• Sonuç bulunamadı

Siyasal reklamlarda çekicilik kullanımı: 1 Kasım 2015 genel seçimleri Adalet ve Kalkınma Partisi açık hava reklamlarının analizi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Siyasal reklamlarda çekicilik kullanımı: 1 Kasım 2015 genel seçimleri Adalet ve Kalkınma Partisi açık hava reklamlarının analizi"

Copied!
104
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

REKLAMCILIK ANABİLİM DALI

REKLAMCILIK BİLİM DALI

SİYASAL REKLAMLARDA ÇEKİCİLİK

KULLANIMI: 1 KASIM 2015 GENEL SEÇİMLERİ

ADALET VE KALKINMA PARTİSİ AÇIK HAVA

REKLAMLARININ ANALİZİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

Prof. Dr. Süleyman KARAÇOR

HAZIRLAYAN

Oğuz Han ŞEKER

144262001007

(2)

ÖZET

“Siyasal Reklamlarda Çekicilik Kullanımı: 1 Kasım 2015 Genel Seçimleri Adalet Ve Kalkınma Partisi Açık Hava Reklamlarının Analizi” adlı bu çalışmada afişi oluşturan temel göstergeler ayrıntılarıyla ele alınmıştır. Seçim afişi ve afişte yer alan grafik özellikler, görsel ve sözsel öğelerin anlamı, seçmen üzerindeki etkileri, Ak Parti’nin kendini halka nasıl sunduğu ve nelere vurguda bulunduğu, aynı zamanda Ak Parti’nin kurumsal kimlik çalışmalarının bir bölümünü oluşturan renklerin, kullandığı logo, amblem ve sembollerin anlamsal derinliği de incelenmiştir. Bu araştırmada 2015 dönemi genel seçimlerde önemli bir başarı sağlayıp seçimin galibi olan Ak Parti’nin seçim afişleri örneklem alınmıştır. Afişte yer alan göstergelerin çözümlenmesine başlanmadan önce Ak Parti’nin parti programı, tüzüğü, kurumsal kimlik çalışmaları ve temel göstergebilimsel temsilleri incelenmiştir. Bununla birlikte, bu araştırmada göstergebilim siyaset ilişkisi ele alınmış, reklam terminolojisi içerisinde yer alan negatif siyasal reklam ile ilgili bilgiler verilmiş, temsil kavramı üzerinde durulmuş ve siyasal kampanya iletişimine yönelik mevcut literatür incelenmiştir.

(3)

ABSTRACT

“Use of Attractiveness in Political Advertising: In this study titled “Analysis of Outdoor Advertising of the Justice and Development Party for the General Elections-November 01,2015”, the basic indicators generating the poster have been discussed in detail. Election poster and features of graphic included on that poster, meanings of visual and verbal components, their effects on voters, and the presentation way of AK Party to the public and its emphasises, and also the semantic deepness of colours, logo, emblem and symbols used that constitutes a part of in the corporate identity studies of the AK Party have been examined. In this study, Election Posters of the AK Party that has been the winner of election by having an important success in the General Elections of 2015 period were considered as a sample. Before starting the analysis of indicators included in poster, party program, party constitution, corporate identity and basic semiotic representations of AK Party were examined. In addition to this, relationship between semiotics and politics have been examined, knowledge related to the negative political ads included in the advertising terms glossary have been provided, the concept of representation has been discussed and available literature towards the communication of political campaign.

(4)
(5)
(6)

İÇİNDEKİLER ÖZET ... i ABSTRACT ... ii İÇİNDEKİLER ... v GİRİŞ ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM SİYASİ PARTİLER VE SEÇMEN TERCİHİ 1.1. DEMOKRASİ KAVRAMI ... 6

1.2. DEMOKRASİNİN TEMEL İLKELERİ ... 9

1.2.1. Siyasal Katılım ... 10

1.2.2. Temel Hak ve Özgürlüklerin Güvence Altına Alınması ... 11

1.2.3. Eşitlik ... 13

1.2.4. Açık ve Sorumlu Hükümet ... 15

1.2.5. Hukuk Devleti ... 16

1.3. SİYASET KAVRAMI ... 17

1.4. SİYASAL PARTİLER ... 20

1.5. SİYASİ PARTİ SİSTEMLERİ ... 23

1.5.1. Tek Parti Sistemleri ... 24

1.5.2. İki Parti Sistemleri ... 25

1.5.3. Çok Parti Sistemleri ... 27

(7)

İKİNCİ BÖLÜM

SİYASAL İLETİŞİM YÖNTEM VE TEKNİKLERİ

2.1. SİYASAL İLETİŞİM KAVRAMI ... 31

2.2. SİYASAL İLETİŞİMİN TARİHİ GELİŞİMİ ... 33

2.3. SİYASAL İLETİŞİMDE AKTÖRLER ... 36

2.3.1. Devlet Başkanı ... 36

2.3.2. Hükümet ... 37

2.3.3. Siyasi Partiler ... 38

2.3.4. Yerel Yönetimler ... 38

2.3.5. Sivil Toplum Örgütleri ... 40

2.3.6. Baskı Grupları ... 40

2.3.7. Sivil İtaatsizlik ... 41

2.3.8. Lobicilik ... 42

2.3.9. Terör Grupları ... 42

2.4. SİYASAL İLETİŞİMDE YAKLAŞIMLAR ... 43

2.4.1. Kaynak ... 44

2.4.2. Mesaj ... 44

2.4.3. Kanal ... 45

2.4.4. Alıcı ... 45

2.4.5. Geri Bildirim ... 46

2.5. SİYASAL REKLAM VE ÇEKİCİLİK ... 47

2.6. SİYASAL İLETİŞİM KAMPANYALARINDA KULLANILAN KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARI ... 51

(8)

2.6.2. Radyo ... 53 2.6.3. Yazılı Basın ... 54 2.6.4. İnternet ... 55 2.6.5. Sosyal Medya ... 57 2.6.6. Afiş ... 58 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SİYASAL İLETİŞİMDE AK PARTİ’NİN 2015 SEÇİMLERİNDEKİ AFİŞ ÇALIŞMALARI 3.1. AK PARTİ’NİN PARTİ TÜZÜĞÜ VE PARTİ PROGRAMI ... 60

3.1.1. Ak Parti Tüzüğü ... 60

3.1.2. Ak Parti Programı ... 62

3.2. AK PARTİ DÖNEMİNDEKİ SEÇİMLER VE OY ORANLARI ... 65

3.3. AK PARTİ’NİN 2015 SEÇİMLERİNDEKİ AFİŞ ÇALIŞMALARI ... 69

SONUÇ ... 82

(9)

GİRİŞ

Ülkemizde siyasal ortam birçok olgudan etkilenmektedir. Günümüzde, bu olgulardan biri olan ve etkinliğini gün geçtikçe artıran siyasal propaganda ve imaj başarıya giden yolda siyasal partilere destek olmaktadır. Seçim propagandalarının öneminin inkâr edilemez olduğu gerçeğini kabul eden ülkeler, bu alanda imaj çağını da kabul etmektedirler. Dolayısıyla imaja bağlı olarak siyasal reklamcılık da gelişmiştir. Türkiye’de seçim propagandaları çağın gelişmeleri göz ardı edilmeyerek ülkenin özellikleri de dikkate alınarak yapılmaktadır. Siyasal pazarlama açısından en önemli kriterlerden biri olan seçim propagandaları, ağırlıklı olarak medya aracılığıyla yapılmaktadır. Seçmenlerin medyayı bilgi kaynağı olarak kullandıklarını göz önüne alan partiler, kamuoyunu etkilemek için, medyayla yoğun ilişliler içerisine girmektedirler.

