• Sonuç bulunamadı

Aydınlanmanın ışıklı penceresi:TÜYAP 14. İstanbul Kitap Fuarı onur yazarı İlhan Selçuk

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Aydınlanmanın ışıklı penceresi:TÜYAP 14. İstanbul Kitap Fuarı onur yazarı İlhan Selçuk"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

S I M P A R A S I Z

'L d f t â E K 1 9 9 5

_ı Fuann y a b a n a konuklan bu yıl sinem a ığırlıklı...15. sayfada _J F u a r e tkinlikleri ç in e k s ik s iz b ir p r o - iram...28-31. sayfalarda J Fuara katlan yayınevleri, fuar yerleşim planı e yayınevlerinin fuar için hazırladıktan yeni ki- îpiar... ... 60-63. sayfalarda -1 T Y S ve Edebiyatçılar Demeği’nin imza gün-

(2)

Kitapseverler ve özellik­ le İstanbullu kitapsever­ ler yine bir kitap şöle­ nine hazırlanıyorlar. Bu ■ yıl, geçen yıllara göre bir

gün daha fazla sürecek olan TÜYAP İstanbul ■ Kitap Fuarı, 3-12 Kasım

tarihleri arasında İstan­ bul Tepebaşı ndaki sergi salonunda yapılacak.. Okurun kitapla, yazarıyla ve yayıncısıyla ' buluşacağı kitap fuarı,

bu yıl önceki yıllara oranla daha fazla

yayınevinin katılımıyla gerçekleşiyor.

Okurlarımızın fuarı ücretsiz izlemeleri için bu yıl bir ücretsiz giriş davetiyesi de

yayımlıyoruz. Okurlarımız bu davetiyeyi kesip fuar yetkililerine gösterdik­ leri takdirde fuarı ücret ödemeden gezebilecek­ ler.

Dergimizin bu sayısının ana konusunu, her yıl olduğu gibi kitap fuarına ayırdık. Türk

Aydınlanması için gös­ terdiği olağanüstü çabaları nedeniyle Fuarın “Onur Yazarı” seçilen İlhan Selçuk’u kendi ağzından aktar­ maya çalıştık, sîzlere. Bunun yanı sıra fuar etkinlik programı aracılığıyla istedikleri etkinlikleri rahatlıkla izleyebilecekler okurlarımız. Yayınevlerimizin fuar için yayımladıkları yeni kitapları sunduğumuz sayfalarımız ise yeni kitaplarla tanışmak isteyen okurlarımız için çok yararlı bir kılavuz niteliğinde. Yayınevleri- mizin yerlerini belirten kroki ve yayınevleri lis­ teci ile istediğiniz yayınevini kolaylıkla ' bulabileceksiniz. On günlük, bu kitap maratonunda keyifli

f

ünler geçirmeniz en üyük dileğimiz. Her zaman olduğu gibi bu fuarda da bol kitaplı günler...

T U R H A N G Ü N A Y

K İT A P

İm tiya z Sahibi: Berin Nadi O Basan v e Y a ya n : Yeni Cün H a b e r Ajansı Basın ve Yayıncılık A.$. o Genel Yayın Y ö n e tm e n i: O rhan

Erinç o Genel Yayın K o o rd in a tö rü : H ikm e t çe tin k a ya o Yazıişleri M üdürle ri: İb ra him Yıldız (S o ru m lu ) , Dinç Ta y a n ç

0 Y a yın Y ö n e tm e n i: T u rh a n G ü n a y o Grafik Y ö n e tm e n : Dilek ilk o ru r

O Reklam: M edya C

t ÇİLLİ-

14. İSTANBUL KİTAP FUARI

Daha çok yayınevi, daha çok kitap, daha

çok konuk..

B

u yıl 14.’sü düzenlenen TÜYAP İs­tanbul Kitap Fuarı 3 Kasım 1995 günü açılıyor. 12 Kasım 1995 Pazar akşamı saat 19.00'a kadar sürecek olan fu­ arın bu yılki “O nur Yazarı” uzun yıllardır gazeteci ve yazar olarak ülkemizin aydın­ lanma sürecinde bir simge haline gelmiş olan İlhan Selçuk.

TÜYAP, İlhan Selçuk’la ilgili olarak 6 Kasım 1995 Pazartesi günü AKM’de saat 20.00’de başlayacak büyük bir etkinlik dü ­ zenliyor. Bu etkinliğin rejisi, ise TOBAV ta­ rafından yapılıyor. 14. TÜYAP İstanbul Kitap F uarının ana başlığı bu yıl “Sinema­ nın 100. yılı - Sinema ve E debiyat”.. Bu konuyla ilgili olarak düzenlenen birçok et­ kinliği ileriki sayfalarında yer alan fuar programında görmek mümkün. Bu yıl fu­ ara yurtdışından gelen konuk yazarların ağırlıklı bölümü de sinema dünyasından ve sinemanın doğduğu yer olan F ransa’dan. Birçoğunun yapıtları senaryolaştırılmış ve sinemaya uyarlanm ış. Fransız k onuklar arasında Louis G ardel’i “N octurne Indi­ e n ” ve “Indochine” adlı senaryolarından tanıyoruz. Marc Auge, Jean Marie Laclave- tine, Bernard Pingaud, Xavier Girard gibi Fransa’dan gelen konuk yazarlardan başka Avrupa’da “İkinci Kadın Flareketi” olarak tanımlanan son dönem feminist hareketin önde gelen isimlerinden Flollandalı kadın yazar Anja M eulenbelt de TÜYAP Kitap Fuarı’na katılıyor.

