• Sonuç bulunamadı

Adalet Ağaoğlu'nun dar zamanlar üçlemesinde postmodern yansımalar

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Adalet Ağaoğlu'nun dar zamanlar üçlemesinde postmodern yansımalar"

Copied!
224
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

i

T.C

AĞRI İBRAHİM ÇEÇEN ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ YENİ TÜRK EDEBİYATI ANABİLİM DALI

Oya ASLAN

ADALET AĞAOĞLU’NUN DAR ZAMANLAR

ÜÇLEMESİNDE POSTMODERN YANSIMALAR

YÜKSEK LİSANS TEZİ

TEZ YÖNETİCİSİ Doç. Dr. Mustafa AYDEMİR

(2)

ii

TEZ KABUL VE ONAY TUTANAĞI

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE

Doç. Dr. Mustafa AYDEMİR danışmanlığında, Oya ASLAN tarafından hazırlanan bu çalışma 18/06/2019 tarihinde aşağıdaki jüri tarafından Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı’nda Yüksek Lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Başkan : Dr. Öğr. Üyesi Nusret YILMAZ İmza

Jüri Üyesi : Doç. Dr. Mustafa AYDEMİR İmza Jüri Üyesi : Dr. Öğr. Üyesi Alpay GEZER İmza

Yukarıdaki imzalar adı geçen öğretim üyelerine ait olup;

Enstitü Yönetim Kurulunun …/…/201.. tarih ve . . . . / . . . . nolu kararı ile onaylanmıştır.

…. /……/…….

Doç. Dr. Alperen KAYSERİLİ Enstitü Müdürü

T.C.

AĞRI İBRAHİM ÇEÇEN ÜNİVERSİTESİ

(3)

iii

TEZ ETİK VE BİLDİRİM SAYFASI

SOSYAL BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE

Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Lisansüstü Eğitim-Öğretim ve Sınav Yönetmeliğine göre hazırlamış olduğum “ADALET AĞAOĞLU’NUN DAR ZAMANLAR ÜÇLEMESİNDE POSTMODERN YANSIMALAR“ adlı tezin tamamen kendi çalışmam olduğunu ve her alıntıya kaynak gösterdiğimi taahhüt eder, tezimin kâğıt ve elektronik kopyalarının Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü arşivlerinde aşağıda belirttiğim koşullarda saklanmasına izin verdiğimi onaylarım.

Lisansüstü Eğitim-Öğretim yönetmeliğinin ilgili maddeleri uyarınca gereğinin yapılmasını arz ederim.

Δ Tezimin tamamı her yerden erişime açılabilir.

Δ Tezim sadece Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi yerleşkelerinden erişime açılabilir.

Tarih ve İmza Oya ASLAN

(4)

iv

İÇİNDEKİLER

TEZ ETİK VE BİLDİRİM SAYFASI ... iii

ABSTRACT ... vii

ÖN SÖZ ... viii

GİRİŞ ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM ADALET AĞAOĞLU’NUN HAYATI, SANATI VE ESERLERİ 1.1.Hayatı ... 17

1.2. Edebi Kişiliği ... 19

1.3.Eserleri ... 22

İKİNCİ BÖLÜM ADALET AĞAOĞLU’NUN DAR ZAMANLAR ÜÇLEMESİNDE YAPI VE TEMA 2.1. Olay Örgüsü ... 25

2.2. Belirsizleşen Öğe: Mekân ... 43

2.3. Kişiler ... 48

2.4. Zamanın Yitimi ... 71

2.5. Dil ve Üslup ... 76

2.6. Bakış Açısı ve Anlatıcı ... 81

2.7. İsim İçerik İlişkisi ... 86

2.8. Temalar ... 88

2.8.1. Yok Olma İsteği: Kaçış ... 89

2.8.2. Özgürlüğe Uzanan Yol: İntihar ... 93

2.8.3. Terkedilmiş Ruh: Yalnızlık ... 102

2.8.4. Yasak Aşk ... 107

2.8.5. İsyankâr Ruh: Başkaldırı ... 111

2.8.6. Yabancılaşma ... 116

2.8.7. Kuşku ve Güvensizlik ... 121

(5)

v

2.8.9. Rüya ... 127

2.8.10. Siyasi Söylemler ve Toplumsal Eleştiri ... 128

2.8.11. Dini Öğeler ... 135

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ADALET AĞAOĞLU'NUN DAR ZAMANLAR POSTMODERN YANSIMALAR 3.1. Ontolojik Unsurlar ve Zihin Karışıklığı ... 138

3.2. Bilinç Akışı ... 145 3.3. İç monolog ... 151 3.4. Üstkurmaca ... 155 3.5. Metinlerarasılık ... 158 3.5.1. Alıntı ... 159 3.5.2. Gönderge ... 173 3.5.3. Kolaj ... 190 3.5.4. İroni ... 194 SONUÇ ... 203 KAYNAKÇA ... 206 ÖZGEÇMİŞ ... 213

(6)

vi ÖZET

YÜKSEKLİSANS TEZİ

ADALET AĞAOĞLU’NUN DAR ZAMANLAR ÜÇLEMESİNDE POSTMODERN YANSIMALAR

Oya ASLAN

Tez Danışmanı: Doç. Dr. Mustafa AYDEMİR 2019, 213+X Sayfa

Jüri: Dr. Öğr. Üyesi Nusret Yılmaz Dr. Öğr. Üyesi Alpay GEZER

Postmodernizm, modernist arayışın canlılığını kaybetmesinden sonra yirminci yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan çeşitli üslup ve yönelişlerin adıdır. Teknolojinin gelişmesiyle insana verilen değerin azalması insanoğlunu başka arayışlara itmiştir. Birçok kişi tarafından modernist olarak bilinen Adalet Ağaoğlu’nun eserlerinde postmodern öğelere rastlanmaktadır. Değişim konusunda edebiyatın yapısal durumundan farklı davranan yazar, kendine özgü anlatım biçimleri geliştirmiştir. O güne dek pek az yazarın eleştirmeyi göze aldığı toplumsal konuları cesurca dile getirmiştir. Bireyi eserlerinde esas alması onun toplumun gerçeklerini ne derece yansıtmaya çalıştığını gösterir. Eserlerinden dolayı birçok tartışmaya konu olan yazar, yine de hayatını sanatına adayarak bildiği yolda ilerlemeye devam etmiştir. Kadını eserlerinde başat öğe olarak ele alan Ağaoğlu, onun kendini ispat edişine eserlerinde yer verir.

Araştırmanın temel amacı, Türk Edebiyatı’nda çok önemli bir yere sahip olan Adalet Ağaoğlu’nun Dar Zamanlar üçlemesini oluşturan Ölmeye Yatmak, Bir Düğün Gecesi ve Hayır adlı eserlerin üzerinde postmodern yansımaları belirlemektir. Üç bölümden oluşan çalışmanın giriş kısmında postmodernizmin ne olduğuna ve dünya edebiyatında nasıl kullanıldığına değinildikten sonra birinci bölümde Adalet Ağaoğlu’nun hayatı, sanatı ve eserleri hakkında bilgi verilmiştir. Çalışmanın ikinci bölümünde ise incelemeye tabi tutulan romanlar; kişi, zaman, mekân, olay örgüsü, temalar, bakış açısı dil ve üslup açısından incelenmiştir. Üçüncü bölümde Ağaoğlu’nun Dar Zamanlar üçlemesinde kullanılan postmodern teknikler tespit edilmiştir. Bu teknikler ele alınırken postmodern roman incelemesinde kullanılan üst kurmaca, ontolojik unsurlar, zihin karışıklığı, metinlerarasılık gibi tekniklerin romanlarda nasıl ele alındığı incelenmiştir. Sonuç kısmında çalışmanın genel bir değerlendirilmesi yapılmış olup bu romanlarda geçen postmodern özelliklerden nasıl faydalanıldığı ortaya konulmuştur.

(7)

vii ABSTRACT MASTER'S THESİS

POSTMODERN REFLECTIONS ON ADALET AĞAOĞLU'S NARROW-TIME TRILOGY

Oya ASLAN

Thesis Supervisor: Assoc. Prof. Dr. Mustafa AYDEMİR 2019, page: 213+X

Jury: Assist. Prof. Dr. Nusret YILMAZ Assist. Prof. Dr. Alpay GEZER

Postmodernism is the name of various styles and orientations that emerged in the second half of the twentieth century after the loss of the vitality of modernist search. With the development of technology, the decrease in the value given to man has led mankind to other searches. In the works of Adalet Ağaoğlu, which is known by many as modernist, postmodern elements are found. Different from the structural state of literature in the subject of change, the author has developed his own style of expression. Until that day bravely expressed the social issues that few writers had ever considered to be critical. The fact that the individual is based on his works shows how much he is trying to reflect the realities of society. Due to his works, the author has been subject to many discussions, yet she has continued to pursue the path he knows by devoting his life to his art. Ağaoğlu, who considers the woman as the main element in his works, frequently deals with his self-affirmation in his works.

The main purpose of the research, which is a very important part of Turkish literature, and to determine postmodern reflections on Lying to die, A Wedding Night and No, which constitute the tripartite trilogy of Adalet Ağaoğlu. After the introduction of the three-part study, it was mentioned what postmodernism is and how it is used in world literature, the first part informed about the life, art and works of Adalet Ağaoğlu. In the second part of the study, the novels, which were examined, were examined in terms of person, time, venue, plot, themes, point of view, language and style. In the third part, postmodern techniques used in Ağaoğlu's narrow-time trilogy were determined. These techniques are used in the postmodern novel review of the upper fictional, ontological elements, confusion of the mind, how to deal with the techniques in novels such as interlinking text. In conclusion, a general evaluation of the study was made and it was revealed how the postmodern features were used in these novels.

(8)

viii ÖN SÖZ

Bu çalışmada, Adalet Ağaoğlu’nun Dar Zamanlar üçlemesinde yer alan postmodern unsurların varlığı üzerinde durulmuştur. Postmodernizm, dünyada yaşanan teknolojik ve sosyal değişimlerin sonucunda kişinin kendini bulunduğu ortama karşı yabancı hissetmesidir. Teknolojinin gelişmesiyle beraber insana duyulan ihtiyacın azalması onu başka arayışlara itmiştir. Bu nedenle postmodernizm için toplumsal olaylar sonucunda ortaya çıkmış yeni bir harekettir denilebilir. Genel ve tek bir tanımı olmayan postmodernizm için herkes farklı bir yorum yapmış ve bu nedenle postmodernizm ucu açık bir kavram olarak kalmıştır.

