• Sonuç bulunamadı

İbnülemin Mahmut Kemal

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İbnülemin Mahmut Kemal"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ı z . & v

15 5 s

( A Ü J u J

V c * * * ıv £ , t f o ü m u ^

* T l^ Ç j0 2 C

&£*

7üiitm m AlcJm ı£ Km dü

< ^ L - l / u « v £3 ' - ' i — <— { o ^ L ^ s C Z - -^V-XZ-c3L_i^—' '

B

E Y A Z IT ’ta, eski Sah aflar çarşısından geçiyordum . A- cayip bir adam gözüm e iliş­ ti: F es ken arları k u lak uçlarına değen, esmer, kuru bir adam. Ha­ ziran sıcağında, arkasındaki nef­ tim si paltoyu çıkarm am ıştı. B oy­ nunda, lıâlâ bir şal sarılıydı. A y a ­ ğında kaloş kunduralar, kaşların­ da öfke, gözlerinde gazap, burun kan atiarı fen a bir koku alm ış g i­ bi nefretle k ırışık, siyah ve kalın b ıyıklar altm da çizgileşm iş du­ dakları neredeyse birisini paylaya­ cak... Solunda ve yarım adım ge­ risinde de sa ygı ile giden bir sa­ kallı...

Sah aflar, telâşla yerlerinden kalkıp selâm lıyorlarlardı onu. K i­ misine baştan savm a bir el işare­ ti yapıyor, kim isine gülüm süyor, kim isini de azarlıyordu galiba...

Bu adam, m eşhur B iyo g rafi - Tercüm ei Hal ve B ib liyografi = K ita b iy a t bilginim iz îbn ül-Emin M ahm ut K em al beymiş. A rk asın ­ daki gö lge adam da kardeşi Kem al Bey!

O günlerde ben onyedi yaşında bir Îdadî talebesiydim . Ü stada yak laşm ak değil, uzaktan selâm verm ek, yüzüne bakm ak bile had­ dim değildi.

Kendisiyle tanışm am ız A kbaba çıktıktan sonra olmuştur. Sultan­ ahm et P a k tı karşısındaki Setli K ah ve’de şair H am am îzâde İhsan takdim etm işti. H iç unutmam, yü­ züme gülüm seyerek ve küçüm seye­ rek bakm ış:

— H afazan A llah, o şeytan sen misin ?

D iye galiba iltifat etm işti, îlk konuşm alarım ız böyle tesa­ düflerle olmuştur. Sevgisini, gü ve­ nini kazan m ak ko lay değildi o- nun. A m a, eskilerin pek değer ver­ dikleri aruz veznini bilişim, divan edebiyatım ızdan biraz anlayışım , hele bir m izah dergisine sahip o- luşum üstadın yanında çabuk iti­ bar kazanm am ı sağladı ve bir pa­ zartesi akşam ı ben de B ak ırcıla r’- daki s a n boyalı, meşhur Emin P aşa konağına dâvet edildim.

Em in P aşa K onağı, kendisince Topkapı Sarayından bile zengin bir sanat ve irfan hazinesiydi: fi­ şi bulunm az nâdide eserler, el yazm ası k itap lar, edebiyat ve mu­ siki hayatım ızın meçhullerini çö­ zecek vesikalar, çeşm-i bülbüller,

eser-i Istanbullar o hâzinede top­ lanm ıştı hep.

Beni çağırdığı gece bir musiki ziy afe ti varm ış. A z ışıklı, çok ru­ tubetli bir avludan geçtim , her basam ağı eski bir ses veren mer­ divenleri çıktım ve huzura girdim . Sedirler, koltuklar, sandalyeler dâvetlilerle doluydu: Ş air Halil N ihat Boztepe, P rofesör Mükre- min Halil, M ithat Cem al hatırımda kalanlardır. Birde gözümün önün, den gitm eyen duvarlar var: öü. lüs, nesih, t a ’lik levhalar ve eski tabak larla süslü duvarlar...

Gösterilen yere oturdum. Âdet böyleydi, üstad, oturacağınız yeri, rütbenize göre seçer, işaret eder­ di!

Hânende ve sazendeler, em ekli­ lerle heveslilerdendi: İh tiyar ses­ lerle toy sesler...

Kendisi, başında siyah takkesi, gözleri yarı süzgün, köşesine ku­ rulur ve saz başlayınca, o da diz­

leri üstünde usul tutm aya başlar­ dı.

îbn-ül-Emin Mahmut Kem al, ta­ nıdığım en m üthiş hafızadır: Sor­ duğunuz tarihî şahsiyetin bütün hayatını, doğum gününden ölüm gününe kadar, tek rakam ve tek hâdise yanlışı olmadan öğrenirdi­ niz. O, yalnız T ü rk aydınlarının değil, Avrupanın tanıdığı ve say­ dığı sağlam salâhiyetti.

