• Sonuç bulunamadı

Erginlikte kendine güven ve aile ile ilişkilendirilmesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Erginlikte kendine güven ve aile ile ilişkilendirilmesi"

Copied!
164
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER...i ÖNSÖZ...iii TABLOLAR LİSTESİ ...v GİRİŞ...1 BİRİNCİ BÖLÜM...6

1. ERGENLİK DÖNEMİ VE ERGENLİKTE KENDİNE GÜVEN ...6

1.1. Ergenlik Dönemi ... 6

1.1.1. Ergenlik Döneminin Genel Özellikleri ...7

1.1.1.1. Ergenlik Döneminin Fizyolojik Boyutu ... 10

1.1.1.2. Ergenliğin Psikolojik Boyutu ... 11

1.1.2. Ergenlikte Aile Algılaması ...16

1.1.3. Ergen Ailesi Olma Psikolojisi...19

1.2. Kendine Güven... 21

1.2.1. Kendine Güven Olgusu...21

1.2.2. Kendine Güven Olgusunun Psikolojik Boyutu...25

1.2.3. Kendine Güven Olgusunun Sosyal Boyutu ...29

1.2.4. Kendine Güven Zayıflığının Nedenleri ...32

1.3. Ergenlikte Kendine Güven Duygusunun Gelişimi... 34

1.4.Ergenlikte Kendine Güven Konusu İle İlgili Psikolojik ve Sosyolojik Faktörler. 41 1.5. AİLE... 55

1.5.1. Ailenin Tanımı ve Özellikleri ...55

1.5.2. Ailede Sosyal İlişkiler...57

1.5.3. Ergenin Psiko-Sosyal Gelişmesinde Ailenin Rolü ...59

1.5.4. Ailenin Fonksiyonları ...62

1.5.5.Ergenlikte Ailenin Önemi ...64

İKİNCİ BÖLÜM ...67

METODOLOJİ...67

2.Kavramsal Çerçeve...67

2.1. Tanımlar ... 67

2.2. Ergenlikte Kendine Güvenin Aile ile Ankara Örneğinde Kavramsallaştırılması 68 2.2.1. Ergenlikte Kendine Güven...72

(2)

2.2.3. Kendine Güvenen Ergenlerin Aile Yapısı ...81

2.3. Alan Araştırması ... 84

2.3.1. Evren-Örneklem...84

2.3.2. Anket Formu ve İstatistiksel İşlemler...85

2.4. Sınırlamalar ... 86

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM...88

3. Alandan Elde Edilen Verilerin Değerlendirilmesi ...88

3.1. Deneklerin Genel Özellikleri ... 88

3.2. Deneklerin Aile Özellikleri ... 93

3.3. Deneklerin Günlük Yaşama İlişkin Alışkanlıkları... 95

GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ ...132

(3)

ÖNSÖZ

Türkiye, teknoloji ve sosyal değişmelerin etkisi altında, her alanda geleneksel yapıdan, modern yapıya doğru değişim geçirmektedir. Kendine güvenin biçimlenmesi de, bu değişimin sürecine bağlı olarak şekil kazanmaktadır. Kendine güvenin biçimlenmesi, doğumdan gelmeyen; tam tersine çocukluktan itibaren yavaş yavaş oluşup gelişen önemli bir niteliktir. Bizim istemlerimizi gerçekleştirmeyecek olan yaşadığımız başarısızlıklar, düş kırıklıkları, duygusal incinmeler, tüm yaşantımız boyunca sistematik olarak kendine güveni tahrip etmektedir.

İnsanların çok azı, kendilerini gerçekten özgürce ve hiçbir baskı altında kalmadan geliştirebilir. Bir çok insanın içinde yetiştikleri ve yaşadıkları toplumsal koşullara bağlı olarak kendine güven konusunda sorunlarının olması, psikolojik olarak anlaşılmayacak bir şey değildir. Bunun yorumunun net olarak yapılabilmesi için, ailelerin, çocuklara nasıl yaklaşım sergilediklerini görmek gerekir. Ailenin yaklaşım tarzının, çocuğun iç dünyasında bıraktığı izlerin etkilerini yorumlamak, çocuğun sosyal ve psikolojik açıdan gelişimlerine katkıda bulunmak ile eş değerdedir. Bu çalışma, bu eşdeğerliliği ortaya koyabilmek için yapılmıştır. Öncelikle, insanların psiko-sosyal yapıları sağlıklı olabilsin ki, buradan sonra yapılacak faaliyetler de başarısız olmasın. Çünkü , insan hem kendisi için, hem de içinde bulunduğu toplumu için kutsaldır. Bu kutsallık ise hayatiyetini psiko-sosyal anlamda sağlıklı olmada bulmaktadır.

İnsan ile toplum iç içedir. İnsanın görüşleri topluma, toplumun görüşleri de insana etkide bulunmaktadır. Kendine güven konusunda da bu böyledir. Toplumun koruyucu olması kadar, bireyin de bilinçli ve kendine güvenli olması gerekir. Bu bakımdan bireyin algılamalarının netlik kazandığı ergenlik döneminde kendine güven ve aile ile ilişkilendirilmesi araştırmamızın esasını oluşturmaktadır. İnsan önemli olduğundan, insana dair duygusal dünyadaki kavramların niteliğinin, niceliğinin de belirlenmesi önemli bir çalışmadır. Özellikle de ergenlik dönemi ilintili kendine güven kavramında çok gereklidir. Çünkü, kendine güven yoksunluğu insanları sosyal hayattan uzaklaştırmaktadır.Her birey kendisine güvenmek ister,bireyin kendine güvensiz bir tutuma sahip hale gelmesi,bireyden değil çevresinden kaynaklanır.Bireyin sosyal çevresi noktasında da ilk ve en önemli kurum aile olduğundan önce ailenin betimlenmesi gerekir.Ailenin bireyin kendine güvenini arttırma ya da eksiltme fonksiyonuna birinci dereceden sahip olması, çalışmanın mahiyetine asıl anlamı katmaktadır.

(4)

Yüksek lisans tezi olarak hazırlanan bu araştırma genelinde sunulan bilgiler temel problemleri ile ilgisi ölçüsünde ele alınmıştır. Bu nedenle sahanın tümünü temsil etmez. Ergenlik psikolojisi ve aile sosyolojisi alanında yapılan çalışmalar çok fazla olmakla birlikte, bu iki önemli alanı, kendine güven başlığı etrafında toplayan çalışma yoktur. “Ergenlikte Kendine Güven ve Aile İle İlişkilendirilmesi” isimli yüksek lisans tezi çalışması, kendine güven başlığını geneliyle ele alarak, özelinde ergenlik döneminde ortaya koyacak ve ergenlerin bakış açısından ailenin etkilerini tartışacaktır.Kendine güvenin açıklanması, kişilerin yaşamsal bozgunlardan uzaklaşmasını da beraberinde getirecektir. Neyin, nasıl olduğunun bilincinde olan kişiler böylelikle tutum değiştirecek ve bu anlamdaki bilinç yayılacaktır.

Bu çalışmamda bana yardımlarını esirgemeyen danışmanım Doç.Dr.Mustafa Aydın’a ve her zaman maddi ve manevi desteklerini aldığım aileme ve özellikle kendine güveni yüksek bir birey olmamı sağlayan babama teşekkür ederim.

Çalışmamızın, konu ile ilgili tüm kişi ve kuruluşlara, özellikle de sosyal psikoloji alanına yararlı olması dileğiyle…

(5)

TABLOLAR LİSTESİ

Sayfa no

Tablo 1. Cinsiyet Dağılımı…... 88

Tablo 2. Yaş Dağılımı…... 88

Tablo 3. Doğum Yeri . ... 89

Tablo 4. En Uzun Oturduğu Yer... 89

Tablo 5. Öğrenim Görmekte Olduğu Okulun Türü ... 90

Tablo 6. Aile Tipi... 90

Tablo 7. Gazete, radyo takip etme alışkanlıkları ... 91

Tablo 8. Gelir Durumu ... 92

Tablo 9. Konut Durumu... 92

Tablo 10. Kaç kardeş oldukları... 93

Tablo 11. Annenin eğitim durumu... 94

Tablo 12. Babanın eğitim durumu ... 94

Tablo 13. Ergenin evinde hayvan besleyip beslemediği... 95

Tablo 14. Ergenin geceleri tek başına dışarı çıkabilme durumu... 95

Tablo 15. Ergenin istediği kıyafeti giyip giyememesi ... 96

Tablo 16. Ergen kendi odasını istediği gibi düzenleyebiliyor mu? ... 97

Tablo 17. Ergenin boş zamanlarını değerlendirme aracı ... 98

Tablo 18. Ergene göre anne babasının tutumu ... 99

Tablo 19. Ergenin anne – baba olunca göstereceği yaklaşım tarzı ... 100

Tablo 20. Ergen kendisini anne – babasının yanında güvende hissediyor mu? 100 Tablo 21. Ergene göre anne – babanın kendine güven durumu... 101

Tablo 22. Ergenin kendine güven durumu... 101

Tablo 23. Ergenin kendine en yakın hissettiği ilk kişi ... 102

(6)

Tablo 25. Ergenin kendine en yakın hissettiği üçüncü kişi ... 103

Tablo 26. Ergenin arkadaş gurubunun olup olmadığı ... 104

Tablo 27. Ergenin ailesi tarafından eleştirilme durumu... 104

Tablo 28. Ergenin ailesi tarafından eleştirildiği konu... 105

Tablo 29. Ergene göre bir ailede bulunması gereken öncelikli özellik ... 106

Tablo 30. Ergene göre anne- baba – çocuk ilişkisinde olması gereken özellik 106 Tablo 31.Anne–babanın ergene ve kardeşlerine eşit ölçülerde davranıp davranmadığı ... 107

Tablo 32. Bir çocuğun öncelikli gelişim boyutu ... 107

Tablo 33. Ergene göre kendine güven duygusunu pekiştirecek olan ilk etken. 108 Tablo 34. Ergene göre kendine güven duygusunu pekiştirecek olan ikinci etken ... 108

Tablo 35. Ergene göre kendine güven duygusunu pekiştirecek olan üçüncü etken ... 109

Tablo36.Kendine güven duygusunda ailedeki sosyal ilişkilerin pekiştireç durumu ... 110

Tablo 37.Ailenin kendine güven duygusuna etkisini anlatan kavram ... 110

Tablo 38. Ergenin disipline edilişinde sözü geçen kişi... 111

Tablo 39. Ergenin büyük problem yaşadığında danıştığı kişi... 111

Tablo 40. Ergenin maddi bir problem yaşayınca danıştığı kişi ... 112

Tablo 41.Ergenin bir ihtiyacı olduğunda görüştüğü kişi ... 113

Tablo 42.Ergenin ailesi kararlarına katılmazsa, ergenin ne yapacağı... 113

Tablo 43.Aile sohbetleri ... 114

Tablo 44.Aile sohbetlerinin yapıldığı zaman... 114

Tablo 45.Ergenin istek ve taleplerini ifade ediş şekli ... 115

Tablo 46.Aile içindeki anlaşmazlıkların hallediliş şekli ... 116

(7)

