• Sonuç bulunamadı

Romanın temel yapı unsurlarından olan zaman, yazarın kendi edebiyat görüşüyle birlikte dış dünyayı ele alması şeklinde ilerler. Zaman, eserlerin yapı olarak ele alınıp incelenmesinde önemli bir unsurdur. Klasik tarzda ele alınan eserlerde zamanın kullanımı okurun anlayabileceği düzeydeyken postmodern eserlerde zamanı anlamlandırmak daha zordur. Buna rağmen postmodern eserlerde zaman unsuru göz ardı edilmez. Çünkü zamanın kişiler üzerinde bıraktığı etki önemlidir. Modern yazarların zaman kullanımı şu şekilde tarif edilir: “Yaratılışı gereği insan, sadece geçmişe sadece hâle, hatta sadece geleceğe değil, zamanın üç hâline de açık bir yapıya, karmaşık bir psikolojiye sahiptir. O, aynı anda üç hâli idrak edebilecek bir yetenektedir. İnsan hatırlama yeteneğiyle geçmişe, mevcudiyetiyle şimdiye, sezgi gücüyle de geleceğe bağlıdır. Modern romancılar, insanı bu açıdan görmek ve göstermek istemişlerdir ve diyebiliriz ki bunu büyük ölçüde başarmışlardır.” (Topaloğlu, 2005: 250).

Postmodern eserlerde zaman kavramı geleneksel eserlere göre daha farklıdır. Dün-bugün-yarın üçgeninin bir arada bir zihin karmaşası şeklinde ele alınması postmodern yaratıların esas unsurlarındandır. Kişinin bunalımlı ruh halini yansıtmada başat öğelerden biri zihinsel karmaşalardır. Postmodernizmin getirdiği ikircikli yapılar kullanımı açısından yazarı ve kahramanı bir karmaşa içine sokar. Bu durumla karşılaşan yazar, kahramanının iç dünyasını yansıtmak için eserin zamansal çizgisini bozar.

Şimdiki zaman kullanımları kesin olmamakla beraber ele alınan konuyu özgürleştirme özelliğine sahiptir. Bu durum sınırların aşılmasına neden olur. Adalet Ağaoğlu zaman kullanımında oldukça titiz davranmış ve eserlerini modern tarzda ele alarak zaman kullanımını da sıradanlıktan kurtarmıştır. Ağaoğlu için, “Modern Batı

72

romanının ana kaynaklarından takip eden Adalet Ağaoğlu, diğer unsurlarda olduğu gibi zaman kullanmada da tamamen moderndir.” (Topaloğlu, 2005: 250) ifadeleri kullanılmıştır. Yazar eserlerini ele alırken kısa süreler kullanmayı tercih eder. Bu da eserlerinde dar bir zamana yer vermeyi tercih ettiğini gösterir.

Ölmeye Yatmak’ta üç türlü ilerler zaman. Birincisi Aysel’in içinde bulunduğu zamanın anlatımı yani şimdiki zamandır. İkincisi diğer karakterlerin anlatıldığı geçmişe dönüşün söz konusu olduğu zamandır. Diğeri ise güncel bilgilerin yer aldığı yani olay örgüsünün genişletildiği zamandır. 1968 yılının Nisan ayında saat 07:22’de Aysel’in bir otel odasına gitmesiyle başlayan roman 8:49’da otelden çıkmasıyla son bulur. Toplamda 1 saat 27 dakika süren bu süre zarfında Aysel’in çocukluğunu ve gençliğini hatırlamasıyla zaman genişler. Eronat eserin zamanı için şunları söyler: “Bir saat yirmi yedi dakikalık kısa bir zaman diliminde hem Aysel’in çocukluk, gençlik ve olgunluk dönemi hem de cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllardaki ülkenin mevcut konjonktürü gözler önüne serilir.” (Eronat, 2004: 46). Aysel, geçen zamanın farkında değildir. Bize bu zamanın aktarımını üst anlatıcı yapmaktadır. Kurmaca zamanı olan bu 1 saat 27 dakikalık sürede Türkiye’nin 1938-1968 senesindeki durumundan da söz edilir. Böylelikle anlatı zamanı genişlemiş olur. Genel olarak bakıldığında ise geriye dönüşlerin yer aldığı zamanın daha geniş yer kapladığı söylenebilir. Eserin öyküleme zamanı ise yaklaşık 30 yıllık bir süreyi kapsar.

