• Sonuç bulunamadı

Postmodern tarzda yazılan eserlerde eserin ne anlatmak istediği son derece önemlidir. Çünkü yazarın vermek istediği mesaj bu temalarda yatmaktadır. Birden fazla temaya rastlayacağımız bu eserlerin teması genelde umutsuzluğun getirdiği temalardır. Kişilerin toplumdan soyutlanışıyla ortaya çıkar ve eserin geneline yayılır. Bu tarz temaları bulmak kolaydır. Çünkü yazar kişiler üzerinden o duyguları hissettirir. Bu temalar genel olarak bireyin ruh halini ortaya koymaktadır. Toplumun bireyi ittiği çıkmazların ve bu çıkmazların onun ruhunda açtığı yaraların bir yansımasıdır bunlar. Postmodernin etkisiyle yazılan romanların olmazsa olmazı olan bu temalardan en belirgin olanları da bu eserlerde yer almıştır.

89 2.8.1.Yok Olma İsteği: Kaçış

Postmodern romanlarda tema olarak karşımıza öncelikli çıkan konular arasında ‘kaçış’ yer alır. Kişinin bulunduğu ortamdan uzaklaşması ‘kaçış’ olarak adlandırılır. Bu eylem istenmedik durumlar karşısında gerçekleştirilen ve olumsuz olarak atfedilen bir davranış şeklidir. Memnuniyetsizliğin bir göstergesi olarak görülen ve bu nedenle de bir tavır sonucu gerçekleştirilen bu davranış biçimi bir düşüncenin dışavurumudur. Topluma, kişilere gösterilen bir tepki olarak görülür ve bu nedenle de bir mesaj içerir.

Kaçış teması eserlerde sıkça yer almış ve bu da eser kahramanının anlamlandırılmasında büyük rol oynamıştır. Roman kahramanının dünyayı anlamsız bulmaya başlaması ve bulunduğu ortamdan uzaklaşmak istemesi zamanın getirdiği bir olgu haline gelmiştir. Postmodern eserlerde artış gösteren kişinin kendini ve çevresini sorgulaması onun bir noktada toplumdan kopmasını gerektirir. Sıkıntılı bir dönemden geçen bu kişiler, asıl amaçlarına ulaşamadıklarında ve bir yabancılaşma içerisine girdiklerinde çareyi kaçmakta bulurlar. Bu nedenle postmodern eserlerde kullanılan temalar, sıradan kişiliklerin yapmaya cesaret edemedikleri türden, toplumdan kopmuş kişilerin yapmayı göze aldıklarından seçilir. Bu romanlar geleneksel romanların aksine kahramanları bir çıkmaz içine sokar. Bu çıkmaz içinde kalan kişiler çareyi kaçmakta bulur. Bu kaçış bir korkaklık, bir boyun eğiş değil, bunun aksine bir başkaldırıdır. Kişi çevresinden bu şekilde kendini soyutlamış olur. Dolayısıyla tepkisini bu yolla hissettirmiş ve asıl amacına ulaşmasa bile tavrını belli etmiştir.

Ele aldığımız romanlarda da bir kaçış söz konusudur. Ölmeye Yatmak’ta romanın başkişisi Aysel, bir otel odasına gitmiş ve kendini herkesten soyutlamaya çalışmıştır. Bu kaçışı intihar yoluyla gerçekleştirmeye çalışır. Gittiği otel odasında çok uzan süre kalmış hissine kapılan Aysel, aslında kısa bir süreliğine kaçmayı başarmıştır. Ailesinin onun ortadan yok oluşunu merak edeceklerini düşünen Aysel, şunları söyler: “Annem akşama kendisine uğramamı bekler. Uğramayınca gece eve telefon eder. Kocam, o iş gezisinden geç saatlerde dönmüş olur. Beni bulamayınca şaşırır. Ama asıl kıyamet yarın kopar.” (Ağaoğlu, 2016a: 48). Ailesinin kendisini merak edeceğini söyleyen Aysel, onlardan kısa bir süreliğine de olsa kaçmayı başarır. Bu durum karşısında ailesinin vereceği tepkiyi düşünür.

