• Sonuç bulunamadı

Sivil toplum tartışmaları içerisinde yer işgal eden önemli konulardan birisi de, sivil toplumu oluşturan unsurların neler olduğu, neler olması gerektiğidir. Sivil toplum örgütlerinden söz ederken genellikle vakıf, dernek, sendika gibi örgütlere atıf yapılmaktadır. Sivil toplum örgütlerinin kendilerine biçilen rolü tam olarak oynayabilmeleri için özerk olmaları ve devlete karşı mesafeli durmaları gerekmektedir. Özerk olmak, mali açıdan bağımsız olmayı gerektirmektedir. Dolayısıyla sivil toplum örgütleri devletten mali destek alsalar bile, bu destek kesildiğinde de varlıklarını sürdürebilecek mali kaynaklara sahip olmalıdırlar.253

Siyasal ve sosyal yapıyı toplumdaki altyapısal niteliklerin, üretim ilişkileri türünün bir yansıması sayarsak bu siyasal ve sosyal yapının bir parçası olan sivil toplum örgütleri de toplumun niteliklerine ve üretim biçimine bağlı olarak gelen üstyapı kuruluşları olarak belirirler. sivil toplum kuruluşları ihtisaslaşmış, atomize olmuş, işbölümünün yoğunlaşıp siyasal katılımın arttığı endüstrileşmiş toplumlarda

252 Akal, a.g.m, s. 65

yoğun olarak görülür. Çünkü bu tür toplumlarda toplumsal mobilizasyon artmıştır. Toplumsal mobilizasyon beraberinde geniş bir siyasallaşmış vatandaş topluluğu getirir. Bu topluluğun hacmi büyüdükçe siyasal kurumların ve işlemlerin değişmesi için gittikçe büyüyen baskı başlar, toplum böylesine değişip geliştikçe ve atomize hale dönüştükçe kişi toplum içerisinde giderek önemini kaybedecek devasa kuruluşlar, büyük şehirler ve gayri şahsi ulaşılması zor siyasal yapı karşısında cüceleşecektir. Toplumsal koşulların yarattığı böylesine bir zorunluluk sonucu sivil toplum kuruluşları ve özellikle de dernekler gündeme gelecektir. 254

4.5.1. Gelişmiş Modern Toplumlarda Sivil Toplum Örgütlerinin Yeri ve Önemi

Sivil toplum örgütleri yalnızca, işbölümü, ihtisaslaşma ve ekonomik gelişme sonucu çıkar farklılaşması yoğunlaşmış toplumlarda farklı çıkarları siyasal yapıya taşıyan baskı grupları görevini yerine getirmekle kalmazlar. En az bunun kadar önemli bir diğer görevlari ise modern toplumun en büyük hastalıklarından birini tedavi etmektir. Bu hastalık, kişilik krizinin yarattığı yabancılaşmış bir dünyaya intibak problemidir. 255

Atomize olmuş, parçalanmış ve kopmuş birimlerin anlamsızca meydana getirdiği yığın toplumunu kolaylıkla güdülen ve istenilen yöne götürülen bir kuru kalabalık halinden kurtarabilmek için toplum içinde örgütlenmeye gerek vardır. Yığın toplumu çözülmüş bir toplumdur. İnsanlar eş fikirleri eş çıkarları olan gruplarla kendilerini özdeşleştirip kaynaştırırlarsa toplum yığın toplumu olmaktan çıkacaktır. Bunun içinde sivil toplum örgütlerinin rolü burada önem kazanmaktadır. İhtisaslaşma ve keşif işbölümü yokluğu sonucu gruplaşmanın ve grup çatışmasının gerçekleşmediği toplumlarda demokratik sistemlerin en büyük zaafı plüralist bir siyasi yapıya sahip olmamalarında yatmaktadır. Çünkü toplumda var olmayan birleştirici, aracılık yapıcı, iletici grup yapısı, toplum çıkarlarını temsilcisiz ve etkisiz kılacak ve siyasal yapıya kadar ulaştırılabilen talepler dağınık, belli belirsiz ve eksik kalacaktır. Bu nedenle karar alma ve etkili siyaset uygulama olanaksız

254 Yücekök, Tanzimattan Günümüze a.g.e, s. 1 255 Yücekök, Tanzimattan Günümüze, a.g.e, s. 4

olacak, toplumsalla siyasal arasındaki bu itibarsızlık kesin ve ani patlamalara yol açarak iktidar sahiplerinde sık sık değişmeler yaratacaktır.

