• Sonuç bulunamadı

2.6.1. Cumhuriyet’ in İlanı Öncesi Toplumsal-Siyasal Hayat ve Sivil Toplum

II. Meşrutiyet dönemi, monarşi kurumu üzerine doğrudan etkili olmuş, monorşi sınırlanmakla kalmamış, kurum olarak hem varlığı hem de saygınlığı oldukça zarar görmüştür. Mutlak bir hükümdarın meşruti düzene dönmeye zorunlu bırakılması(1908) sonra milletin temsilcilerine tahtından indirilmesi(1909), yerine gelen hükümdarın silik bir kişilik sahibi olması ve padişahın ulusal kurtuluş hareketine karşı tavır alması olayları, saltanatın yıpranmasına neden olmuş ve yüzyıllardır süre gelen dokunulmazlık ve kutsallık niteliklerinin son bulması sonuçlarını ortaya çıkarmıştır. Cumhuriyetin ilanı sırasında ise kuvvetli bir direnme ile Genç Osmanlılar ile başlayan ve Jön Tükler (II. meşrutiyet) ittihat ve terakki çizgisini takip eden reform süreci içerisinde batılı bir ideoloji olan pozitivizm önem kazanmıştır. Pozitivist anlayışı, Jön Türk ideolojisinin kemalizm tarafından devraldığı düşünce mirasının en önemli öğesidir. 191

2.6.2. Cumhuriyet Döneminde Sivil Toplum

Genç Osmanlılar ile başlayan ve Jön Türkler (II. Meşrutiyet) ittihat ve terakki çizgisini takip eden reform süreci içerisinde batılı bir ideoloji olan pozitivizm önem kazanmıştır. Pozitivist anlayışı, Jön Türk ideolejisinin kemalizm tarafından devraldığı düşünce mirasının en önemli öğesidir. Kemalizmin hedefi olan “ muasır medeniyet”in temel öğeleri olarak karşımıza çıkan bilim ve teknoloji, pozitivist boyutuyla genel ve özel olmak üzere iki başlıkta toplayabileceğimiz sonuçları ortaya çıkmıştır. Osmanlı imparatorluğu’nun çöküşü, kurtuluş savaşı ve ardından kurulan cumhuriyet rejiminin tek parti yönetimi, merkezi devletin yapısını değiştirmemiş, 1920’lerin iktisadi yapısında ve iktisadi gelişme anlayışında değişmelerin ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Liberal ekonomiye dayalı bir gelişme modeli ve Lozan Antlaşmasının sonuçlarında olan gümrüklerin serbestliği, kapitalizmin ve bireysel ekonomik girişimin gelişmesine sebep olmuştur. Ulusal tercihler, yerli

girişimciler açısından teşvik sağlarken, gönüllü bireysel iktisadi hareketle ve buna bağlı olarak iktisadi hayat sivil toplumun yeniden şekillendirilmesinde önemli bir adım oluşmuştur.192

İttihat ve Terakki’nin 1913 yılından sonra mutlak iktidarı döneminde “milli ekonomi” politikası uygulaması ve Türklerin burjuvalaştırılması çabaları oldukça başarılı sonuçları vermiştir. 1917 yılına gelindiği zaman Türklerin hakim güç konumunda olduğu bir “milli ekonomi” ve yeni bir sınıf olarak “Türk burjuvazisi” doğmuş bulunmaktaydı. 1918-1921 yılları arasında sivil toplum kurumları, imparatorluktan ulus-devlete geçiş süreci içerisinde karşılıklı etkileşimde olmuşlardır. 1913-1918 yılları arasında ittihat ve terakki fırkası’nın, dernekleri kurulması ve işleyişini denetim altında tuttuğu, aynı zamanda da çok az sayıda dernek kuruluşuna izin verdiği görülmüştür. Var olan derneklerin denetimlerini de gerçekleştiren ittihat ve terakki fırkası, paramiliter bir dernekleşmeyi de teşvik etmiştir. Dünya Savaşı’nın çıkması da sivil toplum örgütlerinin kurulmasına ciddi bir darbe olmuştur. 193