Tablo 48.Ergene göre kendine güven duygusunun önemi... 117

Tablo 49.Ergene göre kendine güven duygusunda esas olan kaynak ... 118

Tablo 50.Ergenin ailesi ile görüş farklılığı yaşadığı en önemli konu... 119

Tablo 51.Ergen için yaşadığı ev neyi ifade etmektedir?... 120

Tablo 52.Cinsiyet dağılımı ile ergenin kendine güven durumunun karşılaştırılması... 121

Tablo 53.Ergenlerin kendine güven durumu ile öğrenim görmekte olduğu okulun türünün ilişkilendirilmesi... 122

Tablo 54.Ergenin kendine güven durumu ile anne – babasının kendine güven durumunun karşılaştırılması ... 123

Tablo 55.Ergene göre kendine güven duygusunu pekiştirecek olan en önemli etken ile ailedeki sosyal ilişkilerin pekiştireç durumunun ilişkilendirilmesi: ... 124

Tablo 56.Ergene göre kendine güven duygusunda esas olan kaynak ile kendine güven duygusunun öneminin ilişkilendirilmesi... 125

Tablo 57.Cinsiyet dağılımı ile ergenin eleştirildiği konunun ilişkilendirilmesi ... 126

Tablo 58. Ergenin kendisini anne-babasının yanında güvende hissetmesi ile yaşadığı evin ergene göre anlamının ilişkilendirilmesi ... 127

Tablo 59.Yaş dağılımı ile ergenin kendine güven durumunun ilişkilendirilmesi ... .128

Tablo 60. Aile tipi ile ergene göre anne-babasının tutumu... 129

Tablo 61. Aile tipi ile ergenin kendisini anne – babasının yanında güvende hissetmesi durumu ... 130

(8)
(9)

GİRİŞ

Yeni bin yılın içerisinde olduğumuz bu dönemde, karşılaştığımız önemli sorunlardan bir tanesi de; sosyolojinin kuruluşundan 1960’lara kadar olduğu gibi; yoksulluk, işsizlik, açlık, suç, sapma gibi sosyal sorunları çözümleyebilmek için bir değişim ajanı gibi mi davranmaları ya da sadece sosyal problemleri anlamak ile yetinmeleri mi gerektiğidir. Gelinen aşamada, sosyologların toplumu değiştirmek yerine onu anlamayı tercih etmeleri beklenen bir durumdur. Çünkü, doğaldır ki; yaşadıkları toplumların geldikleri aşamada, geçmişte ilgilendikleri sorunların önemi fazla kalmamış; vahşi kapitalizm sosyalleşmiş, onun yerini ise refah devleti kavramı almıştır. Buna karşılık; sanayileşmesini henüz tamamlayamamış olan; gelişmekte olan ülkeler için sosyologların karşılaştıkları sorunlar karşısında, onları sadece anlamakla yetinmeleri beklenemez. Çözüm önerileri geliştirmeleri, kendileri istemeseler de onlardan beklenecektir. Sorunsal olarak kabul edilen toplumsal kaynaklı durumlara çözüm önerileri üretmek ya da olanı benimsemek yine bu bağlamda sosyologlara düşmektedir. Bazen de sorunsal olarak kabul edilen bireysel kaynaklı durumlar teşekkül eder, bunlara müdahale edecek olanlar da psikologlardır. Bazen de sorunsallar ne tek başına toplumsal kaynaklı ne de tek başına bireysel kaynaklı olur. Bunların yerine sosyal uyaran durumları mevcut olur. Sosyal uyaran durumları, insanlardan ve sosyo-kültürel ortamın öğelerinden oluşur. Bu bağlamda deneyim ve davranışlar önem arz ettiğinden; bireyi kültürün pasif bir alıcısı olarak düşünmemek gerekir. Sosyal etkiler her zaman baskıcıdır, ama sonuçları tek taraflı değildir.Çünkü;birey, sosyal olarak etkilenirken, aynı zamanda etkileme özelliğine de sahiptir.O halde bireye dair kavramsallaştırmaları yaparken hem sosyoloji;hem de psikolojiden katılımlarla betimlemek gerekir.

Sosyal psikoloji insanı, kültürü hem öğrenen; hem de oluşturan olarak gören bir anlayış sergilemeye çalışır. İnsanın kültürü öğrenebilme ve öğretebilme kapasitesinden yola çıkar. İşte, betimlemeye çalıştığımız araştırmamız da tam bu noktaya tekabül etmektedir. “Ergenlikte Kendine Güven ve Aile ile İlişkilendirme”, ailenin yaratmış olduğu kendine güven donanımı ile genci ortaya koyar.Ergen kendine güvenme tutumunu yaşadığı sosyal ilişkilerle birlikte öğrenir; öğrendiklerinden hareketle de bunu kendinde gösterir.

(10)

Bir insan yaşamı boyunca ne kadar çok başarısızlığa uğrarsa, o kadar az kendine güvenir, ve bunun yanı sıra korkak olur. İnsan, bu şekilde koşullara uyum sağlamaya yönelir. Yalnız ne var ki bu uyumluluk, onun ruhunda, mantığıyla hiç de uyuşmayan süreçler geliştirmesi demektir. İnsan, uygun bir yaşam sürdürdüğüne inanır, ama bu bir yanılgıdan başka bir şey değildir. Halbuki o zaten yaşatılmaktadır. İnsanlar eğer bu bağlantıları tanıyabilirlerse gelecekte kendini ve birlikte yaşadığı insanları da daha iyi anlayabilecektir. Kendine olan güveni arttırmak için edilgen olmak gerekir.Birey,beyninde oluşan düşünce kıvılcımlarını; ailesinden gördüklerini yaşama geçirmek için uğraşmalıdır.Kendini sorgulama ve kendini anlamlandırma, bireyin kendi analizlerine dayanmaktadır.

Ancak bu etkinlik önem arz eder. Kendine güveni tespit edebilmek için,kişinin kendine dair resimlerini ortaya koyması gerekir. Toplumsal çevreden görerek edinilen bilinç, tutumları direkt olarak etkilemektedir. Edinilen bilinci ve sonuçlarının arasındaki bağı paralelleştiren ise ailedir.

Her normal insan,başarı ve mutluluk ister. Gerçek bir başarı ve mutluluk duygusunu taşıyan insan da kendine güvenen insandır. Kendine güvenen insanın başarılı oluşunda diğer insanlarla olan ilişkilerinin önemli bir payı vardır. Diğerleri ile olan ilişkilerinde kendilerine güvenmemeleri, pek çok kişinin ne ile uğraştıklarını anlamamalarından kaynaklanmaktadır. Bilinmezlik kişiyi kendine karşı güvensiz hale getirir. Karşı karşıya olduğu kişi kim olursa olsun, hatta bir nesne dahi olsa, o kişiyi tanıdıkça, özelliklerini daha iyi bildikçe, güvensizlik paradoksunu ortadan kaldırır.İnsan ilişkilerinde birkaç alışılagelmişi uygulamak, insan ilişkilerinde, insana güven getirmez. Çünkü güvenin insanın kendinde olması gerekir.

Her insanın kendisine güven ve güvensizlik duyduğu genel bir tutumu,bu tutumdan hareketle de yaşama bakışı vardır. Kendine güven, insanın kendisi hakkında olumlu ama gerçekçi durumda olmasıdır. İnsanlar, yaşamlarının bazı alanlarında kendilerine fazla güvenirken, diğer bazı alanlarda fazla güven duymayabilirler. Kendine güven, kişiye yaşamım denetimimde duygusunu verir. Bu duygu insanda herşeyi yapabileceği değil, beklentilerin gerçekçi tutulduğu anlamına gelir. Güvenli insanlar, bazı beklentileri gerçekleşmese bile, kendilerini kabul etmeyi ve olumlu düşünmeyi sürdürürler. Güvensiz kişilerin, kendilerine ilişkin duyguları başkalarına ve onlardan alacakları onaya bağlıdır.

(11)

Kendine güvenin gelişimini etkileyen pek çok etken olmakla birlikte, özellikle çocukluk döneminin ilk yıllarında ana-baba tutumları insanın kendisi hakkındaki duygularının oluşumunda son derece önemlidir. Ana-babadan biri ya da her ikisi, aşırı derecede eleştirel ve yüksek beklentili ise, ya da aşırı korumacı ve bağımsızlığı engelleyici ise, çocuklar kendilerinin yeteneksiz, yetersiz ve değersiz olduğuna inanabilir. Oysa ana-babalar çocuklarının girişimini destekler, gelişimlerini alkışlar, hata yaptıkları zamanlarda doğrusunu bulmalarına yardımcı olurlar.Anne-babalar çocukları sevmeye ve kabul etmeye devam ederlerse çocuklar da kendilerini kabul etmeyi, sevmeyi ve kendilerine güvenmeyi öğrenebilirler. Kendine güven eksikliği mutlaka yetenekten yoksun olunduğu anlamına gelmez. Bu eksiklik diğer insanların, özellikle ana-babanın, çevre ve toplumun gerçek dışı beklentileri ile ölçülerine fazla yoğunlaşmanın bir sonucudur. Bu noktada kendine güvensizliğin hiçbir şekilde değişmeyeceğini düşünmek de son derece yanlış olur.

Ergenlik dönemini simgeleyen bir tablo yapılsa, ergen bir eliyle iten ve reddeden, diğer eliyle de isteyen ve bekleyen şeklinde gösterilebilirdi.Ergenin mevcut olan bir yandan yoğun bağımsızlık isteği, diğer yandan ait olma ve sahip çıkılma beklentisi bu dönemde yaşanan tipik çatışmalardandır. Ergenlik yoğun çelişki ve ikilemlerin yaşandığı bir dönemdir. Bu nedenle ergen, kendini tanıma yolunda büyük bir çaba harcamak zorunda kalır. “Ben kimim?;Nelerden hoşlanırım?;Gücüm ve yeteneklerim nelerdir?;Neleri yapamam?” gibi soruların cevabını henüz net olarak veremezken, bu gibi durumlarda birilerine yanıt verme, ya da en azından birileri ile etkileşime girmek zorunda kalır. Bunun için de yaşayabileceği değişimlere karşın kendini koruyabilmesi için insanın kendine güven duygusunun net olması gerekir.

Kendine güven ve güvensizlik, ergenlik döneminde en yoğun yaşanan çelişkilerdendir.Ergenlik döneminde başkalarının ne düşündüğü de ergen için çok önemlidir. Giyime gösterdiği özen;beğenilme ve ait olma duygusunun somut bir öğesidir. Başkalarının ne düşündüğü ve ait olma duygusunun önemini tartışmasız kabul eden bu dönemin gençlerinde kendine güven duygusunun da yeri çok hassastır. Ergenler onay gördükçe;aidiyet duygusunu yaşadıkça;kendilerini daha önemli hissederler.Bu hissiyat ise ergenin kendine güven tutumunun pozitifliğine neden olur.Bunun için de kendine ve hayata olumlu bir bakış ile bakabilmesi

(12)

gerekmektedir. Kişinin kendine güven duygusunu hissetmesinin gereklerinden bir tanesi de, o kişinin güvenmesi gereken insanların güvenilir olmasından ve kişiye bunu yansıtmasından geçmektedir. Böylece, ergenlik döneminde önemli mobiliteye sahip olan aile kurumu, daha da önemli hale gelmektedir.Çünkü,ergenlikte ergen olan kişi ailenin dışındaki kişilere önem vermeye başladığı için;sosyal duygularını onlarla onore ederken;psikolojik anlamda var olmanın esasını aile içerisindeki ilişkilerle vermektedir.Bu önemi vurgulamak ise yine sosyal bilimcilere düşmektedir.