Sivil toplum birliklerindeki katılım, geleneksel bağlarından liberalizm ve kapitalizmle koparılan, kendilerini köksüz ve mahrum edilmiş bulan ve ait olma yolları arayan bireylere cemaatsel bağlar ve alternatif bağlantı dizileri sağlayarak totaliter eğilimleri önleyebilir. Sivil toplum örgütleri içindeki karşılıklı etkileşim sürecinde bireylerin edindikleri hoşgörü, ılımlılık, uzlaşma, kamusal tartışma pratiği, gönüllülük gibi demokratik tutumlar demokratik siyasal kültürün gelişmesini ve topluma yayılmasını sağlar. Bu demokratik tutumlar ve değerler demokrasinin istikrarlı bir gelişme göstermesine yardımcı olur.256

Baskı grupları, dernekler büyük ölçüde atomize olmuş kapitalist, sanayileşmekte olan toplumların ürünleridirler. Gönüllü kuruluşların kapitalist ve rekabetçi toplumlarda çatışmayı taşıyıcı, sürdürücü ve kanalize edici rolleri vardır. Böyle rekabetçi toplumlarda ihtiyaçlar, talepler, hoşnutsuzluklar bu tür kurumlar kanalıyla siyasal yapıya taşınır ve orada bu kurumların temsilciliğini yaptıkları sosyal güçlerin çıkarlarına uygun şekilde kabul ettirilmeye çalışılır. 257

Bunlarla birlikte iktidar değişimlerinde de gönüllü kuruluşların oynadıkları rolün önemi büyüktür. İktidar değişimleri rekabetçi toplumlarda durmadan müttefik değiştiren, birleşen, ayrılan, çatışan, uzlaşan gruplar vasıtasıyla sağlanmaktadır. Böyle bir ortamda derneklerin siyasal sistem içerisinde oynadıkları rolün ne derece gerekli ve önemli olduğu açıktır. Açık olan bir başka husus da dernekleşmenin ve gönüllü kuruluşların sadece sistemi nasıl paylaştıkları değil, böyle rekabetçi bir sistemde kaçınılmaz olarak meydana çıkacaklarıdır. 12 Eylül Askeri Darbesinin tüm yasaklamalarına ve nötr bir kamusal alan yaratma çabalarına rağmen, dış dünyadaki gelişmeler Türkiye’yi de etkilemiş ve özellikle 80’li yılların sonunda yeni bir süreç yaşanmaya başlamıştır. Kitle iletişimindeki gelişmeler, Doğu Bloku Ülkelerindeki dönüşümler, bu yeni sürecin taşıyıcıları olmuştur. Bu süreç içerisinde Türkiye’nin farklı yüzleri ortaya çıkmaya başlamış ve bu farklılıklar arasında diyalog yaratılmıştır. Tüm bu gelişmeler sivil toplumun kazanımları olarak düşünülebilir.

256 Berman, a.g.m. s. 563 257 Görel, a.g.e. s. 76

Ancak sivil toplumun normatif yapısı göz önüne alındığında gerçek anlamda sivil toplum örgütü olarak çalışan örgütlerin sayısının çok fazla olmadığı görülmektedir.258

