklarının Tarihsel Gelişimi...7

II- AVRUPA BİRLİĞİ HUKUKU VE TEMEL ÖZELLİKLERİ ...19

A- AB Kavramı ...19

B- AB Hukukuna Özelliğini Veren Temel İlkeler ...21

a) AB Hukuku'nun Birliği ...21

b) AB Hukuku'nun Özerkliği ...22

c) AB Hukuku'nun Doğrudan Uygulanabilirliği / Doğrudan Etkisi...23

1. Doğrudan Uygulanabilirlik ...23

2. Doğrudan Etki ...28

d) AB Hukuku'nun Üstünlüğü (Önceliği...29

III- AVRUPA BİRLİĞİ KURUCU ANTLAŞMALARINDA İNSAN HAKLARI...33

A- Genel Olarak...33

(4)

C- Avrupa Tek Senedi ...39

D- Maastricht (Avrupa Birliği) Antlaşması...41

E- Amsterdam Antlaşması ...45

F- Nice Antlaşması ...48

G- Avrupa Birliği Anayasası ...51

IV- İKİNCİ DERECE KAYNAKLARDA İNSAN HAKLARI ...55

A- Bağlayıcı Niteliği Olan Belgeler ...56

a) Tüzükler ve Kararlar ...56

b) Direktifler (Yönergeler...57

B- Bağlayıcı Niteliği Olmayan Belgeler: Tavsiye ve Görüşler ...58

V- DİĞER DÜZENLEMELERDE İNSAN HAKLARI...60

A- Bildiriler ...60

B- Şartlar...62

a) Avrupa Sosyal Şartı ...62

b) AB Temel Haklar Şartı...63

c) Kopenhag Kriterleri ...66

C- ATAD Tarafından Tanınan Hukukun Genel İlkeleri ve ATAD Kararları ...68

D- Üye Olmayan Devletlerle Yapılan Uluslararası Antlaşmalar...69

(5)

İ

KİNCİ BÖLÜM

AVRUPA BİRLİĞİ KURUMLARININ İNSAN HAKLARININ

DÜZENLENMESİ VE KORUNMASINDAKİ İŞLEVİ

I- AVRUPA BİRLİĞİ BAKANLAR KONSEYİ VE İNSAN HAKLARI ...70

A- Genel Olarak...70

B- AB Bakanlar Konseyi’nin İnsan Hakları Politikası ...72

a) Demokrasi ve Kalkınmaya İlişkin Düzenlemeler ...72

b) Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı ile İlgili Düzenlemeler ...75

II- AVRUPA BİRLİĞİ KONSEYİ (ZİRVE) VE İNSAN HAKLARI...78

A- Genel Olarak...78

B- AB Konseyi’nin (Zirve’nin) İnsan Hakları Politikası ...80

a) Demokrasi, Hukukun Üstünlüğü ve Sosyal Haklara İlişkin Düzenlemeler ...81

b) Irkçılığın Önlenmesi ve Ayrımcılıkla Mücadele Hususundaki Düzenlemeler ...87

III- AVRUPA BİRLİĞİ KOMİSYONU VE İNSAN HAKLARI ...89

A- Genel Olarak...89

B- Komisyonun İnsan Hakları Politikası...91

IV- AVRUPA BİRLİĞİ PARLAMENTOSU VE İNSAN HAKLARI ...95

A- Genel Olarak...95

B- Parlamentonun İnsan Haklarının Korunması ile İlgili Girişim ve Çabaları...96

a) Hakların Korunması ile İlgili Görüşmelerde Kabul Edilen Bağlayıcı Olmayan Metinler ...98

(6)

b) Yıllık Raporlar...100

c) Diğer Girişim ve Çabalar ...102

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

İ

NSAN HAKLARININ YARGISAL DÜZEYDE KORUNMASI

I- GENEL OLARAK...107

A- Avrupa Toplulukları Adalet Divanı ve Yargı Yetkisi ...107

B- Divan’ın Kabul Ettiği Hukukun Genel İlkeleri ...111

II- TEMEL HAKLARIN KORUNMASI HUSUSUNDA İÇTİHADİ GELİŞİM ...114

A- 1970’e Kadar Olan Dönem: İhtiyatlı Tutum Süreci ...114

B- 1970’den Sonraki Dönem: İnsan Haklarına İlişkin İçtihatların Doğması Evresi...117

III- KORUMA ALTINA ALINAN HAKLAR ...129

A- Divan’ın Önkarar Alma Yetkisi...129

B- Kişisel Nitelikteki Haklar ...133

C- Ekonomik ve Sosyal Nitelikteki Haklar...144

IV- DENETİM SÜRECİNDE KULLANILAN KRİTERLER ...148

A- Ölçülülük Kriteri ...149

B- Topluluk Kaydı Kriteri...150

C- Kamu Düzeni Kriteri...151

D- Kamu Güvenliği ve Barışı Kriteri...152

(7)

V- HAKLARIN KORUNMASI ÇERÇEVESİNDE YARARLANILAN

KAYNAKLAR ...154 A- Üye Devletlerin Ortak Anayasal Gelenekleri ...154 B- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Konumu ...155 a) AB’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile Bağlı Olup

Olmadığı Konusu ...155 b) AB’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Katılımı Konusu ...157 C- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Destekleyici Norm Olarak

Kullanılması ...160 SONUÇ...168 KAYNAKÇA ...172

(8)

KISALTMALAR

AAET : Avrupa Atom Enerjileri Topluluğu AB : Avrupa Birliği

ABA : Avrupa Birliği Antlaşması ABAD : Avrupa Birliği Adalet Divanı ABD : Amerika Birleşik Devletleri AET : Avrupa Ekonomik Topluluğu a.g.e. : Adı Geçen Eser

AGİK : Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Komisyonu AGİT : Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı AİHM : Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi AİHS : Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi AKÇT : Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu AT : Avrupa Topluluğu

ATA : Avrupa Topluluğu Antlaşması ATAD : Avrupa Toplulukları Adalet Divanı ATADKD : ATAD Kararları Dergisi

ATS : Avrupa Topluluğu Sözleşmesi Bkz. : Bakınız

BM : Birleşmiş Milletler C. : Cilt

İKV : İktisadi Kalkınma Vakfı m. : madde

(9)

RG : Resmi Gazete s. : Sayfa

SPK : Sermaye Piyasası Kurulu TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi vb. : ve benzeri

vd. : ve devamı

YKY : Yapı Kredi Yayınları yy. : Yüzyıl

(10)
(11)

GİRİŞ

20. yy. bilimsel ve teknolojik alanlarda çok büyük yenilikleri beraberinde getirirken; insan hakları noktasında da önemli gelişmelere sahne olmuştur. İnsan hakları kavramı, özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan çalışmalar ve kabul edilen uluslararası sözleşmeler çerçevesinde soyut bir kavram olmaktan çıkarak, somut bir hale gelmiş ve uluslararası alanda da güvenceye kavuşmuştur. Böylece insan hakları, sadece devletlerin bir iç sorunu olarak değil, aynı zamanda bir dünya

sorunu olarak değerlendirilmeye başlanmıştır.

İnsan hakları; insanın insan olarak doğması itibariyle sahip olduğu haklar olup, ilkçağlardan başlayarak, günümüze kadar süren ve her geçen gün gelişen bir hak ve özgürlükler mücadelesinin sonucudur. Bu bağlamda insan haklarının ilk ortaya çıkışı ile bugün geldiği nokta arasında büyük farklılıklar olup; insan haklarında ilk önemli adımı, 1215’te ilan edilen Magna Charta Libertatum teşkil etmektedir. Bu süreç 1776 Virginia İnsan Hakları Beyannamesi ve Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi ile devam etmiştir. 1948 yılında ise BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi kabul edilmiş ve söz konusu bildiri ile insanca yaşamanın kriterleri ifade edilmiş ve anayasalarda yer almıştır. Bildiri, tüm dünyada geçerliliği olan bir uluslararası belge niteliğindedir. Ancak bu önemli belgeye adım atılmadan önce, insanları acılara sürükleyen ve büyük kayıplara neden olan II. Dünya Savaşı’nı yaşamak gerekmiştir. Bu büyük savaş sonunda ortaya çıkan kayıplar, insanları bu önemli bildiriyi hazırlamaya sevketmiştir. İnsanların doğuştan, kadın erkek ayrımı gözetilmeksizin ya da herhangi bir ayrım yapılmaksızın, dokonulamaz, devredilemez, vazgeçilemez,

(12)

bölünemez evrensel nitelikli haklara sahip oldukları açıkça ifade edilmiştir. İnsanların sahip oldukları haklar daha sonraki belgelerde de belirtilmiştir. Nitekim, 1950 yılında da AİHS imzalanmış ve pek çok hak ve hürriyet bu sözleşme ile güvence altına alınmıştır.

İnsan hakları, hem evrensel hem de bölgesel düzeyde koruma altına alınmıştır. Birleşmiş Milletler (BM) çerçevesinde gerçekleştirilen koruma, evrensel niteliktedir. Oysa, Afrika, Amerika ve Avrupa sistemleri bölgesel düzeyde koruma sağlamakta, hak ihlallerini engellemek amacıyla çeşitli sözleşme ve bildiriler hazırlamakta; önemli denetim ve koruma mekanizmaları oluşturmaktadırlar. Avrupa Birliği (AB)’nin faaliyetleri, BM Sözleşmesi ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin oluşturduğu yurttaş hakları, siyasi haklar ile ekonomik, sosyal ve kültürel haklara ilişkin uluslararası paktların tamamladığı genel çerçeve içine girer.1 Dünyadaki bölgesel entegrasyonlar içinde en geniş vizyona ve en uzun hedeflere sahip olan AB, bu hedefler doğrultusunda üye ülkelerin güvenlik haklarına kadar uzanan önemli güçleri bünyesinde barındırarak, uluslararası ilişkilerde güçlü bir pozisyona sahip olmuştur.