Adalet Ağaoğlu, Türk Edebiyatı’nda önemli yazarlardan biridir. Postmodern yazarlar arasında sayılmakla beraber bazı kesimlerce modern yazarlar arasına da dâhil edilmiştir. Eserleri gerek içerik gerek biçim açısından postmodernizmin izlerini taşır. Ayrıca kullandığı dilde de postmodernizmin etkisinde kalmış bir yazar olduğunu gösterir. Ağaoğlu’nun Dar Zamanlar üçlemesinde kendi yaşamından da izler görülmektedir. Döneminde şahit olduğu olaylar bu üçlemede göze çarpar. Kendi yaşamından da izler taşıyan bu eserlerinde postmodernizmin yansımaları mevcuttur. Bu çalışma üç bölümden oluşur. Giriş kısmında postmodernizmin ne olduğuna ve edebiyatta nasıl kullanıldığına değinilir. Ayrıca postmodernizmin ilk olarak nerede ve kim tarafından kullanıldığı hakkında da araştırma yapılmıştır. Batı Edebiyatı’nda ve Türk Edebiyatı’nda postmodernizmin öncü isimlerinin kimler olduğuna ve bu isimlerin edebiyata katkılarından söz edilmiştir.

Birinci bölümde Adalet Ağaoğlu’nun hayatı, sanatı ve eserlerinden söz edilir. Ağaoğlu’nun çocukluğundan başlayarak hayatının neredeyse tümüne değinilir. Yazarlık hayatına nasıl başladığı ve bu yolda nasıl ilerlediği önemle üzerinde durulan bir konu olmuştur. Edebi görüşü de dikkatle incelenen yazarın, eserlerinde kullandığı tema ve dil de yazarın edebi görüşünün değerlendirilmesi açısından ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir.

İkinci bölümde Dar Zamanlar üçlemesinde yapı ve tema üzerinde durulur. Her üç eser de olay örgüsü, mekân, kişi, zaman, bakış açısı, temalar, dil ve üslup açısından incelenmiştir. Eserlerin olay örgüsünde sapmalar görülür. Yazar, geriye dönüşlerle ve gazete haberleriyle olay örgüsüne karmaşık bir hal vermiştir. Kişiler

(9)

ix

postmodern özellikleri ele alınarak incelenmiştir. Bu kişilerin yabancılaşması ve başkaldırıları üzerinde durulur. Zaman kullanımı da okuyucunun kafasını karıştıracak bir şekilde verilir. Yazar, dün-bugün-yarını an’a sığdırmış ve an’ların aktarımını usta bir şekilde yapmıştır. Mekân olarak Ankara tercih edilmiş ve karakterler üzerindeki etkisinden söz edilmiştir. Yazar her üç eserinde de farklı cümle yapılarına yer vererek kişileri bulundukları konuma göre konuşturmayı dener. Dil kullanımında son derece titiz davranan yazarın eserlerini zengin cümle yapısıyla ele aldığı görülür. Her üç eserde de çoklu bakış açısı kullanan Ağaoğlu, farklı pencerelerden okuyucuya seslenmiştir. Kaçış, yalnızlık, başkaldırı, yabancılaşma, kuşku ve güvensizlik, yasak aşk, feminizm, rüya, siyasi söylemler, din ve en önemlisi intihar bu üç eserde de yer alan temalar arasındadır. Ayrıca bu bölümde eser isimleri içerikleriyle ilişkilendirilerek açıklanmıştır.

Üçüncü bölüm, bu eserlerde kullanılan postmodern yansımalar açısından incelenir. Ontolojik unsurların ve zihin karışıklığının eserlerde ne şekilde kullanıldığı üzerinde durulur. Postmodern kişilerin içinde bulundukları şartlar dolayısıyla zihinlerinin karışık olması onların temel özelliği haline gelmiştir. Yazarın kullanmış olduğu bilinç akışı ve iç monolog teknikleri üzerinde de durularak kişilerin psikolojik durumları hakkında fikir sahibi olunur. Üstkurmaca, metinlerarasılık, gönderge, alıntı, ironi, kolaj da bu eserlerde kullanılan postmodern yansımalar arasındadır.

Bu çalışma, her üç romanda da postmodern yansımaların bulunması amaçlanan bir çalışmadır. Her üç eserde de araştırılan unsurların varlığına rastlanmıştır. Ayrıca eserler, roman kurgusu bakımından da birbirinden farklılık gösterir. Bu romanlar birbirinin devamı olmasına rağmen yazarın eserleri kaleme alış şekli birbirinden farklılık gösterir. Ölmeye Yatmak’ta eserin anlatıcısı Aysel’ken, Bir Düğün Gecesi’nde olaylar kişiler tarafından bir tiyatro havası verilerek anlatılmış, Hayır’da ise hayali karakterler de devreye girerek roman kurgusu daha da karmaşık bir hal almıştır. Dolayısıyla araştırma sonucunda Adalet Ağaoğlu’nun Dar Zamanlar üçlemesinde postmodern yansımaların varlığına rastlanmış ve bu eserlerin yazarın kendine özgün anlatımıyla okuyucuya sunulduğu tespit edilmiştir.

Son olarak çalışmama azmi ve bilgisiyle yardımcı olan, tez konumun belirlenmesi konusunda elinden geleni yapan, tezimin her aşamasını dikkatlice

(10)

x

izleyip takip eden, yaptığı eleştirilerle yol gösteren ve tezimin tamamlanması konusunda desteğini hiçbir surette esirgemeyen tez danışmanım Sn. Doç. Dr. Mustafa AYDEMİR’e sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca öğrencilik hayatım boyunca benden maddi manevi hiçbir desteğini esirgemeyen başta annem babam olmak üzere tüm aile bireylerime teşekkür ederim. Akademik çalışma yolunda her daim yanımda olan yakın arkadaşlarıma da teşekkürü bir borç bilirim.

(11)

1 GİRİŞ

Türk Edebiyatı’na sonradan girmiş bir kavram olan postmodernizm, dünyada meydana gelen teknolojik değişimlerin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Teknolojinin ön plana çıktığı, bireyin yerini makinenin almaya başladığı sanayi devrimi, insanların kendilerini birer nesne gibi görmelerine yol açar. İnsana duyulan ihtiyacın azalmasıyla kendisini bulunduğu topluma karşı yabancı hisseden birey, bunu eserlerine de yansıtmıştır. İkinci Dünya Savaşı’na kadar yaşanan olumsuzlukların ve savaşın getirdiği yıkımların da etkisiyle postmodernizmin oluşum süreci hızlanır. Para ve makine karşısında insani değerlerin yok olması, insanın tanrısal değerlerini kaybetmesi, onu yabancılaşmaya ve bunalıma sürüklediği şöyle ifade edilir: “Ana ereğin kazanmak/para/prestij/çıkar olduğu bu yeni değerler dizgesinde insancıl ölçütler, giderek daha da saldırganlaşan bir maddeler evreninde etkisiz kalmakta, arkaik/naif bir görünüm almaktaydı. Yaşamın odağına madde egemenliğinin bir karabasan gibi çöktüğü bu ortamda emperyalist yönelimler, dünyanın dört bir yanına paranın/gücün bayrağını dikmekteydi. İnsan ise, devleşen bir teknoloji ve anonimleşen, bu nedenle de daha ürkütücü olmaya başlayan güç odakları karşısında önemini iyiden iyiye yitirmekteydi. Yüz-yüz elli yıl önce yeryüzünün küçük tanrısı diye tanımlanan insan; doğaya da, çevresindeki nesnelere de yabancılaşıyordu.” (Ecevit,2014:35). Bu yabancılaşma olgusu, insanın kabul görmüş bütün değerleri reddi anlamına gelmektedir. Gelenekselden uzaklaşıp kabul göreni yadsımak, toplumun önünde diz çöktüğü değerleri tepe taklak etmek postmodernizmin başlıca amacı olur.

Postmodern düşünce, insani değerlerden yoksun bireyin hayata tutunmak için verdiği çabadır. Bireyin değersizleştiği bunun yerine paranın değer kazandığı bir toplumda birey kendini farklı bir durum içerisinde bulur ve kişinin bulunduğu konumunu sorgulama söz konusu olur. Bu durum şöyle ifade edilir: “Postmodernizm, modern yaşamın birey-insandan aldığı değerleri sorgulama, elinden alınanlara uzanma, varoluş kaynaklarına dönme, büyüsü bozulan hayatta tutunmaya çalışma projesidir. İdeoloji veya din değildir; dar anlamda diyalektik, bir yapı bozumudur.” (Eliuz, 2015: 45-46). Postmodernizm gelenekselin dışına çıkan yönleriyle kendisinden çokça söz ettiren bir düşüncedir. Sanatın hemen hemen her dalında

(12)

2

kendini gösteren postmodernizm, var olandan farklı bir şeyler üretme edimidir. Aynilikten kaçan, sıradanlığı öteleyen bu düşünce şu şekilde de verilir: “Postmodernizmle birlikte geleneksel ayrımlar ve hiyerarşiler çöker; küresel ortama uygun düşen çok kültürcülük kabul edilir; kitsch, popüler olan ve farklılık selamlanır.” (Featherstone, 1996: 158). Tüm bu farklılıkların ortadan kaldırılarak aynı zamanda tekrardan bir farklılığın ortaya çıkması tüm dikkatleri üzerine çekerek yeni ve orijinal bir sanatın kapılarını açar.

Postmodernizmin anlamsal boyutu dışında gramer boyutuna da bakmak gerekir. Sözlük anlamı, ‘şimdiden sonra gelen’dir. Yani postmodernizm, yapı bozumculuk bir yana kendinden önceki düşüncelere de yer veren bir düşünce sistemidir. ’Post’ ön ekinin ‘sonra’ anlamında olması postmodernizmin modernizmden sonraki aşama olduğunu gösterir.

