• Sonuç bulunamadı

Sivil toplumun demokratikleşme sürecindeki yeri ve kamu yönetimine etkisi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sivil toplumun demokratikleşme sürecindeki yeri ve kamu yönetimine etkisi"

Copied!
123
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ABSTRACT

At the last years civil society become callihg a concept with democratic society. Especially when the soviet unien dispersed there become new countries and there must be civil societies because at political unity.

Civil society used for feature a society milestene in histaric. In this case autonomous cities can remembered nucleus in civil society. There weren’t autonomous Cities in ottoman empire like the west because in ottoman empire anly the sulten can use managing.

The republic diet and the canstitutional framework brought a suitable media but at one - political party perioad the civil society cauldn’t grow up cause of the falk – goverment - party identity.

In 1980 once again passed to multiparty political unity. In 2000 there become many positive evolution at civil society because of exchange in turkish political culture

Key words :Civil society , Autonomous cities , Direction faculty , Turkish political culture , Officiality

(2)

ÖZET

Son yıllarda sivil toplum, demokratikleşme ile birlikte sıkça sözü edilen bir kavram haline gelmiştir. Özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından ortaya çıkan ülkelerde sivil toplumun bulunmadığı vurgulanmakta ve istikrarlı bir demokratik siyasi düzen için, sivil n toplumun zorunlu bir unsur olduğu belirtilmektedir.

Sivil toplum tarihsel olarak Batı’da toplumsal bir aşamayı nitelemek için de kullanılmıştır. Bu bağlamda, feodalitenin temellerinin sarsılmasıyla birlikte gündeme gelen özerk kentler, sivil toplumun nüveleri olarak kabul edilebilir. Batı’daki devletten özerk kentlere denk yapılar Osmanlı İmparatorluğu’nda bulunmamaktadır. Osmanlı İmparatorluğu yönetme erkinin büyük ölçüde sultanda toplandığı patrimonyal bir devlet örneğidir.

Cumhuriyet rejiminin kendisi ve onun getirdiği anayasal düzen sivil toplumun gelişmesi için elverişli ortamı yaratmışsa da, tek partili dönemde millet-devlet-parti özdeşliği ile ifade edilebilecek monolitik yapı, çoğulcu bir sivil toplumun gelişmesine olanak tanımamıştır.1980 yılında yeniden çok partili bir siyasi demokrasiye geçilmiştir. 2000’li yıllara gelindiğinde, Türk siyasi kültüründe meydana gelen değişim doğrultusunda sivil toplumun gelişmesi yönünde önemli ve olumlu adımların atıldığı söylenebilir.

Anahtar Kelimeler: Sivil Toplum, Özerk Kentler, Yönetme Erki, Türk Siyasi Kültürü, Bürokrasi

(3)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ ANA BİLİM DALI

SİVİL TOPLUMUN DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDEKİ YERİ ve

KAMU YÖNETİMİNE ETKİSİ

Yüksek Lisans Tezi

TEZ DANIŞMANI Prof. Dr. Orhan GÖKÇE

HAZIRLAYAN Şamil ŞEN

(4)

KISALTMALAR

a.g.e.: Adı geçen eser a.g.m: Adı geçen makale

A.Ü.S.B.F.: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi C: Cilt

C.D.T.A.: Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi Çev: Çeviren

Der: Derleyen Edt: Editör

MEB: Milli Eğitim Bakanlığı STK: Sivil Toplum Kuruluşları

TOBB: Türkiye Odalar Borsalar Birliği

UNDP: Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı

(Tablo)

(5)

GİRİŞ

Sivil toplum Batı’nın yaşadığı sosyal ve ekonomik olaylar sonucu ortaya çıkan ve Batı’ya özgü bir kavramdır. Başlangıçta devletle özdeşleştirilen bu kavram zamanla anlam kaymasına uğrayarak devletin karşısında olarak algılanmaya başlanmıştır. Sivil toplum özellikle Doğu Bloku’nun çöküşüyle demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olarak görülmeye çalışılmıştır. Son zamanlardaki gelişmeler paralel olarak demokrasinin pekişmesi için sivil toplumun oluşturulması gerektiği fikri kabul görmektedir.

Bu çalışmamızda dört bölümden oluşmakta her bölümde sivil toplumla ilgili farklı bir konu üzerinde durulmaktadır. Birinci bölümde, sivil toplum kavramına ilişkin yaklaşımlar ve sivil toplumun gelişim süreci incelenmektedir. Konuyla ilgili detaylı bir araştırma yapılarak, çeşitli örneklemelere de yer verilmiştir. İkinci bölümde, Batı siyasal yapısında ortaya çıkan ve gelişen sivil toplum anlayışının Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyetinde nasıl bir konumda olduğu fikri üzerinde durulmuş, Osmanlı’da sivil yapılanmalar olarak ne gibi yapılaşmaların olduğu belirtilmiş ve Osmanlının Cumhuriyet dönemine nasıl bir sivil toplum anlayışı bıraktığı geniş bir şekilde incelenmiştir.

Üçüncü bölümde, devletle sivil toplumun nasıl bir ortamda varlığını sürdürebileceği, devletle sivil yapılanmanın birbirini bütünleyici bir konumda olduğu ve devlet sivil toplum ilişkisine yapılan önemli eleştiriler de bu bölümde ele alınmıştır. Son bölümde ise, sivil toplumun kendini ifa edebilmesi için önemli bir faktör olan demokratikleşme üzerinde durulmaktadır. Demokratik bir yapının sivil toplum için mutlak olması gerektiği ve aynı zamanda da sivil toplumun demokrasinin gelişmesinde önemli işlevlerinin olduğu ve bu işlevler bu bölümde ele alınmaktadır.

Günümüz dünyasında sivil toplumun yeri daha iyi anlaşılmakta ve sivil toplumun varlığı ve sorumluluğunu daha iyi bir şekilde yerine getirebilmesi için gerekli çalışmalar daha çok kabul görmeye başlamıştır.

(6)

İÇİNDEKİLER

Kısaltmalar 2

Giriş 3

BİRİNCİ BÖLÜM SİVİL TOPLUM KAVRAMININ TANIMI, GELİŞİMİ VE ÖZELLİKLERİ 1. SİVİL TOPLUM KAVRAMININ OLUŞUMU VE TANIMLANMASI 8

1.1. SİVİL TOPLUMUN BATILI SERÜVENİ: DÜŞÜNSEL VE TOPLUMSAL TEMELLERİ 12 1.2. SİVİL TOPLUMUN ÖZELLİKLERİ 17

1.3. SİVİL TOPLUMUN TÜRLERİ 19

1.3.1. Çoğulcu Demokrasi Modeli 20

1.3.2. Neo-liberal Model; Asgari Devletçi Sivil Toplum Kuramı 21

1.3.3. Katılımcı Sivil Toplum 24

2. SİVİL TOPLUM DÜŞÜNCESİNİN GELİŞİMİ 27

2.1. DEVLET – SİVİL TOPLUM ÖZDEŞLİĞİ 28

2.1.1. Thomas Hobbes ve Leviathan 28

2.2. DEVLET – SİVİL TOPLUM AYRIMI 32

2.2.1. Hegel’de Sivil Toplum 32

2.3. DEVLET – SİVİL TOPLUM AYRIMINI AŞMA ÇABALARI 36

2.3.1. Marx’ın Sivil Toplum Yaklaşımı 36

2.3.2. Gramsci’de Sivil Toplum ve Devlet 39

2.3.3. John Locke’da Sivil Toplum Düşüncesi 42

(7)

İKİNCİ BÖLÜM

OSMANLI DEVLETİ’NDE VE TÜRKİYE’DE SİVİL TOPLUM

2. OSMANLI DEVLETİ’NDE SİVİL TOPLUM 43

2.1. OSMANLI DEVLETİ’NDE SOSYO – EKONOMİK DÜZEN 45

2.2. OSMANLI DEVLETİ’NDE SİYASAL DÜZEN VE DEVLET ANLAYIŞI 49

2.3. OSMANLI DEVLETİ’NDE DİNİ HAYAT 51

2.4. SİVİL TOPLUM AÇISINDAN GELENEKSEL YAPININ DEĞERLENDİRİLMESİ 51

2.4.1. Osmanlı Devleti’nde Devlet ve Birey 53

2.4.2. Osmanlı Devleti’nde Devlet Toplum İlişkisi 54

2.4.2.1. Loncalar 55

2.4.2.2. Vakıflar 57

2.4.2.3. Tarikatlar 58

2.4.2.4. Bürokrasi 60

2.4.2.5. Ayan 60

2.5. OSMANLI DEVLETİ’NDE MODERNLEŞME ÇABALARI 62

2.5.1. Osmanlı Devleti’nde Modernleşme Hareketleri 64

2.5.1.1. Tanzimat Öncesi Osmanlı İmparatorluğunun Toplumsal ve Siyasal Yapısı 66

2.5.1.2. Tanzimat Döneminde Sivil Toplumun Varlık Meselesi 68

2.5.1.3. I. Meşrutiyet Döneminde Sivil Yapılanma 69

2.5.1.4. II. Meşrutiyet Dönemi 69

2.6. CUMHURİYET DÖNEMİNDE SİVİL TOPLUM 71

2.6.1. Cumhuriyetin İlanı Öncesinde Toplumsal-Siyasal Hayat ve Sivil Toplum 71

2.6.2. Cumhuriyet Döneminde Sivil Toplum 71

2.6.2.1. Tek Partili Dönemde Devlet-Sivil Toplum İlişkisi 73

2.6.2.2. Çok Partili Dönem 76

(8)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

KAMU YÖNETİMİ “(DEVLET)” ve SİVİL TOPLUM İLİŞKİSİ

3.1. KAMU YÖNETİMİ SİVİL TOPLUM İLİŞKİSİNİN KURAMSAL ÇERÇEVESİ 81

3.2. KAMU YÖNETİMİ SİVİL TOPLUM İLİŞKİSİNE ELEŞTİREL YAKLAŞIMLAR 82

3.3. 1983’DEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE’DE DEVLET SİVİL TOPLUM İLİŞKİSİ 83