90

Aysel’in otel odasında kendini sorgulayışı bir türlü bitmez. Neden buraya geldiğini düşünür ve şöyle söyler: “Neden çıktım evden? Matbaada işçilik eden bir öğrencimle yattım. Ama çok önceydi bu. Neden yattığımın da öyle uzun boylu üstünde durmuş değilim. Olması gereken bir şeydi. Kaçınılamaz. Evden bunun için çıkmadım. Öğrencimle hangi neden altında yatmışsam o yüzden… Başı sonu olmayan bir an. Öyle mi acaba?” (Ağaoğlu, 2016a: 114). Aysel, Engin’le olan beraberliğiyle evden çıkmasını aynı nedene bağlar. İçinde bulunduğu durumu, özgürleşmek ve kendini ispat etmek için yaptığı bir hareket gibi gösterir.

Kendisini ve etrafındakileri anlamlandıramayan postmodern kişiler; kaçarak, kaybolarak benliklerini ortaya koymaya çalışırlar. Böylece hayatta yapmaları gereken şeyleri yapmış olduklarına inanırlar. Onların en belirgin özelliği anlaşılamamış olmaktır. Aysel de statü sahibi bir kadın olmasına rağmen hayatındaki boşluğun sebebini anlayamayarak çareyi kaçmakta bulur. Kaçarak kısa bir süreliğine de olsa rahatlamaya çalışmış; fakat bunu tam anlamıyla başaramamıştır. İntihar etmek için otel odasına gider, fakat geçmişle bağını koparamadığı için intihar etmeyi başaramaz. Bu şekilde amacına ulaşamayan Aysel, verdiği karardan vazgeçip odayı terk eder. Burada Aysel’in tavrını kısa süreliğine bile olsa kaçarak hissettirmek istediği görülür. Yokluğunun çevresi tarafından nasıl anlaşılacağı ise onun merak ettiği konular arasındadır. Gerçekten kaçmayı başaramamış olsa bile bu yaptığı onun için büyük bir adımdır. Özgürleşmek uğruna kaçmak ya da kaçmayı denemek Aysel için önemlidir. Bu açıdan bakıldığında postmodern kişilerin asıl özelliklerinden biri de budur. Ayırt edici özellikleri topluma zıt hareketlerde bulunmak olan bu kişiler, tıpkı Aysel gibi tavırlarını yok olarak göstermek isterler. Aysel, hayatın durağanlığından sıkılmış ve bu açıdan çareyi çevresinden uzaklaşmakta bulmuştur. Bu sayede de tavrını daha kolay hissettirme imkânı bulur. Romanın başkişisi Aysel dışında kaçış teması göze çarpmaz. Çünkü eserde imkân açısından kişiler arasında belki de en şanslısı Aysel’dir. Bu sayede tepkilerini daha açık bir şekilde ifade eden kişi de yine Aysel olur.

Bir Düğün Gecesi’nde ise çevresinden uzaklaşma yolunu seçen kişi Tezel’dir. Roman boyunca onun yalnız yaşama yolunu seçmiş olduğuna değinilir. Yalnız yaşayan, annesinin bile yanına taşınmayan Tezel, insanlardan uzaklaşma yolunu tercih eder. Uçarı bir kişiliğe sahip olması ve kafasına estiği gibi davranması onun

91

insanlardan uzakta kendi dünyasında yaşamasına neden olur. Tezel’in genel düşüncesini yansıtan şu sözler onun yaşam tarzı hakkında da bilgi verir: “En arka sıradayım. Otobüslerde yerimi en arka sıradan almak benim alışkanlığım. Azala azala tek tük kalan alışkanlıklarımdan biri. Kimse seni görmez. Sen herkesi görürsün. Herkesi görmek istemezsen, kimseyi görmemiş olursun.” (Ağaoğlu, 2016b: 29). Tezel’in otobüs yolculuğu için söylediği sözler, insanlardan uzakta olmaktan memnun olduğunu gösterir. Tezel yolculuğu boyunca düşüncelerden kurtulamaz ve kendi kendine konuşur: “Tezel, kaçma, Hadi canım, anımsa. Hadi koyver kendini. Anımsamaktan kaçmayı bile boşver. Bunu boşvermedikçe hiçlik yolunda bir adım daha atamazsın.” (Ağaoğlu, 2016b: 37). Tezel’in düşüncelerden ve geçmişinden kaçmak istemesi; fakat buna rağmen direnmekten de vazgeçmemesi gözler önüne serilir. Aklının ona oynadığı oyunlar Tezel’in kafasını karıştırır. Düğüne gidip gitmemekte de tereddüt yaşayan Tezel’in şu konuşmaları onlardan uzaklaşmayı kendisinin tercih ettiğini gösterir: “Gitme. Boşver. Onları daha mutsuz et, daha mutsuz olursun. Yani daha mutlu. Ne işin var o analar, abiler, ablalar arasında? Sonra onların yan takıntıları: Enişteler, yengeler, yeğenler.” (Ağaoğlu, 2016b: 45). Tezel, ailesini görmeyi, onlarla beraber olmayı gereksiz görür. Bu durumda onlardan uzak olmak ona daha cazip gelir. Tezel’in yakın çevresinde uzak durmak istemesi eserin birçok yerinde vurgulanır ve kişilik yapısı hakkında da bilgi verilir.