Kendine güven konusu,bireysel anlamda var olabilmenin psikolojik boyutu ile alakalıdır.Her insanın bu duyguya ihtiyacı olduğu kesindir.Yani,her kişi kendine güvenmek ister.Çünkü kişi kendine güvenli olduğu takdirde;sosyal olarak varlığını ortaya koyabilecektir.Ancak,bu duygunun çeşitli bozgunlara uğraması da olasıdır.O halde,kendine güvensiz denilen nihai durumun netleşmeden önceki halinin betimine ihtiyaç vardır.Bunun ise toplumların geleceği olan bir sosyal grup içinde betimlenmesi hem daha anlamlı hem de daha önemlidir.Araştırmamızın odak noktası olan ergenlik dönemine eğilmemizin sebebi ise bu noktadadır.Ergenlik dönemi bireysel anlamda çok önemli olmakla beraber,sosyal anlamda da çok önemlidir.Toplumların geleceğini gençler oluşturduğuna göre,gençlerle ilgili yapılacak sosyal yatırımlar araştırmamızın ana amacını oluşturmaktadır.Bu nedenle,ergenlikte kendine güven;ergenlerin bakış açısından hareketle aile ile ilişkilendirilerek betimlenecektir.

Böylelikle biz ergenlikte kendine güven konusunu aile ile ilişkilendirerek insanın psiko-sosyal boyuttaki zenginliğini de ortaya koymuş olacağız. Bu ilişkideki ana köprüyü ise kendine güven konusu oluşturmaktadır. Elbette ki ele alınan konu başlığına dair parantezleri çoğaltmak mümkündür.Ancak konu ile ilgili temel çerçeve belirlendiği için, bunun yeterli olacağı düşünülmüştür.

Sosyal birer canlı olan insan hayatı bizler için önemlidir. İnsanların hayatları ana şekline ergenlikte kavuşur. Bu hayata şeklini veren toplumsal kurum ise ailedir. Sosyal canlılara verdiğimiz önemin belgesi ise elinizde bulundurduğunuz çalışmadır.Bu çalışmanın araladığı kapıdan, yeni bilimsel çalışmaların gireceği de kesindir. Bu çalışmaların her biri öncelikle “insan” için sosyal fayda sağlayacaktır.

Bu çalışma üç bölümden meydana gelmektedir. Birinci bölümde “Ergenlikte Kendine Güven ve Aile” açıklanmıştır.Ergenlik dönemi hem psikolojik, hem de

(13)

sosyal bir konu olması sebebiyle, psiko – sosyal boyutu ile değerlendirmeye tabi tutulmuştur.Aile,kavramsal olarak açıklanmış,özellikleri,sosyal ilişkileri ve fonksiyonları ile ayrıntılı olarak incelenmiştir.İkinci bölümde,araştırmanın metodolojisi ele alınmıştır.Araştırmanın amacı,önemi ve yöntemi;kavramsal çerçeveden bahsedilerek ortaya konmuştur.Araştırma,Ankara örneğinde kavramsallaştırılmış ve ergenlikte kendine güven aile ile ilişkilendirilerek betimlenmiştir.Üçüncü bölümde ise, alandan elde edilen veriler değerlendirilmiştir.

(14)

BİRİNCİ BÖLÜM

1. ERGENLİK DÖNEMİ VE ERGENLİKTE KENDİNE GÜVEN 1.1. Ergenlik Dönemi

Ergenlik dönemi çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemidir. Ergenlik ve erinlik arasında keskin ayırımlar yapılmasa da, erinlik döneminin bireyin cinsel olgunluğa erişerek üreme işlevini kazandığı fiziksel değişikliklerle, ergenlik döneminin ise erinlikle başlayan ve yetişkinliğe geçişle sona eren ruhsal ve toplumsal değişikliklerle tanımlanması daha doğrudur.

Biyolojik, ruhsal ve toplumsal değişikliklerden kaynaklanan sorunlar, hayatın hiçbir aşamasında ergenlikte olduğu kadar yoğun görülmez. Bu dönemde yaşanan hızlı anatomik, fizyolojik değişikliklere, cinsel dürtülerin artmasından tutun da, mesleki kaygı, kimlik bunalımına dek uzanan büyük çalkantılar da eşlik eder. Ergenlik dönemindeki bedensel değişiklikler, boy ve ağırlığı vücuttaki yağ – kas dağılımını, salgı bezlerinin çalışmasını, ses tonunu etkiler. Bazı çocuklar, cinsel olgunluğa akranlarından daha hızlı, bazıları daha yavaş ulaşır; ama kızlarda bu gelişme mutlaka erkeklerden bir-iki yıl önce başlayıp, daha önce tamamlanır. Ergenlik döneminin başlangıcı ve bitişi yalnızca bireylere göre değil, toplumlara ve çağlara bağlı olarak da farklılıklar gösterir.

Ergenlik döneminde fiziksel değişiklikler kadar belirgin, hissedilir türden olmamakla birlikte, düşünce, davranış ve toplumsal ilişkilerde de köklü değişiklikler yaşanır. Bu dönemin kendine özgü davranış biçimleriyle, çok kritik, ruhsal gerginlik ve bunalım dönemi olduğu konusu da kesindir. Buna netliğini kazandıran ise vücuda tamamı ile farklılıklar getiren hormonlardır.Ergenlik dönemine giren çocuk, yeni vücudunu; yeni benliğini yepyeni bir yaklaşımla düşünmeye başlar.Ergen yeni düşüncelerle örülü bir dünyada, kendi düşüncelerini anlamlandırmaya çalışır. Ergenlik döneminde birey, kendi ruhsal dünyasına aşırı ilgi duyar. Bu aşırı ilgi; ergeni iki ayrı yolla tek sonuca götürür.Bu sonuç, benmerkezciliktir. Ergen; dünyanın merkezine kendisini koyar. Ya, kendi değerlerinin, düşüncelerinin başkaları için de aynı önemde olduğunu düşünmeye başlar, ya da başkalarından üstün olduğunu ve değerinin anlaşılamadığını düşünür.

(15)

Toplumda kendini belirli bir yere oturtabilmesi için tutarlı bir kimlik tanımlaması gerektiğini sezen ergenin temel sorunu “Ben kimim?” sorusuna yanıt bulabilmektir. Birey bu kimlik arayışına girerken, toplumda ergene yetişkin olarak hangi rolü üstleneceğini, hangi mesleği seçeceğini, toplumca çizilmiş davranış kalıplarının hangisini benimseyeceğini sormaya başlar. Bu nedenle, ergenlik döneminin en büyük çıkmazı, kimliğin belirlenmesidir, toplumsal rolün saptanmasıdır. Bunlar netleştikten sonra ancak kişisel özellikler oturtulabilecektir. Yetişkinliğe geçerken kimlik bunalımını çözememiş olan ergenler, bu bunalımın işlerini genellikle ömür boyu taşırlar.

Ergenlik, kültürel açıdan da zorlu bir dönemdir. Birçok toplumda, ergenlere fiziksel – zekâsal gelişmelerine uygun sorumluluklar ve görevler verilmediğinden, kazandıkları becerileri yaşam deneyleri ile pekiştirme fırsatı yaratılmadığından, ergenler genellikle boşluk duygusuna kapılırlar. Çevrelerini kuşatan yeni değerleri, kavramları, düşünceleri pekiştirme fırsatı olmayan genç, kendi kendine yetme konusunda sıkıntılara düşer. Bu ise yetersizlik ve güvensizlik duygusunu getirir. Üstelik içinde yaşadığı toplum da kendisini bazen çocuk bazen yetişkin yerine koyarak nasıl davranması gerektiğine dair inancını güçleştirir. Ergenden beklenen davranış biçimlerinin toplum tarafından netleşmemiş olması, ergenin durumunu güçleştirmektedir. Toplum, gencin cinsel dürtülerini ve bağımsızlık duygularını dizginlemesi için ergene baskı yaparken, ergenin duygularını yadsımaya iterek, bunalıma sürükler. Kimlik arayışı içinde olan gençlere toplumun anlayışla yaklaşması, bu noktada büyük önem taşır.

1.1.1. Ergenlik Döneminin Genel Özellikleri

Birçok psikologa göre ergenlik,bocalama ve fırtınalar içinde geçen bir dönemdir. Kişiliğin kesin çizgilerinin oluşmaya başladığı bu dönem yine birçok psikologa göre ikinci doğuş olarak kabul edilmektedir. Kişilik gelişiminde doğuştan getirilen özellikler reddedilmemekle beraber,çevresel etkenler ve eğitim biçimlerine de büyük önem verilmektedir.Çevresel faktörlerin ağırlığını savunan psikologlar Watson; “bana sağlığı yerinde olan bebekleri verin, onun kalıtımsal özellikleri ne olursan olsun, hangi ırka, soya kültüre ait olursa olsun, onu bir bilim adamı, bir tüccar, bir sanatçı, bir hırsız olarak yetiştirebilirim” diyordu (Kasatura: 1998,46).

(16)

Watson’a göre, çocuğun kişilik gelişiminde çevresel etkenler ve ailenin rolü bu kadar önemliydi.

Gençlik döneminin sona erişinde artık gencin ne istediğini bilmesi, kimliğini bulmuş olması beklenir. Ancak bu dönemde yaşanan;düşünce sistemindeki değişiklikler;cinsel rollerdeki değişmeler ve meslek seçimine yönelme sorunları, genç bireyin kimlik kazanmasına etkide bulunmaktadır.

Bu dönemde bu üç alanda ortaya çıkan değişikliklere karşı bocalamalar, bu dönem içinde çözülemeden, yetişkinlik dönemine aktarılmış olabilir. O vakit de bu gencin tüm hayatı sıkıntı yaratır.

Ergenlik çağı ile birlikte,gençte düşünsel açıdan ortaya çıkan değişiklikler söz konusu olmaya başlar.Bu döneme kadar düz bir mantıkla düşünen gençler somut işlemlerden, yavaş yavaş soyuta kaymaya ve yaratıcı düşüncelerini geliştirmeye başlarlar. Yaratıcılığı tartışırken, bir çok psikolog yaratıcılıkta düşünme, duygu ve sezginin sentezinden söz eder. Bir başka deyişle, hayal gücü, duyarlılık, düşünce akıcılığı ve esnekliği olmaksızın gençte yaratıcı etkinliklerin ortaya çıkamayacağı düşünülür.Yaratıcı düşünce, hem genci yeni durumlara uyum sağlayacak bir beceri düzeyine getirir,hem de günlük yaşamın artan gereksinim ve kaygılarına etkili olabilecek yeni beceriler kazanmasına yardımcı olur.

