• Sonuç bulunamadı

2.4 SİVİL TOPLUM AÇISINDAN GELENEKSEL YAPININ DEĞERLENDİRİLMESİ Osmanlı’nın siyasi geleneği, daha önce de belirtildiği üzere, iktisadi ve sosyal

tüm unsurların merkezi idare tarafından zapturapt altına alındığı patrimonyal bir nitelik arz ediyordu. Dinin, ekonominin, toplumsal yaşantının devletin bizatihi kendisinden ayrı hiçbir özel alanı olmadığı gibi, tüm bu unsurlar devletin doğrudan ya da dolaylı denetimine tabiiydi. böyle bir yapılanma içerisinde, devletten ayrı ve ona karşı kendini ifade edebilecek ve dizginleyici bir rol üstlenebilecek bir toplumsal yapılanmaya yer yoktu. Ancak yine de, bağımlı da olsa Osmanlı’ da ki bazı toplumsal unsurların, zorlama dahi olsa, potansiyel sivil toplum unsurları olabileceği belirtilmektedir.138

Nispeten özerk ve çoğulcu yapısıyla “ millet sisteminin”, bir nevi “tüketiciyi koruma derneği” gibi çalışan yapısıyla “loncaların” ve dinin şemsiyesi altında olan ve çoğu zaman devletle olan karşıtlıkları esasında ele alınan “tarikatların” bu tür unsurlar olabileceği ve devletin karşısında görece özerk bir sahalarının mevcut olduğu öne sürülmektedir. Batılı sivil toplum unsurlarının ortaya çıkışı, çeşitli siyasal, ekonomik ya da toplumsal hak ve hürriyetler etrafında kişilerin devlete karşı bir araya gelmesi esasında ortaya çıkmış ve devlet bunun sonucunda kendi tahakkümü altındaki kamusal alanı bu unsurlara terk etmek zorunda kalmıştır. Yani, sivil

toplumun devletten ayrı, özerk bir sahasının varolabilmesi, batı’ da tamamıyla çıplak “bireyin” elde ettiği hak ve özgürlüklerle şekillenmiştir.139

Osmanlı’ da, lonca ve tarikat gibi unsurlar devletin taşradaki birer sacayağı konumundadırlar ve sistemin meşrutiyetini tabana yayan birer mekanizma gibi hareket etmektedirler. Devlet ile toplum arasında tampon yapı işlevi gören tarikatlar, bir yandan halkı kendilerine bağlayarak toplumsallaştırıcı bir ajan rolü üstlenirken, diğer yandan resmi kuruluşlarla da bağlantıyı sağlamaktadırlar.140 Metin Heper’e göre ne Osmanlı’da ne de cumhuriyet döneminde gerçek anlamda bir orta sınıf yoktur. Gerek Osmanlı Devleti’nde gerekse Cumhuriyet Türkiye’sinde şehirler Batı’da olduğu gibi gelişmemiştir. Zaten batı toplumsal federasyonu ile doğu toplumsal formasyonu arasındaki temel farklılık doğu toplumlarında özerk sivil toplumun, burjuvazinin bağımsız şehirlerin,özel toprak mülkiyetinin bulunmaması şeklinde ifade edilebilmektedir.141

Osmanlı Devleti’nin oluşturduğu patrimonyal yönetim anlayışı ve halkın konumu bu dönemde sivil toplum kurumlarının potansiyel olarak var olmasına rağmen faaliyete geçmemesine sebebiyet vermiştir. Mahçupyan, bu unsuru şu şekilde değerlendirmektedir: “Osmanlı toplum yapısının temel taşlarını oluşturan milletler, vakıflar ve loncalar, tarikatlar hep aynı temel mantığa uygun konumlara sahiptirler. Millet ve lonca sistemi devlet mekanizmasının doğal bir uzantısı olarak işlev görürken vakıflar ve tarikatlar daha özgür olmuş ve kendi özgürlük alanlarını kamu sahasına doğru genişletmişlerdir. Devlet bu kurumları gücü yettiğince denetlemiş ve esas olarak toplumun yönetiminde bir araç olarak kullanılmıştır. Diğer bir deyişle Osmanlı nizamında bir sivil toplum geleneği olmasa da, sistemin doğal parçaları olarak sivil toplum kurumları mevcuttur. Ne var ki bu kurumlar devletin karşısında değil, yanında yer alırlar…”142

