• Sonuç bulunamadı

Esbâb-ı Nüzûlde Teaddüd ve Mükerrer Nüzûl Meselesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Esbâb-ı Nüzûlde Teaddüd ve Mükerrer Nüzûl Meselesi"

Copied!
162
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

İSTANBUL 29 MAYIS ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI (TEFSİR)

ESBÂB-I NÜZÛLDE TEADDÜD

ve

MÜKERRER NÜZÛL MESELESİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Mustafa ARSLAN

(2)

T.C.

İSTANBUL 29 MAYIS ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI (TEFSİR)

ESBÂB-I NÜZÛLDE TEADDÜD

ve

MÜKERRER NÜZÛL MESELESİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Mustafa ARSLAN

Danışman:

Prof. Dr. Mustafa ALTUNDAĞ

(3)
(4)
(5)
(6)

v

ÖNSÖZ

Esbâb-ı nüzûl, Kur’ân’ı doğru anlayabilmek, nüzûl ortamını keşfedebilmek ve ahkâmın hikmet ve illetlerini tesbit edebilmek bakımından önemli bir bilgi kaynağıdır. Hatta ilk asırlarda, tefsir dendiğinde akla gelen ilk şey, esbâb-ı nüzuldür. Tefsir kaynaklarımızda bazı âyet ve sûreler hakkında birbirinden farklı birden fazla sebeb-i nüzûl rivayetinin bulunduğu da bilinen bir gerçektir. Müfessir ve usûlcüler bu sebepler arasından en doğrusunu tesbit edebilmek için bazı tercih easları geliştirmiş, bir tercih sebebinin olmadığı durumlarda ise o âyet veya sûrenin birden fazla kere nâzil olduğunu kabul etmişlerdir. Bazı âlimler ise nüzûlün tekrar ettiği görüşüne katılmamış ve ihtilaflı rivayetlerin arasını telif ederek bir tercih yoluna gitmiştir. Özellikle modern çalışmalarda ekseriyetle ikinci görüş savunulmaktadır.

Türkiye’de doğrudan veya dolaylı olarak mükerrer nüzûl konusunu ele alan birkaç makale yazılmış olmakla birlikte hazırlanmış müstakil bir tez bulunmamaktadır. Halbuki konuyla ilgili rivayetleri belli bir çerçevede değerlendirip, konunun vuzuha kavuşturulması oldukça önemlidir. Bu sebeple ve konunun özellikle esbâb-ı nüzûle yaklaşım bakımından çok önemli olduğunu düşündüğümüzden dolayı böyle bir çalışma yapmaya karar verildi.

Giriş bölümünde çalışmanın konusu, amacı, metodu ve kaynakları ile esbâb-ı nüzûlün önemi üzerinde duruldu.

Birinci bölümde; sebeb-i nüzûl rivayetlerinin karakteristik özellikleri, rivayet formlarındaki farklılıklar, kullanılan lafız kalıplarına göre rivayetlerin nasıl yorumlanması gerektiği gibi konular ele alındı. Yine bu bölümde teaddüd-i esbâb hâlinde, asıl sebeb-i nüzûlü tesbit ve tercih esasları açıklandı. Bölümün sonunda ise tesbit edilmiş olan tercih esaslarıyla ilgili olarak uygulamada karşılaşılan çelişki ve problemlerle sebeb-i nüzûlü tesbitte karşılaşılan zorlukların sebepleri üzerinde duruldu.

Çalışmanın esasını teşkil eden ikinci bölümde ise mükerrer nüzûl konusuna yaklaşımlar üzerinde durularak konuyla ilgili farklı yaklaşımlar delilleriyle birlikte

(7)

vi

serdedildi. Ayrıca mükerrer nâzil olduğu öne sürülen âyet ve sûrelerle ilgili rivayet ve görüşler incelenerek rivayetlerdeki ihtilaflar izah edilmeye çalışıldı. İncelenen her bir âyet ve sûrenin sonunda bir değerlendirme yapılarak nihaî görüş ortaya konuldu.

Sonuç bölümünde ise genel bir değerlendirme yapılarak araştırma neticesinde ulaşılan tesbitlere yer verildi.

Bu çalışmanın her safhasında kıymetli tavsiye ve yönlendirmeleriyle beni destekleyen, kaynak konusunda yardımlarını esirgemeyen başta danışman hocam Prof. Dr. Mustafa Altundağ’a olmak üzere, bu konuyu seçmeme vesile olan ve sonraki süreçte tavsiyeleriyle yol gösteren Prof. Dr. Muhsin Demirci hocama, tezimi inceleyerek değerlendirmeleriyle katkı sağlayan Yrd. Doç. Dr. Taha Boyalık Bey’e, değerli fikir ve tavsiyeleriyle bana her zaman destek olan kıymetli dostlarıma ve dualarını her zaman arkamda hissettiğim ailem ve büyüklerime şükranlarımı sunarım.

MUSTAFA ARSLAN İSTANBUL, 2015

(8)

i

İÇİNDEKİLER

KISALTMALAR

... İV

ÖNSÖZ

... V

GİRİŞ

I.ÇALIŞMANINKONUSU,AMACI,METODUVEKAYNAKLARI ... 1

A. Çalışmanın Konusu ve Amacı ... 1

B. Çalışmanın Metodu ... 2

C. Çalışmanın Kaynakları ... 3

II.ESBÂB-INÜZÛLEGENELBİRBAKIŞ ... 8

III.ESBÂB-INÜZÛLÜBİLMENİNÖNEMİ ... 11

BİRİNCİ BÖLÜM

ESBÂB-I NÜZÛLDE TEADDÜD PROBLEMİ

I.SEBEB-İNÜZÛLRİVAYETFORMLARI ... 17

A. Sarih Lafız İhtiva Eden Rivayetler: ... 17

B. İhtimal Bildiren Lafız İhtiva Eden Rivayetler ... 19

1. “Bu Âyet Şu Konuda Nazil Oldu” Kalıbındaki Rivayetler ... 20

2. “Bu Âyetin Şu Konuda Nazil Olduğunu Zannediyorum” ... 24

Kalıbındaki Rivayetler ... 24

C. Sarih Olan ve Olmayan Rivayetlerin Ayrıştırılması ... 25

II.SEBEB-İNÜZÛLÜNTEADDÜDÜHÂLİNDEİZLENECEKYOLLAR ... 27

A. Kabul-Red Yöntemi ... 27

B. Tercih Yöntemi ... 28

C. Cem Yöntemi ... 30

D. Mükerrer Nüzûle Hamletme ... 31

III.ESBÂB-INÜZÛLÜBELİRLEMEYÖNTEMLERİNİNDEĞERLENDİRİLMESİ . 32

İKİNCİ BÖLÜM

MÜKERRER NÜZÛL MESELESİ

I.MÜKERRERNÜZÛLÜNTANIMI ... 44

II.MÜKERRERNÜZÛLKONUSUNAYAKLAŞIMLAR ... 44

A. Mükerrer Nüzûlü Kabul Edenler ve Görüşleri ... 44

B. Mükerrer Nüzûlü Kabul Etmeyenler ve Görüşleri... 49

(9)

ii

A. Mükerrer Nâzil Olduğu İddia Edilen Âyetler ve Çelişkili Nüzûl Sebeplerinin

Değerlendirilmesi ... 56

1. Tevbe 9/113 ... 56

a. Âyetle İlgili Sebeb-i Nüzûl Rivayetleri ... 57

b. Değerlendirme ... 64

2. Hûd 11/114 ... 66

a. Âyetle İlgili Sebeb-i Nüzûl Rivayetleri ... 66

b. Âyetin Mekkî-Medenî Oluşuna Dair Müfessirlerin Görüşleri ... 68

c. Değerlendirme ... 69

3. Nahl 16/126-128 ... 70

a. Âyetlerin Sebeb-i Nüzûlüne Dair Rivayetler ... 71

b. Müfessirlerin Değerlendirmeleri ... 72

c. Değerlendirme ... 78

4. İsrâ 17/85 ... 78

a. Âyetle İlgili Sebeb-i Nüzûl Rivayetleri ... 80

b. Müfessirlerin Âyetle ilgili Yorumları ... 81

c. Âyetle İlgili Rivayetlerde Öne Çıkan Bazı Hususlar ... 86

d. Değerlendirme ... 97

5. Rûm 30/1-7 ... 101

a. Âyetle İlgili Sebeb-i Nüzûl Rivayetleri ... 101

b. Âyetlerin Nâzil Olduğu Dönem ... 106

c. Rûmların Fârisîlere Galip Geldiği Zaman ... 108

d. Rûm Sûresi 2. ve 3. Âyetlerdeki Kıraat Farklılıkları ... 109

e. Değerlendirme ... 111

B. Mükerrer Nâzil Olduğu İddia Edilen Sûreler ve Çelişkili Nüzûl Sebeplerinin Değerlendirilmesi ... 113

1. Fatiha Sûresi ... 113

a. Mekkî-Medenî Oluşuyla İlgili Görüşler ... 113

b. Mükerrer Nüzûle Kail Olanların Delilleri ... 117

c. Değerlendirme ... 119

2. İhlas Sûresi ... 121

a. Sûre ile İlgili Sebeb-i Nüzûl Rivayetleri ... 121

b. Değerlendirme ... 124

3. Kevser Sûresi ... 126

a. Sûrenin Mekkî Olduğuna Dair Rivayet ve Görüşler ... 127

b. Sûrenin Medenî Olduğuna Dair Rivayet ve Görüşler ... 129

(10)

iii

SONUÇ ...

139

KAYNAKÇA ...

145

(11)

iv

KISALTMALAR a.g.e Adı geçen eser

a.g.m Adı geçen makale a.g.md. Adı geçen madde a. mlf. Aynı müellif

a.y. Aynı yer

bk. Bakınız

bsk. Baskı

c. Cilt

çev. Çeviren

DİA Diyanet İslam Ansiklopedisi

ed. Editör

h. Hicri

m. Miladî

MÜİF Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Nr. Numara

s. Sayfa

TDV Türkiye Diyanet Vakfı nşr. Neşreden

trc. Tercüme eden

ts. Tarihsiz

ve öte. ve ötekiler

(12)

GİRİŞ

I. ÇALIŞMANIN KONUSU, AMACI, METODU VE KAYNAKLARI

A. Çalışmanın Konusu ve Amacı

Kur’ân-ı Kerim’deki âyetler ya muayyen bir sebep olmaksızın (ibtidâen) ya da bir soru veya olay üzerine nâzil omuştur. Bazı âyet veya sûrelerin nüzûlüne iktiran eden bu soru ve olaylara sebeb-i nüzûl denilmiştir. Kaynaklarımızda sebeb-i nüzûl ifade eden ancak lafız ve mana yönüyle farklılıklar arzeden pek çok rivayet bulunmaktadır. Biz bu çalışmamızda öncelikle söz konusu rivayetlerin çeşitleri, rivayetlerde kullanılan lafız farklılıkları ve delalet ettikleri manalar üzerinde durmaya çalıştık.