3.3.1. DEMOKRASİ TABANINDA DEVLET SİVİL TOPLUM İLİŞKİSİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ 85

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM DEMOKRATİK SİVİL TOPLUMUN İŞLEVLERİ VE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI 4.1. DEMOKRASİ KAVRAMI VE DEMOKRATİKLEŞME 87

4.2. DEVLETİN KAMUSAL VE ÖZEL ALANLARDAKİ ROLÜNÜN DEMOKRATİKLEŞME ÜZERİNDEKİ ETKİSİ 88

4.3. DEMOKRATİKLEŞME İŞLEVİNİN TAMAMLAYICISI OLARAK SİVİL TOPLUM 90

4.4. SİVİL TOPLUMUN DEMOKRATİK İŞLEVLERİ 93

4.4.1. Devlet İktidarının Sınırlandırılması 93

4.4.2. Demokrasiyi Pekiştirme 94

4.4.3. Toplumu Dönüştürme 94

4.5. SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI 95

4.5.1. Gelişmiş Modern Toplumlarda Sivil Toplum Örgütlerinin Yeri ve Önemi 96

4.5.2. Türkiye’de Sivil Toplum Örgütlerinin Gelişiminin Toplumsal Aşamaları ve Süreci 98

4.5.2.1. Baskı Grubu Olarak Sivil Toplum Kuruluşları 101

4.5.2.1.1. Vakıflar 102

(9)

4.5.2.1.3. Meslek Örgütleri 105

SONUÇ 107 KAYNAKLAR 112

(10)

BİRİNCİ BÖLÜM

SİVİL TOPLUM KAVRAMININ TANIMI GELİŞİMİ VE ÖZELLİKLERİ

SİVİL TOPLUM KAVRAMININ OLUŞUMU VE TANIMLANMASI

Sivil toplum kavramının doğuşuna ortaçağın sonunda feodal iktidarın dışında gelişen bir sınıfın, burjuvazinin doğuşu başlangıç alınır. Gelişen süreçte bu kavramın içeriğinin değiştiği görülür. Burjuvazinin ortaya çıktığı döneme kadar geçen sürece bakıldığında toplumsal sınıfların iktidarın dışında bağımsız bir alanda faaliyet gösteremedikleri görülmektedir. Ortaçağ öncesinde güçlü merkezi krallıklar, ortaçağ da ise, zayıflamış krallıkların yanı sıra, feodal beyler ve kilise ekonomik ve siyasi ilişkilere hakimdir. İktidar kurumlarının dışında onların uzanamadığı bir alanda faaliyet yoktur. Bu bağımlılık sonucunda bu sınıfların iktidarı etkileme veya ona hakim olma gibi durumları söz konusu değildir.1

12. yüzyılda Avrupa’daki hızlı ticari gelişme kapitalizmin ilk aşaması olan ticaret kapitalizmini doğurdu. Ticaret ile birlikte gelişmeye başlayan kapitalizm, mevcut iktidarın dışında, ona karşı toplum içinde güçlenen ve yeni bir iktidar ortağı olmaya başlayan bir sınıfı da beraberinde getirdi. 2

İlerleyen süreçte burjuvazi hem ekonomik alanda hem siyasi alanda hem de kültürel alanda mevcut iktidar kurumlarına alternatif getirmeye başladı. Güçlenen burjuvazi kendi çıkarları doğrultusunda toplumsal projesini hayata geçirmek istiyordu. Bu noktada da iktidar dışındaki alanlarda bağımsız olarak faaliyet

1 Küçükömer, İdris, Sivil Toplum Yazıları, Bağlam Yayınları, İstanbul, 1994, s. 7 2 Kürşat, Bumin, Sivil Toplum ve Devlet, Yazko Yayınları, İstanbul, 1981, s. 18

(11)

göstermiştir. Burjuva kendisini burjuva kamusu içinde ifade ederek düşünsel gelişimini tamamladı. 3

Habermasçı anlamıyla kamusal alan fikri, modern toplumlarda vatandaşların ortak meseleler hakkında tartışmada bulundukları ve böylece politik katılımı gerçekleştirdikleri kurumsallaşmış bir söylem alanına işaret etmektedir. Kamusal alanın oluşması için kamusal bilginin ve kamusal tartışmanın dolaşımının sağlanması gerekir. Habermas bu özelliklerin liberal kamusal alanda varolduğunu savunur:

- herkes tarafından erişilebilir bir alandır.

- hemen herkesi ilgilendiren sorunlar hakkında tartışmada bulunurlar. - tartışmada statü eşitsizlikleri dikkate alınmaz.

- bireyler bu alana vatandaşlar olarak katılırlar.4

Sivil toplum kavramının ortaçağın iktidar kurumlarına karşı toplum içinde yükselen gücü tanımlamak için kullanıldığı görülür. Bu kavram kapitalizmin gelişmesiyle birlikte değişen ekonomik durumu ve yeni iktidar ilişkilerini tanımlamaktadır. Doğuşu itibariyle sivil toplum kavramı ile kastedilen mevcut devletin dışında ve ona karşı bir güç olarak ortaya çıkan burjuva toplumudur. Bu dönem için baktığımızda sivil toplumun temel öğesinin burjuva olduğu görülmektedir. Toplum içinde güçlenen burjuva daha sonra devleti ve toplumu kendi istekleri doğrultusunda düzenlemiştir.5

3 Küçükömer, a.g.e, s. 8

4 Habermas, Jürgen, “Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü”, Çev: Ahmet Doğukan, Defter, Nisan-Temmuz

1991, s. 62

(12)

XII. Yüzyılla başlayan şehir hayatındaki gelişmeler ve bu şehirlerin örgütlü bir siyasal birim olarak ortaya çıkışı antik dünyada gün yüzüne çıkmıştır. Bu, sivil(medeni) toplum/sivil olmayan (gayri medeni) toplum ayrımıdır. Feodal erklerden gerek idari, gerek ekonomik açıdan kopması ve özerkleşmesiyle gelen “özgürlüğün” eşitler arasındaki bir ortaklığı ifade etmesi anlamında “eşitliğin” ve temsili organları aracılığıyla yasal yönetimin yükseldiği merkezler olarak ön plana çıkan geç dönem ortaçağ kentleri, çok uzun süredir unutulmuş bazı değerlerin yükseldiği yerler olarak ortaya çıkıyor ve bu kentlerde yaşamak ayrıcalıklı yaşam tarzının imgesi haline gelmiştir. Bu ayrıcalıklı konumlarının bilincine varmalarıyla kent ahalisi yada burjuvalar birkaç yüzyıl önce içinden çıktıkları kırsal toplumu küçümsemeye başlıyor ve günümüze kadar devam edecek kentli (medeni-civil) – köylü (kaba-uncivil) ayrımını yerleştiriyorlardı.6 Böylece kentliler kendilerini “civil society” (sivil toplum) olarak nitelerken, kent dışındaki yaşayan kesimi “uncivil society” (sivil olmayan toplum) olarak adlandırmaya başlıyorlardı. XVI. Yüzyıldaki uncivil sıfatı, medeni hale zıt olan, barbarca yontulmuş, kötü görünüşlü, uygun düşmeyen, görgüsüzce ve kaba anlamlarına geliyordu.7 Batı siyasal geleneğinin içinde doğup sivil toplum kavramı, latince civilis societas’dan gelmektedir. Aristoteles’in politike koinonia ibaresinin sivil toplum kavramının ilk versiyonu olduğu kabul edilmektedir. Politike koinonia hukuki olarak belirlenmiş bir yönetim sistemi içinde eşit özgür vatandaşların kamusal, etik-siyasal bir topluluğu olarak tanımlamıştır.8

Sivil toplum-devlet ilişkisine tartışmaların geçmişi eski Yunan’a dayanmakla birlikte, kavramın bugünkü anlamda kullanımı sanayi toplumların ortaya çıkışıyla eşzamanlıdır. sivil toplum kapsamındaki tartışmalar, on yedinci yüzyılın sonlarıyla on sekizinci yüzyılın başlarında meydana gelen siyasal yapı ve düzendeki değişimlerle paralellik göstermektedir. 9 Sivil toplum kavramının düşünsel temelleri, antik çağda Aristo ve Çiçero, Orta Çağda Thomas Hobbes John Locke, Charles de Montespuieu

6 Bumin, Kürşat, Demokrasi Arayışında Kent, İstanbul, İz Yayıncılık, 1998, s.65 7 Keane, John, Sivil Toplum ve Devlet, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1993, s. 23

8 Gönenç, Ayşenur A. Sivil Toplum: Düşünsel Temelleri ve Türkiye Perspektifi, İstanbul, 2001, s, 12 9 Çaha, Ömer, Aşkın Devletten Sivil Topluma, Gendaş Yayınları, İstanbul, 2000, s. 20

(13)

ve Jean Jacpues Rouusseau’nun eserlerinde yer verdikleri devlet- toplum ilişkisi bağlamında incelenebilir.10

Sivil toplumun, batı fikir tarihi süreci içinde aradığında, XV. yüzyıldan XVIII. yüzyıla kadar süren bir zaman kesiti içinde çeşitli anlamlar kazandığı görülmüştür. ‘sivil toplum’ terimi ilk kez Aristoteles tarafından kullanılmıştır. Aristoteles’in politikekoinonia dediği, yurttaşlarının kentlilerin politeslerin oluşturduğu politik düzendir. Polites ise, yurttaş bir poliste, bir kentte yönetime ve kararlara katılma yetkisine (hakkına değil) sahip kişilerdir. Sivil olanla siyasal olanın ayrımının henüz olmadığı politik olana ilişkin bu anlayışta sivil toplumun politike koinonia’nın diğer toplum düzenlerinden farklı, hak ile haksızlığın ayrıldığı bir düzen olması ve adaletin temel olarak alınmasıdır.11

Sivil toplum kavramının geçmişi aslında daha gerilere, 18. yüzyıl Avrupa’sına dayanır. Bu terim, ilk kez sözleşme kuramları bağlamında ortaya atılmıştır. sivil toplum düşüncesini başlatanlar”toplum sözleşmesi” teorisiyle toplumu devletten ayıran düşünürler olmuştur. başlatıcı düşünürler olan sözleşmeciler, teorilerini Avrupa’nın sosyal yapısında önemli sarsıntılar ve değişimler yaşandığı bir ortamda geliştirmişlerdir. 12

Sözlükte şu üç tanım karşımıza çıkmaktadır:13 Sivil toplum;

“ devlet denetimi ve baskısının ulaşamadığı veya belirleyici olmadığı toplumsal etkinliklerdir.”