Çocuklara ve gençlere, daha yaratıcı bir şekilde düşünmeyi öğretme, kişilik gelişimi açısından da önemlidir.Yaratıcılığı geliştirmek benlik saygısını ve gencin kendine güvenini geliştirmek açısından etkili bir rol oynamaktadır.Ergenlik döneminin başlangıcı çok sorun yaratacak kadar gergin olabilir. Ergenlerin çok huysuz olduğu ve durup dururken, nedensiz göz yaşlarına boğulduğu herkes tarafından bilinen bir gerçektir.Ruh halleri değişkendir.Herhangi bir olayla ümitsizliğin derinliklerine düşerken,bir başka olayla da bu ümitsizliğin derinliğinden sıçrayıp çıkarlar.Bedenlerinden ve bedenlerindeki değişimlerden duydukları hoşnutsuzluk, erişkin statüsünde olmaktan duydukları hazdan daha fazladır. Ve soyut düşünme yetilerinin gelişmesiyle başka türlü düşünmeye başlarlar. Bazı açılardan ergen, bazı fikirleri ile katlanılmaz olur. Fakat başka açılardan ise olgunluğa doğru ilerleyişlerini izlemek haz verir. Ana babalar, sık sık, olgunluğun göstergesi olan ince düşünce ve ilgiden şaşkına döner ve sonra, bunun tam tersi olan bir davranış ile zıvanadan çıkarlar. Zaman zaman yorucu ve korkutucu olmasına rağmen, uç

(17)

özellikler taşımayan ergen, eğlendiricidir. Hem de komiktir. Fakat bazı ergenlerin bazı, erişkin mizahının daha karmaşık, simgesel ve çift anlamlı özelliğinden uzaktır. Bunun da ötesinde, ergen mizahı, kamufle edilmemiş düşmanlık içerir.

Ergenlik döneminde birey, çocukluğun bağımlılığından ve hamlığından kurtularak olgunluğa ve bağımsızlığa yönelir. Kabaca kızlarda 12-21, erkeklerde 13-22 yaşları arasını kapsayan bu dönemde cinsel özelliklerde, vücut imajında, cinsel ilgide, sosyal rollerde, zihinsel gelişmede ve öz-kavramda önemli, çoğu kez rahatsız edici değişiklikler gerçekleşir.Ergenlik döneminde gelişimsel görevler oluşur. Bu gelişimsel görevler, kişinin üremeye hazır hale geldiği, cinsel organlarının oluştuğu dönemsel görevlerdir.Çocukluktan erişkinliğe geçiş evresi olarak kabul edilen ergenlik dönemi, genellikle 10-15 yaşları arasını kapsıyor şeklinde düşünülse de, bu rakamların bir anlam ifade etmediği unutulmamalıdır.Ergenliğin başlangıcı ırka, beslenme koşullarına, iklime vb. birçok özelliğe bağlı olarak değişir. Örneğin, Akdeniz kuşağı kız çocuklarının 8-10 yaş arasında ergenliğe adım atmasına karşılık, Eskimo’larda bu 20’li yaşlara kadar uzanabilmektedir(Budak,2000:269).

Ergenlikte, ergenlik asiliği denilen bir özellik vardır.Bu özellik ergenlerin bir bölümünde görülen ve aileyle çatışma, erişkin toplumuna yabancılaşma ile başlayan bir özelliktir. Bir duygusal çalkantı dönemi olarak da kabul edilebilecek bu özellik, erişkin değerlerine düşmanlığı da içinde barındırır.

Ergenlikte benmerkezcilik vardır. Bazı ergenler, sosyal ortamlarda ilginin odağı olduklarını düşünürler. Onlara göre, sorunları başka hiç kimsede bulunmaz. Benzersizdir ve bu sorunları sadece onlar yaşamaktadır. Bu tarzda bir algılamayı kabullenmiş, bu düşünceye inanmışlardır. Yaşadıkları sorunların sadece kendilerinde olduğuna inanmaları, olağan dışı ölçüde ikiyüzlü olmalarına yol açan bir düşünme tarzına sebebiyet vermektedir.

Ergenlikte en önemli özellik, gelişim parlamasıdır. Ergenlikte bir gelişim parlaması görülür. Bu cinsel olgunlukta hemen önce, boyda ve kiloda görülen ani artış olarak tanımlanır. Bu gelişim parlaması ise beraberinde ergenlik krizi diye adlandırabileceğimiz bir dönemi getirir. Bu dönem, ergenlerin, egonun eski duygusal bağlardan kurtulup yeni ilişkiler kurarak ve vücuttaki değişmelere uyum sağlayarak, bağımsızlık kazanma etkisine eşlik eden duygusal dalgalanmaları içerir.Bu dalgalanmalara neden olan ise ergende meydana gelen fiziksel değişmelerdir.Yani

(18)

gencin fiziksel yapısındaki değişimleri, doğrudan ruhsal dünyasını etkilemektedir. Ruhsal dünyasındaki çalkantılar da fiziksel yapısına olumsuz feedbacklar vermektedir. Bu yüzden bu iki ayrı, ama birbirine bağlı ve birbirini etkileyen dünyayı net olarak tanımlamak gerekir.

1.1.1.1. Ergenlik Döneminin Fizyolojik Boyutu

Ergenlerde cinsellik hormonunun salgılaması beynin hipotalamus bölgesinde başlar. Hipotalamus önce hipofiz bezini, sonra vücudun diğer kısımlarını, sonra tekrar beyni etkileyen bir geri-besleme halkasını tetikler. Böylece cinsel işlevle ilgili geri tepen sinyaller halkayı beyin ile vücut arasında işler durumunda tutar. Beynin hipotalamus bölgesinden gelen uyarılarla hipofiz bezi hormonlar salgılamaya başlar. Bu hormonların etkisiyle kızda ve erkekte erlik-dişilik yumurtalıkları çalışır ve cinsel organların salgısı hızla artar. Aynı zamanda tiroid ve böbrek üstü bezleri de hipofizden gelen uyarılmayla salgılarını arttırır. Büyüme tüm bedende değişik hızla gerçekleşir. Önce, eller ve ayaklar büyür. Öyle ki 13-14 yaşındaki bir ergen, erişkin çağında giyeceği ayakkabıyı giymeye başlar. Yüzde, önce burun ve çene büyür. Kalçalar, omuzlardan önce büyür. Kızlarda kalçalar büyür, erkeklerde omuzlar genişler(Atkinson,1999:373).

Büyüme özellikle 11-16 yaşlarında hızlanır (ortalama 10-30 cm) daha sonra yavaşlayarak 18-20 yaşına dek sürer. Büyüme ve cinsel olgunlaşmayı etkileyen nedenler çeşitlidir. Beslenme, iklim koşulları ve değişik hastalıklar büyümeyi ve cinsel uyanışı geciktirebilir. İyi beslenmenin büyümeyi, cinsel olgunlaşmayı hızlandırdığı kesindir. Son yüzyılda ergenlerin ortalama boyları iyi beslenmeye bağlı olarak uzadığı gibi, cinsel olgunlaşma da daha erken başlamaktadır. Ergenlik öncesi dönemde, örneğin kızlarda 10-12 yaşlarında dişilik hormonu on kat artar. Erkeklerde de 1-2 yıl sonra erlik hormonu salgısı hızlanır. Büyüme ve kilo artmasıyla birlikte erkekte ve kızda cinsel organlarda değişmeler görülür(Yörükoğlu,2000:34). Genellikle ergenlik ve gençlik çağı en sağlıklı yaşam dönemidir. Çocukluk hastalıkları geride kalmıştır, yetişkin çağa özgü hastalıklar ise çok uzaktır. Hastalıklardan ileri gelen mortalite, 10 yaşından sonra birden düşmektedir. Ergenliğe özgü denebilecek tek hastalık, ergenlik sivilcelerdir. Ter ve yağ bezlerinin salgıları artmakta ve birikim olmaktadır. Bu durumun androjen ve östrojen hormonlarının dengesizliğinden kaynaklandığı sanılmaktadır.

(19)

İşte, genel hatlarıyla belirttiğimiz ergende fizyolojik değişimler, ergenlikte oluşan vücudun hormon sistemlerindeki değişimlerle alakalıdır. Bu değişiklikler ise, psikolojik cinsellik süreçlerini harekete geçirir,ve fiziksel-cinsel özelliklerin gelişmesini tetikler.

1.1.1.2. Ergenliğin Psikolojik Boyutu

Ergenlikteki fizyolojik değişikliklere karşın, gençlerin gösterdiği duygusal tepkiler, çok çeşitli yönlerden incelenmiştir ve kabul edilmiştir ki, gençlerin dikkatleri ve enerjileri kendilerine dönüktür. Genç, kendi bedeninde meydana gelen hızlı değişiklikleri, çoğu kez bedenine karşı bir yabancılaşma olarak duymaktadır. Gerçi, bazı yazarlarca, ergenlikte erkekteki fizyolojik değişimin kızlardaki kadar kesin olmadığı savunulmaktadır(Ekşi,1990:119).Bu görüşü savunanların fikirleri fizyolojik değişimi çok keskin olmayan erkeklerin psikolojik değişiklikler noktasında da kızların gerisinde olabileceklerini doğrulamaktadır.

Geleneksel görüş, ergenliğin, huzursuzluğun iç çatışmalar ve isyankarlıkla nitelenen fırtınalı ve gergin bir dönem olduğunu savunur. Ancak yapılan araştırmalar bu kötümser görüşü desteklememektedir. 300’den fazla ergen üzerinde yapılan bir araştırmada ergenlerle ve ana – babalarıyla yılda iki kez görüşmeler yapılmış ve testler uygulanmıştır. Aynı değerlendirmeler, çocuklukla üniversite son sınıfa geldiklerinde tekrarlanmıştır. Ergenlerin çoğu, bu dönemi büyük bir sorun olmaksızın geçirmişlerdir. Elde edilen veriler erinliğin beden imgesi, özsaygı, ruhsal durum, ana-babalarıyla ve karşı cinsle kurulan ilişkiler üzerinde önemli etkiler yarattığını göstermektedir (Atkinson, 1999: 109). Bu etkilerden bazıları, doğrudan doğruya erinlik sırasında oluşan hormonal değişikliklerle bağlantılı olabilir. Ancak, bunların çoğu bedende oluşan fiziksel değişimlerin zamanlamasıyla ilişkilidir. Erken ya da geç olgunlaşma, ergenin kendi görünüşü ve beden imgesiyle ilgili olan hoşnutluk duygusunu etkiler. Erken olgunlaşma, kızların özsaygıları üzerinde zıt etki yaratmaktadır.Geç olgunlaşanlara kıyasla, erken olgunlaşanlarda daha çok depresyon ve anksiyete görülmektedir.Bu da özsaygı kavramlaştırmalarındaki düzeylerini etkilemektedir. Sıkılganlık duygularını pekiştirmektedir.

Ergenlik döneminin psikolojik etkenleri ve etkileri açısından kabul edilebilecek bir diğer özellik, rol deneme dönemi olması gerektiği ile ilişkilidir. Bu dönemde genç kişiler, alternatif davranışları ve ilgi alanlarını araştırabilirler. Pek çok

(20)

inanış, rol, davranış tarzı, bütünleşmiş bir benlik kavramını biçimlendirme girişimi içinde denenebilir tarzdadır. Ergenler, bu değerleri, değerlendirmeleri tutarlı bir görünüm içinde sergilemeye çalışırlar. Anne-babalar, öğretmenler ve akranlar da tutarlı değerleri yansıtabilirlerse, kimlik arayışı da kolaylaşmış olacaktır. Yalnız, her ergen kimliği için aynı gelişim evreleri söz konusu değildir. Belirli bir ergen kimliği yaşamın farklı alanlarında farklı gelişim evrelerinde olabilir.