Bir âyet veya sûrenin sebeb-i nüzûlü olarak birden fazla rivayetin bulunduğu durumlar da vardır. Bu rivayetlerin bazen şahıs, zaman ve mekan bakımından birbirine muarız olduğu görülmektedir. Söz konusu tearuzları giderme ve asıl sebeb-i nüzûlü tesbit etme adına kabul-red, tercih ve cem gibi yollar geliştirilmiştir. Rivayetleri hiçbir şekilde uzlaştıramayan bazı âlimler ise bir çıkış yolu olarak âynı âyet veya sûrenin birden fazla kere nâzil olduğunu (mükerrer nüzûl) ileri sürmüştür. Bununla beraber mükerrer nüzûl fikrini kabul etmeyen ve birbiriyle çelişkili gibi görünen rivayetleri izah ve telif yoluna giden âlimler de vardır. Bu çalışmanın ana konusunu mükerrer nüzûl konusuna lehte ve aleyhte yaklaşımlar, tarafların öne sürdüğü deliller ve mükerrer nâzil olduğu ifade edilen âyet ve sûreler oluşturmaktadır.

Çalışmanın en önemli ve orijinal tarafı ise mükerrer nüzûl düşüncesine yaklaşımların bir kritiğe tabi tutulup değerlendirmeler yapılmasıdır. Aynı şekilde mükerrer

(13)

2

nâzil olduğu ifade edilen her bir sûre ve âyetle ilgili tüm rivayet ve görüşler detaylıca incelenmiş, çelişkili gibi görünen kısımlar izah edilerek nihaî bir neticeye varılmıştır.

Yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız üzere kaynaklarımızda sebeb-i nüzûl olarak nakledilen pek çok rivayet bulunmaktadır. Ancak içerisinde nüzûl bildiren lafızlar kullanılmış olsa bile bu rivayetlerin hepsinin gerçekte bir sebeb-i nüzûl olmadığı; bunlardan bazılarının tefsir, istidlal, âyetle olay arasında irtibat kurma ya da âyetin ihtiva ettiği hükmün söz konusu olaya da şamil olduğunu ifade etme kabilinden olduğu anlaşılmaktadır. İşte çalışmanın öncelikli amaçlarından biri rivayetler arasındaki bu ayrıma dikkatleri çekerek aralarındaki farkları ortaya koymak ve belli ölçüde tasnife tabi tutmaktır.

Çalışmanın ikinci amacı birbiriyle tearuz halindeki rivayetleri uzlaştırmak gayesiyle geliştirilen yöntemleri uygulamada karşılaşılan problem ve çelişkilere dikkat çekmektir. Çalışmanın en önemli amacı ise birden fazla kere nâzil olduğu ifade edilen âyet ve sûrelerle ilgili elden geldiğince tüm rivayet ve yorumlara ulaşıp onları lafız yönüyle ve tarihî bilgilere uygunluk bakımından inceleyerek meselenin aslını ortaya koymaya çalışmaktır.

B. Çalışmanın Metodu

Çalışmamızda dökümantasyon, sınıflandırma, metin tahlili, açıklama ve yorumlama gibi sosyal bilimlerin temel araştırma tekniklerine ilave olarak “kronolojik konu ve kavram takibi” ve “mukayese” metotları kullanılmıştır. Sebeb-i nüzûl rivayet formları, farkları, delalet ettikleri manalar, sarih olan ve olmayan lafızların birbirinden ayrılması ve teaddüd-ü esbâb durumunda takip edilmesi gereken yollar gibi konuları ele aldığımız birinci bölümde klasik ve muasır eserleri inceleyip oralarda geçen bilgileri sentezleyerek sistematik bir şekilde sunmaya çalıştık.

Özellikle Zerkeşî (ö. 794/1392), Süyûtî (ö. 911/1505) ve İbn Akîle (ö. 1150/1737) gibi önde gelen ulûmü’l-Kur’ân müelliflerinin, aynı âyet veya sûre ile ilgili olarak nakledilen birden fazla rivayeti uzlaştırma adına geliştirdikleri yöntemler ve yaptıkları tercihler arasındaki farkları tesbit etmeye çalıştık. Ayrıca klasik kaynaklarımızda zikredilen bu yöntemleri tahlil eden ve bazı yönleriyle kritiğe tabi tutan modern çalışmaların tesbitlerini arz etmeye gayret ettik.

(14)

3

Mükerrer nâzil olduğu öne sürülen âyet ve sûreleri incelerken öncelikle âlimleri, söz konusu âyet ya da sûrenin mükerrer nâzil olduğu fikrine sevkeden sebep ve rivayetleri tesbit ettik. Ardından hadis, tefsir ve esbâb-ı nüzûl kitaplarında zikredilen aynı konudaki tüm rivayetlere ve tefsirlerde yapılmış yorumlara yer verdik. Daha sonra Fethu’l Bârî ve

Şerhu müşkili’l-âsâr gibi şerh kitaplarında konuyla ilgili yapılmış olan yorum ve izahlara

yer verdik. Gerekli durumlarda sebeb-i nüzûl rivayetlerinde zikredilen olayların zamanını ve yerini doğru tesbit edebilmek maksadıyla siyer kitaplarına müracaat ettik. En son olarak da sonuç ve değerlendirme başlığı altında görüşlerin bir değerlendirmesini yaparak kendi tercihimizi ortaya koyduk.

C. Çalışmanın Kaynakları

1. Ulûmu’l-Kur’ân ve Tefsir Usûlü Kitapları

Tezimizin konusu Tefsir usûlüne dair bir konu olunca en önemli kaynaklarımız tabii olarak ulûmü’l-Kur’ân ve Tefsir usûlü kaynakları olmuştur. Bu kaynakların en çok ‘esbâb-ı nüzûl’, ‘tekrâru’n-nüzûl’ ve ‘Mekkî-Medenî’ bölümlerinden istifade ettik. Söz konusu kaynakların başında tekrâru’n-nüzûl, tekerrürü’n-nüzûl ya da mâ tekerrara nüzûlühü başlıkları altında mükerrer nüzûl konusunun müstakil olarak ele alındığı Zerkeşî’nin

el-Burhân fî ulûmi’l-Kur’ân’ı, Süyûtî’nin el-İtkân fî ulûmi’l-Kur’ân’ı ve İbn Akîle’nin ez-Ziyâde ve’l-ihsân fî ulûmi’l-Kur’ân’ı gelmektedir. Müstakil başlık altında ele alınmamış

olsa da konumuzla ilgili çok önemli bilgiler ihtiva eden İbn Teymiye’nin Mukaddime fî

usûli’t-tefsîr’ini de burada zikretmek gerekir.

İstifade edilen günümüz ulûmu’l-Kur’ân eserlerinin başında ise Zürkânî’nin

Menahilü’l irfân’ı, Subhi es-Sâlih’in el-Mebâhis fî ulûmi’l-Kur’ân’ı, Mennâ’ Halil

Kattan’ın el-Mebâhis fî ulûmü’l-Kur’ân’ı ve Fadl Hasan Abbas’ın İtkânu’l-burhân fî

ulûmü’l-Kur’ân’ı gelmektedir. Bu eserler arasında özellikle İtkânu’l-burhân konunun ele

alınışı ve ilgili âyet ve sûreler hakkındaki rivayetlerin tahkik edilip bir tercihte bulunulması bakımından önemli bir kaynaktır. Eserde diğer kaynaklardan farklı olarak Kevser sûresi de bu kapsamda ele alınmıştır.

(15)

4

Ulumu’l-Kur’ân eserlerinden sonra en çok müracaat edilen eserler şüphesiz esbâb-ı nüzûle dair telif edilmiş müstakil kitaplar olmuştur. Mükerrer nâzil olduğu ifade edilen âyet ve sûrelerle ilgili rivayetler için en çok istifade edilen esbâb-ı nüzûl kitapları Vahidî’nin

Esbâbu’n-nüzûl’ü ile Süyûtî’nin Lübâbun-nukûl’üdür.

Esbâb-ı nüzûl konusunda yapılmış olup içerisinde mükerrer nüzûl konusuna da değinilmiş olan modern çalışmalardan istifade ettiğimiz bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

Halid b. Süleyman el-Müzeynî, el-Muharrer fi esbâbi nüzûli'l-Kur’ân (min

hilali'l-kütübi't-tis'a): dirâsetü'l-esbâb rivayeten ve dirayeten, Riyad: Dâru İbni’l-Cevzi, 1427. Bu

çalışma bir doktora tezidir. Kütüb-i tis’a’daki rivayetleri incelemesi bakımından önemlidir. İki ciltlik çalışmada esbâb-ı nüzûl konusu ulûmu’l-Kur’ân eserlerine benzer şekilde detaylıca ele alınmış rivayetler arası tercih esaslarına yer verilmiştir. İçerisinde Tekerrürü’n-nüzûl isimli bir başlık bulunan çalışmada müellif, rivayetleri verdikten sonra kendi tercihini de belirtmiştir. Kevser sûresi hariç mükerrer nüzûle konu olan âyet ve sûreleri incelemiştir. Çalışma özellikle esbâb-ı nüzûl konusundaki orijinal tesbitleri bakımından önemlidir.

Asım b. Abdulmuhsin el-Humeydan, Esbâbu’n-nüzûl ve eseruha fi’t-tefsîr. Müellif bu eserinde yeri geldikçe ihtilaflı esbâb-ı nüzûl rivayetlerini tahkik etmekte ve incelediği sûre veya âyetlerin sebeb-i nüzûlü veya Mekki-Medenî oluşu hakkında tercihlerde bulunmaktadır.

Muhammed eş-Şâyi’, Nüzûlü’l-Kur’âni’l-Kerîm, Riyad: Mektebetü Melik Fahd, 1418. Kur’ân-ı Kerîm ve diğer semavi kitapların nüzûl özelliklerini ele alan kitapta tekrâru’n-nüzûl konusu için de bir bölüm ayrılmış, dört âyet (Nahl, 16/126-128; Tevbe, 9/113; Hûd; 11/114; İsrâ, 17/85) ve iki sûre (Fatiha ve İhlâs) hakkında görüşlere yer verilmiştir.

