• Sonuç bulunamadı

Tekno-noir filmlerde teknofobi olgusu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Tekno-noir filmlerde teknofobi olgusu"

Copied!
147
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

RADYO TELEVİZYON VE SİNEMA ANABİLİM DALI

RADYO TELEVİZYON VE SİNEMA BİLİM DALI

TEKNO-NOİR FİLMLERDE TEKNOFOBİ OLGUSU

Kürşat DOĞAN

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Dr. Öğr. Üyesi Nermin ORTA

(2)
(3)
(4)

ÖNSÖZ

Bu çalışma, sinemadaki teknofobik söylemi tekno-noir filmler üzerinden araştırmaktadır. Teknofobi kavramının anlaşılabilmesi adına ortaya çıkışı ve tarihsel gelişimi ortaya konmuş, teknofobinin bilim kurgu filmlerinde nasıl işlendiğini anlamak adına çok sayıda film incelenmiş, bunların içinden seçilen filmler türsel kodlar bağlamında çözümlenmiştir. Tür filmleriyle ilgili sinema çalışmaları alanında pek çok bilimsel araştırma yapılmıştır. Ancak tekno-noir alt türüne odaklanan çalışmalar bulunmamaktadır. Bu çalışma ise tekno-noir filmleri ve bu filmlerdeki teknofobik söylemleri incelemektedir ve bu bakımdan literatüre yeni veriler sunması açısından önemlidir.

Bu çalışmanın gerçekleştirilmesinde pek çok insanın katkısı bulunmaktadır. Öncelikle; bugünlere gelmemde en büyük pay sahibi olan, desteklerini daima yakından hissettiğim aileme teşekkür ederim. Kendisinden çok şey öğrenmiş olduğum, bilgi birikimi ve son derece değerli tavsiye ve yönlendirmeleriyle bu çalışmanın tamamlanmasında büyük emeği bulunan tez danışmanım Dr. Öğr. Üyesi Nermin Orta’ya; lisans birinci sınıftan bugüne kadar daima yanımda olan ve büyük destek veren Prof. Dr. Aytekin Can’a; seçmeli derslerini alabilmek için erkenden ders kaydı yaptırdığım, sınavlarına istekle çalıştığım bir kaç hocamdan biri olan ve bana sinemayı daha da sevdiren Prof. Dr. Meral Serarslan’a; bilimsel araştırmanın mantığı üzerine çok şey öğrendiğim ve kıymetli bilgilerinden daima faydalandığım Dr. Öğr. Üyesi Behiç Alp Aytekin’e; entelektüel birikiminden uzun yıllardır faydalandığım ve kendisinen çok şey öğrendiğim Arş. Gör. Oğuzhan Mutluer’e; üzerimde emeği olan ve burada adını zikredemediğim dostlarıma ve hocalarıma teşekkür ederim.

(5)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

ÖZET

İnsanın doğayı kontrol altına alma ve ona hükmetme çabasında teknolojinin daima önemli bir rolü olmuştur. Teknolojinin günlük hayatta daha fazla yer etmeye başlamasıyla toplumlar teknolojiye gittikçe bağımlı hale gelmiştir. Teknolojinin bu gücü aynı zamanda ona karşı bir güvensizlik de yaratmış ve teknofobi kavramı ortaya çıkmıştır. Teknolojiye karşı olan korkuyu ifade eden teknofobi özellikle bilim kurgu filmlerinde sıkça işlenmiştir. Bu çalışmada, bir bilim kurgu alt türü olan tekno-noir filmlerdeki türsel kodlar ve teknofobik söylemin bu kodlarla nasıl oluşturulduğu saptanmaya çalışılmıştır. Örneklem olarak belirlenen filmler anlatı, karakter ve ikonografi açısından ele alınmış ve tür analizi uygulanmıştır. İncelemeler sonucunda, tekno-noir filmlerin tür filmlerine uygun olarak ortak türsel kodlar taşıdıkları, bu kodlar aracılığıyla ortak bir teknofobik söylem geliştirdikleri ve toplumdaki teknoloji korkusunu yansıttıkları bulgulanmıştır.

Anahtar Kelimeler: Bilim Kurgu, Tekno-Noir, Kara Film, Teknofobi, Tür Sineması

Ö

ğre

nci

ni

n

Adı Soyadı : Kürşat DOĞAN Numarası : 124223001005

Anabilim Dalı : Radyo Televizyon Ve Sinema Anabilim Dalı Bilim Dalı : Radyo Televizyon Ve Sinema Bilim Dalı

Programı : Tezli Yüksek Lisans Doktora Tezin Adı : Tekno-Noir Filmlerde Teknofobi Olgusu

(6)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

SUMMARY

Technology has always played an important role in human effort to control nature. With more and more technology in everyday life, societies became increasingly dependent on it. This power of technology also created insecurity against it and the concept of technophobia emerged. Technophobia, which expresses the fear of technology, has been frequently used in science fiction films. In this study, it has been tried to determine the genre codes and conventions and technophobic discourse in science fiction sub-genre techo-noir films. Sample films were examined in terms of narrative, character and iconography in line with genre analysis. As a result of the research it has been found techno-noir films have common type of codes and conventions as such in all genre films, through these codes and conventions they develop a common technophobic discourse and reflect the fear of technology in society.

Keywords: Science Fiction, Tech-Noir, Film Noir, Technophobia, Genre Film

Ö

ğre

nci

ni

n

Adı Soyadı : Kürşat DOĞAN Numarası : 124223001005

Anabilim Dalı : Radyo Televizyon Ve Sinema Anabilim Dalı Bilim Dalı : Radyo Televizyon Ve Sinema Bilim Dalı

Programı : Tezli Yüksek Lisans Doktora Tezin İngilizce

(7)

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ...1

I. BÖLÜM TEKNOFOBİNİN TARİHSEL VE MİTOLOJİK KÖKENLERİ VE BİLİM KURGU SİNEMASINA ETKİLERİ 1.1. Teknofobi...3

1.1.1 Teknofobiyi Yaratan Tarihsel Süreçler...4

1.1.1.1. Bilimsel Devrim ve Aydınlanma...4

1.1.1.2. Sanayi Devrimi...8

1.1.1.3 Teknolojiye Karşı İlk Organize Hareket: Luddizm....12

1.1.1.4. Robotlaşma ve Yapay Zekanın Olası Sonuçları ve Teknoloji Korkusuna Etkileri...15

1.2. Sinemada Teknofobi...19

1.3. Teknofobi ve Bilim Kurgunun Mitolojik Kökenleri...29

1.3.1. Prometheus Miti...30

1.3.2. Frankenstein: Modern Prometheus...33

1.3.3. Sinemada Prometheus Miti...35

II. BÖLÜM TEKNO-NOİR FİLMLER 2.1. Tekno-Noir Filmlerin Kökenleri...39

2.1.1. Kara Filmler ve Tekno-noir Üzerindeki Etkisi...39

2.1.1.1. Kara Filmin Kökenleri...41

(8)

III: BÖLÜM

TEKNO-NOİR FİLMLERİN TÜRSEL KODLAR BAĞLAMINDA ÇÖZÜMLENMESİ 3.1 METODOLOJİ 3.1.1.Problem...63 3.1.2.Amaç...63 3.1.3. Önem...63 3.1.4. Varsayımlar...64 3.1.5. Sınırlılıklar...64 3.1.6. Evren Ve Örneklem...64 3.1.7. Yöntem...65 3.2. BULGULAR VE YORUM 3.2.1. The Terminator (Terminatör) ...65

3.2.1.1. Filmin Anlatı Yapısı...66

3.2.1.2. Filmin Karakterleri...74

3.2.1.3. Filmin İkonografik Yapısı...76

3.2. 2. Minority Report (Azınlık Raporu)...78

3.2.2.1 Filmin Anlatı Yapısı...79

3.2.2.2. Filmin Karakterleri...82

3.2.2.3. Filmin İkonografik Yapısı...84

3.2.3. Dark City (Karanlık Şehir)...88

3.2.3.1. Filmin Anlatı Yapısı...89

3.2.3.2. Filmin Karakterleri...92

3.2.3.3. Filmin İkonografik Yapısı...94

3.2.4. Blade Runner 2049 (Bıçak Sırtı 2049)...98

3.2.4.1. Filmin Anlatı Yapısı...98

3.2.24.2. Filmin Karakterleri...104

3..4.3. Filmin İkonografik Yapısı...108

(9)

3.2.5.1. Filmin Anlatı Yapısı...112

3.2.5.2. Filmin Karakterleri...117

3.2.5.3. Filmin İkonografik Yapısı...119

SONUÇ...122

(10)

GİRİŞ

20. yüzyılın başlarından itibaren sinemanın bir sanat olarak kabul edilir hale gelmesi ve yaygınlaşmasıyla birlikte tüm dünyada film üretimi ve film izleyicisi hızla artmıştır. I. Dünya Savaşı’ndan sonra özellikle Amerikan filmleri dünyada ön plana çıkmaya başlamıştır. Zamanla hâkim konuma yükselen Hollywood sineması sektöre yön verir hale gelmiştir. Hollywood aynı zamanda tür filmlerini yaratmış ve bu filmler, tüm dünyada kendisine seyirci çekmeyi başaran, sinemanın anlatı yapısını doğrudan etkileyen araçlar haline gelmiştir. Öyle ki günlük hayatta bir filmi tarif ederken dahi onun hangi türe ait olduğunu ifade eden korku filmi, kovboy filmi, bilim kurgu filmi gibi tabirler kullanılmaktadır. Sinema çalışmalarında da önemli bir yere sahip olan tür filmleri, Amerikan sinemasını ve Amerikan toplumunun iç dinamiklerini anlamak adına oldukça önemlidir.