Ergenlik dönemindeki psikolojik etkenler kendini yeni ruhsal tepkiler ve davranışlarda gösterir. Dengenin ve uyumun yerini tedirgin, kuruntulu, güç beğenen, çabuk tepki gösteren bir yapı alır. Duygularda çabuk iniş-çıkışlar gözlenir. Tepkiler, ergende önceden kestirilemez olur. Ergen bencilleşir ve ergenin istekleri artar, konan yasakları saçma, kendisine tanınan hakları da yetersiz bulur. İlgileri artar, gel-geç hevesleri çoğalır. Süse ve giyime düşkünlük göstermeye başlar. Evden kopmalar başlar. Çevreye yönelmeler artar. Kendini başkaları ile karşılaştırmalar artar. Bir yandan anne-baba etkisinden sıyrılırken, öte yandan kendilerine yeni örnekler seçerler. Ergenlik dönemi hayranlıkların ve tutkunlukların bol olduğu bir dönemdir. Genç, hayranı olduğu bir kişiye her yönden benzemek ister; yeteneklerinden kusurlarına değin her şeyini beğenir. Bir süre sonra kendine yeni bir örnek seçer ve onunla özdeşim kurar. Sürekli değişen bu hayranlıklar, gencin ileride ne olmak istediği ile ilgilidir. Yeni bir kişilik geliştirirken, yoluna çıkan örnek insanlardan kendi benliğine bir şeyler katar. Gençlik çağı, kendini, öz kimliğini arayış çağıdır.

Ergenlik dönemindeki psikolojik yansımaların çoğunluğu genelde olumsuz gibi gözükse de aslında olumsuz değildir.Bunlar daha çok ruhsal alanda yaşanan çalkantılardır.Ergenlik çağı, kendi kendisiyle aşırı ilgilenme çağıdır. Bu, gençlerin tasa, kaygı ve kuruntularının çeşitliliğinden, çokluğundan kolayca anlaşılır. Kişiliği ile, ailesi ile ilgili kaygılar taşır. Kendini aşağı görmek, kendine güveni olmamak, sık sık öfkeye kapılmak, küçük şeylere üzülmek ya da olayları çok ciddiye almak, ergenin çeşitli problemleri olarak görülür. Ancak bu dönemdeki ergenin aile içerisindeki en temel problemi çocuk yerine konmak duygusundan kaynaklanır. Kişisel sorunlarını ana-baba ile konuşamamak, ana-babaya karşılık vermek, özgürlüğünün çok az olması, anne-babasının kendisinden çok şey beklemesi de ergen için sıkıntı yaratır. Toplum içindeki durumuyla ve kız-erkek arkadaşlığı ile ilgili sıkıntılar yaşarken, okulla ilgili, meslekle ilgili de kaygılar taşırlar. Tüm bu

(21)

özellikler, gençlerde çelişkili bir ruhsal durumu yansıtır. Freud, bu durumu şöyle tanımlar: “Gençler aşırı bencildir. Kendilerini evrenin merkezi sanırlar. Tek ilgi konuları kendileridir. Yine hiçbir çağ gençlik çağı kadar özveri ve bağlılık göstermez. En ateşli sevgiyle bağlanır, bağlarını birden koparırlar. Bir yandan coşkuyla toplum yaşamına katılmak isterler, sonra da kendi kabuklarına çekilirler. Sevilen bir öndere bağlılıkla, otoritenin her çeşidine baş kaldırma arasında gider, gelirler.Başkalarına karşı kaba ve düşüncesiz davranırlar, ama kendileri çok duyarlı ve alıngandırlar. Ruhsal durumları iyimserlikle, kötümserlik arasında iner, çıkar. Bazen coşkuyla işe sarılır, yorulmak bilmezler, bazen de uyuşuk ve durgun olurlar.” (Yörükoğlu,2000:46).

Yani ergenlik dönemindeki ruhsal davranışların bir nedeni vardır. Bu neden ise psikolojik etkenlerden oluşan çemberdedir. Hızlı beden gelişmesiyle birlikte gelen cinsel uyanış, genci baskı altına alıp bunaltmaktadır. Ergen tüm bu değişikliklere kendisini uyduracak gücü bulamamakta ve iç dengesi bu şekilde alt üst olmaktadır. Doğasal bir oyun olarak kabul edebileceğimiz bir sonuç olarak ruhsal olgunlaşma, bedensel-cinsel gelişmeye ayak uyduramamaktadır. Genç, bozulan dengeyi düzeltmek için çabalamaktadır; bu çabayı deneme-yanılma metodu içinde gerçekleştirmektedir.Tepkilerindeki değişkenlik,davranışlarındaki tutarsızlık, duygularındaki iniş-çıkışlar, yeni bir denge oluşturabilmek için yapılmaktadır.

Ergenlik dönemine ulaşan birey, güç ve bilgi kazandığının farkına varır. Örneğin, erkek çocuk kendisini babası ile;kız çocuk ise, kendisini ve yeteneklerini annesi ile kıyaslar. Ergen artık kendini ana babasından daha akıllı bulmaya başlar. Fakat, güçlü ebeveyn imajı ve zavallı yardıma muhtaç ben fikri bilinçdışında pusuda yatmaktadır. İşte burada ergen ve ebeveynin, hayatın değişik aşamalarında baş etmeleri gereken zor bir ikilem ortaya çıkar. Ergenin tam özerklik ve bağımsızlık kazanıp aileden ayrılabilecek duruma gelebilmesi için, güçlü olduğu fikrinden kurtulabilecektir. Yani ergen, kendi ve ebeveyni hakkındaki görüşlerini eşdeğer duruma getirmek zorundadır. Pekiyi ergen bunu nasıl başarır? Anne ve baba ile ilgili olan kavramlaştırmalarının içini boşaltarak;onlar hakkındaki görüşlerinin seviyesini aşağı çekerek başarır. Buna ise “miti yıkmak” denir(Orvin,1997 :27).Böylelikle ergen, yıllar önce dağıttığı payeleri geri alır.Bilgiyi kendine alarak, yardıma muhtaç imajından kurtulmak ister.

(22)

Ergenin, bilinçsizce geliştirdiği ve uzun bir süre inandığı ana baba kavramından kurtulması yararlıdır, fakat ergen için bir o kadar da korkutucudur. Anne ve babanın koruyucu ve güçlü imajından vazgeçerken, her zaman kötülüklerden korunduğu, güvende olduğu fikrinin rahatlığından da vazgeçmek zorunda kalacaktır. Bu değiş-tokuş ergende karmaşık duygular yaratır ve davranışlarına yansır. Böylece, ergen tam olgunluk ve sorumluluk kazanırken öyle bir şey yapar ki, anne ve babasının onun üstündeki kontrolü yeniden artırmasında neden olur ve anne ve babasının koruyucu özellikleri tekrar öne çıkar. Ergen ise, kendi hazırladığı sonuçtan şikayet eder. Ana babaların zaman zaman çok bunalmalarına şaşmamak gerekir.

Bazen ergen ana babanın güçlü imajından vazgeçmeyi kabul edemez. Ebeveyn, farkında olmadan, güçlü ebeveyn imajını vererek, çocuğun yetersizlik ve çaresizlik duygularını besler. Birçok ergen, düşüncelerinde bile olsa, ana babasını küçük görmekten suçluluk ve rahatsızlık duyar. Ergen ve ebeveyn arasındaki kontrolü ele geçirebilme savaşının kaynağı budur. Ergen üstü örtülü yollardan “Beni zorlayamazsın, zorlarsan sonuç işte bu olur” der. Okuldaki en zayıf notlar, ana babanın çocuğa okuldaki başarısının sorumluluğunu bırakmak istememesinden kaynaklanıyor olabilir. Böyle olduğunda, çocuk, güçlü ana babaya baş kaldıracak davranışlar edinir ve geliştirir. Böylece, kendisinin güçsüz olmadığını göstermeye çalışır. Büyük olasılıkla, bu çocuk, korku dolu, kızgın ve kırılmış bir erişkin olacaktır. Otorite ile sorunlar yaşayacak ve çoğunlukla kendinden hoşnut olmayacaktır. Tüm bunların ötesinde, ebeveynin “ana baba çocuğunu korumalıdır” görüşünden dolayı, anne ve babasının devamlı desteğini, ilgisini isteyecektir. Yardıma muhtaç imajından kurtulamamış olan bu genç adam veya kadın bir aile kurduğunda, ailesinin talepleri ile baş edemeyecek ve güvenlik bekleyen biri yerine güvenlik sağlayan biri olamayarak, ailesinin bu ihtiyacının karşılamaktan aciz olacaktır(Orvin,1997:28).

Özerklik kazanma sürecinde ergenin ve babasının imajını yeniden belirlemesi çok önemlidir; çünkü artık aralarında iki erişkinin arasında olması beklenen ilişki kurulacaktır. Bu, ergenin başarması gereken fakat çelişkiler yaşayacağı bir görevdir. Ana babasını sever ve onlar için düşündüklerinden, kendi

(23)

davranışlarından zaman zaman rahatsız olur. Yine de anne ve babasının bunu dillendirmesini istemez.

Her ne kadar acı verici olsa da, ana baba mitinin yıkılma süreci daha sağlıklı ve gerçekçi bir ilişki başlatır. Bu süreç birkaç yıl sürer fakat devamlı bir problem kaynağı değildir, çünkü ergenin tek ve ilk amacı bu miti yıkmak değildir.

Kişisel güvenin önemini kabul etmeyenimiz yoktur. Kendine güvenen kişi zemine sağlam basar ve çevreye karşı moralli olur. Kişisel güveni olumsuz yönde etkileyen şeylerden en başta geleni ise kişinin kendisi ile alay edilmesidir. Bunun da temelinde sevgi eksikliği yatmaktadır.Hâlbuki ebeveyn çocuklarına karşılıksız sevgi göstermelidir.Karşılıksız sevgi, hiçbir öncelikli şartı ve durumu göz önüne almadan birisini sevmektir.Birisini ne yaptığına bakarak değil de kim olduğuna dayanarak sevmektir (Saygılı,2005 :14).Ergenlerin özellikle hissetmesi gereken sevginin temeli de bu noktada yatmaktadır.

Çocuklar doğdukları andan itibaren, kim oldukları ve insan olarak değerlerinin ne olduğu konusundaki görüşlerini ana-babaların veya onlara bakan kişilerin tavırlarına dayanarak oluştururlar. Çocuklar değerli olduklarını hissetmek için ana-babalarının ilgisine ihtiyaç duyarlar.

İlgi göstermek, birlikte zaman harcamaktır. Onunla oyun oynamak, kitap okumak, konuşmak, yürüyüşe çıkmak veya başka şeyler yapmaktır. İlgi göstermek fark etmektir. Çocuğun ne yaptığını, ne söylediğini veya neye ihtiyacının olduğunu fark etmek çok önemlidir. Soru sorduğunda ve bir şeyler konuştuğunda onu gerçekten dinlemektir. Söylediklerinin ve yaptıklarının önemli olduğunu ona hissettirmektir. Tüm bunları yapabildiği takdirde ergen psikolojik olarak rahat olacak ve kendini sosyal ortamda ifade edebilecektir.

