• Sonuç bulunamadı

Kendine Güven Olgusunun Psikolojik Boyutu

1. ERGENLİK DÖNEMİ VE ERGENLİKTE KENDİNE GÜVEN

1.2. Kendine Güven

1.2.2. Kendine Güven Olgusunun Psikolojik Boyutu

Bireyin psikolojik gelişimi ile ilgili olguları değerlendirebilmek için doğumdan ölüme kadar geçen süre içinde, gelişim süreçlerini tanımak gerekir. Birey hangi gelişim dönemlerinde, ne gibi değişimler yaşamaktadır? Bu değişimler nedeni ile, bireyler arasında psikolojik benzerlik ve farklılıklar nasıl ortaya çıkmaktadır? Gelişim devresinin özelliklerini dikkate almak, kişilik gelişimini istenilen yönlere sürükleyebilir mi? Her gelişim döneminde bir sonraki evreye geçmeden önce, döneme özgü çatışma ve problemler çözülebilmelidir ki, bir sonraki dönem daha huzurlu yaşanabilsin.

Doğumdan itibaren, yaşam boyunca evrimsel gelişime bağlı olan olgunlaşma; toplumsal süreçlerin ortaya koyabileceği bireyselleşmenin karşılıklı etkisi ile meydana gelir.Olgunlaşma süreci toplumsal faktörlerin desteği olsa da, olmasa da doğuştan var olan yetilerin gelişimidir.Örneğin çocuğa ne kadar öğretilmeye çalışılırsa çalışılsın, belli bir evrimsel düzeye gelmeden konuşma ve yürütmeyi öğretmek olası değildir.Konuşmak da,yürümek de çocuğun doğal yapısında evrimsel olarak yerleşmiş davranış yetileridir.Bu yetilerin gelişimi için gerekli olan çağa gelindiğinde, çocuk bu davranışları gösterecektir. Fakat çocuğun hangi dili konuşacağı öğrenme ile belirlenir.Kişilik gelişiminde motor, bilişsel ve duygusal yönleri biyo-psiko-sosyal bir bütün olarak ele almak gerekir. Kişilik gelişimi açısından çocuğun hareketi, bilişsel, duyusal ve sosyal gelişiminin birçok davranış kalıbı gibi, kendine güven duygusunun gelişiminde de büyük etkisi vardır. Gelişme dönemlerindeki uyum veya uyumsuzluklar bir önceki dönemin bazı takıntı ve sorunlarla geçirilmiş olması, bir sonraki dönemde yaşanacak sorunlara yön verici olacaktır.

Bu noktada Freud’un temel kişilik yapısının katlarını öğrendikten sonra, güvensizlikle ilgili görüşüne de göz atmak da fayda vardır.Güvensizlik insanda iç ve dış uyarılar sonucu ortaya çıkan duygusal bir yaşantıdır.Freud güvensizliği iki ayrı grupta incelemiştir(Kasatura:1998:34).Bunlardan ilki objektif güvensizliktir.Bu dış dünyanın algılanması sonucunda meydana gelen rahatsız edici bir duygusal yaşantıdır. Bir başka deyişle kişinin, iç dünyasındaki sübjektif duygulardan, doğan

sıkıntı yerine, dış dünyadaki gerçek bir tehlikenin birey tarafından idrak edilmesi ve sıkıntı duyulmasıdır. Objektif güvensizlik korku ile eşdeğer de sayılabilir. Örneğin: Issız bir yerde yırtıcı bir hayvan ile karşılaşan bir kişi, korkuyu hissedecek, kaçmaya çalışırken de duyduğu his, kendi gücüne karşı objektif bir güvensizlik olacaktır. Aynı şekilde, bir başarısızlık durumu, bir iflas durumu ile yüz yüze gelen bir kişi, bu gerçek nedenler yüzünden objektif bir güvensizlik yaşayacaktır. Bu objektif güvensizliğin, nevrotik bir güvensizliğe dönüşmemesi için, kişinin problemleri ile savaşarak, objektif çözüm yollarını bulmaya çalışması gerekir. İkincisi ise nevrotik güvensizliktir.Genellikle içgüdülerden gelen bir tehlike sonucunda oluşur.Birey farkında olmadan kendine zarar getirecek bir faaliyette bulunmaktan korkar.Freud’a göre nevrotik güvensizlik, egonun id ve süper ego arasındaki çatışma nedeni ile çaresizliğe düşmesidir. Aradaki bağlar ana babanın özellikle cinsel ve saldırgan impülslerin ifadesine karşı yönetilmiş disiplininden doğmaktadır.