Tür sinemasının ürünü olan tekno-noir filmlerde teknofobik mesajların sebepleri ve bu mesajların izleyici üzerindeki amaçları bu çalışmanın temel problemini teşkil etmektedir. Tekno-noir filmlerin türsel özelliklerini ve türsel uylaşımlarını, yıllar içersinde geçirdiği evrimi ortaya koymak, bu filmlerin kara film ve bilim kurgudan türsel kodlar bağlamında ne ölçüde etkilendiğini tespit etmek ve bu filmlerdeki teknofobik söylemin türsel kodlarla nasıl oluşturulduğunu ortaya koymak çalışmanın amacını oluşturmaktadır. Çalışma kapsamında seçilen filmler bu doğrultuda çözümlenecektir. Tekno-noir filmler tür sinemasına ait filmler olduğundan bu filmlerde ortak türsel öğeler bulunmaktadır. Aynı türe ait filmlerde ortak anlatılar, karakterler ve ikonografiler yer almaktadır. Dolayısıyla bu benzerliklerin incelenmesi tür çalışmalarında önemli bir yere sahiptir. Tür filmleri üzerine çalışan pek çok yerli ve yabancı araştırmacı, anlatı, karakter ve ikonografi gibi özelliklerin tür filmi çalışmalarındaki önemini ortaya koymuştur (Abisel, 2003; Özden, 2014; Güçhan, 1999; Kabadayı, 2013; Oluk, 2008; Chandler, 2000; Mitchell, 2012). Bu önemden dolayı tür çalışmları tüm filmlerde ortak olan ve tekrar eden formül, ikon ve motifler gibi ikonografik öğelerin incelenmesiyle yapılmaktadır. Bu yüzden aynı türe ait filmlerdeki bu öğeleri irdelemeden tür üzerine çalışmak pek mümkün değildir (Mitchell, 2012: 255). Filmlerin teknofobik yapıları analiz edilirken türsel uylaşımları ortaya koyabilmek adına anlatı, karakter ve ikonografi gibi unsurların incelemesi yapılacaktır. Filmlerdeki karakterler, sinematografik

(11)

yapıları ve yer aldıkları dönemin estetik, politik ve yapısal özelliklerinin tür üzerine etkileri çözümlenecektir. Çalışmanın evrenini literatürde tekno-noir olarak bilinen filmler, örneklemini ise tekno-noir filmlere ait türsel uylaşımları net bir şekilde yansıtmalarından dolayı The Terminator (James Cameron, Terminatör, 1984),

Minority Report (Steven Spielberg, Azınlık Raporu, 2002), Dark City (Alex Proyas, Karanlık Şehir, 1998), Blade Runner 2049 (Denis Villeneuve, Bıçak Sırtı 2049, 2017), Automata (Gabe Ibanez, 2014) filmleri oluşturmaktadır. Tür sineması,

Hollywood endüstrisinin yarattığı bir sinema olduğundan, kara film ile tekno-noir gibi türler doğrudan Amerikan sinemasına ait kavramlardır. Tür filmlerinin Hollywood sinemsının ürünü olmasından dolayı türler üzerine yapılan akademik çalışmalar ağırlıklı olarak Hollywood filmleriyle alakalıdır (Neale, 1990: 46). Bu sebeple çalışmanın evreni çoğunlukla Hollywood filmleri oluşturmaktadır. Örneklem içerisinde yer alan Automata büyük Hollywood şirketleri tarafından yapılmamıştır ve bu noktada diğerlerinden ayrılmaktadır. Tekno-noir türünün Hollywood dışı sinemalar üzerindeki etkisini göstermesi bakımından çalışmaya dahil edilmiştir.

Bu çalışma, kara filmin ve bilim kurgu sinemasının birleşiminden doğan tech-noir (tekno-tech-noir) alt türüne odaklanmaktadır. Çalışmanın temelini teknofobi kavramı ve bu kavramın tekno-noir sinemadaki temsili oluşturmaktadır. Bu bağlamda çalışmanın ilk bölümünde teknoloji kavramı ve teknofobinin doğuşu üzerinde durulacaktır. Teknofobinin doğuşu ve ortaya çıkış sebepleri tarihsel bağlamda ele alınacak ve teknofobiyi yaratan sebepler belirlenecektir. Teknofobinin sinemaya olan etkileri ele alınacak ve bilim kurguyla beraber mitolojik kökenleri saptanacaktır.

İkinci bölüm tekno-noir filmler üzerine odaklanacaktır. Tekno-noir filmlerin ortaya çıkışı, kara film ve bilim kurgunun tekno-noir filmler üzerindeki etkileri çeşitli filmlerden örneklerle ortaya konacak ve tekno-noir filmlerin özellikleri tespit edilecektir.

Çalışmanın üçüncü bölümünde ise örnekleme dahil edilen filmler türsel kodlar bağlamında çözümlenecektir. Filmler anlatı, karakter ve ikonografi başlıklarıyla çözümlenerek aralarındaki türsel uylaşımlar ortaya konacak ve bu filmlerin türsel kodlar aracılığıyla nasıl bir teknofobik söylem geliştirdikleri belirlenecektir.

(12)

BİRİNCİ BÖLÜM

TEKNOFOBİNİN TARİHSEL VE MİTOLOJİK KÖKENLERİ VE BİLİM KURGU SİNEMASINA ETKİLERİ

Teknoloji ve siyah, karanlık kelimelerinden oluşan tekno-noir, bir film türünü ifade etmektedir. Bilim kurgu sinemasına ait olan bu filmlerde teknoloji korkusu önemli bir yer tutmaktadır. Bu türün oluşumunu anlamak adına bu bölümde sırasıyla teknofobi, sinemada teknofobik anlatıların doğuşuyla bunların tarihsel ve mitolojik kökenleri ele alınacaktır.

I.I. TEKNOFOBİ

Teknofobi, (Yunanca techne ve phobos) modern teknoloji ve özellikle bilgisayar gibi kompleks cihazlara karşı duyulan korku, hoşlanmama ve huzursuzluk duygusudur. Teknofobi, teknolojik gelişmelerin yan etkilerinin sebep olduğu korku ve kaygı durumu olarak tarif edilmektedir. Bu korku iki kısımdan oluşmaktadır: ilk olarak teknolojik gelişmenin toplum ve çevre üzerindeki yan etkileri için korku; ikincisi, bilgisayar ve ileri teknoloji gibi teknolojik aygıtları kullanma korkusu (Osiceanu, 2014: 1138). Teknofobi kavramı, toplumdaki teknolojik gelişmelere karşı çekimser bir tutum sergilemeyi, teknolojik cihazların kullanımından kaçınmayı ifade eden bir kavramdır. Teknofobik bireyler, günlük hayatta teknolojik alet kullanmaya direnen ve bunlara karşı negatif tutum sergileyen bireylerdir (Brosnan, 2003: 10). Bir başka tanıma göre ise teknofobi, bilgisayar ve bilgisayarlarla ilgili teknolojilerle etkileşimde bulunma kaygısı, bilgisayarlara karşı negatif tutumdur (Rosen ve Weil, 1990: 276). Teknolojik gelişim ve değişimlere karşı direnç gösteren bu bireylerde her türlü teknolojik cihaza karşı bir ön yargı oluşmaktadır. Teknoloji korkusu, pek çok sebebe dayansa da, insanların değişime ve tam olarak anlayamadıkları şeylere karşı duydukları güvensizliklere dayanmaktadır (Spicer, 1952: 18). Ani değişimlerden çekinen ve karşılaştığı yeni teknolojiyi tam anlayamayan bireyler teknoloji korkusu geliştirmektedir.

İnsanlık tarihi aynı zamanda teknolojik yeniliklerin ve değişimlerin tarihidir. Teknolojik değişim büyük ölçüde firmaların, girişimcilerin, işçilerin, bilim

(13)

insanlarının ve mühendislerin problemleri çözmek ve ekonomik, sosyal ve politik talebe cevap vermek için giriştikleri bilinçli bir araştırmanın sonucudur. Bu nedenle teknolojik değişimin doğası kaynaklar, coğrafya, kurumlar, tercihler, ihtiyaçlar ve talep gibi yerel koşullarla şekillenmektedir (Nübler, 2016: 3). Günümüzde hayatımızın her yanını kapsayan teknolojik gelişmelerin ortaya çıkışı ve gelişimini anlamak adına Bilimsel Devrim, Aydınlanma Çağı ve Sanayi Devrimi kavramlarına bakmak gerekmektedir.

1.1.1. Teknofobiyi Yaratan Tarihsel Süreçler

Her geçen gün hayatımızda daha fazla yer eden teknoloji, hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Ancak bireyler ya da toplumların teknolojiye karşı çok daha mesafeli olduğu dönemler de olmuştur. Kulağa güncel bir terim gibi gelse de teknofobi kavramını yüzlerce yıl geriye götürmek mümkündür. İnsanlık tarihinde yaşanan çeşitli olaylar teknofobi kavramının doğmasına neden olmuştur. Tarihsel süreç içinde yaşanan bu olaylar bu ana başlık altında ayrıntılı olarak ele alınacaktır.

1.1.1.1. Bilimsel Devrim ve Aydınlanma

Bilim, modern dünyadaki en önemli güçlerden biridir. Askeri, ekonomik, sosyal ve kültürel alanda büyük etkilere sahiptir. Bilime bağlı olarak ortaya çıkan teknoloji ve bu teknolojinin yarattığı pazar, modern ekonomilerin can damarlarındandır. Ancak bilim, insan hayatında her zaman bu kadar öneme sahip değildi. Günümüz bilimini yaratan süreci başlatan şey Bilimsel Devrim olarak adlandırılan süreç olmuştur. Bilimsel Devrimin tarihsel dönemi ve doğası hakkında tarihçiler arasında bir fikir birliği bulunmamaktadır. Genel kanı, bu dönemin 16. yüzyıl ile geç 17. yüzyıl arası dönemleri kapsadığı yönündedir. Kesin olarak kabul edilen şey ise Bilimsel Devrimin Avrupa’ya ait bir fenomen olduğudur (Hellyer, 2003: 1). Rönesans’ın sonuçlarından olan Bilimsel Devrim (Henry, 2002: 9), Avrupa’da bilimsel düşüncenin gelişmesi ve yaygınlaşması adına önemli bir dönemi ifade etmektedir. Avrupa bu dönemde özellikle astronomi alanında büyük atılımlar gerçekleştirmiştir. Copernicus, Brahe, Kepler, Galileo ve Newton gibi isimler

(14)

yaptıkları çalışmalarla büyük keşifler gerçekleştirmiş ve doğa bilimleri son derece önemli ve prestijli bir çalışma alanı haline gelmiştir.

Orta Çağ boyunca İslam dünyası Avrupa’ya kıyasla bilimsel ve kültürel anlamda çok daha ileri konumda yer almasına rağmen Bilimsel Devrim Avrupa’da geçekleşmiştir. Orta Çağ İslam alimleri antik Yunan metinlerini Arapçaya çevirmiş ve bu eserlerden faydalanmışlardır. 13. yüzyıl başından itibaren ise Yunanca ve Arapça metinler Latinceye çevrilemeye başlanmış ve bu durum Avrupa biliminin gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. Avrupa zamanla bilimsel alanda İslam medeniyetini geçmiş ve ön plana çıkmıştır (Applebaum, 2005: 2-3). Avrupa, günümüzde hala İslam medeniyetine karşı bilimsel ve teknolojik üstünlüğünü sürdürmektedir.

