• Sonuç bulunamadı

İltizam usulü, Osmanlı toprak düzeninin tamamen değişmesine yol açmış ve bundan da en fazla devreden çıkarılan tımarlı sipahilerle mültezimlerin insafına terk edilen köylüler mağdur olmuştur. günden güne artan hazine vergileri ve uzun savaşların da eklenmesiyle, Osmanlı’ da hem toprak düzeninin hem de ordunun belkemiğini oluşturan tımarlı sipahiler topraklarını terk etmek durumunda bırakılmıştır. Eyalet ordusunun bu şekilde azalan etkinliğini, sayıları hızla artan yeniçeriler doldurmuştur. Ordunun gücünün, barış dönemlerinde devlet maliyesine hiçbir ek yük getirmeyen eyalet askerlerinden paralı askerlere ( yeniçeriler) kayması mali yükü daha da artırmış ve Osmanlı devleti, paraları ödenemediği için isyan çıkaran birçok yeniçeri ayaklanmasına sahne olmuştur. Bu ekonomik, siyasi ve toplumsal yapı bozumuna, Fransız İhtilali’nin öncülük ettiği ulusal ayaklanmalarda ( özellikle sırp ve yunan isyanları) eklenince, XIX. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı devleti zaruri ve kaçınılmaz bir ıslahatın içinde kendini bulmuştur. XIX. yüzyıl aydın bürokratları tam bir parçalanmışlığın eşiğindeki imparatorluğu kurtarmak için köklü bir ıslahatın gerekliliği konusunda hemfikirdiler, sorun ve tartışmalar ıslahatın niteliği ve yöntemi üzerinde odaklanmaktadır. 170

Osmanlı’yı tekrar eski ihtişamına kavuşturmaya yönelik olarak başlayan ıslahat düşüncesinin ana eksini, imparatorluğun bütün siyasal ve sosyal dokusunda ortaya çıkan parçalanmışlığa karşı bir “merkezileşme”çabasından ibarettir. Yüzyıllar boyu Osmanlı yönetim geleneğinin bilinçli olarak uygulandığı ve adeta bir “puzzle” gibi bir arada tutmayı bildiği bu “şemsiye devlet”, çeşitli iç ve dış dinamiklerin etkisiyle artık ölüm sinyalleri vermeye başlanmıştı. Elbette ki, böyle dağınık bir yapıyı merkezileştirme çabalarının güçlüğü de ortaydı. Avrupa krallıkları, feodalizmin getirdiği parçalı yapıyı aşmak ve bu unsurları merkezi krallıklar şeklinde toparlamak için çabaları çok evvelden başlamıştı. 1975’ten itibaren Avrupa’ya düzenli bir şekilde giden ilk Osmanlı diplomatları Avrupa’nın yapısını gördüler ve Osmanlı’nın mevcut parçalı yapısına bir çözüm olarak düşündüler.

Toplumun ve vergi kaynaklarının dizginlerini elinden kaçırmış olan Osmanlı devlet adamları için bu yapı, aradıkları cevabı veriyordu.171

Tanzimat’tan önceki devleti kurtarma çabaları Osmanlı askeri gücünün yenileştirilmesi zorunluluğunun anlaşılmasıyla biçimlenmişti. Tanzimat’ın özelliği, bu anlayışa yeni bir eksen katmış olmasıdır. Askeri reformların yapılabilmesi için düzenin idari, hukuki ve iktisadi yapısında da yenilik gerekmiştir. Osmanlı’nın geleneksel nizam-ı alem düşüncesine tamamıyla ters olan ve çeşitli zorunlulukların etkisiyle keşfedilmiş olan “terakki”ye geçilebilmesi, ancak “ittihat”la mümkündür. tanzimat reformlarının da resmi politikası, bu tarihten itibaren bu düşünce olmuş ve “imtizac-ı akvam” ve “ittihad-ı anasır” kavramları üzerinde şekillenmiştir. Amaç, tüm unsurlarıyla Osmanlı’yı parçalanmışlıktan kurtarmak ve bir Osmanlı milleti yaratmaktır. 172