Postmodernizmin ilk olarak nerde ortaya çıktığı ve ne şekilde kullanıldığı da şu şekilde belirtilir: “Postmodernizm, 1960’lı yıllarda ortaya çıkmış bir düşünsel harekettir ve öncelikle Fransız düşüncesinde yankı uyandırmış, 1970’li yıllarda ABD’de taraftar bulmuş, 1980’li yıllarda tüm Avrupa ülkelerinde yaygınlık kazanmıştır.” (Doltaş, 1991: 173-174). 1960’lı yıllarda New York sanat ve yazın dünyasında sıkça kullanılmaya başlamış olan postmodernizm terimi 1970’lerde Avrupalı kuramcılar tarafından geliştirilir. Kimine göre yalnızca gelip geçici bir moda olan postmodernizm, kimine göre varlığı yadsınamayacak ölçüde belirgin yeni bir dönemin adıdır.

Postmodernizm terimi, ilk kez bir sıfat olarak 1970’li yıllarda kullanılır. İngiliz ressam John Watkins Chapman, arkadaşlarıyla beraber resme postmodern bir anlayış getirmek istediğini söyler ve bu düşüncesi şöyle ifade edilir: “Fransız izlenimci, resimden daha modern ve avangard olduğu iddia edilen resim türünü tarif etmek üzere ‘postmodern resim’ den söz ettiğini ifade eder.” ( Best- Kellner, 1998: 19; Appignanesi- Garratt, 1996: 3). Watkins Chapman’in resim anlayışına getirdiği bu yenilik ‘postmodern resim’ anlayışının oluşmasına katkı sağlamış olur.

Modernizmden sonra ortaya çıkan postmodernizmin gelişimi, yaşanan olayların etkisiyle hız kazanır. Kapitalizmin etkisiyle insani değerlerin azalmaya başlaması, kişilerin bu edebiyata yönelmesine neden olur. Michael Ryan,

(13)

3

postmodernizmle kapitalizm arasındaki bağlantıyı şu şekilde vurgular: “Postmodernizm, ileri kapitalist kültürdeki bir harekete, özellikle sanatlarda – edebiyat, grafik ve plastik sanatlar, müzik, icra ve video sanatı vb. düşünümselliği, ironiyi, oyunculuğu, keyfiliği, anarşiyi, parçalanmayı, pastiche’i vurgulayan bir hareketin adıdır. Kültürel dünyayı teknoloji, endüstri ve bilimin imgesinde şekillendirmeyi uman modernizmin ilerlemeci rüyaları karşısında alaycı olan postmodernizm, sanatın, kültürün, toplumun ve felsefenin dayandıkları mitler karşısında ironiktir.” (Ryan, 1994: 451). Postmodernizmin diğer düşüncelere nazaran hayatı ironik bir şekilde ele aldığı vurgulanır.

Modernizmin de insanı ön plana alması; ama buna rağmen yaşanan olaylardan sonra değerlerin zedelenmesi modernizmin tam olarak uygulanmadığını gösterir. I. ve II. Dünya savaşlarından sonra insana değer verilmediği anlaşılmış, böylelikle pazar ekonomisi hız kazanmıştır. Öyle ki Descartes’in, “Düşünüyorum o halde varım” sözü “Tüketiyorum o halde varım.” (Argın, 1992:117) olarak tercüme edilmiştir İnsanların değersizleşmeye başladığı ve modernizmin de bunu tam manasıyla ifade edemediği toplumda postmodernizm boy göstermeye başlar. Dolayısıyla postmodernizm için modernizme tepki olarak da doğmuş denilebilir. Ayrıca modernizme bir eleştiri niteliğinde olmasına rağmen onun yoluna ışık tutmuş ve modernizmi tam manasıyla reddetmemiştir. Birçok ortak yönlerinin de bulunmasıyla beraber postmodernizm daha uç bir edebiyatı temsil eder. Postmodernizm için, “Postmodern, modernin eksiklerinin giderilmesi, yenilenmesi, onun kanserleşen kısımlarının tedavi edilmesi için ortaya çıkmış bir söylemdir.” (Koçakoğlu, 2010: 45) tanımları yapılarak modernizmle olan ilişkisine vurgu yapılır.

Postmodernizm, yirminci yüzyılın son çeyreğinden itibaren gelişen siyasal, ekonomik küreselleşme sonucunda birbirinin içine giren gerçekle hayal gibi birçok durumu ve tutumu anlatmak için kullanılır. Postmodernizm, siyasi ve sosyal değişimlerin önce batıda ortaya çıkmasından da etkilenmiş ve böylece ilk olarak Batı edebiyatında yerini almıştır. Teknolojik gelişmelerin ve ilerleyen sanayinin kişiler üzerinde bıraktığı bir etkidir postmodernizm.

(14)

4

Bu durum özellikle 17. yüzyıl Fransa’sında görülür. Hümanizmden sonra ortaya çıkan Klasisizm akımında da bu kural fazlasıyla göze çarpar. Bu durum romantizmin ortaya çıktığı döneme kadar söz konusu olmuştur. Sanayi Devrimi’yle beraber de artık makineleşmeye geçilmiş ve eski olan reddedilmiştir. Bu durum ise pozitivizme ilgi duyan yeni bir insan tipini ortaya çıkarmış olur. Modernizmde de kuralcılık, tarafsızlık ilkeleri göze çarparken sonradan ortaya çıkan postmodernizmde artık tarafsızlık ilkesi söz konusu değildir. Bunun yerine inanç yetimiyle beraber öznellik söz konusu olur.

Avrupa kültüründeki değerlerin çöktüğünü ifade etmek için ‘postmodern insan’ terimi kullanılır. Nietzsche’nin ‘üstün insan’ tanımının yeni bir kavranış şeklidir bu. Bu anlayış şöyle ifade edilir: “Pannowitz, Nietzsche’yi izleyerek, militarist, milliyetçi ve seçkin değerleri ete kemiğe büründürerek yeni ‘postmodern insan’ların gelişimini betimledi; bu modern Batı medeniyetinden kopulmasına çağrı yapan faşizmle birlikte kısa sürede ortaya çıkacak olan bir fenomendir.” (Best- Kellner, 1998:19). Best ve Kellner’in de Nietzsche’ye vurgu yapmalarından anlaşılıyor ki Nietzsche postmodernizm için önemli bir yapı taşıdır ve postmodern yazarların yararlandığı en önemli kişilerden biridir.

Dilek Doltaş’ın Postmodernizm ve Eleştirisi adlı yapıtından elde edilen bilgilere göre ‘postmodernizm’ sözcüğüne ilk kez -yazın metinlerine ilişkin olarak- Federico de Oniz’in İspanyol ve Hispanik Amerikan Şiiri Antolojisi (1934) başlıklı kitabında rastlanır. Burada bir ad olarak kullanılan postmodernizmle, üçüncü kez karşılaşılmaktadır. Oniz burada kavramı, “Modernizmin lirik meydan okuması karşısında bir ayrıntı mükemmeliyetçiliği ile ironik bir mizah anlayışına sığınan, en özgün özelliği kadınlara ilişkin yani otantik anlatımı olan bir hareket.” (Anderson, 2002: 10) olarak tanımlamaktadır.

Somuncuoğlu, postmodernizmin önemli bir ismi olan Toynbee hakkında şu bilgileri verir: “1950’li yıllarda, 1940’ların ve 1950’lerin yeni tarzda kaleme alınan Amerikan şiirinin özellikleri üzerine konuşan Charles Olson da yenilikçi Amerikan şiirinin moderrnizme karşı, postmodernist olduğunu söylüyor. Postmodernizm sözcüğünü yeni bir dünya görüşü olarak değerlendiren ilk kişi Arnold Toynbee, Bir Tarih İncelemesi adlı kitabında 1875‟ten itibaren Batı’nın yeni bir tarih sürecine

(15)

5

girdiğini söyler ve bu döneme ‘postmodern’ adını verir. Dikkat edileceği üzere Toynbee postmodernizm kelimesini modernizmin karşıtı ya da modernizme tepkinin adı olarak kullanmıyor; farklı bir yaşam algılayışı, farklı bir felsefe, farklı bir sosyo-kültürel bakış açısı olarak algılıyor.” (Somuncuoğlu Özot,2009:1). Toynbee postmodernizmin bugünkü tanımına en uygun tanımı yaparak en bilinçli tanımı vermiş olur. Sonuç olarak postmodernizmin temeli, 1870’lere dayansa bile terimin bir ad olarak kullanılması 1934, bugüne en yakın anlamıyla kullanılması, 1947 tarihlerinde olmuştur. Ancak postmodernizm kavramı en ciddi haliyle 1960 yılında ortaya çıkmıştır.

Postmodern edebiyatın temellerinin ilk olarak batı edebiyatında atıldığı görülür. “Ünlü İngiliz tarihçi A.Toynbee; Batı tarihini dört döneme ayırarak (Karanlık çağ 7-11 yy; Orta çağ 11-15 yy; Modern çağ 15-19) son dönemi postmodern çağ olarak niteler.” (Karabulut, Biricik, 2017: 37). Toynbee’nin bu tasnifi postmodernizm için yapılan en gerçekçi ve günümüze en uygun tasnif olma özelliğini taşır. Postmodern çağ terimi postmodernizmin edebiyat açısından ne derece önemli olduğunu göstermektedir. Çünkü bu dönemde postmodern eserlerin fazlalığı dikkatleri çekmiş ve bu konuda yazanlar arttıkça postmodernizm araştırmaların konusu olmuştur. İnsanların tanımaya başladığı bu postmodern tarz uzun süre dikkatleri çekmiştir

Postmodernizmin hakkında yapılan tanımların sayısı da oldukça fazladır. Dolayısıyla postmodernizm için ucu açık bir kavramdır denilebilir. Tanımlardan bazıları şu şekildedir: “Postmodern, modernitenin tarihsel programı olan Aydınlanma’nın sınırlarının belli olmasıdır; özgürlük, eşitlik, kardeşlik ideallerinin tümüyle hayata geçmesinin, farkın ve karşıtlığın tamamen ortadan kalkmasının mümkün olmayacağının anlaşılmasıdır.” (Göka, 1993: 52-54).Postmodern teriminin en doğru tanımını 1920’li-1930’lu yıllarda Bernard İddings Bell yapar. Postmodernist kişilerin “Entelektüel bakımdan mütavazi ve ruhsal bakımdan aç” (Best–Kellner, 2011:264) olduğunu düşünür. Postmodernizmin sağlam bir temele oturmamış olması, hiçbir düşünce mekanizmasına sahip olmaması, “kaygan bir zeminde” (Koçakoğlu, 2010: 37) durduğu iddialarını beraberinde getirir. Bu yüzden postmodernizmle ilgili olarak “Elitist eğilimlerle popülist olanın, kitschle saygın denilen edebiyatın birlikte var olduğu, papyonla blucin pantolonun birlikte giyildiği