Osmanlı Devleti’nde sivil toplumun mevcut olmadığını savunan görüşlere itiraz edenlerin sayısı az değildir. Bu itirazlardan biri de Reşat Kasaba’dan gelmektedir. Reşat Kasaba’ya göre Osmanlı Devleti’nde devletin alanı dışında çok güçlü sivil toplum

139 Yerasimos, Stefanos, “Sivil Toplum Avrupa ve Türkiye”, Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik,

İletişim Yaınları, İstanbul, 2001, s. 16

140 Küçük, Hülya,“Osmanlılarda Tarikatların Fonksiyonları”,Türkiye Günlüğü,S:45,Mart-Nisan 1997,s.81 141 Heper, Metin, “Osmanlı Siyasal Hayatında Merkez-Kenar İlişkisi”,Toplum ve Bilim,S:9-10,1980,s. 99 142 Mahçupyan, a.g.e, s. 132

unsurları vardır. Fakat bu gruplar; devletle toplum arasında bulunan ayrılıklar, toplumsal güçlerin birlikte hareket etmesi için yeterince ortak nedenlerin olmaması ve yerelliğin baskın olması gibi üç nedenden ötürü sessiz kalmıştır.143 “Sivil toplum”geleneği yani toplum devlet mücadelesi yaşamamış toplumlarda sivil toplumunda da olmadığına yönelik kanı günlük dile yerleşmiş durumdadır. Osmanlı toplumu , Batı’da olduğu gibi,devlet ile karşı karşıya gelme ihtiyacı duymamıştır. Farklı toplumsal yapılarda sivil toplum kurumları ve hareketleri farklı işlevler görmüş ve toplumsal zihniyete bağlı olarak değişik performanslar çizmiştir. Bu nedenle Osmanlı devleti kendi toplumsal,kültürel ve siyasi yapısına uygun bir sivil toplum anlayışını yaşamıştır.

2.4.1. Osmanlı Devleti’nde Devlet ve Birey

Osmanlı imparatorluğunda devletin görevleri, etkinlikleri, egemenlik alanları birey ve gruplar( ekonomik, siyasi ve dini) karşısındaki konumu ve yine bireylerin özgürlük alanı gibi konular incelendiğinde ortaya çıkan tablo Osmanlı imparatorluğunu tahlil etmeyi sağlar. Osmanlı imparatorluğunda devletin belli başlı üç görevi vardır.144

1-Savunma, ordu ile ilgili görev; İmparatorluğun eyaletlerini ve onların mal varlıklarını korumak,

2-Emniyet; İç barışı korumak, vergileri toplamak ve değişik ihtiyaçlara göre dağıtmak,

3-Adalet; Kişiler arasındaki anlaşmazlıklarda adaleti sağlamak, hukuk sistemini düzenlemek.

Osmanlı bu üç görev dışın da, sağlık ve eğitim gibi herkesi ilgilendiren konuları kişiler ve gruplara bırakmıştır. Herkesi ilgilendiren eğitim gibi bir konunun kişi ve gruplara bırakılması altı çizilmesi gereken bir olgudur. Herkese

143 Usul, A.Resul, “Sivil Toplum, Oryantalizm, Demokrasi ve Osmanlı-Eleştirel Bir Yaklaşım”, Türkiye

Günlüğü, S:47, Eylül-Ekim, 1997, s.