10 Tosun, G. Erdoğan, Demokratikleşme Perspektifinden Devlet-Sivil Toplum İlişkisi, Alfa Yayınları,

İstanbul, s. 30

11 Kuçuradi, İonna, Uludağ Konuşmaları: Özgürlük, Ahlak, Kültür Kavramları, Türkiye Felsefe

Kurumu, Ankara, 1998, s. 28

12 Febvre, Lucien, “Sivilizasyon”: Bir Sözcüğün ve Bir Fikir Öbeğinin Gelişimi”, Çev: İsmail Yerguz,

(14)

“ bireylerin devletten yada kamu gücünden izin almadan, kovuşturmaya uğrama korkusu taşımadan rahatlıkla ilişki geliştirebildikleri, sosyo-kültürel etkinliklerde bulunabildikleri toplumdur.”

“ devletin doğrudan denetimi altında tuttuğu alanların dışında kalan ve ekonomik ilişkilerin baskısından da görece bağımsız olarak, gönüllü veya rızaya dayalı ilişkilerle oluşturulan kurum veya etkinliklerdir.”

Sivil toplum piyasa toplumunu ifade eder yani kişilerin özgürce girişimde bulundukları, rekabet içinde bulundukları toplumdur. dolayısıyla sivil toplum liberal toplumdur. Bireyi, bireyin üretici gücünü, rekabeti, insanların eşitliğini savunur, vurgular. sivil toplum Batı’nın belli bir tarihsel aşamada tanıştığı kavramdır. bu tanışma anındaki tarihsel aşama, batı için karanlık çağın aşıldığı yeniden doğuş-Rönesans’ın ve reformun yaşandığı, insanların ‘ilerleme’den bahsettiği insanları ya da insanlığı aydınlatan bilim adamlarının, düşünür, filozofların, ‘ışıkların’ ortaya çıktığı aydınlanma çağını da ifade eder.14Sivil toplum, toplumun sivil niteliğini vurgulayan sosyolojik bir kavramdır. Kavram hem toplumun sivilliğini hem de sivil olmayan unsurları ayıklayarak Fransızca bir sözcük olan”civil=sivil”in bizatihi anlam gücünde ortaya çıkar. Medeni, uygar, nazik, kibar biçiminde daha çok seçkinliği ve zerafeti yüklenen sözcük, bu anlamın karşıtlarını da dışarıda bırakmaktadır.15

1.1. SİVİL TOPLUMUN BATILI SERÜVENİ: DÜŞÜNSEL VE TOPLUMSAL TEMELLERİ

Başlangıçta batı siyasi literatüründe daha iyi bir toplumsal düzene ulaşmak için bireyin hak ve yükümlülüklerini düzenleyen siyasal kurumlar anlamında kullanılan sivil toplum kavramı bütün diğer kurumları kapsayan ve onlara egemen olan sitede (polis) varolan her şeyin üstünde olan toplum anlamında kullanan Aristoteles’e kadar

14 Erdem, Tevfik, “Sivil Toplum ve Türkiye Gerçeği” K.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi,

Kırıkkale, 1996, s. 15

15 Doğan, İsmail, “Sivil Toplum: Ondan Bizde de Var”, Birey, Kitle Kültürü ve Sivil Toplum, Sistem

(15)

geriye götürülse de, şehirleşmenin başladığı XIII. yüzyıldan itibaren oluşmaya başlayan kavram, doğal yaşam alanıyla bir anti-tez görünümündeydi.16

Batı toplumlarında orta sınıf (burjuvazi) şehir hayatına tanınan “sivil” özgürlükler temelinde gelişti. ama sivil özgürlükler, merkezi otoriteden bağımsız, özerk kurum ve örgütlenmelerin “sivil toplumun” tarihsel temellerini oluşturdu. sivil toplum bütün varlığı ve anlamını devlet karşısında kazanan bir kavramdır. Bir karşıtlık ve bir seçenek olarak belirtilen bu anlama, zaman içinde kavuşmuştur. Kavram 18. yüzyılda aydınlanma düşünürlerince literatüre sokulmuştur. Bu düşünsel geçmişinin yanı sıra ifade ettiği anlama uygun olarak bir de toplumsal temelleri vardır. Feodal toplumun çöküşünü hazırlayan koşullar, bu düşünürlerce sivil toplumun nedeni olarak görülür. 18. yüzyılın düşünürlerine ilham veren feodal çözülmenin biçimidir. Devletin ve dinin baskısından uzak ortaya çıkan ekonomik faaliyet alanı, üçüncü boyut olarak toplumsal tablonun yorumunu kaçınılmaz kılıyordu. Bu itibarla, sivil toplumun yani “ekonomik faaliyetin özerk alanı”nın doğuşu geç ortaçağın komünal hareketine bağlanmaktadır.17

Kökeni Aristo’ya ve onun siyaset teorisine kadar uzanan ve bir yurttaşlar toplumunu anlatan modern öncesi bir kavram olan “sivil toplum”un diğer pek çok sosyal bilimler kavramında olduğu gibi, genel kabul görmüş bir tanımı bulunmamaktadır. Sivil toplum teriminin günümüzde kazandığı mana ile tarihsel süreç içinde kazandığı içerik önemli değişimlere uğramıştır.18

16 Karaman, Lütfullah, “Sivil Toplum Kavramı ve Türkiye Üzerine Değerlendirmeler: Bir Yeniden Bakış”,

Türkiye Günlüğü, S.10, 1990

17 Sarıbay, A. Yaşar, Postmodernite Sivil Toplum ve İslam, İletişim Yayınları, İstanbul, 1995, s. 11 18 Doğan, İsmail, Sivil Toplum, Sistem Yayıncılık, İstanbul, 2000, s. 2

(16)

“Sivil toplum”daki “sivil”in kökü şehir hayatının beraberinde getirdiği hakları ve yükümlülükleri ifade eder. Dolayısıyla sivil toplum esas itibariyle uygarlık kavramı içeren bir kökten gelmektedir. sivil toplum alanı, siyasal alandan farklıdır. Siyasal alanda bireyler, tüm özelliklerinden soyutlanıp eşitlenmiş ve üniformize edilmiş bir kimliğe bürünürken, sivil toplum alanına tüm özellikleriyle birlikte girmektedir. bu yönüyle sivil toplum alanı çeşitliliğin ve çok renkliliğin alanıdır.19

Bugünkü söylemde normatif bir kavram olan sivil toplum; bir özerk gruplar ve birlikler çoğulluğu, kamusal kültür ve iletişim kurumları, bireysel tercihlerin ve yönelimlerin mahremiyeti, çoğulluğu ve kamusallığı devletten hatta ekonomiden ayıran bir haklar sistemini ifade etmektedir. 20

Sivil toplum gönüllü, kendi kendini oluşturan, kendi desteklerine sahip, devletten özerk, özel alan ile devlet arasında aracı niteliğinde örgütlü sosyal yapılanmadır. Bu yapı yasal düzen veya ortak kurallar dizisi gibi özgürlüklerin ve özerkliklerin güvencesi olan kurumsallaşmış bir temele oturur. dolayısıyla sivil toplum devletten özerk olmayı içermektedir. Bununla birlikte sivil toplum, siyasal sistemin ve iktisadi sistemin köşelerinde iki ucu olan toplumun örgütlenmesi ile gövdesi oluşan bir kurumlaşma ve örgütlenme biçimidir.21

En soyut anlamıyla sivil toplum, üyeleri öncelikle devlet dışı faaliyetlerde uğraşan ve bu faaliyetler dolayısıyla devlet kurumları üzerinde her çeşit baskı ve denetimi uygulayarak kendi kimliklerini koruyan ve dönüştüren kurumların oluşturduğu bir bütün olarak kavranabilir.22 En geniş anlamıyla sivil toplum, toplumun devlet kurumları dışında kendi kendini yönlendirmesini içermekte ve demokratik bir anlam taşımaktadır. Kavram daha ötede birey-devlet ve toplum-devlet

19 Uğur, Aydın, “Yeni Demokrasinin Yeni Aktörleri: STK’lar”, Merhaba Sivil Toplum, Der. Taciser Ulaş,

HYD Yayınları, İstanbul, 1998, s. 173

20 Yonca, Oğuzhan, Sivil Toplum, Sivil toplum Kuruluşları ve Demokrasi Bağlamında Son Otuz Yılda

Konya’da Dernekler, S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Konya, 2003