AB Kurucu Antlaşmalarında insan haklarına ve ilgili uluslararası sözleşmelere açıkça atıfta bulunulmamış, bu konuya siyasi işbirliğinin ön planda tutulduğu Avrupa Tek Senedi’nin başlangıç kısmında yer verilmiştir. Ancak Avrupa Tek Senedi’nde de önce bu konulara resmen atıfta bulunulmamıştır. İnsan hakları, Birliğin dış ilişkilerinde tedricen gündeme gelmiştir.

(13)

AB (Maastricht) Antlaşması, 1 Kasım 1993’te yürürlüğe girmiştir. Antlaşma, AB’de insan hakları ile ilgili politikalarda yeni bir aşama oluşturmuştur. Antlaşma, demokrasi ve hukukun üstünlüğünün geliştirilmesi ve sağlamlaştırılmasının dış politikanın ana hedeflerinden biri olduğunu ifade etmektedir.

Birliğin kendi içinde ise Avrupa Toplulukları Adalet Divanı (ATAD), temel insan haklarının bütün üye devletlerin hukuk sistemlerinin ayrılmaz bir parçası sayıldığını ve Divan’ın korumakla görevli olduğu, Birlik hukukunun özünü oluşturan özgün bir içtihat hukuku geliştirerek temel hakları koruyan Birlik mevzuatının eksikliklerini gidermede etkili olmuştur. ATAD, ilgili tüm anayasal ortak geleneklerin ve 1950’de imzalanıp 1953’te yürürlüğe giren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) başta, tüm ilgili uluslararası ve bölgesel belgelerin bu ilkelerin dayanağı olarak tanımlandığı pek çok kararı kabul etmiştir. Avrupa Tek Senedi ile başlayan Birliğin bu alanda benimsediği uygulama gittikçe artmış, AB Antlaşmasına, insan haklarına saygının dahil edilmesine ortam hazırlanmış ve uluslararası alanda insan haklarının önemi daha fazla vurgulanmış, AB uygulamalarında da olmazsa olmaz bir koşul haline gelmiştir.

Çalışmamız üç bölümden oluşmaktadır: Birinci bölümde insan hakları kavramına giriş yapılarak insan haklarının genel olarak tarihsel gelişim sürecinden ve kurucu antlaşmalarda insan haklarının düzenlenmesinden bahsedilecektir. İkinci

bölümde ise, insan haklarının siyasi kaynaklarına değinilecek, bu bağlamda Bakanlar Konseyi, Zirve, Komisyon ve Parlamentonun çalışmalarına vurgu yapılacak, çalışmanın son bölümünde ise, ATAD’ın insan haklarının korunmasındaki rolü, içtihatların gelişimi ve kararlarda koruma altına alınan

(14)

haklardan bahsedilecek ve ATAD kararları ile AİHS arasındaki bağlantı, AİHS’nin bağlayıcılığı gibi konulara temas edilerek değerlendirmeler yapılacaktır.

(15)

BİRİNCİ BÖLÜM

AB HUKUKUNUN TEMEL ÇERÇEVESİ VE İNSAN

HAKLARININ NORMATİF KAYNAKLARI

I- GENEL OLARAK İNSAN HAKLARI A- İnsan Hakları Kavramı

“Bütün insanlar özgür, onurlu ve eşit haklarla doğarlar”. Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 1. maddesinde yer alan bu ifade, insanların, insanlık tarihi boyunca insan olma özelliğinden doğan temel haklarını kazanma ve koruma yönündeki mücadelelerinin temel dayanağını oluşturmaktadır.2

İnsan hakları kavramının temelinde “insan” olgusu yatmaktadır. İnsan, biyolojik niteliklerinin yanı sıra akıl sahibi, düşünen ve psikolojik tepkiler gösteren bir varlık olup, bu itibarla insanın sahip olduğu birtakım hakları bulunmaktadır.

“Hak” sözcüğü ise, hak sahibi olmak, bir şey yapmaya yetkili olmak ya da bir şeyi talep edebilmek demektir. Hak, sahibine bir şeyi yapabilme yetkisi verirken, başkalarına da bu yetkinin kullanılmasına saygı gösterme yükümlülüğü getirir.3

İnsan hakları, günlük hayatta her an karşımıza çıkabilecek hukuki ve sosyal bir kavramdır. İnsan hayatında önemli bir yere sahip insan hakları kavramının tanımlanması ve sınırlarının belirlenmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. İçerik açısından farklılıklar olsa da genel kabul gören tanıma göre, insanların; doğuştan kazandıkları,

2 UYGUN, Oktay, “İnsan Hakları Kuramı”, İnsan Hakları, Yapı Kredi Yayınları İstanbul 2003, s. 12, 13

İKTİSADİ KALKINMA VAKFI, Demokrasi ve İnsan Hakları, İstanbul 1997, s. 53

(16)

sırf insan olmaları nedeniyle sahip oldukları, dokunulamayan, devredilemeyen ve vazgeçilemeyen hakların bütünü olan haklara “insan hakları” denmektedir.

İnsan hakları, insan onurunu güvenceye alan haklardır. Hakka, insan hakkı niteliğini kazandıran değer, insan onurudur.4 İnsan hakları kavramı, benzer kavramlar arasında en kapsamlı ve yaygın kullanılan kavramdır.5 Çünkü insan hakları pozitif hukukla sınırlı değildir. Ayrım gözetmeksizin tüm insanlara tanınması gereken haklardır.6

İnsan hakları fikri; insanın özünde varlık bulan onurunun saygı görüp korunacağı, medeni ve huzurlu bir hayata olan ve gittikçe artan ihtiyacına dayanmaktadır. İnsan hakları, kavram olarak yakın zamanlara dayansa da içerik olarak tarihi uzun zamanlara dayanmaktadır. İnsan hakları tarihte, insan yaşamının somut bazı gereklerine yönelik çözümler aranırken ortaya çıkmış ve toplumsal gelişmelere paralel olarak da, her yeni durumla biraz daha zenginleşerek gelişmiştir.

İnsan hakları; insanın içinde bulunduğu somut tehlikelerden kaynaklanan bir özgürlük arayışı ve insanın onurlu bir varlık olarak, özgürlük içinde yaşama isteğidir. İnsan hakları sorununun tarihi ve ideolojik açıdan gözlenmesi, bu hakların insan haysiyetine uygun ve adil bir düzen arayışından ibaret olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. İnsanlar, gerek toplum içindeki ve gerekse devlet ile olan ilişkilerinde sürekli olarak özgürlük alanlarını genişletme çabası içinde olmuşlardır. Ancak bu çaba insan haklarının kendiliğinden sağlanarak korunmasına yeterli olmayıp; insan

4 GÜLMEZ, Mesut, İnsan Hakları ve Demokrasi Eğitimi, Ankara 2001, s.4

5 Temel haklar ve özgürlükler kavramı, insan hakları kavramına göre daha dar kapsamlıdır. Temel haklar,

insan haklarının anayasalarda tanınan ve güvenceye alınan kısmı olarak tanımlanabilir. Kişi hak ve özgürlükleri kavramı da bu iki kavramdan daha dar kapsamlıdır.

(17)

hakları aynı zamanda insanların kurumlaşmış ve hukuken bağlayıcı şekillerde, keyfi güce ve devletin ve toplumun tehditlerine karşı korunmayı da gerektirmektedir.7

İnsan haklarının felsefi temelinde esas olarak, doğal (tabii) haklar anlayışı bulunmaktadır. Doğal haklar, yazılı hukuktan önce gelen ve ondan üstün olan, insanın doğuştan sahip olduğu haklardır. Devlet, kendisinden önce de var olan bu hakları tanıyarak, bu hakları korumak için çaba göstermekle ve ihlalleri engellemekle görevlidir. Devlet, bu hakları sağladığı ve koruduğu ölçüde insanların gözünde meşru bir yer edinecektir. Hiçbir sosyal ihtiyaç veya gerekçe, geçici bir süre için de olsa, doğal hakları yok saymayı ve uygulamadan kaçınmayı haklı gösteremez.

Doğal haklar teorisi ve ona dayanan sosyal sözleşme yaklaşımında, insanın doğuştan gelen ve herkes için eşit nitelikte olan hakları vurgulanarak, siyasal ve sosyal düzenin, bu hakları güven altına alacak ve insanın özgürlüğünü koruyacak biçimde olması gerektiği ifade edilir.