(16)

6

bir dönemin adıdır postmodernizm.” (Ecevit, 2014: 59-60) tanımları yapılır. Postmodernizmle ne olduğu ile ilgili yapılan diğer tanımlar da şunlardır: “Steven Best ile Douglas Kellner’e göre post ön ekinin terime yüklediği gibi modernizmi geçen, anti modern; Vattimo’ya göre modernizmden –olumlu anlamda– bir kopuş, özgürleşme; Michel Foucalt’a göre yeniliğin anlatımı ve işlenişi; Arnold Toynbee’ye göre “acınası bir gerileme”; Jurgen Habernas’a göre modernlikten, modernliğin değerli öğelerinden feragat edilmesi; G.Merquior’e göre ‘post’ önekiyle modernizm arasında bağ kurarak, modernizmin aşırı bir hali; Matei Calinescu’ya göre ‘modernliğin yeni bir yüzü’ ; Wolfgang Welsche’e göre modernliğin içindeki bir gelişme; Andreas Huyssen’e göre ‘modernizmden bir kopma’, Eagleton’a göre modernizme yönelik tepkilerin toplamı; Octavia Paz’a göre ‘modernin daha modern görünümü’, Michael Ryan’a göre modernizme ironik bir yaklaşım; Gellner’e göre anlamsal kapalılığı yüzünden ne olduğu tam olarak bilinemeyen bir ‘şey’ dir.” (Emre, 2006: 21–28). Eagleton ise postmodernizm için, “Postmodernizmin daha az uzlaşmacı bir çeşidi açısından, tarihsel olarak var olmak, her şeyi hafife alan bir kahkaha koyverip, uçurumun kenarında kendinden geçercesine dans ederek tarihin asılsız ve tehlikeli, merkezileşmiş, amaçsız, temelsiz ya da kökensiz yaşamak demektir.” (Eagleton, 2011: 82-83) ifadelerini kullanır. Bu tanımlar da gösterir ki postmodernizmin gelişimi henüz tamamlanmamıştır ve ne olduğuyla ilgili kesin bir ifade söz konusu değildir. Postmodern düşünceyle ilgili yapılmış tanımlar postmodernizmin belirsizliğini ortaya koyar. Bu kavramı açıklamak için kullanılan tanımlar kişiden kişiye de farklılık gösterir. Postmodernizmin bu kadar farklı tanımlarının olması geniş ve yoruma açık bir kavram olmasında yatar. Kimileri postmodernizmin farklılıkları ortadan kaldırdığına dikkat çekerken kimileri eşitliğin sağlanamayacağının farkına varılması olarak postmodernizmi tanımlar.

Postmodernizmin belirli çevrelerce nasıl algılandığı ise şu şekilde ifade edilmiştir: “Kimine göre postmodern sanat gizemli bir dünya yarattı; kimine göre bir karmaşa yumağı bu akım; birikimsiz, niteliksiz tüketiciye itici gelse bile nitelikli tüketiciye çekici geldi bu hayal gücünü kamçılayan, yaratıcılığın önünü açan yapıtlar. Çoğu çevrelerce sevimli, sempatik ve hatta insancıl bulundu postmodern esintiler. Bu gelişmeleri insanlığın bugününü, geleceğini tehdit eden tehlikelere karşı çözüm olarak görenler de oldu. Sanatın hemen her dalında, insana bakışta, onu ele

(17)

7

alışta farklılıklar görülmeye başlandı.” (Özbek, 2013: 10-11). Postmodernizmin farklı farklı çevrelerde değişik algılandığı vurgulanırken buna bazı kesimlerin olumlu yaklaşmasına rağmen bazılarının da postmodernizmden uzak kalmaya çalıştığından söz edilir.

Postmodernizm ilk olarak edebiyatta kullanılmamıştır. Diğer sanat dallarında da görülmekle beraber mimari, postmodernizmin ilk kullanıldığı yerdir: “Mimariyle ilk ürünlerini veren postmodern dönem, diğer sanat dallarında da yepyeni anlayışlarla ürünler ortaya koymuştu.”(Yaprak,2012:31). Postmodernizmin diğer sanat dallarındaki öncüleri de şunlardır: “Sanatta Rauschenberg, Baselitz, Schnabel, Kieper, Warhol. Mimaride; Senchs ve Ventur. Tiyatroda; Artoud, Edebiyatta; Barthes, Barthalime ve Pynchon, Sinemada; Lynch (mavi kadife), Fotoğrafta; Sherman, Felsefede; Derride, Lyotord ve Baudrillard.” (Akt. Yıldız, 2005: 154). Toplumun ihtiyaç duyduğu her alanda kendini göstermeye başlayan postmodernizm, zamanla daha da gelişerek kullanılmıştır. Eskiye başkaldırının olduğu bir toplumda verilen eserler toplumun içinde bulunduğu durumu yansıtmak zorunda olduğu için bu eserler de toplumun bir aynası olma görevini üstlenir. Postmodernizm, çağdaş toplumdaki tüm değişimleri kapsamaktadır. Doğal olmaktan yanadır ve hiçbir akımı taklit etmez. “Kendin ol.”(Çetişli, 2008: 145) prensibi postmodern düşüncede hâkimdir.

Postmodernizmle ilgili yapılan tanımlardan yola çıkılarak postmodernizmin ne olduğu ile ilgili şu fikirlere varılabilir:

Postmodernizm, kendine has yeni bir gerçeklik algısı kurmaya çalışan bir yöntemdir.

Postmodernizm, dünyaya sorgulayıcı bir gözle bakan ve toplumdaki eksiklikleri gidermek için uğraşan bir sanatın adıdır.

Toplumdaki yabancılaşmayı ve aksaklığı kendine has yöntemlerle sanata yansıtır.

Kapitalizmin dünyada yol açtığı sorunların eserlere yansıtıldığı bir dönemin adıdır.

(18)

8

Postmodern düşünce, diğer sanat dallarında olduğu gibi edebiyatta da büyük bir yankı uyandırmıştır. Hatta öyle ki en fazla edebiyatta konuşulmuştur. Edebiyatın diğer bütün sanat dallarını kapsayıcı özelliği sayesinde postmodernizmle ilgili yapılan çalışmaların çoğu edebiyat üzerinedir. Edebiyatın hemen hemen her türünde söz konusu olan postmodernizm, özellikle roman türünde kullanılır. Kuralsızlığı kural edinmenin asıl amaç haline geldiği bu düşünce sisteminde bilinen bütün kurallara karşı çıkış söz konusudur. Postmodernizmin farklı farklı anlamlara gelişi şöyle belirtilir: “Postmodern metne yazılabilir metin denir. Çünkü her karşılaşmada (okumada) yeniden yazılır.” (Rosenau, 1998:70-71). Her okunduğunda farklı farklı anlamlarla karşılaşılan bu metinlerde okur aktif rol oynar. Okur odaklı yazılan metinlerde tek bir doğru değil, birden fazla doğru söz konusudur. Postmodern metinlerde en az yazar kadar okuyucu da aktiftir. Postmodern okurun diğer okuyuculardan farkı da budur. Özbek, postmodern okuru şu şekilde açıklar: “Bir metni her farklı okur yeniden bir daha bir daha yaratır; özellikle postmodern okur, yaratmak, üretmek için yaratılmıştır. Yapıtın dışından gelecek dayatmalar, koşullandırmalar ona etki etmez, yapıtla oynar ona bir heykeltıraş gibi biçim verir, ruh verir; çıkış emrini yapıt verir, yönü belirleyen rehberlik eden okurdur.” (Özbek, 2013:16). Her şeyin belirsiz olduğu, hayal ile gerçeğin birbirine karıştığı eserlerde okur esere dâhil edilir. Roman kişilerini kendi isteğine göre şekillendirecek olan yine okurdur. Bu nedenle postmodern eserlerde okur başat öğe durumundadır. Okurun son derece aktif oluşu yazarın konumunu sarsma pahasına tercih edilir: “Okurun doğumu yazarın ölümü pahasına gerçekleştirilmelidir.” (Koçak, 1996: 167). Böylelikle hem okur hem de yazar esere eşit derecede müdahale edebilme şansını yakalamış olur.

Postmodern tarzda ele alınan eserlerde her şey iç içedir. Bu durum şöyle ifade edilir: “Postmodern sanat anlayışında sanat eserindeki her şey tıpkı postmodern varlık gibi bir süs yahut bir dekordur ve bu yüzden sanat eserinin gerçek nitelikleri ile marjinal ve önemsiz özelliklerini birbirinden ayıran bir öz yahut merkezden yoksundur.” (Yener, 2002: 23). Klasik eserler için önemli sanat unsurları, postmodern eserlerde göz ardı edilerek sıradanlaştırılır. Var olma/olmama arasında bocalayan bireyler, tepkilerini ortaya koydukları eserlerle yansıtırlar. Sanatın hemen hemen her dalında bu durum söz konusudur. Alışılmışın dışına çıkılarak seslerini duyurmaya çalışanlar toplumun alıştığından farklı bir yöntem kullanmak zorunda

(19)

9

kalmışlardır. Böylelikle içinde bulundukları ruh hallerini eserlerine yansıtıp toplumun dikkatini bu şekilde çekmiş olurlar. Toplum ise bu yeni düşünce sistemine alışmakta zorluk yaşar. Çünkü yıllardır alışmış olduklarından çok farklı bir tarz söz konusu olmuştur. Geleneksel yöntemlerle verilen eserlerde hazır kalıplar söz konusuyken postmodern yöntemde kişilerin düşüncelerine seslenme söz konusu olmuştur. İnsanlar artık eserleri kendi yorumlarına göre şekillendireceklerdir.

