• Sonuç bulunamadı

ASR SÛRESİ. Rahmân ve Rahîm olan Allah ın ismiyle

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ASR SÛRESİ. Rahmân ve Rahîm olan Allah ın ismiyle"

Copied!
20
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

ِ َّلِلّبِب ُذُُعَوََ ُيُرِفْغَت ْسَوََ ًُُىيِعَت ْسَوََ ُيُدَمْحَو َِِّلِلّ َدْمَحْلا َّنِإ َمْعَأ ِتَبئِ ي َس ْهِمََ َبى ِسُفْوَأ ِرَُر ُش ْهِم ُ َّلِلّا ِيِدٍَْي ْهَم ،َبىِلب

َلَ ْنَأ ُدٍَ ْشَأََ ًَُل َيِدَبٌ َلََف ْلِل ْضُي ْهَمََ ًَُل َّل ِضُم َلََف ًََلِإ َّلَِإ ا ًدَّمَحُم َّنَأ ُدٍَ ْشَأََ ،ًَُل َليِر َش َلَ ُيَدْحََ ُ َّلِلّا

ًُُلُ ُسَرََ ُيُدْبَع

: ُدْعَب بَّمَأ ،

(3)

ASR SÛRESİ

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın ismiyle…

Hamd, -âlemlerin rabbi olan- Allâh’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız.

O’nun hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem O’nun kulu ve Rasûlü’dür.

Bundan sonra:

Asr Sûresi, mushaf sırası itibariyle Kur’ân-ı Kerîm’in yüz üçüncü sûresidir. Kuvvetli görüşe görüşe Mekke’de inmiştir.

Üç âyettir.

Bu sûrenin âyetleri, kısa ve öz olmakla beraber, çok kapsamlı ve geniş mânâları içermektedir. Bunları tam olarak

(4)

Abdullâh Saîd el-Müderris

4

ifâde etmek ise cildler dolusu yazmayı gerektirir.

Bu sûrede, insânın kurtuluş menhecinin yahut onun için felaket ve hüsran olacak yolun da hangisi olduğu açıkça ve kesin bir üslûb ile bildirilmiştir.

(5)

ِز ْصَعْلا ُةَرى ُس ﷍

ِز ْصَعْلاَو ﴿

﴿١

﴾ َّى�ا ٍز ْسُخ ي۪فَل َىب﷏سًِْ ْلْا

﴿ ٢

﴾ َّلْ�ا اىٌَُهٰا َيي ۪ذَّلا

ِزْب َّصلبِب اْى﷏صاَىَتَو ِّقَحْلبِب اْى﷏صاَىَتَو ِثبَحِلب َّصلا اىُلِوَعَو

﴿ ٣

(6)

Abdullâh Saîd el-Müderris

6

SÛRENİN MEÂLİ:

Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle.

1. Asr’a yemin olsun.

2. İnsân gerçekten ziyandadır.

3. Ancak îmân edenler, sâlih ameller işleyenler, birbiri- ne hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesna.

(7)

SÛRENİN KELİME MEÂLİ:

1. ِز ْصَعْلاَو Asr’a yemin olsun.

2. َّى�ا Gerçekten َىب﷏سًِْ ْلْا insân ٍز ْسُخ ي۪فَل ziyandadır.

3. َّلْ�ا Ancak َيي ۪ذَّلا o kimseler ki اىٌَُهٰا îmân ettiler اىُلِوَعَو ِثبَحِلب َّصلا ve sâlih amel işlediler اْى﷏صاَىَتَو ve birbirlerine tavsiye

ettiler ِّقَحْلبِب hakkı اْى﷏صاَىَتَو ve birbirlerine tavsiye ettiler ِزْب َّصلبِب sab-

(8)

SÛRENİN TEFSÎRİ:

1. ﴾﴾﴿١ ِز ْصَعْلاَو﴿ Asr’a yani zamana yahut öğleden akşama

kadar olan vakte yemin olsun.

Allâh Azze ve Celle, sûreye Asr’a yemin ederek başla- maktadır. O’nun yemin etmesi, haber verdiği şeylerdeki önemi ve te’kidi ifâde etmek; îmân ve güveni temin etmek içindir. Bunlara dikkat ve tefekkür edilmesi gereğini ifâde eder.