İnsan haklarının herkes tarafından korunmasını sağlayabilmek için insan haklarının içeriğinin ve kime yöneltildiğinin bilinmesi gerekir. Bunu bilen her kişi, kendi başlarına amaç olan devredilmez haklarının, neden her toplumsal ve siyasal kararın temeli yapılmaları gerektiğini de bilmiş olur. 8

B- İnsan Haklarının Tarihsel Gelişimi

İnsan hakları kavramı, tarihsel süreç içerisinde değerlendirildiğinde, insan haklarına yönelik temel ilkelerin oluşturulmasına, Antik Çağ’dan itibaren her

7 ÜNAL, Şeref, Temel Hak ve Özgürlükler ve İnsan Hakları Hukuku, Ankara 1997, s. 23

8 YAMAN, Kadir, “İnsan Hakları Bağlamında Evrensellik-Kültürel Görecelik Tartışması”, İnsan Hakları

(18)

toplum kendine özgü yapısı ve değer yargıları çerçevesinde katkıda bulunmuştur. Antik Çağ’ın filozoflarında ve ahlakçılarında daha o zamandan bu düşünceleri görmek mümkündür. Antik Çağ’da, siyasi iktidarın sınırlandırılması öğretisiyle insan hakları kavramını gündeme getiren Çin’den, bireylerin kanunlar önünde

eşitliği ilkesi ve demokrasi kavramlarını yaratan eski Yunan şehir devletlerine ve bu kavramı geliştirip yazılı hukuk sistemine dönüştüren Roma’ya kadar, insanlık tarihinin belli başlı uygarlıkları insan hakları kavramının gelişiminde rol oynamıştır. Ancak ilk kez “hukuk devleti” ve “hukukun üstünlüğü” kavramlarını dile getiren Solon ( M.Ö. 6. yy.) ve doğal hukuk anlayışı ile soy ve cinsiyet ayrımı olmaksızın tüm insanların eşitliğini savunan Zenon (M.Ö. 336-270) gibi düşünürlerin yarattığı tartışmalara rağmen “greko-romen anlayış” yabancıların, kadınların ve kölelerin, vatandaşlara tanınan haklardan yararlanamadığı elitist bir yaklaşım olmaktan öteye gidememiştir.9

İnsan haklarının korunması düşüncesi, çok eskilere kadar gitmekle birlikte, genellikle ilk uygulama örneğinin İngiltere kralı Yurtsuz John’un 1215 yılında ilan ettiği “Magna Charta Libertatum” olduğu ifade edilmektedir. Bu belge, Batıda kişi hak ve özgürlüklerini sınırlı da olsa düzenleyen ilk belge olarak ifade edilmektedir.10 Ancak bu belgenin taraflarının kral ile yüksek kilise ve feodalite temsilcileri olması nedeniyle kişi bakımından kapsamı çok dar kalmıştır ve hür olmayan kimseler bu hak ve özgürlüklerden mahrum bırakılmıştır.11 Gerçekte bir feodalizm manifestosundan başka bir şey olmayan bu belge, zamanla efsane haline

9 ÜNAL, a.g.e., s. 23; İKTİSADİ KALKINMA VAKFI, a.g.e., s. 53

10 KORKUSUZ, M. Refik, Uluslararası Belgelerde ve Türk Anayasasında Temel Hak ve Özgürlükler,

İstanbul 1998, s. 17-18

11 ERDİNÇ, Tahsin, Batı Demokrasilerinde Klasik Kamu Özgürlüklerinin Gelişmesi Alanında Görülen

(19)

gelmiş, sonraki yıllarda İngiliz halkı bu belgeyi günün değişen koşullarına uygun bir biçimde yorumlayarak günümüze kadar ondan yararlanmasını bilmiştir.12

Siyasi yapıyı feodal düzenin oluşturduğu Orta Çağ’da; gerçek anlamda temel hak ve özgürlüklerin tesis edildiğini ve korunduğunu söylemek mümkün değildir.13 Halka belirli özgürlükler tanıyan bir belge olmaktan çok, dönemin İngiltere kralı Yurtsuz John’un iktidarını belirli ölçüde sınırlandıran, bu arada baronlara bazı haklar veren bir ferman olan bu metinden sonra, İngiltere’de sırasıyla 1628 tarihli “Petition of Rights”, 1679 tarihli “Habeas Corpus Act”, 1689 tarihli “Bill Of Rights” ve 1701 tarihli “Act Of Settlement” ile birlikte hak ve özgürlüklerin kapsamının sürekli genişlediği görülmektedir.14 İnsan hakları ve eşitlik kavramlarının bugünkü anlamıyla gündeme geldiği, bir başka deyişle bireyin doğuştan eşit ve devredilemez haklarla donatılmış olduğu yaklaşımının ilk kez devletin anayasal ve hukuk düzeninin bir parçası olarak algılanmaya başladığı dönem, 17. ve 18. yüzyıllardır. Modern demokrasi düşüncesinin temellerinin atıldığı bu dönemde devletin kayıtsız şartsız egemenliği anlayışının, yerini giderek bireyin ön plana çıktığı ve devletin bireyin haklarını koruma ve güvence altına almakla yükümlü olduğu anlayışına bıraktığı görülmektedir.15

İngiliz hak ve özgürlükler bildirileri arasında yer alan ikinci belge, kral ile parlamento arasında bir çıkarlar uzlaşmasını yansıtan Petition of Rights (Haklar

12 KORKUSUZ, a.g.e., s. 19

13 ÜNAL, a.g.e., s. 33; KORKUSUZ, a.g.e., s. 19, 20; İKTİSADİ KALKINMA VAKFI, a.g.e., s. 53 14 DÖNER, Ayhan, İnsan Haklarının Uluslararası Düzeyde Korunması ve Avrupa Sistemi, Ankara 2003,

s.19

(20)

Dilekçesidir)’dır. Bu belgede de Magna Charta’da olduğu gibi hür kimselerin hakları düzenlenmiştir ve kişi güvenliğine ilişkin temel haklar tekrarlanmıştır.16

1679 tarihli Habeas Corpus Act, İngiltere’de herkesin bağımsız mahkemelerde yargılanma hakkına sahip olduğu esasını getirmiştir ve günümüz insan hakları anlayışının klasiklerinden olan adil yargılanma hakkının temelini oluşturmuştur.

İlk kez İngiltere’de 1689 tarihli Bill Of Rights (Temel Haklar Bildirisi) ile vatandaşların bir takım temel hakları birer birer sayılmış ve kralın, parlamentonun onayı olmaksızın bunlara müdahale edemeyeceği ilan edilmiştir. Bu belge ile özel yetkili yargı organları kurma yetkisi ortadan kaldırılmıştır.17

İngiliz belgelerinin temel özelliklerinden biri, bu belgelerin kendisinden sonra ortaya çıkan Amerikan ve Fransız metinlerinde olduğu gibi bir ideoloji içermemesidir. İngiliz belgeleri daha çok uygulamadaki ihtiyaçlara göre şekillenen ve evrensel olarak bütün insanları kapsamayan metinlerdir.18 İngiltere’de başlayan bu süreç, Amerikan ve Fransız insan hakları bildirileri ile devam etmiştir. Amerikan ve Fransız insan hakları bildirileri, bireylerin hak ve özgürlüklerini belirleyen ve bir bütün olarak ilan eden ilk resmi insan hakları belgeleridir.

Devlet otoritesinin sınırlandırılmasına yönelik doğal hukuk anlayışını temel alan toplumsal sözleşme öğretilerinin en önemli temsilcilerinden olan Hobbes, Locke ve Rousseau’nun buluştukları ortak nokta, devletin görevinin, kişilerin bazı hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasıyla sınırlandırılmasıdır. Ancak Avrupa’da ortaya çıkan ve gelişen bu düşünce akımlarının ilk uygulamaları

16 ERDİNÇ, a.g.e., s. 58; KORKUSUZ, a.g.e., s. 19 17 KORKUSUZ, a.g.e., s. 21

(21)

ABD’de gerçekleşmiş; 1776 tarihli Virginia Haklar Bildirisi ve 1778 tarihli

Amerikan Bağımsızlık Bildirisi, bütün insanların eşit ve devredilemez haklarla yaratıldığını; yaşama hakkı, özgürlük hakkı mutluluğu arama hakkı olarak tanımlanabilecek bu temel haklardan vazgeçilemeyeceğini belirtmiştir.

Amerika’daki bu gelişmelere paralel olarak Kıta Avrupası’nda da 1789 tarihli Fransız İhtilali, insan hakları alanında yeni çığırlar açmıştır. 1789 Fransız İhtilali, temel prensipleri ve bunların koruma yöntemini ortaya koyan Amerikan Bağımsızlık Bildirisi’nin ötesine geçerek, insan haklarının evrenselliğini ve

dokunulmazlığını vurgulamış ve yeni bir siyasi düzenin temel taşlarını oturtmuştur.19 1791 tarihli Fransız Anayasasında, insan hakları alanındaki ilgisizlik, bilgisizlik, unutkanlık ve insan haklarına saygısızlığın, bütün talihsizlilerin ve hükümetlerin başarısızlıklarının başlıca nedenleri olduğu vurgulanmıştır. Fransız millet meclisi bu görüşten hareketle, insanların doğal, devredilemez ve kutsal haklara sahip olduğunu ilan etmiştir. Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisi’nde yer alan insan haklarına duyarlı ilkeler, ufak tefek değişikliklerle bütün Avrupa ülkelerinin anayasalarında da yer almıştır. Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisi’nin en önemli özelliklerinden biri, insanların doğuştan varolduğu kabul edilen haklarının yanı sıra siyasi haklara da sahip olduğunun ilk defa ifade edilmesidir.

Fransız ihtilalini izleyen dönemde, 1830’lu yıllara kadar tümü Fransız İnsan Hakları Bildirisi’nin etkisiyle 70 kadar anayasa ilan edilmiştir. Sadece bu durum

(22)

bile Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisi’nin, insan hakları kavramının gelişiminde ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu göstermektedir.

