• Sonuç bulunamadı

Ergenlikte Kendine Güvenin Aile İle İlişkilendirilmesi

1. ERGENLİK DÖNEMİ VE ERGENLİKTE KENDİNE GÜVEN

2.2. Ergenlikte Kendine Güvenin Aile ile Ankara Örneğinde Kavramsallaştırılması

2.2.2. Ergenlikte Kendine Güvenin Aile İle İlişkilendirilmesi

Aile bireyin toplumsallaşması üzerinde küçük yaştan itibaren belirleyici olur Ailenin örnek yaşantıları, ailenin kültürel tercihleri, yaşanılan yerin büyüklüğü veya küçüklüğü gibi faktörler toplumsallaşmada söz sahibi faktörlerdir. Bu faktörlerin başında gelen farklı aile türleri, çocuğun toplumsallaşmasını farklı biçimlerde etkilerler. Aile sahip olduğu bilgi, değer, tutum, rol ve alışkanlıkları çocuklarına aktarır. Ailenin dünya görüşü, çocuğun kişiliğinin düşünce ve davranış biçimlerinin oluşmasında etkili olmaktadır.

Toplumsallaşma, sosyal gruplara girme, ilişkiyi başlatma, sürdürme ve bitirebilme becerisi gösterebilme ile ne tür sosyal tercihlerin yapılacağının öğrenilmesi için başkalarıyla etkileşime girme sürecidir. Anne-baba-çocuk ilişkisinde toplumsallaşmanın ilk denemeleri yapılır ve ödül-ceza yöntemiyle anne-babanın çocuğun toplumsallaşmasını şekillendirmeye çalışır. Buna informel eğitim denir. Anne-baba-çocuk ilişkisi karşılıklı bir etkileşim sürecidir ve çocuk bu etkileşimi kullanarak toplumsallaşmayı öğrenir. Toplumsallaşma sürecinde çocuk gözlem ve model olma yöntemlerini de kullanmaktadır. Anne babanın söyledikleri yeterli değildir. Çocuk onların ne yaptığını da görmek ister ve gördüklerinden daha fazla etkilenir. Çocuklar anne ve babalarından farklı düzeylerde etkilenirler. Her çocuğun kimden etkileneceği ve etkilenme derecesi farklıdır. Bu farklılık çocuk ve anne-baba etkileşiminin süresine, sıklığına, içtenliğine ve özelliğine bağlıdır.

Çocuğa sevgi, şefkat gösteren, ilgilenen ve onunla daha fazla zaman harcayan anne-babanın çocuk üzerinde etkisi daha fazla olmaktadır. Çocukların ailelerinden farklı düzeyde etkilenmelerinin diğer nedenleri ise genetiktir. Toplumsallaşmayı etkileyen diğer faktörler, çocuğun bilişsel yapısı gelişimsel özellikleri ve olgunluk düzeyi olabilir. Ana baba, ana babalık rolünü nasıl görüyor ve değerlendiriyorsa, çocuğa karşı tutum ve davranışları da buna göre biçimlenmektedir. Ancak, çocuğun bireysel özellikleri, koşulları, sağlığı, beden yapısı, zekası ve tepkileri de anne baba tutumları üzerinde etkili olmakta, anne babanın çocuğa karşı tutumlarında farklılık yaratmaktadır. Ana-babanın çocuğu “kabul eden” bir tutuma sahip olmaları, çocuğun kayıtsız şartsız sevilmesi, bağımsız olabilmesi için desteklenmesi, bireyselliğine saygı gösterilmesi, düşüncelerini ve duygularını anlatmasına fırsat verilmesi anlamına gelmektedir. Ana babanın çocuğu “reddeden” tutumları ise bunların tersi davranışları içermektedir.

Disiplin, öğrenme, eğitim ve toplumsallaşma süreci olarak betimlenebilir. Disiplin amacı bireyin öz denetim becerisinin gelişmesidir. Birey böylece grup içinde kendi davranışlarına kendisi belli bir yön ve ölçüt kazanabilir. Yaşamın başlangıcında başkalarının denetimi altında olan çocuk, yaşı ilerledikçe kendi kendini denetleyebilecek duruma gelir. Çocuk ana babasıyla ilişkisinde, karşılıklı güven ve sevgiye dayanan bir etkileşim olduğunu görürse kolayca karşılık verir.

