• Sonuç bulunamadı

2 SİVİL TOPLUM DÜŞÜNCESİNİN GELİŞİMİ

2.1. DEVLET-SİVİL TOPLUM ÖZDEŞLİĞİ

Batı Avrupa’da onyedinci yüzyıldan itibaren siyasal değerler etrafında yoğun tartışmalar ve arayışlar ortaya çıkmış ve bunun bir devamı olarak da sivil toplum kavramına ait farklı argümanlar gelişmiştir. Aristo’dan beri politik topluma karşılık kullanılan sivil toplum kavramını, T.Hobbes, J. Locke ve J.J. Rousseau gibi sözleşmeci düşünür de aynı fakat, siyasal otoriteyi ortaya çıkaran kamusal alan anlamında kullanmışlardır.64

Oysa bireyler arasında gerçekleşen sözleşmenin ardından doğal haldeki toplumdan kopan sivil toplum başka bir ifadeyle “medeni toplum” ortaya çıkmış olacaktı. İlişkilerini hukuksal normlara göre düzenleyen toplumlar medeni toplum olarak tanımlanmış ve bu medeni toplumu tanımlamak için de sivil toplum kavramı kullanılmıştır. Özet olarak sözleşmeci düşünürlerde sivil toplum kavramı, geleneksel toplumdaki aile merkezli özel alana karşı ortaya çıkmış olan kamusal alan merkezli siyasal oluşumu ifade etmektedir.65

2.1.1. Thomas Hobbes ve Leviathan

Thomas Hobbes, mutlak otoriteyi bireylerin rızasına dayandıran ilk düşünürdür. Mutlakiyetçi rejimin İngiliz versiyonunu geliştirmiştir. mutlak ve güçlü bir siyasal erkin ortaya çıkışını, rekabet yarış ve çatışma halindeki insan doğasının barış içinde yaşama özlemine dayandırmaktadır.66

Hobbes’un modelinde vurgu devlet üzerine olup, bireyler barış (devlet) uğruna sivil toplumdan vazgeçmiş ise, toplumsal insan doğa (savaş) durumuna dönme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Başkalarına doğal olarak saygısı olmayan bireyler gözle

64 Çaha, 1980 Sonrası, a.g.m, s. 21 65 a.g.m, s. 22-23

görülür ve donanımlı bir egemen devlete tabi kılınmazlarsa yeryüzünde barışın ve maddi rahatlığın olması beklenemez.67

Hobbes doğal halde insanların birbirinin kurdu (homo homini lupus) olduğunu varsaymaktadır. Hobbes, toplumsal uyum ve toplumsal barış için bir tehdit unsuru olarak gördüğü farklılıkların engellenmesi amacıyla güçlü bir siyasal otoritenin tüm egemenlik haklarını elinde bulundurması gerektiğini öne sürmekteydi. Böylece bireyler, kendilerini cezai yatırımlarla sınırlayabilecek zorlayıcı bir gücün tek iradesi altına girmektedirler. Yani farklılıklar tek bir siyasal iradeye dönüştürülmüş olur. Oysa böyle bir sözleşme ile bugünkü anlamda bir sivil toplumun önüne set çekildiği gibi, mutlak iradenin boyutları toplumsal yaşamın her alanını kuşatarak türdeş bir toplumun ortaya çıkmasına neden olmaktadır.68

Hobbes’in kavramında sivil toplumun devletin karşısına dikilebileceği ya da onunla çatışabileceği düşünülemez. Hobbes, insanın doğal olarak egoist bir varlık olmasına rağmen mantıklı bir varlık olduğunu varsayar, insanlar tanrının iradesinden ziyade sosyal sözleşmeye dayalı olarak bir araya gelirler. Toplumun ve devletin kurulması her bir bireyin barış ( fiziki güvenlik ) arama yetenek ve yükümlülüğünden doğar. siyasi yükümlülük bu sözleşmenin yaratılmasına dayanır.69

Hobbes’un düşüncelerini anlayabilmek için en önemli eseri leviathan (ejder)’a bakmak gerekir. Hobbes eserinin hemen girişinde leviathan’ın ne olduğunu açıklar. leviathan latince de civitas diye adlandırılan devlettir. Bu devlet insan eseri yapay bir yaratıktır. Tıpkı insana benzer ama ondan daha büyük ve daha güçlüdür, çünkü insanları korumak ve savunmak için yaratılmıştır. Bu insan yapısı yaratıkta üstün egemen güç, onun ruhunu temsil eder. yargı ve yürütme görevlerini yapan hakimler memurlar ve diğer görevliler bu yaratığın hareket etmesini sağlayan yapay eklemlerdir. Egemenlik kavramı içinde yer alan cezalandırma ve ödüllendirme mekanizması bu yaratığın sinir sistemini oluşturur. Toplumda herkesin zenginlik ve varlığı onun gücüdür, halkın selameti onun görevidir, danışmanları onun belleği,

67 Keane, a.g.e, s. 65 68 Yılmaz, a.g.m, s. 87 69 Erdoğan, a.g.e, s. 12

adalet ve yasalar onun aklı ve iradesidir.70 Hobbes, dini kurumlar da dahil tüm sivil toplum unsurlarını devletin çatısı altında toplamaktadır. Farklı ve atomistik çıkarlar etrafında odaklanan çoğulcu bir toplum profilini tek kişinin şahsında eriterek, sivil toplumun bugünkü farklılık ve çeşitliliğin bir alanı olarak oluşmasının önünü tıkamaktadır.71