21 Akşit, Bahattin, “Sivil Toplumda Uzlaşmacı Düşünce Yaygınlaşmalı”, Sivil Toplum Düşünce ve

Araştırma Dergisi, EDAM Yayını, S:1, İstanbul, 2003, s. 74

(17)

arasındaki ilişkiyi ve bireyin mi yoksa devletin mi önde olduğunu ilgilendirmektedir.23

Sivil toplum, bireyin öne çıktığı, devletin insan için var olduğu ve bu yüzden hukuk sınırları içine çekildiği, her türlü düşüncenin ve inancın dikeylemesine ve yataylamasına örgütlendiği, birlik içinde çokluğun gerçekleştiği, böylelikle de gelişme dinamizminin yakalandığı, devlette önce gelen, onun içinde yaşayan, ama onunla özdeş olmayan, hatta ona karşı koyabilen bir tür insan ilişkileri yumağıdır.24 Sivil toplum kavramı, devletin ve devlet otoritesinin dışındaki ekonomik ve toplumsal alanı nitelemek için kullanılan ve kendi ilke ve kurallarına göre işleyen, otorite alanı dışında kendi kendini düzenleyen özerk alanları ifade etmek için kullanılmaktadır. Kavram, devlet alanı dışında birey ve grupların kendi alanlarını düzenlemelerini ve bunun tanınmasını içerdiğinden demokratik bir boyut içermektedir.25

“Sivil” kelimesinden türeyen “ sivil toplum” kavramının daha iyi anlaşılabilmesi için, “sivil” kavramın ne anlam ifade ettiğinin bilinmesi yararlı olacaktır. Latince’ de “civilis” sözcüğünden türeyen “sivil” ilk anlamıyla yurttaşa, hayatına, haklarına ilişkin bütünü belirlemek için kullanılır. “Sivil”den türeyen civilize ya da “sivilleştirmek” ise “bir topluluğu daha gelişkin bir hale getirmektir”.26 Yani civilizasyon uygarlık anlamında kullanılmaktadır. bu

sözcükten türetilen sivil toplumda, kendi başına anlam ifade etmekte, ancak devletle birlikte düşünülerek ve devlet içinde var olan bir yapı ama, aynı zamanda devletin müdahalesinden arınmış bir varlık olarak karşımıza çıkmaktadır. kısaca kavramsal olarak sivil toplum, devlet düşünülmeye başlandıktan sonra var olabilmiştir.27

23 Yılmaz, Aytekin, Çağdaş Siyasal Akımlar: Modern Demokraside Yeni Arayışlar, Vadi Yayınları,

Ankara, 2001, s. 328

24 Selçuk, Sami, “Hukuk İşlemezse Devlet Zorbalaşır”, Eleştirel Akla Çağrı, Der: Mehmet Gündem, Adam

Yayınları, İstanbul, 2000, s. 33

25 Yılmaz, a.g.e, s. 330

26 Akal, Cemal Baki, “Sivil Toplumun Tanrısı”, 21. Yüzyıla Doğru Dergisi, Afa Yayınları, İstanbul, 1992,

s. 23

(18)

Sivil toplum kavramını batı literatüründen ortaya çıkmış ve orada tarihi gelişimini sürdürmüş, Aristo’ dan itibaren de politik toplumun yerine kullanılan bir kavram olmuştur.28

Şerif Mardin’e göre “sivil toplum Batı’dan aldığımız siyasetle ilgili kavramlar arasında, ülkemizde en çok yanılgı yaratanlardan birisidir. kavramın karşıtı, birçok kez zannedildiği gibi ‘askeri’ toplum değildir, terimin vurgusu ‘şehir adabı’dır, karşıtı olsa olsa ‘gayri medeni’ olabilir.29 Öte yandan “sivil toplum” kavramı kimilerince “ideal” bir devlet -toplum ilişkisi modeli olarak sivil toplum kavramının, bazı yazarlarca batılı olmayan toplumların, bu arada Müslüman toplulukların toplumsal ve kültürel yapı özellikleri itibariyle demokratik potansiyele sahip olmadıklarını “kanıtlamak” üzere kullanıldığı da dikkati çekmektedir.30

Sivil toplum tartışmaları devlet ve toplumun birbirinden ayrılması ve toplumun devlet karşısında üstünlüğünün pekiştirilmesiyle devam etmektedir. İlk sivil toplum tartışmalarını başlatan düşünürlerde ( Hobbes, Locke, Rousseau) sivil toplum, devleti temsilen kullanılır. Devlet sivil toplum ayrımı Hegel ve Marx’ta ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte sivil toplum eski bir geleneğe sahiptir ve eski yunanda Aristo’ya kadar gider. Bu eski Avrupa geleneğinde, sivil toplum devlet ile aynı anlamda kullanılan bir terim olmuştur.31

Sivil toplum kavramı günümüze gelinceye kadar farklı evrelerden geçmiştir. Keane sivil toplumun gelişmesinde ve modern anlamına kavuşmasında dört değişik evre ve katkıdan söz etmiştir. bu evreler şu şekilde açıklanabilir:32

28 Çaha, Ömer, “1980 Sonrası Türkiye’sinde Sivil Toplum Arayışları”, Yeni Türkiye Dergisi, S.18, 1997,s.

28

29 Mardin, Şerif, Türkiye’de Toplum ve Siyaset Yazıları-1, İletişim Yayınları, İstanbul, 1992, s. 9

30 Erdoğan, Mustafa, “Sivil Toplum: Bir Kavramın Anatomisi”, Liberal Düşünce Dergisi, Bahar-Yaz 1998,

s. 5

31 Keane, John, “Sivil Toplum ile Devlet Arasındaki Ayrımın Kökenleri ve Gelişimi, Çev: L. Köker, Sivil

Toplum ve Devlet, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1993, s. 47

(19)

1- Birinci evrede klasik sivil toplum ve devlet ayrılığı ortaya çıkar. Klasik sivil toplum ve devlet birlikteliği kırılır. Merkezi, egemen, anayasal devleti haklılaştırma ve bunun karşısında bu devletin otoritesine karşı sivil toplumun içindeki bağımsız “toplumlar”ın gelişmesinin önemini vurgulama.

2- İkinci evre; Bağımsız “toplumlar”ın kendilerini devlete karşı savunmalarının meşru olduğu iddiası.

3- Üçüncü evre; sivil toplum devlet ayrımındaki devlet karşıtlığı zayıflar. sivil toplumun özgürlüğü kendini felç eden, çatışma üreten bir şey olarak görülmüş ve dolayısıyla sivil toplumun daha katı bir devlet düzenlemesine ve denetimine gerek duyduğu düşünülür. vurgu, sivil topluma karşı devlettir.

4- Dördüncü evre; düzenleyici devlet iktidarının sivil toplumu yavaş yavaş boğacağından korkulur. Buna uygun olarak da çoğulcu, kendi kendini örgütleyen, devletten bağımsız bir sivil toplumu korumanın önemi vurgulanır.

1.2. SİVİL TOPLUMUN ÖZELLİKLERİ

Demokratik liberal sistemi diğerlerinden ayıran en önemli unsur bireyin ve sivil toplumun sistemin temelini oluşturmasıdır. Demokratik sistem, “bireye” ve sistemin tümünün “birey üstünlüğüne” dayalı olması esasına bağlıdır.33 Sivil toplum, devletin müdahale alanlarının dışında kalan ekonomik ve sosyal alanı tanımlamak için gereksinim duyulmuş bir kavramdır. bu alan, kendi kendini düzenleyen, kendi ilke ve kurallarına göre işleyen özerk bir alandır. Diğer bir ifadeyle kavram, devletin müdahalesi dışında birey ve örgütlerin kendi alanlarını düzenlemelerini kapsamaktadır.34

33 Batum, Süheyl, “Türkiye’de Devlet-Toplum ilişkilerine Demokratik Devlet Anlayışı Açısından Bir Bakış”,

Yeni Türkiye Dergisi, S. 4, 1995, s. 16

(20)

Demokratik toplumların çok önemli bir parçası olarak kabul edilen sivil toplum düşüncesi, 20. yüzyıldaki faşist ve komünist diktatörlükler deneyimlerinin sonucu olarak daha fazla önem kazanmıştır. Her iki düşünce de tüm sosyal ve ekonomik devlet şemsiyesinin ve denetiminin içine almak istemiştir. Bu bağlamda sivil toplum, devletin tüm etkinlikleri kontrol etmesinin engellenebilmesi için devletin erişim alanını daraltmakta, toplum içerisinde kendiliğinden oluşmuş birçok bağımsız örgütün bulunmasını, insanların kendi problemlerini çözebilmek için örgütlenebilmelerini halkın düşüncelerinin yönetime yansımasını sağlamaktadır.35

Değişik dönemlerde değişik tanımlamaları yapılmasına rağmen sivil toplumu tanımlarsak gönüllü kendi kendini oluşturan, kendi desteklerine sahip devletten özerk, özel alan ile devlet arasındaki aracı niteliğindeki örgütlü bir sosyal yapılanmadır. Bunun yanında kolektif yarar esası gütmesi, kar beklentisi olmaması gibi özellikler de bulunmalıdır. Diğer yandan gönüllü olmasalar da sendikalar, meslek odaları ve barolar üyeliği hukuken mecbur olsalar da, yani gönüllü olmasalar da sivil toplumun birer parçasıdırlar.36