Ergenlik döneminde disiplin aile içindeki denge ve düzenin oluşturulmasında büyük bir önem taşır. Disiplin, katılık, kuralcılık değil, çocuğun topluma uyumu üzerine yoğunlaşmak,davranışı yönlendirmek demektir.Disiplin, çocuğa istenilen davranış ve alışkanlıkları öğretmek, kendi kendine denetleme ya da iç denetim demek olan ahlak gelişimini sağlamaktır. Bu da dıştan gelen bir zorlamayla olmaz. Önemli olan, içselleşmiş bir sorumluluk duygusunun oluşturulmasıdır.

Erken çocukluk yıllarında, çocuğun gereksinimlerini belirlemek ve davranışların ardındaki nedeni bularak davranışın değişimini sağlamak anne babayı olduğu kadar çocuğu da tatmin etmektedir. Çocuk istenilen bir davranış yaptığında ana baba tarafından olumlu yüz ifadesi ve övücü sözlerle değerlendirilirse bu durum çocuğun davranışının biçimlendirilmesinde etkili olabilir. Açık ve tutarlı kurallar da çocuklara kendilerinin güvende hissettirir. Ana-babalar örnekleme yaparak yol gösterdikleri takdirde etkili olabilirler. Çünkü hem küçük çocuklar, hem de ergenler anne babalarının sözlerinden çok hareketlerinden etkilenirler. Çocuk ne kadar küçükse, bu durum daha da geçerli hale gelir. Eğer anne baba çocuğunun kendilerine itaat etmesini istiyorsa vücut diliyle verdikleri mesaj ve hareketleri anlaşılır olmalıdır.

Eğer ana babalar bir şeylerin farklı olmasını istiyorlarsa, bu farklılıklara kendileri ön ayak olmak zorundadırlar. Bu sebeple kuralların birçoğu, çocukların ne yaptıklarından daha çok, ailelerin ne yaptığıyla ilgilidir. Anne-baba olarak anne babanın dürüst olması gerekir, istikrarlı olması gerekir, esnek olması gerekir, yapıcı olması gerekir, pozitif ve nazik olması gerekir, meseleleri çözmesi gerekir ve eğer bunları henüz yapamıyorsa da, çocuğu ile birlikte yan yana öğrenmesi gerekir. Kurallar bir çocuğun emniyet örtüsüdür. Kurallar çocukların tutum ve davranışlarının nasıl olması gerektiğini bilmelerini sağlar. En etkili kurallar, bütünüyle kökleşmiş alışkanlıklar haline dönüşmüş olanlardır. Eğer anne-baba yapsak mı, yapmasak mı diye düşünmeye başlamışsa kuralı bozmanın neredeyse eşiğine gelmiş demektir. Düzensiz uyku saati, uykusuzluğa, düzensiz yemek alışkanlığı, atıştırmaya veya pervasızca yemeğe yol açar ve çocukların nasıl davranmaları konusundaki tutarsız beklentiler, doğru veya yanlış yaptıklarında verilen tutarsız tepkiler, çocukları zor, yıkıcı ve güvensiz yapar. Anne babanın ailesi içi önemli olan şeylere olmasını

istediği şekilde başlaması gerekir.Ebeveynler bir çocuğun sorumluluğunu üstlendikleri zaman, ne olursa olsun onları seveceklerine dair yazısız bir sözleşme yapmış sayılırlar. Bu sebeple çocuğun kötü ya da yanlış davranması, bu o çocuğun ailesi tarafından sevilmesi hakkın elinden almaz (Einon, 2002: 15).

Kişisel güvenin önemini kabul etmeyenimiz yoktur. Kendine güvenen zemine sağlam basar ve çevreye karşı moralli olur. Kişisel güveni olumsuz yönde etkileyen şeylerden en başta geleni kendisi ile alay edilmesidir. Bunun da temelinde sevgi eksikliği yatmaktadır. Halbuki ebeveyn çocuklarına karşılıksız sevgi göstermelidir. Karşılıksız sevgi, hiçbir öncelikli şartı ve durumu göz önüne almadan birini sevmektir.Birisini ne yaptığına bakarak değil de kim olduğuna dayanarak sevmektir (Saygılı,2005 :14).

Çocuklar doğdukları andan itibaren, kim oldukları ve insan olarak değerlerinin ne olduğu konusundaki görüşlerini ana-babaların veya onlara bakan kişilerin tavırlarına dayanarak oluştururlar. Çocuklar değerli olduklarını hissetmek için ana-babalarının ilgisine ihtiyaç duyarlar. Ebeveynin model olması gerekir. Anne- babalar çocuklarına şahsi bir model oluşturmaktadırlar. Ergenlerin cinsellik hakkında fikir geliştirmeleri, ahlaki değerler ve standartlar konusunda olgunlaşmaları hep anne-babanın evlatlarını örnek davranışlar sergilemeleriyle mümkün olur.