kendi ana dili ile eğitim yapmakta, eğitim türünü seçmekte serbesttir. Bu alan devletin müdahale etmediği bir alandır. Devlet idaresinin ana prensibi tanrı emaneti olarak görülen reaya (tebaa-halk)’ refahını sağlamak ve ülkeyi bayındır hale getirmektedir. Osmanlı imparatorluğunda toplum düzenini sağlayan iki hukuk düzeninden söz edilir. bunlardan birincisi şer’i hukuk ( islam hukuku) diğeri de milli – örfi denilebilecek hukuk sistemidir, padişahın koyduğu kurallardır.145 Osmanlı sultanının temsil ettiği devlet bütün tebaanın devletidir. Çok uluslu çok dinli ve tek bir dinin bir toplum olan Osmanlı imparatorluğunda tek bir dinin insanlara zor kullanarak öğretilmediği görülür. Bireyler bu alanda devletin müdahalesinin dışındadırlar. devlet gelenek ve göreneklere en küçük bir ölçüde karışır. Osmanlı devletinde insana, onun hak ve hürriyetlerine saygı, diğer çağdaşı olan devletlerle mukayese edilmeyecek derecede mükemmeldir.

2.4.2. Osmanlı Devleti’nde Devlet-Toplum İlişkisi

Osmanlı Devleti’nde, devletle bireyler arasında aracılık yapan bir bireyi devlet otoritesinden koruyan ikincil nitelikli özerk organizasyonların bulunmadığı görüşü tutarlı gözükmemektedir. Batıda olduğu gibi bağımsız şehirler, tüzel kişiler yoktu. Ama bunların işlevlerini gören farklı organizasyonların bulunduğu söylenebilir. Mesela “ulema”sınıfının, “lonca”ların bu tür işlevler gördüğü açıktır. Ulema, genelde devletin hiyerarşik yapısı içinde görevli “medreseliler”den oluşuyordu.146

Osmanlı hukukunda dini hüviyetli kurumların, özellikle-konumuzla bağlantılı olan “vakıflar”ın, birer korporatif varlık olarak, belirgin ölçüde özerki de barındıran bir kimliklerinin bulunuşu; daha kısmi olmak üzere, bir yanda Osmanlı, Batı ve Arap yörelerinde bulunan şehirlerin farklı yapılarında taşıdıkları esneklik dolaysıyla,diğer yörelerindekilere oranla,buralarda “şehir hürriyetleri”nin görünür varlığı;diğer yanda ise, esnaf loncaları ve köy idareleri ile göçebe aşiretlerin düzeninde belli ölçüde merkezden bağımsızlığın veya devletin alanı dışında yetki kullanımının mevcut oluşu. İşte bu ilk anda seçebildiğimiz unsurları, kavramsal pencerenin çerçevesi içinde bir yerlere işaret etmesi

145 Erdem, a.g.e, s. 69

dolaysıyla, Osmanlı’da “sivil toplum nüveleri” olarak tanımlamamız pekala mümkündür.147

2.4.2.1. Loncalar

Esnaf birlikleri olarak adlandırılan loncaların temel varlık nedeni; yönetici kurumlarla kasaba halkı arasında idari bir kanal olması, yöneticilerin bu kesimi kontrol ve gözetleme aracı olarak hizmet görmesiydi. Devlet, hisba görevinin aracı haline getirdiği loncalar vasıtasıyla fiyatları ve malların kalitesini kontrol ediyordu. Toprak sistemi tarımsal üretim üzerinde devletin denetleme aracı iken, ticaret üzerindeki denetimini loncalar aracılığıyla sağlıyordu. Bu işlevleriyle yarı resmi örgüt görünümü alan loncalarda rekabet ve hammadde spekülasyonu yasaktı. 148

Osmanlı İmparatorluğu’nda esnaf ve sanatkar kuruluşları XVII’nci yüzyılın sonlarına doğru çok yaygınlaşmıştır. Bu kuruluşlar Osmanlı İmparatorluğu’nun şehirleriyle, Ortadoğu’nun diğer kentlerinde özellikle XVII’nci yüzyıl boyunca ve hatta bir dereceye kadar çöküş dönemi olan XIX. yüzyılın sonu ve XX. yüzyılın başına kadar ekonomik ve sosyal hayatta önemli rol oynamıştır.149

Loncaların Osmanlı toplumsal yapısı içinde ayrı bir yeri vardır. birer sivil toplum potansiyeli olarak loncaların değerlendirilmesinde iki farklı yaklaşım dikkati çekmektedir. ilk yaklaşım taraftarları loncaların devletten özerk olmadıklarını aksine devletin ekonominin ticaret kesimi üzerindeki denetleme ve kontrol araçlarından biri olageldiğini savunur. Esnaf birlikleri olarak loncaların temel varlık nedeni; yönetici kurumlarla kasaba halkı arasında idari bir kanal olması, yöneticilerin bu kesimi kontrol ve gözetleme aracı olarak hizmet görmesiydi. devlet hisba görevinin aracı haline getirdiği loncalar vasıtasıyla fiyatları ve malların kalitesini kontrol ediyordu.