Ahmet Nedim Serinsu, Kur’ân ve Bağlam, İstanbul: Şule Yayınları, 2012. Bu eserde müellifin aynı konu etrafında kaleme aldığı üç kitap (Kur’ân’ın Anlaşılmasında

Esbâb-ı Nüzûl’ün Rolü, Sa’lebe Kıssası-Esbâb-ı Nüzûle Yeni Bir Yaklaşım ve Tarihsellik ve Esbâb-ı Nüzûl) bir araya getirilmiştir. Esbâb-ı nüzûlün nasıl algılanması ve

(16)

5

değerlendirilmesi gerektiği hususunda son derece önemli bilgiler ihtiva eden bu eserde öncelikli olarak esbâb-ı nüzûl rivayetlerinden istifade edebilmenin ilkeleri üzerinde durulmaktadır. Ardından esbâb-ı nüzûl rivayetleri arasındaki ihtilaflardan kaynaklanan problemlere değinilmektedir. Esbâb-ı nüzûl rivayetlerinin sebep ya da tefsir oluşu yönüyle mutlaka tasnife tabi tutulması ve sened-metin bütünlüğü içinde muhaddisler tarafından tahkik edilmesinin elzem olduğu vurgulanmaktadır.

Tekrarun’n-nüzûl konusuna teaddüd-ü esbaptan kaynaklanan problemlerden biri olarak değinen Serinsu, tekrâru’n-nüzûlü kabul eden ve etmeyen bazı kimselerin görüşlerini aktardıktan sonra klasik kaynaklarda nakledildiği şekliyle mükerrer nâzil olduğu ifade edilen bazı âyet ve sûreleri zikretmiştir. Esbâb-ı nüzûl ve tekrâru’n-nüzûl meselesine dair benzer sonuçlara ulaşmış olmakla beraber bizim çalışmamızın bu eserden ayrılan en önemli özelliği mükerrer nâzil olduğu ifade edilen tüm âyet ve sûrelerin tek tek ele alınıp bazı âlimleri bu sûre ve âyetlerin mükerrer nâzil olduğu fikrine sevkeden sebeplerin tesbit edilmesi, ihtilafa sebep olan rivayetlerin tahkik edilmesi ve neticede işin aslının ortaya konulmasıdır.

2. Tefsir Kitapları

Mükerrer nâzil olduğu ifade edilen âyet veya sûreler hakkındaki rivayet, tefsir ve yorumlar için Mukatil b. Süleyman’dan başlayarak Elmalılı ve Tâhir b. Âşûr’a kadar yirmiden fazla klasik ve muasır tefsir kitabı incelendi. Bu eserleri çalışmanın içerisinde ve bibliyografyada görmek mümkündür.

İlgili eserlerde rivayet ve tefsirin yanısıra nüzûlün tekrarı meselesine değinen veya tercih ve değerlendirmelerde bulunanlar arasında İbn Kesîr’in Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm’i, Süyûtî’nin ed-Dürrü’l-Mensûr’u, Âlûsî’nin Rûhu’l-Meânî’si, İbn Âşûr’un et-Tahrîr

ve’t-tenvîr’i, Şevkânî’nin Fethu’l-Kadir’i ve Muhammed İzzet Derveze’nin et-Tefsîru’l-hadîs’i

(17)

6 3. Siyer Kitapları

Aynı âyet veya sûre ile ilgili birden fazla sebeb-i nüzûl rivayeti arasından asıl sebeb-i nüzûlü tesbit edebilmede rivayetlerde bahsi geçen olayların yerini ve zamanını tesbit önemli bir rol oynamaktadır. Bu bakımdan incelenmesi gereken kaynaklardan biri de hiç şüphesiz siyer kitaplarıdır. Biz de bu konuda ihtiyaç duydukça Sîretü İbn İshak’a ve İbn Hişam’ın es-Siretü’n-nebeviyye’sine ve müraccat ettik.

4. Hadis Kitapları ve Şerhleri

Esbâb-ı nüzûl rivayetleri için öncelikli olarak kütüb-i tis’a tarandı. Bu kaynaklarda bulunamayan rivayetler için diğer hadis külliyatında arama yapıldı. Her zaman için kaynakların en muteber olanları referans gösterilmeye çalışıldı.

Esbâb-ı nüzûl rivayetlerinin sıhhat dereceleri hakkında bilgi veren, ihtilaflı rivayetlerin incelemeye tabi tutulduğu, tercih ve değerlendirmelerin yapıldığı hadis şerhleri çalışmamızda bize çok faydalı olmuştur. Bunların başında İbn Hacer’in Fethu’l-bârî’si ve Tahâvî’nin Şerhu müşkili’l-âsâr’ı gelmektedir. Özellikle İbn Hacer, kıymetli değerlendirmeleriyle pek çok meselede hakem rolünü üstlenmiştir.

5. Dijital Kaynaklar

İhtiyaç duyduğumuz eserlere her an ulaşabilme ve arama-tarama kolaylığı bakımından el-Mektebetü’ş-şâmile, el-Câmiu’l-Kebîr ve el-Câmiu’t-târihî gibi dijital kütüphanelerden sıklıkla istifade ettik.

6. Mükerrer Nüzûl Konusunda Daha Önce Yapılmış Çalışmalar

a. Abdurrezzak Hüseyin Ahmed, Mes’eletü tekerrüri’n-nüzûl fi’l-Kur’ân beyne’l-isbâti ve’n-nefy. İlk olarak h. 1429’da makale olarak hakemli dergi Mecelletü câmiati’l-imam Muhammed b. Suûdi’l-İslâmiyye’de yayımlanmış olan bu çalışma daha sonra 2012’de

Kuveyt Vakıflar Bakanlığı tarafından yayımlanan el-Va’yu’l-İslâmî dergisinin özel bir sayısı olarak kitap halinde basılmıştır. Konuyu müstakil olarak incelemesi bakımından önemli bir kaynak olmakla beraber yeterli sayıda farklı rivayet ve görüşe yer verilmemiştir. Ayrıca sebeb-i nüzûl rivayet çeşitlerine, lafızlara göre aralarındaki nüanslara ve ihtilaflı

(18)

7

rivayetleri uzlaştırmada kullanılan yollara değinilmemiştir. Kevser sûresi hariç mükerrer nüzûle konu olan âyet ve sûreleri incelemiştir.

b. Muhsin Demirci, “Nass-Olgu İlişkisi Açısından Mükerrer Nüzûl”, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2001, sayı: 20, s. 5-21. Müstakil olarak mükerrer

nüzûl konusunda yazılmış tek Türkçe makaledir. Makalede sebeb-i nüzûl rivayetleri arasındaki tercih esasları ve mükerrer nüzûle yaklaşımlar ifade edilerek bu fikre yol açan zaman ve mekân faktörleri üzerinde durulmuştur. Çalışmada örnek olarak bir sûre (Fatiha sûresi) ve dört âyet (Tevbe 9/113, Hûd 11/114, Nahl 16/126-128 ve Ruh 17/85) incelenmiştir.

c. Halil Aldemir, “Esbâb-ı Nüzûl Rivayetleri Arasında Görülen Çelişkiler ve

Geliştirilen Çözüm Yollarının Tahlili”, EKEV Akademi Dergisi, yıl:15, sayı: 48 (Yaz 2011). Makalede esbâb-ı nüzûl rivayetleri arasında görülen çelişkilerin sebepleri ve geliştirilen çözüm yollarının kritiği yapılmaktadır.

d. Ali Rıza Gül, “Kur’ân Âyetlerini Tarihlendirmede Nüzûl Sebeplerinin Rolü”, Dinî Araştırmalar, 2004, cilt: VII, sayı: 19, s. 191-220. Bu makalede klasik sebeb-i nüzûl

kuramı; nüzûl dönemi, öncesi ve sonrasına ait rivayetler; rivayetlerde karşılaşılan anlatım kalıplarına veya rivayet senetlerine dayalı problemler ve tekrâru’n-nüzûl gibi konular ele alınmaktadır.

e. Abdurrahman Ensâri, “Sebeb-i Nüzûlün Tesbit ve Tercih Kuralları”, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2014/1, cilt: V, sayı: 9, s. 69-91. Ensârî,

makalesinde sebeb-i nüzûlü ifade etmede kullanılan lafızlar, teaadüd-ü esbâb ve sebeb-i nüzûlü tercih kuralları üzerinde durmuştur. Tekraru’n-nüzûl konusuna da değinen Ensârî bu konudaki görüşleri herhangi bir kritiğe tabi tutmadan olduğu gibi kabul etmekte, tekrâru’n-nüzûl fikrini kabul etmeyenleri eleştirmektedir.

Bu eserlerde tekrâru’n-nüzul konusuna ve bu konudaki görüşlere dar bir çerçevede yer verilmektedir. Ayrıca mükerrer nâzil olduğu ifade edilen âyet ve sûrelerden yalnızca birkaçı örnek olarak incelenmiştir. Tezimizi diğer çalışmalardan farklı kılan en önemli özellik mükerrer nâzil olduğu ifade edilen tüm âyet ve sûrelerin birarada ve detaylıca

(19)

8

incelenerek bir neticeye varılmasıdır. Ayrıca tekraru’n-nüzulün fikrî temellerine inilerek âlimleri bu düşünceye sevkeden sebepler ortaya konulmuştur. Bunun yanı sıra esbâb-ı nüzul rivayet formlarına dair yapılan klasik tasnifler ve sebeb-i nüzul tercih kriterleri kritiğe tabi tutularak uygulamada karşılaşılan problemler ve yapılan bazı hatalar ortaya konulmuştur.

II. ESBÂB-I NÜZÛLE GENEL BİR BAKIŞ

Kur’ân-ı Kerîm’deki bâzı sûre ve âyetlerin nüzûlü, hemen öncesinde cereyan eden bazı olay veya sorulara iktiran etmiştir. Bu soru veya olaylar ‘sebeb-i nüzûl’ terimi ile ifade edilegelmiştir. Ancak bu terimde yer alan “sebep” kelimesi sebep-sonuç bağlamında değildir. Zira o takdirde söz konusu sebep olmasaydı ilgili âyet nâzil olmazdı gibi bir yanılgıya düşülebilir.1

Anlam karışıklığını gidermek için âyetin nüzûlüne ‘sebep olan’ yerine ‘iktiran eden’ demek daha uygundur. Çünkü Allah (c.c.), Kur’ân’daki bütün âyetleri bir sebeple alâkalı olsun olmasın zaten ezelî hikmetiyle inzâl edecekti. Buna karşılık O (c.c.), bazı âyetleri belli bir hikmete mebnî olarak, bir hâdise veya soru ile irtibatlandırarak inzâl buyurmuştur. Meseleye bu şekilde yaklaşmak Allah’ın ilminin ezelî ve ebedî olup herşeyi kuşattığı, Kur’ân’ın kelâm-ı nefsî olarak kadîm olduğu ve Muhît’in muhât olana bağlı kalamayacağı gibi hakikatlere daha muvafık düşmektedir.