4.5.2. Türkiye’de Sivil Toplum Örgütlerinin Gelişiminin Toplumsal Aşamaları ve Süreci

19. yüzyıl başlarından itibaren yoğunlaşmaya başlayan Batı emperyalizmine açılma dönemi Osmanlı sivil toplumu örgütlenme modelinin de başlangıcı sayılabilir. Daha önceki dönemler, Osmanlı toplum yapısının statik ve monolitik özellikleri nedeniyle zaten sivil toplum kuruluşlarının hayata aktarılmasını gerekli kılacak bir sosyolojik çok sesliliğe olasılık tanımamaktadır. Devlet hem tarım, hem sanayi hem de ticareti kendisi örgütleyip yürütmektedir. İktidar paylaşılmayan mutlak bir iktidardır. Sanayileşen Batı’da oluşan yoğun işbölümü ve ihtisaslaşmaya Osmanlı’da rastlanmaz. Bu nedenle Osmanlı toplumu büyük ölçüde kapalı bir Pazar ekonomisinin de etkisi ile ekonomik farklılaşmaların yoğun çelişkilerini yansıtmaktan uzak, tekdüze bir toplumdur. Sanayi devriminin ve açık Pazar ekonomisinin gerçekleşmemesi toplumun kültür yapısını da gelenekselliğin dışına çıkaramamış, topluma egemen olan en yaygın değer olarak İslam dini halife-sultanın temsil ettiği mutlak iktidarı sadece pekiştirmiştir. Böyle bir toplumda Batıda kapitalist modernleşme sonucu görmeye başladığımız ikincil kuruluşları, yani dernekleri, sendikaları, liberal meslek odalarını, diğer gönüllü kuruluşları, belediyeleri, siyasal partileri bulmamız olası değildir. 259

Sanayi devrimini gerçekleştiren İngiltere’de bu yolda ilk gelişim, tarımda feodal bir düzenden hızla bir kapitalist düzene geçiş süreciyle başladı. Pazar için yapılan üretim toprak burjuvazisinin yanı sıra bir ticaret burjuvazisi de yaratmaya başladı. Böylelikle tarımdaki patlamayla başlayan ve ticaretle gelişen ekonomik hareketlilik özellikle tarımdan gelen sermaye aktarmaları ile sanayileşme sürecini

258 Tosun, a.g.e, s. 55

259 Çavdar, Tevfik,“Türk Bürokrasisinin Ekonomik Toplumsal Yapı İçindeki Yeri ve Önemi”, Ankara,

başlatmış oluyordu. Osmanlı toplumunun bu gelişme modelini uygulayamayışının ana nedenleri kendi toplumsal bünyesinde yatmaktadır. 260

Osmanlı Devleti’nde ekonomik düzen, sermayenin belirli ellerde toplanıp oradan kapitalist bir üretime sıçrayabilecek nitelikte değildi. Askeri bir bürokrasinin hakim olduğu güçlü bir devlet olan Osmanlı Devleti, gücünü sürdürmek için kendisiyle rekabete girecek bağımsız her gelişime karşıydı. 261

Sermaye birikimi olmuyor, olsa bile kısa bir süre sonra dağılıyor, üretim biçimi etkilenmiyor ve kapitalistleşmiyordu. Halbuki Avrupa’da gerçekleşen sermaye birikimi devlete kafa tutmaya başlayan özgür ticaret merkezleri siyasal iktidarlar burjuva diye adlandırılan yeni bir sınıfın, yani sermaye sınıfının eline geçiyordu. Osmanlılarda ise devlet, saray-bürokrasi egemenliğini sürdürmek için kendinden bağımsız gelişecek her unsuru ezerek yalnızca gelişebilecek burjuvaziye set çekmiyor, fakat o burjuvazinin yaratacağı üretim ilişkilerinin topluma kazandıracağı sanayileşmeyi ve teknolojiyi de öldürmüş oluyordu. 262

Tanzimat ile birlikte Batı emperyalist sömürüsünün giderek yoğunlaşmasından çıkar sağlayan toprak ve ticaret çıkarları koalisyonu, Osmanlı İmparatorluğunun sanayileşerek gelişmesini sağlamak şöyle dursun, sanayii tamamen söndürmüş, toplumu dışa bağımlı bir tarım toplumu haline dönüştürmüş ve devlet içinde devlet gibi gelip yerleşen Düyun-u Umumiye İdaresi de Osmanlı Devleti’ni Batının siyasal ve ekonomik uydusu haline sokmuştur. Bütün bu gelişmeler bozuk bir sistemin ürettiği ve doğal olarak o bozuk düzenin sürmesinde çıkarı olan sınıflar eliyle sağlanmış ve Avrupa devletleri kendi ülkelerinde artık uygulamadıkları “laisez-faire” ilkelerini Osmanlı egemen sınıfları eliyle Osmanlı toplumunda uygulatmışlardır. 263 Osmanlı sosyo-ekonomik gelişme süreci, anlaşılacağı üzere iç ve dış etkenler nedeniyle sanayi devrimini gerçekleştirici bir atılımı olanaklı kılamamıştır. Böylece Osmanlı toplumu Batı Avrupa’dan geri kalmış ve bu geri kalmışlığını Batıdan kopye

