• Sonuç bulunamadı

Roman kişileri, gerçek kişiler olduğu gibi gerçek dünyadan bağımsız tamamen uydurma ve hayali kişiler de olabilir. Nurullah Çetin de kişilerin hem gerçek yaşamda yer alan hem de uydurma kişilerden seçilebileceğini söyler: “Gerçek dünyada var olan ya da tarihte gerçekten yaşamış olan kişilerle uydurma ve hayali kişiler karşı karşıya getirilebilir.” (Çetin, 2013: 98-99). Bu kişiler her zaman alışılmış davranışlar sergilemezler. Bazen de alışılmışın tersine okuyucuyu şaşırtacak derecede davranış sergiledikleri görülür. Yazarla tartışan, okuyucuyu esere dâhil etmeye çalışan kişiler de söz konusudur. Bu tür kişiler ise özellikle son dönem romanlarda sıklıkla çıkar karşımıza. Postmodern romanlarda dikkati çeken bu özellik zaman içerisinde yayılım göstermiştir. Postmodern roman kişilerinin eser içerisindeki konumları değişiklik göstermektedir. Yani onların beklenmedik kişilik özellikleri de gösterebilecekleri unutulmamalıdır. Postmodern roman kişilerinin davranışları şöyle açıklanır: “Postmodern romanlarda roman kişisinin bir sonraki adımını tahmin etmek oldukça zordur; çünkü onlar geleneksel ahlak anlayışlarına ya da yaşam tarzlarına göre yaşamazlar. Postmodern romanın metin kişilerinden ideal, güçlü, örnek insan modelleri olmaları asla beklenmemelidir. Tam tersi genelde basit, sıradan karakterlerdir. Hep bir çelişki vardır onların kişiliklerinde.

49

Postmodernizmin ana yapısı içinde başat bir unsur olarak görülebilecek ‘dönüşüm’ karakterler içinde geçerli bir durumdur.” (Somuncuoğlu Özot, 2014:978). Postmodern roman kişileri herhangi bir kurala uymadıkları gibi bu kurallarla alay ederler. Onlar tüm bunları ironik bir dille eleştirirler. Postmodern roman kişilerinden geleneksel roman kişilerinde beklenen özellikler söz konusu değildir. Onlar normal yaşamlarını sıradan bir şekilde sürdüremezler. Aynı şekilde tarihi romanlar postmodern şekilde ele alındığında da bu şahsiyetler sıradanlıkları ve acizlikleriyle ele alınırlar.

Postmodern romanlarda kişi yine ön plandadır. Fakat artık edilgen hale gelmiştir. Ana karakter ayrıcalıklı bir kişi olmaktan çıkmış, sıradan hale getirilmiştir. Bu eserlerde uzun bir karakter betimlemesine rastlanmamaktadır. Bunun yerine kişinin konuşmaları, davranışları üzerinde durulur ve böylelikle okuyucunun karakter analizi yapması sağlanır. Kişinin fiziki özellikleri hakkında bilgi verilmez. Yazar bu kişiler hakkında ayrıntılara girmez. Roman kişileri metne müdahale edip yazardan bağımsız hareket edebilirler, bu da kişilerin eserlerde ne derece önemli olduğunun göstergesidir.

Postmodern romanlarda birey toplumdan kopmuş kendini değersiz hisseden ve hayatı sürekli sorgulayan bir özne halini almıştır. Bu nedenle bu tarz romanlarda kişi tahlili yapmak diğer romanlara göre daha zordur. Çünkü kişilerin ruhsal yapısı kişiyi belirli bir çizgide tanımamıza engel olur. Yine bu romanlarda tüm kişilerin önem arz ettiği söylenemez. Bu kişiler asıl karakterin tanıtılmasında kullanılmış isimler de olabilir. Kendi ruhsal yapıları nedeniyle bir çıkmazın içinde kalan kişilerin psikolojik durumları onları tanımamızı sağlar. Belirli bir çizgide yer almayan bu durum karakterlerin anlaşılmasını önler. Karakterler çoğunlukla içe kapanık, hayatı sorgulayan, mutsuz ve sürekli kaçıp gitmek isteyen kişilerden oluşur.