Kur’ân, ilmi ezelî ve ebedî olan âlemlerin Rabbi Allah’ın kelâmıdır. Mâzi, hâl ve istikbal O’nun katında birdir. Bundan dolayı Kur’ân’ın içerisinde nüzûl öncesi, nüzûl dönemi veya nüzûl sonrası ile ilgili âyetlerin varlığı gayet tabiîdir. Yine bundan dolayı nüzûl sebeplerini âyetlerin nüzûlünün şartı olarak görmek ve mesela “Tarihte Fil Vak’ası gibi bir olay yaşanmamış olsaydı Fil sûresi nâzil olmazdı” iddiasında bulunmak hatalı bir yaklaşımdır.

Bu konu kader meselesine benzemektedir. Allah, ezelî ilmiyle bir insanın hayatı boyunca başından geçecek olayları o insanın kaderi olarak tayin etmiştir. Söz gelimi

1 Nitekim bazı kimseler âyetin nüzûl sebebi olmasaydı âyet nâzil olmazdı iddiasındadırlar. Söz gelimi Tebbet

(20)

9

memleketine giderken trafik kazasında hayatını kaybeden bir adamın kaderinde bu olay yazılıdır. Çünkü bu olayın olacağını ezelî ilmiyle Allah önceden bilmektedir ve o şekilde yazılmıştır. Bundan dolayı “Memleketine gitmeseydi kaza geçirip ölmezdi.” demek kader inancına aykırıdır. Çünkü bu olay mutlak yaşanacak olduğu için kaderde yazılıdır. Gitmeyecek olsaydı zaten kaderde yazılı olmazdı. Aynı şekilde varlığın başlangıcından ebediyete kadar meydana gelecek bütün olaylar Allah’ın ezelî ilminde mevcut olduğundan O’nun kelâmında mâzi, hâl veya istikballe ilişkili âyetlerin olması gayet tabiîdir. “Fil vakası yaşanmasaydı Fil sûresi nâzil olmazdı” demek Allah’ın geleceği bilmediğini ve karşılaşılan olaylara göre vahyi düzenlediğini iddia etmek demektir. Başka bir ifadeyle bu anlayış bir kısım oryantalistlerin iddia ettiği gibi Kur’ân’ın ezelde mevcut bir kelam olmayıp zaman ve hâdiselerin etkisiyle oluşmuş bir kitap olduğunu iddia etmek anlamına gelir.

Kur’ân’da yer alan âyetlerin büyük çoğunluğu herhangi bir olay veya soruya iktiran etmeksizin (ibtidâen) nâzil olmuştur. Vahidî’nin Esbâbu’n-nüzûl adlı eserinde yaklaşık 858, Süyûtî’nin Lübâbu’n-nükûl’ünde ise 954 civarında âyet hakkında rivayet bulunmaktadır. Bu sayılara ihtimal bildiren rivayetler de dahildir. Söz konusu rivayetler içerisinde rivayet veya dirayet bakımından sahih olmayanlar da bulunmaktadır.2

Bu durumda hakkında sahih sebeb-i nüzûl rivayeti bulunan âyet sayısının Vahidî’nin naklettiği rivayet sayısından daha az olduğu anlaşılmaktadır. Muhsin Demirci âlimler tarafından nüzûl sebebi tesbit edilen âyet sayısının 500 kadar olduğunu ifade etmektedir.3

Kur’ân âyetlerinin büyük çoğunluğu hakkında sebeb-i nüzûl rivayeti olmaması elbetteki söz konusu âyetlerin sebepsiz yere nâzil olduğu anlamına gelmemektedir.4

Cenab-ı Hakk’ın tebliğde bulunmak üzere bir peygamber göndermiş olduğu; tevhid ve hak dinden uzaklaşmış insanların var olduğu; tevhid, adalet, haşir, nübüvvet, ahlak ve ibadet gibi hakikatlerin toplumda yeniden vaz edilmesinin gerektiği bir ortam, âyetlerin nüzûlü için başlıbaşına yeterli bir sebeptir. Ne var ki Hakîm ve Rahîm olan Allah, hükümlerinin

2 Fadl Hasan Abbas, İtkânü’l-bürhân fî ulûmi’l-Kur’ân, Amman: Dâru’l-furkân, 1997, 252-253

3 Demirci, Muhsin Tefsir usûlü ve tarihi, İstanbul, M.Ü.İ.F. Vakfı Yayınları, 2001, s. 147; “Esbâb-ı Nüzûl”,

DİA, XI, 360.

4

(21)

10

insanlar tarafından daha iyi anlaşılıp tabiatlarına mal olabilmesi için bazı âyetlerin nüzûlünü hayatın içinden olaylara iktiran ettirmiştir. Böylece Kur’ân, yaşanan fıtrî bir hayatın içinde insanlar tarafından hazmedile hazmedile ve ilmek ilmek örgülenerek tamamlanmıştır.

Kur’ân, her şeyden önce insanlık için bir hidayet rehberidir. O, salih bir toplum inşa etmek ve insanların dünya ve ahiret saadetlerini temin etmek üzere inzal edilmiştir. Bundan dolayı Kur’ân’da fertlerin ve toplumun tekâmülü adına ahlâk, adalet ve haşir konularında da âyetler yer almaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm’deki bazı âyetler de geçmiş peygamberlerin ve kavimlerinin başından geçen olayları (kasas) haber vermektedir. Fakat bu âyetler sadece tarihî bir takım olayları haber vermekten ibaret olmayıp bildirilen olaylar üzerinden kimi zaman tevhid mesajı verilmiş, kimi zaman ahiret inancı vurgulanmış, kimi zaman inananlar teselli edilerek kalblerine itminan verilmiş; inkâr edenler ise inzâr edilerek tehdit veya ikaz edilmiştir. Ayrıca Kur’ân’da bahsi geçen tarihî olaylar meydana geldikleri zaman ve mekânın ötesinde bütün insanlar için evrensel mesajlar ihtiva etmektedir.

Ahmed b. Hanbel gibi bazı âlimler esbâb-ı nüzûl konusuna ihtiyatlı yaklaşırlar. Onların bu tavrının sebebi muhtemelen esbâb-ı nüzûl üzerinden bazı suistimallerin önüne geçmek içindir. Esbâb-ı nüzûl üzerine yazılmış çok sayıdaki kitap da bu düşünceyi destekler mahiyette olup konunun spekülatif yönüne işaret etmektedir. Buna karşılık sahih tariklerle gelmiş rivayetlerin varlığı da bir realitedir. Bu bakımdan esbâb-ı nüzûl rivayetlerini bütünüyle reddetmek bir ifrat ise sahih rivayetlerin varlığını görmezden gelmek de tefrittir. Aslolan sahih olan ile olmayanı tefrik etmek, mevcut rivayetleri ‘gerçek sebeb-i nüzûl’, ‘âyetle istidlalde bulunma’ veya ‘âyetle ilgili yorumda bulunma’ v.b. başlıklar altında tasnife tabi tutmaktır.

Tefsir ilmi için ulûmü’l-Kur’ân içerisinde esbâb-ı nüzûlün ayrı bir yeri vardır. Âyetlerde murad edilen mânayı doğru anlamak ve hüküm ile irtibatını kurabilmek bakımından esbâb-ı nüzûlü bilmek gerekir. Tefsirde sahabenin özel bir konumu haiz olmalarının altında da bu espiri yatmaktadır. Çünkü onlar Allah Resûlü’ne bir âyetin nasıl

(22)

11

bir ortamda ve hangi olay hakkında nâzil olduğunu, soru soran şahsın kim olduğunu, durumunu ve sorusunun perde arkasını biliyordu. Dolayısıyla âyetin mânasını da gelen hükümle olay arasındaki irtibatı da en iyi onlar biliyordu. Vahidî ‘Sebeb-i nüzûlü bilmeden tefsir yapmak mümkün değildir.’ demiştir.5 Muhammed b. Sîrîn (ö. 110/729) ve Ubeyde b. es-Selmânî (ö. 72/691) arasında geçen şu diyalog da esbâb-ı nüzûlü bilmenin önemini ve sahabenin bu konudaki özel konumunu vurgulamaktadır: Muhammed b. Sîrîn şöyle diyor: “Ubeyde es-Selmanî’ye bir âyeti sordum bana ‘Allah’tan kork ve doğru söz söyle Kur’ân âyetlerinin ne hakkında nâzil olduğunu bilenler gitti’ diye cevap verdi.”6 Ancak burada bir hususu ifade etmekte yarar vardır:

Âyetin manası, nüzûlüne iktiran eden olaya hasredilemez. Örneğin “Dinde zorlama yoktur”7

meâlindeki âyet sadece sebeb-i nüzûlünde yaşanan olaya indirgenemez. Bu en başta o âyetin kelâmullah olarak ezelî ve ebedî oluşuna aykırıdır. Mesele, yaşanan olayın bu âyetin nüzûlüne iktiran etmesinden ibarettir. Üstelik bu, o âyetin sadece sebeb-i nüzûlü ile ilişkili olan anlama gelebileceği anlamını taşımaz. Hem Efendimiz hayattayken hem de daha sonra âyetin muhtevasını aksettiren pek çok mâsadak olabilir. Bundan dolayıdır ki Kur’ân’ın mânâsı tüketilemez. Âdeta Allah’ın zaten var olan ezelî ve ebedî bir hükmünün (“Dinde zorlama yoktur.” gibi) çerçevesine giren bir olay üzerine nâzil olmuştur. Bu olay âyetin ilk defa nâzil olmasına iktiran etmesi bakımından önemlidir ancak âyetin yorumlarını bütünüyle kendi içinde hapsetmez.8

III. ESBÂB-I NÜZÛLÜ BİLMENİN ÖNEMİ

Âyetlerin çoğu ibtidaen, bir kısmı ise bir olay veya soruyla ilişkili olarak inzal edilmiştir. Kur’ân âyetlerinin nüzûlünün bazı olaylara iktiran etmesinin başlıca fayda ve hikmetleri şu şekilde sıralanabilir:

1- Bir hükmün bir olay üzerine nâzil olması o hükmün insanlar tarafından daha

5

Vahidî, Ebü’l-Hasan Ali b. Ahmed b. Muhammed en-Nisaburi (ö. 468/1076), Esbâbü’n- nüzûl, Kahire: Mustafa el-Babi el-Halebi, 1959/1379, 3.