Daha önce açıklandığı üzere kulların yemini, ancak kendilerini yaratan, yaşatan ve yöneten zat üzerine olur ki, o da Allâh Subhânehu ve Teâlâ’dır. O’ndan başka bir şey için;

ata, vatan, onur, şeref, namus… üzerine yemin etmek ha- ramdır. Kâbe, mushaf ve peygamber üzerine yemin etmek de aynı hükümdedir. Abdullâh İbn Ömer radîyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem, şöyle buyurmuştur:

(9)

ْهَع ِدْبَع َِّلِلّا ِهْب َرَمُع ًُْىَع ُ َّلِلّا َي ِضَر َلبَق ،

َق : ُلُ ُسَر َلب َِّلِلّا

ىَّل َص َِّلِلّا ًِْيَلَع َمَّل َسََ

: ْهَم « َفَلَح ِرْيَغِب َِّلِلّا ْدَقَف َرَفَم ََْأ َكَر ْشَأ

»

“Kim Allâh’tan başkası adına yemin ederse kâfir veya müşrik olmuş olur.” [(SAHÎH HADÎS:) Ebû Dâvûd (3251); Tirmizî (1535)…]

Allâh Azze ve Celle’den başka bir şey üzerine yemîn etmek, ona tazim göstermek olduğundan Allâh’tan başkası adına yemîn etmek câiz değildir. Nitekim hadîsi şerîfte Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem, Allâh’tan başkası adına yemîn etmeyi -kişiyi dînden çıkarmayan- küfür yahut şirk saymıştır. Çünkü sözle de olsa, Allâh’tan başkası adına yemîn etmek, tazimde Allâh’tan başkasını, Allâh’a denk tutmaktır.

Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın bu âyetinde zamâna ya- hut onun bir parçası olan öğleden sonraki vakte yemin et- mesi, zamana dikkat çekerek onun önemini ve onu hayırlı bir şekilde değerlendirmeyi ifâde etmektedir. Çünkü zaman, ebedi olan âhiret hayatının sermayesidir. Bunun değerlendi- rilmesi, boş ve faydasız yere tüketilmemesi gereklidir. İbn Abbâs radîyallâhu anhmâ’dan rivâyet edildiğine göre,

(10)

Abdullâh Saîd el-Müderris

10

Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem, şöyle buyurmuştur:

ِهَع ِهْبا سبَّبَع َي ِضَر

َُّلِلّا بَمٍُْىَع َلبَق ،

َلبَق : ُلُ ُسَر َِّلِلّا

ىَّل َص َُّلِلّا ًِْيَلَع َمَّل َسََ

: ْمِىَتْغا « ب ًسْمَخ َلْبَق

س ْمَخ َلَببَب َش :

َلْبَق

، َلِمَرٌِ

َلَتَّح ِصََ

َلْبَق

، َلِمَق َس َكَءبَىِغََ

َلْبَق

، َكِرْقَف َلَغاَرَفََ

َلْبَق

، َلِلْغ ُش َلَتبَيَحََ

َلْبَق َلِت َُْم

»

“Beş şey gelmeden önce beş şeyi ganimet bil: (1) İhti- yarlık gelmeden gençliğinin, (2) Hastalık gelmeden sıhhati- nin, (3) Fakirlik gelmeden zenginliğinin, (4) Meşguliyet gelmeden boş vaktinin, (5) Ecel gelmeden hayatının…”

[(SAHÎH HADÎS:) el-Hâkim (7846); el-Beyhakî (Şuabu’l-Îmân: 9767)…]

Bu sebeble akıllı bir kimsenin kendisine emânet ve im- tihan olarak verilen zaman nimetini iyi değerlendirmesi, boş ve mânâsız şeylerle kaybetmemesi gereklidir. Sûrenin üçün- cü âyetinde ifâde edilen sâlih âmellerin peşinden giderek hüsrana uğrayanlardan olmamalıdır.

2. ﴾﴾٢﴿ ٍز ْسُخ ي۪فَل َىب﷏سًِْ ْلْا َّى�ا﴿ Allâh’a itaatin dışında amel eden insân cinsi, gerçekten ziyandadır.

(11)

limesinin başındaki elif-lâm ise istisnâ karinesiyle istiğrak içindir. Yani her insân, bütün beşer türü her asırda ve her zamanda ve özellikle son asırda bulunan insânlar, istisnâ edi- lenler hariç hepsi, mutlak bir zarar ve ziyan, aldanış ve kay- bediş içindedir.

İnsânların istisnâ edilenler hâriç husrda yani ziyan ve aldanış içinde olması, kazanacak yere kaybetmesi, nimetle- necek yere hasret ve nedamet çekmesi, iltifat yerine azâb olunması, kendisine verilen zaman nimetini Allâh’ın emrettiği şekilde değerlendirememiş olması sebebiyledir. Zaman, in- sanoğluna verilen ömrün imtihan aracıdır. Geçicidir, bâki de- ğildir. Geçtiğinde geri gelmez; içindeyken ise geleceği bili- nemez…

Maalesef ki insânların çoğu su misâli akıp giden zama- nın kıymeti ve değerlendirilmesi hususunda aldanış içindedir.