1.Dünya Savaşı’nın ardından, Osmanlı Devleti’nin gerek toplum yapısı gerse siyasal yapısında büyük ve köklü değişimler yaşanmıştır. Ulusal devlet, ulusal toplum ve anavatan kavramları bu dönemde olgunlaşmış, ulusal ve bağımsız bir toplumun ve devletin kurulması zorunlu ortaya çıkmıştır. Mütareke dönemi olarak adlandırılan bu dönemde, şartlar yeni siyasal yapılanmalar da meydana getirmiştir. Mustafa Kemal’in önderliği öncesinde ve sonrasında, tamamıyla sivil toplum inisiyatiflerinden doğan, iktidar olma, devlet olma eğilimleri gösteren yerel kongre hareketleri, bu yoldaki ilk adımlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Kurtuluş Savaşı’nda sivil direniş merkezleri olarak karşımıza çıkan illerin, Osmanlı’nın gelişmiş kültür ve ticaret merkezleri olması dikkate alınması gereken bir noktadır. İzmir, Edirne, Ankara, Kastamonu, İskenderun, Erzincan, Trabzon gibi merkezler, ticaret

192 Özbudun, Ergun, Türkiye’de Sosyal Değişme ve Siyasal Katılma, A.Ü. Hukuk Fakültesi Yayınları,

Ankara, 1975, s. 37

193 Ahmad, Feroz, İttihatçılıktan Kemalizme, Çev: Fatmagül Berktay, 2. Baskı, Kaynak Yayınları, İstanbul,

bakımından gelişmiş olmalarının yanı sıra dernekleşmelerin de yoğun olduğu yerlerdir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda, 1918- 1922 yılları arasında faaliyet gösteren sivil toplum kurumlarının katkısı gözardı edilmemelidir. 1918 yılından itibaren toplanmaya başlayan yerel kongreleri, devletleşme çabalarının başlangıcı olarak kabul etmek yanlış olmayacaktır. dönemin olumsuz şartları Mustafa Kemal’in önderliğinde yerel örgütlenmelerin birleştirilerek bir güç haline getirilmesiyle aşılmıştır. 194

2.6.2.1. Tek Partili Dönemde Devlet-Sivil Toplum İlişkisi

Türkiye’de devlet geleneğinin oluşumu açısından tek parti dönemi önemli bir aşamadır. Geleneksel Osmanlı yapısından sonra modern bir toplum ve devlet yapısına geçiş ve bu amaca yönelik yeniliklerin yapıldığı bir dönemdir. Devletin meşrutiyet temelleri yeniden biçimlenirken toplumun devlet karşısındaki konumu ve devlet ile toplum arasındaki alanın özellikleri de değişiyordu. Osmanlı devletinden devralınan devlet nitelikleri 1921 tarihli teşkilat-ı esasiye kanunu ile bütünüyle değişmiştir. Meşruti sistemin yerini, bütün yetkilerini büyük millet meclisine veren halk egemenliğine dayalı cumhuriyet sistemi almıştır. Devlet-padişah anlayışı teşkilat-ı esasiye kanunu ile yerini devlet- ulus anlayışına bırakmıştır. 1924 Anayasası’nın getirdiği birtakım yenilikler sivil toplumun oluşması için gerekli olan zeminin hazırlanmasında önemli gelişmeler olmasına rağmen yeterli değildi. Demokratikleşme ve modernleşme çabaları sürekli olarak yasal düzenlemelerle sağlanmaya çalışmış, bu sürecin sonunda da sivil toplumdan çok, bürokratik toplum denilebilecek yeni bir modele varılmıştır.195

Devlet elitlerinin egemenliği altındaki tek partili yıllarda devlet-toplum ilişkisinin temel belirleyenleri; siyasal alanda tek parti yönetimi, ekonomik alanda devletçilik politikası, toplumsal alanda ise devam eden modernleşme sürecidir. Siyasal ve toplumsal alana yönelik düzenlemelere egemen olan ilke laiklikti. tek

partili döneme damgasını vuran CHP ve onun 1930’lardan başlayarak uyguladığı ekonomideki devletçilik politikasının birincil amacı; Osmanlıdan devralınan kozmopolit miras üzerine, ulus devletler çağına uyan yeni bir ulus devleti kurgulamaktı. Bu süreçte devlet, hem ulusal sermaye birikimini sağlayacak ulusal ekonomi politikalarını uygulama, hem de toplumsal çatışmaları kontrol altında tutma görevini büyük bir titizlikle yerine getirmiştir. Ulusal iktisat ideolojisi ile bir yandan devlet bürokrasisinin öncü rolü iktisadi alana yayılırken, diğer yandan milli burjuvazinin doğmasına yardım etmiştir.196