Osmanlı topraklarında yaşayan unsurları bir millet, Osmanlı devleti’ni de bir ulus-devlet yapmak yönünde devlet ricalinin önünde iki sorun bulunuyordu. Bunlardan birincisi, çeşitli isyanlarla dağılma sürecine girmiş gayrimüslim unsurların bu çatı altında nasıl toplanacağı; diğeri ise, merkezi yapının çevre üzerindeki hakimiyetinin çözülmesiyle büyük oranda ayanların hakimiyet sahasına girmiş müslüman unsurların tekrar merkeze nasıl çekilebileceği idi. Taşrada güçlenen ayanların tekrar merkeze bağlanmayı amaçlayan en önemli girişim 1808 Sened-i İttifak’tır.173

Tanzimat fermanı ile her şeyden önce “siyasetin katl” ve “malların müsaderesi” kurumları kaldırılıyor ve böylece Bab-ı Ali Bürokrasisi kendi can ve mallarının padişahın iki dudağının ucunda olduğu bürokrat kesim “kulluk” statülerinde kurtulmuş oluyorlardı. Artık padişahın değil devletin hizmetkarları olmuşlar.174

171 Mardin, 19, yy’da Düşünce Akımları, a.g.e, s. 93

172 Türköne, Mümtazer, Modernleşme, Laiklik ve Demokrasi, Artık Yayınları, Ankara, s. 43 173 Erdem, a.g.e, s. 96

174 Gevgilili, Ali, Türkiye’de Yenileşme Düşüncesi, Sivil Toplum Basın ve Atatürk, 2. Baskı, Bağlam

Tanzimat fermanı’nın getirdiği çığır açıcı ve geleneksel sistemi kökünden değiştirici özelliği “millet sistemi”ne vurduğu ölümcül darbedir. Artık en azından hukuki açıdan müslüman teba “millet-i hakime” özeliğini yitirmiş ve yasal açıdan diğer gayrimüslimlerle eşit hakları paylaşır olmuştur. Osmanlı yapısını kökten değiştiren bu gelişme müslüman unsurlar arasında geniş yankılar bulmuştur. Ancak dış baskılar sonucu ilan edilen “ıslahat fermanı”ile bu durum daha da pekiştirilmiş ve gayrimüslim teba bazı ek hakları hatta ayrıcalıkları da bu fermamla elde etmiştir. Tanzimatın getirdiği en önemli yeniliklerden biride kademeden halkın katıldığı idare meclisleri, taşra meclisleri teşkil etmesidir. Gerçi bunun ilk adımları merkezi düzeyde, 2. Mahmut döneminde atılmış klasik Osmanlı döneminin ofisleri Avrupa örneği bakanlıklar şeklinde düzenlenmiş, ‘divan’ın yerine ‘hükümet’ almış ve geniş bir danışma kurulu niteliğindeki “meclis-i Vala-i adliye” teşekkül edilmiştir. Tanzimatla birlikte taşra düzeyinde de yaygınlaşan bu meclisler, din ve mezhep farkı olmadan bütün imparatorluk tebası arasında hukuki eşitliği fiilen tesis eden yapılar olarak da değerlendirilmiştir.175

2.5.1. Osmanlı Devletinde Modernleşme Hareketleri

Modernleşme çabalarının Türk toplumunda oldukça geniş zaman diliminde yayılan tarihinden bahsetmek mümkündür ama dikkate değer çabaların XIX. yy.de olduğunu görüyoruz. Osmanlı modernleşmesi otokratik bir modernleşmedir İç ve dış gelişmeler hayatının son 40 yılında devleti bu otokratik modernleşmeden Cumhuriyete kadar sürükledi.