Diğer bir konuk yazarımız ise İsrail’den gelen Abraham B. Yehoshua. Kendisi şim­ diye dek almış olduğu birçok önemli ödül ve yayımlamış olduğu birçok yapıtının yanı sıra Arap-lsrail Barışı’nın etkin bir taraftarı olarak da tanmıyor.Bu yıl fuarda yaklaşık 80 etkinlik yer alıyor. 242 yayınevinin katıl­ dığı fuarda 300’ü aşkın yazar kitaplarını imzalayacak. Fuar imza programını da der­ gimizin ilerleyen sayfalarında g ö re b ilir­ siniz. Geçen yıl 336 bin ziyaretçi tarafın­ dan gezilmiş olan kitap fuarını bu yıl 350 binin üzerinde kitapseverin gezmesi bek­ leniyor. ■

Altın Kitap Ödülü,

Tunalı ve K orav'a

O

kumayı teşvik etmek ve kitap ya­zanları onurlandırmak amacıyla 6 yıl önce verilmeye başlanan Altın Kitap Ö dülü bu yıl Prof. Dr. İsmail Tunalı ve gazeteci yazar Cenk Koray’a verilecek.

Prof. Dr. İsmail Tunalı pek çok makale ve kitaba imza atmış, kıymetli öğrenciler yetiştirmiş bir bilim adamı olarak felsefe alanındaki birikimlerini okurlara iletmek için gösterdiği yoğun çabalarından ötürü bu ödüle layık görüldü.

Cenk Koray ise sempatik kişiliğinin yanı- sıra yazdığı kitapla Türkiye’de rekor sayıla­ cak ölçüde satış rakamlarına ulaştığı için bu ödülü kazandı.

Yılın O kuru ödülü ise bu yıl iki kardeş o k u ra v e rild i. T ü lay K oçali ve G ü lay G enç’in şahsında bu ödül tüm kitapsever­ lere ve okuyuculara verilmiş oluyor.

Altın Kitaplar Yayınevi’nin onur plaketi ise bu yıl kültür birikimini gazetecilikteki tecrübesiyle pekiştiren ve yayınevindeki bi­ limsel dizinin kurucusu, pek çok kitabın bilinm eyen m imarı N ilgün H im m etoğ- lu’na verildi. ■

Kan Patası

A r t u n Ü n s a l

Daha önce Fransa'da La Vendatta - Tuer Pour Survivre

adıyla yayımlanan ve yankılar uyandıran Kan Davası, bu

çağdışı geleneği derinlemesine inceliyor. Siyasalbilimci

ve hukuk sosyologu Artun Ünsal'ın yazdığı, Türkçe olarak

ilk kez yayımlanan kitap, sosyolojik bir çalışma olmasına

karşın, sıkıcılığa düşmeden, bir roman gibi okunuyor.

Kan Davası, 2 3 6 sayfa. 4 0 0 .0 0 0 TL.

O Ü 3 0

Y A P I K R E D İ Y A Y I N L A R I

G a la ta s a ra y 8 0 0 5 0 İ sta n b u l Tel: ( 0 2 1 2 ) 2 9 3 08 24 (4 ha t) Fax: ( 0 2 1 2 ) 2 9 3 07 23

C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 2 9 8

(3)

%iîm

14. İSTANBUL KİTAP FUARI

TÜYAP 14. İstanbul Kitap Fuarı Onur Yazarı İlhan S e lç u k _________________

Aydınlanmanın ışıklı "Pencere"si

İlhan Selçuk, bugün açılan 14. İstanbul Kitap Fuarı’nın “Onur Yazarı” seçildi.

1987’den bu yana TÜYAP, her yıl İstanbul Kitap Fuarı’nın “Onur Yazarı” ya da “Onur

Sanatçısı”nı belirliyor. Bu yıla kadar sırasıyla Fazıl Hüsnü Dağlarca, Nadir Nadi, Turhan Selçuk,

Aziz Nesin, Melih Cevdet Anday, Yaşar Kemal, Rıfat İlgaz, Adalet Ağaoğlu “Onur Yazarı” ya da

“Onur Sanatçısı” ilan edildiler. Fuar kapsamında 6 kasım akşamı AKM’de “İlhan Selçuk

Gecesi” düzenlenecek. Ayrıca, fuar süresince “İlhan Selçuk ve Geleceğe Açılan Pencere”

başlıklı panel gerçekleştirilecek.TÜYAP, geçen yıllarda olduğu gibi, bu yıl da “Onur Yazarı”

İlharfSelçuk'u konu alan bir kitap yayımladı. Alpay Kabacalı’nın hazırladığı kitap, “Aydınlan-

ma’mn Işıklı “Pencere ’si İlhan Selçuk” adını taşıyor. Kitaptaki 21 sayfalık söyleşi bölümünde

İlhan Selçuk, Alpay Kabacalı’nın yönelttiği soruları yanıtlarken çocukluğundan başlayarak

bütün yaşamını ve değişik konular, sorunlar üzerine görüşlerini anlatıyor. Aşağıda söyleşinin

kimi bölümlerini bulacaksınız.

e

ALPAY KABACALI

Cumhuriyet’e geçişiniz nasıl oldu?

Nadir Nadi, Vatan daki köşemi oku-^ ormuş; bir gün Yaşar Kemal geldi, dedi i: “Nadir Nadi seni çağırıyor.” Cumhuri­

yet' e. geldim, eski ahşap konakta Nadir

Nadi beni odasında kabul etti. Nadir Na­ di çok değerli bir kişiydi gerçekten. Bana, “Sizin yazılarınızı üç aydan beri okuyo­ rum” dedi. “Cumhuriyet'te çalışmak be­ nim için bir onurdur, ama Vatan da da yazdıklarımı yazabilir miyim? O özgürlük ortam ı Cumhuriyet’te. olabilecek m i?” Nadir Nadi, “Burası,” dedi, “Atatürkçü bir gazetedir. Biz de Atatürk devrimlerini savunuyoruz, özgürlükleri savunuyoruz, istediğinizi yazabilirsiniz,” dedi.