Her üç romanda da karşımıza çıkacak olan ana karakter Aysel, ilk olarak karşımıza bir otel odasında çıkar. Odada bulunma amacı intihar etmektir. Roman da adını buradan alır. Aysel, karşımıza orta yaşlı bir akademisyen olarak çıkar. Ömer adlı bir üniversite hocasıyla evlidir. Her şeyi elde etmiş, kariyer sahibi bir kadın olmasına rağmen yolunda gitmeyen şeyler vardır. Fakat bunların en başında çocukluğunda yaşadığı zorluklar ve baskılar yer alır. Alemdar Yalçın, Aysel’in

50

davranışlarındaki asıl nedeni şöyle açıklar: “Özellikle genç kızların, okudukları zaman ahlakının bozulacağı düşüncesi hâkim olduğu için Aysel’in de bilinçaltında, okuldaki erkek arkadaşlarını hep kardeş gözüyle görme eğilimi vardır. Kadınlığının ve cinsel özgürlüğün gelişmemesinin sebeplerinden biri de belki bu bastırılmış duygulardır.” (Yalçın, 2011: 480). Özgürlük anlayışının temelinde kız olduğu için bastırılan duyguları olan Aysel, bu duygularını öğrencisiyle birlikte olarak dışa vurmuştur.

Genel olarak Aysel, topluma ayak uyduramayan bir tip olarak çıkar karşımıza. Gözle görülen bir sıkıntısı olmamasına rağmen intiharı kurtuluşu için tek çare olarak görmektedir. Fakat eserin tamamına bakıldığında intiharı bile beceremez. Geçmişine dönüp bakıldığında ise daha farklı bir Aysel görülür. Aysel’in çocukluğunu Turan şu şekilde açıklamıştır: “Orta halli küçük bir esnafın kızı olan Aysel, zar zor erişebildiği imtiyazlarla yoksulluğun sıkıntılarını çekmiş küçük bir kızdır.” (Turan, 2002: 12). Aysel çocukluğunda şu an sahip olduğu imtiyazlardan çok uzaktadır. Tutucu bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmesine rağmen hayallerinin peşinden gitmiş ve kendi ayakları üzerinde durmayı başarmıştır. Babasının ölümünden sonra okumak için Paris’e gider ve Paris onun için yeni bir hayatın başlangıcı olur: “Aysel’in Paris’teki hayatı, onun için bir dönüm noktasıdır. Çünkü Paris’te erkekler, kadınlara cinsel bir meta olarak bakmamaktadır. Ona göre bu da, kadının gerçek anlamda özgür yetişmesine sebep olur.” (Yalçın, 2011: 480). Arkadaşı Alain’in Aysel’e asılmadan yaptığı rahat hareketler Aysel’i ürkütmez. Bu durum kendi ülkesindeki gençleri sorgulamasına neden olur. Ayrıca burada Aysel, kendini daha özgür ve uygar hisseder. Yaşadığı zorluklardan ve okumak için verdiği çabalardan sonra saygın bir akademisyen olan Aysel’in intihar etmek istemesi akıllara birçok soru getirmektedir. Aysel’i bu duruma iten sebepler nelerdir? Aysel, kocası Ömer’i öğrencisi Engin’le aldatmıştır. Bu durum intiharın bir nedeni sayılabilir. Fakat yine de elle tutulur bir pişmanlık söz konusu değildir. Bir diğer neden ise Aysel’in zamana ayak uyduramaması olabilir. Çünkü toplumdan ayrı bir karakter özelliği taşır o. Topluma aykırı bir kişiliktir ve sanki bütün yükü omuzlarına almış gibidir. İntiharın nedeni olarak ikinci seçenek akıllara gelir. Çünkü Aysel’i kocasını aldatmaya iten nedenlerin başında da yine kendisini yaşadığı hayattan kopuk hissetmesi gelmektedir. Aysel, ihtiraslarına kurban gidecek bir karakter