Ülkemizde çoğu zaman ve çoğu kimse tarafından sanıldığının aksine modernleşme ne spontone ne de sivil olmuştur. Modernleşme tamamen devlet kaynaklı bir harekettir ve sivil toplum bu sürecin sonunda ortaya çıkmıştır. Yani önce sivil toplumun ortaya çıkmasını beklemek abestir. Çünkü modernleşme olmadan sivilleşmenin olması imkansızdır zaten devletin modernleştirici yüzünü görmezden gelmek devletin ihmal edilmesine ve onun tüm arkaik ve baskıcı yönlerine neden olmakta bu durum sivil toplumun oluşumunu engellerken ortaya sivil sıfatıyla

çıkanlarında sivil olmamalarına neden olmaktadır. XVIII. yüzyılın sonunda yönetimdeki Osmanlı seçkinlerinin çeşitli kimseleri Rus imparatorluğu karşısında birbirini izleyen asgari yenilgiler ülkeye ağır bir darbe vurmuştu. Tepki olarak imparatorluk eski kurumları modern ve yeni kurumlarla değiştirmeye koyuldu. Amaç öncelikle modern bir ordu kurmaktı.176

Diğer taraftan, batı da bilimde, sanatta, ekonomide, sanayide ve teknolojide gelişmeler Osmanlı kurumlarını artık dünya ile rekabet edebilir olmaktan çıkarmıştı. Osmanlı merkezinde Avrupalı ülkelerin bulunduğu dünya ekonomi sistemi içinde kenar konuma düşmüştü. ekonomik gerilemeler diğer Osmanlı kurumlarının da gerilemesine yol açmıştı.177

XIX. yüzyıl Osmanlı devleti için reform yüzyılıdır. Bu yüzyıl Osmanlı devlet adamlarının eğitim, adalet ve idari sistemde reform uygulayarak devletin çöküşünü durdurmaya çalıştıkları devredir. İlham kaynakları da batı aydınlarının en liberal görüşleridir. Bu dönemde ilk modernleşme hareketi olarak karşımıza Tanzimat fermanı çıkmaktadır. Tanzimat fermanında “devlet kurumlarının bozukluğunun” yüz elli yıldır devam ettiği ve bu durumun giderilmesi için yeni kurallar konması gerektiği üzerinde ısrarla durulmuştur. Tanzimatla birlikte başlatılan idari reformlar, bürokrasi de yasal- ussal özelliklerin yoğunlaşmasına sebep olmuştur. Görevine uygun bir eğitim ve maaş sistemine kavuşan memurlar, padişahta toplanan devlet gücünü paylaşmaya başlamışlardı. Tanzimat sonrasında merkezi iktidarın toplumu tüm yönleriyle denetleyebildiği otokratik ve merkezileşmiş bir yeni sistem ortaya çıkmıştı.178 Tanzimat fermanı, tepeden inme olsa da gene de bir değişim sürecini harekete geçirmiştir. Batı sivil eğitim sisteminin becerikli merkez bürokratları yetiştirmek üzere ithali, liberal ve özgürlükçü düşüncelerin sızmasına daha iyi bir ordu oluşturmak için batı teknolojisinin alınmasına, batı biliminin ülkeye giriş yapmasına yol açmıştır.179

176 Arslanel, a.g.e, 113 177 Çaha, a.g.e, s. 169

178 Baydur, Mithat, “Demokrasi ve Modernleşme Sürecinde Devletin Sivil Topluma Baskın Gelmesi ve

Kemalizm”, Yeni Türkiye Dergisi, S:18, 1997, s. 196

Osmanlı imparatorluğunda bir “kamuya açık alan” “public sphere”in ortaya çıkışı Tanzimat reformlarının bir ürünüdür. Bu yüzyıldaki diğer bir yenileşme hareketi ıslahat fermanıdır. Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nun ikinci bir aşaması görünümünde olan Islahat Fermanı (1856) devletin güttüğü politikaya karşı önemli tepkiler yarattı. Islahat fermanı o zamana kadar “millet-i hakime” olan müslümanlardan bu imtiyazlı durumu alıyor, din farkı gözetmeksizin bir “osmanlı” vatandaşlığı kurmaya çalışıyordu. Öte yandan batı fikirlerinin iyice anlaşılmaya başlandığı bir dönem de II. Abdülhamit dönemiydi. Bunun sebebi, yeni kurulan okullarda okuyan ve yabancı dil bilenlerin artması ayrıca padişahın batı’yı bir model olarak almış olmasıydı. 180