Türkiye’de ve değer ülkelerde seçim süreçleri bazen yerel boyutlarda, bazen de ulusal boyutta yaşanmaktadır. Seçim yarışına girmeyi hedefleyen kişi ya da grupların seçmene söyleyecek bir sözünün veya toplumun derdine çare olmayı amaç edinmesi beklenir. Seçmenlerin beklentilerini karşılamaya yönelik söylemler planlı ve stratejik süreçle, yani seçim kampanyalarıyla seçmene anlatılmaya çalışılır. Seçim kampanyaları, siyasal hayatta demokrasinin işleyişinin göstergesi olarak görülmektedir. Çünkü seçimlerin en temel özelliği, seçilme yarışına girenlerin her kişi ya da grubun seslerini duyurabilmeleri, seçmene hedeflerini anlatabilmeleridir.

Seçim süreçlerinde siyasi partiler arasında rekabet halka ulaşmak adına gittikçe artmaktadır. Bu kapsamda seçim sürecinde seçmene ulaşmak için seçim çalışmaları yapılmaktadır. Türkiye’de geçmiş yıllarda eldeki imkânların kısıtlılığı, kitle iletişim araçlarının yoksunluğu gibi sebepler baş gösterse de var olan imkânlar fazlasıyla kullanılarak seçmene ulaşılmaya çalışılmıştır. Özellikle afiş çalışmaları geçmiş seçimlerden başlayarak önemli bir siyasal iletişim aracı olarak

(10)

kullanılmaya başlanmıştır. Bu sebeple siyasal iletişimde önemli bir araç olarak afişler sıkça adından söz ettiren araçlar olmuştur.

Bu bölümde araştırmanın amacı önemi sınırlılıkları ve varsayımları ele alınacaktır.

Araştırmanın Amacı

Seçim afişleri siyasi partilerin vermek istediği sloganları, aktarmak istedikleri hizmetleri seçmene ulaştırmada önemli birer araçtır. Bu araştırmanın genel amacı Türkiye’de ve gelişen teknoloji ve iletişim araçlarının sayısının artmasına rağmen afişin önemini yitirmeden günümüzde de önemli bir propaganda aracı olarak kullanılmasının sebeplerini ortaya çıkarmak; özel amacı ise siyasal iletişim bağlamında Ak Parti’nin 2015 genel seçimlerinde kullandığı afişlerin incelenmesidir.

Araştırmanın Yöntemi

Bu çalışmada, araştırmanın amacına ve kapsamına uygun olarak ilk aşamada kaynak taraması yapılmıştır. Kitap, dergi, gazete koleksiyonları, yayımlanmış seçim sonuçları incelenmiş, bilimsel kitap ve makalelerden yararlanılarak geniş çapta bir literatür taraması yapılmıştır. Ayrıca bu tez çalışmasında, 2015 yılı genel seçimlerinde Ak Parti afiş çalışmaları, göstergebilimsel analiz yöntemi kullanılarak çözümlenmiştir. Göstergebilimsel analiz yöntemi sosyal bilimlerin çeşitli dallarında uygulama alanı bulmuştur. Sağlık ve fen bilimlerinin çeşitli disiplinlerinde de çözümleme yöntemi olarak göstergebilimsel analiz yöntemi kullanılmaktadır.

Araştırmanın Kapsamı ve Önemi

(11)

giren kişi veya grupların seçmene beklentileri doğrultusunda öneriler sunması beklenir. Seçmenlerin adaylardan bekledikleri sözler “seçim kampanyaları” ile planlı ve stratejik bir ikna sürecinde sunulurlar. Demokratik siyasal sistemlerin bir parçası olan seçim kampanyalarının en temel özelliği, farklı adayların seçilmek için yarışmasıdır.

Toplumda görülen iletişimin siyasal boyutu, siyasal iletişim olarak belirtilmektedir. Siyasal iletişimde, seçmenler, seçim propagandaları, adayların ve partilerin topluma verdiği mesajlar, siyasal tutumlar ve davranışlar bu iletişim sürecini oluşturur. Siyasal iletişim, ülke halkının demokratik mücadelelerini ve çoğunluğu yaygınlaştıran bir olgudur. Siyasal propagandalar ulusal iletişimle birlikte uluslararası iletişim faktörlerinden de etkilenmeye başlamıştır. Türkiye’de yapılan seçim öncesinde propagandalarda partililer, yansızlar, ilgisizler, yöre bölümlemesi, yaş, gelir, eğitim ve meslek grupları gibi özellikler göz önüne alınır. Bu tür hedef kitlelerin etkilenmesinde medya önemli etmendir. Medya, başlı başına seçim teknolojileriyle ve yeni kanallarla gelişmiştir. Kitlelere ulaşabilmenin en etkili yolu TV ve radyo programları, sosyal medya, gazeteler, afişler, hatta SMS (kısa mesaj servisi) gibi kitle iletişim araçlarını etkin kullanmaktır. Seçim kampanyalarını düzenleyen firmalar, gelişen teknolojiye ayak uydurarak seçmene ulaşabilecekleri her yolu denemekte ve her türlü imkânı kullanmaktadırlar. Siyasal iletişimin önemli aktörlerinden biri ise hiç kuşkusuz afişlerdir.

Siyasal iletişimde açık hava araçları olarak adlandırılan afişler, aslında sınırlı mesaj taşıma olanaklarına sahiptir. Ancak fotoğraf kullanımı ile aday imajının oluşumuna katkıda bulunup, çeşitli kampanya sloganlarını ve temalarını çarpıcı bir şekilde özetleyebilmektedir. Seçim kampanyalarında en önemli yöntemlerden birisi olan afişlerde, genellikle kısa ve etkili siyasi mesajlar ve etkili bir fotoğraf yer alır. (Uztuğ, 2004: 343). Günümüzde kitle iletişim araçlarının arttığı ve daha etkili yöntemlerin olduğu düşünülse de afiş değerini kaybetmemiş aksine daha fazla görev üstlenmiştir. Bu kapsamda Türkiye’de önemli siyasi başarılar

(12)

yakalayan ve siyasal iletişim çalışmalarında önemli atılımlar yapan Ak Parti’nin seçimlerde kullandığı afişlerin incelenmesi önem taşımaktadır.

Araştırmanın Sınırlılıkları

Siyasal iletişim bağlamında Ak Parti’nin seçimlerde kullandığı afişleri incelenmeyi amaçlayan bu araştırma 2015 yılı genel seçimleri ile sınırlıdır. Araştırma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde demokrasi kavramı, demokrasilerde siyasi partiler ve seçmen tercihi gibi konular ele alınmıştır. İkinci bölümde ise siyasal iletişim kavramının tanımı, siyasal iletişimin gelişimi, siyasal iletişimin aktörleri ve araçları üzerinde durulmuştur. Üçüncü ve son bölümde ise Ak Parti’nin 2015 seçimlerinde kullandığı afişler incelenmiştir.

Araştırmanın Varsayımları

Çalışma sürecinde bazı varsayımlar ortaya konulmuştur. Belirlediğimiz varsayımlar ise şunlardır:

1. Partinin kimliği ile siyasal afişlerde işlenen konular ve konulara yaklaşım tarzı arasında ilişki vardır. Aynı zamanda siyasal iletişim çalışması yapan partinin verdiği mesajlarda iktidar partisi olması konunun ele alınış biçimi üzerine etkili olmaktadır.

2. Ülkenin sosyal, siyasal ve ekonomik şartları ve gündemi siyasal afiş çalışmalarında işlenen konuları etkilemektedir.

