• Sonuç bulunamadı

Kendine Güven Olgusunun Sosyal Boyutu

1. ERGENLİK DÖNEMİ VE ERGENLİKTE KENDİNE GÜVEN

1.2. Kendine Güven

1.2.3. Kendine Güven Olgusunun Sosyal Boyutu

Toplumsal hayat içerisinde insanlar birbirlerine kendi senaryoları doğrultusunda roller verip, karşılarındakilerden bu rolleri gerçekleştirmesini bekler oldular.Bu beklentinin sonucunda oluşan ise düş kırıklıkları; kızgınlıklar ve kişinin kendisinden kaynaklandığını bir türlü kavrayamadığı yalnızlığıdır.İnsanların bir diğerine verdiği rolleri oynamak istemesi,kişisel bütünlüğünü tamamlamış olmasıyla âlâkalı bir boyuttur.Kişisel bütünlüğünü tamamlamış kişi kendine güvenini netleştirmiş olan kişidir.Kendine güveni net olan kişi,ilişkilerinde de duygusal ve davranışsal netlikler yaşar.Yaşamazsa da yalnızlığı tercih etmiş olur.Yalnız kişi ister net ilişkiler yaşasın, ister yalnızlık yaşasın sonuçta her iki hali de yaşayan kendine güvenli insandır.Çünkü, kararlılık göstermektedir.

İnsan temelde kendini ilişkiler yaratarak var etme eğilimindedir.Bu eğilimlerini yalın biçimlerde yaşayabildiğinde yalnızlık, boşluk, yabancılaşma ve yalnızca kendisiyle meşgul olma eğilimlerine yer kalmayabilir.Bu da evrendeki ilişkiler ağının parçası olabilmesinden kaynaklanır.Kendi zamanında,düşünce düzeyinde Quantum kuralına en çok yaklaşabilmiş olan Jung bunu çok güzel bir biçimde ifade etmiştir: “Dünyada bazı şeyler yanlış gidiyorsa bu bireyde bir şeyler yanlış gidiyor, dolayısıyla bende de bir yanlışlık var demektir, bu yüzden eğer duyarlı biriysem önce kendimi düzeltmeliyim.”(Geçtan, 2003: 30). Tümden gelim bir açıklama içeren bu anlayış kişinin kendisi ve ait olduğu topluma dair payla ilgili sorumluluğunu yansıtır. Bu dönemsel doğru olarak kabul edilse de kişinin var oluş sorumluluğu ile âlâkalı değildir. Bu noktada anlamlandırdığımız şey kişinin başkalarının yüklemelerini, yüklenmiş olmasıdır.O halde kendine güven oluşmuş olduğu zamanlarda bile kişi başkalarının imgeleriyle bundan yoksun görünebilir.

Kişinin bir yaşam üslubu oturtmuş olması gerekir. Her insanın kendine özgü bir yaşam üslubu olmalıdır. Yaşam üslubunu oturtmuş kişi sosyal uyum sağlayabilir. Sosyal uyumun sağlanabilmesi için toplumsallık duygusunun oluşması gerekir. Toplumsallık duygusu bireysellik duygusunun varlığı ile mümkündür. Bireysellik duygusu kendine güvenli insanların taşıyabileceği bir niteliktir. Normal insan normdan sapmalar için ölçüt olarak alınan noktadan sonra betimlenebilir. Normal insan toplum içinde ve toplumla bir arada yaşayan bir bireydir. Bireyin yaşamsal biçimi topluma öylesine uydurulmuştur ki; toplum kendisi istesin veya istemesin

bireyin çalışmalarından kendine belli bir yarar sağlar. Ayrıca normal kişi psikolojik açıdan bakıldığında karşılaşacağı sorun ve güçlüklerin üstesinden gelmesine yetecek enerji ve cesaretle donatılmış biridir(Adler,2001:101). Normal kişiler hem toplumsal hem de psikolojik bakımdan günlük yaşamın sorunlarının altından kalkabilecek kişilerdir. Bunun için gerekli bireysel gücü ortaya çıkarabilmek için kendine güven noktası yine önem arz etmektedir.

Toplumda bürokratik bir örgütlenme bağlamındaki düzenli, duygulardan arınmış davranış ve kalabalığın öfke ya da paniğinin patlayıp başkaldırışı iki farklı kutupta yer alıyor gibi görünmektedir; ne var ki bu durum ahlâki dürtü ve yasaklar üzerindeki etkileri dikkat çekici bir biçimde benzerlik taşır. Benzer etkilerin benzer nedenleri vardır.En önemlisi de kişiliksizleştirmedir. Yani; yüzlerin silinmesi ve bireysel özerkliğin yok edilmesidir. Hem kişiler yerine rollerin kurduğu ve öteki insanları amaca erişme ya da sorun çözme yolunda rollere, çok sayıda kaynaklara ya da engellere indirgeyen bürokrasi vardır.Hem de birey olarak insanlar yerine birbirinden farksız parçacıklardan oluşan, özelliğini üyelerinin bireysel niteliklerinden değil, sayılardan alan kalabalık, bir yüzden yoksundur ve anonimdir(Bauman,2002:155).Kalabalığın insanda meydana getirdiği kişiliksizleştirmeye yani bireysel özerkliğin yok edilişine ahlâki bir özne olarak insanın dur diyebilmesindeki tek anahtar kendine güvendir. O halde kendine güvenin eksik oluşu toplumsal yapıda sadece aile ilişkilerinde değil, bürokratik örgütlenmede de kendini gösterir. Bunun dışında kişilerin toplumsal yapı içerisindeki konumları ile kendilerine duydukları güven arasında da yine bir bağlantı vardır.