Tek partili dönemde sivil toplum-devlet ilişkisi açısından bakıldığında, 1924 Anayasası’nda, dernek kurma özgürlüğünün ancak kanun ile sınırlandırılabileceği belirtilirken, 1938 yılında cemiyetler kanunu ile dernek kurma izne bağlanmış, dernek kapatma yetkisi de yürütme organına verilmiştir.197 1925 yılında Şeyh Sait Ayaklanması’nın hemen ardından çıkarılan takrir-i sükun kanunu’na dayanarak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası bir dönüm noktasını oluşturmuş aynı zamanda da CHP’nin yirmi beş yıl sürecek olan otoriter yönetiminin de başlangıcı oluşmuştur. Aynı zamanda bu kanun ile basın ve düşünce özgürlüğüne de kısıtlama getirmiştir. Tevhid-i efkar, istiklal, tanin, vatan, aydınlık, orak-çekiç ve sebilurreşat gibi İstanbul kökenli gazeteler ve dergiler kapatılmıştır. Bu gelişmelerin sonucunda sivil toplumun gelişimi de sekteye uğramıştır.

Tek partili dönemde özellikle 1926 yılı sonrasında CHP’nin mutlak egemenliği sonrasında sivil toplum kurumlarının oluşturduğu özerk alanlar ortadan kalkmaya başlamıştır. Tek parti yönetimi, hukuki düzenlemelerle sivil toplum kurumlarına özerk alan bırakılma çalışılmıştır. Yine bu dönemde sivil toplum kurumlarının gelişiminde bir duraksama ve sayılarında düşme görülmüştür. Yapılan hukuki düzenlemeler ile meslek ve esnaf örgütleri denetim altına alınmıştır. Dini örgütlenmelerin ve tarikatların engellenmesi amacıyla tekke ve zaviyeler kapatılmıştır. Takrir-i Sükun Kanunu ile de sivil örgütlenme çalışmaları önemli bir darbe almıştır.198

196 Timur, Taner, Türk Devrimi ve Sonrası, 3. Baskı, İmge Kitabevi, Ankara, 1994, s. 24 197 Toksöz, Fikret, “Dernekler”, C. D. T. A, C:2, İletişim Yayınları, İstanbul, 1993, s. 1827 198 Alkan, a.g.e, s. 116

Cumhuriyet Halk Partisi’nin yönetime hakim olmasından sonra, dernekleşme oranında düşüş başlamıştır. Tek parti yönetimi kendisinin yan kuruluşu olmayan sivil toplum kurumlarının tasfiyesi yoluna gitmiştir. Osmanlıdan itibaren süregelen Türk ocakları, Türk kadınlar birliği ve mason derneği gibi dernekler tasfiye edilenlerden bazılarıdır.199

Kazancıgil’e göre 1946’ya kadar Kemalist rejimin temel direği olan milli burjuvazi yaklaşımı devlet seçkinlerinin sivil topluma egemen olmalarını öngörmekte, fakat aynı zamanda da diyalektik bir süreç içinde burjuvazinin de güçlenmesini içermekteydi. Devletin toplumu bu denli sarıp sarmaladığı bir ortamda sivil toplumun kendine doğal gelişme alanları yaratabildiğini ileri sürmek oldukça güçtür.200

Devlet-sivil toplum açısından dönemi değerlendirdiğimizde, 1924 Anayasasın da dernek kurmanın izne bağlanarak, dernek kapatma yetkisinin yürütme organına verildiğini görmektedir. Sendikalar konusunda da anayasa izin verici olmakla birlikte, 1936 tarihli iş kanunu uygulama alanına giren işyerlerinde grevi yasaklayıcı hükümler getirmiştir. Tek parti döneminin devlet-sivil toplum ilişkileri açısından temel belirleyen 1925’de patlak veren Şeyh Sait isyanı olmuştur.201

Türkiye’de sivil toplum, batılılaşma yöneticilere ait bir ideal olmuş, oluşumunun sağlanması için topluma özerklik verilmesi tehlikeli görülmüş, dolayısıyla sivil toplum yapıları kimsen yerleştirilebilmiştir. Sivil toplumdan çok bürokratik toplum olarak nitelendirilebilecek yeni bir toplum modeli ortaya çıkmıştır. Tek partili dönemdeki modernleşme çabaları, bu durumun nedeni olarak görülmüştür.202

Tek partili döneme bu açıdan bakılacak olursa, demokratikleşme ve sivil toplum çabalarının sonucunda ulaşılan Cumhuriyetin ilk dönemi olduğu, daha sonraları çok partili dönemin sivil ve siyasal yapısının hazırlayıcısı olduğu söylenebilir.203

199 Çaha, Aşkın Devletten Sivil Topluma, a.g.e, s. 202 200 Kazancıgil, a.g.m, s. 183