260 Fındıloğlu, Z. Fahri, “Tanzimatta İçtimai Hayat”, Tanzimat, İstanbul, 1940, s. 640

261 Barkan, Ö. Lütfi, “Osmanlı Devrinin Toprak Meseleleri”, II. Türk Tarih Kongresi, İstanbul, 1967 262 Saraç, Ö. Celal, “Tanzimat ve Sanayimiz”, Tanzimat, İstanbul, 1940

etmeye çalıştığı bir takım kurumlar ile giderme çabasına düşmüştür. Batıda sanayi devriminin doğal sonucu olarak beliren siyasal ve sosyal kurumları, bu kurumların yaşaması için gerekli toplumsal temellere sahip olmayan Osmanlı toplumuna tepeden inme getirme çabaları, iğreti bir modernleşme süreci, yozlaşmış bir toplum düzeni ve halkın büyük kısmının siyasal kültür ve yaşantısına ters düştüğü için bir kültür ikileşmesi yaratmaktan öte gidememiştir. 264 Bu kültür ikilemi ise, Osmanlı toplumunda uzun süreden beri var olan bir başka çatışmayı, merkez-çevre çatışmasını yoğunlaştırmış, ulusal devletin merkeziyetçi, ıslahatçı ve ulusal birliği pekiştirmek doğrultusundaki kurumsal çabalarına karşı yöresel, bölgesel kültür ve etnik çevreden kendilerine yabancı bu tür kurumlara ve davranışlara karşı koyu bir tepki gelişmiştir. 265

Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarına ilişkin veri toplama çalışmalarının tarihi oldukça yenidir. 1990’lardan itibaren sivil topluma ilginin artmasıyla birlikte, Haziran 1996’daki Habitat II. Çalışmalarına hazırlık amacıyla Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ve Tarih Vakfının ortak projesine dayanarak Mayıs 1996’da Sivil Toplum Kuruluşları Bilgi Merkezi kurulmuştur. Merkezin yayınladığı 1793 kuruluşa ait verilerin yer aldığı “Sivil Toplum Kuruluşları Rehberi” Türkiye’de bu alandaki en geniş rehberdir. Aynı proje kapsamında yayınlanan “Önde Gelen STK’lar- Araştırma Raporu” (1998) ve “Tanzimattan Günümüze İstanbul da STK’lar” (1998) isimli yayınlar ile, Sivil Toplum kuruluşlarına ilişkin üç sempozyumun kitaplaştırıldığı “Sivil Toplum Kuruluşları- Üç Sempozyum” (1998) isimli eserler Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarının profilini çıkaran, bu alandaki boşluğu dolduran eserlerdir. 266 STK Bilgi Merkezinin elindeki araştırma verilerine dayanılarak yapılan bir sınıflandırmaya göre ülke çapında STK’ların dağılımı aşağıdaki gibidir.