147 Karaman, M.Lütfullah, “Osmanlı Düzeni/Toplumunu Sivil Toplum Penceresinden Görmek”, Yeni

Türkiye Dergisi, S:31, 1999, s. 531

148 Baer, Gabriel, “Ottoman Guild A Reassessment”, Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi (1071-1920),

Der; Osman Okyar, Halil İnalcık, Meteksan Ltd. Şti., Ankara, 1980, s. 98

toprak sistemi, tarımsal üretim üzerinde devletin denetleme aracı iken, ticaret üzerindeki denetimini loncalar aracılığıyla yapıyordu.150

İkinci yaklaşımın öncüsü inalcık’a göre, Osmanlı devletinin loncalar üzerindeki denetim gücü tartışmalıdır, çünkü loncalar genelde özerkliklerini korumayı başarmışlardır. sultan’ın loncalar üzerinde doğrudan bir yetkisi görülmemekle birlikte, loncalar ahilik denilen kardeşlik ve meslek ahlakı sistemi kanalıyla ve dinsel tarikatlardan biri veya diğerleri ile ilişkiye girerek de manevi itibar kazanmaktaydı.151

Çaha ise, ahilik geleneğiyle bütünleşmiş, cezai kuralları belirleme ve uygulama yetkisine sahip belli bir heyet tarafından yönetilen, kendi kethüdalarını seçebilen loncaları, bu özellikler baz alındığında önemli ve yaygın bir sivil kuruluş olarak düşünmenin mümkün olduğunu belirtir. Ancak, merkezi yönetimle hiyerarşik ilişkileri “merkezi yönetimin Anadolu’daki saçayakları” olması, zanaatkar üye tarafından seçilen kethüdaların “tescilinin tümüyle merkezi idarenin berat-ı şerifine” bağlı olması dikkate alındığında, loncaların bir yüzünün sivil topluma dönük iken ağırlıkta olan diğer yüzünün devlete dönük olduğunu ileri sürer.152 Loncalar esnafla merkezi yönetim arasında önemli bir köprü görevi üstlenmiş durumdaydılar. Anadolu’da üretim ve pazarlama ortaklığını teşvik edici kurumlar olarak ortaya çıktılar. Zamanla üretim kalitesini yükseltme, kalifiye eleman yetiştirme, yetişen elemanlara ustalık belgesi verme, iş ve ticaret ahlakını geliştirme ve denetleme, işçileri koruma ve üretimi en ucuz yoldan tüketiciye ulaştırma gibi görevleri üstlendiler.153

İlk bakışta birer sivil toplum unsuru görüntüsü veren loncalar, işleyişte sultan’ın güçlü ve zayıf olmasına bağlı olarak bu görüntüden uzaklaşabilmekte, ya da yakınlaşabilmektedir. Birer meslek birliği olarak düşünüldüğünde, lonca içinde rekabete, pazarlığa izin verilmemesi, üretim, fiyat, kar gibi ticari faaliyetin özüne

150 Baer,,a.g.m, s. 98

151 İnalcık, Halil, “Sultanizm Üzerine Yorumlar: Max Weber’in Osmanlı Siyasal Sistemi Tiplemesi”, Çev:

Kemal A.Akagündüz, Toplum ve Ekonomi, S:7, Ekim 1994, s. 19

152 Çaha, Osmanlı’da Sivil Toplum, a.g.m, s. 91 153 a.g.m, s. 163

yönelik unsurların devlet tarafından (narh müessesesi yoluyla) belirlenmesi loncaların tam özerkliklerinin önündeki engellerdir.154

Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan sosyal güvenlik sisteminin kendi kendine yardım düzeni, lonca veya esnaf kuruluşları içerisinde İslami kaidelere de uygun olarak Osmanlı devletinde de uygulanmıştır. Loncalardan önce de örgütlenme tipleri vardı. ancak bunlar tarikatlarla iç içe dinsel bir yapı içermekteydiler. daha sonra değişen şartlar ve Müslüman olmayanların da dahil olmasını sağlamak amacıyla loncaların kurulmaya başlandığı görülmektedir. Loncaların önemli bir özelliği din farkı gözetilmeksizin bütün esnafa açık olmasıdır.155

2.4.2.2. Vakıflar

“Vakıf” Arapça kökenli bir kelimedir. Sözlük anlamı “ terk etmek, durdurmak. terk veya tahsiste bulunmak manalarına gelmektedir”. Vakıfların kuruluşu islâm hukukuna dayanmaktadır. Kuran’da açıkça “ vakıf” veya aynı anlama gelen “habs” kelimeleri geçmemekle beraber, islâm hukukçuları ve bazı batılı ilim adamları vakfın kaynağının doğrudan doğruya islâm prensiplerine dayandığını vurgulamışlardır.156

Osmanlı’ da çok yaygın olan vakıfların yöneticileri ulemaydı. Öte yandan sultanlar da vakıfların yapımına önemli ölçüde katkıda bulunmuşlardır. Dini kurumlar olan camiler, mescitler önemli ölçüde sultan ve yakınları tarafından finanse edilerek bunlarla devlet arasındaki bağ güçlendirilmiştir.157 Günümüzde ise vakıflar genelde topluma hizmet vermek amacıyla kar amacı gütmeden ve Türk medeni kanununa göre kurulan, bireylere ekonomik ve sosyal alanlarda yardım etmeyi amaçlayan gönüllü kuruluşlardır. Yasal olarak tüzel kişiliklere sahip olan vakıflarda mal varlığının belirli amaca yönelik olarak sürekli ayrılmış olması gerekmektedir. vakıflar

154 Tosun, a.g.e, s. 214

155 Erdoğan, Selami, a.g.e, s. 36

156 Gönencan, Zahit, “Osmanlı Döneminde Sosyal Güvenlik Sistemleri”, Yeni Türkiye Dergisi, S:32, 1999,

s. 596

genelde mal varlığı, süreklilik, kar amacı gütmemek ve kamu yararına çalışmak gibi dört temel ilkeye sahiptir. Vakıflar özel sektöre ait olabileceği gibi kamu sektörüne de ait olabilmektedir.158

Çalışma barışının sağlanmasından, tüm sosyal hizmetlerin toplumun tabanına yayılmasına kadar, sosyal siyasetçilerin ilgi alanına giren her konuda, diğer sosyal siyaset kuruluşlarından farklı olarak, kendine has bir statüsü ve manevi ağırlığı bulunan bir sosyal siyaset kuruluşu olan vakıfların, en önemli hizmetlerinden birisi de toplumda ihtiyaç duyan fertlerin tümüne, herhangi bir maddi karşılık beklemeksizin sağladığı sosyal güvenlik hizmetleridir. Öte yandan bazı batı ülkeleri ve ABD’ de hemen hemen tüm eğitim ve sağlık hizmetlerini, vakıf orijinli olduğunu söyledikleri “ foundation” larla yürütmeye çalışmakta ve bu uygulamalardan çok başarılı sonuçlar almaktadırlar.159