İnsan hakları kavramı yeni çağda birinci derecede öneme sahip olmasa da insanın doğuştan devredilemez haklara sahip olduğu, ilk kez bu dönemde, siyasi düşünce tarihini ilgilendiren felsefi bir tartışma konusu olmaktan çıkmış, devletin, anayasa ve hukuk düzenini ilgilendiren bir konu olarak, siyasi mücadele alanına girmiştir.20 İngiltere, ABD ve Fransa’da ortaya çıkan ve birbirlerini de etkileyerek giderek gelişen devrimci akımlarda temel ortak nokta “halk egemenliği” kavramı olmuştur.21

17. ve 19. yüzyıllar arasındaki dönem, Avrupa ve Kuzey Amerika’da insan haklarının gelişerek kökleştiği bir dönem haline gelmiştir. Avrupa’daki demokrasileri tahrip eden II. Dünya Savaşı ve onun yıkıcı sonuçları, savaş sırasında ayaklar altına alınan insan haklarının değerinin daha iyi anlaşılmasını sağlamıştır. Bu nedenle hemen savaştan sonra doğal hukuk öğretisine dayalı insan hakları anlayışı iyice kökleşmiş ve BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi ile yeni ve somut bir anlam kazanmıştır.22

İnsan hakları kavramı her dönemde farklı biçimlerde algılanmış olup; insanların, tarih boyunca toplumsal yaşam içinde özgürlük alanlarını genişletme yönündeki sürekli mücadelelerinin bir sonucu olarak giderek gelişmiş ve 20. yüzyılda toplumsal ve ulusal tanımlamaların ötesine geçerek evrensel bir boyut kazanmıştır. İnsan hakları, artık sadece bireysel devletleri ilgilendiren bir konu

20 ÜNAL, a.g.e, s.27

21 GÜLMEZ, a.g.e., s. 4; İKTİSADİ KALKINMA VAKFI, a.g.e., s. 53 22 ÜNAL, a.g.e., s. 35

(23)

olmaktan çıkmış, bu hakların ihlali uluslararası hukukun da ihlali sayılarak diğer devletlerin müdahalelerine yol açmıştır.23 İnsan haklarının evrensel olduğunun belirtilmesi, insan haklarının özünün değişik kültür çevrelerine, değişik inanışlara ve tarihsel deneyimlere göre değiştirilemeyeceğini ve farklı yorumlanamayacağını ifade etmektedir.24 İnsan haklarının; vatandaşlık hakkı olmanın ötesinde dil, din, ulus, ırk, cinsiyet, düşünce, kültür, sosyal ve ekonomik statü ayrımı yapılmaksızın tüm insanlar için geçerli olduğu anlayışının tüm devletlerce benimsenmesi ve uluslararası hukuk kapsamında değerlendirilmesi, özellikle II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan insanlık dışı davranışlar ve insan hakları ihlallerine duyulan tepkiler sonucu gerçekleşebilmiştir.25

İnsan haklarının uluslararası düzeye geçişinde en büyük atılım II. Dünya Savaşı sonrasında olmuştur. Bu bağlamda ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt’in Kongreye sunduğu ünlü “Dört Özgürlük” demeci, insan hakları ve özgürlüklerinin uluslararası boyut kazanmasında önemli bir faktör olmuştur. Bu dört özgürlük şunlardır: - Söz ve anlatım özgürlüğü - Vicdan özgürlüğü - Yoksulluktan kurtulma özgürlüğü - Korkudan kurtulma özgürlüğü 23 ÜNAL, a.g.e., s. 35

24 AKAL, Bali / ERÖZDEN, Ozan / AKBULUT, Olgun / ZEYBEKOĞLU, Emre, İnsan Haklarının Tarihsel

Gelişimi, http://www.hiih.org 2003, s. 20

25 REİSOĞLU, Sefa, Uluslararası Boyutlarıyla İnsan Hakları, İstanbul 2001, s. 8; İKTİSADİ KALKINMA

(24)

ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt’in İngiltere Başbakanı Ağustos 1941’de hazırladıkları “Atlantik Belgesi”, savaş sonrasında kurulacak temel hak ve özgürlüklerin genişlemesi amacını taşımaktaydı.

BM öncesi dönemde, uluslararası hukuk istisnai olarak, “insancıl müdahale”yi kabul etmekteydi. Hugo Grotius ve başka yazarlarca geliştirilen insancıl müdahale öğretisine göre, bir devletin kendi uyruklarına gösterdiği uluslararası topluluğun bilincini inciten çok acımasız ve yoğun davranışları önlemek için bir ya da birden fazla devletin güce başvurması meşru sayılmaktaydı. Ancak bu öğreti, çoğu kez, geçmişte ve günümüzde, güçsüz ülkeleri istila etmek için bir bahane olarak da kullanılmıştır.26

1942 yılında BM Deklarasyonu, 1944 yılında Philadelphia’da toplanan Milletlerarası Çalışma konferansı Bildirisi, 1944 yılında BM Örgütü’nün kurulmasını öngören proje (Dumbarton Oaks) sonucunda 26 haziran 1945’te San Fransisco’da imzalanan BM Antlaşması ile konu ilk hedefine ulaşmıştır. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 50 devlet tarafından 1945 yılında imzalanan BM Antlaşması’nın temel insan haklarına, insan kişiliğinin onur ve değerine, erkekler ile kadınların hak eşitliğine olan verdiği önemi örgüte zaman içinde katılan diğer ülkelerde paylaşmaktadır. BM Antlaşması, insan haklarının evrensel düzeyde tanınması bağlamında bu hakları, dünyanın barışı ve huzuru için başlıca koşullar olarak sayarken, bu hakları ve insanın temel özgürlüklerini ilk kez resmen

“uluslararası hukuk” alanına çıkarmış ve onlara evrensel bir değer kazandırmıştır.

(25)

İnsan hak ve özgürlükleri konusunda uluslararası ortak bir anlayışı oluşturmak, tüm uluslar için geçerli ortak ideal ölçülerini belirlemek ve böylece BM Antlaşması’nda yer alan temel ilke ve amaçları açıklığa kavuşturma gereksinimi sonucunda 10 Aralık 1948 tarihinde BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi kabul ve ilan edilmiştir.27 Bildiriye olumlu oy veren Türkiye, 6 Nisan 1949’da bildiriyi onaylamıştır. BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, başlangıç bölümünü izleyen 30 maddeden oluşmaktadır. Bildiride öncelikle kişilik hakları ve siyasal özgürlükler yer almakta, onları sosyo-ekonomik ve kültürel haklar izlemektedir. Bildiri temel hak ve özgürlüklerin sınırını belirleyen maddelerle son bulmaktadır.28

İnsan Hakları Evrensel Bildirisi hukuki bağlayıcılık niteliği bulunmaması ve insan haklarının korunması noktasında bir mekanizmadan yoksun bulunması gibi olumsuzluklara rağmen insan hak ve özgürlüklerinin somut bir açıklığa kavuşturulması yönünde bir adım olması ve kendisinden sonra hazırlanan insan hakları belgelerine esas teşkil etmesi açısından insan hakları alanında önemli bir yere sahiptir.

İnsan haklarının evrenselliği konusundaki bir diğer önemli adım ise “ikiz sözleşmeler” olarak bilinen 1966 tarihli “Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin BM Sözleşmesi” ile yine 1966 tarihli “Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Haklara İlişkin BM Sözleşmesi”dir. Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin BM Sözleşmesi ile İnsan Hakları Evrensel Bildirisinde bulunan kişisel ve siyasal nitelikli geleneksel haklar öncelikle güvence altına alınmış ve ayrıca Bildiri’de yer almayan bazı hakların da

27 REİSOĞLU, a.g.e., s. 8

(26)

korunması öngörülmüştür.29 Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Haklara İlişkin BM Sözleşmesi ile de İnsan Hakları Evrensel Bildirisinde yer alan ekonomik, toplumsal ve kültürel haklar biraz daha genişçe bir biçimde güvence altına alınmış ve yine Bildiri’de yer almayan bazı yeni haklara yer verilmiştir.

Günümüzde toplumsal yaşam içinde, özgürlük alanlarını genişletme yönündeki sürekli mücadelenin bir sonucu olarak, demokrasi ve insan hakları tanımı giderek gelişmiş, toplumsal ve ulusal tanımlamaların ötesine geçerek evrensel bir boyut kazanmıştır. Öyle ki, demokrasi ve insan haklarına ilişkin kıstasların artık, kavram kargaşına yol açabilecek bir değişikliğe uğramaksızın benimsemeleri, bugün çağdaş ve uygar bir ülke olmanın kaçınılmaz koşulları haline gelmiştir.30

Son yıllar, insan hakları kavramının “etkili bir eylem” olarak küreselleşmesine, insan haklarının korunması üzerine çalışan uluslararası sivil toplum kuruluşlarının ortaya çıkmasına ve giderek önem kazanmasına sahne olmuştur.31 21. yy.’da artık, insan hakları sadece ulusal değil, uluslararası organlarca da korunmaktadır. İnsan hakları ihlalleri söz konusu olduğunda uluslararası hukukun halen başlıca ilkelerinden birisi olan “içişlerine karışmama”nın devre dışı kalacağı genel kabul görmektedir.32

İnsan haklarının bölgesel korunmasında atılmış en önemli adım ise; Avrupa Konseyi tarafından 1950 yılında imzalanan ve 1953 yılında yürürlüğe giren Avrupa

29 Halkların kendi kaderini tayin hakkı, her türlü savaş propagandası yapmanın ve ulusal, dinsel ve ırksal kin

çağrısı ile ayrımcılık, düşmanlık ve şiddetin körüklenmesinin yasaklanması gibi haklar öngörülmektedir.