264 Timur, Taner, Türk Devrimi, SBF Yayını, Ankara, 1968, s. 56

Tablo 1. STK Tipleri ve İllere Göre Dağılımı Kurum

Tipi

İstanbul Ankara İzmir Diğer Türkiye %

Dernek 9.588 5.502 2.685 42.949 60.724 93.7 Vakıf 860 493 132 936 2.421 3.7 Sendika 89 85 4 32 210 0.3 Oda 38 61 54 927 1.080 1.7 Kooperatif 50 84 29 130 293 0.5 Yurttaş Girişimi 32 8 8 13 61 0.1 Kültür Amaçlı Ticari Ku. 13 2 4 0 19 0.0 Toplam 10.670 6.235 2.916 44.987 64.808 100

Kaynak: Aydın Gönel, Önde Gelen STK’lar-Araştırma Raporu, Türkiye Ekonomik

ve Toplumsal Tarih Vakfı, İstanbul, 1998

4.5.2.1. Baskı Grubu Olarak Sivil Toplum Kuruluşları

Baskı grupları, ortak çıkarlar etrafında birleşen ve bunları gerçekleştirmek için siyasi ve idari otorite üzerinde etki yapmaya çalışan örgütlü ve bilinçli gruplardır. Baskı grupları, siyasal iktidar, yasama, yürütme, yargı ve siyasi partiler ile ilişki içine girerek demokratik toplumlarda siyasal katılımın unsurları arasında sayılmaktadırlar. Sivil toplum devlet dışındaki örgütlenmenin alt yapısını oluşturmakta, üzerine bina edilen örgütlere de sivil toplum örgütleri yada bunlardan “devlete karşı bir grubun menfaatini savunanlara” da baskı grubu denilmektedir. Sivil toplum yaklaşımı baskı gruplarının örgütlenmesini sağlayan uygun ortamların geliştirilmesi için yapılan

266 Gönel, Aydın, Önde Gelen STK’lar-Araştırma Raporu, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı,

mücadeleyi anlatmaktadır. Sosyal gruplar resmi ideolojilerin politikalarını yeniden oluşturacak, değiştirecek yada sınırlayacak gücü temsil etmektedir. Bu ortamda 1960 sonrasında ortaya çıkan sosyal grupların en önemlileri çevreciler ve feministlerdir.267 Sivil toplum kavramı ile baskı grupları kavramları arasında köklü farklılıklar bulunmasına rağmen literatürde yan yana getirilmemiş ama kullanıldıkları yerler incelendiğinde aynı konuları açıklamakta kullanıldığı görülmektedir. Sivil toplum kavramı daha geniş, sadece örgütlenmeyi değil aynı zamanda kültürel bir ortamı da anlatmaktadır.268

4.5.2.1.1. Vakıflar

Vakıf kurumu, kökleri Selçuklulara dayanan çok eski bir kurumdur. Osmanlıda vakıflar, imparatorluğun siyasi ve ekonomik gücüne paralel olarak gelişmiş ve çok çeşitlilik göstermiştir. Vakıflar, gelir dağılımının adil olmasını sağlamaya, fakirlere yardım etmeye ve yol, su gibi çeşitli hizmetler götürmeye çalışmışlardır. Osmanlılar feth ettikleri yerlerdeki vakıflara çoğunlukla dokunmamışlar, bu vakıfların çalışmalarına devam etmelerini sağlamışlardır. İmparatorluğun çöküş döneminde vakıflarda suistimaller, yozlaşmalar görülmeye başlanmıştır. Cumhuriyet döneminde, 4 Ekim 1926 tarihli Türk Medeni Kanunu ile vakıf kurumu yeniden düzenlenmiştir.

Günümüzde doğal çevrenin, tüketicinin korunmasına yönelik çalışmalar yapan, sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda gelişme sağlamaya katkı yapmaya çalışan önemli sayıda vakıf görmek mümkündür. Bu vakıflar, yaklaşımlarıyla, uyguladıkları projelerle bir sivil toplum örgütü niteliğindedirler. Ancak bunun yanı sıra ifade ettiği amacın dışında işlerle uğraşan, kamu yararı gözetmeyen, bireysel çıkarlara yönelik çalışan çok sayıda da vakfa rastlamak mümkündür.269