2.4.2.3. Tarikatlar

Osmanlı geleneğinde halkı kuşatıcı kültür sistemi olan din, hiçbir zaman devleti frenleyici ve devlet alanının dışında bir kurum olmadı. aksine devletin himayeci kanatları altında ve özünde devleti destekleyici bir sivil kültür kodu teşkil etti. Ancak din kurumuna sivil toplum unsuru olma potansiyelini kazandıran kaynak, Osmanlı toplumundaki ikili hukuk yapısıdır. Osmanlının ilk kuruluş yıllarından başlayarak tarikatlar yeni fethedilen topraklardaki ahalinin islamileştirilmesi ve sempatilerinin kazanılması, gazalara kitle desteğinin sağlanması açısından etkili olmuşlardır. İslam toplumlarının gerçek anlamda sivil dini örgütleri diyebileceğimiz tarikatlar en güçlü siyasi liderleri bile zaman zaman etkileyip yönlendirebildikleri halde, sürekli olarak devletin resmi bürokratik örgütlenmesi dışında kalmışlardır.160 Tarikatların yeri konusunda bir kısım yazar, devletten özerk olduklarını savunurken, bazı yazarlar tarikatlar ve tekkelerin devletin içinde yer aldığını, başka müesseselere göre zaman zaman bazı imtiyazlara sahip gibi görünüyor olsalar da

158 TÜGİAD, a.g.e, s. 50

159 Gözübenli, Beşir, “Sosyal Güvenlik Müessesesi Olarak Vakıflar”, UGM Yayınları, Toplumun Eğitimi ve

Korunmasında Vakıfların Rolü Semineri, Ankara, 5-6 aralık 1994, s. 77

genel olarak idarenin gözetiminde bulunduklarını ileri sürmektedirler.161 Devlet ile toplum arasında bugünkü anlamda ikincil grupların 8dernekler, baskı grupları, sendikalar vb.) yokluğu nedeniyle doğan boşluğu doğu toplumlarında ümmet yapısı ve tarikatlar doldurmuştur. Devlet ile toplum arasındaki tampon yapı işlevi gören tarikatlar bir yandan halkı kendilerine bağlayarak toplumsallaştırıcı bir ajan rolü üstlenirken, diğer yandan resmi kuruluşlarla da bağlantıyı sağlıyordu. Bu bağlantıyı sağladıkları oranda da “bir sosyal seyyaliyet kanalı fonksiyonu görmüşlerdir”.162

Batı’daki sivil toplum unsurlarının geliştirdikleri öznel içsel dinamikler açısından bakıldığında tarikatların tam bir sivil topluma özgü nitelik taşımadığı görülmektedir. Bunlar kişiye bağlı olduğu grup dolayımından varlık kazandıran, bireysel etkinliği öne çıkarmayan hatta bireyin kendini “birey” olarak yok sayan gruplardı. girilen tarikat içinde şeyhe veya tarikat önderine itaat, diğer sivil ve resmi kurumlarda görmeye alıştığımız itaat ölçüsünden çok farklı tarzda derin bir teslimiyet ve her türlü şüpheden arınmış bir bağlılık olarak değerlendirilmektedir.163 Osmanlı İmparatorluğunda hem devlet, hem de yerel düzeydeki dini örgütlenmenin devletin idari yapısına bağlı olması nedeniyle devlet bürokrasisinin bir parçasıydı. Bu gelişimi Batı’dakinden farklı bir çizgiye bağlayan Hatemi’ye göre, Batı da Hıristiyanlık güçlü bir roma Devleti ile karşılaşıp ayrı bir cemaat biçiminde örgütlenme yolunu tutmuş, İslam ise doğrudan doğruya devleti kurma yoluna girmiştir. İslam aleminde devletten ayrı ve tarikatların üzerinde bir müminler topluluğu kişiliği olmamıştır. Buna bağlı olarak da imparatorluğun güçlü olduğu dönemlerde dinin işlevi, devlet karşısında kendisine özerk bir yer edinmekten ziyade, toplumun tüm kurumlarıyla elbirliği içinde güçlü bir devleti kurmak ve yaşatmak yönündedir. 164

İmparatorluktan Cumhuriyete geçişte din ikili bir işlev üstlenmiştir. Yöneticiler için alt sınıfla bağlantı, yönetilenler için idare şekline bir alternatif ve memur

161 Kara, Mustafa, Tekkeler ve Zaviyeler, 3. Baskı, İstanbul, 1990, s. 404

162 Mardin, Şerif, Din ve İdeoloji-Toplu Eserler 2, 3. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 1991, s. 57 163 Alkan, A.Turan, “Hürriyet ve Akıl Kavramları Etrafında Tarikat Vakıasına Yeniden Bakmak”, Türkiye