Ergenlere duygusal olgunluk kazandırmak, eğitimin en önemli amaçlarından biridir.Ergenlerde kendine güvenin yeterli şekilde gelişebilmesi,gençlerin ne istediğini bilen ve kendini ifade edebilen bir duygusal olgunluk düzeyine gelebilmelerine bağlıdır. Genç birey, bir şeye öfkelendiği veya üzüldüğü zaman, “Ben bu sorunu nasıl çözebilirim? Neden bu kadar üzgün veya heyecanlıyım? Bu olayın ne şekilde onarılması olasıdır?” diye düşünebildiği zaman yaşadığı heyecana karşı objektif bir silahlanma içine girmiş olur (Kasatura,1998:53). Kişide öfke, korku

(24)

ve üzüntüye neden olan heyecanlar,duygusal canlılığını ayakta tutmak için gerekli olduğundan, bunları ortadan kaldırmak gerekmez.Ancak sürekli gerilim içinde yaşamak, ya da öfke ve korku krizleri geçirmek de, bireyi yıpratan bir duygusal durumdur.Bu nedenle anne- babanın ya da diğer ilgili yetişkinlerin gençlere, kendilerini anlatmaları için fırsat vermeleri gerekir.Bu fırsatı bulamayan pek çok genç, duygu ve düşüncelerini geliştirecek bir araç olarak kullanamaz duruma gelir.Duygusal ve düşünsel bir boşluk içinde yönünü bulabilmekte güçlük çeker. Bu da ergenin psikolojik boyuttaki en önemli açılımlarından bir tanesidir.

1.1.2. Ergenlikte Aile Algılaması

Ergenlikte aile algılaması, diğer dönemlerde yapılan algılamalardan çok farklı değildir. Ancak daha önemli ve daha hassastır. Çünkü algılamanın eksenlerini duygusallık oluşturur. Aile kavramı, ortak amaç, beklenti, değer, duygu, düşünce, ilke ve kural gibi öğeleri paylaşan insanlar için kullanılır. Aile, ergen için iletişim grubunun ilk örneğidir.

Ergen, beraber yaşadığı ailesinden, ailesinin doğal ve toplumsal özelliklerinden etkilenir. Bu özelliklerin etkisi altında oluşan kültür yapısıyla yaşamsal ahengini oluşturur. Kazandığı kültürü, kendi fiziksel ve kimyasal enerjisine hapsetmek, ya da açığa çıkartmak, ailenin mevcut özelliklerinden ziyade, ergenin ailesini nasıl algıladığına bağlıdır. Her ailenin belirli bir yapısı, özellikleri vardır. Ailenin yapısı ataerkil de olsa, anaerkil de olsa, çekirdek aile de olsa, genç için önemli olan anne ve baba kavramlarının içerik olarak nasıl doldurulduğudur.

“Baba” kavramı içinde düzenleyici, yapıcı, yaratıcı, yönetici, yetkeci öğeler yer almış olup, bu kavramın tüm öğelerini yerine getirmek amacıyla, çoğunlukla tek yönlü iletişim yapan, buyruk veren güç egemendir.Baba, ailenin elçisi gibidir.Babalık yetkisi yanında, ailenin ekonomik gücünü elinde tutar.Gelenek, görenek, din gibi toplumsal kurumlardan gelen ortak ilke ve kuralları uygular. Çocuklarının geleceğine ilişkin kararlarını alır.Sözlük karşılığı olarak baba, “çocuğun dünyaya gelmesinde etken olan erkek” anlamında kullanılır (Köksel, 2001: 138). Baba arayan, bulan, kazanan, düzenleyen, yöneten, eşini ve çocuklarını kollayan, koruyan nitelikler yüklenir. Bu nitelikleri erkeğe yükleyen durum ise, niteliklerin erkeğe özgü niteliklere dayalı olmasıdır. Bu niteliklerin mevcut varlığı da, “baba”yı güvenilir insan kılmaktadır. O halde ergen için “baba” toplumsal güven

(25)

noktasıdır.Ergen kişi için baba çok güçlü, adeta insanüstü bir yaratık gibidir,her şeyi becerir,yapar,halleder.Ergen kişinin yaşı ilerledikçe, babasını gerçek rolüne oturtur.

Günümüzde teknolojik ve ekonomik alanlardaki sürekli ve hızlı gelişme aile yapısında ve aileyi oluşturan bireylerin görev ve sorumluluklarında da değişmelere neden olmuştur. Geleneksel geniş ailelerin yerini, anne-baba ve çocuklardan oluşan aile yapısı almıştır. Ekonomik şartların ağırlaşması, kadınların eğitim düzeylerinin yükselmesi, teknolojideki gelişme her geçen gün kadın iş gücüne duyulan ihtiyacı arttırmıştır. Annenin çalışma hayatına atılması ailede babanın görev ve sorumluluklarında değişmelere neden olmuştur. Bu gelişim ve değişimlere paralel olarak baba, ailenin gelirini sağlamanın yanı sıra, çocukların bakım ve eğitimlerinde önemli rol oynamaya başlamıştır. Böylelikle babalar da, anneler kadar çocuklarının psiko-sosyal ve zihinsel gelişimlerinde etken rol oynayabileceklerini ortaya koymuştur. Baba-çocuk ilişkisi, hem nitelik hem de nicelik olarak anne-çocuk ilişkisinden farklıdır. Bu da gencin algılamalarındaki farklılığa sebebiyet verir. Araştırmacılar, babanın özellikle erkek çocuğun maskelen davranışları kazanması açısından önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Erkek çocuklar, babaları ile özdeşleşerek, erkek gibi davranmayı öğrenirler (Çağdaş, 2003: 38).

“Anne” kavramı da ergen için çok önemlidir. Doğumundan sonra çocuğun ilk etkileşimde bulunduğu ve kendisine en yakın olduğu kişi annedir. Doğumdan hemen sonra başlayan bu etkileşim daha sonraki dönemlerde de devam eder. Yaşamını sürdürebilmek için başkasının bakımına ve korumasına en çok ihtiyaç duyan canlı, insan yavrusudur.Doğumdan sonra bebeğin açlık, susuzluk, uyku, temizlik, koruma gibi fizyolojik ihtiyaçları anne tarafından karşılanır.Ancak bebek için annenin önemli bir varlık olması sadece fizyolojik ihtiyaçlarının karşılanması ile sınırlanmaz.Bebek ilk günlerden itibaren sıcaklık ve yakınlık hissiyatına annesi ile kavuşur. Bebeğin fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçlarının yerinde ve zamanında anne tarafından karşılanması, çocukta temel güven duygusunun gelişmesinde önemli rol oynar ve bu çocuğun genç yetişkinliğe giden dönemi boyunca da çocuğu etkiler.

Gencin sosyal ilişkilerinin gelişmesinde anne-çocuk diyalogunun önemli bir rolü vardır. Anne – çocuk arasında kurulan sağlıklı iletişim çocuğun sağlıklı bir kişilik geliştirmesini sağlar ve başkaları ile olumlu ilişkiler kurması için temel oluşturur. Anne-çocuk ilişkisinin sağlıklı olabilmesi, doğumun ilk günlerinden anne

(26)

ile bebek arasında gelişen güvenli bağlanma ile alakalıdır. Daha sonraki dönemlerde kopmalar yaşanmazsa, gencin anne algılaması da ilk zamanlardaki gibi sıcak ve güvenilir olacaktır.

Hayatın ilk yıllarında sık sık el değiştiren ya da uzun süre anneden ayrı kalarak, sağlıklı anne-çocuk ilişkisi kuramayan çocukların gösterdiği davranış bozukluklarının altında, sosyal ilişki kuramama yatar. Bu çocuklar, anneleri ile olumlu duygusal bağ kuramadıkları için sevgi ve dostluk gösteremezler. Başkaları ile ilişkilerinde yüzeysellik, düşmanca ve sosyal olmayan davranışlar mevcuttur. Çünkü yaşamın ilk yıllarında anne-çocuk ilişkisi yönünden doyurulmamış olan çocuklarda ahlâk, vicdan, başkalarına sevgi-saygı gelişemez.Bütün bunlar, çocuğun kendine güven pekiştirmesinin de eksik olmasına dayanır. Çocuğun doyurulmamış duyguları, bilinç altında zıt bağlar meydana getirdiği için, ergenlik döneminde de ergenin algılamasını etkiler.

“Anne” kavramı da, “baba” kavramı da insan hayatında hem bireysel hem de sosyal anlamda önemlidir. “Anne” ve “baba” çocukları için örnek model teşkil ettiğinden onlarla ilgili ilk algılamalar çok önemlidir. Bu gençliğin ilerleyen dönemlerinde de değişebilir. Çoğu zaman gençler anne ve babalarının kendilerini anlamadıklarından şikayet ederler. Anne-babalar, çocuk büyüdükçe daha uslanır, daha az sorun çıkarır sanırlar. Her şeyin yoluna girdiğini sandıkları bir dönemde birden ortaya çıkan huysuzluklarla, tedirginliğe ve nedensiz öfke patlamalarına bir anlam veremezler. Halbuki bunun anlamı gencin ergenliğe girmesinde yatmaktadır.Bu anlamı keşfedemedikleri zaman ilişkilerde gerginlik olur ve bu gerginlik de ergenin anne-baba algılamalarını, aile algılamalarını sadece dönemsel olarak etkiler.Gencin olumlu ya da olumsuz düşünce netliğini çocuk iken yaşadığı aile ilişkileri belirler.

Genç zamanla alıngan davranıp hiç eleştiriye gelemezken yerli yersiz anasını, babasını eleştirmeye başlar.Anne-babasının beğenileriyle alay eder, düşüncelerini eskimiş bulur, inançlarını kuşkuyla karşılar.Sanki anadan-babadan öğrenecek hiçbir şeyi kalmamıştır.Öğütleriyle davranışları arasındaki tutarsızlığı yüzlerine vurur. Onları eleştirme fırsatını hiç kaçırmaz.

Gençlerin kendi ana babalarını eleştirmeleri yetmezmiş gibi bir de anne-babalarına başkalarının ana-babalarını örnek olarak gösterirler. Bu da anne babayı

(27)

çok kızdırır. Genç, ailesine karşı duyduğu yabancılık duygusu ile başka bir ailenin çocuğu olduğunu düşünmeye başlayabilir. Kendisinin bu evde istenmediğini, kendisine değer verilmediğini düşünür. Kendisi haklı, ana-babası haksızdır. Yaptıklarını görmez, ana-babasının tepkilerini, anlayışsızlıklarını abartır, baskılarını kısıtlamalarını, yana yakıla anlatır. Kısacası ana-babası onu anlamıyordur. Oysa ki genç kendisi de kendisini anlamakta güçlük çekmektedir. Onu en iyi anlayan, onun gözünde arkadaşlarıdır. Bu durumda kendisi gibi evden kopan, bağımsızlık arayan arkadaş grubuna sığınır.