Sonradan düşündüm. Cumhuriyet’in başyazarı, aynı zamanda patronu, çağırı­ yor, “Gel bizde çalış,” diyor, ama biz bir pazarlığa girişiyoruz. Bir tartışma açılıyor, bu da fikir üzerine. Para falan konuşmu­ yoruz. “kaç para verirsin, kaç para alır­ sın,'’ gibi bir şey yok. “P eki,” dedim, “bugün yazdığım yazıyı yazabilir miyim?” O gün yazdığım yazı şuydu: Küba’da yi­ yecekler karneye bağlanmış. Yıl, 1962. Bir sıkıntıdan geçiyor Küba. Türk bası­ nında, bakın işte komünizm böylesine kötüdür, Küba’da örneğini görüyorsu­ nuz, artık Kübalı eti, sütü, yumurtayıyumurtayı gi­ dip karneyle alacak, diye eleştiriler çıkı- de buna karşı, acaba Türkiye’de yor. Ben

yumurta, et, süt karneye bağlansa Türk yurttaşına kaçar gram düşer, diye bir yazı yazmıştım. Gerçekten, Türkiye’de et yü­ zü görmeyen insanlar yaşıyordu o zaman, bugün de yaşıyor. Nadir N adi’ye bunu sordum, bu yazıyı yazabilir miyim, diye. Durdu, düşündü, “Bu yazı ilk yazı olma­ sın,” dedi, “Sizden rica edeceğim. Bir ay sonra olabilir, olursa da iyi olur.” dedi.

Î

ok bilinçli, sezgileri çok derin bir insan- ı. “P e k i,” dedim , Vatan dan ayrılıp

Cumhuriyet'te yazıya başladım. “Köşeye

nasıl bir ad koyalım?” diye sorulduğu za­ man, Yazıişleri M üdürü Cevat Fehmi Başkut, “Pencere olsun,” dedi. Benim pek hoşuma gitmemişti; sonra beğenenler çıktı. Ben de ilk yazımı “pencere” üzerine yazdım.

- Şimdiki yerinizde değil, ikinci sayfanın

sol sütununda yazıyorsunuz.

- Evet. “Pencere”, o günkü ortamda

yeni bir ses, yeni bir soluk olarak düşü­ nüldü; ama düşmanlarını da hemen yarat­ tı. O zamanki bazı gazetelerde eleştiriler çıktı: Nasıl olur da solcu bir adam Cum­

huriyet'te. yazı yazar? Şöyle eleştiriler çıkı­

yordu: “Solcular en ciddi gazetelerin kö­ şelerine kadar sokulmuşlardır.” Ahmet Emin Yalman, Hür Vatan'daki başyazısın­ da olayı ele aldı, tepkisini gösterdi; ama Nadir Nadi aldırmadı buna.

- Gazete içinde?

- Gazete içinde pek tepki oluşmadı.

Oluştuysa da ben hissetmedim. Yalnız, Cevat Fehmi çok destekledi. Nadir Nadi de destekledi. Birdenbire gazetenin tirajı artmaya başladı. O zaman Türkiye’de böyle oir özlem vardı. Bir açılım... 27 Ma­ yıs, kültür devriminin bir uzantısı sayıldı. 27 Mayıs bir devrim* yani bir içeriği var. ‘Türkiye’de sosyal demokrasi diye bir şey yoktu; ama sosyal demokrasi, 1961 Ana­ yasasıyla yasal bir nitelik kazandı. Sosyal demokrasi fikri de yalnız sivillerden gel­ medi, Ordunun alt katmanlarından yuka­ rıya doğru patlamış bir devrimle ortaya çıktı; solculuğun kapıları açıldı ve Türki­ ye sanki dünyayı yeniden keşfediyormuş gibi bir ortama giriverdi. Yararlı da oldu tabii...

Kitleleri Etkilemek...

- Giderek ses getirmeye, yankılanmaya

başladı yazılarınız. ■ ■

- Şu görüldü: Ben piyasada çok tanın­

madığım ve çok yazı yazmadığım iç birdenbire bu adam nereden çıktı, diye

:ın, düşünüldü. Patlama gibi bir şey-oldu. Çe­

tin Altan M illiyet’te yazıyordu; onunla

birlikte sol fikrin, sosyalizmin kitlelere yansıtılması gibi bir uğraşa girmiş olduk. Kemalist devrimle sosyalizm birbiriyle bağdaşmaz gibi görünür ve Kemalistlerin

(4)

\İÎXİ&

14. İSTANBUL KİTAP FUARI

ilhan selçuk'un yaşamının yarıdan çoğu C u m hu riye tte geçti. Nadir Nadi’nin vazgeçemediği yazarı ilhan Selçuk (üstte) zaman zaman dönemsel baskıların etkisiyle gazetesinden koparılmaya çalışıldı. Bir tahliye sonrası Doğan Avcıoğlu ve llhami Soysalla birlikte, (altta)

çoğu da sosyalistlere sıcak bakmazlardı. Oysa, bilimsel olarak, Aydınlanma Devri­ mi hem liberalizm, hem sosyalizm kayna­ ğıdır. Aydınlanma Devrimi gerçekleşme­ den ne liberalizm olur, ne sosyalizm... Her ikisine de ulaşmak için bir kere ay- dınlanm a’dan geçmek gerekiyor; o da ümmetin millete, kulun da bireye dönüş­ mesi demektir. Kul bireyleşmeden ne sos­ yalizm olur, ne liberalizm... ümmet, ulus olmadan hiçbirine ulaşılamaz. Bunların bağdaşması doğaldır. Bir de Kemalist devrim antiemperyalisttir; sosyalizm de o günkü ve bugünkü içeriğiyle antiemper- alisttir, kapitalizmin emperyalizmine arşıdır. Biz bu taşları yerli yerine kov­ dukça yazılar işlevsel bir içerik kazandı. Bu, bir fikir hareketinin Cumhuriyet'in köşelerinde kitleye ulaştırılması gibi bir şey. Böyle bir içeriği yoksa, zaten köşe ya­ zarlığı bir anlam taşımaz. O zamana ka­ dar Refi Cevat Ulunay, Burhan Felek tü­ ründen köşe yazıları yayımlanıyordu. Bunlar leblebi çekirdek, eğlencelik gibi­ sinden yazılardı. Onları da küçümsemek istemiyorum, onların da kendine göre de­ ğerleri olabilir, ama bizim 1960’larda yap­ tığımızın anlamı değişiktir.