6 Vahidî, Esbâbü’n- nüzûl, 3

7 Bakara, 2/256.

(23)

12

kolay kabullenilmesini sağlamıştır. Meselâ iffetli kadınlara iftira atanlara ceza olarak seksen değnek vurulması hükmünü bildiren âyet öyle bir atmosferde nâzil olmuştur ki insanlar hükmedilen cezayı ağır bulmak bir yana memnuniyetle karşılamışlardır. Çünkü söz konusu âyet Abdullah b. Übey b. Selül’ün başını çektiği bir grup münafık tarafından Allah Resûlü’nün pâk zevceleri Âişe validemize iftira atılması (ifk hâdisesi) üzerine nâzil olmuştu. Bu iftira toplumda şüyû’ bulmuş Allah Resûlü, Âişe validemiz ve bütün müminler bundan son derece rahatsız olmuşlardı. Herkes adına bir imtihan sebebi hâline gelmiş ve başta Allah Resûlü ve Âişe validemizi olmak üzere bütün müminleri büyük bir sıkıntıya sokan bu durum neticesinde Âişe validemizi tebrie eden ve iffetli kadınlara iftira atanlara ceza olarak seksen değnek vurma hükmünü bildiren âyetlerin nâzil olması hem hâne-i saadeti hem de müminleri sevince gark etmiş, onlara bir ferahlık vesilesi olmuştu.9

Âyetler zamanlama olarak öyle bir psikolojik atmosferde nâzil olmuştur ki insanlar bu türlü bir iftiranın ne kadar şenî’ bir davranış olduğunu bizzat yaşayarak görmüş ve karşılığında verilen cezayı gönül hoşnutluğuyla kabullenmişlerdir. Öte yandan ifk hâdisesi gibi çok büyük bir hâdisenin ardından inzâl edilen bu âyetlerle hem o dönem Müslümanlarına hem de daha sonra gelecek olanlara bu tür durumlarda nasıl davranılması gerektiği hususunda dersler veriliyordu.

2- İslâm pratik hayat içinde gelişmiştir. Onun her bir hükmü başta Allah Resûlü

tarafından olmak üzere toplumda tatbik ve temsil edilmiştir. Bir yönüyle dinin teorileri

9 Nâzil olan âyetler meâlen şöyledir: Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup, sonra (bunu isbat için) dört

şahit getiremeyenlere seksener sopa vurun ve artık onların şahitliğini hiçbir zaman kabul etmeyin. Onlar tamamen günahkârdırlar. Ancak bundan sonra tevbe edip ıslah olanlar müstesnadır. Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir. … (Peygamber'in eşi hakkında) o yalanı uyduranlar içinizden bir güruhtur. Bunu kendiniz için kötü sanmayın, o sizin için hayırlı olmuştur. O kimselerden her birine kazandığı günah karşılığı ceza vardır; içlerinden elebaşılık yapana ise büyük azap vardır. Onu işittiğiniz zaman, erkek kadın müminlerin, kendiliklerinden hüsnü zanda bulunup da: 'Bu apaçık bir iftiradır' demeleri gerekmez miydi? Dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? İşte bunlar, şahit getirmedikçe Allah katında yalancı olanlardır. Allah'ın dünya ve ahirette size lütuf ve merhameti olmasaydı, o kötü sözü yaymanızdan ötürü büyük bir azaba uğrardınız. Onu dilinize dolamıştınız. Bilmediğiniz şeyleri ağzınıza alıyordunuz. Onu önemsiz bir şey sanıyordunuz, oysa Allah katında önemi büyüktü. O'nu işittiğinizde: 'Bu konuda konuşmamız yakışık almaz; haşa, bu büyük bir iftiradır' demeniz gerekmez miydi? Eğer mümin kişilerdenseniz, Allah buna benzer bir şeye bir daha dönmemenizi tavsiye eder. Allah size âyetleri açıkça bildirir. Allah bilendir, Hakim'dir. Müminler arasından hayasızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte onlara, dünya ve ahirette can yakıcı azap vardır. Allah bilir, siz ise bilmezsiniz. Eğer Allah’ın sizin üzerinizdeki lütfu ve inayeti olmasaydı ve eğer Allah pek şefkatli ve merhametli olmasaydı, başınıza müthiş bir azap gelirdi. (Nûr, 24/ 4-5, 11-20).

(24)

13

pratik hayattan olaylara iktiran etmiştir. Böylece İslâm, hayatın içinde işlene işlene gelişmiştir. İslâm’ın hüküm ve prensipleri iktiran ettiği olaylar sayesinde toplumda oturaklaşmış, ayrı bir kuvvet kazanmıştır. Bu sayede İslâm teorik bir kurallar manzumesi olarak kalmamış her meselesi hayatta tatbik edilmiş, pratikte karşılığını bulmuş bir din hâlini almıştır.

3- Esbâb-ı nüzûl, insanların bu olayları ve onlarla ilgili hükümleri unutmamalarını

sağlamıştır. Bir başka ifadeyle sebeb-i nüzûlü bilmek vahyi tesbit etmeye, anlamaya ve hafızada tutmaya yardımcı olur.10

4- Esbâb-ı nüzûlü bilmek Kur’ân’da vaz’ edilmiş hükümlerin hikmetlerini daha iyi

kavramayı sağlar.11

Bu da kalblerin mutmain olmasını sağlamış, ahkâmın toplumda yerleşmesini kolaylaştırmıştır.12

5- Nüzûl sebeplerini bilmek âyetlerde kastolunan mânânın daha isabetli

anlaşılmasını sağlar, yanlış anlamaların önüne geçer. Sahabe döneminde sebeb-i nüzûlünü bilmeyenlerin bir âyeti yanlış anladıkları olmuştur. Meselâ şarabın kesin olarak yasaklandığı Mâide sûresi 90. âyet nâzil olduğunda Allah Resûlü’ne daha önce şarap içmiş olup yasaktan önce vefat edenlerin durumunun sorulması üzerine

ِمَعَو ْاوُنَمآَّو ْاوَقَّ تا اَم اَذِإ ْاوُمِعَط اَميِف ٌحاَنُج ِتاَِلِاَّصلا ْاوُلِمَعَو ْاوُنَمآ َنيِذَّلا ىَلَع َسْيَل

َُّثُ ْاوُنَمآَّو ْاوَقَّ تا َُّثُ ِتاَِلِاَّصلا ْاوُل

َيِنِسْحُمْلا ُّبُِيُ ُهّللاَو ْاوُنَسْحَأَّو ْاوَقَّ تا

“İman eden ve iyi işler yapanlara, hakkıyla sakınıp iman ettikleri ve iyi işler

yaptıkları, sonra yine hakkıyle sakınıp iman ettikleri, sonra da hakkıyle sakınıp yaptıklarını, ellerinden geldiğince güzel yaptıkları takdirde tattıklarından dolayı günah yoktur. Allah iyi ve güzel yapanları sever.” meâlindeki âyet (Mâide 5/93) nâzil olmuştu.13

Böylece bu âyetle, haram kılınmadan önce yiyip içenlerin sorumlu olmayacağı ifade ediliyordu. Ancak bu âyetin nüzûl sebebini bilmeyen bazıları âyetin zâhirî manâsından yola

10

Zürkânî, Menahil, 95

11 Süyûtî, el-İtkân, I, 87 12 Fadl Abbas, a.g.e, 261 13

(25)

14

çıkarak şarap içmenin haram olmayacağını iddia etmişti.14

Sebeb-i nüzûlün bilinmemesinden kaynaklanan yanlış anlamalar hakkında tefsir kitaplarında rivayet edilen başka örnekler de mevcuttur. Bu da gösteriyor ki sebeb-i nüzûlü bilmek âyetlerde kastolunan aslî manayı doğru anlamada önemli bir vesile olmuştur.

6- Bir hâdiseyle alâkalı olarak nâzil olan bir hüküm daha sonra karşı karşıya kalınan

benzer hâdiselerde aynı hükmün kıyas yolu ile tatbik edilebilmesini sağlar.15

Bu bakımdan âyetin sebeb-i nüzûlü daha sonra karşılaşılan problemleri çözmede hayatî bir önem ifade eder. Cumhura göre sebebin hususi oluşuna değil lafzın umumî oluşuna itibar edilir.16 Lafzın umumî oluşuna itibar edenlere göre hüküm sebebe kasredilmez ve benzerî durumlara da şamildir. Sebebin, hükmü tahsis ettiğini düşünenlere göre ise hüküm, hakkında nâzil olduğu kişilere mahsus olup benzerî durumlara kıyas yolu ile tamim edilir.17

7- Esbâb-ı nüzûlü bilmek hasr tevehhümünü ortadan kaldırır. Kur’ân’daki bazı

âyetleri sebeb-i nüzûlünü bilmeden sadece zahirî mânâsına göre tefsir etmek bazen yanlış anlamalara sebebiyet verebilmektedir. En’âm sûresinin 145. âyeti bunun güzel bir örneğidir: “De ki: Bana vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin

kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış birşey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak üzere kim (bunlardan) yemek zorunda kalırsa bilsin ki Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir.”

Lafzî mânâsıyla bu âyete bakıldığında haram kılınan yiyeceklerin leş, akıtılmış kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesilmiş hayvandan ibaret olduğu zannedilebilir. Hâlbuki bu âyet inat ve inkârlarından dolayı Allah’ın helal kıldığını haram, haram kıldığını da helal kılan kâfirler hakkında onları nakzetmek için nâzil olmuştur. İmam Şafiî’nin ifade ettiği üzere bu âyet leş, akıtılmış kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesilmiş hayvan gibi kâfirlerin kendilerince helal kılmış olduğu şeylerin helal değil haram olduğunu beyan

14 Süyûtî, el-İtkân, I, 88.

15 Süyûtî, el-İtkân, I, 87; Zürkânî, Menâhil, I, 94 16

Fadl Abbas, İtkânu’l-burhân, I, 275

17

(26)

15

etmek üzere inmiştir. Yoksa âyetin maksadı bu sayılanlar dışında kalanların helal olduğunu bildirmek değildir.18

8- Esbâb-ı nüzûlü bilmek konulu tefsirde (et-tefsîru’l-mevdûî) önemli bir unsurdur.

“Konulu tefsir; Kur’ân’da herhangi bir konuyla ilgili bütün âyetleri toplayarak, bunları mümkün olduğunca nüzûl sırasına koyup, ilmî bir incelemeye tabi tuttuktan sonra, Yüce Allah’ın o konu ile ilgili muradını toplu bir şekilde ortaya koymaya çalışan bir tefsir metodudur.”19 Dolayısıyla bu tefsir metodunda âyetleri nüzûl sırasına koymak ve sebeb-i nüzûllerine vakıf olmak önemli bir yere sahiptir.