267 Çaha, 1980 Sonrası, a.g.m, s. 37

268 Aksoy, Türkiye’de Sivil Toplum, a.g.e, s. 6-8 269 Göle, a.g.m, s. 96

4.5.2.1.2. Sendikalar

Uygarlık tarihinin önemli kırılma noktalarından birisi de sanayi devrimidir. Sanayi devrimiyle birlikte toplumlarda köklü bir şekilde siyasal ve sosyal dönüşümler yaşanmıştır. Küçük atölyeler sanayi işletmelerine dönüşmüş, buna bağlı olarak da işçiler, toplumsal bir grup olarak ortaya çıkmıştır. Sanayileşmenin artması ve yerleşik bir düzen kazanmasıyla birlikte, işçiler de yerleşik bir toplumsal kimlik kazanmaya başlamışlardır. Bununla beraber kendilerini ilgilendiren konularda görüş bildirmek, işverene baskı yapmak için örgütlenmeye başlamış, sendikalar kurmuşlardır.270

Sendika kavramı ilk kez İngiltere de kullanılmıştır. Bu kavramla, işçilerin genel çıkarlarını korumak için kalfalar arasında kurulup gelişen dostluk örgütlerinin ortak eylemleri anlatılmıştır. Türkiye’deki sendikal hareketlerin geçmişi çok eskiye dayanmamaktadır. Osmanlı’nın ekonomik sosyal ve siyasal yapısı sendikal hareketlerin doğması ve gelişmesi için gerekli koşulların ortaya çıkmasını engellemiştir. Dolayısıyla kurulan sendikalar çok sınırlıdır.271

II. Meşrutiyetin ilanından sonra oluşan görece özgürlük ortamında sendikal hareketlerde bir canlanma başlamış, grevler yaygınlaşmıştır. Özellikle liman, demiryolu, tütün gibi sektörlerde artan grevlere bir önlem olarak, geçici bir kanun “Tatil-i Eşgal Cemiyetleri hakkında Kanun-ı Muhakkat” adı ile çıkarılmıştır. Bu kanun işçi örgütlenmelerini ve eylemlerini son derece kısıtlamış ve 1937 tarihinde yürürlükten kaldırılana kadar çalışanların aleyhine uygulanmıştır.272

Cumhuriyetin ilanından sonra sınırlı da olsa sendika özgürlüğüne ilişkin ilk kanun 1947 yılında çıkarılan İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Hakkında Kanun’dur. Daha sonra 1961 Anayasası ile sendika kurma hakkı anayasal düzeyde güvenceye alınmış ve 1963 yılında yeni Sendikalar Kanunu yayınlanmıştır.

270 Turan, a.g.m, s. 54

271 Tokol, Ayşen, Sosyal Politika, Uludağ Üniversitesi Güçlendirme Vakfı Yayınları, No: 20, Bursa, 1997,

s. 17

Türkiye’de 1960’lardan sonra sendikal hareketlerde önemli gelişmeler gözlenmiştir. 1961 Anayasasının sağladığı hakların da etkisiyle 1960-1980 döneminde sendikalar hem mali açıdan, hem de üye sayısı açısından güçlenmişlerdir. Ancak sanayileşmenin yetersiz oluşu, küçük işletme modelinin devam etmesi, istihdamın tarımda ağırlığını koruması, sendikalara karşı işverenlerin olumsuz tutumları gibi nedenlerle sendikaların üye sayısı büyük rakamlara ulaşamamıştır.273

1980’lerdeki sendikal hareket genelde “ücret sendikacılığına” yönelik olup, işlevleri toplu pazarlık ve sözleşme yapmakla sınırlı kalmıştır. Sendikal yapılar üst düzey toplantılarıyla taleplerin oluşturulması ve bu taleplerin devletten rica edilmesi, ekseninde kurumlaşmıştır. Ücret alanında odaklanan sendikal hareket, çalışma yaşamının diğer konularına ve politik konulara ilişkin gereksinimlerinin karşılanmasını devletten bekleme refleksi ve yönelimiyle gelişti. 274

12 Eylül askeri darbesinden en çok etkilenen örgütlerden birisi de sendikalar olmuştur. Türk-iş dışındaki konfederasyonlarla bazı sendikaların çalışmaları askıya alınmış, bir çok sendika da kapatılmıştır. Çalışmalarına devam eden sendikaların etkinliği yasal düzenlemelerin ve izlenen ekonomik politikaların etkisiyle büyük ölçüde azaltılmıştır. Türkiye’nin gelişmekte olan çoğulcu yapısına büyük darbe vurulmuştur. Siyasal katılım, dört yılda bir seçim sandığına giderek oy vermeye indirgenmeye çalışılmıştır. İlerleyen yıllarda çalışmaları durdurulan konfederasyonlara çeşitli tarihlerde yeniden çalışma izni verilmiştir. 1990’lı yıllarda sendika sayısında artış gözlense de üye sayısında belirgin bir yükseliş gözlenmemektedir.275