XIX. yüzyıldaki modernleşme çabaları iki açıdan önemlidir. İlk olarak anayasal bir sistemin kademe kademe gelişmesi ve devletçi seçkin, entelektüel bürokrat kesimin ortaya çıkması. Sened-i İttifak (1808), Gülhane Hatt-ı Hümayunu (1839), Islahat Fermanı (1856), Tanzimat Fermanı ( 1839-1876) döneminde gerçekleştirilen idari kurumlar ve 1876 Osmanlı parlamentosu kelimenin tam anlamıyla sivil toplum lehine ortaya çıkan gelişmelerdi.181

2.5.1.1. Tanzimat Öncesi Osmanlı İmparatorluğunda Toplumsal ve Siyasal Yapı

Osmanlı Devleti’nin toplum içerisinde ve kendisinin dışında gelişecek herhangi bir sosyal yapılanmaya ve güce imkan vermemesi toplumun sosyal ve ekonomik düzeninin değişmez kalıplarının da esas sebebi olmuştur. İdareci kesim ile tabi olanlar (reaya), Osmanlı toplumunda sosyal yapıyı belirlerken Osmanlı devleti’nde ekonomik düzen, sermayenin belirli ellerde toplanıp daha sonra da kapitalist bir üretim anlayışıyla dağıtılabileceği yapıda değildi. Osmanlı devleti, askeri bürokrasinin hakim olduğu güçlü bir devleti ve bu gücünü sürdürebilmek için kedisine karşı

180 Mardin, Şerif, “Türkiye: Bir Ekonomik Kodun Dönüşümü”, Çev: Levent Köker, Türk Modernleşmesi,

İletişim Yayınları, İstanbul, 1991, 14

yapılabilecek her türlü gelişme hareketine ve rekabete karşıydı. Osmanlı’da toprak rejimi bunun en güzel örneğidir.182

Devlet, ekonomik hayatın içinde faal bir rol oynamasına rağmen ekonomik saiklerden çok devletin ihtiyaç ve öncelikleri doğrultusunda hareket etmiştir. Özellikle on dokuzuncu yüzyıldan önceki dönemlerde, ekonomik hayat siyasi, dini, askeri ve idari faaliyetlerle iç içe yer almış ve bu durum da devletten farklı bir ekonomik alanın gelişmesine engel olmuştur. Osmanlı’da ekonomik hayat bürokrasinin bir yan alanı gibi değerlendirilmiş ve dolayısıyla da ekonomik yapının devlet eksenli olarak gelişmesi ve devletin dışında ekonomik grupların ortaya çıkmaması gibi bir sonucu ortaya çıkmıştır.183

Devletin kurumsallaşması, beraberinde güçlü bir merkeziyetçi bürokratik geleneği ortaya çıkarmıştır ve bu gelenek içerisinde merkezi otoriteye karşı hiçbir güç birliğinin oluşturulması mümkün olmamıştır. Osmanlı’da ordu ile birlikte en güçlü ve kendine özgü nitelikleri olan kurum bürokrasiydi. Bürokratik yönetim, ekonomik hayatı tamamıyla denetim ve kontrolü altına alırken, toplum hayatında meydana gelen en ufak hareketlenmelere de hakim oluyordu. On altıncı yüzyıla gelindiğinde merkeziyetçi bürokrasi ile birlikte ekonomide mutlak bir himaye (patronage) sistemi geliştirilerek ticaret ve sınai hayata müdahale edilmiştir.184 Avrupa’daki sanayi devrimi sonrasında ortaya çıkan sanayi burjuvazisi gibi bir sosyal sınıfın Osmanlı’da olmayışı bürokratik geleneği mutlak egemen siyasal iktidar durumuna getirilmiştir. yani, Osmanlı siyasal yapısı içerisinde ilk önce sultan’ın sonraları ise merkeziyetçi bürokratik geleneğinin ağırlığı, devleti kadir-i mutlak bir kurum durumuna getirmiş bunun sonucunda ise Osmanlı’da, batı Avrupa’daki gibi aristokrasi ve burjuvazi gibi sivil toplumun temel unsuru