Sivil toplum belirli otoritelerin ve işlevlerin farklılaşıp çatallaştığı ve birbirini dengelediği bir toplumsal yapıyı tanımlar. Bu sosyal yapı içinde menfaat grupları kendi haklarını serbestçe savunabilir, talepler özgürce dile getirebilir. Serbest tartışma içinde örgütsel talepler bir denge noktasında uzlaşır. Öte yandan Ömer Çaha’ya göre sivil toplum demokrasilerde çoğunluğun diktatoryası’nın önündeki tek engeldir. Ona göre modern demokrasilerin biri demokratik biride demotik olmak üzere iki boyutu vardır. Demotik boyutu biçimsel boyutudur. Oysa demokratik rejimlerin demokratik boyutu, dinamiği ve içsel boyutu ile ilgilidir. Demokrasinin içsel boyutu ise değerleri, bu değerleri ayakta tutan dinamizmi, canlı katılımcı bir sivil toplum ile sağlanabilir. Sivil toplum demokrasiyle ilişkisi çerçevesinde en önemli işlevi, devleti teknik bir örgüt haline getirmesinde kendini göstermektedir.37

35 Beetham, David-Boyle, Kevin, Demokrasinin Temelleri, Çev: Vahit Bıçak, Liberte Yayınları, Ankara,

1998, s. 116

36 Kuzu, Burhan, “Demokrasi, Resmi İdeoloji, Sivil Toplum”, A.Ü. S.B.F. Dergisi, Ankara, Ocak-Haziran

1992, s. 359

(21)

Taha Akyol ise sivil toplumun özelliklerini şöyle belirtmektedir. Sivil toplum bir uzlaşma ortamıdır. Rasyonel bir toplumdur. Bireycidir, kurumsallaşmış bir toplumdur. Ortak değerler üzerinde bir uzlaşma vardır.38

Bireyin temel hak ve özgürlüklerinin batı toplumlarında sürekli vurgulanması sivil toplumunda bu taban üzerine oturtulmasına yol açmıştır. Fincancı sivil toplumun bir özelliği olarak da merkezi otoritenin sivil yaşama müdahalesini sınırlama olarak görür.39

Özerk kamusal alanlardan oluşan bağımsız bir sivil toplum olmadığı sürece, özgürlük ve eşitlik katılımcı planlama ve toplulukların kendi kararlarını kendilerinin almaları gibi hedefler hoş fakat içi boş retoriklerden ileriye gidemeyeceklerdir. Ancak bu bağımsız sivil toplumun oluşum sürecinde devletin “koruyucu, yeniden bölüştürücü ve çatışmaları dolayımlayıcı” işlevine gereksinim duyulmaktadır. Aksi halde sivil toplumu dönüştürmek için verilen mücadeleler, gettolaşmış, bölük ve pörçük ve durgun bir hal alacak veya kendilerine özgü, yeni eşitsizlik ve özgürsüzlük biçimleri yaratacaklardır. Dolayısıyla yönlendirici ve eşgüdümleyici bir faktör olarak devletten vazgeçilemez.40

1.3. SİVİL TOPLUMUN TÜRLERİ

Sivil toplum tartışmaları içerisinde merkezi otoritenin toplumsal yaşama müdahale yetkisini azaltmak, böylece temel hak ve özgürlüklerin tam olarak kullanılmasını sağlamak amacında uzlaşı sağlamış olsa da, bu amaca ulaşmak için farklı yöntemlerin önerilmesi üç farklı sivil toplum kuramının oluşmasını sağlamıştır. bunlar;

- çoğulcu sivil toplum

- asgari devletçi sivil toplum - katılımcı sivil toplum

38 Akyol, Taha, Sivil Topluma Geçiş, Ekonomik ve Sosyal Etüdler Heyeti Yayınları, istanbul, 1992, s. 26 39 Fincancı, Yurdakul, “Sivil Toplum-Asgari Devlet-Sivil Devlet”, Sivil Toplum, İstanbul, TÜSES

Yayınları, 1991, s. 2

(22)

İlk ikisi sağ düşüncenin, sonuncusu da neo-marksist solun görüşünü yansıtmaktadır. Her üçünün ortak amacı, merkezi devlet otoritesinin toplumsal yaşama siyasal ve yönetsel müdahalesini en aza indirmektir. En önemli farklılıkları ise hareket noktalarında gizlidir.

1.3.1. Çoğulcu Demokrasi Modeli: Çoğulcu sivil toplum kuramı; çoğulcu sivil

toplum yaklaşımı, ağırlıklı olarak amerikan yaşamının ve düşüncesinin ürünüdür. Genelde devleti nötr sayar. Siyaset literatüründe çoğulculuk, örgütlü emek ve sermaye gruplarının devleti etkilemeleri ve bir toplumsal uzlaşma içinde kendi çıkarlarını korumaları anlayışına indirgenmiştir.41

Çoğulcu demokrasinin ortaya çıkardığı bir sivil toplum modelidir. Hak ve özgürlüklerin devletin değil sivil örgütlenmelerin ( çıkar gruplarının) etkinleştirilmesiyle ulaşılır. Çıkar grupları devletten tamamen ayrı ve aktif olmalı. Türkiye de sivil toplum denildiği zaman anlaşılan bu çoğulcu sivil toplumdur.42

Bu model genel olarak Tocqueville’in devlet ve toplum modelinin bir devamı niteliğindedir. Yani, hem devletin ya da hükümetin kendi içinde ve hem de topluma dağılmış farklı ve çoğul güç odaklarının varlığı ve birbirini etkilemesi fikri bu düşünceye asıl doğasını kazandırır. Çoğulcu demokrasi kuramcısı Robert Dahl’ın bu kurama kazandırdığı “poliarşi ya da çok merkezli iktidar” fikri bu düşüncenin ana önermesini oluşturur.43 Bu çok merkezli iktidarın varlığı, yalnızca yönetim katındaki

adem-i merkeziyet, kuvvetler ayrılığı, federalizm, disiplinli ulusal partilerin olmaması gibi kurumsal oluşumlarla değil, bunlara ek olarak toplum içinde de mevcut ve etkili baskı ya da çıkar gruplarını gerektirir. Çoğulcular için, demokratik karar almanın gerçek kaynağı, çeşit ve farklılık içeren bir toplumdur ve bu farklı gruplar çok farklı kaynakları harekete geçirerek hükümeti, politikalarında kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirebilirler. Bunun için her şeyden önce “açık” bir toplumun ve yurttaşların kendilerini ifade etmekte özgür oldukları ve çıkarlarını geliştirmek üzere örgütlenebildikleri bir siyasal ortamın varlığı şarttır.

41 Erdoğan, Selami, Türkiye’de Demokratik Topluma Geçiş Aşamasında Sivil Toplumun Yeri ve Önemi,

D.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Kütahya, 2001, s.

42 Erdem, Tevfik, Sivil Toplum ve Türkiye Gerçeği, K.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi,

Kırıkkale, 1996, s. 15

(23)

Bu koşullar altında politika biçimlendirmenin başlıca mekanizması, şu ya da bu sıklıkla yapılan seçimlerde tek tek yurttaşların oy vermesi değil, toplum içinde farklılaşmış çıkar gruplarının faaliyetleridir. Bu yaklaşıma göre, hükümetlerin kamu politikasının oluşumu, yurttaşların kendi çıkarlarını temsil edip isteklerini gerçekleştirmek üzere baskı uygulayacak gruplarda örgütlendikleri bir “pazarlık” ve uzlaşma sürecinin bir son ürünü olarak şekillenir. eğer böyle bir süreç demokratik olacaksa, tüm çıkarların potansiyel olarak harekete geçirilebilir olacağı, hiçbir grubun rakip çıkarları saf dışı bırakabildikleri bir kaynak denetimi yapamayacağı ve devletin kurumlarının açık, tarafsız ve parçalı kısaca “nötr” olması gerekir. ancak, aynı zamanda rakip güçleri dengeleme, onlara hakemlik ve aracılık yapma bakımından hükümetin aktif olması da şarttır ve böylece farklı gruplar arasında aracı, dengeleyici ve uyumlaştırıcı bir rol üstlenmelidir.44

Temelde toplumdaki farklı çıkar gruplarının hükümet ve birbirleri üzerinde etkinliklerine dayanan çoğulcu demokrasi modeli, yaklaşık yirmi beş yılı aşkın bir süredir. Özellikle marksist ve neo-liberal düşünürler tarafından sürekli bir entelektüel saldırıya tabi tutulmuştur. İlk kez Hegel’de, devletin karşısındaki “burjuva toplumu” ya da “sivil toplum” biçiminde ifade edilen bu kavrama, Hegel’in kastını ters yüz edici bir içerik kazandıran çağdaş akım, çoğulcu demokrasi akımıdır. çoğulcu demokrasi kuramcıları, devlet ile sivil toplumun birbirinden tamamen ayrı iki oluşum olduğu varsayımından hareket ederler. Toplumdaki çıkar gruplarının aktif varlığına dayanmakta ve devletten ayrı bir toplumsal alana işaret etmektedir. İkinci dünya Savaşı’ndan sonra ortaya atılan çoğulcu sivil toplum, temel hak ve özgürlükler açısından devletin yeterince sınırlanabildiği başta ABD olmak üzere gelişmiş toplumlarda belirginleşmiştir. Bu anlayışa göre, sosyal hak ve özgürlüklere ilişkin düzenlemeler doğrudan sivil toplum örgütlerinin daha etkin hale getirilmesiyle sağlanmalı, devletin müdahalesi en aza indirilmelidir.45

1.3.2. Neo-liberal Model: Asgari Devletçi Sivil Toplum Kuramı; çoğulcu demokrasi modelinin entelektüel gücünü kaybetmeye başlamasıyla ve özellikle de 1970’ler de Batı’nın kapitalist demokrasilerinde gözlenen ekonomik gerilemenin

44 Biber, Ayhan, Halkla ilişkilerde Sosyal Sorumluluğun Oluşumu ve Türkiye’de Sivil Toplum Örgütlerinin

(24)

ortaya çıkardığı sosyal devlet modeline karşı yapılan eleştirilerle ortaya çıkan bu akım, toplumun kendiliğinden düzenine müdahaleye amade modern devletin minimize edilmesini öngören doğal hukuk geleneğine bağlı klasik liberal akımın yenilenmiş bir versiyonunu oluşturur.46

Asgari devletçi sivil toplum yaklaşımı, devletin yapay kurallarla, toplumsal yaşamın doğal düzenini engellenmemesini sağlamaya yönelmiştir. Buradaki doğal ve kendiliğinden düzen, sivil toplumla aynı anlama gelmektedir. İktidarın toplumu şekillendirme ve bireyin nasıl davranacağına karar verme pozisyonunda olmaması gerektiği ve çıkar gruplarına yarar sağlama olanağının sınırlanması gereği üzerinde durmaktır.47

Sivil topluma ulaşmak için yasama yetkisi daraltılarak devlet asgariye indirilmelidir. Savunucusu Hayek’tir. Hayek’e göre hükümet yapısı gereği, çoğunluğun fikrine değil baskı gruplarının çıkarlarına hizmet etmektedir. Hayek’in sivil toplumu yasama, yürütme ve zor gücü kullanımı olarak devleti asgariye indiren bir toplumdur. Hayek’e göre sivil toplum düzeni şu şekilde olmalıdır;48

a- baskı grupları elinden alınmış bir hükümet,

b- gücü, toplumun kendi kurallarını onayla sınırlı yasama,

c- evrensel geçerliliği olan kurallara uyulmasını gözleyecek bir zor gücü.