Daha büyük yaşlarda bazı sorumlulukları ebeveynleriyle birlikte paylaşan genç, tek başına ve bilinçli olarak bir hayat sürdürmek için, gelişim sırasındaki görevlerini; kendi sorumluluğunu da üstlenerek, cesaretle ve kendine güvenerek yerine getirir. Çünkü, başarıyla sonuçlanan deneyimleri ona cesaret kazandırmıştır. Böylelikle yeni görev ve sorumluluklardan ve problemlerden ürkerek geri çekilmez, tersine bunları yaşanması ve üstesinden gelinmesi gereken şeyler olarak görür.

Aile, üyelerine sıkıntılı dönemlerinde yardımcı olan psikolojik bir destek sistemidir. Toplumun, ölümün etkilerine karşı koyabilecek sağlam bir sisteme ihtiyacı vardır. Bu ailedir, toplumun değerlerini bir sonraki kuşağa geçirmek ailenin sorumluluğudur. Toplum yapısının örgüsü, aileden belli beklentiler doğurur. Toplum karı-kocadan resmi bir anlaşma ister. Yalnızca cinsel sorumsuzluğa karşı değil, çocukların bakımı için de önlem almayı amaçlar.

Aileler, çocuklarına, tam bağımlılıktan bağımsızlığa, yalnızlıktan diğer insanlarla kaynaşmaya, oluşmamış bir kişilikten birey olmaya geçişte gerçek deneyimler sunar. Diğer insanların saygısını ve öz saygıyı kazanabilmek için, çevrenin kişiden neler beklediği ve kişiye neler verebileceği hakkında bilgiyi,kişiye bu deneyimler sağlar.

Ailenin ne tarzda bir aile yapısı olursa olsun; üç geniş kapsamlı işlevi vardır.Bunlar,üyelerinin fiziksel ihtiyaçlarını karşılamak;çocuklarda özerkliği geliştirmek;anne ve babanın kişiliklerinin dengelenmesini ve gelişmesini sağlamaktır (Orvin, 1997: 5).

Aile üyelerinin fiziksel ihtiyaçlarının karşılanmasında; işlevinin yerine getirilişinin başarılı veya başarısız olduğuna karar vermek oldukça kolaydır, hatta bu diğer iki işlev ile karşılaştırıldığında en kolay olanıdır. Yine de, ailenin işleyişi için çok gerekli olan yeterli gıda, barınak, güvenlik ve sağlık bakımını sağlamak her zaman kolay değildir. Ailede bunların sağlanıp sağlanmadığı ailenin öbür işlevlerine göre daha açık olarak görülebilir.

Ebeveyn çocuğuna bir yandan özerk olmayı öğretirken, diğer yandan da başkaları ile kurulan bağlara değer vermesini öğretmelidir. Yani, bir diğer insan ile özel ilişkiler kurabilme yetisini geliştirmeye teşvik etmelidir. Böylesi özel ve yakın bir ilişki kurabilmek için arayışlar aile içinde başlar, fakat gerçekleşebilmesi ergenlik dönemini aşar.

Ana babanın tutum ve davranışları da çok önemlidir. Anne ve baba, kendi çocukluğundan edindiği tutum, inanç, duygu ve davranışları, kendi çocuğu ile olan ilişkilerine taşır. Bu tutum ve inançlar, her ana babanın kendi çocukluğundaki gelişiminin,aile yapısını,ailesinde nasıl geliştiğinin ve gelişirken kendi uyumsuzluklarının nasıl yorumlandığının sonucudur.

Dünyada kendine güveni olmayan insan sayısı kadar, güvensizlik nedeni vardır.Kaynakları araştırılmadığı müddetçe her birine aynı reçete uygulanamaz. Ancak yine de güvensizliğin çıkış noktaları göz önüne alınarak ortak çözümlerden söz edilebilir.Hangi konuda güven kazanmak isteniyorsa o konu etrafında bilgi toplamak, sonra uygun bir yaklaşımda bulunmak daha uygundur (Kasatura, 1998:138). Kendine güven duymak doğuştan gelen bir yetenek değildir. Eğitimle

kazanılan bir özelliktir. Yaşamın herhangi bir döneminde ortaya çıkmışsa, ya da daha küçük yaşlardan itibaren hiç kazanılmamışsa, birey bu güvensizliğin farkına varıp yenmek istediği takdirde, başarı kazanabilir.Başarısızlık korkusu ile güvensizlik duyduğu ortam veya kişilerden kaçmak, yüzme öğrenmek isteyen kişinin denizden kaçmasına benzer.