182 Yücekök, a.g.e, s. 15

183 Ahmad, Feroz, Modern Türkiye’nin Oluşumu, Çev: Yavuz Alagon, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1995, s.

170

184 Sunar, İlkay, State and Society in the Politics of Turkey’s Development, A.Ü. SBF. Yayını, Ankara,

olan sınıfların ortaya çıkmasına ve devleti alttan ve üstten sınırlamasına engel olmuştur.185

2.5.1.2. Tanzimat Döneminde Sivil Toplumun Varlık meselesi

Batıya açılma dönemi, yani on dokuzuncu yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı’da sivil toplum örgütlenmelerinin de yoğunlaştığı dönem olarak kabul edilmektedir. 1838’den sonra ortaya çıkan yeni ekonomik-sosyal durum sonucunda Osmanlı kentlerinde ve toprak düzeninde modern anlamda burjuvazinin izlerine de rastlanmaktadır. Bu gelişmelerin sonucundaysa, azınlıklar ve ticaret ile uğraşanlar devlet karşısında özerklik sahibi olmuşlardır. Osmanlı görünüşü itibariyle modern, işleyiş itibariyle geleneksel, modernliğe karşı direnen ancak geleneksel yapısı da köreltilmiş bir yapı ortaya koymaktadır. 1860’lardan sonraki dönem, Osmanlı toplumunda farklı fikir akımlarının aydınlar arasında ilgi uyandırdığı, basın vasıtasıyla kamuoyu oluşturma ve siyasal muhalefet olgularının da ortaya çıktığı dönemdir. Bu tarihten itibaren yasal dayanağı olmamakla beraber padişah tarafından verilen izin ile cemiyetler kurulmaya başlanmıştır. Dernekler aynı zamanda sarayın iznine bağlı olarak faaliyet gösterebilmiştir.186

Tanzimatın ilanından sonra, büyük bir ekonomik değişim yaşanmıştır. Ticari kesimde meydana gelen bu değişim sonucunda, şehir yaşamında, müslüman olmayan ve yabancıların başını çektiği bir grup tüccar, örgütlenme konusunda ön ayak olmuştur. Tanzimat sonrasında ortaya çıkmaya başlayan kamusal alan ve 1860’ların başında kamuoyu oluşumunun sivil toplum örgütlerinin kuruluşunun temelini oluşturduğunu söylememiz mümkündür. 1856 yılında ilk sivil toplum kurumu olarak cemiyet-i tıbbiye-i şahane kurulmuştur. Tanzimat sonrasında ortaya çıkan aydınlar ve yüksek bürokratlar ile küçük burjuvazinin, sivil toplum kurumlarının oluşturulmasındaki katkılarını göz ardı etmemek gerekir.187

185 a.g.e, s. 33

186 Alkan, Ö. Mehmet, “Sivil Toplum Kurumlarının Hukuksal Çerçevesi 1839-1945”, Tanzimattan

Günümüze STK’lar, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 1998, s. 49-51