Hobbes egemen gücü teşkil eden iktidarın tüm insanların bütün yetki ve güçlerini bir kişiye ya da bir meclise devretmeleriyle kurulacağını söyler. Böylece herkes her şey üzerinde sahip olduğu mutlak nitelikte doğal hakkını bir kişiye ya da bir meclise bir sözleşmeyle terk ederek siyasal toplumu kurmuş olur. Hukukun tek kaynağı vardır o da egemen gücün iradesidir. Egemen güç, bölünemez, parçalanamaz. Hobbes ekonomi dahil her şeyin yönetimini siyasal güce vermiştir. Hobbes, mutlakiyetçi bir düşünürdür ve onun leviathan’ı bu açıdan totaliter devleti aksettirir, Hobbes mutlakiyetçiliği son haddine kadar götürür.72

Hobbes’ta doğa durumundan sivil topluma geçişin nedeni doğa durumundaki kargaşadır. Doğa durumunda insan her şeyi sadece kendi iyiliği-çıkarı için düşünür. Bu yüzden herkes birbirine karşı çıkar savaşı içine girer. yani insan insanın kurdu haline gelir. Bireyin bu surumda varlığını muhafaza etmek zorlaşır. Bunun için insanlar aralarında birbirlerine söz verirler ve itaat edecekleri bir organa (devlet) tüm güç, kuvvetlerini verirler. Böylece doğa durumundan (statüs naturalist) yurttaşlık durumuna (status civilis) geçilmiş olur.

Hobbes’un bakış açısına göre sivil toplum-devlet eş anlamlıdır. Leviathan, devletin Tevrat’ta geçen bir canavara benzetilmesidir. Bu dev, bireyler arası kargaşa ve anarşiyi sükunete erdirecek ve tüm bireylerin üzerine düşeni yapması için bir baskı unsuru olacaktır. Bu sayede toplum barış içinde yaşayacaktır. Bu barışın sürmesi için bir devlete yani siyasi bir egemenliğe ihtiyaç vardır. “Devlet iktidarı bölünmüş bir toplum şiddetli bir iç savaşa yol açar, uzun süre ayakta kalamaz.”73

70 Göze, Ayferi, Siyasi Düşünceler ve Yönetimler, 8. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul, 1998, s. 133 71 Çaha, Aşkın Devlet, a.g.e, s. 28

72 Göze, a.g.e, s. 144

Devletle sivil toplumu eşanlamlı gören Hobbes için devlet bireyler üzerinde etkili ve yönlendirici bir güçtür. Devlet sayesinde doğa durumundaki kargaşa sona erecektir. Devletin amacı böylece kargaşaya son verip, yurttaşlar arası güvenliği sağlamak olur. İşte güvenlik devletinin zorla sağladığı bu barışçıl düzene sivil toplum adı verilmektedir.74

Sosyal sözleşme düşüncesinin kurucusu olan Suarez ve ardından buna gerçek doğasını kazandıracak olan Hobbes, bu düşünceyle, sivil toplumun kuruluşunu “rıza ve sözleşmeye” dayandırmış ve sivil toplumun oluşumunu bağımsız bireylerin ihtiyari kararına bırakmıştır. Egemenlik, varlığını doğrudan sözleşenlerin yaptığı sosyal sözleşmeye borçludur. Artık egemenliğin kaynağı tanrı değil toplumdur. Yine de Hobbes’un bu devlet kuramıyla aslen monarşik bir yapı öngördüğü açıktır, çünkü son halinde bu sözleşmeyle tüm egemenliği bu anlaşmanın tarafı bile olmayan ve bu yüzden de sözleşmenin kendisini bağlamadığı bir egemene devreder. Her ne kadar amacı bu olsa da, Hobbes’un kuramı ilk kez çağdaş ulus kavramına gönderme yapmaktadır. Akal’a göre, sosyal sözleşme ve egemenlik kuramlarını kendinden öncekilerin başaramadığı bir radikallikte kullanan Hobbes, devletle ulus ya da sivil toplum bağlantısını kuran ve temsille belirlenmiş bir çağdaş demokrasi düşüncesini gündeme getiren ilk düşünürdür.75

Toplumsal sözleşme teorisinde devlet ve sivil toplum özdeştir. bu özdeşlik Hobbes’un ifadelerinde açıkça görülmektedir. Ona göre, sivil topluma girebilmek için “doğa hali”nden ayrılmak zorunludur. Bu zorunluluk doğa halinin koşullarından kaynaklanmaktadır. Doğa, insanları eşit şekilde yaratmıştır. İnsanlar arasındaki güvensizliğin temel nedeni bu eşitliktir. Eşit koşullar içerisinde rekabet etmeye çalışan insanlar birbirlerini yok etmeye ya da tahakküm altına almaya çalışacaklardır. Hobbes’un “leviathan” olarak adlandırdığı güç sayesinde huzursuzluk, ölüm korkusu ortadan kalkacak ve insanlar kültür ve medeniyet yaratabilecekler. Başka bir ifadeyle medeni topluma geçilecektir.76

74 a.g.e, s. 65 75 Akal, a.g.e, s. 100

Hobbes, sivil toplum kavramına siyasal toplum ile yani devlet ile aynı anlamı yüklemektedir. Hobbes, sivil toplum içerisinde bireylerin belirli negatif özgürlükleri kullanabilecekleri bir özel alanın varolduğunu belirtir. Bunlar egemenin yasaklamadığı faaliyetlerden oluşur. Mesala, bireylerin satın alma ve satma, birbirleriyle sözleşme yapma, barınacakları yeri ve yiyecekleri, geçimlerini sağlayacak işleri seçme ve çocuklarını istedikleri gibi yetiştirme özgürlükleri.77