Hayek, çoğulcuların iddialarını reddeder ve böyle bir çıkara dayalı güç birliğinin ilkelerin ve ulusal çıkarların terk edilmesiyle sonuçlanacağını söyler. Çıkar gruplarının devlete baskısı, toplumda çeşitli çıkarların yan yana gelmesinin ve uzlaştırılmasının bir aracı değildir. Hayek’e göre, yönetimin sınırlanmasına karşı en büyük tehlike sosyalist ya da sosyal demokratların hükümeti devralmalarıdır. ABD’de Reagan ve İngiltere’de Thatcher hükümetlerinin oluşturduğu bu yeni muhafazakar blok için başlıca rehber Hayek’in asgari devlet yaklaşımı olmuştur. Ancak bu hükümetlerin tamamıyla Hayek’in öngördüğü hükümet biçimleri olduğunu söylemek

46 Biber, a.g.e, s. 97 47 Yılmaz, a.g.m, s. 90 48 Fincancı, a.g.m, s. 11

(25)

mümkün değildir. Çünkü, bu hükümetler asgari devleti sosyal harcamaların asgariye indirilmesiyle eş görmüşler, ancak bir yandan da devletin gücünde herhangi bir eksilmeye izin vermemişlerdir. Yani, asgari ama aynı zamanda güçlü bir devlet modelini esas almışlardır.49

Asgari devletçi sivil toplumu savunan yeni sağ, kendiliğinden olma düzenin, yerleşik adil davranış kurallarıyla, örgütlü toplumun (devletin) düzenleyici kural koyarak, sivil yaşamın hemen her alanına müdahale etmesi arasında, bir çelişki olduğu inancındadır. Sivil topluma ulaşılabilmesi için, her şeyden önce yasama yetkisi daraltılarak, devlet asgariye indirilmelidir. ayrıca, hükümeti yönlendirme işlevi ile yasama işlevinin aynı temsili kurumda toplanması önlenmelidir.50 1970’li yıllarda çoğulcu demokrasi modelinin giderek gücünü kaybetmesi ve batılı ülkelerde meydana gelen ekonomik gerileme, Hayek’in önderliğini yaptığı asgari devlet akımının öne çıkmasını sağlamıştır. ancak ‘asgari devlet ’ kavramı ile kastedilen devletin ekonomik faaliyetlerini en aza indirmek değil, devletin zorlama, yapay kurallar getirmesinin önüne geçilmesi, bireylerin davranışlarında, kararlarında özgür hale gelmeleri, hükümetin bu alandaki etkisinin en aza indirilmesidir. bu anlayışa göre, devlet de özgür toplumlarda yer alan birçok örgüt gibi bir örgüttür ve görevi de sadece düzenin aksamadan yürümesini sağlayacak ortamın oluşturulması ve devamının sağlanmasıdır.51

Neo-liberal düşünürler, modern devletin ve özellikle de refah devleti modelinin “yeni leviathan” haline gelmeye başladığını savunurlar. Bu düşünürlere göre, gitgide mütehakkim olan devletin kökenleri, XIX. yüzyıla dayanır ama Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’daki devletlerin fazlasıyla geniş ve güçlü hale gelmeleri, gerçekte 20. yüzyılın, daha özel olarak da 1945’ten bu yana olan dönemin işidir. Bu “yeni leviathan”ın yükselişi, büyük ölçüde söz konusu dönemde yaygınlaşan, ekonomik faaliyet düzeyini yükseltmek, ekonomik büyümenin meyvelerini yeniden dağıtmak ve yurttaşların refah statüsünü güvencelemek amacıyla refah devletinin, topluma daha da

49 a.g.m, s. 12

50 Erdoğan, Selami, a.g.e, s. 9

51 TÜGİAD, “2000’li Yıllara Doğru Türkiye’nin Sorunlarına Yaklaşımlar-Sivil Toplum Örgütleri”,

(26)

aşırılıkla müdahale ettiği bir sosyal demokrat kanaatin partiler tarafından izlenmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.52

1.3.3. Katılımcı Sivil Toplum: katılımcılık, 1968’deki öğrenci ve işçi

hareketlerinin başlıca sloganıydı ve o dönemde “özyönetim” tartışmaları etrafında, özelde çalışanların bağlı bulundukları işletmelerin yönetimlerine katılması ve daha genel olarak da tüm yurttaşların yerel ve ulusal yönetimlere katılımının yaygınlaştırılması şeklinde anlaşılıyordu. genel olarak, siyasetin, tek merkezden gerçekleştirilen bir faaliyet olmasının ötesinde toplumun tüm katmanlarına yayılması gerekliliğine işaret eden bir model olarak ortaya çıkmıştır.53

Katılımcı görüşün özü, tüm bireylerin kendi yaşamlarının denetimine sahip olma yoluyla tahkim edilmeleri, dolayısıyla da yaşamlarını doğrudan etkileyen kamu politikalarının oluşturulmasında etkin kılınmalarıdır. bu, “aktif yurttaşlık” ekseninde, sivil toplum ve kamusal alanda özgür müzakere ve eylemle beslenen bir yurttaş profilini öngörmektedir. Böylece yurttaş, yalnızca katılım alanları sağlanarak iktidar sahibi kılınmamakta, ama aynı zamanda eylem aracılığıyla da iktidara ortak edilmektedir. 54

Bu model, eski Atina’nın doğrudan demokrasi uygulaması ile günümüz temsili demokrasi pratiğinin bir karması şeklinde düşünülmüş ve tabanda doğrudan demokrasinin olduğu ve onun üstündeki her düzeyde temsili demokrasinin işlediği bir piramit sistemi olarak algılanmıştır. Tabandaki küçük gruplar sorunları yüz yüze görüşüp tartışarak karara bağlarlar ve temsilcilerine yeterince açık talimatlar vererek bir üst düzeydeki temsili organa gönderirler. mekanizmanın demokratik işlemesinin temel yöntemi, kararların bu şekilde konsensüse dayandırılması ve böylece tabandan tavana bir etkileşimle çoğunluğun mutlak iktidarının önlenmesidir. yani liberal felsefenin devlet-sivil toplum ayrılığından ziyade, bunların iç içeliğini bir veri olarak kabul etmek ve bu iç içeliğin yapısını demokratik doğrultuda dönüştürmek temel amaçtır. Bu da sadece bürokrasiyi azaltarak ya da merkezi kurumların yasama yetkilerinin kısarak değil, siyaseti bizzat halka taşıyarak mümkündür. yani katılımcı

52 Akyol, a.g.e, s. 51

53 Bumin, Sivil Toplum a.g.e, s. 172

54 Giddens, Anthony, Üçüncü Yol: Sosyal Demokrasinin Yeniden Dirilişi, Birey Yayıncılık, İstanbul,

(27)

sivil toplum modeli, liberallerin savunduğu anlamda halktan ayrışık siyaset değil, bizzat halk tarafından siyaset anlayışını benimserler.55

Yurdakal Fincancı’nın sivil devlet olarak nitelendirdiği katılımcı sivil toplum kuramını geliştiren neo-marksist öğreti ise, bir ölçüde Sovyetler Birliği’ndeki devlet düzeninin uygulamalarından esinlenerek geliştirilmiştir. Devlet -sivil toplum kaynaşmasına dayanan katılımcı sivil toplum yaklaşımı katılımcı demokrasi düşüncesinden doğmuştur. Devlete ve devletin toplum üzerinde yetkilerine karşı çıkmak yerine bu ilişki ile demokratikleşmeye çalışılmaktadır. Demokratikleşme ise halkın siyasal faaliyetlerde daha katılımcı olması ile mümkün görünmektedir.56

Katılımcı sivil toplum, devlet ile sivil toplumun iç içe bulunması nedeniyle sürekli etkileşim içerisinde ve sivil toplumun genişlemesi, devletin küçülmesi gereğine inanarak bir arada bulunmasının getirdiği birlikteliği demokratik doğrultuda değiştirmeyi hedeflemektedir. katılımcı sivil toplum, halktan ayrışarak değil, bizzat halk tarafından siyaset anlayışına dayanmaktadır.57 Katılımcılık, demokrasinin ürünü olarak görülür. katılımcı sivil toplum kuramı, neo-marksist öğretinin ürünüdür. Amaç devletin sınırlandırılması değil, sivilleştirilmesidir. Böylece bir sistemde halk-devlet, sivil toplumun hem kendisi, hem icrası olacaktır.