Avrupa’nın yeni metinlere ulaşması onun bilimsel anlamda gelişmesine katkı sağlasa da Bilimsel Devrimin nedenini sadece buna bağlamak mümkün değildir. Devrim’in kökenleri, sebepleri ve sonuçları yazardan yazara farlılık göstermektedir (Henry, 2002: 1). Devrim kelimesi önceki dönemden bir kopuş, bir farklılık gibi bir algı yaratmasına rağmen Orta Çağ biliminin 16. ve 17. yüzyıl bilimine yaptığı katkıları görmezden gelmek yanlış bir tutum olacaktır. Avrupa Bilimsel Devrimini oluşturan şey Orta Çağ doğa felsefesi olmuştur. Orta Çağ düşünürleri astronomi, kozmoloji, optik, kinematik ve matematik gibi alanlarda yaptıkları çalışmalarla sonraki yüzyılların büyük bilimsel gelişmelerine zemin hazırlamışlardır (Henry, 2002: 3). Anlaşıldığı üzere sürekli bir devamlılık söz konusudur ve dönemleri kesin çizgilerle birbirinden ayırmak oldukça zor gözükmektedir. 16 ve 17. yüzyıldaki bilimsel gelişmeler her ne kadar devrim olarak nitelendirilse de bilimsel bilgi kümülatiftir ve yılların birikiminin sonucudur. Avrupa bu gelişmeler sayesinde büyük ilerlemeler kaydetmiş ve kendi aydınlanmasını yaratmıştır.

Avrupa’nın bilimsel anlamda yaşadığı bu devrim, onu dünyada üstün bir konuma getirmiş ve kendinden sonraki bilimsel gelişmelere de dayanak olmuştur. İçerdiği büyük bilimsel ve entelektüel atılımlarla önceki yüzyıllardan önemli ölçüde ayrılan Aydınlanma Çağı, bilimsel ve entelektüel anlamda daha önce eşi benzeri görülmemiş bir yükselme dönemidir. Batı tarihinde entelektüel bir uyanışı ifade eden Aydınlanma döneminde ekonomi, bilim, tıp, tarih, edebiyat, felsefe ve eğitim gibi alanlarda büyük atılımlar meydana gelmiştir (McLean, 2010: 3). Kant aydınlanmayı

(15)

insanın toyluktan çıkışı olarak tanımlamaktadır. Kant’a göre toyluk, kişinin başkasının rehberliği olmadan kendi kavrayışını kullanamamasıdır. Aydınlanma, insanın öğrenmeye ve anlamaya başkasına ihtiyaç duymadan cesaret edebilmesidir. (Kant, 1996: 58). Kant’ın deyişiyle bu cesaretin yarattığı etkiyle bilimsel keşifler hızlanmış, pek çok alanda gerçekleşen büyük değişimlerle bilgi birikimi artmış ve sonraki yüzyılları da etkileyecek bir döneme girilmiştir. 18. yüzyıl boyunca gerçekleşen politik, ekonomik ve kültürel değişimler entegre bir Avrupa imajı oluşturulmasında önemli rol oynamıştır. Ticaret büyümüş, salgın hastalıkların azalmasıyla şehir nüfusu ve okuryazarlık artmıştır (Wokler, 2012: 29-30). Tüm bu olumlu gelişmelerden doğan olumlu hava, entelektüel bilginin artmasını sağlamıştır. Aydınlanma Çağı’nın başlangıç ve bitiş tarihleri tartışma konusudur ve kesin bir tarih vermek pek mümkün gözükmemektedir. Genellikle Muhteşem Devrim’in1 yapıldığı ve Newton’un Philosophiæ Naturalis Principia Mathematica’sının yayınlanmasından bir sene sonrası olan 1688 yılı başlangıç olarak kabul edilmektedir. Ancak, bu tarihi kabul etmek Aydınlanma kavramına sadece İngiliz gözünden bakmak ve Kıta Avrupasındaki diğer gelişmeleri göz ardı etmek anlamına gelmektedir. Aydınlanmanın bitiş tarihi olarak da genellikle Fransız Devrimi kabul edilse de bazı akademisyenler bu tarihi Napoleon’un yenildiği tarih olan 1815’e kadar götürmektedir. Bir başka bakış açısı ise Ayınlanmanın bir son tarihi olmadığı yönündedir. Buna göre, Aydınlanma hareketi modern dünyayı yaratan şey olduğundan günümüze kadar dönüşerek gelmiştir ve ortada sona ermesi gibi bir durum bulunmamaktadır (McLean, 2010: 4). Whithers da Aydınlanmayı 1685 ve 1815 tarihleri arasına koymaktadır (2007: 1). Görüldüğü üzere Aydınlanma Çağı’na kesin bir başlangıç ve -eğer varsa- bir bitiş tarihi vermek mümkün gözükmemektedir. Her Avrupa ülkesi kendi aydınlanmasını kendi tarihi doğrultusunda yorumladığından kesin tarihler ortaya konamamaktadır. Ancak, Aydınlanma Çağı’nın önce Avrupa sonra da tüm Dünya’yı büyük ölçüde etkilediği ve değiştirdiği kesindir.

Aydınlanma hareketiyle aklın gücüyle insan hayatının iyileştirilebilir olduğu düşüncesi ortaya çıkmıştır. Eleştirel düşüncenin yaygınlaşmasıyla Avrupa’ya uzun

1

II. James’in 1688’de tahttan indirilerek İngiltere’nin Anayasal Monarşi haline gelmesi Muhteşem Devrim olarak nitelendirilmektedir. Bu olayla parlamento Kral’a karşı güç kazanmıştır. İlk modern devrim olarak tanımlanmaktadır (Pincus, 2009: 3-10).

(16)

yıllar hakim olan düşünceler sorgulanır hale gelmiştir (Whiters, 2007:1). Kant’ın işaret ettiği düşünmeye cesaret etme eyleminin hakim olamaya başladığı görülmektedir. Sorgulanamayan olan sorgulanır hale gelmiştir. Aydınlanma döneminde büyük bilimsel atılımlara rağmen bu dönem entelektüelleri arasında bilime mesafeli olanlar da bulunmaktadır. Örneğin Jean-Jacques Rousseau, bilimin insanları doğadan uzaklaştırdığını ve genellikle bireyin gelişimine engel teşkil ettiğini düşünmektedir (McLean, 2010: 19). Herkes bu dönemdeki bilimsel atılımları savunmasa da, Aydınlanma Çağı bilimsel gelişmeyle özdeşleşen büyük bir ilerleme dönemidir.

İnsanlar özellikle anlamlandıramadığı yeni gelişmelere genellikle mesafeli bir tutum takınmaktadır. Buna karşın Aydınlanma’nın ve modernizmin getirdiği bilimsel ve teknolojik gelişmeler ilk başlarda son derece olumlu bir atmosfer yaratmış, sanayileşme ve bilimde ilerleme büyük bir prestij meselesi haline gelmiştir. Aydınlanma öncesi dönemde bu tip bir ortam bulmak mümkün değildir. Her çağın dinamikleri birbirinden farklıdır ve her çağ kendi akılcılığını getirmektedir. Ortaçağ’ın ussallığı, Tanrı’yı her şeyin merkezine koymak ve yaşamı onun üzerinden açıklamak üzerine kurulmuştur. Böyle bir tutum, farklı olan her şeyi hor görme durumunu da beraberinde getirmiştir. Aydınlanma Çağı’yla gelen modernite, Tanrı’nın yerine bireyi, özneyi yani insanı koymuştur. Modernizme göre doğru bilgi evrenseldir ve en önemli şey matematiksel kanıt ve akıl yürütme gibi kavramlardır. Bu tutum, bilimsel ve teknolojik ilerlemeye büyük bir ivme kazandırmıştır. Bilimsel ve teknolojik ilerlemeye dayanan bu katı rasyonel tutum beraberinde zamanla nükleer silah kullanımı, hava kirliliği, çevrenin yok edilmesi gibi teknolojik gelişimin diğer yönlerini de getirmiştir. Bu noktada Modernist anlayış iki tarafı keskin bir bıçak gibi görülebilir (Büyükdüvenci ve Öztürk, 2014: 16-19). Günümüzü ve geleceğimizi şekillendirmede bilimsel ve teknolojik gelişmelerin önemi yadsınamazdır. Ancak bu gelişmelerin yarattığı olumsuz durumlar insanların yeni teknolojilere karşı tutum geliştirmelerine neden olmuştur. Dolayısıyla insanların özellikle teknolojiye karşı ön yargılı olmalarının sebebinin, teknolojinin yıkıcı amaçlar için kullanılmasından kaynaklandığını söylemek mümkündür.

Aydınlama’nın getirdiği ilerlemenin kaynağı olarak rasyonel düşüncenin gelişmesi gösterilmektedir. Olaylar sihre, mucizelere ve ilahi müdahalelere

(17)

dayandırılmak yerine akıl ve mantık çerçevesinde düşünülmüş, deney ve gözlemle açıklanmaya çalışılmıştır. Aydınlanma Çağı’nın filozofları kendilerini parlak bir dönemde yaşar görmüşler, Rönesans ve Bilimsel Devrim öncesini karanlık çağlar olarak değerlendirmişlerdir. Aydınlanma ile yaşanan felsefi ve entelektüel ilerleme ortamında Tanrı kavramı dahi sorgulanır hale gelmiş ve özellikle organize dinlere karşıt fikirler ortaya çıkmaya başlamıştır (Applebaum, 2005: 121-122).

İlahi bir gücün yerine bireyin konulması büyük bir değişimi ifade etmektedir. Bu dönem, batı dünyasında teokratik hâkimiyetin çöktüğü dönemdir. Bu yüzden Akıl Çağı olarak adlandırılmış, bilimsel düşünce ve teknolojik gelişme ile aydınlanmaya ulaşılacağına ve dünyanın daha iyi bir yer haline geleceğine inanılmıştır. 19. yy’ın endüstriyel çağı, Aydınlanma Çağı’ndaki bilim ve teknolojiye olan inancın mantıksal bir devamı niteliğindedir. (Hayward, 2001: 232-233). Aydınlanmanın etkileri politika, sanat ve edebiyatta kendisini göstermiştir. Dönemin sanat yapıtlarında bilim ve teknoloji korkulacak değil, insanın geleceği için gerekli ve zorunlu olgular olarak görülmüştür (Güçhan, 2004: 60). Aydınlanmayla birlikte Avrupa’nın bilimsel ve teknolojik gelişimi Sanayi Devrimi’ni yaratmış ve bu devrim insanlığı yepyeni bir teknolojik değişim sürecine sokmuştur.