18 Süyûtî, el-İtkân, I, 89. 19

(27)

16

BİRİNCİ BÖLÜM

(28)

17

I. SEBEB-İ NÜZÛL RİVAYET FORMLARI

Bir âyet veya sûrenin sebeb-i nüzûlü ile ilgili birden fazla rivayetin bulunduğu pek çok durum vardır. Bu rivayetlerin sebeb-i nüzûl olup olmadığını belirlemek için, kullanılan lafızlara bakılır. Bazı rivayetlerde sebeb-i nüzûlü açıkça ifade eden sarih lafızlar kullanılmışken bazı rivayetlerde ihtimal ifade eden lafızlar kullanılmıştır. Bu başlık altında kaynaklarda yer aldığı şekliyle iki durumla ilgili örneklere yer vereceğiz.

Kaynaklarda yer aldığı şekliyle diyoruz çünkü yeni yapılan çalışmalarda bu konuda yeni yaklaşımlar olduğu görülmektedir. Biz de rivayetleri inceleyebildiğimiz kadarıyla gerek bu tasniflerin gerekse tercih esaslarının yeniden gözden geçirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Esasen Zerkeşî (ö. 794/1392) ve Süyûtî (ö. 911/1505) gibi âlimler bu konuda böyle bir tasnifte bulunmamışlardır. Bu tasnifleri Zürkânî ve sonrası âlimler yapmıştır. Muhtemelen konuları daha anlaşılır ve sistematik olarak sunma niyetiyle yapılmış olan bu tarz anlatımlar konuyu belli kalıplara hasretmek suretiyle daraltma ve bazı yanıltıcı genellemelerde bulunma gibi bir takım sorunları da beraberinde getirmiştir.

A. Sarih Lafız İhtiva Eden Rivayetler:

Sarih lafız ihtiva eden rivayetler ulûmü’l-Kur’ân kitaplarında genellikle

ةيببسلا في صن

ibaresiyle ifade edilmektedir. Bu nedenle söz konusu rivayetler Türkçe kaynaklarda “Sebep ifade etmede nass olan rivayetler” şeklinde de ifade edilmektedir.20

Eğer bir rivayette, âyet veya sûrenin, anlatılan olay sebebiyle nâzil olduğu sarih lafızlarla ifade ediliyorsa o rivayet sebeb-i nüzûldür. Bu sarih lafızlar genellikle iki şekilde olur:

a. Rivayet içerisinde sarih bir şekilde

اَذَك ِةَي ْلْا ِلوُزُ ن ُبَبَس

(Bu âyetin sebeb-i nüzûlü şudur) deniyorsa o rivayet sebeb-i nüzûldür.21

20 Serinsu, Kur’ân ve Bağlam, 80.

21

Zürkânî, Muhammed Abdülazîm (ö. 1367/1948), Menâhilü'l-‘irfân fî ‘ulûmi'l-Kur'ân (nşr. Fevvaz Ahmed Zümerlî), Beyrut: Dâru’l-kitâbi’l-Arabî, 1415/1995, I, 96; Subhi es-Salih (ö. 1407/1986), Mebahis fî ulumi'l-Kur'ân, Beyrut: Dâru'l-İlm li'l-Melayin, 1968, 142; Menna’ Halil Kattan, Mebahis fî ulumi'l-ulumi'l-Kur'ân, Beyrut:

Müessesetü’r-risale, 1407/1986, 85; Demirci, Tefsir usûlü ve tarihi, 147; Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, 118,

(29)

18

Zürkânî ve sonrası tefsir usûlü kaynaklarında böyle bir bilgi verilmekle beraber kütüb-i tis‘adaki sebeb-i nüzûl rivayetlerini inceleyen Müzeynî, Zürkânî’nin sarih lafızlardan saydığı

اَذَك ِةَي ْلْا ِلوُزُ ن ُبَبَس

lafzının yer aldığı bir rivayete rastlamadığını ifade eder. Ona göre muhtemelen Zürkânî eserini telif ederken böyle bir lafzın var olacağını tasavvur etmiş ve bu tasavvuruna göre yazmıştır.22

Fadl Abbas da böyle bir rivayetin olmadığını ifade etmektedir.

Gerçekten de hem bunun bir örneği yoktur hem de Zürkânî’den önce

ِةَي ْلْا ِلوُزُ ن ُبَبَس

اَذَك

lafzını sarih lafızlara örnek olarak veren kimse bulunmamaktadır. Zerkeşî, Süyûtî, İbn Akîle, İbn Teymiye gibi âlimlerin eserlerinde bu ifadeye ratlanılmamaktadır. Söz konusu lafzı sarih lafızlara örnek olarak veren ilk kişi Zürkânî’dir ve ondan sonra pek çok âlim de bu bilgiyi maalesef olduğu gibi tekrar etmiştir. Üstelik ne Zürkânî ne de ondan bu bilgiyi alıp aktaranlar bu lafızla ilgili tek bir örnek verebilmiştir.

b. Rivayette anlatılan olayın veya sorulan sorunun hemen akabinde fa-i ta’kibiye ile

nüzûlün gerçekleştiği ifade ediliyorsa bu rivayet de sebeb-i nüzûldür. Rivayetlerde genellikle

ُللا َلَزْ نَاَف

veya

ْتَلَزَ نَ ف

şeklinde geçer.23

Örnek:

اًرِباَج ُتْعَِسَ ِرِدَكْنُمْلا ِنْبا ِنَع ُناَيْفُس اَنَ ثَّدَح ٍمْيَعُ ن وُبَأ اَنَ ثَّدَح

هنع للا ىضر

اَهَعَماَج اَذِإ ُلوُقَ ت ُدوُهَ يْلا ِتَناَك َلاَق

) ْمُتْئِش َّنََّأ ْم ُكَثْرَح اوُتْأَف ْمُكَل ٌثْرَح ْمُكُؤاَسِن ( ْتَلَزَ نَ ف . َلَوْحَأ ُدَلَوْلا َءاَج اَهِئاَرَو ْنِم

Cabir (r.a) anlatıyor: “Yahudiler: ‘Kim hanımına arkadan yaklaşırsa doğacak çocuk şaşı olur.’ diyorlardı. Bunun üzerine “Eşleriniz sizin nesil yetiştiren tarlanızdır. Tarlanıza

22

Halid b. Süleyman el-Müzeyni, el-Muharrer fi esbâbi nüzûli'l-Kur'ân (min hilali'l-kütübi't-tis'a): Dirasetü'l-esbâb rivayeten ve dirayeten , Riyad: Dâru İbni’l-Cevzi, 1427, I, 115; Abdurrahman Ensari, “Sebeb-i Nüzûlün Tesbit ve Tercih Kuralları”, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2014/1, cilt: V, sayı: 9, s. 72.

23 Zürkânî, a.g.e., I, 96;Subhi es-Salih, a.g.e., 142; Menna Halil Kattan, a.g.e., 85; Demirci, a.g.e., 147;

(30)

19

dilediğiniz şekilde varın.” meâlindeki âyet (Bakara, 2/223) nâzil oldu.24

Zürkânî (1948) sarih lafızlara ilave olarak bir de “makam”dan bahseder. Ona göre bazı rivayetlerde hiç ‘sebeb-i nüzûl lafzı’ veya ‘fâ-i takibiye’ olmasa bile, rivayetin makamından o rivayetin sebeb-i nüzûl olduğuna karar verilir. Buna örnek olarak ise İsrâ/85 âyeti ile ilgili İbn Mesûd rivayetini verir. Rivayet şöyledir:

Abdullah İbn Mes’ud anlatıyor: Ben Allah Resûlü’nün (s.a.s) maiyyetinde Medîne harabelerinde yürüyordum. Allah Resûlü (s.a.s), hurma dalından bir değneğe dayanıyordu. Derken bir kaç Yahudiye rastladı. Bir kısmı diğer kısmına: O’na ruhu sorun, dedi. Bir kısmı da: O’na birşey sormayın, hoşlanmayacağınız bir cevap alabilirsiniz, dedi. Derken biri kal-kıp: Yâ Ebâ Kâsım, ruh nedir? diye sordu. Allah Resûlü (s.a.s) sükût etti. Kendi kendime: O’na şüphesiz vahyolunuyor, dedim. Ve yanından kalktım. Vahiy hâli geçince: “Sana ruhu

sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size az bir ilimden başkası verilmemiştir.”

dedi.25

Zürkânî, bu rivayette sebeb-i nüzûl bildiren hiçbir lafız olmasa bile makamdan (olayın akışından) dolayı bu rivayetin sebeb-i nüzûl olduğunu söyler.26

B. İhtimal Bildiren Lafız İhtiva Eden Rivayetler

İhtimal bildiren lafız ihtiva eden rivayetler ulûmü’l-Kur’ân kitaplarında genellikle

ةيببسلا في اصن

تسيل

ibaresiyle ifade edilmektedir. Bu nedenle söz konusu rivayetler Türkçe kaynaklarda “Sebep ifade etmede nass olmayan rivayetler” şeklinde de ifade edilmektedir.27

Bu rivayetlerde

اذك في ةيلْا

هذه تلزن

(Bu âyet şu konuda nâzil oldu) veya

ةيلْا هذه بسحا

اذك في تلزن (Bu âyetin şu konuda nâzil olduğunu zannediyorum) gibi lafızlar yer almaktadır.

24 Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail (ö. 256/870), Câmi‘us-sahîh, (nşr. Mustafa Dîb el-Buğâ),

Yemame: Dâru İbn Kesîr, 1407, Tefsir, 39; Müslim b. el-Haccac, Ebü'l-Hüseyin (ö. 261/875), Sahihu Müslim (nşr. Muhammed Fuad Abdülbaki), Kahire: Dâru İhyai'l-kütübi'l-Arabiyye, 1955/1374, Nikâh, 19

25 Buhârî, İ’tisâm, 3; İlim, 47; Müslim, Sıfâtü’l-kıyame ve’l cenneti ve’n-nâr, 5; İbn Hibban, Sahih, I, 299;

Bezzar, Müsned, I, 310.

26 Zürkânî, Menâhil, I, 96. 27

(31)

20

Bu lafızlar sebeb-i nüzûle delalet edebileceği gibi çoğunlukla öyle olduğu üzere tefsir ve istinbata da delalet edebilir.28

1. “Bu Âyet Şu Konuda Nazil Oldu” Kalıbındaki Rivayetler

“Bu âyet şu konuda nâzil oldu.” (

اذك في ةيلْا هذه تلزن

) kalıbındaki rivayetler başta tefsir ve esbâb-ı nüzûl kitapları olmak üzere pek çok kaynakta sıklıkla geçmekte olup gerçek sebeb-i nüzûlü belirlemede yanıltıcı olabilmektedir. Bundan dolayı bu tür rivayetleri değerlendirme ve yorumlama usûlü önem arzetmektedir.