A radan yıllar geçm iş, dost ol­ m uştuk. Sık sık A k b ab a’y a ge'ir, şakalaşırdı. M utlaka kendisine bir şey sorar, o anlatırken, dinlemiyor gibi yapar, kızdırırdım . Ne güzel, ne zengin öfkesi vardı. Onun di­ lindeki zehirin tadını aldığım ı gö­ rünce te krar yum uşar:

— D eccal mıdır, n e d ir? ... derdi, beni kızdırıp kızdırıp keyifleni­ yor!...

E ğer bir sahne artisti olsaydı, yine büyük bir şöhret olurdu: Y ü ­ zünde, bakışlarında, her konuya

göre değişen em salsiz bir ifade kudreti vardı.

Heccavdı. Diline düşeni, sözle param parça eder, m ısralarm ok­ larından geçirirdi.

B ir zam anlar, huzurunda iki büklüm oturup sonra kendisine meydan okuyan birine yazdığı u- zun taşlam adan aklım da kalanlar bu yam an hiciv gücünün bir ör­ neğidir:

CM -ü günâhı bî hesap, Paspas-ı bâb-ı intisap! Bed çehresinden ismeti Sünger ile silmiş kasap!

L âfın ı hiç esirgem ezdi. B ir ara­ lık kendisini her gün ziyarete baş­ layan şair Filorinalı N azım ’a şu k ıt’ayı yazm ıştır:

Bir takını lâf ile teşviş-i huzur Etme ey şair-i bi şi'r-i şuur. Her dakika bana gelmektense Yılda bir kendine gelsen ne olur?

Dostluğunda da sağlam dı, düş­ manlığında da. Takdirine lâyık gördüğü insanı:

— Bize hürmeti vardır! D iye överdi...

Hem dindardı, hem kindar. Ço­ cukluğundan tanıdığı Mithal Ce- m al’e bir ifta r sofrasında darıl- mıştı. Sık sık gazaba gelir:

— Y ılla rca ırz-u namusuna ni- gehban olduk. Nân-u nimetimizle perverde eyledik. Biraderim mer­ humun m übarek elleriyle hazırla­ dığı nar ve turunç şerbetlerini içe içe büyüdü. Gözüne, dizine dursun m el’unun!

D iye beddua ederdi.

Çok yerdi. A m a her dâvet edil­ diği evde değil. Tem izliğine inan­ dığı eski, müslüman evlerde...

R am azan yaklaşırken, yakın dostları konağına ram azaniyeük gönderirlerdi: Y a ğ , şeker, pirinç, güllâç...

B ir Ram azan, Profesör K âzım İsm ail G üıkan da bu sayılı dost­ lar arasına k a tılır ve bir hamal yükü erzak gönderir. A ncak, üsta- din peynirden tiksindiğini ve öm nl boyunca ağzına koym adığını bil­ mediği için, bir tekerlek kaşar, bir teneke de beyaz peynir yollar. E rtesi gün gelen nükte ve mu­ habbet dolu m ektupta, Mahmut K em al B ey, geri aldırılm asım iste­ diği peynire şu ismi takm ıştır: «Sütün veled-i zinası!»

Yin e bir R am azan, en nefîs T ürk yem ekleri ikram edilen Nec- meddin Molla Beyin C ih an gir’deki konağında, üstad, iftardan sonra tuvalete gitm ek ister. Hizmetçi kendisini götürür, kap ıyı açar Îbn-ül-Emin, ilk defa gördüğü ' a lafran ga aptesanc

(2)

kar<-kalınca, telâşla geri dönerek hiz­ metçiye seslenir:

— N ereye gidiyorsun beni bu a- cayip yerde bırakıp d a?. Gel ba­ kalım , ne y a p a ca ğ ız? ,.. Beraber karar verelim !...

Son asır Türk şairlerini yazdığı günlerde, hal tercüm eleriyle fotoğ­ raflarını istediği şairlerin ihma­ linden:

— İhtiyarlardan taleb-i mâ', gençlerden taleb-i visal edercesine niyaz ediyoruz!

D iye gözleri şıldır şıldır döne­ rek şikâyet ederdi.

B ir gün, pek hususî bir dost meclisinde:

— Cenabı H akka hamd-ü şükr olsun, haram a uçkur çözmedik, bu sayede aklım ız, şuurumuz, sıhhat ve hafızam ız yerinde kaldı, dev­ let ve m illetim ize kalem im izle hiz­ met ettik!

D iye öğününce, Profesör Mükre- min H alil — k i doğum yeri Elbis- tandır— gülüm seyerek sordu:

— Ü stad, malûm-ı fazılancniz dir, yarın âhirette, huzur-u İlâhiye çıkınca, vücudumuzun her parçası kendisine ettiğim iz zulümden, iş­ kenceden şikâyet edecek. Meselâ ge z: B ana fena şeyler seyrettirdi, dil: B ana yalan söyletti, el: B ana hırsızlık ettirdi, miğde: Beni aç bıraktı diyecek... Hiç şüphe yok, evlenm ediğinize ve haram a da uç­ kur çözm ediğinize göre sizden de şik âyetçi olacak ,„

Cüm leyi tam am lam ağa l'.Mma- dı, üstad, öfkeyle a y a ğ a k alk ara k ve acayip sesler çıkararak:

— Elbistanlı, K elbistanlı!.., El- bistanlı K elbistanlı!...