1.1.1.2. Sanayi Devrimi

Sanayi ya da Endüstri Devrimi, insan emeğine ve hayvan gücüne dayalı üretim modelinden, makine gücünün hakim olduğu üretim modeline geçişi ifade etmektedir. Devrim kelimesi aniden olan bir hareketi çağrıştırsa da, Sanayi Devrimi aniden gerçekleşen bir hadise değildir. Devrim’in kökenleri 16 ve 17. yüzyıldaki bilimsel gelişmelere dayanmaktadır. Bu yapısından dolayı Sanayi Devrimi’nin tam olarak ne zaman başladığına dair kesin bir tarih vermek pek mümkün değildir. Tarihçiler arasında çeşitli görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Kimi tarihçiler tarihi 1750’li yıllar kadar geriye götürürken kimileri de buharlı lokomotiflerden dolayı 1830 yılını işaret etmektedir (More, 2000: 2). Zaman konusunda ve endüstriyel gelişmenin evrimsel olarak mı yoksa devrimle mi gerçekleştiği konusunda tartışmalar bulunmaktadır. Evrimsel modeli savunan araştırmalara göre Sanayi Devrimi uzun bir ekonomik sürecin sonucudur. Devrim modelini savunan araştırmalara göre ise Sanayi Devrimi bir kopuş ya da dönüm noktasıdır

(18)

(Küçükkalay, 1997: 54). Sanayi Devrimi her ne kadar önceki yüzyıllara dayanan bir gelişme olsa da, önceki dönemlerden büyük bir ayrışma anlamına gelmektedir. Devrim, yavaş bir ekonomik büyümenin olduğu, nüfusun ve gelirin çok az arttığı ya da hiç artmadığı bir dünyadan büyük ve hızlı ekonomik büyümelerin olduğu, nüfusun ve gelirin devasa oranda arttığı bir dünyaya geçişi ifade etmektedir (Hudson, 2014: 3). Sanayi Devrimi, insanlık tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu noktaya kadar, ticaret ve endüstrinin ilerlemesi her ne kadar etkileyici olsa da, Sanayi Devrimi’nin getirdiği devasa ilerlemeye göre esas olarak yüzeysel kalmıştır. Ekonominin her alanına etki eden kümülatif ve sürdürülebilir teknolojiyi yaratan Sanayi Devrimi olmuştur (Landes, 1988:3). Devrim’in getirdiği yeniliklerle birlikte teknolojide, sanayide, üretimde, büyük atılımlar meydana gelmiştir.

Sanayi Devrimi’nin Avrupa’da gerçekleşmesinin çeşitli sebepleri bulunmaktadır. Hükümetlerin izledikleri merkantilist2

politikaların belirli yanları bu konuda önemlidir. Hükümetler kapalı pazarları ortadan kaldırmış, sanayiyi -özellikle savaş sanayisi- teşvik etmişlerdir. Döviz kazanma amacıyla ticareti teşvik eden dönemin yönetimleri modern bilimlerden de faydalanmışlar, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler Bilim Akademileri kurmuşlardır. Bu akademilerin kurulmasıyla bilim insanları, mucitler ve iş insanları birlikte vakit geçirmek için toplanmaya başlamıştır. Bu dönemde kadar olan süreçte artan ticaret de sanayideki devrimi tetikleyen faktörlerden birisidir (Rostow, 2012: 258-261). Devrimi yaratan sebeplerin tamamını tespit etmek her ne kadar mümkün olmasa da Rostow’un değindiği bu faktörler sanayi devrimini yaratan önemli sebeplerdendir.

Sanayi Devrimi ilk olarak İngiltere’de ortaya çıkmıştır. İngiltere’nin diğer Avrupa ülkelerinden önce sanayi atılımı gerçekleştirmesinin çeşitli sebepleri bulunmaktadır. Bu sebepler arasında politik istikrarın artması, The Bank of England gibi finansal kurumların ortaya çıkışı, yeterli nüfus ve insan gücü ile sömürgecilik faaliyetleri yer almaktadır (Allitt, 2014: 11-16). İngiliz tekstil endüstrisi geç orta çağ ve erken modern dönemlerde de oldukça etkili olan bir endüstridir. 18. yüzyıl ortalarında özellikle yün sanayisi ön plana çıkmaktadır. Bu dönemlerde diğer ülkeler

2

Merkantilizm: Özellikle 16. ve 18. yüzyıllar arası Avrupa’da hakim olan, ihracatı maksimize etme hedefli ekonomik milliyetçilik. Adam Smith’in adlandırdığı şekilde merkantil sisteme göre devlet ekonomide korumacı bir politika izlerken ihracatı desteklemeli ve ithalatı sınırlamalıdır (LaHaye, 1993: 534).

(19)

İngiltere’nin gerisinde kalmıştır. İtalyan üretimi mallar eski gücünü kaybetmiş, Hollanda’nın kumaş üretimi sürekli küçülmüş ve Fransa krizlerle boğuşmuştur. İngiliz ham yün tüketimi ise bu yıllarda sürekli olarak artmıştır. İngiltere’nin üretimde başı çeker hale gelmesi, onu diğer ülkelerden önce sanayi atılımı yapacak teknoloji ve inovasyon bilgisiyle donatmıştır (Landes, 1988: 45). Kıta Avrupasındaki politik ayrışmadan kaynaklanan istikrarsızlık ve sürekli yaşanan savaşlar da İngiltere’nin öncü olmasına fırsat sağlamıştır (Allitt, 2014: 143-144). Fransa İngiltere ile hemen hemen aynı ekonomik güce sahip olmasına rağmen endüstrileşmede öncü olamamıştır. Rostow’a göre İngiltere’nin Fransa’ya üstünlük sağlaması dine yönelik politikalarının bir sonucudur. İngiltere’de farklı mezheplerden olan insanlara yaşam ve çalışma hakkı verilirken, Fransa’da diğer mezheplerden olan insanlar bu haklardan mahrum edilmiş ve farklı ülkelere gönderilmiştir. Ve Sanayi Devrimi sırasındaki icatların pek çoğu bu insanlar tarafından gerçekleştirilmiştir (Rostow, 2012: 262-263). Özellikle Protestanların bu gelişmelerdeki rolü önemlidir. Weber, Protestan iş ahlakının kapitalizmin gelişmesinde önemli bir yeri olduğunu belirtmektedir. Örneğin Kalvinistler çok çalışmayı erdem saymakta, boşa zaman geçirmeyi günah olarak değerlendirmekte ve çok çalışıp az tüketmeyi emretmektedir. Weber, bu sayede üretimin artması ve kapitalizmin gelişmesinin önünün açıldığını belirtmektedir (Weber, 2005). Protestanlığın doğuşuyla Avrupa’da din savaşları yaşanmış ve Protestanlar çeşitli ülkelerden sürülmüştür. İngiltere, takındığı daha özgürlükçü dini tutum sayesinde Fransa’nın aksine pek çok insanı kendi bünyesinde tutabilmiştir. Fransa’dan kaçan Protestanların İngiltere’ye gitmesi Sanayi Devrimi’nin İngiltere’de gerçekleşmesi içim önemli bir katkı yapmıştır.

Endüstri Devrimi’nin dünyayı kökten değiştiren etkileri olmuştur. Bunlar arasında şehir nüfusunun artması sonucu kenar mahallelerin ortaya çıkması, sağlıksız yaşam koşulları, uzun çalışma saatleri, çocuk işçilik, büyük gelir farkları gibi pek çok olumsuz etkiler bulunmaktadır. Devrim’in birey üzerindeki olumlu etkilerine ise düzenli iş, barınma ve ucuz giyim gibi faktörler örnek gösterilmektedir (More, 2000: 167-168). Endüstriyel atılımlarla nüfus ve ekonomik büyüme oranları artmış, daha önce görülmemiş düzeylere ulaşmıştır. Aşırı nüfus artışı, gıda fiyatlarını yükseltip yoksulluğun artmasına sebep olurken, bir taraftan da gıda, barınma, yakacak ve giyecek gibi sektörler için pazar oluşturmuştur. Kırsaldan şehirlere göç oranı

(20)

yükselmiş ve şehirlerin nüfusu hızla artmıştır (Hudson, 2014: 159). Phyllis Deane, Endüstri Devrimi’nin getirdiği değişimleri şu şekilde sıralamaktadır: Piyasa ve üretim sürecine bilimsel ampirik bilginin yaygın ve sistematik uygulanması, aile veya dar kapsamlı kullanımdan ziyade ulusal ve uluslararası pazarlara ve üretime yönelik ekonomik faaliyetlerin uzmanlaşması, nüfusun kırsal alandan kentsel alana kayması, üretim birimin genişlemesiyle üretim sürecinin şirketler ve kamu kuruluşlarıyla gerçekleştirilmesi, emeğin fabrikalara kayması, yeni sosyal sınıfların ortaya çıkması ve insan emeğini azaltan makineleşmenin başlaması (1979: 1-2). Tüm değişimler toplumda daha önce görülmemiş büyük değişimlere işaret etmektedir.