Türk-İş, Hak-İş ve Disk’in yanı sıra bazı meslek odalarının katımıyla 1993’te oluşturulan Demokrasi Platformu’nun yanı sıra, 1997’de dört büyük sendika (Türk-İş, DİSK, TESK, TİSK) ve TOBB birleşerek “Sivil İnisiyatif” adı altında bir araya gelmişlerdir. Beşli sivil inisiyatifin başkanlığını yapan Türk-İş Genel Başkanı, sadece doğrudan temsil edilen işçilerin değil, aynı zamanda sendikasız işçinin, memurların, emekli dul ve yetimlerin, küçük esnaf ve sanatkarın, işsizin, köylünün hak ve çıkarlarını korumak için bir araya geldiklerini belirtmiştir. Bu beş büyük örgütü bir

273 Tokol, a.g.e, s.32

274 Uygur, Çetin, Dinozorların Krizi; Değişim ve Sendikalar, Alan Yayıncılık, İstanbul, 1992, s. 156 275 Tokol, a.g.e, s.

araya getiren ortak amaç, “Türkiye Cumhuriyetinin üniter devlet yapısının bütünlüğünü ve bağımsızlığını, laik ve demokratik sosyal hukuk devletini, insan haklarını, Atatürk ilke ve devrimlerini ve parlamenter demokratik düzeni korumak” şeklinde ifade edilmektedir. 276

4.5.2.1.3. Meslek Örgütleri

Sanayileşme, teknolojik gelişmeler yeni üretim biçimlerinin ortaya çıkmasına neden olmakta, bu yeni üretim biçimleri yeni toplumsal yapılanmaları zorunlu hale getirmektedir. Toplum içerisinde yeni alt birimler, yeni meslek grupları ortaya çıkmakta, bu birimler ve gruplar çeşitli işlevler açısından birbirleriyle ilişkiler kurmakta ve işbirliği yapmaktadırlar. Toplum içerisindeki farklı grupların hem işbirliği, hem de rekabet içerisinde olabilmesi, topluma çoğulcu nitelik kazandıran bir durumdur. Bu bağlamda farklı mesleklere sahip kişilerin çıkarlarını korumaya çalışan, mesleğin belirli normlar çerçevesinde yapılmasını sağlayan, tüketicilerin zarar görmesini engellemeye yönelik çalışmalar yapan meslek örgütleri Türkiye’deki demokratik yapının güçlenmesi toplumun çoğulcu bir nitelik kazanması açısından büyük bir önem taşımaktadır.277

Meslek örgütleri, Osmanlı Devleti’nde önemli işlevler üstlenmiş örgütlerdir. Ancak merkezi yönetim bu örgütleri sürekli denetim ve baskı altında tuttuğundan bunlar yönetimin politika ve uygulamalarını etkileyecek siyasi güç elde edememişlerdir. Cumhuriyet döneminde de güçlü merkezi otorite devam etmiş, tabu devlet anlayışı sürmüş olmasına rağmen gelinen noktada meslek örgütlerinin mesleğin ahlaki standartlarını gözetmenin, meslek içi eğitim sorunlarıyla uğraşmanın yanı sıra, üyelerini ilgilendiren konularda baskı yaparak hükümet politikalarını etkileyebilmektedirler. Günümüz Türkiye’sinde Barolar, Tabip Odaları, Mimarlar ve

276 Örs, M. Şakir, “Sivil Toplum Hareketi”, Yeni Asır, 18 Nisan 1998

277 Alkan, Türker, “Demokratik Kitle Meslek Örgütleri ve Çoğulcu Düşünce”, Demokratik Kitle-Meslek