İbn Abbâs radîyallâhu anhmâ’dan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem, şöyle buyurmuştur:

ِهَع ِهْبا سبَّبَع َي ِضَر

َُّلِلّا

،بَمٍُْىَع َلبَق

َلبَق :

ُلُ ُسَر

َِّلِلّا

(12)

Abdullâh Saîd el-Müderris

12

ىَّل َص َُّلِلّا ًِْيَلَع َمَّل َسََ

: ِنبَتَمْعِو « نُُبْغَم

بَمٍِيِف ريِثَم َهِم ِسبَّىلا :

ُةَّح ِ صلا ُغاَرَفلاََ

»

“İki nimet vardır ki, insânların çoğu onları değerlen- dirme hususunda aldanmıştır: Sağlık ve boş zaman.” [(SAHÎH HADÎS:) Buhârî (6412); Tirmizî (2304)…]

Bu sebeble elden ve ömürden hızlıca kayıp giden za- manı Allâh’ın râzı olacağı şekilde değerlendirmek gereklidir.

Husrdan kurtuluşun tek çaresi budur.

3. ﴾﴾٣﴿ ِزْب َّصلبِب اْى﷏صاَىَتَو ِّقَحْلبِب اْى﷏صاَىَتَو ِثبَحِلب َّصلا اىُلِوَعَو اىٌَُهٰا َيي ۪ذَّلا َّلْ�ا﴿ An- cak şirkten ari bir şekilde îmân edenler, sahîh olarak sâlih ameller işleyenler, birbirine hakkı yani îmânı ve tevhîd üzere kalmayı tavsiye edenler itaat ve günahlardan uzak durmak üzere sabrı tavsiye edenler müstesna, insânların tamâmı ziyandadır.

Bu âyet, bir önceki âyetteki insân lafzından istisnâdır.

Çünkü ifâde edildiği üzere istisnâ edilenler dışında insânların tümü hüsrandadır. Allâh Subhânehu ve Teâlâ bu âyetinde hüsrana uğramaktan istisnâ olacak kimselerin sıfâtlarını,

(13)

ları beyân etmektedir. Bunlar: Îmân ehli olmak, sâlih ameller işlemek, hakkı ve sabrı tavsiye etmektir. İşte bu sıfatlar, kur- tuluşun ve mutluluğun anahtarıdır. Allâh’ın kulundan râzı olmasının vesilesidir. Dünyâ ve âhiret saadettir. Ebedi mutlu- luğa giden yoldur...

Îmân ehli olmak, Allâh Azze ve Celle’ye şirk koşmadan inanmak ve gereğince amel etmekle mümkündür. Çünkü nice insân vardır ki, Allâh’a îmân ettiği halde tevhîdin rükün- lerinden bir rükünde olması gerektiğinden başka bir inanç ve ameliye içerisindedir. Allâh Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

﴿ َىىُكِزْشُه ْنُهَو َّلْ�ا ِ ّٰللّبِب ْنُهُزَثْك﷎ا ُيِهْؤُي بَهَو ﴿ ١٠٦

﴾ ﴾

“Onların çoğu Allâh’a ancak şirk koşarak inanırlar.”

[Yûsuf: 12/106]

İşte bu yani şirk koşarak îmân etmek, ifâde edilen hüs- ranın temel sebebidir. Yani îmâna şirk bulaştırmak, ebedi olan hayatı kaybederek onu azâb ve bitmek tükenmek bil-

(14)

Abdullâh Saîd el-Müderris

14

meyen nedametler içinde rezil bir şekilde geçirmektir.

Îmân, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya inanmakla birlikte, O’nun emrince yaşamayı gerektirir. Bu da Allâh’ın dışında kendisine tapılan tüm mabutlardan ve onlara tapanlardan beri olmakla başlar. Allâh Azze ve Celle, şöyle buyurmakta- dır:

ِّٰللّبِب ْيِهْؤُيَو ِثىُغبَّطلبِب ْزُفْكَ ي ْيَوَف ﴿ ِب َ ﷏س ْوَم ْسا ِ َدَف

ِةَوْزُعْلب

ٰدْثُىْلا بَهَل َمب ﷏صِفًْا َلْ ًۗ

ُّٰللّاَو ۪و﷏س ۪لَع ٌعي

﴿ ٌني ٢٥٦

﴾ ﴾

“O halde her kim tâğûtu red ederek Allâh’a îmân eder- se, kopması mümkün olmayan sapasağlam bir kulba yapış- mıştır. Allâh işitir ve bilir.” [el-Bakara: 2/256]