İbn Teymiye (ö. 728/1328)

اذك في ةيلْا هذه تلزن

formundaki rivayetlerin iki şeye delalet edebileceğini ifade eder: Birincisi; sahabe ve tâbiûnun bu sözleri gerçekten sebeb-i nüzûl ifade edebilir.29 İkincisi; rivayette anlatılan olayın, âyetin hükmüne dahil olduğunu bildirmek için olabilir. İkincisi, “Bu âyetle kasdolunan şudur” demek gibidir. Şu halde -eğer âyet her iki olayı da kapsıyorsa- bir kimsenin “Âyet bu konuda nâzil oldu.” demesiyle, bir başkasının “Şu konuda nâzil oldu.” demesi birbirine münafi değildir.30

Zerkeşî (ö. 794/1392); sahabe veya tabiînin, âdetleri olduğu üzere “Bu âyet şu konuda nâzil oldu.” şeklindeki sözlerinin, “o olayın, âyetin sebeb-i nüzûlü olduğunu bildirmek için” değil, “âyetin, o olayla ilgili hükmü ihtiva ettiğini belirtmek için” olduğunu ifade eder. Yani onların “Bu âyet şu konuda nâzil oldu.” sözü, âyetin sebeb-i nüzûlünü bildirmek değil, âyetle hüküm istidlalinde bulunmak içindir.31

Örnek 1:

نهرابدأ في ءاسنلا نايتإ في ةيلآا هذه تلزنأ :لاق رمع نبا نع يراخبلا جرخأ

Buhari’nin tahric ettiği bir hadiste İbn Ömer “Eşleriniz sizin tarlanızdır. Tarlanıza

28 Zürkânî, a.g.e., I, 96.

29 Daha önce de geçtiği üzere bu tür rivayetler ancak bir karine varsa sebeb-i nüzûle hamledilir. Bk:

Mennau’l-Kattan, Mebahis, 87.

30 İbn Teymiye, Ebü'l-Abbas Takıyyüddin Ahmed b. Abdülhalim (ö. 728/1328), Mukaddime fî usuli't-tefsir,

Beyrut: Dârü'l-Mektebeti'l-Hayat, ts., 16.

31 Zerkeşî, Ebû Abdullah Bedreddin Muhammed b. Bahadır, (ö. 794/1392), el-Burhân fî ‘ulûmi’l-Kur’ân (nşr.

(32)

21 dilediğiniz şekilde varın.32

âyeti kadınlara arkalarından yaklaşma konusunda nâzil oldu.” demiştir.33

Bakara, 2/223 âyetinin sebeb-i nüzûlü sarih lafız ihtiva eden rivayetler bahsinde geçmişti. Burada geçen rivayet ise tefsir ve istidlal türünden bir rivayettir.

Örnek 2:

ٍِتاَح ِبَِأ ُنْبا َلاَق

:

ُدْبَع ِنَِثَّدَح ُّيِماَزِْلِا َةَبْيَش ِنْب ِكِلَمْلا ِدْبَع ُنْب ِنَْحَّْرلا ُدْبَع اَنَ ثَّدَح ،ةَعْرُز وُبَأ اَنَ ثَّدَح

ُنْب ِنَْحَّْرلا

ِنَع ُّيِماَزِْلِا ِةَيرِغُمْلا

َلاَق ِماَّوَعْلا َنْب َرْ يَ بُّزلا َّنَأ ؛ِهيِبَأ ْنَع ،ةَوْرُع ِنْب ِماَشِه ْنَع ،ِهَّللا ِدْبَع ِنْب ِرِذْنُمْلا

:

ِضْرَأ َلَِإ ماَزِح ُنْب ُدِلاَخ َرَجاَه

َتاَمَف ِقيِرَّطلا ِفي ٌةَّيَح ُهْتَشَهَ نَ ف ،ِةَشَبَْلِا

ِهيِف ْتَلَزَ نَ ف ،

:

{

ْنِم ْجُرَْيَ ْنَمَو

َعَقَو ْدَقَ ف ُتْوَمْلا ُهْكِرْدُي َُّثُ ِهِلوُسَرَو ِهَّللا َلَِإ اًرِجاَهُم ِهِتْيَ ب

اًميِحَر اًروُفَغ ُهَّللا َناَكَو ِهَّللا ىَلَع ُهُرْجَأ

}

ُرْ يَ بُّزلا َلاَق

:

ِنَِنَزْحَأ اَمَف ،ِةَشَبَْلِا ِضْرَأِب اَنَأَو ُهَموُدُق ُرِظَتْ نَأَو ُهُعَّ قَوَ تَأ ُتْنُكَف

َنْزُح ٌءْيَش

ِِحَْر يِوَذ ْوَأ ،ِهِلْهَأ ُضْعَ ب ُهَعَم َّلِْإ ٍشْيَرُ ق ْنِم َرَجاَه ْنَِّمِ ٌدَحَأ ّلَق ُهَّنَِلِ ؛ ِنَِغَلَ ب َيِح ِهِتاَفَو

ِنْب ِدَسَأ ِنَِب ْنِم ٌدَحَأ يِعَم ْنُكَي َْمَْو ،ِه

ُهَرْ يَغ وُجْرَأ َلَْو ،ىَّزُعْلا ِدْبَع

.

Habeşistan’a hicret etmiş olanlardan Zübeyr b. Avvam anlatıyor: “Halid b. Hizam Habeşistan’a hicret ederken yolda kendisini bir yılan sokması sonucu vefat etti. Onun hakkında “Kim evinden Allah’a ve Resulüne hicret niyetiyle çıkar da yolda ecel gelip

kendini yakalarsa o da mükâfatı haketmiştir ve onu ödüllendirme Allah’a aittir. Allah gafurdur, rahimdir.” meâlindeki âyet nâzil oldu. Bense Habeşistan’da onun gelmesini

bekliyordum. Vefat haberinin bana ulaşmasıyla öyle üzüldüm ki başka hiçbir şeye o derece üzülmemiştim. Çünkü çok az insan yanında ailesinden veya akrabalarından biri olduğu halde hicret edebilmişti. Benim yanımda da Benî Esed’den kimse yoktu. Başkasını da arzu etmiyordum.”

Rivayet edilen olay Habeşistan’a hicret sırasında gerçekleşmiştir. Âyet ise

32

Bakara, 2/223.

33 Buhârî, Tefsir, 39; Süyuti, Ebü’l-Fazl Celaleddin Abdurrahman b. Ebî Bekr (ö. 911/1505), Lübabü’n-nükul

fî esbâbi’n-nüzûl, Beyrut: Dâru ihyâi’l-ulûm, ts., 43. Buhari’de İbn Ömer’in sözü tasrih edilmeksizin ىِف ْتَلِزْنُأ اَذَك

اَذَكَو şeklinde rivayet edilmektedir. Ancak Süyûtî bu rivayeti İbn Ömer’in sözleriyle nakletmiştir. Biz de örneğin daha iyi anlaşılabilmesi için İbn Ömer’in sözünün açıktan zikredildiği Süyûtî metnini verdik.

(33)

22

Medenî’dir. İbn Kesîr de bu sebeple rivayetin çok garib olduğunu ifade eder ve meseleyi şu şekilde izah eder: “Muhtemelen Zübeyir b. Avvam burada “nâzil oldu” derken, âyetin bu olayın hükmünü de içine aldığını ifade etmek istemiştir.”34

İhtimal bildiren lafız ihtiva eden (sebep ifade etmede nass olmayan) rivayetler tefsir için olan esbâb-ı nüzûl rivayetleridir. Bu rivayetlerde râvi, nüzûl döneminde veya kendi döneminde meydana gelmiş bir hâdiseyle daha önce nâzil olmuş bir âyet arasında irtibat kurmaktadır.35

“Bu âyet şu konuda nâzil oldu” Kalıbındaki Rivayetlerin Merfu ya da Mevkuf Oluşuyla İlgili Görüşler

İbn Teymiye’nin bildirdiğine göre, sahabeye ait

اذك في ةيلْا هذه تلزن formundaki

sözlerin sebeb-i nüzûl bildiren sözler gibi müsned mi yoksa sahabenin tefsiri olarak mevkuf mu kabul edileceği konusunda âlimlerin farklı görüşleri vardır. Buhârî bu sözleri müsned kabul etmektedir.36 İbn Hanbel, Müslim ve daha başkaları ise müsned kategorisine almayıp bu rivayetleri istidlal ve tevil olarak kabul etmektedir.37

Zerkeşî de bu rivayetlerin, gerçekleşmiş bir olayı nakletme kabilinden olmadığını, bilakis bir hükme âyetten delil getirmek kabilinden olduğunu ifade eder.38

İbn Teymiye’nin “müsned” tabiri ile kastettiği “merfu hadis”tir. Hatta Zerkeşî gibi bazı âlimler “müsned merfu” tabirini kullanmışlardır.39

Sahabenin Allah Resûlü’ne dayanan sözleri merfu hadis; Allah Resûlü’ne dayanmayan, kendilerine ait sözleri ise mevkuf hadis olarak isimlendirilmiştir.

Hâkim en-Nisaburî, “Kur’ân’ın nüzûlüne ve vahye şahit olmuş olan bir sahabînin ‘bu âyet şu konuda nâzil olmuştur’ şekindeki beyanının müsned hadis olduğunu ifade

34 İbn Kesîr, Tefsîr, I, 544. 35

Serinsu, Kur’ân ve Bağlam, 94; Çetiner, Fâtihâ’dan Nâs’a Esbâb-ı Nüzûl, 1.

36 İbn Teymiye, Mukaddime fî usuli't-tefsir, 16.

37 İbn Teymiye, a.g.e, 16; Zerkeşi, el-Burhân, I, 32. 38 Zerkeşi, a.g.e, I, 32.

39

(34)

23

etmektedir.40 İbnü’s-Salah (ö. 643/1245) ve daha başka bazı kimseler de bu görüşü benimsemişlerdir. Buna örnek olarak ise Cabir’in (r.a) şu sözünü vermişlerdir:41

“Yahudiler: ‘Kim hanımına arkadan yaklaşırsa doğacak çocuk şaşı olur.’ diyorlardı. Bunun üzerine “Eşleriniz sizin nesil yetiştiren tarlanızdır. Tarlanıza dilediğiniz şekilde varın.” âyeti nâzil oldu.42 Hâkim en-Nisaburî’nin sözünden onun,

اذك في ةيلْا هذه تلزن kalıbındaki

hadisleri müsned (merfu) kabul ettiği anlaşılmaktaysa da verilen örneğin

ْتَلَزَ نَ ف

kalıbında olması bu konuda kesin bir kanaate varmayı zorlaştırmaktadır.