Postmodernizmin uygulanışı türlerin de iç içe geçmesine neden olmuştur. Alışılmış türlerin dışına çıkılarak okuyucunun işi zorlaştırılır. Zaman ve mekân algısı ortadan kaldırılarak psikolojik tahlillere ağırlık verilir. Postmodernizm için geleneksel kuralların önemsiz oluşu şöyle ifade edilir: “En kötü anlamda postmodernizm yitirilen mekân anlayışının yerine sahte ve taklitçi bir zaman-mekân anlayışı koymaya çalışır.” (Harvey, 2010: 59). Bu da yenilenmeyle beraber yapaycılığın da romana girmeye başladığını gösterir. Artık eserlerde önemli olan metinde ne anlatıldığı değil, metnin nasıl anlatıldığıdır. Eserler oluşturulurken biçim değişikliklerine de sıkça başvurulur. Böylelikle okurun düşünerek esere katkı sağlayıp eseri zenginleştirmesine olanak sağlanmış olur.

Sanat yapıtları, içinde bulunulan zamanın izlerini taşır ve bu nedenle de postmodernizm de içinde bulunduğu zamandan etkilenmiştir. Michel Butor, “Değişik gerçeklere değişik anlatı biçimleri denk düşer.” (Ecevit, 2014: 18) dedikten sonra bu sözüne gotik mimariyi örnek verir. Gotik katedrallerin, Tanrı’nın yüceliğini göstermek amacıyla göğe yükseltilen kuleleri Tanrı’nın eşsiz olduğunu ifade eder. Gerçeklik algısının savunulan düşünceyle de alakası düşünülecek olursa postmodernistler, gerçeklik anlayışının farklılığını savunmuş ve ona uygun yeni tür denemelerinde bulunmuşlardır, denilebilir. Nietzsche “Tanrı öldü.” (Ecevit, 2014:28) diyerek Tanrı’nın maddeye yenik düştüğünü ortaya koyar. Böylece Tanrı’nın ölümüyle gerçeklik algısının değiştiğini vurgulamış olur. Bu söz, güven algılarını sarsmış, yeni metinler buna göre ele alınmaya başlanmıştır. Fiedler’e göre ise “Eski Tanrı gibi, eski roman da ölmüştür.” (Akt. Kızıler, 2006:165). Değişen değerler doğrultusunda Tanrı’nın öldüğünü söyleyen bu kişiler aynı şekilde yeni anlayışlar dolayısıyla da romanın öldüğünü söylerler.

(20)

10

Postmodernizmin sorgulama alanı da oldukça geniştir. Özellikle gerçekliği sorgulayan bu eserlerde inanç problemi yaşayan bireyler de karşımıza çıkar. Gerçek nedir? Sadece var olanlarla gerçekler sınırlı mıdır? Bu tarz sorular insanoğlunun varlığı süresince karşısına çıkmıştır. Özellikle varlığı sorgulayan insanlar, bu tarz sorular sorarak gerçeği aramaya çalışırlar. Bu şekilde insanların sorgulama yetisi geliştikçe ikilemler de edebiyata yansımış olur. Artık insanlar roman için ölü terimini kullanmaya başlarlar. Çünkü yepyeni bir tarzla karşılaşılmış ve bu da “romanın ölümü” ve “tükeniş edebiyatı” (Barth’dan aktaran Kumar, 2003: 137) gibi tanımların yapılmasına neden olmuştur. Bir anda değişen bu tarz, insanları korkutmuş ve onların zihinlerini karıştırmıştır. Postmodern kişilerinin kafalarının karışık olduğu şöyle ifade edilir: “Postmodern zihin insanlık durumunun karışıklığının kalıcı olduğu düşüncesiyle uzlaşmıştır. Bu en genel hatlarıyla postmodern bilgelik denilebilecek şeydir.” (Bauman, 2011: 295). Artık postmodernistler tek bir düşüncede uzlaşır. O da postmodern eserlerde zihin karışıklığının daimi olduğudur. Dünyada yaşanan karmaşalar insan zihnine aktarılarak gerçekliğin algısı değiştirilir. Yani artık birey ön plana çıkmış olur. Dolayısıyla bireyin anlatıları da değer kazanmış olur ve sıradan anlatımdan ziyade onun nasıl anlatıldığı önem kazanır. Postmodern eserlerde gerçekçilik anlayışı değişmiş ve bunun yerine öznel ifadeler kullanılmıştır. Postmodern eserlerin yapısı değiştirilerek eserler oluşturulur: “Nesnel gerçeklikle bağlarını koparan postmodernist roman, metnin kendi gerçekliğini öncelemektedir. Bir düzen içerisinde gelişen olaylar zinciri de koparılmış, halkalar dağılmıştır. Neden sonuç ilişkisi de akılcılığa karşıt bir tavırla ortadan kaldırılmış, sonuca ulaşılamayan, kendine dönük anlatılar meydana getirilmiştir.” (Özcan, 2005: 54). Postmodern eserlerde aykırılık söz konusudur ve bu durum onun anlaşılabilirliğini zorlaştırır. Postmodern roman “Aşinalığı kırar.” (Bakhtin, 2001: 38) görüşlerinden de anlaşılacağı üzere postmodernizm alışılmış olanı reddeder ve ucu açık bir son yazar.

Alain Robbe-Grillet’in “Dünya artık şu veya bu gizli bir anlamın ardına saklanmayacak, varlığı artık sadece somut, sağlam, maddesel oluşumunda bulunacaktır.” (Grillet, 2015: 37) sözü somut gerçekliğin ön plana çıktığını gösterir. Alain Robbe-Grillet, değerlerin ne derece değiştiğini belirtir. Dünyayı anlamsız

(21)

11

buluşları, sadece varlığını belirtmeleri postmodern yazarların düşünce yapılarını gösterir.

Yıldız Ecevit’in “Postmodern sayı tablosunda bir sayısı yer almaz, tablo iki ile başlar.” (Ecevit, 2014: 68) sözü de her şeyin ters yüz edildiğini gösterir. Çünkü postmodern düşüncede çoğulculuk esas unsurdur. Birden fazla biçem, birden fazla bakış açısıyla beraber postmodern yöntemin uygulanışı da gözler önüne serilir. Onlar kesin olanı reddederler. Toplumun kabul görmüş kurallarını yıkmaya çalışırlar. Okurun bildiği ve inandığı değerleri alt üst ederek yeni bir tarz oluştururlar.

J.C.Vareille “tek anlam devri geçti” (Eliuz, 2015: 115) diyerek artık kesinlik bildiren eserlerin söz konusu olmadığını ifade eder. Ne kadar çok okuyucu varsa o kadar anlam vardır. Doğada gördüğünü birebir yansıtma söz konusu değildir. Postmodern metinlerde nesnel gerçekliklere yer yoktur. Bunun yerine herkesin iç dünyasına seslenme vardır. Geleneksel romandaki uyum ve düzen bu metinlerde söz konusu değildir. Okuyucunun alışık olduğu düzen yerine düzensizlik göze çarpar. Metni yazabilmek uğruna eritilen değerler vardır. Bu alışık olunan değerler, metnin biçimsel unsurlarına hizmet etmek adına yok edilmiştir. Değişen dünyayla ilgili yaşanan olumsuzluklar roman kahramanlarını marjinal olmaya iter. Bu nedenle postmodern roman kişilerinin kafaları karışıktır ve nerede nasıl davranmaları gerektiğini bilemeyecek durumdadırlar. Bu kişiler artık bir kukla görevini üstlenirler. Postmodern edebiyatın öncülerinden olan Beckett onlara sözcükten adam anlamında “homo logos” (Ecevit, 2014: 98) der. Yani roman kişileri sadece eserde var olurlar. Onlar artık gerçek dünyada rastlanması şüpheli kişilerdir.

Postmodernizm ile çoğulculuğun kapısı açılarak “tarih ve gelenek içeri alınmıştır.” (Özkiraz, 2007:129) postmodernizmin tarihle ilişkisi belirtilir. Artık eserlerde sıradanın aksine geçmişle geleceği bir arada verme söz konusudur. Eserlerde ele alınanlar belirli bir çizgide olmak yerine çeşitli bir hal alırlar: “Bir dünya içinde çeşitlilik (çoğulculuk)” (Çetişli, 2008: 64) postmodernizmin tek felsefesi haline gelir. Bu durum postmodern tarzda yazılan eserlerin anlaşılırlığını zorlaştırsa da eserlere farklı bir hava katar: “Karşıtlıkların uzlaşımı, ikiliklerin postmodern aşkınlığına dönüşür ve birdenbire artık imgesel ve simgesel, hakiki ve sahte, okuma ve yazma, metin ve metin dışı, edebiyat ve edebiyat kuramı arasında

(22)

12

herhangi bir fark kalmaz.” (Lucy, 2003:71). Tüm bunlar, postmodern tarzda ele alınan eserlerin seçicilikten uzak olduğunu bunun aksine farklılıklardan beslendiğini gösterir. Postmodernizm için, “Şimdiye değin kullanılmış roman tekniklerinin bir harmanlanması” (Cengiz, 2007:163) ifadesi kullanılarak postmodern eserlerin en belirgin özelliğinin birçok farklı tekniğin ve türün iç içe geçmiş olmasıdır denilebilir. Alışılmış olanın dışlanıp farklılıkların bir araya getirilmesi asıl amaç haline gelmiştir. Bu da postmodern yaratıların olmazsa olmazı haline gelmiş ve bu yaratıları zenginleştirmiştir.