51

değildir. Her ne yapmışsa isteyerek yapmıştır. Onun kocasını aldatması kadınlığını ispat etme yolunda kullandığı bir silah niteliği taşır, Kolcu, roman içerisinde yer alan benzetmeden yola çıkarak Aysel’in Engin’le olan birlikteliğine atıfta bulunur: “Babalarının Hitler bıyığını beğenmeyen Aysel, Gorki bıyıklı Engin’in kollarına kendini bırakmadan edememiştir.” (Kolcu, 2013: 550). Kolcu’nun bu sözlerine baktığımızda Aysel’in eleştirel bir yapıda olduğu görülür. Beğendiklerine beğendiğini hissettiren beğenmediklerini eleştiren bir yapıdadır o. Aysel’e genel olarak bakıldığında saygın bir kişilik olmasına rağmen ideallerini gerçekleştirmediği görülür. Fakat buna rağmen bazı tabuları yıkmış, öğrencisiyle beraber olmuş ve ona göre bu şekilde medeni bir insan olabilmiştir. Ayrıca arkadaşı Aydın da Aysel’in medeni bir kadın olabilmesini erkeklerle olan iletişimine bağlar. Aysel’in bu durumdan da etkilenmiş olabilir. Aysel, uygar bir kız olma yolundaki ilk adımını şu sözlerle dile getirir: “Uzaktan parkın o ilk küçük meyhanesini görüyorum. Orada ilk ‘Avrupai kız’ oluşumu. Aydın’la oturup bir bardak bira içişimi yani. Daha da Avrupaileşip’ az sonra karlı bir bank üstünde kıçım üşüye üşüye elimi tutmasına izin verişimi. Ne üstünde oturduğum ıslaklığı, ne yanımdaki genci; fakat uygar olmayı sevişimi…” (Ağaoğlu, 2016a: 282). Tek düşündüğü şeyin medeni bir kız imajı vermek olduğunu vurgulayan Aysel, Aydın’la bu isteğini gerçekleştirerek de ondan etkilendiğini belli etmiştir. Aysel, kadına cinsel bir obje olarak bakılmasından hoşnut değildir ve ancak kendisi isterse bir erkekle beraber olabilir. Bu durumda Engin’le beraber olması da onun isteyerek yaşadığı bir olaydır.

Yazar diğer postmodern yazarların aksine ana karakteri kadın olarak seçmiştir. Kadınlar politik yönleriyle değil toplumdaki yerleriyle eserin konusu olurlar. Dolayısıyla yazar modernleşmenin en zayıf halkasını ele almıştır. Kadın modernleşmeden, bilinçlenmeden, özgürleşmeden toplum modernleşmez. Aysel’in eksik bir varoluş içerinde oluşu da modernleşme konusunda engel teşkil etmektedir. Aysel’in kendisiyle hesaplaşması ve sürekli bir muhasebe içinde oluşu onun benlik problemlerinin bir göstergesidir. Onun karakteri antitez özelliğe sahiptir. Aslında hayatta yüklendiği vazifelerle istekleri sürekli çatışma halindedir. Aysel, sıradan hayatının dışına çıkmak isteyince kendini otel odasında bulur. Vazifelerle donanmış ve kimliğini bulmaya çalışmıştır. Bu arayış sonucunda da kendini farklı durumlar içinde bulmuştur. Aslında kendi kimliğini farklı insanlarda aramıştır o. Otel odasına

52

gidişi ve ölmek isteyişi kendi benliğine dönüştür onun için. O, dışarı bakmak için bir pencere arar. Kadın olmasına rağmen toplumun kendisine yüklediği görevleri omuzlar. Kendisiyle mücadele eder. Aysel’in bir tarafı yaşam bir tarafı ölümdür. Kadın kimliğiyle aydın kimliğinin çatışması onun bir çıkmaz içerisine girmesine neden olmuştur. Onun ölmek isteyip de ölememesinin nedeni hayatına dair düşünceleridir.

Aysel’in Adalet Ağaoğlu’yla benzerlik gösterdiği yerler de vardır. Hayata bakış açılarında ortak noktalar, yazarın Aysel’i her üç eserde de ele almasını sağlamıştır. Fatih Arslan bu konuda şunları söyler: “Roman konu olarak bir akademisyen olan Aysel Dereli’nin hikâyesini aktarmaktadır. Ağaoğlu aynı kahramanla daha sonraki iki romanını da yazmıştır. Aysel, yapı ve düşünce sistemi bakımından Adalet Ağaoğlu ile benzerlik göstermektedir.” (Arslan, 1997: 159). Böylece Aysel, yazarın sözcüsü konumunda olmuş ve onun düşüncelerinin aktarıcısı görevini üstlenmiştir.