30 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI, a.g.e., s. 130

31 KEYMAN, Fuat, “Avrupa Birliği Sürecinde Türkiye Katılımcı Demokrasi ve İnsan Hakları”, İnsan

Hakları Gençlik Araştırması, http://www.hiih.org 2003, s. 91

(27)

İnsan Hakları Sözleşmesi(AİHS)’dir. AİHS’de, BM Bildirisi’nde olduğu gibi insan hak ve özgürlüklerinin sadece genel ilkeler yoluyla sayılması ile yetinilmemiş, bunların mümkün olduğunca somut ve ayrıntılı bir şekilde tanımlanması ve sınırlarının belirlenmesi yoluna gidilmiştir. AİHS, insan haklarının korunmasında getirdiği etkin koruma mekanizması ile diğer uluslararası belgelerden ayrılmaktadır. 1969 tarihli Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi ile 1981 tarihli Afrika İnsan Hakları Sözleşmesi de BM İnsan Hakları Bildirisi’nin bölgesel düzeydeki diğer önemli yansımalarıdır. Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi de büyük ölçüde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden esinlenmiştir. Komisyon ve Mahkeme sistemine göre işleyen bir mekanizmaya sahiptir. ABD ve Kanada, Sözleşme sistemine henüz dahil olmamışlardır, bu nedenle bir tür Güney Amerika Devletleri Sözleşmesi olarak değerlendirilmektedir.33 Afrika İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de öncelikle geleneksel kişisel ve siyasal haklar teyit edilmektedir. Asya kıtasında ise, kıta düzeyinde henüz bir insan hakları belgesi bile ortaya çıkmış değildir.34 Ancak bu bölgesel düzenlemeler hiçbir zaman AİHS kadar etkili olamamış ve güçlü bir koruma mekanizması getirememiştir.

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), 1975’te Helsinki’de ve 1 Ocak 1995 tarihine kadar Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) olarak anılan sürecin örgüt haline dönüşmüş halidir. Örgütün adında “Avrupa” kelimesinin bulunmasına rağmen, Avrupa Birliği veya Avrupa Konseyi gibi sadece Avrupa devletlerinin üye olduğu bir örgüt değildir. Örgüt sadece Avrupa kıtası ile sınırlı

33 KABOĞLU, İbrahim Ö. , “XXI Yüzyıl Başında İnsan Hakları Haritası”, TBB İnsan Hakları Araştırma ve

Uygulama Merkezi, İnsan Hakları ve Güvenlik, Ankara 7-8.12.2001, s. 33

(28)

olmayıp Kuzey Yarımküreyi kapsayan bölgesel bir yapılanmadır. Yinede üyelerin büyük çoğunluğu Avrupalıdır.

AGİK’in 1992 yılında Helsinki’de yapılan toplantısında AGİK Dönem Başkanlığı, Ulusal Azınlıklar ve Yüksek Komiserliği, AGİK Güvenlik ve İşbirliği Formu kurulmuştur. Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Ofisi yeniden düzenlenerek İnsani Boyut Mekanizmasıyla ilişkilendirilmiştir. 5-6 Aralık 1994 tarihleri arasında yapılan Budapeşte zirvesi sonunda kabul edilen belge ile AGİK’in bundan sonra AGİT olarak anılacağı ve bu isim değişikliğinin 1 Ocak 1995 tarihinden itibaren geçerli olacağı bildirilmiştir.

AGİK ve AGİT bünyesinde yapılan birçok toplantı35 ve bunların sonucunda oluşturulan belgelerde insan hakları önemli bir yer tutmuştur. Bu belgelerle ortaya konulan hak ve özgürlüklerle insan haklarının gelişimine ve mücadelesine büyük katkı sağlanmıştır.

35 Helsinki Nihai Senedi, Viyana İzleme Toplantısı, Kopenhag İnsani Boyut Konferansı, Yeni Bir Avrupa

(29)

II- AVRUPA BİRLİĞİ HUKUKU VE TEMEL ÖZELLİKLERİ A- AB Kavramı

Felsefeden uluslararası entegrasyona kadar, birlik kavramının literatürde son derece geniş bir kullanma alanı vardır. Bugüne kadar ekonomik birlik, siyasi birlik, askeri birlik, federal birlik, konfederal birlik, uluslarüstü birlik gibi çok sayıda birlik kavramı ortaya atılmıştır. Sıkı bir birleşmeyi öngören federal birlikte, ayrı devletler, kollektif bir devlet halinde bir araya gelmiştir. AB ile gündeme gelen ve nispeten daha yeni bir birlik türü olan uluslarüstü birlik kavramı ise federal birlik kavramının sosyo-ekonomik alanda uygulamaya geçirilen özel bir biçimi olarak ifade edilmiştir. Bir diğer ifade ile Avrupa Birliği uygulamasından kalkarak ortaya atılan uluslarüstü birlik kavramı, topluluğun siyasal-yasal karakterini açıklamak için kullanılmıştır.

Uluslarüstü birliklerde güç çoğunluk esasına dayanılarak, karar alan uluslararası kuruluşlar tarafından kullanılmaktadır. Geleneksel devlet yetkilerinin bir kısmı uluslarüstü bir "Yüksek Otorite"ye devredilen Federal birliklerde olduğu gibi, uluslarüstü birliklerde de üye ülkelerin, global konuların tümünde, bir üst kuruluşa yetkilerinin tümünün devredilmesi söz konusu değildir. Ekonomik entegrasyon açısından baktığımızda ise karşımıza "Serbest Ticaret Bölgesi", "Gümrük Birliği", Ortak Pazar", "Ekonomik Birlik" ya da "Ekonomik Birleşme" şeklinde birlik türleri çıkmaktadır. Ekonomik birliğin bütünüyle sağlanması siyasal birliğin gerçekleştirilmesi ile alakalıdır. Ve siyasi, askeri, ekonomik birlik kavramlarını bütünüyle birbirinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Bu yüzden

(30)

Avrupa'yı çeşitli boyutları ile birleştirmeye yönelik "AB" kavramı da bu tanımları ihtiva edecek şekilde kullanılmaktadır.36

"AB" bütünleşme sürecinde temel bir hedef ve aşama olarak ilk defa 19-20 Ekim 1972'de hükümet ve devlet başkanlarının Paris zirvesinin sonuçları arasında yer almıştır. Bu hedef doğrultusunda Avrupa bütünleşme sürecinin 1992'de Maastricht'te AB Antlaşması'nın imzalanması ile geldiği noktanın kurumsal temelleri, seksenli yıllardaki siyasal gelişmelere ve 29 Haziran 1987'de yürürlüğe giren Avrupa Tek Senedi'ne dayanmaktadır. Bu yeni antlaşmanın yürürlüğe girmesi ile, AT yeni oluşturulan AB'nin üç temel diğerinden birisi konumuna gelmiştir. İkinci temel direği, Avrupa Siyasal İşbirliği mekanizmasının daha geliştirilmiş bir şekli olan Ortak Dış ve Güvenlik Politikası'dır. Adalet ve İşçileri Alanlarında işbirliği, yeni bir bütünleşme süreci boyutu olarak AB'nin üçünü temel direği konumundadır.37

AB Anayasası 1. madde Birliğin tanımına yer vermiştir ve şöyle demektedir: "Sahip oldukları ortak hedeflere ulaşmak amacıyla üye devletlerin yetki verdiği bu Anayasa, ortak bir gelecek oluşturacak şekilde, Avrupa ülkelerinin ve vatandaşlarının iradesini yansıtarak, AB'yi meydana getirir”.

AB Anayasası, AB'yi bir üniter devlet olarak değerlendirmediği gibi, federal devlet olarak da değerlendirmemektedir. AB Anayasası AB'yi bir birlik olarak ele almaktadır. Söz konusu Birlik, sui generis bir Birlik’tir.38

36 BOZKURT, Veysel, Avrupa Birliği, Bursa 1993, s.5, 6, 8

37 KALEAĞASI, Bahadır, Avrupa Birliği'nin Yetkileri ve Karar Alma Mekanizmaları, İstanbul 1995, s.3, 4 38 ATAR, Yavuz / GÜMÜŞ, Ali Tarık, "AB Anayasası Ne Getirmektedir", Hukuk Dünyası,

(31)

B- AB Hukukuna Özelliğini Veren Temel İlkeler

AB hukukuna özelliğini veren temel prensipler, kurucu antlaşmaların yorumlanması ve uygulanmasında hukuka saygı gösterilmesini sağlamakla görevli ATAD'ın içtihadıyla oluşmuştur. Antlaşmaya taraf devletlerin, aşamalı biçimde bütünleşme iradeleri doğrultusunda AB hukuk düzenine "özgün" bir nitelik kazandıran ve AB hukuku ile ulusal hukuk ilişkilerini belirleyen bu içtihadın öngördüğü temel prensipler, AB hukukunun birliği, AB hukukunun özerkliği, AB

hukukunun uygulanabilirliği / doğrudan etkinliği ve AB hukukunun üstünlüğü

prensipleridir.39

a) AB Hukuku'nun Birliği

ATAD, ilk dönemlerinden itibaren Toplulukları oluşturan üç temel antlaşmanın (AET, AKÇT, AAET) fonksiyonel birliği fikrini geliştirmiştir.40

AB hukukunun birliği, kurucu antlaşmaların ve bunlardan kaynaklanan kuralların birbirinden bağımsız düşünülemeyeceği anlamına gelmektedir.41 AB hukukunun uygulanmasında ve yorumlanmasında Birlik ve üye devletler tarafından Antlaşma hükümlerinin aynı şekilde kabul edilmesi fikri, ATAD tarafından değişik kararlarda vurgulanmıştır. Bu fikrin kabul edilmemesi durumunda Ortak Pazarın gerçekleştirilmesi olası değildir. Ayrıca, yeniden indirim oranı ya da kamu düzeni gibi bazı kavramlar Birlik anlamına sahiptir ve bu çerçevede yorumlanmak ve uygulanmak zorundadır. Aksi halde Birliğin temellerine darbe vurulmuş olur.42

39 BOZKURT, Enver / ÖZCAN, Mehmet / KÖKTAŞ, Arif, AB Hukuku, Ankara, 2001, s.162 40 BOZKURT / ÖZCAN / KÖKTAŞ, a.g.e., s.162

41 TEKİNALP, Gülören / TEKİNALP, Ünal, Avrupa Birliği Hukuku, İstanbul 2000, s.119 42 BOZKURT / ÖZCAN / KÖKTAŞ, a.g.e., s.162