Yazarın, zamanı karmaşıklaştırmak yerine onu bir araç olarak kullandığı bilgisi de verilir. Bu durum şu sözlerle ifade edilir: “Ağaoğlu’nun bu romanda, farklı bir zaman kurgusu arayışında olmaktan çok, var olan karmaşayı ya da geçmişle şimdi arasındaki güçlü izdüşümleri yansıtacak bir araç yarattığı görülebilir.” (Akkıyal, 2005: 35). Zaman, Aysel’in yaşamında bıraktığı izlerin görülmesi amacıyla kullanılmıştır. Böylelikle zamanın kullanımı bir amaç değil araç olarak eserde yerini alır. Aysel’in, “Bakmadım ama saat yedi buçuk falandır. Aşağıda otele kaydımı yapan delikanlıdan duydum sanıyorum.” (Ağaoğlu, 2016a: 7) demesi saatten de tam olarak haberi olmadığını gösterir. Roman boyunca otelde çok uzun süre kaldığını düşünür. Çünkü zihnindeki düşünceler onu yormuştur ve zamanın hızlıca aktığını emindir. Eşinin, annesinin, kız kardeşinin, Engin’in, öğrencilerinin onu aradığını düşünür. Bir anda ortadan kayboluşunun insanları ne kadar telaşlandıracağının farkındadır. Oysa otel odasında geçirdiği süre yokluğunun fark edilmeyeceği kadar

73

kısadır. Bu da zaman algısının alışılmışın dışında kullanıldığını gösterir. Zihni ona oyun oynar ve zaman algısını kaybeder.

Geleneksel metinlerin aksine postmodern eserlerdeki zamanın kronolojik olarak akmaması kuralı bu romanda da açık bir şekilde görülür. Her şeyin an’a sığdırılması, belli bir kuralın olmaması gibi özelliklere yer verilir. Okuyucunun beynini yoran bu gibi kullanımlar içinde bulunulan çağın getirmiş olduğu yöntemlerden biridir. Zamanın silik olması ya da belli bir akışının olmaması, bir sıra takip etmemesi bu romanların özelliklerindendir.

Aysel’in 1968 yılının sabah saat 07.22’sinde otele gelmesi ve burada 1 saat 27 dakika kalması, bu süre zarfında kendi iç dünyasını aktarması, geçmişle geleceği bir arada vermesi eserin zamanını özetler niteliktedir.

Üçlemenin ikinci romanı Bir Düğün Gecesi’nde, 26 Kasım 1972 tarihinde Aysel’in yeğeni Ayşen ile Tümgeneral Hayrettin Özkan’ın oğlu Ercan’ın saat 19.00 yapılan düğünü anlatılmaktadır. Eserin anlatı zamanı 1972 yılıdır. Olaylar birkaç saatlik zaman dilimini kapsar. 71 darbesi dönemini ele alan eser, bu dönemden izler taşır. Bu defa Aysel yerine eşi Ömer, kız kardeşi Tezel ve yeğeni Ayşen’in duygularına yer verilir. Bu kişiler dışında da yine iç monologlarına yer verilen kişiler bulunmaktadır. Fakat romanın odak noktasında Aysel’in eşi Ömer yer alır. Zaman kişilerin iç konuşmalarıyla genişletilir. Zamansal olarak belirli bir sıranın izlenmemiş olması kurgudaki karmaşayı gözler önüne sermektedir. Bilinç akışı ve iç monologlar şeklinde ilerleyen zaman, kişilerin ruhsal yönlerinin de esere aktarılmasıyla karmaşık bir hal alır. Mustafa Apaydın eserdeki zaman kullanımını Ölmeye Yatmak’la kıyaslayarak şu şekilde açıklar: “Bir Düğün Gecesi’nde zaman, o zamanı bilinçlerinde yaşayan figürlerin algıladıkları biçimde kurgulanmıştır. Ölmeye Yatmak’ta sadece Aysel’in iç konuşmalarının yansıtıldığı bölümlerde zamanın insan bilincinde algılanışını bütün karmaşıklığı içinde yakalamak mümkündü; Bir Düğün Gecesi’nde ise romanın Ertürk’ün anı defterinin dışındaki bütün ben anlatıcıları zamanı kendi bilinçlerinde algılarlar. Geçmiş artık bütünüyle bilincin kısa anımsamaları, şimdiki zamandan alınan çağrışımlar ile oluşmaktadır. Üstelik bu anımsamalar, bir düzen içinde değildir.” (Apaydın, 2006: 29). Bir Düğün Gecesi, Ölmeye Yatmak’tan daha karmaşık bir yapıya sahiptir. Diğer eserde Aysel’in zihin