Ergenlik çağında ana-baba ile gencin ilişkisini belirleyen çeşitli etkenler vardır. Bu etkenler ergenlikte aile algılamasını da etkilerler. Bunların en önemlisi, ergenlik öncesinde gence karşı ana-babanın tutumu, ana-baba kişilikleri, ana-babanın anlaşması ve uyumudur. Başka bir deyişle, her ailenin gencin ergenlik öncesindeki uyumlarını bilmeden gençlik çağının çalkantısını ne ölçüde başarıyla atlatacağı da kestirilemez. Ancak önemli olan sevgi ve disiplin bakımından ailenin tutumunun ne olduğunu betimlemektir. Çünkü ergenin algılamasında aileye dair uyumu ya da uyumsuzluğu besleyen faktörler bunlardır.

1.1.3. Ergen Ailesi Olma Psikolojisi

Bir gencin ana babası olma yaşı bazı durumlar dışında genellikle anne-babaların orta yaşlarına rastlar.Bu ana-anne-babaların en belirgin sorunu genellikle üç kuşağın beklentilerini dengeleyebilmede toplanır.Çünkü bunalımları olan, kritik dönemi yaşayan sadece gençler değildir.Bu anne-babaların anne-babaları da çoğunlukla çeşitli düş kırıklıkları,çaresizlik duyguları ve yoğun sağlık problemleri ile kritik bir dönem yaşamışlardır. Anne-babaların kendileri de ister istemez bugüne kadar yapabildikleri ve yapamadıkları çoğu, bilinçli veya bilinçsiz tüm ilişkilerini, beklenti ve hayal kırıklıklarını yeni bir gözle değerlendirme gereksinimi duyarlar. Bu gereksinim rahatsız edici pek çok soru çıkartır ortaya. O güne kadar kuşkusuz çeşitli hataları, düş kırıkları olmuştur, üstelik artık son yıllarda karmaşık biyolojik hormonal değişiklikler meydana gelmektedir. Bu değişiklikler ise bireyin beden formunu, aktivitesini ve cinsel yaşantısını etkiler.Kısaca anne-babalar da artık bir yavaşlama ve azalma dönemindedir,ve yaşadıkları bu döneme çeşitli tepkileri oluşur.İşte insanların pek çoğunun yaşadığı bu dönem “orta yaş krizi” olarak adlandırılır.Ana babaların karşılaştığı bir başka önemli güçlük ise geçmiş günlerin yeniden gündeme

(28)

getirilmesiyle ortaya çıkar. Bugün artık çok iyi bilinmektedir ki gençlerin sorunlarının çoğu, çocukluk yaşantıları ve sorunlarıyla ilişkilidir, yani çocukluk sorunları gençlikte daha büyük boyutlarda yeniden canlanır.Bir anne baba için, zaman ve bilgi azlığı, evlilikte uyumsuzluk, yeterli disiplini verememek gibi kendi eski yaşantısındaki pek çok olumsuz olaylar sonucunda, günün birinde çocuğunun problemli bir genç olduğunu görmesi gerçekten acı bir deneyimdir.Özellikle geçmişi düzeltecek bir adım atabilmeleri, geçmişte çocuklarına yaşattıkları acı olayları unutturabilme olanakları yoksa bu ana babalar için çok daha üzücü olabilir.

Gençlere ana babalık etme sırasında günlük yaşantıda genellikle pek çok özel soru ortaya çıkar. Ne çare ki bütün bu sorulara açıklık getirebilecek, her çatışma ortamında bir kalıp gibi uygulanabilecek, “ideal tek yol” bu güne kadar bulunamamıştır. Bu konuda kesin bir şey söylemek zaman zaman çok zordur. Bazen çocukların ihtiyaçları ile ana babaların ihtiyaçları birbirinden çok farklıdır. Bunlar arasında bir uzlaşma sağlanabilmesinde ana babaların karşılaştığı en önemli sorunlardan biri “sınırların sınırını” saptayabilmektir.

Ana babalar için bir diğer önemli sorun aile içi karar verilmesi gereken konularda gençlere ne kadar karar verme hakkı tanınmalı, neler ayrı ayrı yapılmalıdır konusudur.Yine gençleri programlama, onların işlevlerini düzenleme açısından çeşitli sorunlar ortaya çıkabilir.Ana babalar gencin etkinliklerini ne kadar düzenlemeli,ya da gencin etkinliklerinin ne kadarına karışmalıdır bunu belirlemeleri gerekir.Bu durumda ana babalar için kendi çocukları ile aralarına yeterli bir mesafe koyabilmek de sorun haline dönüşebilir.Gençlerin zihinlerinde yanıtını kolay kolay bulamadıkları;“Beni kontrol mü ediyorlar, beni küçük mü görüyorlar, şimdi onların yardımını kabul etsem, bu benim yetersizliğimi mi gösterir?”gibi çeşitli sorular oluşabilir.Bu sorular zaman zaman anne babalar için de geçerlidir.“Benden böylesine kaçarken, bana karşı gelirken, acaba yakınlaşmamı bir zayıflık işareti gibi mi değerlendirir, daha fazlasını mı ister, tümden elden mi çıkar” gibi sorular da anne-babaların zihinlerini meşgul eder. Kısaca bu konuda gencin ve ailenin soruları, çatışmaları, ihtiyaçları bir o yana, bir bu yana gider gelir.Bu sırada tartışmalar veya düş kırıklıkları olasılığı artar(Ekşi,1990:266).

Gençler ev dışında kendi yaşantılarından, okuldan, diğer yetişkinlerden içinde bulundukları ortamdan ve özellikle televizyondan etkilenirler. Daha geniş

(29)

toplumsal, kültürel, politik etkenler de doğrudan ya da dolaylı biçimde gencin çelişkilerini, rolünü, yapması gerekenler hakkındaki belirsizlikleri daha da çıkmaza sokabilir.Kısaca her yönden çeşitli baskılar ve aile beklentileri genci rol değişikliklerine zorlar. Eğer evde anne-baba ve genç arasında güven ilişkileri sağlanamamışsa ve gencin yaşıt grubu ile beraberliği engellenmişse, genç, aile değerlerine daha fazla karşı çıkarak yaşıt değerlerini üstün tutma eğilimi gösterir. Bu açıdan yaşıt grubunun etkisi, zaten çok zayıf iç baskıya sahip olan suça eğilimli gençlerde çok daha büyük önem kazanır.

1.2. Kendine Güven

Kendine güven, psikolojik olarak var olabilmenin esasını oluştur.Kişi bazen özdeğer bilincinden yoksun olarak sürdürülen bir yaşamda temel ihtiyaçlarına karşılık bulamaz ve böylece yaşamı zor bir hal alır.Bu noktada benlik bilinci önem taşır. Benlik bilinci, insanı hayvanlardan ayıran en önemli özelliklerden biridir.Kişi kim olduğunu tanımlama ve söz konusu kimliği beğenip beğenmediğine karar verme yeteneğine sahiptir.Kendine güven, insanın bu yargılama yeteneğini kapsar.Kişi kişiliğini oluşturan bazı özellikleri reddettiğinde,kişiyi hayatta tutan psikolojik temele büyük ölçüde zarar vermiş olur.

Kişinin kendini yargılaması ve yadsıması büyük acılara neden olur. Nasıl ki vücudundaki bir yarayı özenle koruyup sakınırsa,kendini yadsımayla gelen acıyı artırabilecek olaylara da hayatında mümkün olduğunca yer vermemeye çalışır. Örneğin, psikolojik,sosyal, akademik ve mesleki açıdan daha az riske girer. Başaramama olasılığının bulunduğu bir konuda fazla çaba harcamamaya özen gösterir.Kendini başka insanlara açma,cinselliğini ifade etme, dikkat çekme, eleştiri alma, yardım isteme veya sorunları çözme yeteneğini kısıtlamış olur.Yargılama ve kendini reddetme olgularından kaçınmak için savunma mekanizmaları geliştirir.İşte genel olarak insanlar açısından betimlenen kendine güven kişi tüm bunları hayatından uzak tutarsa kendisini gösterir.

1.2.1. Kendine Güven Olgusu

Kendine güven toplumsal hayat içerisinde bir olgu olarak vardır.Kendine güvenin temel taşları kişinin kendisine dair inançlarıdır.Yani kişinin dünyadaki değeriyle ilgili temel düşünceleri o kişinin kendine dair inançlarını oluşturur.Bunlara

(30)

öz inançlar diyebiliriz.Öz inançlar,kişinin kendisini ne derece değerli, güvenli, etkin, güçlü, bağımsız ve sevilen biri olarak gördüğünü belirler.Ayrıca,kişinin ait olma duygusunu ve başkalarının ona karşı davranışlarını nasıl algıladığını temel bir yapıya oturtur.

Olumsuz öz inançlar,kişinin asla sorumluluk alamam, çünkü yetersizim gibi düşüncelerini oluşturur.Buna karşılık olumlu öz inançlar da kişinin akıllı ve öğrenme becerisine sahip olduğunu belirtir. Kişinin içinde süregelen monolog, büyük ölçüde öz inançlarının etkisinde kalır.Fakat kişinin içinde sürdürdüğü bu monolog da,öz inançlarının güçlenmesine yardım eder. Öz inançların, erken yaşlarda yaşanan yoksunluk ve incinme gibi olaylar tarafından çarpıtılması sık rastlanan bir durumdur. Reddedilmeye veya kırılmaya bir tepki olarak,kişi kendisini değersiz ve eksik biri olarak görebilir.

Öz inançların değiştirilmesi, zaman ve çaba gerektirir;fakat bunları değiştirmek,kişin kendine ve çevresine bakış açınızı tamamen değiştirmek anlamına gelir(Mckay,1998:307).Olumsuz öz inançların farkına varılması, bunların değiştirilmesi yönünde atılacak ilk adımdır.Davranış, düşünce ve duyguların büyük bir kısmı, yaşamın her alanındaki gizlenmiş etkileriyle birlikte, bu inançların dolaysız bir sonucu olarak ortaya çıkar.

Kendine güven olgusunu betimleyebilmek için öncelikle güven olgusunu tanımlamak gerekir.Güven, bir şeyden beklenilen niteliğe inanıp ona göre davranmaktır. Kendine güven ise, kendinden beklenilen niteliğe inanıp, ona göre davranabileceğini göstermektir.

Kendine güven değişik ölçülerde bir özelliktir. Pek az sayıda insan güçlü bir güvene, çok sayıda insan ise zayıf bir güvene sahiptir ve daha fazlasına sahip olmak ister. İlk bakışta, psikolojik açıdan ele alındığında insanın kendine güveni basit bir olay gibi görünür. Ama hiç de öyle değildir. Çünkü bu özellik güçlü bir biçimde öteki özelliklerle bağlanmıştır. Kendine güven, çok önde gelen bir özelliktir. İç dünyamızı kabaca bir halka biçiminde düşünürsek, kendine güven odakta yer alırken öteki özellikler onun çevresinde gruplaşırlar.Kendine güven iyimserlik ve kötümserlik ile çok yakından ilişkilidir.Her ikisi de yani kendine güven ve iyimserlik, daha ilk gençlik yıllarında ortaya çıkıp gelişen özelliklerdir. İnsan tanıma, duyarlılık, özveri gibi özellikler ise çok daha sonraları olgunlaşırlar.Bu yüzden,

(31)

sonraki yıllarda kendine güveni geliştirmek çok zor olmasına karşın öteki özellikler kolaylıkla edinilebilir ve geliştirilebilir (Lauster, 2000:12).