- Halk, gençlik kesimleri büyük ilgi gös­

teriyordu bu yazılara...

- Bu olay yıllar sonra ele alındığı za­ man, önemli olan, yapılan işin içeriğidir ve değerlendirilmesidir; eleştirel olarak

aklaşım, felsefi içeriğini ve ülkede ne et­ iler yaptığını tartışmaktır. Olay yüksele­ rek sürdü gitti. Şunu da söyleyeyim: O zamanTiirkiye’de, “demokratik devrim sürsün mü, yoksa dursun m u” kavgası gündeme girdi. Bu çatışma hem ordu içinde vardı, hem sivil kesim de. 12 Mart’ta bu hesaplaşmanın noktalandığını

örüyoruz. Sağcı kanadın kazanmasıyla u iş bitirildi. 12 Eylül’de de onun ürün­ leri alındı. Ne işçi sınıfında, ne aydınlar­ da, ne de halk kesiminde daha ileri bir atılımı hayata geçirebilecek olan kuvvet­ ler oluşmamıştı; ama demokrasiyi gerçek­ leştirebilecek kuvvetler de oluşmamıştı. Türkiye’nin çıkmazı da buydu. Eğer de­ mokrasiyi gerçekleştirebilecek koşullar olsaydı, demokrasi zaten oluşurdu. Çün­ kü 27 Mayıs çok ileri bir anayasayı sivil topluma sunmuştu, ama sivil toplum o anayasaya karşı tavır aldı; sağcı partiler 27 Mayıs Anayasası’yla bir kavgaya giriş­ tiler. “Bu Anayasayla memleket idare edilm ez” diyenler çıktı. “Bu Anayasa lükstür” diyenler kazandılar. Bu da tarihi bir gerçeklik.

- 12 Mart dönemine geçmeden, 27 Ma­

yıs Anayasası’yla gelen toplumsal dönüşü­ mü nasıl değerlendirdiğinizi sormak istiyo­ rum.

- 27 Mayıs bir kültür devrimi oldu ve

sanki duvarlar yıkıldı. Bunlar yalnız yasak duvarları değildi, ona koşut olarak insan­ ların beyinlerini kuşatan duvarlar da yı­ kıldı. O zamana kadar temas etmediğimiz sol fikirlerle karşı karşıya geldik toplum olarak. 27 Mayıs bir sanat ve kültür bay­ ramı gibi algılandı aydınlar kesiminde...

Şöyle bir parantez açabiliriz: 1923 dev- rimiyle devlet-aydm bütünleşmesi sağlan­ mıştı. İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan döneme baktığımızda, tek tük aydm-dev- let sürtüşmesi vardır. Bir Nâzım Hikmet olayına ilişebiliriz, ikinci Dünya Savaşı yılları, ister istemez bir yasaklar dönemi­ dir; 1940’lı yıllarda “Acılı Kuşak” dediği­ miz şairler ve yazarlar üzüldüler. Ancak, 1940’lar, Türkiye açısından çelişkili yıllar­ dır. Bir yandan Köy Enstitüleri açılmıştır,

bir yandan kapatılmıştır; bir yandan Milli Eğitim Bakanlığı’nın çeviri seferberliği başlamıştır, bir yandan da kimi şair ve ya­ zarların ardına “komünist" diye düşül­ müştür. Oysa devletin o dönemdeki siya­ setine baktığımızda şunu görüyoruz: Ki­ tapçılarında dünya klasikleri, bilim kitap­ ları, edebiyat ürünleri bulunmayan bir ül­ kede, yurttaşına bu zenginlikleri vermek için çalışan bir devlet söz konusu. O za­ manki Türkiye’yi düşünün!.. Okuma yaz­ ması kıt bir toplum!.. Böyle bir toplum­ da, devlet, dünya klasiklerini- kendi yurt­ taşına ulaştırmak için seferberliğe girişi­ yor; çünkü özel kesim bunu yapamıyor; herhangi bir kitap çevrildiği zaman satıl­ mıyor, satılmadığı için de çevrilmiyor. Böyle bir ortamda, devlet bunu üstlen­ miş. Neleri Türkçeleştiriyor devlet? Vol­ taire, Diderot, Jean-Jacques Rousseau, Goethe, Balzac’ı!.. Aydinlanma’mn ürün­ lerini çevirmek demek; laikliğe, bilime, demokrasiye açılmak demek!.. Bu kitap­ ları okuyan kimi aydınlar da, daha özgür­ lükçü bir rejim arıyorlar. Burada iç çeliş­ kileri iyi değerlendirmek gerekiyor. Tür­