Bireylerin toplumsal konumu bireysel başarılarına göre belirlenecektir. Bireysel başarı ise her şeyden önce maddi başarı demektir. statü artık nesilden nesile aktarılan değiştirilemez bir kimliğe dayanmaz.Bu kişinin hızla değişen ve kaygan bir zeminde yükselen bir ekonomik düzenle ne derece başa çıkabildiğine göre belirlenir.

Ekonominin bu değişen ve kaygan yapısı nedeniyle, statü edinme mücadelesinde kişinin yakasını bırakmayan en belirgin şey, belirsizlik hissi olmuştur.Kişi toplumsal hiyerarşide bir yer edinse bile edindiği yerin kalıcı olacağına güvenemez(Botton,2005:110).O halde kendine güvenini netleştirmiş bir birey statü endişesi ile, toplumsal hiyerarşideki yerinde güvensizlik yaşayabilir.Ancak, bu güvensizlik bireyin dışındadır, içinde değildir.

Statüye ulaşmak için başarılı olmak, başarılı olmak için de yetenekli olmak gerekir.Eğer huzurlu bir yaşam sürmek kişinin yaşamında bir öncelik teşkil ediyorsa, kişinin yetenekli olma yanında yeteneklerine de sahip çıkması gerekir.İnsanın zaman zaman bir şeylerin eksikliğini hissetmesi sıkıntı verir. Ancak eksiklik duygusunu yaşamadan da, bireyin kendini aşabilmesi, geliştirebilmesi olası değildir. Bir eksikliğin farkında olmak, bireyi güdüler, bunun telafisi için de bireyi harekete geçirir. Değersizlik duygusu ise, bireyi güdüleyemeyeceği için hareketsiz bırakır. Kendisini diğer insanlardan daha değersiz olarak algılayan insan, değersizlik inancına anne babanın yeteri derecede değer vermeyen davranışları ile sahip olur. Bir insana değer vermek; onu anlamaya çalışmak ve olduğu gibi kabul etmek anlamına gelir. Başkalarının örnek gösterildiği, kendi potansiyellerinin yetersiz görüldüğü, iletişimin yanlış ve yetersiz olduğu ailelerde kendine değer verme duygusu sağlıklı gelişemez. Yeniden değer vermeyi öğrenememiş insan da, başkalarına değer vermeyi beceremez. Değersizlik inancı taşıyan bir insanın diğer insanları küçümsemesi de; yüceltmesi de, kendi değersizlik duygularının yansımasıdır. Çok beğendikleri, hayranlık duydukları kişiye karşı bilinç dışı düşmanlık duymaktadırlar. Çünkü değer verdikleri insanla karşılaşmak her seferinde onlara kendi yetersizliklerini hatırlatır(Kasatura,1998:27).

İnsanı olması gerektiği gibi değil de olduğu gibi kabul etmek gerekir. Bir insanın ne olması gerektiği ile ne olduğu arasındaki tutarsızlık, değersizlik inancının doğal bir sonucudur. İnsanın kendini olduğu gibi algılayarak saygı duyabilmesi, kendisine ilişkin gerçekleri gerçekçi bir biçimde algılayabilmesi anlamına gelir. İnsanın kendi potansiyel ve eksikliklerini bilinçli bir şekilde algılayabilmesi ise, kendisini daha hoşgörülü, çevresi ile daha iyi ilişkiler içinde olan bir konuma getirebilir.

Onaylanmak kendine güven gelişiminde önemli bir yapı taşıdır. Bir insanı onaylamak veya onaylamamak kişinin beklentilerine, dünya görüşüne bağlı olan bir olgudur.Her insanın onaylanacak yanları kadar onaylanmayacak tutum ve davranışları da olabilir.Kişinin olumlu yönlerinin övülmesi,övülen kişiye yepyeni bir güdülenme ve değerli olabileceği inancı aşılar. Kişinin karşısındaki insanın değerini bilmesi de önemlidir.Yaşamın amacı mutluluk ve başarı ise kendine güven duymayan bireyin bunlara ulaşabilmesi mümkün değildir.Daha çocukluktan

başlayan, sevgi-güven-doyum üçgeninin kaçınılmaz ilişkisinde aksayan noktaları görmek,kişileri daha güvenli ve başarılı kişiler olmaya hazırlayabilir.

Ruh sağlığında da, sağlıksızlığında da asıl sorun, normal ile patolojik olanı ayırıp, çeşitli kültürlerden bireylerin davranışlarındaki ortak özü yakalayabilmektir. Davranışın dışa yansıyan belirtileri ile insan gerçeğini yakalayabilmek noktası çok önemlidir.Ancak bu özün oluru kültürden soyutlanarak düşünülemez. İçgüdüsel gereksinmeler, psikolojik ve organik gelişimin kuralları hemen tüm toplumlardaki insan için aynıysa da, toplum ile arasındaki iletişim, çoğu kez içinde yaşadığı toplumun bir ürünüdür.

Kişilik gelişmesindeki olgu, doğuştan getirilen bazı özelliklerin zamanla yaprak gibi tek tek açılmasıdır. Genellikle çevrenin etkisi altında biçimlenir. Çocuk üzerindeki çevrenin etkisi en başta anne-baba ile oluştuğuna göre, çocuk doğal olarak onların aracılığı ile içinde yaşadığı kültürün özelliklerini, yaşam biçimlerini algılamaya başlar. Ayrıca çevrenin etkisi ile çevre ve genetik birbirinden ayrılmaz bir bütün oluşturur ve çocuğun tüm yaşantısını etkiler. Çocukluk yıllarından sonra ruh sağlığı yerinde bir birey olabilmek, psikolojik gelişim devrelerinde ailenin vereceği eğitim ve ailenin toplum ile etkileşimine geniş ölçüde bağlıdır.