(32)

b) AB Hukuku'nun Özerkliği

Ulusal toplumlarda hukuk kuralları, yasama organları tarafından üretilmektedir. Uluslararası alanda ise hukuk kuralları devletler arasında fikir birliği ya da uzlaşmayla oluşmaktadır. Uluslararası hukuk kurallarının yaratılmasında temel ilke, devletin sadece kendi rızası ile kabul ettiği kurallarla bağlı olmasıdır.43

AB Hukuku, AT'nin kuruluşuna yol açan antlaşmalardan kaynaklanır, bağımsız kurumların çalışmalarıyla gelişir, ortak çıkar amacını izler, bir kaç dilden ve kendine özgü, ulusal hukuk şekillerinden farklı biçimlerde konuşur. Böylece bu hukukun özgünlüğü ortak olan hukukla üye devletlerin ulusal hukukları arasında bir "ortak yaşam" söz konusu olduğu gerçeğine dayalı olması diğer bir ifadeyle pek çok alanda, AB Hukukunun, ancak ulusal hukuk yoluyla ve her türlü makamlarının yardımıyla gerçekleşebilirliğidir.44

ATAD kararlarında sürekli olarak Topluluk Hukuku'nun "bağımsız" ve "özerk" bir hukuk sistemi olduğunu vurgulamaktadır. Topluluğun kuruluşundan sonraki yıllarda Divan'ın geliştirdiği bu içtihatlar, AB Hukuku'nun oluşmasında da önemli bir rol oynamıştır.45

Özerklik prensibine uygulamada başvurulması gereksinimi, özellikle, AB hukukunun bütünlüğünün ve etkililiğinin korunmasına gerek duyulduğunda ya da örneğin rekabet kuralları alanında olduğu gibi ulusal ya da AB sistemlerinin çakışması durumunda, AB hukukunu ulusal hukuktan ayırmak gerektiğinde ortaya

43 GÖNLÜBOL, Mehmet, Uluslararası Politika, Ankara 1979, s.386

44 PAÇACI, İrfan, Teori ve Pratikte AT Hukuku, Doktora Tezi, İstanbul 1991, s.304,305 45 KABAALİOĞLU, Halûk, AB ve Kıbrıs Sorunu, İstanbul 1997, s.113

(33)

çıkar. Bu nedenle, Birliğe bırakılan bir konuyla ilgili bir sorunun, bağımsız olarak, sadece, AB hukuku çerçevesinde yorumlanması gerekir.46

c) AB Hukuku'nun Doğrudan Uygulanabilirliği / Doğrudan Etkisi 1. Doğrudan Uygulanabilirlik

AB hukuk kuralları, ulusal hukuk düzenine bir referansa dahi gerek olmadan üye devletlerin milli egemenliklerinin sınırlandırılması sonucu oluşan alanda yürürlüğe girer.47

Ulusal hukuktan farklı olan AB hukuku, aynı zamanda, ondan bağımsızdır. Ulusal otoritelerin müdahalesi ve yardımı olmadan doğrudan AB hükümlerine dayanarak haklar elde edilebilir ve yükümlülükler konulabilir. Kararların, tüzüklerin ve belirli durumlarda direktiflerin AB düzeyinde bağlayıcı etkiye sahip olmasını sağlamak için, gerçekten de, üye devletlerin müdahalesine ve yardımına gerek yoktur. Öte yandan devletler, AB hukukunun uygulanmasını olumsuz yönde etkileyecek hiçbir tasarrufta bulunmama yükümlülüğü altındadırlar. AB hukukunun ulusal hukuktan "hukuksal bağımsızlığı"nın kabul edilmesinden daha da önemli olan bu durum, varlık nedeninin anlaşılmasıdır. Topluluğu kuran Antlaşmalar, üye devletler ülkesinde tek pazar kurmayı amaçlamaktadır. Amaçlanan bu tek pazarın, ayırıcı özelliği, temel özgürlükler ile Birlik kurallarının aynı şekilde ve tamamıyla aynı anlam içinde uygulanması ve burada faaliyet gösteren herkesi etkileyen bir coğrafi bölge oluşturmasıdır. Bu nedenle Topluluğu Kuran Antlaşmaların ortaya

46 BOZKURT / ÖZCAN / KÖKTAŞ, a.g.e., s.163 47 KABAALİOĞLU, ag.e., s.120

(34)

çıkardığı hukuk, bütün üye devletlerde bir örnek yorumlamayı ve uygulamayı gerektirmektedir.48

AB hukukunun doğrudan uygulanabilirliği, AB Antlaşmalarıyla yaratılmış olan yeni ve özgün hukuk düzeninin kendine özgü yapısını ortaya koyan bir karakteristiktir. Bu olgu, aynı zamanda bütünleşmenin ne denli yoğun bir nitelikte olduğunu göstermektedir. ATAD'ın Van Gend en Loos, Costa V. Enel ve Lutticke V.

HZA Sarnelouis kararlarındaki, AB hukukunun doğrudan uygulanabilirliği yönündeki tavrını daha sonra II. Simmenthal kararında daha açık olarak ortaya koyduğunu görürüz.49

Divanın ünlü Simmenthal davasında verdiği karara bakarsak;

Olayda, Fransa'dan İtalya'ya et ithal eden Simmenthal şirketi, İtalya sınırında etlerin kamu sağlığı gerekçesiyle, İtalyan makamları tarafından denetlenmesi nedeniyle denetim harcı ödemek zorunda kalmıştır. Harcın hukuksal dayanağını, 1970 yılında çıkan ulusal yasa oluşturmaktadır. Ancak bu yasanın öngördüğü harç, hem AETA'nın miktar sınırlamaları ve eş etkili yükümlülükleri yasaklayan 30. ve 31. maddelerine hem de 1964 ve 1968 yılında çıkartılan topluluk tüzüklerine aykırıdır. Davada İtalyan hükümeti, ulusal yasanın AETA ve Topluluk tüzüklerinden sonra çıkartıldığını vurgulayarak, Topluluk hukuku-ulusal hukuk çatışmasında "sonraki kural" olan ulusal yasanın uygulanması gerektiğini ileri sürmüştür.50 ATAD doğrudan uygulanmayı şöyle ifade etmiştir:

48 BOZKURT / ÖZCAN / KÖKTAŞ, a.g.e., s.165 49 PAÇACI, a.g.e., s.11

(35)

"Doğrudan uygulanma, AB hukuk normlarının, bir bütünlük gösterecek şekilde ve tüm üye devletlerde aynı biçimde etkiler doğurmasıdır. Bu etkiler, söz konusu normların yürürlüğe girmeleriyle başlar ve yürürlükte kaldıkları süre içinde devam eder. AB hukukunun doğrudan uygulanan normları, herhangi bir iç hukuk düzenlemesine gereksinme duyulmaksızın ilgilendirdikleri hukuk süjeleri bakımından hak ve yükümlülükler doğurur. Bu hukuk sujeleri, AB hukukundan kaynaklanan ilişkilere taraf olan devletler olabileceği gibi, özel ve tüzelkişiler de olabilir."51

ATAD, Van Gend en Loos davası ile ilgili kararında, AB hukukunun üye devletlerin hukuklarından özerk bir hukuk düzeni oluşturduğunu ve üye devletlerde doğrudan uygulanırlığını kabul etmiştir. Söz konusu dava bir Hollanda firması olan Van Gend en Loos'dan Federal Almanya'dan ithal ettiği kimyasal maddelerle ilgili olarak Hollanda gümrük yönetimince AET kurucu antlaşmasının 12. maddesine aykırı olarak daha yüksek gümrük vergisi istenmesi üzerine Divan'a gelmiştir. Anılan firmanın buna itiraz etmesi üzerine yetkili Hollanda yargı makamı konuyu bir ön-sorun olarak ATAD önüne getirmiş ve AET kurucu Antlaşmasının 12. maddesinin iç hukukta etkisi bulunup bulunmadığını ve ulusal yargıcın bu hükme dayanarak kişilerin haklarını koruyup koruyamayacağını sormuştur. Divan davanın esasına geçmeden önce genel bir biçimde uygulanırlığını şu cümlelerle belirtmiştir.

"Topluluk, sınırlı alanlarda olmakla birlikte, lehine devletlerin egemen haklarını kısıtladığı yeni bir hukuk düzenini oluşturmakta olup bu düzenin kişileri (süjeleri)sadece üye devletler değil, aynı zamanda onların vatandaşlarıdır" (357)

(36)

Divan, daha sonra şöyle devam etmektedir:

"... Topluluk hukuku, üye devletlerin mevzuatından bağımsız olarak, kişiler nezdinden yükümlülükler yarattığı gibi, yine onların hukuksal müktesebine giren haklar da öngörmeye yöneliktir; bunlar sadece antlaşma tarafından bir açık yetkilendirmeden değil, ayrıca antlaşmaların gerek kişilere gerek üye devletlere ve gerekse Topluluk kurumlarına belli bir biçimde yüklediği yükümlülüklerden kaynaklanmaktadır:"52

ATAD, Costa / ENEL davasında da doğrudan uygulanabilirliği ifade etmiştir. Dava Avukat Costa'nun yeni kurulan monopol işletmesi ENEL'e elektrik faturasını ödemekten imtina etmesi sebebiyle doğmuştur. Bu monopol işletmecisi, davacının hissedar olduğu Edison Volta Elektrik Şirketinin bir İtalyan kanunu ile Devletleştirilmesi sonucu meydana gelmiştir.