Bir Düğün Gecesi’nde Aysel hakkında yorum yapan ailesi görülür. Aysel’in kocasıyla yeğeni Ayşen arasındaki ilişki gözler önüne serilir ve onun bu konuda kocasına verdiği kozlar göze çarpar. Çünkü Aysel, Engin’le aralarındaki ilişkiyi kocasına anlatmış ve onu küçük düşürmüştür. Bu durumda o, aynı hakkı kocasına vermiş olur. Ömer’in ve Tezel’in kafa seslerinden Aysel’e olan duyguları verilir. Dolayısıyla Aysel bu eserde dolaylı olarak yer alır.

Hayır’da yaşlı bir akademisyen olarak yer alan Aysel’in psikolojik durumu hakkında bilgi verilir. Onun yalnız yaşaması ve kocasını yeğenine kaptırması ruh halinin ne derece kötü olduğunu açıklamak için yeterlidir. Fakat içinde bulunduğu zor şartlara rağmen o, topluma başkaldırmaya devam etmektedir. Çünkü Aysel, hayatı boyunca kendi düşüncelerine önem vermiş ve kendi bildiğinden ödün vermemiştir. Eserin sonunda da intihar ettiğinden şüphelenilmiştir. Aysel, eserin sonunda ortadan kaybolarak dikkatleri üzerine çeker. Yazar dostu onun kaybolduğu düşüncesiyle evine gittiğinde Aysel’in kendini öldürdüğüne dair dokuz tane intihar sahnesi hayal eder. Bunun gerekçesi Aysel’in ödül törenine gitmeyişi ve ondan haber alamayışlarıdır. Aysel’in kayboluşu onun arkadaşları tarafından neden bu şekilde anlaşılmıştır? Aysel’in aydın intiharları üzerine çalışma yapması, böyle bir davranışı

53

kendisinin de sergileyeceğini gösterir. Arkadaşlarının onun intihar ettiğini düşünmelerinin belki de en önemli nedeni budur.

Aysel için geçmiş son derece önemlidir. Çünkü geleceğini belirleyen en önemli unsur geçmiştir. O, geçmiş ile hesaplaşmayı o kadar önemser ki geçmişinden söz etmediği anlar yok gibidir. Geleceği tasarlayışında en önemli unsur geçmiştir. Aysel’in geçmiş ile gelecek arasında ilmek dokuyuşları o kadar çoktur ki okuyucu bunu yakalamak için dikkatli olmalıdır. Fakat dikkati çeken bir şey de vardır ki bu da romanda yer alan geçmişin pişmanlıklarla dolu bir geçmiş oluşudur. Aysel’in geçmişinde ayrılıklar, travmalar, pişmanlıklar çok fazladır. O yüzden böyle bir geçmiş ne derece geleceğin kurucusu olur düşüncesi de akla gelmektedir. Genel olarak geçmişi hatırlayışlarda hep bir kırgınlık hissedilir. Aysel’in eşi Ömer ve yeğeni Ayşen tarafından aldığı darbe onun sürekli bu olayı hatırlamasına neden olur. Ayrıca Engin’le yaşadığı ilişki de aklından çıkmaz. Kişisel hayatındaki bu problemler onun belki de kendini eksik hissetmesine neden olmuştur. Geçmişten bir türlü kopamayışının altında bu nedenler yer alır. Üniversitede öğretmen oluşunun da hayatında yarattığı travmalar vardır. Akademisyen olmanın verdiği sorumluluklar, üstelik tanınan bir akademiysen olmak onun hayatını git gide zorlaştırmıştır. 1973 yılında öğrencisi Engin’le yaşadığı ilişkinin duyulması bu yüzden dekanla yaşadığı problemler ve okuldan uzaklaştırılışı onun hayatında unutamayacağı izler bırakmıştır. Halkı yazdığı yazılarla isyana teşvik etmesi gibi nedenlerle de adı anılır. Bütün bunlar onun geçmişe saplanıp kalmasına neden olur. Tüm bunların yanında darbe döneminin zorluklarıyla da karşı karşıya kalmış, 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinde baskıya maruz kalmıştır. Hakkında dava açılan Aysel, yine de tüm bunların karşısında yıkılmamış inandıklarını söylemede son derece korkusuz bir insan olmayı başarmıştır. Diğer yandan da darbenin verdiği psikolojiyle kırılgan, yorgun, güvensiz bir Aysel karşımıza çıkar.