kiye ikinci Dünya Savaşı’ndan teğet geç­ mekle büyük bir mutluluğu yaşadı. İkinci Dünya Savaşı cehenneminin dışında kal­ dık. Bunu da o zamanki yöneticilere, en başta İnönü’ye borçluyuz, insan bugün­ den bakılınca bunu daha iyi anlıyor. Çok partili rejime gelindiğinde, birdenbire öz­ gürlüğe Kavuşacağımızı sandık. Oysa öyle olmadı. Özgürlükler vaat ederek gelen Demokrat Parti, özgürlükleri kıstı. Ceza Kanunu’ndaki kimi maddeleri ağırlaştırdı ve bu çok partili rejim, demokrasi olama­ dı. Sola açılmak yerine sağa açıldı!.. Ay­ dınlarla devlet arasında çatışma başladı. Bu, tek partili rejim dönemindekinden daha da beter bir çatışmadır. Nâzım Hik- met’in adı ağıza alınamadı; Aziz Nesin, Rıfat İlgaz gibi yazarlarımız yazı yazacak dergi bulamadılar, kitaplarını yayımlaya- madılar. işte bu dönemde, tümüyle baskı altına alınmış olan fikir hayatı, 27 Mayıs devrimiyle birdenbire bir patlama yaptı. Ve toplum, dünyayı kavramaya başladı, sol yayınlar başladı, sol fikirler yaygınlaş­ tı, toplum düşünmeye başladı. Bunu “or­ tak düşünme” diye niteleyebiliriz. Kısaca­ sı, 27 Mayıs, Türkiye’nin fikir hayatına çok şey kazandırmıştır. Bu birdenbire açı­ lışla birlikte, bazı ilkelliklerin ve aşırılıkla­ rın da görülmesi doğaldır.

27 Mayıs, benim yaşamımda da bir dö­ nüm noktası oldu. 27 Mayıs’tan önce yazı yazıyordum, ama bunlar tek tüktü, çoğu da imzasızdı. 27 Mayıs’la birlikte köşe ya­ zarlığına başladım.

İşçi Partisi ve Yön Hareketi - 27 Mayıs'tan sonra örgütlenme de baş­

ladı. Türkiye işçi Partisi kuruldu. Siz bu parti içinde yer almadınız. TtP’in bu or­ tamda ne gibi bir işlevi oldu, sizin TlP’le ilişkiniz ne düzeydeydi:1

- TİP kurulduğu sırada ben Vatan gaze­ tesinde çalışıyordum. Sendikacılar geldi­ ler, “Biz bir siyasal parti kurmak istiyo­ ruz, bir sosyalist partinin kuruluş hazır­ lıkları içindeyiz," dediler. Kendilerine destek vereceğimizi söyledik. Zamanın görmüş geçirmiş sosyalistleriyle ilişkiye geçmeleri salık verildi. Sendikacılar. Meh­ met Ali Aybar, Behice Boran, Sadun Aren

f

ibi sosyalizme bağlanmış aydınlarla diş­ iye geçtiler, işçi Partisi böyle kuruldu. Ben o sırada Vatan â an C um huriyet't geçtim ve kendi köşemde bağımsız yazar olmak kişiliğimi sürdürmek istedim. Bir partiye girdiğimde bunun gerçekleşeme­ yeceğini görüyordum; çünkü parti disipli­ ni beni bağlayacaktı. Cumhuriyet gazete­ sinin yelpazesi de Kemalizmden

başlaya-llhan Selçuk, edebiyata çok yakın duran bir gazeteci-yazar. Bir edebiyat toplantısında Cevat Çapan, Onat Kutlar ve Haldun Taner'le edebiyatın sorunlarını tartışıyorlar.

(5)

14. İSTANBUL KİTAP FUARI

İlhan Selçuk toplum sal hareketlerin hep içinde ya da yakınında olmuş. Bir yürüşüste Çetin Aitan ve Öğrencilerle (üstte). Bir başka toplantıda ise artık Aramızda olmayan iki ünlü mizah yazarım ız Aziz Nesin ve Rıfat İlgaz'la. Konu yine Türkiye'nin soruman, (altta)

rak sola açılan bir yelpazeydi, 1965 se- | çimlerinde Mehmet Ali Aybar, Çetin Al- tan ’la beni çağırdı; “Bizim parti karar i verdi, sizi milletvekili adayı göstermek is­ tiyoruz, kabul eder misiniz?” dedi. Biz ] teşekkür ettik, böyle bir önerinin bize onur verdiğini söyledik ve düşünmek için * | zaman istedik. Çetin Aitan öneriyi be- ' nimsedi. Ben kabul etmedim; köşe yazarı bağımsız olmalıdrr. Bir partiye bağlan­ mak, onun kalemini şu ya da bu ölçüde sınırlayabilir, kuşkusu içindeydim.

İşçi Partisi ile ilişkilerimiz dostça oldu. Parti baskı altındaydı, tehdit ediliyorlar- i dı; gazetedeki köşemde her zaman savun- i dum. Dışında olmakla birlikte, işçi Parti- ■i si'ne her zaman destek verdiğimi sövleye- | biliyorum.

- İşlediğiniz konular yönünden de aynı­

lık vardı. Ekonomik sömürü, Amerikan

j emperyalizmi gibi konuları işliyordunuz.

Parti de en çok bit sorunlar üzerinde duru- \ yordu. Ama,küçük bir görüş ayrımı...

- Bağımsızlık, sosyalizm, demokrasi işçi Partisi nin sloganı Buydu. Bu, tabii, he­ deflerle birlikte olduğumuzu gösteriyor.

Yalnız, beni İşçi Partisine biraz mesa­ feli gösteren bir başka durum daha vardı: O sırada Yön dergisini kurmuştuk. Ce- ! mal Reşit Eyüboğlu’nun parasal desteğiy­ le, Doğan Avcıoğlu, Mümtaz Soysal, {İha I mi Soysal ve ben... işçi Partisi ile Yön

arasında bir görüş ayrımı olduğunu da söylemek gerekir. Yön, “Milli Demokra- j tik Devrim” tezini benimsiyordu; sivil-as- ker aydınların da katkısıyla geniş cepheli bir milli demokratik devrim aşamasından geçilerek sosyalizme ulaşılabileceğini sa­ vunuyordu. İşçi Partisi ise, emekçi sıntfı- j na dayanarak parlam entarizm yoluyla doğrudan sosyalizm kurulabileceğini, bu-

j nun için toplumun yeterince olgunlaştığı­ nı, o aşamaya gelindiğini savunuyordu.