Sahîh bir îmân için tüm sahte mabutların yani tâğûtların reddedilmesi, rubûbiyyetin ve ulûhiyyetin yegâne sâhibi Allâh Azze ve Celle’nin rablığında ve ilâhlığında birlenmesi ve de bir kılınması gerekir. Allâh’u Teâlâ’yı rablığında bir kılmak yaratan, yaşatan, yöneten, idare eden, hüküm veren, işleri dengede tutan, rızık veren, dirilten ve öldüren… olduğunu

(15)

mektir. İlâhlığında bir kılmak ise, duâ ve hüküm, yardım ve imdat isteme, kurban ve adak kesme, himmet ve hidâyet bekleme gibi ibâdet cinsinden olan herhangi bir şeyi ondan başkasına yapmamaktır. Ve de tevhîdî bir îmâna dair lüzumlu olan diğer şeyler…

Sâlih ameller işlemek, Allâh’ın râzı olacağı şeyleri yerine getirmek demektir. Bu, hayatın ve ölümün amacıdır. Allâh Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:

۪ذَّل﷎ا ﴿ ٰيَحْلاَو ﷏ثْىَوْلا َقَلَخ ي ًلَوَع ُي﷏سْح﷎ا ْنُكُّ ي﷎ا ْنُكَىُلْبَيِل َةى

﴿ ٢

﴾ ﴾

“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratandır.” [el-Mülk: 67/2]

Bu sebeble insanoğlu “îmân ettim” demekle değil, îmânını isbât ederek kurtuluşa erecektir. Bu da ancak sahîh bir îmânın gereği olan sâlih amelleri işleyerek gerçekleşir.

Makbul bir îmân, sâhibini Allâh’ın râzı olduğu şeyleri işleme-

(16)

Abdullâh Saîd el-Müderris

16

ye ve gadab ettiklerinden ise uzaklaşmaya sevkeder. Sâlih ameller de kişinin îmân üzere sağlamlaşmasını ve sebât et- mesini sağlar. Bu sebeble İslâm’ın gereği olan ameller, îmânın aslına dâhildir. Sâlih amellerin çoğalması îmânın art- masına ve kuvvetlenmesine; eksilmesi ve kötü amellerin iş- lenmesi ise îmânın azalmasına ve zayıflamasına sebeb olur.

İşlenen kötü amellerden tevbe ederek sâlih amellere devam etmek saadetin sebebidir. Allâh Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

َيِه َىىُكَ ي ْى﷎ا ًٰٓ ٰسَعَف بًحِلب﷏ص َلِوَعَو َيَهٰاَو ﷏ةبَت ْيَه بَّهَبَف ﴿

﴿ َيي ۪حِلْفُوْلا ٦٧

﴾ ﴾

“Ancak kim tevbe edip îmân eder ve sâlih amellerde bu- lunursa artık kurtuluşa erenlerden olmayı umabilir.” [el-Kasas:

28/67]

Sâlih ameller, ifâde edildiği üzere Allâh’ın râzı olacağı şeylerin tamâmını içine almaktadır. Ancak bunun, kendi için- de sınıflandırılması ve sıralaması mevzu bahistir. Sâlih amel- lerin içine öncelikli olarak farzı ayn olan ibâdetler girmekte- dir. Hiçbir kimse bu ibâdetlerden muaf değildir. Bu ibâdetle-

(17)

ra dair gerekli olan bilgilerin öğrenilmesi gerekir. Yani ilim, amelden öncedir. Farzı ayn amellerin başında vaktinde kılı- nan namaz ve vücûb bulduğunda geciktirilmeden verilmesi gereken zekât gelmektedir. Namaz, kişi ile küfrün arasındaki perdedir. Fahşadan koruyucu bir duvardır. Zekât ise malın temizleyicisi ve fakirin hakkı olarak Rabbimizin mükellefteki emânetidir. Farz-ı ayn olan ameller, namaz ve zekâttan baş- layarak eksiksiz olarak yerine getirilmelidir. Böyle kurtuluşa ermek mümkün olur. Allâh Azze ve Celle şöyle buyurmakta- dır:

ْنُه ِةَزِخٰ ْلْبِب ْنُهَو َةىٰكَّزلا َىىُتْؤُيَو َةىٰل َّصلا َىىُوي ۪دُي َيي ۪ذَّل﷎ا ﴿