3. Klasik oy verme kuramına göre siyasal iletişim çalışmalarında aday ve parti lider imajından daha çok ekonomik sorunlar, ülke sorunları işlenir. Bu kuramın ele alınan yıllarda incelenen afiş çalışmalarında geçerli olup olmadığı üzerinde durulmuştur.

(13)

4. Afiş çalışmalarında sıcak renklerin kullanılması seçmene ruhsal bir mesaj iletmek için etkili bir yöntemdir.

5. Afişlerde kullanılan tipografik karakterler yazılar üzerinden de bir takım mesajlar iletmektedir.

(14)

BİRİNCİ BÖLÜM

SİYASİ PARTİLER VE SEÇMEN TERCİHİ 1.1. DEMOKRASİ KAVRAMI

Günümüzde demokrasi kavramının tanımlanması konusunda görüş birliğine varılamamıştır. Demokrasinin, kendi sosyal, ekonomik, kültürel, politik ve hukuki şartlarına göre her toplum tarafından farklı tanımlanmakta ve yorumlanmakta olduğu görülmektedir. Özellikle günümüz toplumlarında nüfus artışı, toplumsal yapının daha karmaşık hale gelmesi, vatandaşların devletten beklentilerinin artması, uzmanlaşma ve işbölümünün artması gibi sebeplerle gerçek ve doğrudan demokrasinin uygulanmasını giderek güçleştirmektedir (Öztekin, 2007: 63).

Demokrasi Grekçe “demos” ve “kratein” kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiş bir birleşik kelimedir. Demos Grekçe’de halk, halk kitlesi veya yurttaşlar topluluğu, kratein de egemen olmak, iktidar kullanmak, yönetmek anlamını ifade etmektedir. Bu durumda demokrasiyi, halkın egemenliği, iktidar kullanımı, halk egemenliği veya çoğunluğun egemenliği seklinde tanımlamak mümkündür (Dursun, 2002: 161). Demokrasiyi farklı şekillerde tanımlayan birçok düşürün vardır. Bu düşünürlerin tanımlamalarından bazıları aşağıdaki gibidir;

-Richard Robinson, demokrasiyi hükümet sistemi içinde meselelerin ideal veya ideale yakın amaçların aranmasına çalışmak olarak açıklamaktadır (Açıcı, 2009: 7-8).

-Abraham Lincoln ise demokrasiyi; “Halkın, halk tarafından ve halk için yönetimi” şeklinde tanımlamıştır (Sarıbay, 2001: 3).

-Kuçuradi (1998: 25) ise demokrasiyi, “devletin, bütün yurttaşların katılımıyla, tüm bireylerin temel haklarını eşitlik ilkesine uygun olarak korumak

(15)

için var olduğunun bilincinde olan yurttaşlarca alınan kararlarla yönetilmesi” olarak tanımlamaktadır.

Genel bir tanımlama ile demokrasi, halkı yönetecek siyasetçilerin halk tarafından seçilmesi ve halkın kendi kendini yönetmesi olarak belirtilmektedir. Ancak önemli olan bir hususu özellikle belirtmek gerekir ki, halkın seçimden sonra kendini yönetenlerin tüm eylemlerine seyirci kalması, yönetimin, devletin ve toplumun sorunlarında hiçbir müdahalede bulunamaması demokrasi değildir (Öztekin, 2007: 64).

Demokrasi kavramına yüklenen anlamlardan bazıları şöyle sıralanabilir (Heywood, 2006: 96):

-Fakirler ve dezavantajlıların yönetim sistemi

-Profesyonel siyasetçilere veya kamu görevlilerine ihtiyaç duymaksızın, halkın kendi kendisini doğrudan ve sürekli biçimde yönettiği bir hükümet şekli

-Hiyerarşi ve imtiyazdan ziyade eşit fırsatlara ve bireysel liyakate dayalı bir toplum

-Sosyal eşitsizlikleri azaltmayı amaçlayan bir refah ve yeniden dağıtım sistemi

-Çoğunluğun yönetimde söz sahibi olduğu bir karar verme sistemi

-Çoğunluğun iktidarını kontrol altına alarak, azınlıkların haklarını ve menfaatlerini koruyan bir yönetim sistemi

-Kamu makamlarını halkın oyunu almak için yapılan rekabetçi seçimlerle doldurmanın bir aracı

(16)

-Halkın siyasi hayata katılıp katılmadığına bakmaksızın, halkın menfaatlerine göre hizmet eden bir hükümet sistemi

Demokrasi, geniş toplumda, kimin veya kimlerin siyasî yönetim makamına oturacağını belirlemenin, insanlığın şimdiye kadar bulduğu en iyi yollarından biridir. Buradaki geniş toplum vurgulamasına özellikle dikkat etmek gereklidir. Çünkü o, demokrasinin tatbik alanını ve sınırlarını belirlemek açısından hayati bir öneme sahiptir. Demokrasi, her seviyede ve her beşeri-sosyal birimde kim(lerin) yöneteceğini seçmenin bir yolu olmaktan ziyade, geniş toplumda ve siyasî alanda geçerli olan bir yöntemdir (Yayla, 2003: 33).

Halkın tam anlamda özgürlük içinde olabilmesi için yönetilenler ve yöneticiler ayırımı yapılmadan, kendi kendini yönetmesi gerekir. Halkın, çoğunluk tarafından yönetilmesi durumunda ise tam anlamda özgürlükten söz edilemez. Demokrasinin amacı ise, halkın tam anlamda, başka bir deyişle, ideal anlamda özgür olmasıdır. Oybirliği ile yönetim olmadığına ve ideal özgürlüğe ulaşılmadığına göre, mümkün olduğu kadar, ideal özgürlüğe ulaşmak, demokrasinin amacı olmaktadır (Gözübüyük, 2003: 22). Demokrasinin ilk örneklerine çok eski dönemlerde rastlamak mümkündür.

Demokrasiyi ilk defa Eski Yunanlı tarihçi Herodot kullanmıştır. Demokrasinin “üstün iktidarın halk olduğu, iktidarın doğrudan halk tarafından ya da demokratik bir seçimle seçtiği temsilcileri eliyle kullanılan halk yönetimi” olarak tanımlanmasında da halk (demos) vurgusunun merkezi bir yer işgal etmesi önemlidir (Dursun, 2002: 161). Atina’da demokrasinin doğuşuna neden olan, halkın memurun yaptığı işe güvenmeyip, memurun yaptığı rutin işlerin kendileri tarafından dönüşümlü yapılmasını istemeleri ile doğmuştur. Bu dönemi inceleyen tüm kaynaklar Atina’da demokrasi düşüncesinin ilk tohumunu atan kişinin Hesiod adında bir halk şairi olduğunu doğrular (Açıcı, 2009: 11).

(17)

Antik Yunanda, Atinalılar, kendileri için alınacak kararlar olduğu zamanlarda toplanırlar, kararlar alınır, alınan bu kararlar da bir grup tarafından uygulanırdı. Ancak buradaki halktan amaç, Atina Sitesinde yaşayan herkes değildir (Öztekin, 2007: 61-62). Antik Yunan’da siyasi katılım nüfusun çok küçük bir bölümüyle, yirmi yaş üzeri erkek vatandaşlarla sınırlandırılmıştı. Dolayısıyla tüm kadınlar, köleler ve yabancılar dışta tutuluyordu (Heywood, 2006: 97). Eski Yunan sitelerindeki ilk demokrasi uygulamalarının kapsamının sınırlı olması günümüz demokrasileri ile karşılaştırma yapmaya elverişli değildir, fakat ilk örnek demokrasi uygulamaları olmaları açısından önem taşımaktadır.