Batı’da geliştirilen sivil toplum kuruluşlarının temel özellikleri şunlardır;58

1- Temel hak ve özgürlüklerin tam ve eksiksiz varlığını veri saymak, sivil toplumu o taban üzerine kurmak,

2- Merkezi otoritenin toplumsal sivil yaşama kural koyarak müdahale yetkisini sınırlamaktır. 55 Fincancı, a.g.m, s. 14 56 Yılmaz, a.g.m, s. 90 57 TÜGİAD, a.g.e, s. 58 Fincancı, a.g.m, s. 14

(28)

Bu özellikler doğrultusunda sivil toplumdan söz edebilmek için birey devletten izin almadan;

- Siyasi seçimini, etkinliğini kısıtlamasız, dayatmasız yapabilmeli,

- Birey ideolojik ve dini seçimlerini devletin baskısı altında kalmadan seçebilmeli, - Kendi dilini vb. kültürel özelliklerini baskı söz konusu olmadan konuşabilmeli, ifade edebilmeli.

Sarıbay, katılımcı demokrasiyi, “yurttaşların kendilerini etkileyen tüm kararların alınmasına etkin olarak çeşitli şekillerde katılmaları ve bu katılmanın toplumun tüm sektörlerinde oldukça yüksek bir ademi merkeziyetçilik aracılığıyla gerçekleşmesi” olarak tanımlar ve özelliklerini şu şekilde sıralar;59

1- Tüm bireyler, kendileriyle ilgili tüm kolektif karar almalara arzuladıkları genişlikte katılmalarını sağlayacak fırsatlara tamamen sahip olmalıdır.

2- Kolektif karar almaya katılım oy vermeyle sınırlı olmamalı, çok çeşitli başka faaliyetleri de kapsamalıdır.

3- Kolektif karar almadaki sorumluluk, geniş bir şekilde dağılmalı sadece resmi görevlilerle veya uzmanlarla sınırlandırılmamalı, bu kararlardan etkilenecek tüm şahısları kapsamalıdır.

4- Kolektif kararlara katılma, siyasal sistemle sınırlandırılmamalı, sosyal hayatın tüm alanlarına yayılmalıdır.

5- Siyasal olmayan alanlarda kolektif kararlara katılım, bireylere siyasal hüner ve normları öğretici ve onları daha geniş siyasal meselelere katılmayı güdüleyici nitelikte olmalıdır.

(29)

2. SİVİL TOPLUM DÜŞÜNCESİNİN GELİŞİMİ

Doğu Avrupa toplumlarının ve Türkiye’nin sosyal tarihinde, Batı Avrupa’dakine benzer “sivil özgürlüklere ve sivil toplumun” gelişmesine rastlanmamaktadır.60 İdris Küçükömer’e göre, felsefesiz bir toplum sivil toplumun yokluğunun hiç değilse önemsizliğinin bir göstergesidir. Gerçi her toplumun her kültürün kendine göre bir düşünce düzeyi elbette vardır. Ancak greklerden itibaren batının klasikleşmiş ve XVII. yüzyılda modern denilen çağını aşmış felsefe doğu dünyasında genel olarak yoktur.61

Temel problem devlet-sivil toplum ilişkisinin boyutudur. Devlete ilişkin çok miktarda teori olduğu bilinmektedir. Eflatun’un ideal devleti, Aristo’nun uygulamalarından çıkartmaya çalıştığı mümkün devleti, Aquoino’lu Thomas’ın tanrının iradesi doğrultusundaki gerçek devleti, Machiavelli’nin ancak yüksek bir ahlaki amaç doğrultusunda hak kazandığı niteliğiyle ceberrut devleti, Jean Bodin’in mutlak devleti, aşamalarından sonra modern devlet teorilerine de temel teşkil edecek şekilde toplumsal sözleşme anlayışına dayalı devlet modelleri dile getirildi.62

Başlangıçta sivil toplum kavramı T.Hobbes’un ve J. Locke’un kuramlarında, bugünkü anlamıyla karşımıza çıkmaktadır. Yani devlete karşı farklılaşmayı belirtmek için kullanılmıştır. Hobbes’un kuramında devlet ile sivil toplum aynı anlamdadır. Çift taraflı bir sözleşme ile hem toplum hem iktidar ortaya çıkar. J. Locke da, maliklerin mallarına saldıranları cezalandırma yetkilerini bir koruyucuya devretmeleriyle “doğal durum”dan “sivil duruma” geçilmiş ve devletli toplum ya da sivil toplum oluşmuştur. Hobbes ve Locke’un kuramları devlet-sivil toplum ikilemi değil, sivil toplum-sivil olmayan toplum karşıtlığıdır.63

60 Mardin, Şerif, “Türkiye’de Toplum ve Siyaset-Makaleler”, Der. Mümtazer Türköne, Tuncay Önder,

İletişim Yayınları, İstanbul, 1990, s. 10

61 Küçükömer, İdris, Bütün Eserleri-Sivil Toplum Yazıları, Bağlam Yayınları, İstanbul, 1994, s. 25 62 Bostancı, Naci, “Devlet ve Sivil Toplum”, Yeni Türkiye Dergisi, S: 18, 1997, s. 183

(30)

2.1. DEVLET-SİVİL TOPLUM ÖZDEŞLİĞİ

Batı Avrupa’da onyedinci yüzyıldan itibaren siyasal değerler etrafında yoğun tartışmalar ve arayışlar ortaya çıkmış ve bunun bir devamı olarak da sivil toplum kavramına ait farklı argümanlar gelişmiştir. Aristo’dan beri politik topluma karşılık kullanılan sivil toplum kavramını, T.Hobbes, J. Locke ve J.J. Rousseau gibi sözleşmeci düşünür de aynı fakat, siyasal otoriteyi ortaya çıkaran kamusal alan anlamında kullanmışlardır.64

Oysa bireyler arasında gerçekleşen sözleşmenin ardından doğal haldeki toplumdan kopan sivil toplum başka bir ifadeyle “medeni toplum” ortaya çıkmış olacaktı. İlişkilerini hukuksal normlara göre düzenleyen toplumlar medeni toplum olarak tanımlanmış ve bu medeni toplumu tanımlamak için de sivil toplum kavramı kullanılmıştır. Özet olarak sözleşmeci düşünürlerde sivil toplum kavramı, geleneksel toplumdaki aile merkezli özel alana karşı ortaya çıkmış olan kamusal alan merkezli siyasal oluşumu ifade etmektedir.65

2.1.1. Thomas Hobbes ve Leviathan

Thomas Hobbes, mutlak otoriteyi bireylerin rızasına dayandıran ilk düşünürdür. Mutlakiyetçi rejimin İngiliz versiyonunu geliştirmiştir. mutlak ve güçlü bir siyasal erkin ortaya çıkışını, rekabet yarış ve çatışma halindeki insan doğasının barış içinde yaşama özlemine dayandırmaktadır.66

Hobbes’un modelinde vurgu devlet üzerine olup, bireyler barış (devlet) uğruna sivil toplumdan vazgeçmiş ise, toplumsal insan doğa (savaş) durumuna dönme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Başkalarına doğal olarak saygısı olmayan bireyler gözle

64 Çaha, 1980 Sonrası, a.g.m, s. 21 65 a.g.m, s. 22-23

(31)

görülür ve donanımlı bir egemen devlete tabi kılınmazlarsa yeryüzünde barışın ve maddi rahatlığın olması beklenemez.67

Hobbes doğal halde insanların birbirinin kurdu (homo homini lupus) olduğunu varsaymaktadır. Hobbes, toplumsal uyum ve toplumsal barış için bir tehdit unsuru olarak gördüğü farklılıkların engellenmesi amacıyla güçlü bir siyasal otoritenin tüm egemenlik haklarını elinde bulundurması gerektiğini öne sürmekteydi. Böylece bireyler, kendilerini cezai yatırımlarla sınırlayabilecek zorlayıcı bir gücün tek iradesi altına girmektedirler. Yani farklılıklar tek bir siyasal iradeye dönüştürülmüş olur. Oysa böyle bir sözleşme ile bugünkü anlamda bir sivil toplumun önüne set çekildiği gibi, mutlak iradenin boyutları toplumsal yaşamın her alanını kuşatarak türdeş bir toplumun ortaya çıkmasına neden olmaktadır.68

Hobbes’in kavramında sivil toplumun devletin karşısına dikilebileceği ya da onunla çatışabileceği düşünülemez. Hobbes, insanın doğal olarak egoist bir varlık olmasına rağmen mantıklı bir varlık olduğunu varsayar, insanlar tanrının iradesinden ziyade sosyal sözleşmeye dayalı olarak bir araya gelirler. Toplumun ve devletin kurulması her bir bireyin barış ( fiziki güvenlik ) arama yetenek ve yükümlülüğünden doğar. siyasi yükümlülük bu sözleşmenin yaratılmasına dayanır.69

Hobbes’un düşüncelerini anlayabilmek için en önemli eseri leviathan (ejder)’a bakmak gerekir. Hobbes eserinin hemen girişinde leviathan’ın ne olduğunu açıklar. leviathan latince de civitas diye adlandırılan devlettir. Bu devlet insan eseri yapay bir yaratıktır. Tıpkı insana benzer ama ondan daha büyük ve daha güçlüdür, çünkü insanları korumak ve savunmak için yaratılmıştır. Bu insan yapısı yaratıkta üstün egemen güç, onun ruhunu temsil eder. yargı ve yürütme görevlerini yapan hakimler memurlar ve diğer görevliler bu yaratığın hareket etmesini sağlayan yapay eklemlerdir. Egemenlik kavramı içinde yer alan cezalandırma ve ödüllendirme mekanizması bu yaratığın sinir sistemini oluşturur. Toplumda herkesin zenginlik ve varlığı onun gücüdür, halkın selameti onun görevidir, danışmanları onun belleği,