Roman boyunca Ömer ve Tezel’in insanlardan kaçmak isteyişi göze çarpar. Sürekli ayrı takılan ve davetlilerden kaçan bu kişiler, etrafındaki insanlardan bunalıp, çareyi onlardan uzak durmakta bulurlar. Ömer’in evlilik hayatının yolunda gitmemesi ve iş hayatında yaşadığı sıkıntılar onun çevresiyle iletişiminin azalmasına neden olur. Bu nedenle o da düğün boyunca insanlardan kaçma yolunu dener. Tezel’le bu açıdan uymaları ikisinin ortamda diğer insanlardan uzaklaşıp beraber takılmalarına neden olur. Bu nedenle Ömer ve Tezel yakın çevreleriyle köşe kapmaca oynar gibi onlardan kaçarlar. Bu her ikisinin de başvurduğu bir yoldur. Ömer, Aysel’le birbirlerinden uzaklaştıklarını “Şunca yıl sonra Aysel’le birlikteliğimizin temeline ilk ayrılığı koyarak (Ağaoğlu, 2016b: 8) sözleriyle ifade eder ve düğüne geldiği için ilk kez ayrıldıklarını belirtir. Her ikisi de çareyi kaçmakta bulur. Ömer, evlilikleri yapılacak bir şeyin kalmadığını düşünür. Düğünde davetlilerden de kaçan Ömer, kayınvalidesinden de kaçmaya çalışır: “Yirmi yıllık

92

kayınvalideme yakın gelmemeye özen göstererek içki tepsisini ikinci bir umut ışığı gibi dolaştırmaya başlayan garsona yaklaşmaya çalışıyorum.” (Ağaoğlu, 2016b: 17). Ömer’i kayınvalidesinden dahi kaçmaya zorlayan şey insanlara dair yitirdiği güven duygusudur. Bu nedenle sahte bir samimiyet göstermekten kaçarak onlardan uzaklaşır.

Düğünü yapılan Ayşen de eline geçecek en ufak bir fırsatta kaçma eğilimi gösterecek kabiliyettedir. Fakat düğün ona aittir ve herkes onun için toplanmıştır. Böyle bir ortamdan uzaklaşması kolay değildir. Bu nedenle en zor durumda kalan Ayşen’dir denilebilir. Çünkü o, kendi düğününde mutsuzluğuyla dikkat çeker ve elinden bir şey gelmemesi de onun acizliğini gösterir. Ayşen’in âciziyeti onu kaçmaktan alıkoyar. Bu nedenle hayatına boyun eğmiş ve düğünde aklından geçenlerle mutsuzluğu anlaşılmıştır. Ayşen’in asıl kaçışı ise ailesinedir. Onun ailesini eleştirisi sık sık tekrarlanır. Anne ve babasını şu sözlerle yargılar: “Sen utan! Babam utansın! Ben bir tek şeyden utanıyorum işte. Sizden. Babamın arsa alıp arsa satmalarından, motor alıp motor parçası satmalarından, benim üstüme bile alttan alta hesaplar yürütmesinden!” (Ağaoğlu, 2016b: 288). Ayşen’in uzaklaşıp kaçmak isteyişindeki en önemli neden aile içi problemleridir. Evden kurtulmak isteyişi de göze çarpar: “O evden kaçmak, ortadan yok olmak. Bir süre yanlarında kalabileceğim birileri olsa. İş bulsam.” (Ağaoğlu, 2016b: 297). Ayşen, aile içi sorunlarını halledemediğinden genel yaşamının problemli olmasına engel olamamıştır. Yine burada da Aysel, yeğeninin düğününe katılmayarak kendisini ailesinden ve yakın çevresinden soyutlamaya çalışır. Bu şekilde davranarak geçmişiyle bağını koparmak istemektedir. Az da olsa Aysel, yine kaçma planları yapmış ve bunu bu defa yakın çevresiyle arasına mesafe koyarak göstermiştir.