Kendine güven olgusu herkesin istediği emin olma duygusunu getirir. Sürekli güven hissetmenin,kişinin daha önce karşılaştığı ortam ve durumlarda bile güveninizin sarsılmaması, ancak inanç gücüyle mümkündür.Kendine güven kişinin hakkı olan ve sahip olduğu duyguları zihninde canlandırıp onlardan emin olma ile ilgili bir betimlemedir.

Kendine güven eksikliği, birçok insanın yaşadığı bir problemdir.Bireyler kendilerini her zaman huzurlu ve rahat hissedemezler.Bu, doğrudur.Ancak,bu durum bazı insanlar için önemsiz bir sorun, bazıları içinse büyük bir sıkıntı ve huzursuzluk nedeni olabilir.Oysaki kendine güven geliştirilebilir,insanlar kendilerine daha güvenli olmayı öğrenebilirler(Hambly,1999:7).

Kendine güven değişmeyen, durağan bir şey değildir. Değişik zamanlarda kişinin kendine güveni tamdır ya da değildir.Bazen kişinin kendine güvendiği, bazen de güvenmediği durumlar olabilir.Kendine güven kolay erişilebilecek bir duygu hali olmayabilir. Bununla birlikte,toplumsal hayat içerisinde bir sürü kendine güvenen insanlar ya da kendine güveniyor gibi görünen insanlar vardır.Toplumumuzda gibi görünmek çokça itibar edilen bir davranış biçimidir.Her kişinin kendine güvene ihtiyacı vardır. Bu noktada önemli olan kişinin kendisine duyduğu güveni geliştirebilir olup olmadığıdır. Bunu betimleyecek olursak,evet kişi kendisine duyduğu güveni artırabilir ve daha kendine güvenli olmayı öğrenebilir.Ancak doğru noktadan işe başlayıp, bu konuda çaba harcamalıdır. Kişisel çaba iyi yönlendirilirse kişi kendine güvenini,dolayısıyla da mutluluk duygusunu önemli ölçüde artırabilir, hayattan daha fazla tat, daha fazla doyum ve zevk alabilir.

Sözlükler kendine güveni “yüreklilik, cesaret” olarak tanımlamaktadır. Ancak bu tanım kendine güvenin tam anlamı vermemektedir. Çünkü kendine güvende aradığımız şey sadece yüreklilik değildir.“Kendi yeteneklerine kesin inanç”ı da kapsayan bir açıklama daha uygun gibi görünmektedir.Çünkü,her birey her durumda kendisine güvenmek ve rahat olmak ister.Kendine güven başka insanlarla kurduğumuz ilişkilerle yakından bağlantılıdır(Hambly,1999:7).Hiç kimse herhangi birinin kendisini değersiz bulmasını ve baskı altında tutmasını da istemez. O halde

(32)

kişi kendisine güvenli değilse;kendine güven kazanmak adına mutlaka bir şeyler yapmalıdır.

Kendine güven eksikliğinin nedeni genellikle kişinin diğer insanlarla olan ilişkileridir.Bunun yanı sıra zorluk çekilen bütün insan ilişkileri kişinin kendine güvenini tahrip edebilir.O halde kendine güven, kişinin arzu ettiğini yapabilme inancıdır.Yani, kendine güven bir beceridir.

Herkesin, optimum düzeyde kendine güvene sahip olacak, bunu ortaya koyabilecek ve koruyabilecek kaynakları mevcuttur. Bazı kişiler, hayat süreçlerinde yaşadıkları öğrenmelerle, doğal olarak, her durumda ya da çoğu durumda optimum kendine güven gösterebilirler. Ama bu diğer insanların buna sahip olamayacağı ya da bu özelliğin doğuştan sadece bazı kişilere bahşedilmiş olduğu anlamına gelmez. Herkes bilinçli ya da bilinç dışı kaynaklarını kullanmaya yönelik doğru yolları izleyerek optimum kendine güvene sahip olabilir, bunu koruyabilir ve sergileyebilir.

Kendine güven genel olarak dört unsurun bir araya gelmesiyle oluşur.Bunlar, bilgi, tecrübe, kontrol ve inançtır.Kendine güveni bir terazi olarak düşünürsek ve bir kefesine yeterlilikleri, diğer kefesine de inancı koyduğumuzu varsayarsak bunların dengede olması, optimum kendine güveni ortaya çıkarır(Yurdakul,2003:99).İnanç kefesinin ağır basması,var olan yeterliliklerden fazla inanca sahip olunması demektir. Bu durum aşırı kendine güven olarak adlandırılır ve düşük performansa sebebiyet verir. Yeterlilikler kefesinin ağır basması ise,sahip olunan yeterliliklerden daha az inanca sahip olunan yeterliliklerden daha az inanca sahip olunduğunu gösterir ki; bu da düşük kendine güven olarak adlandırılır. Düşük kendine güven de aynı aşırı kendine güven gibi, düşük performansa sebebiyet verir. Arzu edilen ve faydalı olan ise iki kefedeki özelliklerin de dengede olması ve birlikte dengeli olarak artmasıdır.İşte bu optimum kendine güvendir ve doruk performansı yaratır.

Optimum kendine güven geliştirme konusunda iki sistem vardır. İlki bilinçli kaynakları kullanarak optimum kendine güven geliştirmek ve korumak;bir diğeri ise bilinçdışı kaynakları kullanarak optimum kendine güven geliştirmek ve korumaktır.Her insan ihtiyaç duyduğu kaynaklara sahiptir, yenilerini yaratır ya da henüz farkında olmadıklarını ortaya çıkartıp kullanmayı öğrenir.Yani herkes

(33)

hayatının bir zamanında, bir durumda kendine güvenlik sergilemiştir(Yurdakul, 2003:101).

1.2.2. Kendine Güven Olgusunun Psikolojik Boyutu

Bireyin psikolojik gelişimi ile ilgili olguları değerlendirebilmek için doğumdan ölüme kadar geçen süre içinde, gelişim süreçlerini tanımak gerekir. Birey hangi gelişim dönemlerinde, ne gibi değişimler yaşamaktadır? Bu değişimler nedeni ile, bireyler arasında psikolojik benzerlik ve farklılıklar nasıl ortaya çıkmaktadır? Gelişim devresinin özelliklerini dikkate almak, kişilik gelişimini istenilen yönlere sürükleyebilir mi? Her gelişim döneminde bir sonraki evreye geçmeden önce, döneme özgü çatışma ve problemler çözülebilmelidir ki, bir sonraki dönem daha huzurlu yaşanabilsin.

Doğumdan itibaren, yaşam boyunca evrimsel gelişime bağlı olan olgunlaşma; toplumsal süreçlerin ortaya koyabileceği bireyselleşmenin karşılıklı etkisi ile meydana gelir.Olgunlaşma süreci toplumsal faktörlerin desteği olsa da, olmasa da doğuştan var olan yetilerin gelişimidir.Örneğin çocuğa ne kadar öğretilmeye çalışılırsa çalışılsın, belli bir evrimsel düzeye gelmeden konuşma ve yürütmeyi öğretmek olası değildir.Konuşmak da,yürümek de çocuğun doğal yapısında evrimsel olarak yerleşmiş davranış yetileridir.Bu yetilerin gelişimi için gerekli olan çağa gelindiğinde, çocuk bu davranışları gösterecektir. Fakat çocuğun hangi dili konuşacağı öğrenme ile belirlenir.Kişilik gelişiminde motor, bilişsel ve duygusal yönleri biyo-psiko-sosyal bir bütün olarak ele almak gerekir. Kişilik gelişimi açısından çocuğun hareketi, bilişsel, duyusal ve sosyal gelişiminin birçok davranış kalıbı gibi, kendine güven duygusunun gelişiminde de büyük etkisi vardır. Gelişme dönemlerindeki uyum veya uyumsuzluklar bir önceki dönemin bazı takıntı ve sorunlarla geçirilmiş olması, bir sonraki dönemde yaşanacak sorunlara yön verici olacaktır.

Bu noktada Freud’un temel kişilik yapısının katlarını öğrendikten sonra, güvensizlikle ilgili görüşüne de göz atmak da fayda vardır.Güvensizlik insanda iç ve dış uyarılar sonucu ortaya çıkan duygusal bir yaşantıdır.Freud güvensizliği iki ayrı grupta incelemiştir(Kasatura:1998:34).Bunlardan ilki objektif güvensizliktir.Bu dış dünyanın algılanması sonucunda meydana gelen rahatsız edici bir duygusal yaşantıdır. Bir başka deyişle kişinin, iç dünyasındaki sübjektif duygulardan, doğan

Şekil

Tablo 6. Aile Tipi
Tablo 8. Gelir Durumu  Sayı Yüzde  (%)  0 – 200 Milyon  27 7,5  201 – 300 Milyon  47 13,1  301 – 500 Milyon  101 28,1  501 – 700 Milyon  117 32,5  1 Milyar ve Üstü  68 18,9  Toplam  360 100
Tablo 11. Annenin eğitim durumu  Sayı Yüzde  (%)  Okuryazar değil  33 9,2  Okuryazar  43 11,9  İlköğretim   183 50,8  Ortaöğretim  76 21,1  Yüksek öğretim  25 6,9  Toplam  360 100
Tablo 18. Ergene göre anne babasının tutumu  Sayı Yüzde  (%)  Koruyucu  61 16,9  Hoşgörülü  87 24,2  Bakıcı  28 7,8  Otoriter  16 4,4  Güven verici  52 14,4  Destekleyici  43 11,9  Disiplinli  67 18,6  Diğer  6 1,7  Toplam  360 100
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

Ergenlerde Kendi Kendine İlaç Kullanımını Değerlendirme Formu: Ergenlerin, sıklıkla hangi durumlarda ve hangi ilaç- ları reçetesiz kullandığını değerlendirmek

16 üyesi bulunan Sağlıklı yaşam derneğine her hafta 2 üye, 4 üyesi olan kitap severler derneğine ise her hafta 6

Sabahat Filmer'in kıymetli eşi, Metin Filmer, Füsun Dobra, ilham Filmer'in sevgili babalan, Ahmet Filmer, merhum Şeref Filmer ile Sevda Elbi, Lale Filmer, Cem ve Sadık Dobra nın

Ancak tekerlekler bir yandan dönerken bir yandan da süpürme hareketleriyle kürek çekmeye benzer şekilde davrandığında en azından hafif eğimlerde aracın ilerlemesi

1972 yılında çevrilen “ Kötek” filminde Kadir İnanır, yanında Tunç Oral, arkada sağda Kızılderililerin arasında Seyyal Taner.. RED KİT

“Konut sahipleri ikna olsa da olmasa da gerekeni yapacağız” diyen ve 2011 yılının sonuna kadar İstanbul’un her bölgesine girip “kentsel dönü şüm”

Bu yaşlarda birey diğer aile üyelerine daha bağımlı hale gelmekte, bu nedenle direkt olarak şiddete direnememekte ve şiddete karşı tavır alması güçleşmektedir

 Lise öğrencilerinin sportif sürekli kendine güven düzeyleri arasında uğraştıkları spor dalına göre anlamlı bir farklılık var mıdır..  Lise öğrencilerinin