Aydınlanmanın getirdiği bilimsel ve teknolojik gelişmeler, insanlığın tüm üretim süreçlerini ve yöntemlerini değiştiren Sanayi Devrimi’ni yaratmıştır. İnsanlık ilk kez bu dönemde büyük makineler icat etmiş, uzak mesafelere ulaşımı bir sorun olmaktan çıkarmış ve fabrikaları yaratarak daha önce görülmemiş düzeyde ürün imalatı yapmaya başlanmıştır. Sanayi öncesi dönem boyunca üretim, zanaatçıların belirli müşteriler için kişiye özel ürettikleri ürünler şeklinde gerçekleşmiştir. Bu nedenle el sanatlarıyla uğraşan zanaatkarlar teknik uzmanlık, problem çözme yetkinlikleri ve yaratıcılık alanlarında büyük ölçüde birbirleriyle rekabet etmiştir. Çalışmalar, sınırlı iş bölümü olan atölyelerde düzenlenmiştir. El sanatları sektöründeki teknolojik yenilikler, zanaatkârların yetkinliklerini arttırmayı, iş prosedürlerini ve materyallerini geliştirmeyi hedeflemiş, ancak sonradan olduğu gibi işçilerin yerini almayı amaçlamamıştır. Sanayi Devrimi'nin getirdiği büyük yeniliklerde biri, üretim sürecinin temelden değişimi olmuştur. Endüstriyel üretim yöntemi, üretimi atölyelerden fabrikalara, ürünleri kişiye özel ürünlerden standartlaştırılmış ürünlere kaydırmış ve belirli bir müşteri için üretim sona ererek pazara yönelik üretime geçilmiştir. El sanatları üretimindeki firmalar, yetkinlikler ve “işçilik” konusunda rekabet ederken, sanayi üretimindeki firmalar standartlaşmış ürünlerin fiyatları, maliyetleri ve kalitesinde rekabet etmeye başlamıştır. Kurumlardaki bu değişiklikler yeni sosyal ve politik taleplerin sonucudur. Örneğin, Avrupa ülkelerinde 18. ve 19. yüzyıldaki hızlı nüfus artışı, gıda ve giyim talebini artırmış, tarımda ve tekstilde üretkenliğin artırmasını sağlamıştır. Yeni sosyal ve politik talepler, kısıtlayıcı orta çağ lonca sisteminin dışında kalan fabrikaların kurulmasını teşvik eden kurumsal değişimleri tetiklemiş ve yeniliklerin geniş çapta

(21)

yayılmasını sağlamıştır (Nübler, 2016: 3-4). Yaşanan bilimsel ve teknolojik gelişmelerle birlikte büyük değişimler meydana gelmiştir. Bu değişimler genellikle olumlu olarak görülse de insanları her zaman memnun etmemiştir. Özellikle günümüzde teknoloji karşıtlığıyla anılan Luddizm hareketi bu dönemin endüstriyel gelişmelerine karşı ortaya çıkan önemli bir oluşumdur. Luddist’lere atfedilen teknofobik tutum sebebiyle sonraki kısımda Luddizm hareketi incelenecektir.

1.1.1.3. Teknolojiye Karşı İlk Organize Hareket: Luddizm

Modernizmle beraber teknolojiyi hayatın merkezine koyma düşüncesi yaygınlaşmıştır. 18. yüzyıldaki bilimsel ve teknolojik gelişmelerle beraber toplumlarda geleceğe yönelik olumlu bir hava oluşmuştur. Teknoloji karşıtı söylemler sanayi devriminin iyice etkili olduğu on dokuzuncu yüzyıla kadar pek duyulmamıştır. Önceki yüzyılda olduğu gibi 19. yüzyılda da sanatta bilim, teknoloji ve sanayileşme gibi kavramlar işlenmiştir. Ancak bu sefer eleştirel sesler yükselmeye başlamış ve teknolojinin insani değerleri öldürdüğü, makineleşmenin mimari ve sanatın değerini düşürdüğü yönünde fikirler ortaya çıkmaya başlamıştır. Özellikle resimde Romantizm akımı, teknolojik gelişmeleri bireye tehdit olarak görmüştür (Güçhan, 2004: 61-62). 19. yüzyıl, edebiyat alanında da bu anlamda ilklerin gerçekleştiği bir yüzyıldır. Mary Shelley’in 1818’de yazdığı teknofobik bir yapıya sahip Frankenstein, insanlığın teknolojiyi kullanarak Tanrı rolüne soyunmasının korkunç sonuçlarından bahsetmektedir ve ilk olması bakımından oldukça önemlidir (Dinello, 2005: 9). Frankenstein sinemada da oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Shelley’in eseri defalarca filme uyarlanmıştır.

Teknoloji korkusu, edebiyat dünyasına 1818’de giriş yapsa da, teknoloji karşıtlığı daha öncesinde ortaya çıkmıştır. Toplumsal düzeyde teknolojiye karşı harekete geçen ilk oluşum, sanayi devriminin getirdiği makineleşmeye direnen İngiliz işçiler arasından çıkmıştır. Kendilerine Luddite’ler adını veren bu işçiler, Ned Ludd’un sözde önderliğinde birleşmiş ve kendi zanaat ve ticaretlerine zarar vereceğini düşündükleri seri üretim sağlayan makinelere zarar vermişlerdir. Makine kırıcı bu işçilerin sergiledikleri bu teknofobik tutum, 1811 ve 1817 yılları arasında etkili olmuştur (Jones, 2006: 3). Hareketin ismi Ned Ludd’dan gelse de Jones, böyle birisinin aslında var olmadığının neredeyse kesin olarak bilindiğini belirtmektedir

(22)

(2006: 27). Ned Ludd var olmasa bile Luddistler gerçektir ve teknolojiye karşı organize hareketlerin kökenini anlayabilmek adına önemlidir.

Luddizm, iş gücünden tasarruf sağlayan makineleşmeye karşı işçi sınıfının saldırısıdır. Teknoloji yüzünden işini kaybedeceğini düşünen işçiler, makineleşmeyi engellemek adına fabrikatörlere tehdit mektupları dahi göndermiştir. Hatta daha da ileri gittikleri olmuş ve değirmen sahiplerine suikast girişimlerinde bulunmuşlardır. Luddizm’in doğası üzerine tarihçiler arasında anlaşmazlıklar bulunmaktadır. Onu devrimci bir hareket olarak değerlendirenlerin yanında, gerici olduğunu savunanlar da bulunmaktadır (Navickas, 2005: 281-282, Donnelly, 1986: 218). Örneğin Reinecke’ye göre Luddizm, ilerleme karşısında şiddete başvuran cahil ve ilkel bir makine kırıcılık hareketidir (1984: 12). Görüldüğü gibi Luddist hareketi, gerici bir hareket olarak da işçilerin haklarını savunduğu bir hareket olarak da değerlendirmek mümkündür.

Luddizm, sağlam bir organizasyonu ve kesin hedefleri olan bir hareket değildir (Navickas, 2005: 283). Daha ziyade işçilerin işlerini kaybetme korkusundan doğan bir harekettir. Luddist hareketin doğduğu dönem olan 19. yüzyılın ilk yıllarında İngiltere içerde yaşanan karışıklıklar, diğer ülkelerdeki savaşlar ve fabrika sisteminin iş modellerini kökten değiştirmesi gibi sorunlarla karşı karşıyadır. Luddist hareketi tüm bu siyasi, toplumsal ve ekonomik gelişmeler ışığında değerlendirmek gerekmektedir. Askeri birliklerle bastırılan Luddist hareket, toplumsal olarak da destek görmüştür. Diğer sektörlerden işçiler de bu harekete destek vermiştir. Hatta Generel Ludd, Robin Hood benzeri bölgesel bir halk efsanesi haline gelmiştir (Linton, 1985: 33). Hareketin ortaya çıktığı dönemde İngiltere’nin Napoleon’la savaşı ve artan gıda fiyatları gibi faktörler olumsuz bir ekonomik hava yaratmıştır. Sanayi Devrimi’nin yarattığı teknolojik değişimler, Fransız İhtilali’nin politik atmosferi, hareketi tetikleyen unsurlar olmuş, düzeni korumak için binlerce asker görevlendirilmiştir (Morris, 1983: 155). Luddist hareket dönemin toplumsal ve ekonomik zorluklarına karşı verilen bir cevap niteliğindedir.

Luddist hareket bu yıllardaki tek isyan hareketi değildir. Bu dönemde özellikle toplumun fakir kesimleri hayat koşulları sebebiyle isyan etmiş ve artan gıda fiyatlarına tepki göstermiştir. Dolayısıyla Luddist hareketin ortaya çıkış sebebi doğrudan teknoloji değil ekonomik zorluklardır (Klein, 2001: 727-728). Hareketin

(23)

toplumsal destek görmesi ve askeri birliklerce sert şekilde bastırılması, hareketin ülkedeki sosyal ve ekonomik koşullara bir tepki olarak doğduğunu göstermektedir. Bu yüzden Luddizmi sadece teknoloji düşmanlığı olarak tanımlamak doğru olmayacaktır. Luddistler teknolojiye olan düşmanlıklarıyla ve makinelere olan saldırılarıyla tanınsa da, makine kırıcılık onların ortaya çıkardığı bir kavram değildir. İngiltere’de daha önce 1767, 1769, 1779 ve 1792 yıllarında makine kırıcı eylemler gerçekleştirilmiştir. Luddist hareketin bastırılmasından sonra da benzer eylemler görülmüştir. (Randall, 1998: 152). Ancak günümüzde bu olgu genelde Luddistlerle özdeşleşmiştir.

Endüstri Devrimi’nin getirdiği makineleşmeyi adeta güç kullanarak durdurmaya çalışan Luddite’ler, özellikle kumaş işçilerinden oluşmaktaydı. Bu hareket sonucunda Luddite kavramı, teknofobik eğilimler gösteren insanları aşağılamak amacıyla kullanılan bir kavram haline gelmiştir (Brosnan, 2003: 155). İsimleri anti teknolojiyle özdeşleşen Luddite’ler, nadiren felsefi söylemlerde bulunmuşlardır ve içlerinden bir kısmı makinelere yapılan saldırılar gibi olaylar sebebiyle idam edilmiştir. Bugün bir efsane haline gelen bu hareket, 1990’larda bir gurup aktivist, yazar ve gazeteci tarafından Neo-Luddism olarak canlandırılmıştır (Jones, 2006: 47). Frankenstein’ın yazılmasıyla hemen hemen aynı dönemde ortaya çıkan bu hareketten de anlaşılacağı üzere, toplumdaki teknoloji kaygısı ve buna karşı negatif tutum on dokuzuncu yüzyılın ilk çeyreğinde açıkça ortaya çıkmıştır. Makineleşmeyle beraber işlerini kaybetmekten korkan işçilerin, ülkenin sosyal ve ekonomik koşullarına verdiği bir tepki olarak başlattıkları Luddist hareket günümüzde de anlamını korumaktadır. Günümüzde de insanlar teknolojiye bağlı olarak işlerini kaybetme korkusu yaşamaktadırlar.