Hayır’da kaçış teması yine Aysel’le çıkar karşımıza. Aysel, hayatının zor dönemlerini yaşamaktadır. Artık yaşlanmıştır ve etrafında onu düşünen insanların sayısı oldukça azalmıştır. Aysel’in kaçışı, yaşlanmaya bağlı olarak artar. Kaçış ile ilgili Aysel’in söyledikleri şu şekilde verilir: “Dıştan bakıldığında yadsıyışla kaçış ikiz kardeşimdir sanılır. Oysa biri, ötekine düşmandır; biri ötekinin karşıtı. Yadsımanın resmi adının kaçış olması, karşı koyuş gerçeğini çarpıtmaktan başka nedir ki? Bunu da yeni bir karşı koyuşla aşmak gerekir. Nasıl mı?

93 Kendi kendine gülmüştü: Elbette ‘kaçarak’

Gerisi, bilinmezliklere doğru giden uzun bir ‘kaçış’ yolu.” (Ağaoğlu, 2014: 203). Yenins’le konuştuğunda onunla olmanın bir kaçış olup olmadığını soran, Aysel, Yenins ’ten “Kaçış değil, reddediş. Reddedişin kaçış olmadığını ileri süren siz değil miydiniz?” (Ağaoğlu, 2014: 298) cevabını alır.

Kaçmak istediğini bu eserde daha açık bir şekilde ifade eder Aysel. O artık sevilen ve sayılan Aysel’den ziyade yalnızlığa mahkûm edilmiş bir kadındır. Artık Aysel için uğruna savaşabileceği hiçbir şey kalmamıştır ve bu nedenle Aysel, çareyi kaçmakta bulur. Bu kaçış sonucunda intihar ettiği düşünülse de aslında Aysel’in ne yaptığı konusunda kimsenin bir fikri yoktur. Bir kayığa binip uzaklaştığı söylenilir. Aysel’in etrafındaki her şeyi reddedişi gözler önüne serilir. Diğer eserlerde de kaçma eğilimi gösteren Aysel’in amacına bu eserde ulaştığı görülür. Asıl tepkisini son eserde ortaya koyan Aysel’in sonu da toplumdan kaçmak olur.

2.8.2.Özgürlüğe Uzanan Yol: İntihar

Ölüm, evrensel bir gerçek olması dolayısıyla hayatımızın her anında karşımıza çıkan bir kavramdır. Gerçekliğinin olması ise onun kabullenilişini kolaylaştırmaz. Çünkü insan her daim yaşamı tüm benliğiyle hisseden bir varlıktır ve dolayısıyla ölümü kabullenmekte zorluk yaşamaktadır. Ölümün algılanışı şu şekilde verilir: “İnsan için ölüm ne kadar tabii ise, o kadar da musibet olarak gözükmektedir. Bu noktada psikolojik bir çelişki yaşanmaktadır; aynı anda hem ölümün varlığı kabullenilmekte; fakat hem de ondan kurtulmak istenmektedir.” (Hökeleklli, 1991: 153). Ölümün kaçınılmaz bir son olması insanın ölümü her daim beklemesini mümkün kılsa da bu duruma alışmak kolay değildir. Dolayısıyla ölüm tüm yaşamı etkisi altına alan bir gerçektir. Ölümün gerçekleşme yollarından en üzücüsü ise intihardır. İntihar, toplum yaşamımızda hoş karşılanmayan bir eylem olarak karşımıza çıkar. Kişilerin kendilerini bir boşluk içinde hissedişleri sonucunda gelinen en son radde olarak bilinir. İntiharın bazı meslek gruplarında daha fazla karşılaşıldığı görülür. Yaşam standartlarının düşük olduğu ailelerde yine bu edime rastlanıldığı görülmektedir. Sanatçılar, edebiyatçılar da en fazla intihar edenler arasında yer alır. Çünkü intihar edimi bilinçli kişilerin de başvurmak zorunda kaldıkları bir yoldur. İntiharın bir başka ifade şekli şöyledir: “İntihar, her zaman insan davranışları içinde