Sözkonusu davada İtalyan yurttaşı elektrik üretim ve dağıtımını millileştiren yasanın AET kurucu antlaşmasının rekabet kurallarını düzenleyen hükümlerine aykırı düştüğünü ileri sürmek suretiyle davanın bir ön-sorun olarak ATAD önüne götürülmesine imkan vermiştir. Nitekim Divan kararını şu şekilde ifade etmiştir: "... olağan uluslararası anlaşmalardan farklı olarak AET'yi kuran Antlaşma, yürürlüğe girdiği andan itibaren üye devletlerin iç hukuk mevzuatına dahil olan ve bu mevzuatta zorunlu biçimde uygulanan yeni ve kendin özgü (sui generis) bir hukuk düzeni yaratmıştır. Üye devletler özellikle hukuksal yetkilerinin devredilmesinden ya da sınırlandırılmasından doğan gerçek hukuksal yatırım gücüne sahip, kendine özgü kurumları ve tüzelkişiliği, dolayısıyla hukuksal tasarruf

(37)

yapma yetkisi olan ve uluslararası düzeyde temsil edilebilen, sınırsız süreli bir Topluluk kurarak; ona belirli bir alanda da olsa egemen haklar devretmişler, böylelikle kendilerine ve uyruklarına uygulanabilecek bir hukuk normları bütünlüğü yaratmışlardır..."53

AB organlarının diğer bağlayıcı işlemlerinden yönerge ve kararlarla ilgili olarak da, ATAD'ın Grod V. Finanzamt Trounstein kararında, "bunların üye devletlerde doğrudan uygulanır ve hukuksal etki doğurur oldukları" hükmüne varılmıştır.54

Divan’ın verdiği kararlardan da hareket ederek, doğrudan uygulanmanın hukuksal sonuçlarını şöyle ifade edebiliriz:

1- Doğrudan uygulanan normlar, bütünlük gösterecek biçimde, AB’ye üye devletlerin tamamında aynı şekilde hukuksal etkiler yaratır.

2- Yaratılan hukuksal etkilerin başlangıç tarihi, söz konusu normların yürürlüğe giriş tarihidir.

3- Doğrudan uygulanan normlar yürürlükten kalkmadıkça hukuksal etkileri devam eder.

4- Doğrudan uygulanan normlar, herhangi bir iç hukuk düzenlemesine ya da ileride alınacak bir karara gereksinme duymazlar.

5- Doğrudan uygulanan normlar hukuk süjeleri açısından haklar doğuracağı gibi, yükümlülükler de getirir.

53 PAÇACI, a.g.e., s.158 54 PAÇACI, a.g.e., s.151

(38)

6- Doğrudan uygulanan normların yöneldiği hukuk süjeleri, yalnızca AB’ye üye devletler değil, onların uyrukluğunda bulunan özel ve tüzel kişilerdir.55

2. Doğrudan Etki

Doğrudan etki kavramıyla ifade edilmek istenen husus, bir AB yasama işleminin, kişilere, milli mahkemelerde dermeyan edebilecekleri bir hak verip vermediğidir. Divan'ın eski yargıçların dan Pierre Pescatone tarafından "Topluluk hukukunun etkinliğinin temel noktası" olarak nitelendirilmektedir.56

AET Antlaşmasının m.249'da (eski m.189) "doğrudan uygulanabilirlik"ten bahsedilmesine karşın "doğrudan etki" kavramına yer verilmemiştir. AB hukuku çevresinde "doğrudan etki" kavramı, ulusal hukuka dahil olan bir AB hukuk normunun, gerçek ve tüzel kişiler lehine haklar doğurması ve bu hakların ulusal yargı organları önünde hak sahipleri tarafından doğrudan ileri sürülebilmesi anlamına gelmektedir. "doğrudan etki"nin ulusal düzeyde önemi, bir AB hakkının iç hukukta etkili olması için onun ulusal hukuka adapte edilmesine gereksinim olmamasıdır. Uluslararası hukuka doğrudan uygulanabilir kurallarının hepsi, aynı zamanda, doğrudan etkiye sahip değildir. Bazı hükümler, sadece, devletler üzerinde bağlayıcıdır ve devletler tarafından uygulanabilir; muğlak ifadeler taşıyan bazıları ise, bireylere hak ve yükümlülük doğurmak için yeterli değildir. Bazıları da çok yetersiz olduğundan hukukta tam anlamıyla uygulanması için yeni kararlar alınmasını gerektirmektedir.AB hukukunda "doğrudan uygulanabilirlik" ya da "doğrudan etki" prensibi, ATAD tarafından ilk kez Van Gend en Loos kararında telaffuz edilmiştir.

55 GÜMRÜKÇÜ, a.g.e., s.71 56 KABAALİOĞLU, a.g.e., s.122

(39)

Bu davada; ATAD şu kararı vermiştir:

12. maddenin hükümleri, pozitif değil negatif bir yükümlülük olan açık ve koşulsuz bir yasaklama içermektedir. Dahası, bu yükümlülük, uygulanması için, devletlerin ulusal hukuka göre pozitif yasal düzenleme yapmaları koşuluna bağlanmamıştır. Bu yasaklamanın tabiatı, onun, üye devletler ve onların vatandaşları arasındaki yasal ilişkilerden "doğrudan etki" doğurmak için yapıldığını ortaya koymaktadır.

ATAD kararlarına göre kişilerin serbest dolaşım haklarını düzenleyen AB hukuk normlarından m. 48 (yeni m.39), m.52 (yeni m.50.3) gibi Antlaşma maddeleriyle, 64/221 sayılı Direktifle, 1612/68 sayılı Tüzük bu kriterlere sahip olduklarından doğrudan etkili hükümlerdir.

"Doğrudan etki" prensibi, AB hukuku ile ulusal hukuk arasındaki ilişkilerde anahtar rolü oynamaktadır. ATAD bu prensibi, AB hukukunun korunmasında, bireylerin yardımcı olmalarını sağlamanın bir yolu olarak görmektedir.57

d) AB Hukuku'nun Üstünlüğü (Önceliği)

Hem ulusal hukuk hem de Devletler Hukuku unsurlarını ihtiva eden AB hukuku, Devletler hukuku ile ulusal hukuk arasında bir yer almaktadır. AB hukuku ve ulusal hukuk arasındaki ilişkiden doğan en önemli sorun, AB hukukunun önceliğidir. AB hukukunun önceliği, Kurucu Antlaşmaları ya da işlemleri ile ulusal

(40)

hukuk kuralları arasındaki çatışmada, Kurucu Antlaşmaların ya da işlemlerinin uygulanması anlamına gelir.58

Öte yandan, AB hukuk sisteminin özerkliği ile AB hukukunun bütün üye devletlerde bir örnek olarak uygulanması ve yorumlanması zorunluluğu otomatik olarak, bir çatışma durumunda topluluk hukuku hükümlerinin ulusal hukuk hükümlerinden üstün olmasını gerekli kılar. AB hukukunun üstünlüğü, kendisiyle çatışan ulusal hukuk kurallarının uygulanmasını durdurma anlamına gelir. AB hukuku ile ulusal hukuk çatıştığı zaman AB hukukunun üstünlüğünün kabul edilmesi, AB’nin uluslarüstü nitelikte bir örgüt olmasının doğal bir sonucudur.59

ATAD’ın çeşitli kararlarında AB hukukunu üstünlüğünün vazgeçilmez olduğu vurgulanmıştır. Yani AB hukukunun üstünlüğü üye devlet hukuku düzenlerine göre belirlenmemekte, kaynağını antlaşmalardan almaktadır. Üye devletler sınırlı bir alanda insiyatif kullanmaktadırlar. Ama AB hukuku bakımından önemli nokta her durumda üstün olma ve önde gelmedir. AB hukukunun üstünlüğünün üye devletlerde tüm alanlarda geçerli olması esastır.60

Bu konunun ATAD içtihatlarındaki yerine bakarsak:

ATAD, AB hukukunun mutlak önceliğini önce ulusal yasama tasarrufları bakımından dile getirmiş, ancak daha sonra bu önceliği Costa/ENEL kararında bütün ulusal hukuk kuralları bakımından kabul etmiştir. ATAD'ın AB hukukunun önceliği konusunda verdiği ilk önemli karar, Costa/ENEL davası ile ilgilidir. ATAD'a bu olayda, AET anlaşması ile sonraki tarihli bir ulusal kanun arasında

58 TEKİNALP / TEKİNALP, a.g.e. , s. 147 59 BOZKURT / ÖZCAN / KÖKTAŞ, a.g.e. , s. 168

60 ÜLGER, İrfan Kaya, "AB Hukukunu Ne Derecede Tanıyoruz", http://www.ceterisparibus.net/ab.htm,

(41)

doğan uyuşmazlık nedeni ile başvurulmuştur. ATAD kararında, AB hukukunun önceliğini gerektiren sebepleri sayarak, böyle bir önceliğin verilmemesi durumunda meydana gelecek tehlikelere işaret etmiştir. AET anlaşmasının 177. maddesine istinaden sulh mahkemesinin ATAD nezdinde yaptığı başvuru üzerine verilen kararda, geleneksel uluslararası anlaşmalardan farklı olarak Kurucu Antlaşmaları ile muhtar bir hukuk düzeninin doğduğu, bu hukuk düzeninin Kurucu Antlaşmaları’nın yürürlüğe girmesi ile birlikte üye devletler iç hukuk düzeninde hüküm ve sonuç doğurduğu dile getirilmiştir. Milano Sulh yargıcı bu kararla açık şekilde AB hukukuna ulusal hukuka nazaran öncelik tanımıştır. AB hukukunun önceliği çerçevesinde Salgoil, Leonesio, Reyners ve van Binsbergen kararlarını da saymak gereklidir. Bütün bu kararlarda ATAD, AB hukukunun önceliğini vurgulamış ve bundan gerekli sonuçları çıkarmıştır.

AB hukukunun önceliğin bazı sonuçları da vardır. Bunlara bakacak olursak; 1- Öncelik, AB hukukunun "varlık nedeni" dir.