Luddism zamanla evrilerek Neo Luddism halini almıştır. Ancak bazı Luddist’ler sadece teknolojinin bazı araçlarına değil, sanayileşmenin getirdiği her şeye hatta temelde endüstri kavramına karşıdır. Ned Ludd her ne kadar kurgusal bir karakter olsa da, isminin getirdiği etki büyüktür. Kimilerine göre baskıya ve kontrole karşı mücadele eden bir kahramanken, kimine göre de ilerlemeye karşı gerici bir çağrışım yaratmaktadır (Klein, 2001: 730,737). Her ne olursa olsun Luddist hareket

(24)

teknolojiye karşı verilen ilk toplumsal tepki olması bakımından tarihle önemli bir yere sahiptir.3

1.1.1.4. Robotlaşma ve Yapay Zekanın Olası Sonuçları ve Teknoloji Korkusuna Etkileri

Robotlar ve yapay zeka özellikle 1980’li yıllardan beri yükselen bir ivmeyle pek çok iş kolunu tehdit etmektedir. Bu konuda yapılan çeşitli uyarılar ise çok daha öncesine dayanmaktadır. 1930 yılında Keynes, gelecek yıllarda hepimizi etkileyecek olan, teknolojinin yaratacağı işsizlikten bahsetmektedir (Keynes, 1930: 3). Leontief 1952’de emeğin öneminin azalacağını, daha fazla işçinin yerini makinelere bırakacağını ve yeni endüstrilerin iş isteyen herkesi istihdam edemeyeceğini öngörmektedir. Heilbroner ise 1965’te makinelerin toplumu istila ettikçe insan emeğinin daha da önemsiz hale geleceğini belirtmiştir (Acemoğlu ve Restrepo, 2016). Robot teknolojisinin iş kollarını ne derecede tehlikeye atacağı kesin olarak belli değildir. İnsanların işlerini kaybedeceklerine dair genellikle olumsuz bir hava olmasına karşın Michaels ve Graetz, robotların toplam istihdam üzerindeki olumsuz etkisine dair kesin kanıtlar olmadığını ancak, düşük ve orta vasıflı işçilerin, yüksek vasıflı işçilere kıyasla daha fazla tehdit altında olduğunu belirtmektedirler (2015).

Endüstriyel robotlar özellikle fabrika işçilerini tehdit etmektedir. İş kollarını robotların ele geçirmesi çalışan kesim için bir sorun oluştururken üretici içinse büyük bir ilerleme anlamına gelmektedir. Makinelerin insanların yerini alması yeni bir olgu değildir. Royal Society of London, daha 1680'lerin başlarında, makinelerle yaratılabilecek emek tasarrufu konusunu tartışmıştır (Jacob, 2003: 212). Robot teknolojisinin, insanlara kıyasla üretici açısından pek çok artısı bulunmaktadır. Robotlar insanların yapamayacağı işleri kolayca yapabilmekte, tehlikeli görevlerde insan hayatını riske atmadan kullanılabilmektedir. 1980’li yıllarda bir robotun iş sahibine saatlik masrafı, bir işçiye kıyasla bakım giderleri dahil ¼ oranındadır. Robot teknolojisiyle işlerinden olan insanların başka kurumlarda da iş bulma şansları düşüktür. İşini kaybeden insanlar büyük zorluklarla başa çıkmak zorunda

3 Luddizm’in tam tersi görüşler de bulunmaktadır. Örneğin Transhümanistler insanın mevcut

halinin çeşitli teknolojilerle dönüştürülüp geliştirilmesi gerektiğini savunmaktadır. Transhümanistler, teknolojiyle insanın zihinsel ve fiziksel özellikleri geliştirilme, yaşlanma gibi biyolojik faktörleri devre dışı bırakma hedefi taşırlar (More, 2013: 4-5).

(25)

kalmaktadır (Ebel, 1987: 68). Gelecekte iş kaybının potansiyel büyüklüğünü tahmin etmek için çeşitli çabalar sarf edilmiştir. Örneğin, Frey ve Osborne (2013) mesleklerin potansiyel otomasyonunu, yani meslekleri bilgisayarlaştırmanın teknik kolaylığı ya da fizibilitesini araştırmışlardır. ABD'deki toplam istihdamın yüzde 47'sinin teknik olarak sonraki on yıl veya yirmi yıl boyunca yüksek riskli bir kategoride olduğunu hesaplamışlardır. Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya gibi Avrupa ülkelerinde ise bu oranın yüzde 35 olduğu tahmin edilmektedir (Nübler, 2016: 6). Tehdit altında olan meslekler sadece mavi yaka meslekler değildir. Günümüzde yapay zekanın artan etkisiyle birlikte bilgisayarlar çok daha etkili hale gelmiştir. Bu sebeple banka memurluğu, tezgahtarlık, muhasebecilik gibi meslekler de risk altındadır (Bessen, 2016). Özellikle yapay zekanın gelişmesiyle birlikte daha da gelişen robot teknolojisi yüzünden pek çok iş kolunun risk altında olduğu düşünülmektedir. Oluşan yüksek işsizliğin pek çok sosyal ve ekonomik soruna yol açması muhtemel gözükmektedir.

Üretim açısından sorun, daha az emek girdisi ile yeterli servetin nasıl oluşturulacağıdır. Üretimi artırmak adına önemli verimlilik artışları gereklidir. Ortaya çıkan asıl acımasız tablo, yaratılan servetin dağıtımı noktasında ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden gelecekte üretilecek çözümlerin bu soruna odaklanması oldukça önemlidir (Ebel, 1987: 69). Eğer bahsi geçen kötü tablolar gerçekleşir ve büyük bir işsizlik sorunu ortaya çıkarsa büyük toplumsal sorunlar doğurması muhtemeldir. Bununla ilgili çeşitli bilim ve iş dünyasından önemli isimler çözüm aramakta ve fikir üretmektedir. Bill Gates, Elon Musk ve Stephen Hawking gibi isimler otomasyon ve yapay zeka konusunda oldukça endişelidir. Üç isim de yapay zekanın pek çok insanı işinden edeceğine ve sosyal krizlere yol açacağına kesin gözüyle bakmaktadır. Musk ve pek çok iş insanının önerisi ise evrensel temel gelir oluşturulması ve herkese yıllık belli bir miktar para dağıtımı yapılmasıdır. Bu sayede yapay zeka yüzünden işsiz kalan milyonlarca insan en azından geçinmelere yetecek bir gelire sahip olacaktır (Daso, 2017, Larson, 2017). Evrensel temel gelir oluşturulsa bile çok sayıda insanın işsiz kalmasına nasıl tepki vereceklerini önceden kestirmek oldukça zordur. Teknolojik ilerleme kaçınılmaz olduğundan işsizlik konusunun bir sorun olarak yakın gelecekte ortaya çıkacağını söylemek mümkündür. Ortaya çıkan sosyal krizlerin nasıl çözüleceğini ise zaman gösterecektir.

(26)

Modern dünyanın bilim ve teknolojide ahlaki ve legal normlara meydan okuyan devrimci gelişmelerle yüzleşmesi, toplumun teknoloji hakkında huzursuzlaşmasına sebep olmuştur. Askeri teknolojilerin getirdiği yıkımlar, makinelerin insan gücünün yerini alması gibi faktörler teknolojiye karşı muhtemel bir ön yargı yaratmaktadır. Herkes Luddite’ler kadar sert tepki vermese de, gelişimin getirdiği ani değişimler insanların buna uyum sağlamasında bazı zorluklara sebep olmuş ve teknolojinin güvenli olup olmadığı sorusunu gündeme getirmiştir (Mordini, 2007: 546). Sanayi Devriminin getirdiği hızlı değişim, silahlanma yarışı ve bu yarışın I. Dünya Savaşı gibi insanlık tarihinde ilk kez makineleşme ve endüstrileşme yarışının yarattığı, kitlesel ölümlerle sonuçlanan bir savaşla neticelenmesi, insanlar üzerinde teknolojiye karşı derin kaygılar yaratmıştır (Dinello, 2005: 10). Savaşın yarattığı büyük yıkım doğrudan askeri teknolojiyle ilgilidir. Askeri teknolojinin ne kadar yıkıcı olabileceğini herkes fark etmiş ve teknolojinin insan yararına olup olmadığını sorgular hale gelmiştir.

Teknolojik değişimler teknolojiye karşı bir korku yaratsa da toplumların teknolojiye karşı tepkileri tamamen olumsuz yönde değildir ve zamanın koşullarından etkilenmektedir. Toplumun bir kısmı teknolojiye düşkün olurken bir diğer kısmı ise daha mesafeli olabilmektedir. Toplumlar umutlarını ya da korkularını televizyon, bilgisayar, otomobil ya da bomba gibi çok farklı teknolojik araçlara yöneltmektedir. Literatürde özellikle teknoloji karşıtı pek çok çalışma olduğu görülmektedir. 1960’lı yıllara kadar giden bu çalışmalarda Theodor Rozack, Charles Reich, Neil Postman ve Jerry Mander gibi isimler özellikle bilgisayar ve medya teknolojilerinin eleştirisini yapmıştır (Kellner, 2003?, 2-3). Neil Postman medya teknolojileri eleştirisinde ön plana çıkan bir isimdir. Televizyon Öldüren Eğlence isimli kitabında Postman, televizyonun asla iyi amaçlar için kullanılamayacak bir cihaz olduğunu tartışmaktadır. Televizyonu tehlikeli olarak yorumlayan Postman, onun insanları aptallaştırdığını ve okuma yazma kültürüne bir saldırı aracı olduğunu belirtmektedir (Postman, 2014). Postman’a göre kültür, teknoloji karşısında daima bedel ödemiştir. Teknolojinin avantajları ya da dezavantajları toplumda eşit olarak dağıtılmamıştır. Teknolojinin her şeyi -genellikle olumsuz yönde- değiştirme gücü bulunmaktadır. İnsanlar teknolojiyi bir nimet gibi kabul etmekte, olumsuz yönlerini görememekte ya da görmezden gelmektedir. Elinde çekiç olana her şeyin çivi

(27)

görünmesi gibi, elinde kamera olana her şey kayda alınacak bir görüntü, bilgisayar uzmanına her şey bir data gibi görünecektir. Çünkü teknoloji hayata bakışımızı şekillendirmektedir. Her teknolojinin insanlarn zihinlerini nasıl kullandığını, bedenleriyle ne yaptığını, dünyayı nasıl kodladığını, duyularının hangi yönde büyüdüğünü şekillendirme işlevi bulunmaktadır (Postman, 1998). Teknoloji konusunda son derece katı olan Postman, yaptığı çalışmalarda sürekli olarak benzer konulara değinmiş ve teknolojinin zararları konusunda uyarmıştır.

Benzer tepkiler felsefe alanında da ortaya çıkmıştır. Albert Borgmann, Across

the Postmodern Divide’da (1994) bilgi ve iletişim teknolojilerinin bizi hiperrealiteye

götürdüğünü ve bedenlerimizle, doğayla ve başkalarıyla temasımızı kaybetmemize sebep olduğunu belirtmektedir. Teknolojiye karşı bu tip eleştirel tutum takınan çalışmalar özellikle Weber, Heidegger ve Franfurt Okulu’ndan etkilenmektedir. Modern teknolojiyi tahakküm aracı olarak gören bu çalışmalar, bireysel özgürlük ve yaratıcılık gibi kavramların tehdit altında olduğunu belirtmekte ve insanların teknolojik bir kafese hapsedilerek kendilerine, başkalarına ve doğaya karşı yabancılaştırıldıklarını savunmaktadır (Kellner, 2003?: 3).