Çocukta kendine güveni meydana getirebilecek bir yaklaşımda, elbette sınırsız özgürlüklerden, kısıtlamaların hiç yer almadığı bir eğitim anlayışından söz etmiyoruz.Ancak, çocuk ve gençlerin olaylar arasındaki farklılıkları, değer ölçülerindeki değişiklikleri kendilerinin anlamasına yardımcı olunmalıdır.Böylece anne babadan gelen kısıtlamaları aynen, muhakeme etmeksizin kabul etmek yerine düşünerek kendi ve ailesinin ölçülerine göre en uygununun bularak karar verebilir (Kasatura,1998:131).

Aileler çocuklarını kontrol altında tutmak amacıyla onların ihtiyacının dışında, kısmen aşırı bir şekilde korurlar. Bu bazen de kendilerini güçlü hissetmek amacı içindir. Bu, çocuklar daha özgür olmaya başladıklarında sık sık görülen bir örnektir. Ebeveynler artık çocuklarının yaşamlarının merkezi durumunda olmadıkları gerçeğini ya da onları daha bağımsız kararlar almalarına yönelik korkularını ortadan kaldırmak,geçiştirmek amacını güderken;farkında olmadan,onların kendilerine saygı sistemlerine zarar verirler.Ayrıca onların acizlik, zayıf olma hislerini de kuvvetlendirirler. Zayıflık ve kendine az saygı duyma muhtemelen tehlikeli bir durumda onu korumayacaktır. Gerçekte bunlar kandırılan çocuklara yardım eden üstün vasıflardır (Statman,1999:8).

Bu noktada ise huzurlu aile ortamının ölçüsünü belirleyebilmek önemli hale gelir.Anne babalar ile çocuklarının huzurlu aile ortamından anladıkları şey, çoğu zaman farklıdır.Bu farklı düşünceler aynı paralele getirilmedikleri sürece her iki tarafın da koşullardan memnun olması beklenemez.Memnuniyetsizlik halini, daha olumlu bir duyguya çevirebilmek için, kendilerini karşıdakinin yerine koyarak, durumu anlamaya çalışmalıdırlar.

Benlik kavramı, bireyin kendisini algılayış biçimidir.Kişinin kendisine nasıl bir değer biçtiği, kendisi ile ilgili olarak kafasında oluşturduğu görünümdür. Bu görünüm, kalıtımsal özelliklerle değil, anne babanın, çocuklarına ilişkin tavırları, davranışları ile ilk şekillerini alır. Benlik gücünün yeterli biçimde gelişebilmesi ve

çocuğun kendine güveninin oluşabilmesi için, önce anne babanın kendilerine saygılarının olması, çocukları ile aralarında olumlu bir iletişim kurabilmeleri ve güven veren bireyler olmaları gerekir. Bir başka deyişle düşüncelerine değer verilen anne babasından yeterli desteği gören çocuk, kendisi hakkında olumlu düşünmeye ve benlik saygısını geliştirmeye başlar.Yani,anne-babanın çocuğa gösterdiği ilginin kalitesi önemlidir (Kasatura,1998:165).

Gençler haksızlığa uğradıklarında tek başlarına kalıyorlarsa;onlara gereken cesaret verilmiyorsa;onlarla işbirliği yapmak yerine empoze etmek seçiliyorsa; anne babanın davranışları tutarsızsa; verilen cezanın arkasından özür dileniyorsa; güven ortamı sağlanamıyorsa; çocuk anlaşılması gereken bir varlık olarak algılanmıyorsa;onların büyüdüklerinin farkına varılmıyorsa; anne babanın sorunları çocuklarına yansıtılıyorsa;ödül verirken cezaya dönüştürülüyorsa çocuğun kendine güvenli olması da beklenemez.

Çocukların kendisine önem veren, kendine yeterli davranabilen, kendine güvenli bir birey olarak yetişmesinde, anne babanın davranışlarının büyük etkisi vardır.İç saygı, benlik kavramının değerlendirilmesine bağlı olarak geliştiğine göre, bu değerlendirmenin çıkış noktası, anne babanın çocuklarına gösterdikleri sevgidir. Bir çok yetişkin, anne babasının verdiği eğitimi değerlendirirken, hep sevgi faktörünü birinci plana almışlardır.