94

insana en korkutucu gelen ve dehşet verici bir olgu olarak yerini almıştır. İnsan çoğunlukla intihardan korkmuş, kaçmış, kabullenmemiş ve kabullenmeyişi de çeşitli yaptırım, soyutlama ve yasalarla kendinden uzak tutmaya çalışmıştır. Çünkü toplumsal olgulara göre intihar, insanın kendine bahşedilmiş hayatı içinde, sosyal hayatın işlerliğine çomak sokan ve gerçekleştirebildiği takdirde asla geriye dönüşü olmayan, gerek dinsel gerekse de ahlaki yönden kabul görmeyen tek kişilik bir edinimdir.” (Erten, 2004: 33-34). Geçmişten günümüze değin her asırda intihar mevzusu konuşulmuş bir mevzudur. Zira dini yönden bakılacak olunursa Allah’ın yasak ettiği bir husus olan ve büyük günahlardan sayılan intihar, bir boşluğa düşme ve umutsuzluk halinde gerçekleşmesi muhtemel bir olaydır. Kendisine biçilmiş olan ömrü boşuna yaşadığını düşünen bireylerin yaşamın anlamsızlığına inanmış olması, intihar için önemli bir nedendir. Buna postmodern zamanın getirmiş olduğu zorluk ve insanların sorgulayıcı tavrı da eklenince intihar kaçınılmaz bir hal almıştır. Yine dini boyutta irdelenecek olursa kişinin Allah’a ve onun buyruklarına inancının azalmasıyla artık düştüğü bu çukurdan çıkamaması da büyük bir nedendir. Öyle ki günaha girmemeye dikkat edilen bir yaşamda Allah’a olan inancın da azalmasıyla bu normal bir hale gelmiştir. Aydın kimliğin de varlığı, Allah’ı ve tüm evreni sorgulaması onların düştüğü iç muhasebenin diğer insanlara göre daha fazla olduğunu gösterir. Bu nedenle toplumumuzda intihar edenlerin büyük çoğunluğu hep okuyan ve kendini geliştiren kesimdir. Edebiyat dünyasında da bu yolu tercih eden yazarların ve şairlerin sayısı son derece fazladır. Bir şeye bağlanamamanın verdiği huzursuzlukla itilen yaşam, belli bir yerden sonra kopma noktasına gelir. Bu da özellikle hayatın içinde belli bir yerde olan kişilerin çizdiği yoldur.

İntiharı bilimsel boyutta ele alanlardan en önemlisi şüphesiz Freud’dur. Erol, Freud’un intiharla ilgili düşüncesini şöyle verir: “Freud’a göre intihar, ölüm içgüdüsünün melankolide etkin olan bir tür süper ego hastalığıdır. Psikolojik temelde rahatsızlık arttıkça bireyin intihar eylemine duyduğu ilgi de aynı nispette artar. Amaç, kendini korumaktır, kendini korumak duyduğu acıyı sonlandırmaktır; bu da ancak kendini öldürmekle kesinlik kazanacaktır. Freudcu psikanalist Karl Menninger’e göre, birbirine benzer üç temel arzunun eseridir. Bunlar: Ölme, öldürme ve öldürülme isteğidir.” (Erol, 2010: 293) Aslında tüm bunlarda gösteriyor

95

ki intihar kişinin iç dünyasında yaşadığı acıya son verme isteğidir ve bu en kesin çözümdür.

Hayat şartlarının zorluğu kadar fazlasıyla kolaylaşması da yine kişiyi uçurumun kenarına iten bir nedendir. Teknolojinin gelişmesinin kişiye duyulan ihtiyacı azaltması gibi nedenler insanları işe yaramaz birer nesne şekline koymuş bu da insanların yok olmasına neden olmuştur. Aydınların kaldıramadığı ise tam da budur. Gelişen teknolojinin insanı kısıtlayıp yok etmesi.