Görüldüğü gibi bu tip çalışmalar yeni değildir ve literatürde önemli bir yer tutmaktadır. Teknolojiyi eleştirel anlamda ele alan bu çalışmalar özellikle teknolojinin yarattığı yabancılaşmaya değinmişlerdir. Teknoloji her ne kadar insan hayatını kolaylaştırsa da, bu tip eleştiriler sürekli olarak yapılmaktadır. Teknolojinin kullanımının etik boyutu da sürekli tartışılmaktadır. Facebook’un kullanıcı bilgilerini büyük veri şirketlerine satmasıyla ortaya çıkan skandal bu duruma örnektir. Cambridge Analytica isimli büyük veri şirketi, milyonlarca Facebook kullanıcısının kişisel verilerini ele geçirmiştir. Cambridge Analytica, tahmini rakamlara göre 50 milyondan fazla kişisel hesaba ulaşmıştır. Şirket hakkında son derece ciddi iddialar bulunmaktadır. Bu iddialara göre politikacılara danışmanlık yapan şirket, Facebook üzerinden milyonlarca insanın oy tercihlerini maniple etmiş ve Birleşik Krallığın Avrupa Birliği referandumu (Brexit), Donald Trump’ın ABD başkanlığı kampanyası ve ABD’li politikacı Ted Cruz’un seçim kampanyasında sonuçlara etki etmiştir (Davies, 2015, Cadwalladr ve Graham-Harrison, 2018, Kleinman, 2018). Sosyal medya insanlarla etkileşimde bulunabilmek adına günlük hayatta fayda sağlasa da yaşanan bu ve benzer gelişmeler insanların teknolojiye olan güvenini sarsmaktadır.

(28)

Tüm insanlığı etkileyen bilimsel ve teknolojik gelişmeler her geçen gün günlük hayata daha fazla nüfuz etmekte, insanların yaşam biçimlerini şekillendirmektedir. Teknoloji, hem sevilen hem de korkulan bir araç olarak hem popüler kültürde hem de akademik çalışmalarda önemli bir yer tutmaya devam edecek gibi görünmektedir.

1.2. Sinemada Teknofobi

Aydınlanmanın sonuçlarından olan bilim ve teknoloji, 18. yüzyıldan beri sürekli tartışma konusu olmuştur. Frankenstein’dan sonra edebiyat alanında sürekli işlenen bilim ve teknoloji temaları daha sonra sinemada da kendisine yer bulmuştur. Özellikle bilim kurgu ve korku türünde bilimin tehlikeli olduğu fikri sürekli olarak işlenmektedir. Bu filmlerde en çok karşılaşılan karakterlerden olan çılgın bilim insanı, yaptığı etik olmayan deneylerle insanlığı felakete sürüklemektedir (Tudor, 1989: 133). Benzer temaları pek çok bilim kurgu filminde görmek mümkündür.

Özellikle Birinci Dünya Savaşı sonrası toplumların teknolojiye bakışı önemli ölçüde karamsarlaşmıştır. Savaşın getirdiği yıkımın etkisi büyük olmuştur. Savaş sonrasında kaybeden tarafta yer alan Almanya’da korku ve bilim kurgu temalı pek çok film yapılmış, gotik anlatılar ön plana çıkmıştır (Ekem, 1992: 73). Teknolojinin yıkıcı amaçlar için kullanımının yarattığı karamsarlık, Alman sinemasına yansımıştır. Savaş sonrasında özellikle çılgın bilim adamı tiplemeleri Alman sinemasına hakim olmuştur. Dönemin en meşhur filmlerinden birisi Dr. Caligari'nin Muayenehanesi’dir. Alman Dışavurumculuğu’nun önemli örneklerinden olan film, Dr. Caligari’nin hipnotizma gücünü kullanarak Cesare’ye hipnotize etmesi ve ona cinayetler işletmesini işlemektedir. Sanatsal açıdan dikkat çekici olan filmde karanlık bir atmosfer bulunmaktadır. Sivri uçlu formlar, eğik ve kıvrımlı çizgiler, sıra dışı açılar ve bükülmüş yapılar göze çarpmaktadır. Siegfried Kracauer’e göre Dr. Caligari Alman savaş hukümetini, Cesare ise sıradan vatandaşı temsil etmektedir. Kracauer, Dr. Caligari’nin hipnotik kontrol gücünü Hitler’in Alman halkı üzerindeki etkisine benzetmekte, Cesare’nin itaatkarlığı da Alman halkının tiran arayışı olarak yorumlamaktadır (Kracauer, 1947: 72-73).

Dünyadaki teknoloji korkusunun zirveye ulaştığı yıllar olarak Soğuk Savaş dönemini göstermek mümkündür. Özellikle 1950’li yıllar atom bombası kültürüyle

(29)

özdeşleşen, nükleer teknofobi yıllarıdır (Dinello, 2005: 67). Askeri teknolojide yaşanan gelişmeler, kitlesel yok oluş korkularını da beraberinde getirmiştir. Atom çağı, şehirlerin tamamen ve kolaylıkla yok edilebileceğini göstermiş, nükleer savaş paranoyası başlamıştır. Sanayileşme ve onun getirdiği silahlanma yarışıyla beraber teknoloji, insanların birbirini daha kolay öldürmesine yarayan bir araç haline gelmiştir. Dolayısıyla Soğuk Savaş dönemi, “her an bir nükleer savaş çıkabilir” korkusuyla tüm dünyada büyük endişeye yol açmıştır (Meehan, 2008: 13). 34. ABD Başkanı Dwight D. Eisenhower’ın tabiriyle Askeri Endüstriyel Komplesk’in4

ortaya çıkışı ve özellikle Hiroşima ve Nagazaki’den sonra ABD toplumu teknolojinin güvenilmez olduğu duygusuyla yaşar hale gelmiştir (Jones, 2006: 11). Atom bombasının yarattığı korku, hükümetleri çeşitli önlemler almaya itmiştir. Nükleer saldırı anında ne yapılması gerektiğiyle ilgili kitapçıklar ve filmler hazırlanmış, olası bir saldırıya karşı toplumun hazırlıklı olması için bilinçlendirme çalışmaları yapılmıştır.

Resim 1: Cleveland Sivil Savunma Ofisi’nin hazırladığı nükleer saldırı kitapçığı

4 Özellikle ABD ordusu ve orduya tedarik sağlayan savunma sanayii arasındaki birlikteliği

(30)

Kaynak:https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/e/e5/SurvivalUnderAtomi cAttack.jpg

Nükleer savaş korkusu soğuk savaş bitene kadar devam etmiştir. Bu dönemin yarattığı endişeyi pek çok popüler kültür ürününde görmek mümkündür. ilk örneklerden birisi olan 1951 yapımı The Day the Earth Stood Still (Robert Wise) bu filmlerden birisidir. Filmde dünyaya bir uzay gemisi inmektedir. Gemiden çıkan Klaatu isimli uzaylı, bir asker tarafından vurulur. Vurulan uzaylıyı kurtarmak için ortaya Gort isimli bir robot çıkar. Bu robot tankları bile kolayca eritip yok edebilecek güce sahiptir. Filmin sonunda Klaatu insanlara barış içinde yaşamayı öğrenmelerini tavsiye eder. Filmde, iki nükleer gücün barış içinde yaşamayı bir şekilde öğrenmesi gerektiği, aksi takdirde ikisinden de güçlü uzaylı varlıkların evrendeki barışı korumak için tüm insanlığı edeceği belirtilmektedir. Atom bombasının yarattığı yok oluş paranoyasını yansıtan film, askeri teknolojinin yarattığı büyük yıkımı anlatmakta ve seyircisini bununla ilgili uyarmaktadır (Hendershot, 2004: 33). Film, özellikle UFO hikayelerinin ortaya çıkmaya başladığı yıllarda gösterime girmiştir ve toplumdaki bu söylentileri beyaz perdeye aktarmaktadır. Terminatör, Dr.

Strangelove or How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb (Stanley Kubrick, 1964), Planet of the Apes (Franklin J. Schaffner, Maymunlar Cehennemi, 1968) Terminator 2: Judgment Day (James cameron, Terminatör 2: Mahşer Günü, 1991) gibi filmler nükleer savaş paranoyasını yansıtan filmlere örnektir.

Hollywood sinemasında teknofobik temalar 1960’lı yıllarla birlikte devam etmiş, ancak bilim kurgu filmlerinde önceki yıllara göre bir düşüş olmuştur. Amerikan toplumundaki değişimler bilim kurgunun kültürel durumunu da değiştirmiştir. Nükleer korku ve Sovyet işgali korkusu azalmışken, iç endişeler artmıştır. ‘Alien’ (yabancı-uzaylı) tehdidi artık dışarıdan değil içeriden gelmektedir: Siyah hareketi, feminizm, öğrenci hareketi, hippiler, savaş karşıtlığı... Hal böyleyken 1960’lı yıllar bilim kurgu sinemasının da gerilediği yıllar olmuştur. Toplumsal dalgalanmalar, Kennedy ve Marin Luther King suikastları gibi olaylar, ilgiyi çok daha farklı noktalara çekmiş ve bilim kurgu üretiminde düşüş meydana gelmiştir (Sobchack, 2005: 266). 1950’li yıllardaki ivmesini kaybetmesine rağmen bu dönemde son derece önemli bilim kurgu filmleri yapılmıştır. Planet of the Apes

(31)

(1968) ve 2001: A Space Odyssey (1968) bu filmlerden ikisidir. Planet of the Apes,

3978 yılında geçmektedir. Dört kişilik bir mürettebattan oluşan bir uzay gemisi bir gezegene iner. Etrafı keşfetmeye başlayan ekip gezegenin dünyaya çok benzediğini fark eder. Daha sonra gezegenin zeki maymunlarca kontrol edildiğini keşfeden ekibin başı bu maymunlarla belaya girer. Hayatta kalan son mürettebat, mahkum kadınlardan birisiyle maymunlardan kaçar ve bu gezegenin aslında Dünya olduğunu öğrenir. 1968 yılının en büyük gişe hasılatına sahip olan filmi, Amerikan politik ve sosyal düzeninin bir eleştirisi olarak okumak mümkündür. Irkçılığın, sınıfsal ayrımcılığın, hoşgörüsüzlüğün ve muhalif görüşleri susturmanın eleştirisi yapılmaktadır (Abramson, 2008: 214). Filmde maymunların insanlara değersiz canlılar olarak davranması ve onları köle olarak kullanması üzerinden, insanın insana nasıl davrandığı gösterilmektedir.