Modern romanın devamı sayılmasına rağmen postmodern roman bazı konularda ondan ayrılır. Örneğin postmodern anlayış esere birçok eleştirel özellik katmıştır. Toplumu ve bireyi eleştirerek bu tarz eserlerin aynı zamanda bir mesaj içerdiğini göstermek istemiştir. Bunları yaparken asıl amacı tek bir gerçeğin söz konusu olmadığını anlatmaktır. Postmodern roman bu tarz mesajları verirken eserin biçiminde de birçok farklılığa gider. Şiirde, romanda, hikâyede ya da sanatın diğer dallarında olsun alışılmıştan çok daha farklı yollar izlenir. Yapı bozum şeklinde de anlamlandırdığımız postmodernizm, bu farklılıkları postmodernizm getirdiği bazı tekniklerle elde eder. Bu teknikler; çoğulculuk, ontoloji/kurmaca, üstkurmaca, oyun, metinlerarasılık, kolaj, montaj, ironi, parodi, pastiştir. Bir eserde bu tekniklerin hepsinin bir arada kullanılması zorunlu olmadığı gibi bunlardan sadece birkaçı da kullanılabilir. Ayrıca kullanılan bu tekniklerin yanında olay örgüsü, zaman, mekân, kişi kadrosu, üslup, tema, bakış açısında da değişiklikler söz konusudur. Yani esere genel itibariyle bakıldığında gerçeklikten uzaklaşılmış gibi bir his veren anlatım söz konusu olur.

Postmodernizm, Batı’da roman türünü kırmış ve anlatıya doğru yol alınmıştır. Bu durum 20. Yüzyılın başlarında olmuştur. Kafka, Joyce, Robert Musil gibi isimler modern roman çizgisinden uzaklaşmışlardır. Kafka’nın postmodernizm için söylediği sözü Koçakoğlu şöyle verir: “Kafka, postmodernin doğumu için ana karnında beklenen sancı gibidir. Bu sebeple yazar, dünya edebiyatı içi Kafkaesk bir durum benimsemiştir.” (Koçakoğlu, 2010: 82). Kafka’nın postmodernizm için önemini anlatan bu sözler, onun belirli bir tarzın başlangıcı olduğunu da ifade eder.

(23)

13

Batı edebiyatında postmodern tarzda yazan ve postmodernin öncüsü olan birçok isim vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: “Edebiyatta postmodernist ruhun en iyi örneklerinin İngilizce’de; Samuel Beckeett, John Barth, Donald Barthelme, Thomas Pynchon, Don Delilo, William Burroughs, Almanca’da; Peter Handke, İtanyanca’da; Italo Calvino, İspanyolca’da; Jorge Luis Borges, Julio Cortazar ve Carlos Fuentes gibi yazarların kurguları olduğunu birçok kişi kabul etmekle birlikte, bu kabul bu yazarların basitçe ve sorunsuz bir şekilde zaman içinde ortaya çıkan anlatının ritmini yeniden tesis etmelerinden kaynaklanmaktadır.” (Connor, 2005: 174).

Sonuç olarak postmodernizm, dünyada yaşanan ani değişimlerin bir sonucu olarak ortaya çıkmış ve bu nedenle içinde bulunduğu şartların da etkisiyle değişimi esas almıştır. Alain Robbe Grillet’in başını çektiği postmodernizm çağımız romanında oldukça etkili olmuştur. Önemli temsilcileri; Franz Kafka, Umberto Eco, James Joyce, Octavio Paz, Italo Calvino, Jorge Luis Barges’dir.

Türk Edebiyatı’nda 1970 yıllarında görülmeye başlayan postmodernizmin edebiyatımıza girmesi kolay olmaz. Gerçekçi eserler kabul edilirken gerçekçiliği biraz daha az olan eserler değersiz sayılmıştır. Bu nedenle postmodernizmin edebiyatımıza girişi kolay olmamış ve postmodernizm gerçek manada 1980’li yıllarda edebiyatımızda görülmeye başlanmıştır. Postmodernizmin izleri Tanzimat Dönemi sanatçılarımızdan Ahmet Mithat Efendi’de de görülürken böyle bir akım söz konusu olmadığı için postmodernizm içerisine dâhil edilmez.

Servet-i Fünun Dönemi’nde de gerçekçiliğin dışına çıkan yazarlara rastlanılır. Halit Ziya Uşaklıgil, eserlerinde bireyin iç dünyasına yer vermiş, Mehmet Rauf ise bireyin psikolojik durumunu ele alan ve Türk Edebiyatı’nın ilk psikolojik eseri sayılan Eylül’ü kaleme almıştır. Ahmet Hamdi Tanpınar ise eserlerinde zamansal olarak değişiklik yoluna gitmiştir. Zamanla gerçekçiliğin dışına çıkan yazarların sayısında da bir artış söz konusu olmuştur.

Somuttan soyuta geçişin sancılı olduğu süreçte yazarlar uzun süre görmezden gelinir. İnsanların henüz anlayamadığı bir dille ve teknikle yazılan bu eserler toplumun belirli bir kitlesinin ise ilgisini çekmiştir. 80’li yıllarda ise postmodernizmle yazan yazar sayısında bir artış söz konusu olur. Edebiyatımızda

(24)

14

batıda olduğu gibi uzun bir sürenin ürünü değildir postmodernizm. Modernizm ayrı zamanda postmodernizm ayrı zamanlarda girmemiştir edebiyatımıza. Her ikisi de aynı dönemin ürünüdürler. Ecevit, postmodernizmin edebiyatımıza girişini şöyle ifade eder: “1980 yılındaki askeri darbenin yol açtığı sosyopolitik değişimler, edebiyatta biçimci eğilimlerin artmasına neden olur. Partilerin kapatıldığı, toplumun depolitize edilmek istendiği bir dönemdir bu. Dünya genelinde ise, Marksist devlet sistemlerinde gözlemlenen çöküş belirtileri, edebiyatta bireyci ve biçimci gelişmeler, yoğun çeviri etkinliğinin desteğiyle, seksen sonrası Türk Edebiyatı’nda kendine azımsanmayacak sayıda yandaş bulur.” (Ecevit, 2014: 89). Türk Edebiyatında da Türkiye’nin yaşadığı darbeler izlerini bu şekilde göstermiş olur. Toplumsal sorunların arttığı, insanların artık her şeye şüpheyle bakıp güvenini yitirdiği bir toplumda yazarlar eserlerini biçemde ve muhtevada değişim yoluyla ele alırlar.

Türk Edebiyatı’nda postmodern tarzda yazan yazar ve şairlere bakıldığında neredeyse hepsinin belirli bir düşünceyi savunduğu görülür. Öyle ki bunu eserlerinde fazlasıyla hissettirirler. Darbeleri ele alan yazarlarımız sağ-sol karşıtlığına sık sık vurgu yapıp kendilerine yakın olan tarafı seçerler. Bu tarzda yazılan eserlerde toplumdan kopuşun ve yine aynı eserde topluma bağlanışın izleri görülür. İronik bir yaklaşımla bu tarz konuları ele alan yazarlar düşüncelerini daha farklı bir şekilde ele almış olurlar. Evrensel ve bütüncül romana karşı çok sesli ve çok boyutlu bir roman kurmak olan postmodernizmin, Türkiye’deki yansımaları da bu şekilde dikkat çekici olmuştur. Okur odaklı düşünüldüğünde hemen kabul edilmemesine rağmen zamanla sevilmeye başlanmış ve asıl amacına ulaşmıştır.

70’li yıllarda edebiyatımızda modernist roman deyince akla ilk gelen isim Oğuz Atay’dır. Onun Tutunamayanlar adlı romanı okurun alışık olmadığı bir tarzda çıkar karşımıza. Çünkü bu eserde zaman algısı farklı bir şekilde verilerek değişik gerçeklikler ortaya konulur. O, edebiyatımızda postmodern tarzda yazan ilk isim olarak bilinir: “Oğuz Atay postmodernizmin ve postmodern roman anlayışının Türk edebiyatındaki ilk örneğini 1972 yılında yayımlanan Tutunamayanlar romanıyla verir.” (Sakallı, 2011:1660). Ecevit, Oğuz Atay’ın James Joyce’den etkilendiğini ifade etmiştir: “Atay’ın tanıdığını düşündüğümüz, modernizmin kült-romanı James Joyce’un Ulysses’inden izler taşır bu alışılmamış metin.” (Ecevit, 2014: 86). Bu şekilde birçok isim Batı’da postmodern tarzda yazan isimlerden etkilenmiştir. Bazen

(25)

15

anlaşılmadığından da yakınan Atay, farklı şeyler yazdığının da farkında olduğu için daha çok bireyin iç dünyasına eğilmek ister. Türk romanının ilk üst kurmaca yazarının da Oğuz Atay olduğu düşünülecek olursa edebiyatımızdaki önemi daha iyi anlaşılır olacaktır.

Oğuz Atay’dan sonra postmodern tarzda eser veren kişi ise Yusuf Atılgan olur. Onun Anayurt Oteli adlı eseri yabancılaşmanın ele alındığı postmodernizmin yapıtaşlarından biridir. Bu noktada o, Kafka’ya benzetilir. Çünkü Kafka da özellikle Dönüşüm adlı eserinde yabancılaşmayı usta bir şekilde ele almıştır. Yakın çevresiyle arasındaki uçurumu anlamının verdiği bir yabancılaşmadır bu.

Bir diğer isim ise Ferit Edgü’dür O, diğerlerinin aksine düşle gerçeği birleştirmeyi esas almıştır. Aynı şekilde eserlerinde ne anlattığından ziyade nasıl anlattığı gözler önüne serilir. Çünkü yazarın asıl amacı da budur.

70’li yıllarda Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar ve Tehlikeli Oyunlar romanlarında görülen postmodern akım; “80’li yıllarda Yusuf Atılgan Anayurt Oteli, Pınar Kür Yarın Yarın, Bir Cinayet Romanı, Adalet Ağaoğlu Bir Düğün Gecesi, Bilge Karasu Kılavuz, Nazlı Eray Arzu Sapağında İnecek Var, Latife Tekin Sevgili Arsız Ölüm, Orhan Pamuk Kara Kitap, Yeni Hayat” (Gündüz, 2009:519) tarafından uygulanır. Bu kişilerin haricinde Hasan Ali Toptaş Bin Hüzünlü Yaz, Metin Kaçan Ağır Roman, Fındık Sekiz tarafından uygulanmıştır. Zamanla darbenin de etkisiyle sanat anlayışında bir takım değişiklikler meydana gelir. Bireyselliğin ön plana çıktığı, politikanın da etkisiyle kişilerin taraf tuttuğu bu yeni ortamda postmodernist tarzda eser veren yazarlar ortaya çıkar. Semih Gümüş, edebiyatımızda postmodern romanın protestosunu Hilmi Yavuz’un yayınladığını söylemiştir: “1990’ların başında yazdığı Taormina ve Fehmi K’nın Acayip Serüvenleri adlı iki kısa romanın daha baştan postmodern metinler olarak tasarlamış, edebiyatımızdaki iki köşeli anlatı örneğini yazarların ve okurların önüne koymuştu. Şaşırtmıştı herkesi: postmodern tutum da buydu belki. Yazdıkları gerçekten de postmodern metinlerdi ama deneysel, ilk örnekler gibi kalmış, uzun ömürlü de olmamıştı.” (Gümüş, 2010: 109-110).