Sorgulamalar, Savalar

- Bu ayrım var. Ayrıca, 12 Mart öncesin- j deki birtakım olaylardan dolayı da sizi

• cuntacılıkla suçladılar; 12 Mart'tan sonra

i Ziverbey Köşkü’nde işkence gördünüz... - Birkaç şeyden suçtandım. Önce hü- i kümete hakaret, başbakana hakaret, Ceza

Kanunu nun çeşitli maddelerini çiğne- t mekten tutuklandım, Tutukevindeyken, i bir de 146. maddeden tutuklandım, idam i talebiyle... Bütün bunlardan aklandım;

ama, o dönemi yaşamak gerekiyormuş. - Çeşitti dönemlerde sizin için birtakım i maddelerden davalar açıldı. En çok dava [ açılan dönem hangisi?

- 1%2’den !973’e kadar olan dönemde

sayısını unuttuğum sorgulamalara gittim, davalar açıldı. Ama bir tek mahkûmiye­ tim yok. H ayatım da ilk basın davası 1952’de açıldı, 1952’den 1980’lere kadar sürekli mahkemelere gidip geldim; tu ­ tuklanıp içerde yattım; bir de Ziverbey Köşkü’nden geçtim. Fakat sonuçta, top­ lam çizgisinin altına baktığınız zaman, sabıkam yoktur. Buna en çok bizim O k­ tay Akbal şaşar, çünkü o benden daha az kovuşturmaya uğradığı halde, üç aylık bir saBıkası vardır. Zaman zaman kendi­ siyle şakalaşırız; ben ona “sabıkalı” de­ rim, o da bana “sabıkasız” der.

- Sanırım daha çok 159. maddeden açı­

lıyordu. .

- 159. madde çok lastikli bir maddedir; Bakanlık emriyle, savcılar bu maddeden dolayı yazarlar hakkında davalar açmak zorunda kalırlar. Bu maddeden çok dava açıldı; “kom ünistlikken iki kez açıldı, birisi 1950’lerde, öteki 1960’larda; ikisin­ den de aklandım. Hangi maddelerden davalar açıldığını, şimdi anımsayabilecek durumda değilim. Bir gün bu dosyaları toplayarak geçmişteki davaların dökü­ münü yapan bir kitap yazmayı düşünü­

yorum. Tehlikeli maddelerle her zaman cebelleşerek yazı vazmak zorunda kaldık.

12 M art ve 12 Eylül

- 12 Mart’ın ardından, Ekim 1973 se­

çimleriyle yeni bir dönem açıldı ve bu dö­ nem 12 Eyliil 1980’e kadar sürdü. Bu yeni dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Türkiye, 12 Mart’la bir deney yaşadı.

Bu, ordudaki iki kanat arasında bir he­ saplaşma olarak ortaya çıktı. Bu iki ka­ nattan birine tutucu, ötekine devrimci kanat adı verebiliriz. Ordunun içinde ge­ nelkurmay başkanlığına kadar tırmanan hesaplaşma, 9 Mart’çılarla karşıtları ara­ sındaki çatışma, sivil desteklerini de içine alarak, 12 Mart’ta sonuçlandı. 9 Mart’çı- lar yenildiler. O zamandan deneyimden doğan bir sonuç çıktı. Denildi ki, “Bakın, devrim koşullan yoktur; ancak halkın iti­ ci gücüyle aşağıdan yukarıya doğru bir reform gerçekleşebilir. D em okrasiye uyan koşul da budur.” Böyle bir görüşle, bu kez C H P’nin ve Ecevit’in arkasında büyük bir birikim oluştu. 70’lerde sosyal- demokratiarın yükselişi 1980’e kadar sür­ dü. 1980’deB ir deneyim daha yaşadık ve gördük ki, ordunun sağ kanadıyla

işbirli-ilhan Selçuk sık katıldığı toplantılardan birinde.

ği yapan sermaye sınıfı, tepeden inme bir karşı-devrimle topluma el koyabilir ve tıpkı bir binayı ya da barajı yapar gibi, toplum mühendisliği yaparak, halkı şu ya da bu yöne sürükleyebilir. Yani, işçi sını­ fıyla ordunun sol kanadının 12 M art’ta yapamadığı ortaklığı, 1980’de sermaye sı­ nıfıyla ordunun sağ kanadı birleşerek ger­ çekleştirdiler. Tabii bunun acı sonuçları oldu. Bize düşen görev de, 12 Eylül faşiz­ miyle savaşımı sürdürmek biçiminde or­ taya çıktı. Cumhuriyet gazetesi, bu savaşı­ mın önde gelen organlarından biridir. O zaman çok güç bir dönemeçten seçtik.

- Gazete de birkaç kez kapatıldı...

- Bir kez benim yazımdan dolayı on

gün kapatıldı. Yazının başlığı da, “Ata­ türkçülük Muz mudur?” idi. 12 Eylül’de şu görüldü: Ordunun sağ kanadıyla ser­ maye sınıfının işbirliği, Amerika’ya daya­ narak, bir süre için bir topluma dikta yö­ netimi getirebilir. Ama bu uzun süremi­ yor. Halkın gücü daima bu tür komplola­ rı aşacak yeterli itici gücü kendi yapısında bulabiliyor.

İnsanın Derinliklerine Doğru... - 12 Eylül'den sonra yazılarınızda bir de­

ğişim oldu. Deneme tadında, deneme ha­ vasında yazılar yazdınız. Bu, koşulların zorlaması sonucu muydu, yoksa kendiniz mi o yöne çektiniz?