Bu yıllarda yapılan filmlerden belki de en önemlisi, hem bilim kurgu türünde hem de genel olarak sinema tarihinde önemli bir yere sahip olan, yönetmenliğini Kubrick’in yaptığı 1968 yapımı 2001 Space Odyssey’dir. Filmde milyonlarca yıl önce Afrika’daki insansı canlılar bir monolit bulmaktadır. Bu monolit aracılığıyla kemiğin silah olarak kullanılabileceğini keşfederler. Milyonlarca yıl sonra insanlar Ay’da bu monolitin benzerini bulurlar. Monolitin keşfinden bir süre sonra Discovery One isimli gemi, Jupiter’e doğru yola çıkar. Gemide bulunan HAL 9000 isimli yapay zeka zamanla tutarsız davranmaya başlar ve astronotlarla yapay zeka arasında bir mücadele yaşanır. Film, dönemin temaları, motifleri ve kaygılarını öncü bir estetikle dile getirmektedir. Filmde, Soğuk savaşın yarattığı gerilim ve filizlenen bilgisayar çağının yarattığı kaygıları görmek mümkündür (Abramson, 2004: 214). Film, tıpkı 1950’lerin paranoyasında olduğu gibi bilim ve teknolojiyi tekrardan potansiyel bir düşman haline getirmiştir (Hayward, 2001: 316). Filmde HAL 9000, bütün gemiyi kontrol eden bir yapay zekadır. Teknolojinin her şeyi kontrol etme gücünü gösteren film, aynı zamanda bu teknolojinin hata yapacağını da göstermektedir. Teknolojiye güvenip bütün bir uzay gemisini ona emanet etmek felaket doğurmuştur.

1970’li yıllara gelindiğinde ise yepyeni bir bilim kurgu devrimi başlamış, bu devrimin yarattığı hareketlenme, bilim kurguyu belki de en çok sevilen film türlerinden birisi haline getirmiştir. 1977 yapımı Star Wars (George Lucas, Yıldız

(32)

Savaşları) ve Close Encounters of the Third Kind (Steven Spielberg, Üçüncü Türden Yakınlaşmalar) gibi devasa bütçeli, bol görsel efektli filmlerin ortaya çıkışıyla bilim

kurgu türü tekrar popüler hale gelmiştir. Bu filmler adeta bir bilim kurgu rönesansı başlatmış ve bilim kurgu sinemasının 1950’lerden sonra ikinci altın çağı doğmuştur (Berg, 2012: 403). 1970’li yıllar, özellikle Watergate gibi büyük skandalların yaşandığı, kurumlara ve politikacılara güvenin oldukça azaldığı yıllardır. Watergate Skandalı’nın patlak verdiği günlerde Amerikan toplumunun gündemini oluşturan konular dinleme, takip ve gözetleme gibi konulardı. Dolayısıyla bu dönemde toplumun en çok önem verdiği konular politik yozlaşma ve kapitalist şirketlerin aç gözlülüğüdür (Auger, 2011: 124). Dönemin bilim kurgu ve felaket filmlerinde bilime, geleneksel kurumlara ve hükümet yetkililerine güvenmenin kurtuluş getirmeyeceği teması ön plandadır. Amerikan toplumu yardım için artık bu tip yapılanmalara güvenmemektedir (Gateward, 2007: 114). Bilime ve teknolojiye karşı duyulan kaygı, dönemin filmlerinde kendisini göstermektedir. Özellikle devletin ve şirketlerin teknolojiyi kullanış biçimleri eleştirilmiştir.

Soylent Green (Richard Fleischer, 1973), dönemin önemli filmlerindendir.

2022 yılında geçen filmde dünya nüfusu kontrol edilemez ölçüde artmış ve doğal kaynaklar tükenmiştir. Soylent Industries isimli şirket, nüfusu besleyebilmek için denizlerdeki planktonlardan yiyecek üretmektedir. Bir cinayeti araştıran dedektif Thorn, araştırmasının hükumet tarafından engellenmeye çalışıldığını fark eder. Dedektif thorn daha sonra Soylen Green isimli yiyeceklerin insanlardan yapıldığını keşfedecektir. Filmde yamyamlık devlet destekli olarak yapılmaktadır. Devlet insanları yediklerinin ne olduğu hakkında kandırmaktadır. Film, dönemin devlete ve şirketlere karşı olan güvensizliğini yansıtmaktadır.

Ridley Scott’un yönetmenliğini yaptığı Alien’da da (Yaratık, 1979), şirketlere olan güvensizliğin izlerini görmek mümkündür. Filmde bahsi geçen şirketin nihai amacı uzaylı türünü yakalamak ve inceleme için geri getirmektir. Nostromo uzay gemisinin mürettebatı ise şirket için önemli değildir. Şirket bu protokolü bir insansı robot üzerinden uygular. Robot onlara hayatlarının önemli olmadığını söyler. Açıkça teknofobik olan bu sahnede şirketin çalışanlarına, teknolojiyi kullanarak, önemli olmadıklarını söylemesi dikkat çekicidir. Özellikle muhafazakâr yapıda bilim kurguların üretildiği bu dönemde, filmlerde ‘doğal’ toplumsal düzeni tehdit eden her

(33)

şey teknoloji metaforuyla temsil edilmiş ve bu tehditten kurtulma yöntemi olarak da muhafazakâr değerler yüceltilmiştir. 1970’lerin teknofobik filmlerinde teknoloji doğal sosyal düzeni tehdit eden bir metafor olarak sıkça kullanılmıştır. Konservatif değerler doğayla özdeşleştirilerek, teknoloji tehdidinin bir çözümü olarak sunulmuştur (Ryan ve Kellner, 1990: 58-60).

1980’li yıllar, ABD’de politik kültürde değişimlerin yaşandığı bir dönemdir. Ülke, Ronald Reagan başkanlığında bir muhafazakarlaşma sürecine girmiştir. Reagan’ın sağ politikaları ve Soğuk Savaş’ı yeniden canlandırma çabaları sinemada temsil bulmuştur. Reagan’ın Sovyetler’e karşı izlediği agresif politika, kendisinin zamanın en önemli bilim kurgu filmlerinden birisiyle ilişkilendirilmesine yol açmıştır: Yıldız Savaşları. İlk filmiyle beraber büyük ilgi uyandırmayı başaran ve görsel efekt teknolojisinin sinema sanatına katkısı açısından büyük önemi olan Yıldız

Savaşları serisi, adeta Reagan yönetimiyle anılan bir isim halini almıştır. Reagan’ın

Sovyetlere karşı ABD’ye füze kalkanı kurma projesi medya tarafından Yıldız

Savaşları olarak adlandırılmıştır. Hatta Reagan bir konuşmasında Sovyetler’den

şeytani imparatorluk olarak söz etmiş, Sovyetleri Yıldız Savaşları’ndaki imparatorluğa benzetmiştir (Prince, 2007: 1, 19). Reagan bu şekilde kendilerini de bu şeytani imparatorluğa karşı savaşan özgürlük ve demokrasi savaşçıları olarak nitelendirmektedir.

Dönemin filmlerinde Orwell’dan esinlenen distopik temalar, teknolojik gözetleme, insan hakları ve demokrasi ihlali gibi konular özellikle göze çarpmaktadır (Hammer ve Kellner, 2007: 107). 1980’li yıllarda yaşanan özellikle teknolojiye dayalı felaketler, bilim kurgu filmlerinde teknofobik temaların işlenmesini daha arttırmıştır. Çernobil faciası ve The Challenger kazası gibi olaylar, insanın teknolojiye olan bağlılığı konusundaki endişeleri alevlendirmiştir. Canavarlar, makineler, tehlikeli yapay zekalar gibi konular izleyici çekmiştir (Grindon, 2007: 145, 152). Bu dönemde nükleer paranoya yeniden ortaya çıkmıştır. Makineler eliyle gerçekleşen nükleer yıkım temaları sıkça işlenmektedir.

WarGames (John Badham, Savaş Oyunları, 1983) bu temayı işleyen

filmlerden birisidir. Filmde ABD hava kuvvetleri, nükleer silah kontrolünü, insan hatası faktörünü ortadan kaldırmak adına bir bilgisayara verir. Bilgisayar meraklısı bir genç olan David bir gün kız arkadaşıyla beraber bu sisteme sızar ve bilgisayara

Şekil

Tablo 1: Tekno-noir  filmlerdeki  ortak türsel kodlar.

Referanslar

Benzer Belgeler

Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi, elinizdeki Bektaşilik Özel Sayısı ile kuruluş amacına uygun olarak yeni bir kapı aralamaktadır.. Bu kapı, “bir

Her biri çürümüş birer ‘kurum ’ olan, tekkeler yaşantısından, m em urlara ve nazırlara padişah ihsanları ve avantalarından, herkesin birbirini jurnal etmesi

Gerçekleştirilen zaman kullanımı araştırması, evde bakım uygulamasından yararlanan hanelerde, ağır engeli bulunan aile üyelerine bakım veren kadınla- rın, 24

b›rakabilen ya da uzun süreli ilaç sal›m h›z›n› kontrol edebilen sal›m sistemlerinin düflü kurulmas›na karfl›n, ancak son y›llarda bu tür sistemlerin

TÜRKİYE'ye dünyayı, dünyaya Türkiye'yi tanıtan adam, 83 yaşında kalbine yenik düşen, “Modern Evliya Çelebi” Gazeteci Yazar Hikmet Feridun Es, dün Gazeteciler

As a result of testing H1, which intends to put forth whether there is a significant difference between the intrinsic reward practices of the firms according to

7UNL\H WHNVWLO YH KD]ÕU JL\LP VHNW|UQGH GQ\DQÕQ HQ JoO SL\DVD SD\ODUÕQGDQ ELULQH VDKLSWLU 6HNW|UQ EX |QHPL GR÷UXOWXVXQGD \DSÕODQ EX

Daha sonraki yıllarda Halit, orkestra şefliği uygulamasını bizim üstümüzde denemeye kalkın­ ca, işin ciddiyetini iyice kavradım.. Halit, bana asistanlık yaptığı