201 Tanör, a.g.e, s. 244

202 Belge, Murat, “Sivil Toplum ve Türkiye”, C. D. T. A, C:7, İletişim Yayınları, İstanbul, 1986, s. 1320 203 Tosun, G. Erdoğan, Devlet Sivil Toplum İlişkisi, Afa Yayınları, İstanbul, 2001, s. 268

Tek parti döneminin özellikle ilk on yılı içerisinde ekonomik, kültürel, ideolojik, toplumsal ve siyasal boyutta yeniden yaratılan toplumun yeni görüntüsüne ve kalıbına alışabilmesi, uyum sağlaması sancılı olmuştur. Küçükömer’e göre, Türkiye’nin modernleşme tarihi boyunca bürokrasinin batılılaşma ve sivil toplum yaratma yönündeki çabaları “yerli üretim tarzından kopuk yada onla bütünleşemeyen sözde kültür devrimi” olarak kalmıştır. Toplumsal muhalefetin daha çok islami bir görünümde ortaya çıkması aldatıcı olup arakasındaki bu gerçeğe eğilmek gerekmektedir.204 Bu üstten ve toptan yenilenme nedeniyledir ki, sivil toplum “batılılaşmacı yönetici kadroların ideali olmakla birlikte, onun ortaya çıkması için topluma verilmesi gereken özerklikte tehlikeli görülmüş ve sonuç olarak sivil toplum yapıları Türkiye de ancak kısmen yerleşebilmiştir.205

2.6.2.2. Çok Partili Dönem

1946 ve sonrası dönem, Tanzimat, birinci ve ikinci meşrutiyet ve tek partili dönemde temelleri atılan demokrasinin ve sivil toplumun yeniden biçimlenmeye başladığı bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. 1939’da devlet tarafından kurulan basın birliği, 1946’da dağılmış, gazeteciler cemiyeti kurulmaya başlamıştır. Devlet, basının kamuoyu oluşturma işlevi üzerindeki baskısını kaldırdıkça sağ, sol ve liberal eğilimler tekrar güçlenerek, partileşme başlamıştır. Çok partili dönem ile birlikte sivil toplum açısından da yeni bir dönem başlamıştır. Demokrat Partinin iktidara gelmesiyle birlikte tek parti döneminde yasak getirilen sivil toplum unsurları tekrar ortaya çıkmaya başlamıştır. Tekrar ortaya çıkan sivil toplum unsurlarının ardından öncelikle dini gruplar, işveren kesimi, işçi sendikaları, köylü grupları ve medya gelmekteydi.206 Tek parti döneminde sivil toplum alanının göstergesi laiklik iken , çok partili dönemde anti-komünizimdir.

İkinci dünya savaşı sonrası uluslararası ortamın da etkisiyle “tek partinin baskı ve yetersizliklerinden bunalmış bulunan Türkiye’de demokratikleşmeyi ve sivil toplum arayışlarını birdenbire yepyeni boyutlara ulaştıran muhalefet, basının nitelik

204 Küçükömer, a.g.e, s. 249 205 Belge, a.g.m, s. 1920

ve nicelikçe hızla gelişmesine yol açmıştır. 1946 sonrası dönem, Tanzimat, meşrutiyet ve tek partili dönemde tohumları atılan ancak yeterince gelişemeyen demokrasinin sivil toplumun yeni bir formasyonla biçim kazanmaya başladığı dönemdir.207

1946-1950 yılları arasısında, tek partili dönemden, çok partili döneme geçiş sürecinde dernekleşme oranında oldukça büyük bir artış görülür. 1948 yılında İstanbul’daki dernekleşme, Türkiye genelindeki dernekleşmeden oldukça farklı bir görüntü sergilemektedir. Çok partili döneme geçildikten sonra İkinci Cemiyetler Kanunu’nun yürürlüğe konması ve 1950’de iktidar değişikliği sonucunda, daha özgür bir ortamın oluşması Türkiye genelinde de dernekleşmelerin hızlanmasını sağlanmıştır.208

Sendikalarda, dernekleşmede olduğu gibi bir gelişme gösterir. Çok partili hayata geçiş ile beraber sendika üyesi olan işçi sayısında fark edilir bir artış olmuştur. 14 mayıs 1950 seçimlerinden sonra demokrat parti ezici bir üstünlükle, on yıl sürecek iktidara sahip olmuştur. Demokrat parti, iktidarını ilk yıllarında egemen olan özgürlük ve serbestlik havası yerini, ekonominin kötüye gitmesiyle beraber, muhalefetin yasal veya idari yöntemlerle susturulması için çabalar aramaya bırakmıştır. Siyasal partililer, basın, sendikalar, üniversiteler v.b yasal yollarla baskı altına alınmaya çalışılmıştır.209