74

karmaşıklığı zamanı anlamlandırmada zorluk çıkarsa bile Bir Düğün Gecesi’nde bunu nerdeyse herkes yaptığı için eser zamanının daha da karmaşık bir hâl aldığı görülür. Çünkü kişilerin geçmişi mi yoksa şimdiyi mi anlattığı konusunda net bir fikir sahibi olmak zordur. Dolayısıyla dün-bugün-yarın birbirine girmiş ve bir karmaşa söz konusu olmuştur. Eserde anlaşılır olarak verilen zaman kullanımı ise zamanın kişilerin algıladıkları şekilde var olmasıdır.

Eser genel itibariyle 12 Mart sürecinde zarar gören bireyleri anlattığı için bu tarih, eserin anlamlandırmasında önemli bir yere sahiptir denilebilir. Bu durumu Alemdar Yalçın, zamanın belirleyici olarak görmüş ve şu ifadeyi kullanmıştır: “Romanın geriye doğru birinci belirleyici halkası 12 Mart Askeri Harekâtı’ndan önceki on yıldır. Roman kahramanlarının son on yıllık ilişkileri, Ankara’da ortaya çıkan öğrenci olayları, üniversitedeki gençlik olayları ve kültür çatışmaları, romandaki ilişkileri belirleyici bir nitelik taşımaktadır.” (Yalçın, 2011: 485). Eser kişilerinin neredeyse çoğu 12 Mart döneminden etkilenmiş ve dolayısıyla da zamanın kişinin ruhundaki sarsıntıları eserde yer almıştır: “Bir Düğün Gecesi sıkıntılı bir yakın geçmişin tedirgin sıkıştırılmış bir şimdiki zamanın romanıdır.” (Apaydın, 2006:31). Yakın geçmişi sorgulayan bu eser, bunu kişilerin düşünceleri şeklinde bizlere aktarır. Dolayısıyla bu eserin kurmaca zamanı 2 saatlik bir süreyken anlatı zamanı darbe dönemine de değinilen geniş bir zamandır denilebilir.

Eserde yakın ve uzak geçmiş de söz konusudur. Ömer’in Aysel hakkında verdiği bilgiler ve tartışmaları yakın geçmiştir. Tezel’in otobüs yolculuğu da aynı şekilde düğüne geleceği zamanın ele alımıdır. Ertürk’ün hatıra defteri ise 5 Şubat 1952 tarihini verir. Kore Savaşı döneminde ele aldığı bu defterde de uzak geçmişin izleri görülür. Yazar eserinde zamansal olarak yakın ve uzak geçmişi bir arada sunmuştur.

Üçlemenin son romanını oluşturan Hayır 1987 yılında yayımlanmıştır. 80’li yılların ele alındığı eserde darbe döneminden izler görülür. Bu roman 12 Eylül sonrasında bir çıkış yolu bulamayan ve romanın sonunda kaybolmayı tercih eden Aysel’i ele alır. Romanın “Sabah” adlı bölümünde Aysel’den söz edilir. Tam olarak zamanı belli olmamakla birlikte 22 Aralık’ta romanın kurmaca zamanı başlar. Aysel, zamanı “Bugün, o gün işte. Resmi kâğıttaki yazıya, ekindeki çağrı kartına göre,