Atina’nın M.Ö.86’da Roma’nın güçlü saldırısıyla yıkılması sonucu, doğrudan demokrasi tarih satırları arasında kaybolup gitmiştir. Fransız ihtilalına kadar olan dönemde monarşi en iyi yönetim şekli olarak algılanmıştır. Anayasaya dayanan ilk modern demokrasi dizaynı 1641’de Rodos Adalarında yazılan bir anayasada kanunlar hazırlayacak bir meclis ve bu kanunlar uygulayacak hükümete yer verilmesiyle başladığı Raymond Williams tarafından öne sürülür (Açıcı, 2009: 11).

ABD’de, Afro-Amerikan (siyah) insanların güney eyaletlerinde ilk kez oy kullanabildikleri 1960’ların başlarına kadar bu hak tesis edilmiş değildi ve İsviçre’de ise kadınların nihayet oy hakkına kavuştuğu 1971’de gerçekleşti. Bununla beraber çocukların siyasi katılımdan dışlanması şeklindeki bir sınırlama, tüm demokratik sistemlerde uygulanmaya devam etmektedir (Heywood, 2006: 97).

1.2. DEMOKRASİNİN TEMEL İLKELERİ

Bu bölümde demokrasinin temel ilkeleri olan, siyasal katılım, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması, eşitlik, açık ve sorumlu hükümet ve hukuk devleti ilkeleri incelenmiştir.

(18)

1.2.1. Siyasal Katılım

Katılım; “toplumsal düzenin kuruluşu, yönetimi ve denetimine ilişkin politikaların saptanması, kararların alınması ve uygulanmasına ilişkin politikaların saptanması, kararların alınması ve uygulanmasına ilişkin çabaların eylemli olarak içinde bulunulmasıdır” (Karaçor, 2009: 126). Katılım, meşrulukla ilgili bir olgudur. Kısaca halkın kendi kendisini yönetmesi olarak tanımlanan demokrasinin, totaliter ve otoriter rejimlerden ayrıldığı en önemli nokta, halkın yönetimi seçme yetkisidir. Yani iktidarın halkın desteğini almasıdır. Bu destek de halkın yönetim sürecine seçimlerle dolaylı olarak ya da doğrudan siyasi aktör olarak katılmasıyla mümkündür (Akgün, 2007: 4).

Bireylerin siyasal davranışlarını yalnızca sosyoekonomik ve kişisel özellikler belirlemez. Bireylerin eğitim ve gelir düzeyleri, meslekleri ya da kişilik yapısı ne olursa olsun, çoğunlukla iyi bir düzen anlayışıyla hareket etmektedirler. Siyasal hayatın yönünün siyasal koşullar ve toplumun yapısı belirler. Seçmen davranışı kapalı bir sistem gibi sadece kendi içinde şekillenmez. Çevreyle etkileşimin sonucu davranış şekillenir. Bireylerin siyasal davranışlarını, toplumdaki demokrasi seviyesi, siyasete katılmanın meşruiyeti ve toplumun totaliter bir sistemle yönetilmesi gibi faktörler etkilemektedir (Tekin, 2009: 4).

Siyasete katılımdan maksat, bireylerin siyasal sistem içerisinde yer alarak siyasi kararlarda etkili olabilmesidir. Vatandaşların siyasal sistem karşısında tutum ve davranışları siyasal katılım olarak nitelendirilir (Altan, 2011: 315). Siyasete katılım çağdaş, demokratik rejimlerin olmazsa olmazıdır. Bireyler ilkel toplumlarda “kul” sıfatını alırken, demokratik toplumlarda “vatandaş” sıfatını almıştır. Demokrasinin hâkim olduğu rejimlerde birey siyasi hayatta yer bulmaktadır. Demokratik toplumlarda siyasal katılma, bireyin siyasetten beklentilerinin karşılanmasının ilk adımıdır. Çünkü siyasal hayata katılan birey diğer haklarını da kullanabilecektir (Öktem, 2004: 6).

(19)

Siyasal sistem karşısındaki bu davranış, bireyin basit bir merakından başlayıp, yoğun kitlesel protestolara kadar varan karmaşık davranış biçimlerinin tümünü ifade eder. Ayrıca, siyasal katılımın bir yönü de siyasal katılıma aracılık eden birimlerin varlığı ve bu birimlerin katılımı kolaylaştırmasıdır. Örneğin katılım, siyasal partiler, parlamento, hükümet benzeri kamu örgütleri aracılığıyla sağlandığı gibi sendikalar, meslek örgütleri gibi sivil toplum örgütleri aracılığıyla da sağlanabilir (Altan, 2011: 315).

Siyasal katılma, modern sanayileşmiş bir toplum yapısının demokratik bir göstergesidir. Siyasal katılma, toplum üyesi bireylerin siyasal sistem karşısında durumlarını tutumlarını ve davranışlarını belirleyen bir kavramdır (Kapani, 2006: 144). Siyasal katılım, demokrasinin genel hedefi, temel kuralı ve demokrasinin sürdürülmesi yöntemidir. Siyasal katılım seçimde oy kullanma, yönetim kademelerinde bulunma, yönetimle birlikte bir kısım kararların alınmasında veya bir kısım faaliyetlerin yürütülmesinde görev üstlenme, siyasal güç sahibi olma veya çıkar sağlama, karar sürecinde söz sahibi olma, karar verici konuma gelme şeklinde ortaya çıkabilir (Türeli ve Çağlar, 2010: 17).

1.2.2. Temel Hak ve Özgürlüklerin Güvence Altına Alınması

Bir ülkede gerçek demokrasinin bulunup bulunmadığının temel göstergelerinden birisi hiç kuşkusuz özgürlüktür. Özgürlükten kasıt, herkesin, her zaman ve her yerde her isteğini sınırsızca yapabilmesi değildir. Demokratik toplumlarda özgürlük, her bireyin anayasa ve yasalar çerçevesinde, diğer bireylerin özgürlüklerine müdahalede bulunmadan dilediğini yapabilmesidir (Öztekin, 2007: 66). Temel haklar ve özgürlükler terimi, Türk Hukukunda, Anayasa tarafından güvence altına alınan hak ve özgürlükleri anlatmak için kullanılmaktadır. Yani hukuk düzenince tanınıp koruma altına alınan ve güvenceye bağlanan hakları dile getirmektedir. Anayasamıza göre, temel hak ve ödevler herkesin kişiliğine bağlı olarak sahip olduğu, başkasına devredilemeyen, rıza ile dahi vazgeçilemeyen hak ve hürriyetlerdir (Birtane, 2007: 7).

(20)

Temel hak ve özgürlüklerin korunması, çoğulcu demokraside, iktidarın keyfi davranışlarına karşı bireyi koruma, tarih akımı içinde önemli sorunlardan biri olmuştur. Çoğunluğun temsil edildiği yönetimlerde azınlıktaki bireylerin haklarının korunması gayretleri insan hakları kavramını oluşturmuştur. Bireyin korunması için, özel yaşamın gizliliği, konut dokunulmazlığı, haberleşme ve seyahat hürriyeti, toplantı, gösteri ve dernek kurma hakkı, basın özgürlüğü, ve en önemlileri olan düşünce ve inanç özgürlüklerinin devlete gücüne karşı güvence altına alınması yoluna gidilmiştir (Gözübüyük, 2003: 26).

Anayasa Mahkemesinin İmar Kanununun 13. Maddesindeki imar kısıtlamalarına ilişkin maddenin iptali istemiyle yaptığı inceleme sonucunda verdiği iptal kararında bu husustaki düşüncesini şöyle açıklamıştır: “Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup onları büyük ölçüde kısıtlayan veya tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaştığı kabul edilemez. Demokratik hukuk devletinin amacı kişilerin hak ve özgürlüklerden en geniş biçimde yararlanmalarını sağlamak olduğundan yasal düzenlemelerde insanı öne çıkaran bir yaklaşımın esas alınması gerekir (Dağlı, 2007: 37). Temel Hak ve Özgürlükler ancak belli ilkelere bağlı sınırlandırılabilir. Bu ilkeler aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince de kabul edilerek değişik kararlarında ayrıntılı olarak açıklanmıştır.