﴿ َىىٌُِقىُي َىىُحِلْفُوْلا ُنُه َ ِئٰٰٓل۬وُاَو ْنِهِّبَر ْيِه يً ُه ًٰلَع َ ِئٰٰٓل۬وُا ﴾ ٤

﴿ ٥

﴾ ﴾

“Onlar, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren kimseler- dir. Onlar âhirete de kesin olarak îmân ederler. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidâyet üzeredirler ve işte onlar kurtu-

(18)

Abdullâh Saîd el-Müderris

18

luşa erenlerin ta kendileridir.” [Lukmân: 31/4-5]

Hakkı ve sabır tavsiye etmek, şirkten ari tevhîdî bir îmânı ve bunun üzerine yaşamayı ve de Allâh’a itaat üzere günahlardan uzak olarak, başa gelen bela ve musibetlere isyan etmeden kavuşmayı tavsiye etmek demektir. Bu da her türlü iyiliğe davet etmekle ve her türlü kötülükten de men etmekle, iyilikleri işlemekteki niyeti ve sebâtı, kötülüklerden de kaçınmaktaki kararlılığı ve sabrı elde etmek için insânları uyarmak ve teşvik etmekle gerçekleşir. Allâh Azze ve Celle, şöyle buyurmaktadır:

ْلبِب َىوُزُهْأَيَو ِزْيَخْلا ًَل�ا َىىُعْ َي ٌتَّهُا ْنُكْ ٌِه ْيُكَ مْلَو ﴿ ِفوُزْعَو

﴿ َىىُحِلْفُوْلا ُنُه َ ِئٰٰٓل۬وُاَو ِزَكْ ٌُوْلا ِيَع َىْىَهٌَْيَو ١٠٤

﴾ ﴾

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler on- lardır.” [Âli İmrân: 3/104]

Şirke ve fıska karşı uyararak tevhîde ve sâlih amellere dâvet etmek, beyân edildiği üzere hüsrana uğramaktan kur-

(19)

yapılması gerekli olan şirkten men ederek Allâh’ın tevhîdine çağırmaktır. Sonra ise O’na karşı sâlih amelleri işlemeye dâvet etmektir. Bunun gerçekleşmesi için kullanılacak ma- teryaller ve yöntemler zamana ve mekâna göre değişiklik arzedeblir. Bu bazen, sözlü veya yazılı olabildiği gibi seyfi de olabilir. Bazen umûmî bazen de husûsîdir.

ُدِمَحْلاَو

ِهَّلل

ِّبَر

َينِمَلاَعْلا

، ىَّلَصَو

ُهَّللا ىَلَع

ِهِقْلَخ ِرِيَخ

ٍدَّمَحُم ىَلَعَو

ِهِلآ

ِهِبِحَصَو

َمَّلَسَو .

Hamd âlemlerin rabbi olan Allâh’a mahsustur. Salât ve selâm yaratılmışların en hayırlısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in, âlinin ve ashabının üzerine olsun.

(20)

Referanslar

Benzer Belgeler

Ama kim de bunu, bu gerçeği örterse, kim ki Allah bilgisini, Allah kitabını örterek, örtbas ederek, görmezden gelerek, yok farz ederek, ilgi kurmayarak bir

Özetle mesele şudur; şayet bir beldede Allah'tan başkasına dua etmek ve bunun tamamlayıcıları olan ameller ortaya çı- karsa; belde ehli bunu devam ettirirse; bunun için

Zira buna göre ilim, kudret, yaratma gibi herkesin ittifakla kabul ettiği sıfatla- rın da manası bilinmeyen mutlak müteşabih olması gerekir ki bunu aklı başında hiç

Eğer Allah’ı, Allah’ın âyetlerini, Allah’ın kitabını, Resûlü’nün sünnetini, Allah’ın bizden istediği kulluğu örterek, gündemlerimizden düşürerek kendimizce

Yeryüzünde Allah’ı ve Allah’ın yasalarını reddeden, hâkimiyeti, rubû-biyeti kendilerinde gören, yeryüzünde tanrılık taslayan, Allah’ın arzında Allah’ın

Allahım; isim, sıfat, emir ve yasaklarına karşı işlediğimiz bütün şirk, isyan ve günahlarımızdan tevbe edip rahmet, mağfiret ve aff ını diliyorum ey kendisine hiç

Allah’ın âyetine hayat hakkı tanımadılar ve kendileri için hayır olan, tek suçu kendilerine süt verip onları beslemek olan bu deveyi ayaklarından biçerek

Eğer o (Kur’an) Allah katından olup da siz de onu inkâr etmişseniz, o zaman derin bir ayrılık içinde bulunan kimseden daha sapık kim