Kadın yazarların da ön plana çıktığı bu yeni edebiyat anlayışında çok yetkin kadın yazarlar da ortaya çıkmıştır. Latife Tekin, Bilge Karasu, Nazlı Eray, Adalet

(26)

16

Ağaoğlu, Buket Uzuner, Peride Celal, Ayla Kutlu, Erendiz Atasü, Pınar Kür bunlardan en önemlileridir.

Erhan Bener, Ahmet Altan, Selim İleri, Nedim Gürsel, Hilmi Yavuz yine bu dönemde ortaya çıkmışlardır. Hasan Ali Toptaş, Orhan Pamuk, İhsan Oktay Anar, Aslı Erdoğan, Murathan Mungan ise 90’lı yılların en üretken yazarlarından birkaçıdır. Avangard romanda yeni yeni teknikler deneyen bu isimler farklı yönleriyle ön plana çıkarlar. Postmodern roman ve anlatı kaleme alan diğer isimler ise şunlardır: “Haldun Çubukçu (1958-); Yıldızsayan, Ahmet Sipahioglu (1954-); 1929, Zülfü Livaneli (1946-); Engereğin Gözündeki Kamaşma, Can Eryümlü (1948-); Zamanın Bittiği Yer, Enis Batur (1952-(1948-); Elma, Murat Uyurkulak (1972-(1948-); Tol, Har, Sebnem işigüzel (1973-); Sarmasık, Çöplük, Resmi Geçit, Y. Hakan Erdem (1962-); Unomastica alla Turca, Kitab-ı Duvduvani, Faruk Duman (1974-); Pîrî, Kırk, İncir Tarihi, Gökçen Yılmaztürk (1970-); Aralık Roman, Latife Tekin (1957-); Unutma Bahçesi, Murat Gülsoy (1967-); Bu Filmi Kötü Adamı Benim, Müge İplikçi (1966-); Kül ve Yel, Sema Kaygusuz (1972-); Yere Düsen Dualar, Yüzünde Bir Yer.” (Koçakoğlu,2010:101).

90’lı yıllar için gelenekselle postmodern romanların bir arada verildiği yıllar denilebilir. Bu tarzda eser veren yazarların sayısındaki artış Türk Edebiyatı’ndaki postmodern romanların dünya edebiyatıyla aynı seviyeye ulaşmasını sağlar. Özgür düşüncenin ürünü olan bu eserler, bu yazarlar sayesinde yeni roman yazma geleneğini ortaya çıkarmıştır.

Postmodernizm, Türkiye’de 1990’lı yıllarda tam karşılığını bulmuştur. Bir hayalet gibi görünen postmodernizmin Türkiye’de uygulanması büyük tartışmalara yol açar. İlk bakışta anlaşılmayan eserlerin ortaya konması dikkatleri üzerine çekmiş ve tartışmalara konu olmuştur. Anlaşılmamak, anlatamamak, anlayamamak gibi kavramlar ön plana çıkmıştır.

(27)

17

BİRİNCİ BÖLÜM

ADALET AĞAOĞLU’NUN HAYATI, SANATI VE ESERLERİ

Adalet Ağaoğlu, yaşamı boyunca yazan ve yazmaktan bir dakika bile sıkılmayan üretken bir yazardır. Yazarlık yaptığı süre zarfında hiçbir şekilde bundan vazgeçmemiş ve yazarlığının yanında iyi bir gözlemci olduğunu da gözler önüne sermiştir. Yaptığı röportajlarda sanat anlayışını da ortaya koyan yazar, hayatının büyük bir bölümünü yazarak geçirmiştir. Eserlerinde toplumsal konulara ve kadına yer veren yazar, kadınların problemlerini ele alan yazarlar arasına dâhil edilir. Ayrıca eserlerinde tanıklık ettiği olaylara yer veren yazarın bu yönü eserlerini daha gerçekçi kılar.

1.1.Hayatı

Türk Edebiyatı’nın son zamanlarda yetiştirdiği en büyük yazarlardan biri olan Adalet Ağaoğlu, 13 Ekim 1929 yılında Ankara Nallıhan’da dünyaya gelir. Babası, kumaş tüccarı Hafız Mustafa Sümer’dir. Annesi ise Makedonya’dan göç eden zengin bir ailenin kızıdır. Ağaoğlu, dört çocuklu tüccar bir ailenin tek kız çocuğudur. Kardeşleri Dr.Cazip Sümer, tiyatro yazarı ve oyuncu Güner Sümer ve işadamı Ayhan Sümer’dir. İlköğrenimini dünyaya geldiği Ankara Nallıhan’da tamamlar. On yaşına gelene kadar Nallıhan’da yaşarlar. Ortaöğrenimini 1938 yılında yerleştikleri Ankara’da, Ankara Kız Lisesi’nde 1946’da tamamlar. Ağaoğlu, 1950’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun olur.

Lise yıllarında edebiyata ilgi duymaya başlayan yazar, daha sonra şiir yazmaya başlamış ve en son tiyatroya yönelmiştir. Edebiyat dünyasına sunduğu ilk yazıları 1946’da Ulus gazetesinde yayımlanır. Bu ilk yazılarını tiyatro eleştirileri oluşturmaktadır. 1948-50 yılları arasında ise Kaynak Dergisi’nde ilk şiirleri yayımlanmaya başlar. 1951 yılında Kütüphane memurluğu için sınava girmiş ve TRT’de çalışmaya başlamıştır. Kısa bir süre sonra da Dramatog görevine gelmiştir. 1951-1970 yılları arasında TRT’de çeşitli görevlerde bulunan yazar, Ankara Radyosu’nda göreve başladığı yıl ilk radyo oyunu olan Aşk Şarkısı’nı yazmıştır. Radyo’da görev yaparken tiyatro oyuncusu ve yönetmen dört arkadaşı (Kartal Tibet,

(28)

18

Üner İlsever, Çetin Köroğlu, Nur Sabuncu) ile birlikte Ankara’nın ilk özel tiyatrosu olan ‘Meydan Sahnesi’ni kurar. Meydan Sahne Dergisi’ni de çıkarır. Fakat Meydan Sahnesi ve dergi çıkarma girişimlerinde başarılı olamaz.

1953 yılında tiyatro konusunda görgü ve bilgisini arttırmak üzere Paris’e gider. 1953’te Sevim Uzungören’le birlikte yazdığı Bir Oyun Yazalım tiyatro oyunu aynı yıl Ankara’da sahnelenmeye başlanır. 1954 yılında hayatını mühendis Halim Ağaoğlu ile birleştirir. Yazar, ilk romanını yazana kadar oyun yazarlığını sürdürmüştür. Üst üste yazdığı oyunlarla altmışlı ve yetmişli yılların en tanınan oyun yazarlarından olmuştur. TRT’nin özerkliğine el konulması gerekçesiyle TRT Radyo Dairesi Başkanlığı’ndan 1970’te istifa eden Ağaoğlu, o tarihten bu yana sadece yazarlık yapmıştır. Edebi yazılarında ara ara ‘Remüs Tealada’ ve ‘Parker Quinck’ gibi takma adlar kullanır.

İlk romanı olan Ölmeye Yatmak, 1973 yılında yayımlanır. Bu romanı da dâhil neredeyse tüm eserleri büyük tartışmalara neden olmuştur. Ölmeye Yatmak’tan sonra yazdığı Bir Düğün Gecesi ve Hayır adlı romanlarla bir üçleme oluşturmuştur ve bu eserlerle birçok ödül kazanmıştır. Yine bu yıllar arasında yazdığı ilk hikâye kitabı olan Yüksek Gerilim ile Sait Faik hikâye ödülünü almıştır.

Bir Düğün Gecesi ve Hayır romanları yayımlandıktan sonra, ikinci romanı olan Fikrimin İnce Gülü, dördüncü basımında toplatılır. Fikrimin İnce Gülü romanı hakkında, ‘askeri kuvvetleri tahkir ve tezyif’ suçlamasıyla hakkında 1981 yılında dava açılan Adalet Ağaoğlu, daha sonra aklanmıştır. Bir Düğün Gecesi ise soruşturma aşamasında kalmıştır. Yazıldığı dönemin üç önemli roman ödülüne layık görülmüş olan Bir Düğün Gecesi romanı için de Aldous Huxley’den çalıntı olduğu suçlaması ortaya atılmış ve bu da uzun tartışmalara sebep olmuştur. Bu tartışmalar ilk romanı Ölmeye Yatmak için de yapılmış, bu romanında Ses Sese Karşı adlı romandan intihal yapmakla suçlanmıştır.

1998 yılında Anadolu Üniversitesi tarafından kendisine Fahri Doktora unvanı verilmiştir. Aynı yıl Ankara Edebiyatçılar Derneği tarafından kendisine verilen ‘Onur Ödülü’nü de reddeder.

Hikâye kitapları, deneme, anı-roman türünde eserler yayımlayan Ağaoğlu, 1991 yılında Çok Uzak Fazla Yakın’la oyun yazarlığına geri dönmüştür. 1983’ten

(29)

19

beri İstanbul’da yaşayan Ağaoğlu, hala yazarlığa devam etmektedir. Adalet Ağaoğlu ile ilgili yazıları bir araya getiren arşiv, eşi Halim Ağaoğlu tarafından hazırlanmış ve 2003’te Adalet Ağaoğlu’nun yazarlığının 55. yılı anısına Herkes Kendi Kitabının İçini Tanır adı ile basılmıştır.