Temel hak ve özgürlüklerden herhangi birinin sınırlanması durumunda, sınırlamayla istenen amacın gerekli olması, sınırlamanın elverişli olması ve amaç ile sınırlama arasında orantı bulunması gerekmektedir. Bu husus Anayasamızın 2001 yılından önceki halinde 13. maddede “genel sınırlama sebepleri” olarak yer almışken, bu madde AB normlarına uyum kapsamında 03/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı anayasa değişikliği öngören kanunla; “Temel hak ve özgürlükler, özlerine dokunulmaksızın, yalnızca anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere

(21)

bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir” şeklinde düzenlenmiştir (Tunçay, 2011: 5).

1.2.3. Eşitlik

Eşitlik “aynılık”la ilgilidir; nesneler önemli yönleri bakırcımdan aynı iseler eşittirler. Eşitlik ilkesi, temel özellikleri yönünden aynı olan şeylere aynı muamelenin yapılmasını gerektirir (Erdoğan, 2003: 249). Demokrasinin en önemli koşullarından birisi hiç şüphe yok ki eşitliktir. Aynı özgürlükte olduğu gibi, eşitlikte de tüm bireylerin her koşulda her yönden birebir eşitliği söz konusu değildir. Çünkü insanlar, herhangi bir beyaz eşya gibi fabrika ürünü olmadıklarından, aralarında düşünce, dünya görüşü, amaç, hayat felsefesi, toplumlara bakış açısı gibi birçok yönlerden farklılıkların bulunması doğaldır (Öztekin, 2007: 66).

Eşitlik ilkesi demokratik düşüncede merkezi bir rol oynamıştır. Bütün insanların eşit oldukları demokrasi teorisinde bir postüla niteliğindedir. Çoğu demokratlar hem eşitlik ilkesinin bütün insanlara eşit muamele edilmesi gereğinin kendiliğinden geçerli olduğunu, hem de bu ülkenin en iyi bir demokraside korunup geliştirileceğini kabul ederler. Bu nedenle eşitliğe bağlılıkla demokrasiye bağlılık arasında sıkı bir ilişki vardır (Erdoğan, 2003: 249).

Heinrichs (2002)’e göre eşitlik; “Eşitlik, toplumsal düzenin sonuçlarından biri değil, toplumsal düzenin başlangıç noktasıdır. Paylaşıma ilişkin düşüncelerin uygulanmasında, paylaşımla ilgimi bir norma gerek duyulur, bu norm bir temel normuna ihtiyaç duyulur, bu normdan yola çıkarak, bundan ayrı bir paylaşım, adalete uygun paylaşımdır. Paylaşımın birinci normunda, paylaştırılacak olan pay alacak bireylerin sayısına bölünmesidir, bu norm sayısal olarak eşitliği ifade eder. Bu norma göre eşitlikte, adaletin aksine herhangi bir ölçüt yoktur. Eğer somut olayda, varlıkların pay edilmesinde herhangi bir ölçüt yoksa, bazı kişilere diğerlerine göre daha fazla veya farklı şeyler vermek gerekmiyorsa, bu halde

(22)

şahsi duygularla hareket etmek istenmiyorsa payın herkes için eşit olması gerekir”(Aktaran; Gombert vd., 2009: 19).

Devlet tüm vatandaşlarına karsı adil olmak ve aynı mesafede durmak mecburiyetindedir. Tabi ki bu demokratik bir toplumun ve o toplumun yetiştirdiği demokrat liderlerin kaygısıdır. Burada ki eşitlik kanun önünde ki eşitliktir. Devletin herkes tarafından bilinen bir egemenlik gücü vardır. Devlet bu gücü vatandaşını sindirmek, korkutmak için değil kendini ifade edebilen bir toplum ideali için kullanmalıdır. Burada üzerinde durmamız gereken fırsat eşitliğidir (Açıcı, 2009: 16).

Fakat Giovanni Sartori (1996)’ye göre hürriyet için eşitlik gereklidir ancak tek başına yeterli değildir. Başka bir anlatımla eşitlik, hürriyetin önemli bir unsurudur ancak tek başına hür olmayı sağlamaz. Dikta rejimlerinde de bireyler eşit olabilir ancak özgür oldukları söylenemez. O’na göre özgürlük için eşitliğe bile gerek olmayabilir. Demokrasilerde özgürlük, tüm bireylerin yönetime serbestçe katılabilmesini temin ederken, eşitlik de bireylerin farklı özelliklerine rağmen, insan onurunun korunması gereğinden dolayı, eşit bir şekilde bu yönetime katılabilmesi anlamına gelmektedir (Aktaran; Yavuz, 2009: 287).

1982 Anayasasının “Kanun Önünde Eşitlik” başlığını taşıyan 10’uncu maddesi şöyle demektedir (Gözler, 2011: 212):

“Madde 10.- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.

(23)

Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.

Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar”.

1.2.4. Açık ve Sorumlu Hükümet

Hükümetin sorumluluklarından biri yasal sorumluluk, değeri ise siyasi sorumluluktur. Hükümetin siyasi sorumluluğu halk ve parlamento nezdinde politika ve fiillerini haklı çıkarabilmesidir. İktidarların belirlenmesinde ve halkın onları seçimlerde tercih etmelerinin en önemli nedeni siyasi başarıları ve siyasi sorumluluğu taşıyabilmeleridir. Hükümetin yönetimde dikkat etmesi gereken ve demokrasinin bir şartı olan en önemli araç açık devlet politikasıdır. Devletin icraatlarının halk tarafından izlenebilmesi ve hukukun dışında sınırlandırmalar getirilmemesi gerekir (Kozan, 2002: 26).

Hükümet kurmak bir başbakanın görev süresi boyunca gerçekleştirdiği en önemli faaliyetlerden biridir ve hükümet üyeliği dengelenmesi gereken birçok farklı düşünceyi yansıtır. Koalisyon hükümetlerindeki en önemli düşünce, görev dağılımını tüm partilerin koalisyona katılımını sağlayacak şekilde yapmaktır. Koalisyon için önemli olan küçük partiler çoğunlukla boyutlarının hak ettiğinden daha önemli pozisyonları elde ederler (Ball ve Peters, 2007: 166).

Demokratik açıdan bakıldığında hükümetlerin açıklık ve sorumluluk ilkelerini yerine getirmesi düşünülür. Açık hükümet demokrasinin temel unsurlarından birisidir. Çünkü hükümetin faaliyet ve politikalarının sonuçları hakkında doğru ve güncel bilgi mevcut olmadan kamu makamları sorumlu tutulamayacağı gibi, seçmen de bilinçli olarak tercihte bulunamayacaktır. Açıklık ilkesi hükümetin bireylere sunduğu bir lütuf olmayıp tamamen demokrasinin bir şartıdır (Kozan, 2002: 26).

(24)

1.2.5. Hukuk Devleti

Hukuk düzeni, bütün hareket ve davranışların uyduğu bir yapı tesis etme ve ister özel yurttaş, ister devlet görevlisi olsun, toplumun bütün üyelerine eşit olarak uygulanma anlamında hukukun buyurması gereken ilkedir. Bu nedenle, hukukun hâkimiyeti, anayasacılık ve sınırlı devlet gibi fikirleri somutlaştıran temel bir liberal-demokratik ilkedir (Heywood, 2006: 435).