Demokratik parti, kendisine karşı yürüten her türlü muhalefeti kontrol altında tutmak, muhalefetin faaliyetlerin hakkında bilgi sahibi olmak için “tahkikat komisyonları” kurmuştur. Tamamı demokrat partililerden oluşan bu komisyon, meclisin ve mahkemelerin yetkililerin geride bırakan ve bizzat anayasanın ihlali olan olağanüstü bir yetki verilmişti.210

207 Gevgilili, a.g.m, s. 220 208 Yücekök, Ahmet, a.g.e, s. 181 209 Arslanel, a.g.e, s. 123

1954-60 arası yaşanan ekonomik sıkıntıların aşılamaması üstelik bunların siyasal krizi beslemesi sonucunda devletin sivil toplum üzerindeki denetimini arttırarak haklar alanında bir takım kısıtlamalara gittiği görülmektedir.211

Çok partili hayata geçiş toplumsal yapının değişmesinde ve sivil toplumun gelişmesinde etkili olmuştur. Ancak, demokrat parti döneminin en önemli sorunu hoşgörü eksikliği olmuştur. Demokrasi, çoğulcu bir yöntem olarak değil, parlamento çoğunluğuna sahip olanın istediğini yapabileceği şeklinde algılanmıştır. Dolayısıyla da çok partili hayata geçişte amaçlanan, demokratik ortam yaratılması gerçekleştirilememiştir. 1924 Anayasası’nı merkeziyetçiliğe neden oluyor diye eleştiren demokrat parti, iktidara gelince, 1924 Anayasası’nın merkezi otoriteyi güçlendirmeye yönelik maddeleri kendi çıkarlarına göre kullanmışlardır.212

Kentlerin gecekondu aracılığıyla büyümesi sonucunda, kentlerde merkez ve çevre kültürünün çatışması Türkiye de kendine has bir sivil toplumun oluşmasında önemli bir aşamadır. Batı’da sivil toplum, kentli medeni hayatın esas belirleyicisi iken ülkemizde sivil toplum kentlerin biraz köyleşmesi, köylülerin ise kentleşmemesinden etkilenmiştir.213

2.6.2.3. 1961 Anayasası ve Sivil Toplum

1961 Anayasasının yapımına belirli ölçülerde de olsa sivil katılımın sağlandığı söylenebilir. Yeni anayasa ile bir önceki dönemi niteleyen, çoğunluk diktasını engellemek, yürütmenin dengelenmesini eylem ve işlemlerin denetlenmesini sağlamak için çift meclisli bir parlamento ile “yasama ve yürütmeden bağımsız bir yargı ve anayasa mahkemesi oluşturuldu”. Üniversiteler ve kitle iletişim kurumlarına sağlanan özerklik, özgürlüklerin alanının genişletilmesi ve anayasal güvenceye kavuşturulması

211 Tosun, a.g.e, s. 274 212 Arslanel, a.g.e, s. 123 213 Tosun, a.g.e, s. 275

devlet ile sivil toplum arasındaki ilişkinin demokratik bir temele oturtulması açısından önemli bir gelişmedir.214

Sivil toplumun unsurlarının bu dönemde devletle olan ilişkilerini genel olarak değerlendirdiğimizde, 1961 sonrasının “düzen” anlayışı Türkiye de sorunların ancak bir “yeniden bürokratikleşmeyle” çözülebileceğine dayanıyordu. Bu yaklaşımın doğal sonucu devletin daha da bürokratikleşmesi ve merkezileşmesi olmuştur. Özellikle 1970’lerdeki dünya ekonomik krizinin etkisi ve ithal ikameci sanayileşme politikalarının sürdürülebilir ekonomik gelişmeyi sağlayamaması nedeniyle girilen ekonomik kriz, dünya konjonktüründeki çift kutuplu yapının siyasal alana yansımasıyla artan sol-sağ kutuplaşması ve tırmanan siyasal şiddet 12 mart muhtırasına giden yolu açmıştır. Muhtıranın ardından yapılan anayasa değişiklikleri ile sendikaların, basın kuruluşlarının özerkliklerinin sınırlandırılması, TRT’nin ve üniversitelerin özerkliğinin kaldırılması yönündeki yasal düzenlemeler sivil toplumu zayıflatıcı, toplumu demokrasinin sivil özünden uzaklaştırıcı niteliktedir.215

214 Kalaycıoğlu, “Sivil Toplum ve Neopatrimonyal Siyaset”, a.g.m, s. 119 215 Ahmad, Modern Türkiyenin, a.g.e, s. 219