2- Öncelik, AB hukuk düzeninin "üstünlüğü" olgusunun bir simgesidir.

3- Öncelik, AB hukuk normlarının tamamının, kendisine ters düşen ulusal normlar yerine uygulanmasıdır.

4- Öncelik, üye devletler in iç hukuklarında da hukuksal sonuçlar doğurur. 5- Öncelik, ulusal yargıç tarafından bizzat gözetilmek ve uygulanmakla birlikte, özel ve tüzel kişiler tarafından da, görülen davalarda "defi" olarak ileri sürülebilir.61

(42)

"AB hukukunun üstünlüğü" ilkesi, AB Anayasası'nın 6. maddesinde somutlaşmıştır. Söz konusu hükme göre; 'Anayasa ve kendilerine verilen yetkilerin uygulanması sırasında Birlik Kurumları tarafından kabul edilen hukuk, Üye Devletlerin yasaları karşısında önceliğe sahiptir" Bu hüküm Anayasa'mızın 90. maddesinin son fıkrası ile çelişmektedir. Dolayısıyla Anayasa'nın 90. maddesinin son kısmına 2001 yılındaki kapsalı Anayasa değişikliğinde de teklif edilen ancak kabul edilmeyen "Kanunlar ile Milletlerarası antlaşmaların çatışması halinde milletlerarası antlaşmaların esas alınacağı" ibaresinin eklenmesi veya 2004 yılında 90. maddenin son fıkrasında yapılan "insan haklarına ilişkin sözleşmelerin kanunlarla çatışması halinde sözleşme hükümlerinin uygulanmasına" dair hükmün AB Antlaşmaları’nı da kapsayacak şekilde genişletilmesi gerekmektedir.62

(43)

III- AVRUPA BİRLİĞİ KURUCU ANTLAŞMALARINDA İNSAN HAKLARI

A- Genel Olarak

Temel hak ve özgürlükler, Avrupa Birliği (AB) üyesi devletler açısından ortak ilkeler bütününü oluşturur. AB açısından da temel hak ve özgürlükler konusu Topluluğun oluşumundan bu yana önemli bir konu olmuştur. Ancak Avrupa Topluluklarını kuran Roma Antlaşması’nın; ekonomik ve sektörel temelli bir bütünleşme hedefinin ürünü olması nedeniyle, başlangıçta temel hak ve özgürlükler konusu topluluk hukukunun öncelikleri arasında yer almamıştır.

Kurucu Antlaşmalar AB Hukukunun asıl kaynaklarını oluşturur. Kurucu Paris ve Roma Antlaşmalarıyla bunlarda değişiklik yapan Avrupa Tek Senedi, Maastricht

Antlaşması, Amsterdam Antlaşması ve Nice Antlaşması bu kaynaklardandır.63 Antlaşmaların dışında içtihatlarla oluşturulan hukukun genel ilkeleri, temel insan

hakları metinleri ve Divan kararları da asli kaynaklar arasında kabul edilmektedir.64 Uluslararası hukuku da, AB hukukunun birinci derece kaynağı saymak mümkündür. Bu görüş başlıca iki gerekçeye dayanmaktadır. İlki, Kurucu Antlaşmalarda, uluslararası hukuka yollama yapılmıştır. İkincisi ise, bu antlaşmaların uluslararası hukukun bir ürünü olması, buna bağlı olarak da hükümlerini uygulanma ve yorumlanmalarında uluslararası hukukun bu konulara ilişkin hükümlere tabi olmasıdır.65

63 UÇUM, Mehmet, “Avrupa Birliği Hukukunun Kaynakları”, Hukuk ve Adalet Dergisi, İstanbul Yaz 2004,

s. 57

64 UÇUM, a.g.e., s. 57

65 GEMALMAZ, Esra, Avrupa Toplulukları Hukukunda İnsan Hakları, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1990,

(44)

Ortak Pazar hedefi ve Avrupa’nın bütünleşmesi, adım adım ekonomik temelli bir yapının ötesine geçilmesini sağlarken, Avrupa Topluluğu (AT) organlarının karar ve işlemlerinde temel hak ve özgürlüklere uygunluk sorunu, Avrupa Topluluklarının demokratik meşruiyeti açısından önem kazanmıştır. Yetkileri genişleyen topluluk organlarının işlemleriyle veya Topluluk düzenlemelerinin üye devlet iç hukuk kurallarında uygulanması yoluyla bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilebilir olması dolayısıyla bu konu, Avrupa bütünleşmesinin temel hususlarından biri haline gelmiştir. Kısaca, ilkesel olarak temel hak ve özgürlükler topluluk açısından her zaman önemli olsa da temel hak ve özgürlüklerin topluluk hukuku içinde korunması konusu asıl olarak topluluk bütünleşmesinin hız kazanması ve derinleşme süreci beraberinde, gündeme gelmiştir.66

Avrupa bütünleşmesi sürecinde, temel hak ve özgürlüklerin korunması konusunda ATAD önemli sorumluluklar üstlenmiş ve kararlarıyla bir Avrupa temel

hak ve özgürlükler hukuku oluşturmuştur. ATAD, antlaşmaların yorumu ve uygulanmasında kendini AB’nin yazılı kurallarıyla sınırlamayarak temel insan haklarını AB hukukunun genel ilkeleri içinde kabul etmiştir. Ancak ATAD’ın aslen Avrupa bütünleşmesinin itici gücü olarak hareket eden bir kurum olması nedeniyle, temel hakların korunması yönünde geliştirdiği standartların son derece yetersiz olduğu da öne sürülmüştür.67

Buna paralel olarak, temel hak ve özgürlükler konusu, Avrupa Parlamentosu, Konsey ve Komisyon’un çabalarıyla giderek kurucu antlaşmalarda da yer almaya

66 Avrupa Birliği Ansiklopedisi, (basım yeri ve yılı bilinmiyor), s. 33 67 Avrupa Birliği Ansiklopedisi, s. 33

(45)

başlamıştır. Buna rağmen 2000 yılında Avrupa Birliği Temel Haklar Şartının hazırlanmasına kadar AB bünyesinde bir temel haklar kataloğu bulunmamıştır.68

İnsan hakları, AB için yasal açıdan gittikçe önem kazanmakla beraber, her zaman için “yasa ötesi” bir anlam ifade etmiştir. Bunun ana nedeni, insan hakları kavramının felsefi ve siyasi temelinin Avrupa olmasıdır. Dolayısıyla AB, kuruluşundan beri insan hak ve özgürlüklerini temel alan bir zihniyetin ürünü olmuş ve bu değerlerin Birliğin ruhuna ne denli hakim olduğu, AB’nin yargı organı olan ATAD içtihadında ve daha sonra Avrupa Parlamentosu kararlarında açıkça belirmiştir. Kısaca, çıkış noktası ekonomik bütünleşme olan AB sürecinde insan hakları, siyasal bütünleşmeye paralel olarak ilk önce pratik düzeyde ele alınmış, üzerinde uzlaşılması zor her siyasal süreçte olduğu gibi bu konuda da zamanla ve bazı tarihsel dönüşümlerle birlikte yasalaşma aşamasına gelebilmiştir.69

B- Kurucu Paris ve Roma Antlaşmaları

Günümüzde AB’nin temelini oluşturan Avrupa Toplulukları’nın ilk adımı Paris’te atılmıştır. Dönemin Fransız Dışişleri Bakanı Robert Schuman’dan adını alan “Schuman Planı” esas alınarak yapılan görüşmeler sonunda Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT)’ nu kuran ve aynı zamanda AB’nin temelini oluşturan Paris Antlaşması; Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya ve Lüksemburg arasında 18 Nisan 1951 tarihinde Paris’te imzalanmış ve 25 Temmuz 1952 tarihinde yürürlüğe girmiştir.70 Paris Antlaşması’nın en önemli yanı, akit devletlerden

68 Avrupa Birliği Ansiklopedisi, s. 34

69 TÜRKMEN, Füsun, “Avrupa Birliği ve İnsan Hakları”, Derleyen-DEDEOĞLU, Beril, Dünden Bugüne

Avrupa Birliği, İstanbul 2003, s. 47

Referanslar

Benzer Belgeler

• Güvenceli esnekliğin aktörleri: Güvenceli esneklik kavramını işgücü piyasasına aktaracak olan aktörler devlet, yerel veya bölgesel hükümet temsilcileri, firma ve

Çalışmamızda istatiksel olarak anlamlı olmasa da, en düşük başarı oranını GA altında yapılan replantasyon işlemlerinde elde ettik.. Arter ve ven anastomoz sayısı

4) Aradığımız sayı sağ kutudadır. Bu sayı bulunduğu kutunun son üç sayısından birisi değildir. Bu sayı aşağıdaki sayılardan hangisi olamaz?. ZIT ANLAMLI

In our case, the delay of the surgery caused an aggressive increase of the tumor size and tumor progression in patient with Stage 4 to Stage 2 after the diagnosis

Herein, we report a female case of a painless mass covered with mucosa on the anterior 2/3 of the tongue without a history of trauma..

Türk Ocaklar~~ Merkez Heyeti (Genel Yönetim Kurulu), bir yandan bu tavsiyelere uyarken, bir yandan da, son Osmanl~~ Meclis-i Meb'iisan~~ için yap~lan genel seçimlerde, o s~ralarda

The absolute values of wavelet, w [l] and low-band c[l] coefficients of the fire region and the car are shown in Fig. The high-frequency variations of the feature signal of the

Kendisi y›llar sonra, karfl›s›nda bir Türk konu¤unun bulunmas›yla, y›llar önce, Türkiye Cumhuriyetinin 10 uncu y›l›nda, Türkiye Büyük Millet Meclisi kar-