Yaşamında kaybettiği çok şey olan Aysel, büyük bir boşluğun içine düşmüştür. Geçmiş onun için tamamen bir kaybedişten ibarettir. Aysel’in geçmişe dair kazandığı hiçbir şey yoktur. Geleceğe dair hayallerle çevrili olan hayatında da bunun izi oldukça büyüktür.

54

Romanın sonlarına doğru altmışlı yaşlara gelen Aysel, kendisini bu düştüğü umutsuzluktan çıkaracak bir hayal üretemediğinden dolayı kaybolma yolunu tercih eder. Kendisini karanlıktan aydınlığa çıkaracak tek bir şeyin olmayışı onu yok olma yoluna itmiştir. Postmodern bir tip oluşu varoluşunu bu şekilde yok olarak tamamladığını gösterir. Hayallerle çevrili olan zaman böylece son bulur.

Bir diğer kişi Dündar öğretmendir. Ölmeye Yatmak’ta yer alan Dündar öğretmen, Aysel’in ve diğer çocukların ilkokul öğretmenidir. Romanda Atatürkçü düşünce yapısıyla dikkatleri çekmiştir. Aysel’in çocukluğundan söz edilen bölümlerde mezuniyet müsameresinde Dündar öğretmen görülür. O, yapılacak olan müsamerelerde aileleri ikna etmek ve Atatürk’e mahcup olmamak için çabalar. Daha sonra öğrencilerinin okula devam etmesi için elinden geleni yapar ve kendisiyle gurur duyar. Kendisinin ideal bir Türk erkeği olduğunu düşünür. Çünkü Atatürk’ün izinden gitmiş ve bu uğurda çok mücadele vermiştir. Kardeşini bu şekilde zorluklarla büyütür. Aynı şekilde öğrencilerinin okumuş birer Türk genci olması için de elinden geleni yapar. Dündar öğretmen, eserde geriye dönüşlerde yer alır. Eser boyunca çok yer kaplamamakla beraber öğrencilerinin üzerinde yaratmış olduğu etkiyle de dikkat çeker. Aysel ve ilkokul arkadaşlarının çoğu öğretmenlerinin kendilerine öğrettikleri medeni insan modelini çizmek isterler. Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlılığıyla tanınan Dündar öğretmen, Cumhuriyet Dönemi’nin bir panoramasını verir. O, öğrencilerinin üzerinde yarattığı etkiyle aynı zamanda onların doğu-batı çatışması içinde kalmalarına da neden olur. Aileleri tarafından baskı altında yetişen çocuklar öğretmenleri tarafından medeniyetle tanıştırılmak istenmiştir. Bu da bir ikilem içinde kalmalarına neden olur. Ama Dündar öğretmen, öğrencilerinin bir kısmının okumasına bizzat destek olmuştur. Bu nedenle eserin büyük bir kısmında yer almasa bile varlığı diğer kişiler aracılığıyla hissettirilir. Çağdaş Türk genci olma yolunda adım atan bireylerin hayatlarının şekillenmesinde büyük rol oynamıştır. Eserde ideal bir Türk genci olarak çıkar karşımıza. Aynı zamanda öğretmenlerin öğrencileri üzerinde yaratacağı etkinin de bir göstergesi olur.

Eserde yer alan bir diğer kişi Salim Efendi’dir. Salim Efendi eserin başkişisi Aysel’in babasıdır. Kurtuluş Savaşı’nda İsmet Paşa’yı Ankara’ya götüren jandarmalardan biri olmakla övünür. Aysel’in çocukluğundan söz edilen kısımda kendisine çokça yer verilmiştir. İlk olarak okul müsamerelerinde çıkar karşımıza.