Günlüğü, S:45, 1997, s. 13

164 Hatemi, Hüseyn, “Tanzimat ve Meşrutiyet Dönemlerinde Derneklerin Gelişimi”, Tanzimat’tan

sınıfına karşı bir tampon olmak. Bu bağlamda Osmanlı İmparatorluğunda dinin hem yönetenler, hem de yönetilenler düzeyinde potansiyel bir sivil toplum alanından çok, ideolojik bir araç olarak algılandığı zamana ve koşullara göre farklı içerikler kazandığı söylenebilir. Kimi zaman protestoları emerek, bütünleştirici, dengeleyici bir işlev, kimi zaman ise bu protestoları örgütleyecek bir platform işlevi görmüştür. 165

2.4.2.4. Bürokrasi

Şerif Mardin’ e göre Osmanlı’ da “ patrimonyal bürokrasi” vardır. O’na göre Osmanlı patrimonyalizm’i çok etkili bir silah bir örgütleme türüdür. Patrimonyal yönetimlerde meşruiyeti hükümdar temsil eder. Hükümdar otoritesini, ülke düzeyine dağılmış oldukça özerk bir feodal sınıf yoluyla değil, gelecekleri kendine bağlı “patrimonyal bürokrat sınıf aracılığıyla yapar. Patrimonyal yönetim, herhangi bir kümelen meye göz yumduğu anda kolayca yara alabileceği için, çabalarını topluluk üstündeki denetimini korumaya çevirmiştir. Rejimin parolası, sosyal hareketleri denetim altında tutmak, sosyal kümeleri izlemek ve topluluğa sürekli olarak düzen vermeye çalışmaktadır...” Osmanlı bürokrasisi, başlangıçta çok sade bir görünüm arz etmektedir.166 Geleneksel Osmanlı kamu bürokrasisi Tanzimatla birlikte köklü değişikliklere uğramış ve yeni bir yapılanmaya gidilmiştir.

2.4.2.5. Ayân

Ayânlık dönemi Osmanlı devleti tarihinin önemli dönemlerinden biridir âyân bir şehir kasaba zümre ve dönem içindeki ileri gelen kimse anlamındadır. 167 Ayânlık dönemini başlatan en önemli sebeplerin başında merkezi yönetimin taşradaki gücünü önemli ölçüde kaybetmesi gelmektedir. İşte bu sebepten dolayı Anadolu ve

Rumeli de ayanlık giderek yaygınlaşmaya ve güçlenmeye başlamıştı. Kongar’a göre Osmanlı devletindeki ara sınıflardan biride âyanlardır ayan da çeşitli

165 Mardin, Şerif, Türkiye’de Din ve Siyaset-Makaleler 3, İletişim Yayınları, İstanbul, 1991, s. 158 166 Eryılmaz, Bilal, Osmanlı Devletinde Gayrimüslim Tebanın Yönetimi, Risale Yayınları, İstanbul, 1990,

s. 225

gruplardan oluşuyordu. İlk alt grup yerel liderler ve toprak ağalarıydı. Bunlar pek çok yerde yerel yönetimin de temsilcisi durumundaydılar ve sık sık merkezi iktidarın temsilcileriyle çatışıyorlardı köylü ile ilişkileri sınırlıydı ikinci alt grup küçük esnaf ve zanaatkarlarından oluşuyordu küçük üreticilerin etkinlikleriyle genellikle giyim ve ev eşyasına dönüktü sermaye ve teknolojiden yoksun olan bu grup dış ülkelerle ilişkide değildi kırsal alanlardaki yerel nüfusa dönük etkinlikler üzerine odaklanmıştı.168

Ayanlar genelde çıkarları gereği devlet görevlileri ile aralarını iyi tutmaya çalışırlar. Mardin’e göre âyanlar arabuluculuk işlerini yerine getiriyorlardı. Bunlar taşradaki vergi yükümlüleriyle merkezce atanmış gözü doymaz mültezimler arasında