- İkisi de gerekçe sayılabilir. 12 Ey-

lül’den önce benim yazılarımda ve top­ lumda ağır basan, “Sistem, her şeyi çö­ zümler” yargısıydı. Yani sosyalist sistem gelirse, emekçi sınıfın itici gücü bir rejim­ de geçerli olabilirse, orada sanki sistem her türlü sorunu çözebilecekti. Alaad- din’in sihirli lambasındaki dev gibi, orta­ ya çıkıp her şeyin üstesinden gelebilecek­ ti. Bir toplumun gelişmişlik düzeyinin ge­ ride ya da ileride olması pek hesaba katıl­ mıyordu. Eski Afrika sömürgelerinde bile sosyalizmin geçerli olabileceğini, kapita­ list evreleri aşmadan sosyalizmin gerçek­ leşebileceğini savunan birçok yazar çıktı bütün dünyada. Almanya’da, Ingiltere’de, Fransa’da, her yanda... Bunların esin kay­ nağı da o zamanki Sovyetler Birliği’ydi. Sosyalist sistemde böyle bir şeyin yürüye­ bileceğini uman pek çok yazar vardı. An­ cak zaman içinde görüldü ki, bir toplu­ mun gelişmişlik düzeyi, sanayileşme evre­ lerindeki yeri, rejiminin düzeyini de belir­ liyor; bunu aşabilmek çok güç... Yani in­ san unsuru öne çıktı. Ben de bu konuya daha çok önem vermeye başladım. Yenil­ gilerin ve yıkıntıların insanları çok hırpa­ ladıkları b ir dönem i yaşıyorduk. 12 Mart’ın üstüne gelen 12 Eylül, kişileri çö­ kertmişti. O zaman, o insanlara seslenebi­ lecek, Bir umut vereBilecek dili konuş­ mak gerekiyordu. Bunun ötesinde Ben, yavaş yavaş yazarlığımı insanın derinlikle­ rine doğru yöneltmeye başladım, bunun da çok keyifli olduğunu gördüm. Yalnız siyaset, ekonomi, devrim, soyut fikir ölçü­ lerinde değil, insan sıcaklığında yazılar yazmanın yazarlığıma da katkısı olabilece­ ğini düşündüm. 12 Eylül’den sonraki ya­ zıların deneme türüne kaymasının nedeni

(6)

14. İSTANBUL KİTAP FUARI

\İÎM-bunlar.

Kültür Ortamı

- Biraz önce siyasal ortamımızı konuş­

tuk. Pek güç koşullardan geçiyoruz. Bunun kültürel ortamımıza yansıması nasıl olu­ yor?

- Türkiye, talihsiz bir konumda. 1928 Harf Devrimi'ne kadar basılan kitap sayı­ sı 25 bin. Koskoca bir ülkenin kitaplığın­ da 25 bin basılı kitap ne demek?

- 1729’dan 1928’e kadar...

- Gutenberg’den sonra, aşağı yukarı üç

yüzyıllık bir kayıp!.. M üteferrika’dan sonra da, iki yüzyılda 25 bin kitap basılı­ yor.. Cumhuriyet devrimi ilan edildiği za­ man Türkiye’de 12-13 miyon insan var, bunun yüzde 90’a yakını okuma yazma bilmiyor. Böyle olunca, yazılı kültürden uzak bir toplum var demektir. Bu toplum tam yazılı kültüre geçerken televizyon çı­ kıyor, yazılı kültürü atlayıp görsel kültüre doğru yöneliyor insanlar. Böyle olunca, yazarların işi zor... Matematik olarak çok güç olduğu görülüyor. İnsanlar bugünkü hayat şartlarında eve geliyorlar, yorulmuş bitmiş, televizyonun karşısına geçiyorlar. Televizyon kültürü de insanları yüzeysel­ leştiriyor. Okumanın derinliğini, televiz­ yon hiçbir zaman veremez. İnsan okur­ ken derinlemesine de düşünme olanakla-JŞUI rını elde eder. Ve ben, dana uzun sure ya­ zılı kültürün insanlığa egemen olacağı ka­ nısındayım. Görsel eğitim yöntemlerini küçümsüyor değilim, ama yazı henüz aşı­ lamadı. Önümüzdeki bilgisayar da sonuç­ ta yazılı bir araç...

- Bugün, “Kitap ölüyor" diyenler var...

- “Kitap ölüyor” demek, “yazı ölüyor”

demekle eşanlamlı gibi geliyor bana. - Bugün kitabı yaygınlaştırmak ve, kül­

türel ortamda açılım sağlamak için neler yapılabilir?

- Bir şeye dikkat ettim: kitap fuarların­

da bizim medya yok. Medyada yazı ya­ zanlar, çok satışlı ve promosyonlu gazete­ lerde köşe yazarı olanlar, kitap fuarların­ da görünmüyorlar. Bu ilginç. Çünkü Tür­ kiye’de geniş kitlelere çok satışlı gazeteler

yuı bir

ilhan Selçukun okurlarının yasını saptamak çok güç. Klasik deyimle yediden yetmişe demek daha doğru olur. Küçük okurlarından birine kitabını imzalıyor Ilhan Selçuk.

hitap ediyorlar, ama onların yazarları ki­ tap okurunun karşısına çıkamıyor. Bu iyi mi, kötü mü, diye düşünürsek, hem iyi, hem kötü... Bu, kitap okurunun seçimini gösteriyor, bir. Okur çok satışlı gazeteyi alsa bile, kitap deyince aklına öbür yazar geliyor, bir ayrım yapıyor. Kültürel geliş­ menin sadece bireylerle sağlanamayacağı açık. Örgütlenme önemli. Örgütlenme derken, yalnız özel örgütlenmelerden söz edilemez; yerel yönetimler, devlet örgüt­ leri ve kurumlan, bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kültüre destek verme­ liler. Yani bir kurumsallık oluşacak, o ku- rumsallığm içinde örgütlenme!.. Sanatın, edebiyatın, kültürün gelişmesi için etkin­ likler gösterilecek. Başka türlü bu işin içinden çıkmak olanaksız. Ancak son za­ manlarda, özel girişimlerin yararlı

sonuç-Kaç kez içeri girip çıktığını bile hatırlam ıyor Ilhan Selçuk. Yukardaki resim bu girip çıkmalardan birine ait. Herhalde kaçmasından korkuluyor olmalı ki oldukça kalabalık bir asker grubu tara­ fından sıkıyönetim mahkemesine götürülüyor.

lar sağladığını görüyoruz. Film şenlikleri, kiiltür-şanat festivalleri, kitap fuarları!.. Bunların hepsi özel girişimler. 1923 Ay­ dınlanma Devrimi’nin adım adım amacı­ na doğru y ü rü d ü ğ ü n ü ortaya koyan olumlu göstergeler var. Eskiden böyle şeyler yoktu.