75

aralığın yirmi ikisi.” (Ağaoğlu, 2014: 8) sözlerle verir. Yaklaşık 24 saatlik bir kurmaca zaman dilimi vardır. Anlatı zamanı açık bir şekilde verilmemesine rağmen Engin’in yaşından anlaşılmaktadır. Çünkü Ölmeye Yatmak’ta yirmi beş yaşında olan Engin’in burada kırklı yaşlarda olduğu görülür. Dolayısıyla eserin anlatı zamanı 1983 tarihlere tekabül eder. Anlatı zamanı ise 1968’den 1983’e kadar geçen süreyi kapsar. Eserde geçmiş zamanın izleri de sürekli karşımıza çıkar. Bu roman 12 Mart’tan 12 Eylül’e kadar yaşanan olayların sonuçlandığı romandır. Aysel’in Ömer’den boşanışı, Ayşen’le Ömer’in evlenişi ve çocuklarının oluşu, Aysel’le Engin’in ilişkisinin ortaya çıkışı, Aysel’in sahtekârlıkla suçlanışı, Engin’in darbe öncesi tutuklanması hep bu romanda karşımıza çıkar. Aysel bu eserde 60’lı yıllara gider.

22 Aralık tarihi romanda karşımıza çıkan tek tarihtir. Yazar zamanın anlaşılmasını okuyucunun muhayyilesine bırakır. Ayrıca Aysel’in Engin’e yazdığı mektupta Engin’in kırk yaşında olduğunu belirtmesi kurmaca zamanın 1983 yılı olduğunu gösterir. Engin, 1968 yılında henüz 25 yaşındadır. Romanda geçen zaman, bu şekilde açık olmayacak şekilde verilen ipuçlarından yola çıkarak bulunabilir. 12 Mart ve 12 Eylül dönemleri roman kahramanları için dönüm noktalarını oluşturur. Öyle ki bu süreçte yakalanan Engin ve bu sürecin getirdiği baskıcı ortamdan dolayı sorgulanan Aysel için bu dönemler daha da zor geçmiştir.

Ağaoğlu diğer iki romanda olduğu gibi bu romanda da dünü-bugünü-yarını bir arada kullanır. Fakat diğer iki romanın aksine bu romanda anın anlatımını yakalamak daha zordur. Geçmişin ya da geleceğin şu an yaşanıyor gibi algılaması mümkündür. Romanda şimdiki zamanda verilen birçok olay aslında bir sanrıdan ibarettir. Aysel’in hayali arkadaşlarıyla yaşadıkları ve yaşıyor gibi olduğu olaylar bize anʼı verir. Düşler, hayaller gerçek zamanla o kadar iç içe geçmiştir ki okuyucunun gerçekten yaşanan olayı bulması çok zordur. Şimdiki zaman diliminin içinde Aysel’in Ömer’le yaşadığı diyalogların araya girmesi, diğer romandaki bağlantılar açısından oldukça önemlidir. Ayrıca bu geçmişe dönüşler metni durağanlıktan kurtarmış okuyucunun metni daha dikkatli okumasını sağlamıştır. Roman boyunca gerçekten yapıldığını sandığımız işler aslında birer sanrıdan ibarettir. Aysel yazmak istediği mektupları aslında yazmamıştır; fakat bu o kadar gerçekçi bir şekilde verilmiştir ki okuyucu bunu gerçek zanneder.

76

Genel olarak roman boyunca sanrılar dikkati çeker. Hayal o kadar ön plandadır ki olmayan şeyleri varmış gibi gösterme başarılı bir şekilde verilmiştir. Eronat, “Bir günlük zaman diliminin başlangıcı ile sonu arasında tamamen yaşanması muhtemel oluşumlar aktarılmıştır.” (Eronat, 2004: 125) sözleriyle sanrıların fazlalığına dikkat çeker. Eserin zamanı kısa bir süreyi kapsar ve bu küçük bir olayla bütünleştirilir. Genel olarak romanın zaman kullanımı ise şu şekilde verilir: “Romandaki anlatı zamanı üçlemenin diğer iki romanına oranla daha uzun bir zamanı ve günü kapsar ve dairesel özellik gösterir, yani başlangıç anına geri döner.” (Uğurlu, 175: 2003).

Benzer Belgeler