Sahabeye ait sözlerin dolayısıyla da onlardan gelen sebeb-i nüzûl rivayetlerinin merfu mu yoksa mevkuf mu olduğu konusunda en kapsamlı ve isabetli görüş İbn Hacer’in (ö. 852/1449) şu görüşüdür: “Sahabenin ictihada imkan olmayan ve Arap dilinden nakledilmeyen konularda söyledikleri merfu, diğerleri mevkuftur.”43

Tabiîn’den gelen ve senet zincirinde sahabenin zikredildiği esbâb-ı nüzûl rivayetleri sahih kabul edilir. Sahabenin zikredilmediği sahih senetli tabiîn rivayetlerine gelince bunlar mürsel olarak isimlendirilir ve ancak şu iki şartla sahabe kavlinde olduğu gibi merfu hükmünü alır:

1- Mücahid, İkrime veya Saîd b. Cübeyr gibi sahabeden hadis alan tefsir

imamlarından biri tarafından rivayet edilmiş olmalıdır.

2- İkinci bir mürsel hadisle takviye edilmelidir.44

Tabiîn’den gelen bir sebeb-i nüzûl rivayeti, senedinde sahabî zikredilmemişse sened sahih olduğu takdirde sahabe kavlinde olduğu gibi merfu hükmündedir. Ancak bu rivayetler mürsel olarak isimlendirilir. Sahabeye, onlardan da Allah Resûlü’ne daynıyorsa bu rivayetler de sahabiler hakkında olduğu gibi merfu kabul edilir.45

40 Hakim en-Nisaburi, Ebû Abdullah İbnü'l-Beyyi Muhammed (ö. 405/1014), Ma'rifetu ulumi'l-hadis (nşr.

Muazzam Hüseyin), Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1397/1977, 2.bsk., 20.

41 Süyûtî, Ebu’l-Fadl Celaleddin Abdurrahman b. Ebî Bekr (ö. 911/1505), el-İtkân fî ulûmi’l-Kur’ân (nşr. Saîd

el-Mendûb), Beyrut: Dâru’l-fikr, 1416, I, 93.

42 Buhârî, Tefsir, 39; Müslim, Nikâh, 19.

43 İbn Teymiye, Tefsir usulüne giriş, çev. Yusuf Işıcık, Konya: Esra Yayınları, 1997, 49, 51. dipnot.

44 Süyûtî, el-İtkân, I, 94. 45

(35)

24

Burada bir parantez açıp bir hususa değinmek istiyoruz. Sahabe ve tabiînden “Bu âyet şu hususta nâzil oldu.” şeklinde pek çok nakil bulunmaktadır. Sahabe ve tabiûnun, bu sözleriyle âyetlerin iniş sebebini bildirmekten ziyade tefsir ve istidlalde bulundukları ifade edilmektedir. Onlar bu ifadeleriyle âyetin hükmüne dahil olan veya âyetle irtibatlı olan olaylara dikkatleri çekmiştir. Demek ki asr-ı saadet sonrası meydana gelen olaylar ile âyât-ı beyyinât arasında irtibat kurmakta bir mahzur yoktur. Dolayısıyla günümüzde yaşanan olaylarla Kur’ân âyetleri arasında irtibat kurulabilir ve bu irtibat sayesinde olaylar değerlendirilip nasıl hareket edilmesi gerektiğine karar verilebilir. Tabi bunu ancak Kur’ân’a bütüncül (mahrutî) bir nazarla bakabilen ehl-i ilim yapabilir.

2. “Bu Âyetin Şu Konuda Nazil Olduğunu Zannediyorum” Kalıbındaki Rivayetler

Buhârî ve Tirmizî’nin tahric ettikleri aşağıdaki rivayet bu rivayet türüne örnek olarak verilmektedir:

َم اَنَرَ بْخَأ ٍرَفْعَج ُنْب ُدَّمَُمُ اَنَ ثَّدَح ِهَّللا ِدْبَع ُنْب ُّىِلَع اَنَ ثَّدَح

َنِم ًلاُجَر ُرْ يَ بُّزلا َمَصاَخ َلاَق َةَوْرُع ْنَع ِّىِرْهُّزلا ِنَع ٌرَمْع

ُِّبَِّنلا َلاَقَ ف ، ِةَّرَْلِا َنِم ٍجيِرَش ِفِ ِراَصْنَلِا

ملسو هيلع للا ىلص

«

َكِراَج َلَِإ َءاَمْلا ِلِسْرَأ َُّثُ ُرْ يَ بُز اَي ِقْسا

»

.

َلاَقَ ف

ُسَر اَي ُّىِراَصْنَلِا

َلاَق َُّثُ ُهُهْجَو َنَّوَلَ تَ ف َكِتَّمَع َنْبا َناَك ْنَأ ِهَّللا َلو

«

ِلِسْرَأ َُّثُ ، ِرْدَْلْا َلَِإ َعِجْرَ ي َّتََّح َءاَمْلا ِسِبْحا َُّثُ ُرْ يَ بُز اَي ِقْسا

َكِراَج َلَِإ َءاَمْلا

...

َلاَق

ْتَلَزَ ن َّلِْإ ِتاَيلآا ِهِذَه ُبِسْحَأ اَمَف ُرْ يَ بُّزلا

َكِلَذ ِفِ

(

َرَجَش اَميِف َكوُمِّكَُيُ َّتََّح َنوُنِمْؤُ ي َلْ َكِّبَرَو َلاَف

ْمُهَ نْ يَ ب

)

Urve b. Zübeyr anlatıyor: Zübeyr b. Avvâm, Harre su kanalı konusunda Ensâr'dan bir adamla tartışmıştı. Bunun üzerine Allah Resûlü, Zübeyr'e: ‘Ey Zübeyr, tarlanı sula, sonra suyu komşuna bırak!’ buyurdu. Bunun üzerine Ensârdan olan âdam öfkelendi ve: ‘Zübeyr halanın oğlu olduğu için mi böyle söylüyorsun diye itiraz etti. Resûlullah'ın yüzünün rengi değişti ve şöyle dedi: ‘Ey Zübeyr, hurmalığını sula ve su hurma ağaçlarının köklerine erişinceye kadar tut. Sonra suyu komşuna bırak.’ buyurdu… Zübeyr şöyle

(36)

25

demiştir: “Ben şu âyetin46

bu hâdise hakkında nâzil olduğunu zannediyorum: ‘Hayır, hayır!

Senin Rabbin hakkı için, onlar aralarında ihtilâf ettikleri meselelerde seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümden ötürü içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın sana tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça iman etmiş olmazlar.”47

C. Sarih Olan ve Olmayan Rivayetlerin Ayrıştırılması

Süyûtî, İbn Akîle ve Mennâu’l-Kattan gibi bazı âlimler nakledilen rivayetlerin tefsire mi yoksa sebeb-i nüzûle mi delalet ettiğinin belirlenebilmesi adına bazı kriterlerden bahsetmektedir. İlgili âlimlerin, eserlerinde ifade ettikleri bu kriterleri birarada zikretmek istiyoruz:

a) Eğer her iki rivayette de sadece ihtimal bildiren lafızlar kullanılmışsa bu

rivayetlerden biri hakkında sebep bildirdiğine dair bir başka karine olmadığı sürece ikisi de tefsire hamledilir.48

b) İki rivayetten birinde sadece ihtimal bildiren “bu âyet şu konuda nâzil oldu”

denirken diğer rivayette açıkça sebep bildiren lafızlar kullanılmışsa sebep bildiren rivayet alınır, diğer rivayet ise tefsire hamledilir.49

Örnek: Bakara 2/223 âyetiyle ilgili iki farklı rivayet bulunmaktadır.

Buhari’nin tahric ettiği bir hadiste İbn Ömer “Eşleriniz sizin nesil yetiştiren

tarlanızdır. Tarlanıza dilediğiniz şekilde varın.50

âyeti kadınlara arkalarından yaklaşma konusunda nâzil oldu.” demiştir.51

Buhari ve Müslim’in tahric ettikleri bir başka hadiste ise Hz. Cabir’in (r.a) şöyle dediği nakledilmektedir: “Yahudiler: ‘Kim hanımına arkadan yaklaşırsa doğacak çocuk şaşı

46

Nisa, 4/65.

47 Buhârî, Tefsir, 12; Müslim, Fedail, 36; Tirmizi, Ebû İsa Muhammed b. İsa b. Sevre es-Sülemi (ö. 279/892),

el-Câmiü’s-sahîh (nşr. Ahmed Muhammed Şakir), Kahire: Mustafa el-Babi el-Halebi, 1937, Ahkâm, 26.

48 Mennau’l-Kattan, Mebahis, 87; Çetiner, Esbâb-ı Nüzul, 3.

49

İbn Akile, Cemalüddin Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Said (ö. 1150/1737), ez-Ziyade ve’l-ihsân fî ulûmi’l-Kur’ân, Şârika: Câmiatü’ş-şârika, 1427/2006, I, 297; Zürkânî, Menahil, 96; Mennau’l-Kattan, Mebahis, 87.

50 Bakara, 2/223. 51

Referanslar

Benzer Belgeler

60 Khan, Kur’an’ın dilsel sembollerinin manalarını tesis etmek için etimolojik inceleme, esbâb- ı nüzûl (Kur’an vahyinin nüzûl sebepleri) kullanımı, nâsih-mensûh

Eğer Allah’ı, Allah’ın âyetlerini, Allah’ın kitabını, Resûlü’nün sünnetini, Allah’ın bizden istediği kulluğu örterek, gündemlerimizden düşürerek kendimizce

Ama tabii Allah’ı tanımamız gerekecek bunun için. Esmâsıyla, sıfatlarıyla tanımamız gerekecek. O zaman etkili olacaktır bu beraberlik. Değilse Allah’ı tanımıyorsak,

Onlarla savaşın ki, Allah onlara sizin ellerinizle azap et- sin, onları rezil etsin, onlara karşı size yardım etsin, mü’min topluluğun gönüllerini ferahlatsın ve

Eğer böyle Rabb, İlâh olarak Allah’a iman eder, Allah’ı böyle güçlü kuvvetli bilir ve sadece O’nu hesaba katar, O’nun istediği hayatı yaşarsanız,

Bunlar: Îmân ehli olmak, sâlih ameller işlemek, hakkı ve sabrı tavsiye etmektir.. İşte bu sıfatlar, kur- tuluşun ve mutluluğun

Yeryüzünde Allah’ı ve Allah’ın yasalarını reddeden, hâkimiyeti, rubû-biyeti kendilerinde gören, yeryüzünde tanrılık taslayan, Allah’ın arzında Allah’ın

Allah’ın âyetine hayat hakkı tanımadılar ve kendileri için hayır olan, tek suçu kendilerine süt verip onları beslemek olan bu deveyi ayaklarından biçerek