Yazının Uç Boyutu

- Bu yıl TÜYAP Kitap Fuarının "Onur

Yazarı” seçilmeniz üzerine ne dersiniz? - Yazarlık serüvenimde kendimi tam

anlamıyla yazıya veremedim. Gerçi yazı hayatım oldu, hayatımı yazıyla kazandım. O ayrı bir olay, ama tümüyle insanın ken­ disini günün yirmi dört saatinde yazıya

vermesi apavrı bir olay. Ka­ famda ve çalışmalarımda ha­ zırladığım en az sekiz kitap ta­ sarım ı var. B unları henüz gerçekleştiremedim, önümüz­ deki birkaç yılda gerçekleştir­ meyi düşünüyorum. Bir de yıl­ lardan beri her gün en az bir, en çok üç dört yazı yazarak ya- | şıyorum. Bu yazılardan bile ye­

terli derlemeler yapılamadı. O kaynaktan da yararlanarak ki­ taplar hazırlanabilir. Kendimi amatör yazar olarak düşünü­ yorum ve bir öğrenci gibi du- um suyorum . H er gün yeni ir şey öğrenmenin heyecanını taşıyorum.

- Eskiler, “tanım”ı, “ta r if i ta­

nımlarken, “Efradım câmi, ağ­ yarını mâni yapmaktır” derler. Bunu köşe yazısına uygular­ sak... Bir köşe yazısı, hangi öğe­ leri kapsar?

- Bir yazının üç boyutu var­ dır. Bunun biri, zamandır. Bir yazı, eğer zaman (geçmiş ve gelecek) içinde düşünülemezse o yazının bir boyutu eksik kalır. Aynı zamanda, bir azının derinliği önemlidir; bu, yazdığınız ;onunun en uç noktasına kadar kavrana- bilmesidir. Bir yazının bir genişliği de var­ dır, yaşadığımız dünyanın, yaşadığımız mekânın ufuklarını iyi tanımamız gerekir. Bir köşe yazarı, yazdığı yazının güncel uf­ kunu Çin’den Amerika’ya kadar kavraya- mazsa, onun tarihsel boyutunu algılayabi­ lecek kadar kültür birikiminden yoksunsa ve bunu insani değerleri içinde derinleş­ tirebilecek kadar yeteneğe sahip değilse, o

c

yazı yüzeysel olur ve bir işe yaramaz. Böy­ le yazabile

- T‘

nıklı bir yazı üretebilir.ı

e yazabilen bir köşe yazarı da, güncel bir köşe yazısı değil, belki zamana daha

daya-HAYATA VE SİYASETE DAİR

m

imge

kitabevi

CAN DÜNDAR

280 sayfa 350.000 TL

Bebeğim, Bu ülke senin ülken... En bereketli güneşlerin en zalimce gölgelendiği bir hoyrat gökyüzünün

altında, bazen öldüresiye cömert, bazen öylesine kurak bir deli toprağa

doğdun sen... Bilmem ilerde bu topraklarda doğduğuna pişman olacak mısın?

Bazı pişmanlar gibi kaçacak ülke arayacak mısın?

Bu küçücük busedeki kadar masum kalacak mısın?

Özgür bir ülke uğruna yitik düşmüş kuşaklar faslında sıranı savacak

mısın?...

Can Dündar kitaplarım imzalıyor. TÜYAP 14. İstanbul Kitap Fuarı

imge Kitabevi Standı 4 Kasım 1995 Cumartesi

Saat 14:00-17:00

S A Y F A 7

C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 2 9 8

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Ta h a T o ro s Arşivi

___________ lililí

Referanslar

Benzer Belgeler

Ama bir kaç yaprak sonra "sahibi izz ü celal olan saâdetmend bu bendelerine buyurdu kim bu memduh-i enam ve Mahmud-i hâs ü âm olunan düstur-i kerimü'~-~an~n dokuzyüz

Hisarın igüney 'batısında ve bir küçük tepe üzerinde bulunan silindir şeklindeki büyük kule ise Zağanos Paşa taralından yaptırılmıştır.. Kapısının

İstanbul tarafında Süleymani- ye, Şehzade, Edirnekapıda Mihrü- mah Sultan, Aksarayda Haseki, Tahtakalede Rüstem Paşa, Topha­ nede Kılıç Ali Paşa, Cihangir,

(c) Göçmen olarak kabul edilen kişiler. 403 Sayılı TVK’da istisnai vatandaşlığa alınabilecekler arasında sayılan, “Türk vatandaşlığını herhangi bir

Fakat Büyük Millet Meclisinde Fuad Köprülü gibi susan yüzlerce meb’u- sumuz bulunuyordu ve Meclisin ona. hiç ihtiyacı

Rüyasında bu cami ikmal edi­ lirse onun da hayata göz yumacağı söylenmiş Paşa ertesi gü­ nü ne kadar usta ve amele varsa, hepsini savmış, yalnız

Bu çal›flmada “slime” oluflturan KNS’de artan dozlardaki NANaz ile muamele sonucu “slime” oluflumunun azalmas›, NANaz’›n bu aktivitesinin bir farmakolojik blokan›

Hastalara HIV/AIDS tan›s› konuldu¤u s›rada var olan klinik özellikleri, infeksiyonun bulaflma yollar›, risk faktörleri, tan›ya götüren nedenler ve laboratuvar