Demokrasinin diğer ele alınış düzlemi, demokrasiyi kanun ve hukuk yapmanın temel veya tek yolu olarak görmektir. Buna göre, demokrasi, halk iradesine, halk egemenliğine dayanır. Temsili demokrasilerde halkın iradesi genel ve eşit oylu seçimlerle ortaya çıkan parlâmentolara yansır. Parlâmentolar, halk adına, demokratik usullerle kanunlar yaparlar. Böylece hukuk oluşur (Yayla, 2003: 40).

Hukuk devleti, devletin hukuka bağlılığı anlamına geliyorsa, yargı da devletin üç temel organından biriyse, hukuk devletinin bir şartı da yargının hukuka bağlılığıdır. Yargısı hukuka bağlı olmayan bir devlette vatandaşların kendilerini güvencede hissedebileceklerini söylemek elbette mümkün değildir. Anayasamız sadece yasama ve yürütme organlarının değil, yargı organının da hukuka bağlılığını açıkça öngörmüştür. Bir kere, yargı organlarının Anayasayla bağlı oldukları açıktır (Gözler, 2011: 210).

Demokratik devletler evrensel hukuk kurallarıyla idare edilmek zorundadır. Hukuk devletinden kasıt; yalnızca kanunlarda yazılı hükümlerle idare edilen devlet demek değil, kanunları pozitif hukuk kurallarıyla örtüşen bir devlet demektir. Devlet ile bireyin karşı karşıya geldiği durumda devlet gücünün üstünlüğün sınırlandırılması için yani devlete karşı bireyin hak arayışını korumak ve idarenin işlemlerini yazılı kurallarla sınırlandırmak için hukuk düzeni şarttır.

(25)

Demokratik devletlerde hukuka bağlılık en önemli şartlardandır (Kozan, 2002: 27).

1.3. SİYASET KAVRAMI

Siyaset kavramının İngilizce’deki karşılığı “politic”dir. “Politic”in eski Yunanca karşılığı “polis” kelimesinden gelmektedir. Polis bir yandan siyasi bir model adıdır. Bu modele göre, tüm vatandaşlar şehir işlerine duyarlı olmalı, duyarlı olmayanlar ise “umursamaz” hatta “ahmak” olarak tanımlanmaktaydı. Esasen Antik Yunan’daki politika, bugünkü demokratik politika gibi herkesi kapsama, çoğulcu ve yarışmacı olma vasıflarına sahip olmaktan uzaktı (Yayla, 2003: 1). Günümüzde siyaset yerine kullanılan politika kavramı siyasetin Batı’daki karşılığıdır.

Günlük dilde farklı anlamlarda kullanılan siyaset kelimesi Arapça’dan Türkçe’ye geçen bir kelime olup Arapçada “siyasa” şeklinde kullanılmaktadır. Sâsa kökünden gelen siyasa kelimesi yönetmek, eğitmek, yetiştirmek anlamına gelmekte ve etimolojik olarak İbranice Kitab-ı Mukaddesteki at anlamına gelen süs kelimesine bağlanmaktadır. Orijinal olarak bu kelime önce Bedevi toplumlarda hayvan terbiye edilmesinde özellikle de at ve develerin yetiştirilmesi ve terbiye edilmelerinde kullanılmış, atları yetiştirip tımar eden, eğiten bakıcılara da seyis adı verilmiştir (Dursun, 2012: 3).

Siyaset; en yalın anlamıyla, insanların devleti yönetme sanatıdır. İnsanlar, devletin yönetimine bilgi ve tecrübe birikimlerine paralel olarak geliştirdikleri modellerle talip olurlar. Bunun için bir dizi faaliyetin içine girerler (Demirtaş, 2010: 10). Siyaset; hükmetme, halkı idare etme, kamu ve siyasi alanların düzenlenmesi, anlaşma, uzlaşı ve görüşme süreçleriyle siyasi kararlar alınması, iktidarı kazanarak yönetimde söz sahibi olma mücadelesi, siyasi otorite kullanılarak kaynaklar, değerler ve sembollerin dağıtılması gibi anlamlara karşılık da kullanılmaktadır (Akdoğan, 2008: 9).

(26)

Siyasetin geniş bir tanımında ise gücün ve kaynakların dağıtımındaki siyasetin işlevini işaret eder. Bu tanım siyaseti özel bir alana (hükümet, devlet ya da kamusal alan) uygulamaktan ziyade sosyal ilişkilerin bütün alanında ve insanın var olduğu her köşede iş başında olan bir faaliyet olarak kabul eder. Siyaset bütün kolektif faaliyetlerin merkezinde bulunur; resmi, gayri resmi, kamusal, özel tüm gruplarda, kurumlarda ve toplumlarda politika, sosyal etkileşimin her düzeyinde bulunur. Milletler ve küresel düzeyde olduğu gibi aile içinde ve küçük arkadaş gruplarında da yer alabilir (Çona, 2009: 9). Görüldüğü gibi siyaset farklı kavramlarla ve farklı ifadelerle tanımlanmaya çalışılmaktadır. Farklı düşünürlerin siyaset tanımlamalarından bazıları ise aşağıdaki gibidir;

Heywood (2006: 2)’a göre en geniş anlamıyla siyaset, “insanların hayatlarını düzenleyen genel kuralları koymak, korumak ve düzenlemek için yaptıkları faaliyetlerdir”.

David Easton’a göre, “siyaset değer ve imkânların iktidar tarafından dağıtılmasıdır” (Aktaran; Akdoğan, 2008: 9).

V. Van Dyke ise siyaseti, “toplumu ilgilendiren meselelerde kendi tercihlerini kabul ettirerek bu tercihleri uygulamak, diğer tercihlerin gerçekleşmesini engellemek amacıyla çeşitli aktörlerin giriştikleri bir mücadeledir” şeklinde tanımlamaktadır ki bu tanımın özünde siyasetin bir iktidar mücadelesi olduğu anlayışı yatmaktadır (Aktaran; Dursun, 2012: 5).

Fichter (1990: 116)’e göre ise siyaset, “kamu düzeninin sağlanması ve genel yönelimin gerçekleştirilmesi görevinin yerine getirilmesini sağlayan temel kurum” olarak açıklanmaktadır (Aktaran; Aydın, 2002: 19).

Kapani’ye göre; (2006: 20) siyaset, özü toplumdaki değerlerin dağıtımı ile ilgili bir görüş ve çıkar mücadelesi, iktidara sahip olma gayretidir.

(27)

Antik Yunandan bugüne, Batı’nın düşünce teamülü içinde global bir gerçek olduğu kabul edilen politikanın, farklı zamanlarda, farklı kişilerce tanımlandığı görülmüştür. Politika hakkında en ilginç tanımlar devlet atanları tarafından yapılmıştır. İngiliz Lord Butler siyaseti “mümkün olanın sanatı” şeklinde tanımlarken, yine İngiliz devlet adamı Benjamin d’Israeli ise “bireylerin aldatılması yöntemiyle yönetme sanatı” şeklinde tanımlamıştır (Çevik, 2010: 33).

Siyaset, devlet yapısı etrafında dönen, bir sosyal örgütlenme sisteminde (polity) gerçekleşen şeydir. Bu nedenle siyaset, bakanlar kurulu, parlamento, hükümet daireleri ve bu kapsamdaki yerlerde siyasetçiler, bürokratlar, kamu görevlileri ve lobi faaliyetleri yürüten az sayıdaki bir kısım insan tarafından gerçekleştirilir. Bir başka ifadeyle insanlar, kurumlar ve sosyal faaliyetlerin büyük bir kısmının siyasetin dışındadır. İş çevreleri, okullar diğer eğitim kurumları, cemaat toplulukları, aileler ve diğerleri bu anlamda “siyasi değildir; çünkü bunlar “ülkenin yönetimi” işine dâhil değillerdir. (Heywood, 2006: 5).