İntihar teması edebiyatın başlangıcından bu yana söz konusu olmuştur. İntiharı ele alan ilk eserler şunlardır: “Yeni Türk Edebiyatı öncesi sözlü halk hikâyeleri ile Klasik edebiyatımızın manzum ve mensur hikâyelerinde açıkça olmasa bile dolaylı olarak intihar olgusuna rastlamaktayız. Yusuf u Züleyha, Leyla ile Mecnun, Vamık ile Azra, Tahir ile Zühre, Ethem ve Hüma, Hüsrev ile Şirin gibi eserlerde bu duruma rastlıyoruz.” (Ulutaş, 2011:72). Bu eserlerde açıkça olmasa da kişilerin intihar ettiği ve sevgililerinin onların mezarı başında ağladığı belirtilmektedir. İntiharın açıkça belirtildiği ilk eserler ise Tanzimat Dönemi’nde karşımıza çıkar. Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesiyle kişilerin ve özellikle sanatçıların yaşadıkları olaylar onları bu temayı işlemeye iter. Bu dönemde siyasi ve sosyal yaşamında kırılma yaşayan sanatçılardan bir kaçı intihar etmiş, edemeyenler ise intihar düşüncesiyle eserlerini kaleme almıştır. Öyle ki eserlerindeki kişiler intihar etmiş ya da bu düşünceyi savunmuşlardır. Yine Dünya Edebiyatı’nda da sık sık işlenen temalardan biridir intihar. Okuduğumuz birçok eserde özellikle başkarakter hayata tutunamayıp bu yolu tercih eder. Fakat bu eserlerin hepsinde bir kaçış olarak ele alınmamış bazıları isteyerek kendilerini yaşamdan kopardıklarını belirtmişlerdir. İntihar, edebiyatın başlangıcından bu yana eserlere konu olmuştur denilebilir. Fakat özellikle son dönem eserlerde kişinin bulunduğu durumdan kurtulmak için bunu çözüm yolu olarak görmesiyle kullanımı yaygınlaşır. Baskılardan kurtulmak isteyen birey, kendini mutsuz hissettiği an bunu bir kurtuluş yolu olarak görür. Aynı zamanda intihar yine kendini ispat etme yollarından biri gibi görünür. Mücadele yerine bulunduğu durumdan kaçış daha çok tercih edilmektedir.

Aydınların intiharları, sıradan insanların aksine toplumda derin yaralar açan intiharlardır. Çünkü sanatçılar topluma yol gösteren ve onları etkileri altına alan

96

kişilerdir. İntiharları da aynı şekilde toplumu etkiler. Bu nedenle bu tarz ölümler toplumda derin yaralar açan olaylardır.

İntihar çeşitleri olarak damar kesmek, zehir içmek, kendini asmak, yüksek bir yerden atlamak, gaz kaçırtmak vb. gösterilebilir. İntihar psikolojisindeki kişi bu yöntemlerden kendine uygun olanı tercih eder. İntihar nedenleri de kişiden kişiye farklılık gösterir. Bazen elle tutulur bir neden olmamasına rağmen kişilerin ağır bir depresyon döneminden sonra bu yolu tercih ettikleri görülür. Depresyona iten neden de bazen ufacık bir olaydır.

Geçmişten bu yana her alanda her şekilde ele alınan ölüm teması Ölmeye Yatmak’ta alışılmışın dışında kullanılır. Ölümün bir yok oluş değil, aksine tekrardan bir varoluş anlamlarının dışında kaçış olarak kullanıldığı bu eserde ölüm için alışık olunmayan bir yol tercih edilir. Hatta öyle ki böyle bir ölüm şekli saçma bile görülür. Hiçbir şey yapmadan uzanıp ölümü beklemek pek akıllıca bir şey değildir. İşte burada yazarın vermeye çalıştığı şey kişinin ruh halidir. Ölüm bu eserde sürekli karşımıza çıkar. Aysel’in otel odasında sürekli söz ettiği bir konudur: “Ölüm bazen o denli çabuk gelmiyor, ölümle savaşmak gerekiyor. Gülünecek en uygun anda gülmeyi kasıklarıma hapsedişim bundandır belki. Ölmeye yatarken ölümle savaşmak gerekeceğini düşünmemiştim.” (Ağaoğlu, 2016a: 8). Aysel ölümü beklerken ölmediğine şaşırır. Neden ölmediği ise kafasında soru işareti olarak kalır: “Battaniyenin altında titriyorum. Bu titreme beni hem ölüme yaklaştırıyor, hem ölüme uzaklaştırıyor. Bir ölüm titremesi belki, Ama titredikçe ölmemiş olduğumu anlıyorum. Hücrelerim henüz yaşamadığımı bağırıp duruyor. Acaba ne zaman öleceğim.” (Ağaoğlu, 2016a: 31). Aysel bu süreçte kendisini ve ölümünü sorgular. Ne yapması gerektiğini bilememek onu beklemeye iter: “Ölümüm henüz tamamlanmadığına göre ne yapmam gerek? Beklemeli miyim?” (Ağaoğlu, 2016a: 114). Aysel ölümün beklemekle geleceğine inanır ve beklemeye karar verir:

Benzer Belgeler