Genel olarak, çocuğun ana babasıyla ilişkilerinde emniyet ihtiyacını zedeleyen herhangi bir şey kendisinde temel güvensizliği yaratır. Potansiyel olarak düşman bir çevrede, aldatmaya, kötüye kullanmaya saldırmaya, kıskanmaya hazır bir dünyada kendini ufacık, önemsiz, çaresiz ve tehlikede hisseder. Ana baba, çok defa, kendi nevrozları yüzünden, çocuğa gerçek-samimi bir sevgi ve sıcaklık veremezlerse çocuk çevresini güvenilmez, yalancı, değer bilmez, adaletsiz, kıskanç, şefkatsiz olarak algılar ve çocukta temel güvensizlik gelişir(Kasatura,1998:34).

Kendine güven olgusu bireyin psikolojik dünyasının yansıması olmakla birlikte psikolojik kaynaklıdır. Kendine güven olgusu bir anda ortaya çıkıp, kendini göstermez. Geçmiş yaşantılarla deneyim ve tecrübelerle pekiştirilir. Ancak kökleri bireyin çocukluğuna kadar iner. Bu dönemde netleşmiş duygusal sinyaller birey ferdileştiği zaman toplumsal ilişkilerinde “kendine güven” olarak hissedilir.

Bu dönem Freud’un oral döneminin karşılığıdır ve yaşamın ilk yılı boyunca sürer. Bu dönemde bebeğin, kendisine ve çevresine karşı güven geliştirip, geliştiremeyeceği belirlenir. Annenin çevrede bulunup ihtiyaçlarını karşılaması bebekte güven duygusunu oluşturur. Bu ihtiyaçların ne kadarının karşılandığı ise güvensizlik oranını belirler.

Dölyatağında olduğu gibi doğumdan sonra da çocuğun çeşitli organ sistemleri birbirinden farklı zamanlarda ve belirli bir sıraya göre gelişir. Doğumdan

sonra bebeğin en duyarlı beden bölgesi ağızdır, ancak ağız bölgenin duyarlılığı nitelik yönünden her bebekte farklılıklar gösterir. Üstelik oral dönem tümden atlatılan ve geride bırakılan bir dönem değildir. Yemek yeme, sigara içme, ses çıkarma gibi oral davranışlar yaşam boyu sürebilir.

Bu dönemin olumlu boyutunu temel güven duygusunun gelişmesi oluşturur. Bu duygu annelikle sağlanır. Anne, bebeğin zaman zaman bozulan dengesini onu besleyerek ve bakımını sağlayarak korumaya çalışır. Annenin gülümsemesine bebek de karşılık verir ve sıcak bir ilişki sürdürülür. Böylece, bebek ihtiyaçlarının sürekli karşılanacağına inanmaya ve annesine güvenmeye başlar. İşte daha bu dönemden başlayarak, toplumun beklentileri de devreye girmeye başlar. Her ne kadar anne bebeğin ihtiyaçlarını kendi inançlarına göre karşılarsa da, içinde yaşadığı toplumun değerlerini farkında olmaksızın bebeğe geçirir. Ayrıca annenin içinde bulunduğu koşullar ve dolaylı olarak toplumun geçirdiği dönemin özellikleri de bu ilişkiyi etkiler.