Siyaset olasılıklar arasında tercih yapmaktır. Siyaset, taraf olmaktır; tarafların ve kendi çıkarlarının gerçekleşebilmesi için yasalara uygun olarak birlikte mücadele etmektir. Taraflar yoksa siyasetin imkanı yoktur. Tarafların desteğini alamayan, yalnızca bir kişi tarafından belirlenen ilkeler, sistemler ve ideolojiler, tek taraflı adalet uygulamaları siyasetin değil despotizmin göstergesidir (Çevik, 2010: 32).

Siyaset aynı zamanda akademik bir konu olmakla birlikte, aslında hiç şüphesiz bu faaliyetin incelenmesidir. Bu çerçevede, siyaset, çatışma ve işbirliği olgularıyla karmaşık bir bağlantı içindedir (Heywood, 2006: 2). Bu olgular dışında siyaset akademik bir konu olması dolayısıyla bilim ve sosyoloji açısından da ele alınmaktadır. Buna göre siyaset bilimi öncelikle parlamento, siyasal rejimler, seçimler ve tabii ki, devlet gibi siyasetin kurumsallaşmış öğelerini incelerken, siyaset sosyolojisi bu tür kurumların yer aldığı toplumun yapısal, kültürel, vb özgüllüğü ile siyaseti ilişkilendirmeyi öngörüyor (Vergin, 2008: 18).

(28)

Fakat siyasetin farklı alanlardan incelenmesi dışında kaynağının ne olduğu daha merak uyandıran bir konu olmuştur. Bu durum aşağıda ayrıntılı bir şekilde açıklanmaya çalışılmıştır.

1.4. SİYASAL PARTİLER

Siyasal partilerin, modern siyasal sistemlerin en önemli unsurlarından biri olduğuna şüphe yoktur. Nitekim demokrasinin oluşum, gelişim ve yaygınlaşması da siyasal partiler sayesinde gerçekleşmiştir (İnaç vd., 2007: 2). Siyasi Parti, Halkın desteğini elde etmek şartıyla siyasi iktidarı elde etmek veya paylaşmak amacını güden sürekli bir örgüte sahip siyasi kuruluşlardır (Kocaman, 2010: 49). Siyasal partiler, bireylerin oy vererek ülke siyasetini belirleyebildikleri birer ara mekanizma olmakla birlikte, siyasal katılma olgusuna sadece demokrasinin gereği birer kuruluş olarak etki etmektedir. Bazı partiler belirli bir tabakayı hedef alırken, bazısı kitleye hitap ederek, bireylerin büyük bölümünün katkısın sağlama arzusundadır (Daver, 1993: 227).

Türkçe’de “parça, bölüm” anlamına gelen aslen Fransızca olan “parti” kelimesi Osmanlıca’da “fıkra” kelimesiyle karşılanan bir anlama sahiptir. Bu sebeple gerek Batı’da gerek Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. yy, “parti”, “hizip”, “cemiyet” ve “çıkar grubu” kavramlarının birbirinin yerine ve kamu otoritesiyle ilişkili güncel fikirleri ve/veya ortak amaçları kastetmekte kullanıldığı bir dönem olmuştur. Bu çerçevede, bu dönemde özellikle Batı’da partiler konusunda yazan yazarların hemen hepsi partileri siyasal örgütlenmenin tek yapısal şekli olarak görmemişlerdir. Partilerin bu şekilde algılanması için politika biliminin doğması gerekmiştir (Sarıbay, 2001: 4).

Yukarıdaki ifadelere göre, bazı önemli sosyo-politik gelişmeler sonucunda batı toplumlarında siyasi partiler 19. Yüzyıldan itibaren ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu gelişmeler, demokrasinin yaygınlaşması ve parlamentonun yetkilerinin artırılması ve oy kullanma hakkının toplumun geneline yayılması

(29)

şeklinde sonuçlar doğurmuştur (Kocaman, 2010: 51). Siyasal partilerin literatürde çok çeşitli şekillerde tanımlamalarına rastlamak mümkündür.

Siyasal partilerin ilk tanımlarından-tasvirlerinden birini 18. yüzyıl liberal-muhafazakâr filozoflarından Edmund Burke yapmıştır, Burke’e göre bir parti, “hepsinin hemfikir olduğu bazı ilkeler çerçevesinde, ortak gayretleriyle millî çıkarları geliştirmeye çalışan bir grup insan”dan oluşur (Yayla, 2003: 225). Heywood (2006: 356)’a göre siyasi parti, iktidarı seçimle ya da başka yollarla kazanmak için örgütlenen insan topluluğudur. Siyasal partiler siyasal iktidara sahip olmaya çalışmak veya iktidara ortak olmak amacıyla örgütlenirler. Dolayısıyla iktidara gelme amacı gütmeyen örgütler parti olarak tanımlanamaz (Dursun, 2002: 252).

Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da iktidarı başka bir partiyle paylaşarak yönetime ortak olma amacıyla kurulan siyasi partileri diğer toplumsal örgütlerden en önemli farklarından biri amaç, diğeri de çalışma yöntemidir. Tanımda da belirtildiği gibi siyasi partilerin amacı siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak olduğu halde, siyasi partiler dışındaki hiçbir toplumsal örgütün bu tür amaçları olamaz, en azından kuruluş amaçlan bunlar olamaz. Oysa siyasi partiler siyasi iktidarı amaç edinmeden kurulmaz, diğer toplum örgütlerinin amacı, üyelerin menfaatlerini gözetmek ve bunun için toplumda fikir birliği oluşturup iktidara baskılar yapmaktır (Öztekin, 2007: 75).

La palombara ve Weiner (1966: 6)’in siyasal partilere ilişkin tanımlamaları, gerek açık ve genel olması, gerek siyasal araştırmalarda kolaylıkla kullanılabilmesi bakımından en çok başvurulan tanımlardan birisi olmuştur. La palombara ve Weiner siyasal partileri dört ölçüt kullanarak tanımlamaktadırlar (Aktaran; İnaç vd., 2007: 7);

-Birinci ölçüt, partilerin devamlılığıdır. Partinin ömrü, yöneticinin başta bulunduğu süreden fazla olmalıdır.

(30)

-İkinci ölçüt, partinin bölgesel örgütünün varlığı olmaktadır. Bölgesel örgütler sürekli olmalı ve parti sorunuyla, çeşitli ve düzenli ilişkilerini sürdürmelidir.

-Üçüncü ölçüt, parti liderlerinin amacının iktidara baskı yapmak (muhalefet etmek) değil, iktidarı tek başına ya da diğer parti liderleriyle işbirliği yaparak elde etmektir.

-Dördüncü ölçüt, parti seçimlerle ya da ürettiği politikalarla veya yollarla halkın desteğini almayı ilke edinmelidir.

Tüm tanımalar dikkate alınarak siyasi partileri, “seçimlerde halkın oylarını alarak iktidara gelme amacıyla örgütlenmiş, genellikle belli bir ideolojik uyum gösteren örgütler” olarak tanımlamak mümkündür. Siyasi partilerin kuruluş amacı iktidardaki siyasetçileri etkilemek değil, özgür iradenin yansıdığı demokratik seçimlerle iktidara gelebilmektir. Fakat siyasal partiler, iktidarın bir parçası değillerdir. Siyasal partiler devlet ile toplum arasındaki bağlantı noktalarından birini temsil ederler ve bir sarkaç gibi düşünülebilirler. Siyasal partiler iktidarı ele geçirdiklerinde toplumdan bir nebze uzaklaşarak devletin en üst düzey mercilerini işgal etmiş olurlar. Muhalefetteyken ise toplumla arasındaki mesafe azalarak daha toplumun sorunlarına daha çok odaklanırlar (Demirel, 2012: 181).