D iye odada fır dönmeğe başla­ dı! îbn-ül-Emin M ahmut Kemal, seksen yedi yıllık hayatının yet­ miş yılını okum ak, aram ak ve yaz m akla geçirm iştir. Eli, hasis dene­ cek kad ar sıkıydı. Yem ezdi, iç­ mezdi ve giyim e, kuşam a para harcam azdı. Am a, bir ömür boyu, sabırla, cöm ertlikle topladığı ki­ tapları Ü niversiteye ve oiriktirdi- ği altınları yalnız hayır işlerine bağışlıyacak kad ar asîl bir cö­ m ertlik gösterm iştir.

Kendi eliyle hazırladığı vasiyet­ namesinde: Zeynep K âm il Hasta- hanesine yü z altın, Guraba Has-tahanesine seksen altın, Verem

Hastahanesine altm ış altın, D aı iiş- ş a fa k a y a yüz altın, Darülacezeye seksen altın bıraktı.

A m a asıl büyük ve eşsiz m irası: Tarihçe-i E v k a f ve Teracüm-i Ah- val-i N uzzar, OsmanlI Devletinde Son Sadrâzam lar, Son H attatlar, Son A ğır T ü rk Şairleri, Hoş Şada gibi, T ü rk milletine b ıraktığı y ir­ mi bir cilt eseridir.

Onu, bütün cepheleri, bütün hizm etleriyle bir k aç sütuna sığdı­ ranlayız. A m a iki büyük sanatçı­ mız, Süleym an N a zif ile Yah ya K em al, şu iki m ısraya sığdırmış- lardır:

Heiâr '¿ıhta o devr-i •kadîm efen­ disine, Ne kendi kimseye benzer, ne kimse kendisine!

Y u s u f Z iya OR TA Ç

N o t :

Her gün, her yerden m ektuplar alıyorum : O kuyucularım , bana y a ­ zı hayatım ın büyük bahtiyarlığını tattıran sevgilerle bu portrelerin bir kitap ta toplanm asını istiyor­ lar. Onların a rz u la n benim de arzumdur.

B irk aç sayı sonra bu seri ta­ mam olacak. Müsveddeleri m atbaa y a vereceğim . Kitabın adı: «Bir Varmış, B ir Yokmuş» başlığı a l­ tında «Portreler» dir.

Bu vesile ile bir şey daha

söyli-y esöyli-y im : Y a z ıla r çıktıktan sonra, hafızam da daim a yeni ve güzel hâtıralar uyanıyor. Onları da ka­ tarak kitabın çeşnisini a rttıra ca ­ ğını. Tanıdık, tanım adık, am a hep­ si âlicenap dost okurlarım a gcıııil- den teşekkü ller.

Y Z. O.

K a rın c a kararınca!

Memurun dördüncü çocuğu dün­ y a y a gelm işti. Â m iri kendisini tebrik ederken:

— D em ek k i veliaht beş oldu, öylo m i? dedi.

Memur, tevazu ile el oğuşturdu: — E stağfu ru llah efendim, dedi, veliaht bizim haddimiz mi, bir ço­ cuğum uz daha oldu, o kadar!

Kişise) Arşivlerde İstanbul Belleği T a h a To ros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

İkinci Mahmut devrinde yapılan umumi bir tamirat esnasında harici kaplama ve bina- nın çatısı fotoğrafta görülen şekle konmuştur.. İstanbul merkezinde böyle klâsik bir evin

[r]

Evin ön cephesinde, oturma ve misafir odaları önüne gelmek üzere üzeri kapalı bir terası vardır. Bina haricî mimarî ve plân tertibi itîbarîle güzel bir

[r]

Güneş ve yağmur te- sirlerinden mahfuz bulunduğu için iç sıvalarda bilâkis rengi koyulaştırıcı boya ilâve edilerek bu suretle oymalı boşlukla- rın fasılalarla

Plânları büyük bir itinâ ile yapılmış olan Köprülülerin yalısı, her zaman için tatbik edilebilecek nümunelik bir inşa tipi teşkil eder.. Dıvarlarının, tavanlarının

İstenilen miktarda ahizeler bağlanmasına imkân veren (anten takviye tertibatı) nı havi müşterek antenler bilhassa büyük apartmanlar için elverişlidir.. Böyle bir tesi-

(Ka'riye camii); Büyük Ayasofya gibi bazilika şeklinden başlıyarak ilk inşa tarihi milâdî 413 ten sonra Jüstinyen za- manındaki şimdiki Askerî Müzesi olan «Aya İreni» ve