Bu dönemde bebek, giderek istediklerini annesinden nasıl sağlayabileceğinin yollarını öğrenir. İleriki yaşamındaki vericiliğini de bu temel üzerine geliştirir. İlk altı ayda bebek, gözlerini eşgüdümlü bir biçimde kullanmaya ve belirli seslerden onları çıkarmaya başlar; kollarını, bacaklarını ve parmaklarını denetlemeyi öğrenir ve bazı nesneleri eline almaya çalışır. İşte bu aşamada kendisine bazı şeylerin verildiğini, bazı şeylerin ise verilmediğini ya da elinden alındığını fark etmeye başlar. Bu ilişki içinde ya ihtiyaçlarının karşılanacağı inancıyla bir güven duygusu geliştirir ya da isteklerinin çoğunu elde edemeyeceği duygusundan kaynaklanan bir güvensizliği yaşamaya başlar. Yaşamın ikinci altı ayında dişleri çıkmaya başlayan bebek, bu durumun ağız bölgesinde yarattığı acıyı bir şeyleri ısırarak dindirebileceğini fark eder. Ancak annenin memesini de ısırmaya kalkıştığında memenin uzaklaştığını fark eder. Memeden kesilme süreci başladığında çocuk üzüntü ve özlem yaşar. Eğer çocukta güçlü bir güven duygusu oluşmuşsa, bu özleme eşlik eden duygu umuttur. Bu duyguyu geliştiremeyen çocuk kendisini lanetlenmiş bir varlık olarak kabul eder (Geçtan, 2004: 95).

Güven duyma karmaşık bir duygusal tavırdır, bir inanç sorunu değildir. Düşünür Jessica Miller’e göre güven; kişinin başkalarına olan güvenine onların nasıl karşılık vereceğine dair bir tür iyimserliğidir(Marar,2004:152).Miller, aynı zamanda

kişinin ehil ve çıkar gözetmeyen biri olarak kendine güvenmesinin önemine dikkat çeker.Ona göre kendine güven eksikliği ahlaki refleksleri felç eder;zira kişinin “bir işi sonuçlandırma yetisine dair” kötümserliği onun “bu tür bir kapasiteyi kullanma hevesini kırabilir.” Bu sözden anlaşılan,başkalarının yargılarından bağımsız olma özgürlüğünü ifade edecek ve buna uygun hareket edecek kadar kişi kendine güvenmiyorsa,günü geldiğinde onların yargılarına teslim olma gücünü de bulamaz.Yani paradoksunuz varlığını sürdürüyor demektir.Böylelikle,kendine güven olmadığı zaman kişinin makul bir biçimde güven duyma ya da başkaları tarafından aldatılmaya dayanma yetisine olan güveni, onun güven eğilimini zayıflatabilir ve siz güven duymazsanız, başkaları da size güvenmez şeklinde bir sonuç ortaya çıkar.

Birine güvenmek, ondan belli bir tavır beklemek, güvensizliği gönüllü olarak ertelemektir. Bu, gözünüzü yumup kendinizi savunmasızca onun insafına bırakmanız demektir. Bu biraz da, insanlara güvenmenin, onları ehil ve iyiliksever olarak görmeyi gerektirmesi ve onlara duyulan güvene karşılık verecekleri yönündeki iyimser beklentileri arttırması yüzündendir.” (Marar, 2004:153).

İnsanların duyduğu çeşit çeşit korkular da kendine güvenle alakalıdır. İnsanın çeşit çeşit korkuları vardır. En sinsi olanı ise kişinin kendisinden duyduğu korkudur.Belki bir insandan gelmekte olan bir tehlikeden duyulan korkular adlandırılması kolay korkulardır.Bu tarzda korkuların ne oldukları bilindiği için kişileri daha az etkilerler.Ancak kişinin kendisinden duyduğu korkunun ne olduğunu anlamak ve bunun üstesinden gelmek daha zordur.Kendinden korku duyan kişi kendine güveni olmayan kişidir.Kendine güveni tam olan kimselerin böyle korkuları hiç yok denecek kadar azdır.

Kendisiyle başa çıkabilen kişi kendine güveni olan kişidir. Bunun tam tersi durumda kendisi için bir bilmecedir ve bu bilmeceyi çözecek cesarete sahip değildir. Kendine güven sınırlarını genişletme iç tepisi ile çok yakından bağlantılıdır. Kendine güvensiz kişi tutuktur.Sınırlarını genişletme iç tepisini geliştiremez.Sınırlarını genişletme iç tepisi Dr. Schultz Meneke’nin verdiği bilgilere göre üç alanda söz konusudur.Bunlar mülkiyet tutkusu, cinsel-doyum tutkusu ve saygınlık kazanma tutkusudur(Lauster,2000:19).Yalnızca bir ya da iki alanda tutuk kişiler vardır. Ama pek çok kişi az ya da çok pek çok alanda tutuktur.Bu tutukluğun hiç yaşanmaması; yaşanırsa da çözümü ancak kendine güven duygusunun varlığı ile mümkündür.