2.5.1.3. I. Meşrutiyet Döneminde Sivil Yapılanma

1876 Anayasası’ndaki boşluklardan faydalanan II. Abdülhamit, anayasanın kendisine tanıdığı yetkileri kullanarak sivil toplumu denetim altında tutmuş, kişisel, geleneksel ve keyfi saltanat geleneğini yeniden hayata geçirmiştir. Bu dönem, toplu siyasetin, temsili hükümetin, bireysel siyasal girişimlerin, gönüllü bireysel faaliyetlerin durduğu ve tehdit olarak nitelendirilip engellendiği bir dönemdir ‘istibdat’ dönemi olan II. Abdülhamit saltanatı, devletin faaliyet alanını genişletirken, sivil toplumun faaliyet alanını daraltmıştır. 1876 yılında ilk anayasa “kanun-i esasi” adıyla yayınlanmış, 1877’de de ilk parlamento toplanmıştır. otoriter bir dönem olarak nitelendirilen II. Abdülhamit döneminde dernekleşme çok yavaş bir şekilde devam etmiş, ancak toplumsal hayata etkinlik gösterememişlerdir. bu durumun bir sonucu olarak dernekleşme ve bireysel gönüllü girişim bir “yer altı” faaliyetine dönüşmüş, devletin gücünü dengelemek, denetlemek ve dolayısıyla da sınırlamak “gayrimeşru” veya yasak faaliyetler haline dönüşmüştür. Bu durumun bir sonucu olarak da sivil toplumun gelişiminin ciddi biçimde zarar gördüğünün, darbe aldığının kabul edilmesi gerekir.188

2.5.1.4. II. Meşrutiyet Dönemi

II. Meşrutiyet dönemi (1908-1912) oldukça kısa süren bir dönem olmasına rağmen dönemi özgürlükçü ortamı, gerek toplumsal gerekse siyasal bakımdan olumlu ve köklü değişmelerin gerçekleştiği bir dönemdir. II. meşrutiyet döneminde anayasanın yeniden yürürlüğe konmasıyla beraber, siyasal partiler, toplumsal ve siyasal alan içerisinde yer almış, işçi kesimi ve diğer kesimlerde örgütlenmeler artmış ve sivil toplum kuruluşlarının sayısında önemli artışlar olmuştur. II. meşrutiyet ile birlikte işçilere yönelik ilk anayasal düzenlemeler yapılmıştır. İşçi sendikalaşması ve grevler konusunda düzenlemelerin belirlendiği kanun, “tatil-i eşgal kanunu” adıyla çıkarılmış, grev yapma ve sendika kurma konusunda oldukça sınırlayıcı maddeler yer almıştır. Cemiyetler kanunu 1909’da çıkarılmıştır. İttihat ve terakki fırkası, Türk ve müslüman esnafı örgütleme

konusunda teşvik etmiştir. Bunun nedeni ise, esnaf örgütleri vasıtasıyla ulus ideolojisinin bir parçası olan “ ulusal burjuvazi”yi yaratmaktı. “Esnaf cemiyetleri hakkında talimat” adıyla çıkarılan düzenlemelerin hemen ardından esnaf örgütlerinin sayısında ciddi bir artış görülmüştür. İşçi örgütlenmeleri de esnaf dernekleri aracılığıyla gerçekleşmekteydi. İttihat ve terakki fırkası, iktidara tam anlamıyla sahip olduktan sonra, sivil toplum kurumlarına karşı tutumlarını değiştirerek, bu kurumlardan kurtulmanın çarelerini aramaya başlamıştır. Bu dönemde mevcut dernekler varlıklarını devlet ve parti denetimi altında yürütmüşler, bunun yanı sıra paramiliter dernekleşme ittihat ve terakki fırkası tarafından desteklenmiştir.189

II. Meşrutiyet, saray darbesi olarak değil, geçmişe dayanan bir sivil hareketin ve örgütlenmenin sonucu oluşmuş geniş toplumsal bir tabana yayılmış olan bir hareket, bir ulusal ayaklanmadır. II. meşrutiyet dayanaklarını orta sınıflarda yani aydınlar, serbest meslek sahipleri, tüccarlar gibi bulmuştur. 190

189 Arslanel, s.g.e, s. 97

190 Tanör, Bülent, Osmanlı Türk Anayasal Gelişmeleri 1789-1980, 3. Baskı, Afa Yayınları, İstanbul, 1986,