1.2. Edebi Kişiliği

Adalet Ağaoğlu ilk romanlarını daha lise yıllarındayken yazmaya başlar. İlk romanlarında yakışıklı genç, güzel kız arasında geçen klasik aşk konularını anlatan olayları ele alır. Bu romanlar, Güzide Sabri, Müfide Ferit Tek, Mükerrem Kamil Su, Muazzez Tahsin Berkant, Şükufe Nihal, Kerime Nadir, Peride Celal gibi ilk kadın romancılarımızın izlerini taşır. Yazar ilk eserlerinde kendi yaratıcılığını yansıtmaktan ziyade başka yazarların etkisinde kalmıştır.

1939-1970 yılları arasındaki siyasi ve sosyal konuları anlattığı Ölmeye Yatmak adlı romanı ile edebiyat dünyasında tanınmaya başlar. Bu eserinde görülmeye başlayan dönemleri ve insanları irdelemeye yönelik sorgulama yöntemi kalıcı hale gelecek ve sonraki romanlarında da bu yöntem sık sık karşımıza çıkacaktır. Bu ilk romanından sonraki romanlarında da aynı hava hissedilir. Ağaoğlu, Alpay Kabacalı ile yaptığı bir söyleşide şunları söyler: “Kurmacanın, adı üstünde zaten, bir dizi yalanlar gerçeği olduğunu söylüyorum. Hayatı yazarak hayalleme deneyimleri bize insanı, dünyayı, yaşamı, fenomelojiden daha iyi anlama olanağı sağlıyor. Fakat bunun için hayatta bakılan şeyin daha sonra gözler kapalıyken (bunu simgesel söylüyorum tabi) görünmesi gerekiyor. Bir içe dönüş olayı yaşamak orada derin kazılara girişmek…” (Kabacalı,1994). Kabacalı’ya verdiği röportajdan anlaşılacağı üzere gerçekleri hayallerle birleştiren yazar, bunu bir teknik haline getirir.

Ağaoğlu, eserlerinde farklı kesimlerden insanlara yer vermiştir: “Romanlarında roman kurgusu kişilere göre düzenlenmiştir. Yazarın romanlarında kullandığı kişiler küçük burjuva sayılan aydınlar, yarı aydınlar, öğrenciler, yakın çevreleri, tüccarlar ve iş adamlarından oluşuyor.” (Önertoy,1984:195). Bu kişiler roman kurgusuna karar verirken aynı zamanda yazarın eserlerinin temelinin ne derece sağlam ve gerçekçi olduğunu da göstermektedir. Yazarın usta bir gözlemci olduğu eserlerindeki karakterlerin gerçekçi özellikleri ne derece yansıttığından da anlaşılır. Yazar, karakter çeşitliliğine önem vermiş ve onların toplumla olan

(30)

20

bağlantılarını da eserlerine yansıtmıştır. İnsanı bütün yönleriyle ele almış ve bu kabiliyetini gözler önüne sermiştir. Ağaoğlu, eserlerinde insan dışındaki varlıklara da bazı görevler yükler. Çünkü yazar, zaman ve mekân olgusunu silikleştirirken toplumda önemsiz görünen şeyleri de ön plana çıkarmak ister: “İnsanlar gibi diğer canlı ve cansızları da aralarındaki ilişkileri tahlil ederek anlatan Ağaoğlu, hatıraların hayale dolanarak ve eşyanın da (objeler) mutlaka değiştirerek sanat eserine gireceğini ısrarla vurgular.” (Kabaklı, 2008: 165).

Adalet Ağaoğlu eserlerini ele alırken farklı türlerden ve onların kullandığı yöntemlerden de yararlanır. Kabaklı bu konuda şunları söyler: “Romanlarında belirtilmesi gereken bir nitelik de, Ağaoğlu’nun fotoğrafa poz veren grupları andıran nitelikte birtakım sahneler çizebilmesidir. Bu durumu ve özellikle söyleşme (diyalog) lerdeki berraklığı, Ağaoğlu’nun yazı hayatına “tiyatro” ile başlamış ve sahne tekniğinin iyi olmasına bağlayabiliriz. ‘Oyun’ dan ‘roman’a geçişini simgeleyen Bir Düğün Gecesi romanında ‘teatral sahneleri’ daha kolay ayırt edebiliriz.” (Kabaklı, 2008:167). Bu sahneler, yazarın kişiler üzerinden yaptığı iç konuşmalar şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Her bir karakterin sırayla konuşması bize burada yazarın türler arası yaptığı geçişleri de gösterir.

Yazarın yaptığı röportajlarda ve hakkında arkadaşlarının yaptığı yorumlarda onun varoluşu sorguladığı ve pasif bir kişilik yerine sonsuz özgürlük uğruna direnişe geçtiği görülmektedir. Bu nedenle yazar, eserlerinde zıtlıklara yer vermiş ve çatışmaları sıkça işlemiştir. Ağaoğlu, eserlerinde olay örgüsünü karmaşık hale getirmiş ve bu eserlerde zaman belirsizliği de dikkatleri çekmiştir. Bu da yazarın kullandığı postmodern yöntemlerdir.

Yazar postmodern romanların neredeyse tüm özelliklerini denemiş ve eserlerinde ‘cinsellik’ kavramlarına da yer vermiştir. Özellikle kadın yazarların yazmaktan çekindiği açık seçik dili başarılı bir şekilde kullanmış ve bu durum eserlerine farklı bir hava katmıştır. Romanları, onun popüler yazarlar arasına girmesini sağlamış ve bu sayede yeni kuşaklar tarafından çokça okunmuştur. Yazar, böylece çok satan yazarlar içerisine girmiştir.

Ağaoğlu, özgün tarzıyla da dikkatleri çeken bir yazardır ve eserlerini oluştururken kendi tarzını konuşturur. Bu konuda Geçgel şunları söyler: “Öykü ve

(31)

21

romanlarında kendine özgü anlatım biçimleri geliştirerek özle biçimin dengelendiği eserler vermiştir. Doğa, toplum, zaman ilişkilerinin insanın iç dünyasındaki

yansımalarını temel alarak yaşanan gerçekliği tüm boyutlarıyla

irdelemiştir.”(Geçgel, 2011: 362). Romanlarında bireyin iç dünyasındaki çatışmalarla bu iç çatışmaların dış dünyaya yansıyan yönlerini irdeleyen yazar, eserlerini psikanalizci bir açıdan ele almaya çalışır. Toplum ve birey arasındaki ilişkiyi irdeleyen bir yazar olmakla beraber iç monologlara da eserlerinde fazlaca yer verir. Popüler romanlardan ve romancılardan da etkilenmiş olmasına rağmen roman sanatını popüler olmak için kullanmadan toplumsal sorunları işlemeye özen gösterir. Yani yeni yöntemlerle toplumsal konulara yer veren yazarlarımız arasındadır. Çok boyutlu konulara yönelmiş, çok çeşitli konulara farklı yöntemlerle değinen bir yazar görünümü çizmiştir. Eserlerinde farklı dönemleri ele alan Ağaoğlu, neredeyse her eserinde farklı yöntemleri başarılı bir şekilde kullanmaya gayret etmiştir. Romanları tıpkı nehir roman gibi birbirinin devamı niteliğindedir. Başkaldırı edebiyatının önemli bir ismi olan Ağaoğlu, olaylara bakış açısında Marksist bir eğilim izleyerek sorgulayıcı bir şekilde eserlerini ele almıştır. Yazarın kendi dönemini de anlatan eserlerinde cumhuriyetten itibaren Türkiye’de yaşanan olayları bulmak mümkündür. Yazar, görüşlerinden ve cesur tavrından dolayı birçok tartışmaya maruz kalmış yine de kendi bildiği yolda yürümeye devam etmiştir. Yazdığı her romanda seçtiği konuya göre bir kurgu oluşturmuş, her eserinde ise farklı bir anlatım metodu kullanmaya çalışmıştır. Eserlerinde toplumsal konuların yanı sıra kadın konusuna da ayrı bir titizlikle değinir. Adalet Ağaoğlu, romanlarında seçtiği kişilerin de aracılığıyla Türk toplumunda yaşanan sosyal ve siyasal değişimleri gözler önüne serer. Toplumun alt kesimindeki kişilere ve yaşama ayak uydurmakta zorlanan kadınlara eserlerinde yer verir. Darbelerin getirdiği demokratikleşme uygulamalarını, ayak uydurulamayan uygarlaşma çabalarını ve yanlış anlaşılmış batılılaşmayı, sağ- sol çatışmalarını eleştirmekte büyük bir başarı göstermiştir.

Yazar, hayatı boyunca birçok ödüle layık görülmüş ve böylelikle adı anılan bir yazar haline gelmiştir. Ayrıca bu şekilde tanınmasının bir diğer nedeni de toplumun sorunlarına eserlerine yer vermesidir. Şahit olduğu olayların yanı sıra bunların insanların üzerinde bıraktığı izleri de eserlerine konu edinir. Nitekim kullandığı anlatım tekniğinde de bunu açıkça gösterir. Çünkü iç monolog, bilinç akışı

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu çalışmada özellikle zaman kavramını işleyiş şekli, topluma bakış açısı ve kişilerin karakterlerini kendine özgü anlatım biçimleriyle değişik şekillerde

(Kişisel Arşiv).. ve II’ye göre belirlenecek orandan fazla ise, temerrüt faiz oranı olarak, kararlaştırılan anapara faiz oranı uygulanacaktır. Ticari nitelikteki bir

Prevalence and molecular diagnosis of Gongylonema pulchrum in cattle and sheep in the Samsun region.. Taner GÜREL 1,a , Şinasi UMUR

[r]

Ama o evlatlar haberlere Ergun Bala gözüyle bakmayı, sayfalarım Ergun Bala titizliğiyle işlemeyi sürdürecek ve Ergim Ahi'lerinden "Aferin" alabilmek için

köşeleri seçersek, baskınlık kümesi şartı sağlanmış olur ve aynı zamanda bu iki köşe birbirine komşu olmadığından bağımsız baskınlık kümesinin şartı

Kurtuluş Savaşı sırasında Bayar'ın aktif olarak mücâde­ leye katıldığını yazan gazete­ ler, ilk Türk parlamentosunun bugüne kadar yaşayan tek üyesi olan

İTP gruplarında MM genotipi kontrol grubuna göre daha sık bulunurken akut İTP’deki yükseklik kontrol grubu ve kronik İTP grubuna göre olan bu fark istatistiksel