67 Keane, a.g.e, s. 65 68 Yılmaz, a.g.m, s. 87 69 Erdoğan, a.g.e, s. 12

(32)

adalet ve yasalar onun aklı ve iradesidir.70 Hobbes, dini kurumlar da dahil tüm sivil toplum unsurlarını devletin çatısı altında toplamaktadır. Farklı ve atomistik çıkarlar etrafında odaklanan çoğulcu bir toplum profilini tek kişinin şahsında eriterek, sivil toplumun bugünkü farklılık ve çeşitliliğin bir alanı olarak oluşmasının önünü tıkamaktadır.71

Hobbes egemen gücü teşkil eden iktidarın tüm insanların bütün yetki ve güçlerini bir kişiye ya da bir meclise devretmeleriyle kurulacağını söyler. Böylece herkes her şey üzerinde sahip olduğu mutlak nitelikte doğal hakkını bir kişiye ya da bir meclise bir sözleşmeyle terk ederek siyasal toplumu kurmuş olur. Hukukun tek kaynağı vardır o da egemen gücün iradesidir. Egemen güç, bölünemez, parçalanamaz. Hobbes ekonomi dahil her şeyin yönetimini siyasal güce vermiştir. Hobbes, mutlakiyetçi bir düşünürdür ve onun leviathan’ı bu açıdan totaliter devleti aksettirir, Hobbes mutlakiyetçiliği son haddine kadar götürür.72

Hobbes’ta doğa durumundan sivil topluma geçişin nedeni doğa durumundaki kargaşadır. Doğa durumunda insan her şeyi sadece kendi iyiliği-çıkarı için düşünür. Bu yüzden herkes birbirine karşı çıkar savaşı içine girer. yani insan insanın kurdu haline gelir. Bireyin bu surumda varlığını muhafaza etmek zorlaşır. Bunun için insanlar aralarında birbirlerine söz verirler ve itaat edecekleri bir organa (devlet) tüm güç, kuvvetlerini verirler. Böylece doğa durumundan (statüs naturalist) yurttaşlık durumuna (status civilis) geçilmiş olur.

Hobbes’un bakış açısına göre sivil toplum-devlet eş anlamlıdır. Leviathan, devletin Tevrat’ta geçen bir canavara benzetilmesidir. Bu dev, bireyler arası kargaşa ve anarşiyi sükunete erdirecek ve tüm bireylerin üzerine düşeni yapması için bir baskı unsuru olacaktır. Bu sayede toplum barış içinde yaşayacaktır. Bu barışın sürmesi için bir devlete yani siyasi bir egemenliğe ihtiyaç vardır. “Devlet iktidarı bölünmüş bir toplum şiddetli bir iç savaşa yol açar, uzun süre ayakta kalamaz.”73

70 Göze, Ayferi, Siyasi Düşünceler ve Yönetimler, 8. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul, 1998, s. 133 71 Çaha, Aşkın Devlet, a.g.e, s. 28

72 Göze, a.g.e, s. 144

(33)

Devletle sivil toplumu eşanlamlı gören Hobbes için devlet bireyler üzerinde etkili ve yönlendirici bir güçtür. Devlet sayesinde doğa durumundaki kargaşa sona erecektir. Devletin amacı böylece kargaşaya son verip, yurttaşlar arası güvenliği sağlamak olur. İşte güvenlik devletinin zorla sağladığı bu barışçıl düzene sivil toplum adı verilmektedir.74

Sosyal sözleşme düşüncesinin kurucusu olan Suarez ve ardından buna gerçek doğasını kazandıracak olan Hobbes, bu düşünceyle, sivil toplumun kuruluşunu “rıza ve sözleşmeye” dayandırmış ve sivil toplumun oluşumunu bağımsız bireylerin ihtiyari kararına bırakmıştır. Egemenlik, varlığını doğrudan sözleşenlerin yaptığı sosyal sözleşmeye borçludur. Artık egemenliğin kaynağı tanrı değil toplumdur. Yine de Hobbes’un bu devlet kuramıyla aslen monarşik bir yapı öngördüğü açıktır, çünkü son halinde bu sözleşmeyle tüm egemenliği bu anlaşmanın tarafı bile olmayan ve bu yüzden de sözleşmenin kendisini bağlamadığı bir egemene devreder. Her ne kadar amacı bu olsa da, Hobbes’un kuramı ilk kez çağdaş ulus kavramına gönderme yapmaktadır. Akal’a göre, sosyal sözleşme ve egemenlik kuramlarını kendinden öncekilerin başaramadığı bir radikallikte kullanan Hobbes, devletle ulus ya da sivil toplum bağlantısını kuran ve temsille belirlenmiş bir çağdaş demokrasi düşüncesini gündeme getiren ilk düşünürdür.75

Toplumsal sözleşme teorisinde devlet ve sivil toplum özdeştir. bu özdeşlik Hobbes’un ifadelerinde açıkça görülmektedir. Ona göre, sivil topluma girebilmek için “doğa hali”nden ayrılmak zorunludur. Bu zorunluluk doğa halinin koşullarından kaynaklanmaktadır. Doğa, insanları eşit şekilde yaratmıştır. İnsanlar arasındaki güvensizliğin temel nedeni bu eşitliktir. Eşit koşullar içerisinde rekabet etmeye çalışan insanlar birbirlerini yok etmeye ya da tahakküm altına almaya çalışacaklardır. Hobbes’un “leviathan” olarak adlandırdığı güç sayesinde huzursuzluk, ölüm korkusu ortadan kalkacak ve insanlar kültür ve medeniyet yaratabilecekler. Başka bir ifadeyle medeni topluma geçilecektir.76

74 a.g.e, s. 65 75 Akal, a.g.e, s. 100

(34)

Hobbes, sivil toplum kavramına siyasal toplum ile yani devlet ile aynı anlamı yüklemektedir. Hobbes, sivil toplum içerisinde bireylerin belirli negatif özgürlükleri kullanabilecekleri bir özel alanın varolduğunu belirtir. Bunlar egemenin yasaklamadığı faaliyetlerden oluşur. Mesala, bireylerin satın alma ve satma, birbirleriyle sözleşme yapma, barınacakları yeri ve yiyecekleri, geçimlerini sağlayacak işleri seçme ve çocuklarını istedikleri gibi yetiştirme özgürlükleri.77

2.2. DEVLET - SİVİL TOPLUM AYRIMI

Sivil toplum, doğal durumla bir anti-tez olarak ve siyasi toplumla aynı anlamda kullanılması XVIII. yüzyıla kadar sürmüştür. Bu yüzyılın geç dönemlerinden itibaren klasik sivil toplum anlayışı yavaş yavaş parçalanmaya başlamıştır. Bu parçalanmayla birlikte kavramda semantik kaymalar başlamıştır. Bu anlam kaymasında temel belirleyici olan, devletin sivil toplumu gözetleyici konumda görülmesidir ki, bu da Hegel’in üzerinde durduğu noktadır. Hegel sivil toplumu devlete bağlamaktadır. 78

Sivil toplumun klasik anlamının parçalanışı Adam Ferguson’un 1767 yılındaki “an essay on the history of civil society” adlı eserinde belirginleşmiştir. Ancak bu parçalanış henüz sivil toplum ve devleti tamamen birbirinden ayrıştırmamaktadır. Ferguson’a göre, sivil toplum ile devlet henüz tam anlamıyla farklı alanlar değillerdir. Bu dönemde sivil toplum ile devlet arasındaki ayrım statükoyu hor görmüş ve toplumsal eşitlik, yurttaş özgürlükleri ve sınırlandırılmış anayasal hükümete yönelik ütopyacı umutlar güç kazanmıştır. Adam Ferguson için bireyler arasında doğal ve özgür bir etkileşim için sivil toplum ön şarttır.

2.2.1. Hegel’de Sivil Toplum Düşüncesi

77 Keane, Demokrasi ve sivil Toplum, a.g.e, s. 66 78 Keane, Sivil Toplum ve Devlet, a.g.e, s. 48

Referanslar

Benzer Belgeler

Video Sequence Background subtraction, moving object detection Occlusion handling Segmented video frame Tracking Individual and mean speed extraction Number of.. vehicles

intronunda 17 bp'lik bir bölgenin 9, 10 veya 12 defa tekrar etmesine baðlý VNTR (Variable Number of Tandem Repeats) polimorfzmi, ikincisi ise; transkripsiyonel kontrol

(Derleyen: Menaf Turan). Bölgesel Kalkınma Ajansları Nedir, Ne Değildir? Ankara: Paragraf Yayınevi. Yönetişim, Otorite ve Meşruiyet. Neval Genç). Yönetişim, Türk

İbnü’l-Kayserânî’nin kendilerinden hadis rivâyet ettiği hocaları oldukça fazladır. Elimizde bulunan eserlerinden ve diğer kaynak kitaplardan tespit edebildiğimiz

Duygusal şiddet ile yaşam kalitesinin alt boyutlarından; fiziksel rol, canlılık, sosyal fonksiyon, emosyonel rol ve mental sağlık arasında, cinsel şiddet ile yaşam kalitesinin

Demokratik devletlerde toplumsal huzur ve barışın korunması, kamu düzeni, milli güvenlik, genel sağlık ve genel ahlakın korunması gibi sebeplerle anayasalarda güvence

For the buildings in the present case study, the main strategies are all intended to improve the energy performance of each building through the addition of thermal

Almanya’ya dış göçün birey psikolojisi üzerine etkilerinin incelenmesi sonucu, bireyler geride kalanlar ve geriye dönenler olarak ayrıldığında, bireylerin toplum