55

Tutucu bir tip olan Salim Efendi, kızının müsamerede erkeklerle beraber gösteri yapmasına içten içe sinir olur. Yine de öğretmenlere karşı çıkmamıştır. Onun bu durumlardan rahatsız oluşu şöyle ifade edilir. “Aysel’i başkente yollamadan da boğulmaktaydı. Oğlu okuryazar olduğundan bu yana boğulmakta. Öğretmene rastladıkça boğulmakta.” (Ağaoğlu, 2016a: 55). Yazar, Salim Efendi’nin hislerini bu şekilde vurgulamış olur. Hakkında usulsüz iş yaptığı için soruşturma da açılan Salim Efendi, bu durumdan kurtulduğu için şükretmiştir. Kızının okul okumasından yana olmamakla beraber yine de çocuklarının okuması için Ankara’ya taşınır. Burada bir dükkân açar. Oğlu İlhan yüzünden dükkânda da sıkıntılar yaşayan Salim Efendi, oğlunun siyasi davalar peşinde koşturmasına da oldukça üzülür. Ne yaptıysa oğlunu bundan vazgeçiremez. Salim Efendi’nin canı Aysel okuduğu için ayrıca sıkılır. Salim Efendi, Aysel’in doğu yönünü temsil eder. Çünkü kızların okuması onun gözünde gereksizdir ve bu durum Aysel’in ikircikli bir yapıda olmasına neden olmuştur. Eserin bazı bölümlerinde oğlu İlhan’a İsmet Paşa’yı götüren konvoyda olduğunu hatırlatır. Bu durumla övünür. Fakat oğlu bunun aksine babasının olmasını istemediği bir kişi olmayı tercih eder. Çocuklarının okuyarak bozulduğunu düşünmeye başlamıştır Salim Efendi. Aysel bu nedenle göze çarpmadan okumaya çalışır. Aysel’in evlilik işi olmadığında Salim Efendi onun için şunları söylemiştir: “Bu kız artık evde kaldı. Gitsin meret, okusun bari de bir iş sahibi olsun.” (Ağaoğlu, 2016a: 336). Okumasına yapacak bir şey kalmadığı için razı olan Salim Efendi, doğu kültürünün aktarıcısı rolünü üstlenir. Eserin sonlarına doğru bir kızı daha olan Salim Efendi, romanın ilerleyen bölümlerinde artık yoktur. Ölmüştür ve ailenin başına İlhan geçmiştir.

Fitnat Hanım, Salim Efendi’nin karısı yani Aysel’in annesidir. Kadınların günümüzde olduğu kadar söz hakkına sahip olmadığı bir aile yaşantısı içerisindedir. Karşımıza ilk olarak Aysel’e müsamere için babasından habersiz kıyafet dikmesiyle çıkar. Onu bu duruma iten oğlunun başka yerde okumasından dolayı ondan uzakta olup kızına yardım etmek istemesidir. Oğlu İlhan ve kızı Aysel’in babalarıyla yaşadığı sıkıntılardan oldukça etkilenir. Fitnat Hanım’a göre de Aysel okumak yerine evlenip barklanmalıdır. Bu da gösteriyor ki Fitnat Hanım kendisine verilmeyen hakların kızına verilmesinden yana değildir. Aysel’in ders çalışması onun için büyük bir sıkıntıdır. Çünkü o, ev işlerinin daha önemli olduğunu düşünür. Toplumumuzda

56

kadının olmak isteyeceği konumun aksine o, kadının evinde kocasının yanı başında olması gerektiğini düşünür. Fitnat Hanım, eserin ilerleyen bölümlerinde bir kız çocuğu daha doğurur. Hamilelik sürecinde ise Salim Efendi’yle İlhan’ın tartışmalarından oldukça etkilenir. Cumhuriyetçi kadın tipinin aksine karşımıza gelenekseli esas alan bir tip olarak çıkan Fitnat Hanım, çocuklarını ve eşini evde idare etmesi yönüyle de dikkat çeker. Aynı zamanda oğlu İlhan’ı kızı Aysel’den daha fazla koruması ve arkasında durması da yine eser boyunca dikkat çekmiştir. Erkek evladına kızından daha fazla ilgi göstererek kadının aile yaşantısındaki yerini de gözler önüne sermiştir.

Bir Düğün Gecesi’nde de görülen Fitnat Hanım, torunu Ayşen’in düğününe gelmiştir. Ömer’in gözlemleri sonucunda da hakkında bilgi verilen Fitnat Hanım’ın ayrıca kendisi de bulunduğu durum hakkında okuyucuya bilgi verir. Çocuklarının saadetini istediğini ama onların her birinin bir tarafa dağıldığını eşi Salim Efendi yanındaymış gibi onunla paylaşır. Kızı Aysel’e üzülür ve onun düğünde bulunmayışı içine dert olur. Onun en büyük derdi üç çocuğunun arasındaki mesafedir. Bu durum

Benzer Belgeler