Bütün partilerin belli başlı görevleri seçimlerde aday göstermek, kamuoyu oluşturmak halkı sandık başına çekmek, hükümeti denetlemek ve tenkit etmek, bizzat hükümetin sorumluluğunu taşıma ve bu vesileyle atanmışlar üzerinde seçme ve kontrol yetkisidir (Daver, 1993: 227-228). Fakat çağdaş demokratik rejimlerde, siyasal kararları etkilemek ve siyasal iktidarı ele geçirmek üzere örgütlenen siyasi partilerin bu amaçlarını gerçekleştirmek üzere ihtiyaç duyacakları en büyük desteğin halk desteği olduğu kuşkusuzdur (Zabun, 2009: 27).

(31)

Dört önemli özellik genelde partileri diğer topluluklardan ayırmaktadır (Heywood, 2006: 356):

-Partiler, politik çoğunluğa ulaşarak iktidara gelmeyi amaçlarlar (küçük partilerse seçimleri iktidarı ele geçirmek için değil, bir taban kazanabilmek için kullanırlar).

-Partiler, üyelerine resmi üyelik kartları düzenleyen örgütlü yapılardır. Bu özelliğiyle partiler daha geniş katılımlı toplumsal örgütlerden ayrılırlar.

-Partilerin, tipik olarak devlet siyasetinin temel alanlarının her birini hedefleyen geniş bakış açıları vardır (öte yandan küçük partilerin, tıpkı dernekler gibi, tek bir konu odaklan olabilir).

-Farklı düzeylerde partiler ortak bir politik tercihin ve genel bir ideolojik kimliğin etrafında birleşmişlerdir.

Eğer bir toplumda siyasi partilerin kurulması ve çalışmaları başta anayasa olmak üzere bir takım yasalarla sınırlanır ve kontrol altına alınırsa, o toplumda gerçek demokrasiden pek söz edilemez. Çünkü siyasi partiler toplumsal katmanların gözü, kulağı ve toplumun bilinçlenmesi, kamuoyunun oluşması, şekillenmesi ve bilgilendirilmesi, siyasi kararların alınması ve uygulanması, ekonomi, kültür ve eğitim gibi alanlarda, yerel yönetimlerin oluşumu ve çalışmalarında önemli görevler üstlenmek durumundadırlar (Öztekin, 2007: 78).

1.5. SİYASİ PARTİ SİSTEMLERİ

Siyasi partiler kitle partileri ve kadro partileri olmak üzere ikiye ayrılırlar. Kitle partileri daha çok üye sayısına ulaşmayı ve üyeleriyle sıkı ilişkiler kurmayı hedefleyen partilerdir. Daha çok sivil toplum örgütlerine benzer özelliklere sahiptir. Kadro partileri ise çoğunlukla seçimden seçime aktif olan dar bir kadroyla çalışma yürüten, seçmen tabanını genişletme veya dönüştürmeye öncelik

(32)

vermeyen partilerdir. Üyeleriyle sıkı ilişkiler kurmak ya da üyelerini parti yönetimine ve faaliyetlere aktif olarak dahil etme gibi amaçları yoktur (Demirel, 2012: 182-183).

Siyasî partiler, sadece ortaya koydukları fonksiyonların çeşitliliği yüzünden değil, aynı zamanda partilerin birbirleri arasındaki ve kendi içlerindeki karmaşık ve karşılıklı ilişkilerin siyasî sistemleri pratikte işleme biçimini yapılandırmada kritik olduğu için de önemlidirler. Bu ilişkiler ağına parti sistemi denmektedir. Farklı parti sistemlerini birbirinden ayırt etmenin en bilindik yolu, iktidar için birbiriyle yarışan partilerin sayısına başvurmaktır. Bu temele dayanarak, Duverger (1954) “tek partili” “iki partili” ve “çok partili” sistemler arasında bir ayrım yapmıştır. Böyle bir ayırım, yaygın bir şekilde kullanılıyor olmasına rağmen, parti sistemleri bir “rakamlar oyununa” indirgenemez (Heywood, 2006: 371). Bu sistemler aşağıda ayrı ayrı incelenmiştir.

1.5.1. Tek Parti Sistemleri

Tek parti, yirminci yüzyılın getirdiği siyasal bir değişim olarak kabul edilirken, bu değişimin olumlu mu yoksa olumsuz mu olduğu tartışmalı bir konudur. Ancak genel olarak tek parti sistemi demokrasiye uydurulmuş diktatörlük olarak tanımlanmaktadır. Tek partili yönetimler, diktatörlük ve totaliterlikle birlikte ele alınmaktadır (Uyar, 2001: 11). Tek partili rejimlerde hem fiili olarak hem de hukuki olarak yalnızca bir parti vardır. Bu tek parti dışında herhangi bir partinin kurulmasına ve faaliyetine kesinlikle izin verilmez. Tek parti sistemi, tam anlamıyla tekelci, iktidar üzerinde her türlü rekabeti, yarışmayı ve paylaşmayı reddeden bir sistemdir (Yanık, 2003: 272).

Genel olarak tek parti sistemi, kapalı ve yarışmaya kapalı olan bir sistemi ifade etmektedir. Tek parti olgusu, elit bir topluluğun yeni bağlar kurarak oluşturduğu bir sistemdir. Tek parti ideolojisinde kütlelerin kendini yönetemeyeceği, bu nedenle ülkeyi yönlendirebilecek nitelikte, yetenekli liderleri

(33)

yaratılan seçkin grubu hiyerarşik bir yapıda örgütler. Siyasal, yönetsel ve ekonomik işler için liderler parti içinden seçilir. Parti, devletin tüm organlarını denetlemek amacıyla hareket etmektedir. Yani tek partinin görevi yönetmek değil, yönetim organını kontrol etmektir (Karatepe, 2001: 7).

Tek parti sistemlerinde oy verme işlemi seçeneklerden birisini tercih etmek değil, kendilerine sunulanların onaylanmısı şeklindedir (Demirel, 2012: 105). Farklı bir ifadeyle tek partili sistemlerde seçimler de iktidarı yerleştirmek ve gücünü onaylatmak amacına yöneliktir. Ayrıca üst düzey yöneticilerin parti içi yollardan göreve gelmeleri de tek partili yönetimlerde olmazsa olmaz bir koşuldur (Uyar, 2001: 12).

Tek partili siyasal sistemlerin en tipik örneğini komünist ve faşist partiler oluşturur. Tek partili siyasal sistemler genel olarak komünist ve faşist siyasal sistemler olurken Türkiye’deki gibi Cumhuriyet Halk Partisinin (1923-1946) tek partili döneminde olduğu gibi istisnalar da mevcuttur (Öztekin, 2007: 95). Tek parti sistemleri de sınıflara ayrılmaktadır. Yaygın olan sınıflandırmalar hegemonyacı tek parti sistemi, otoriter tek parti sistemi ve totaliter tek parti sistemi olarak sıralanabilir. Totaliter tek parti sisteminin varlığı söz konusu olduğunda, bütün toplumu kapsayan zorlayıcı bir ideolojiden söz edilir ve tek parti haricinde hiçbir partiye yaşama hakkı verilmez. Otoriter tek parti sistemindeyse bütün toplumu kapsayan bir ideoloji bulunmamaktadır (Kirman, 2006: 16).

1.5.2. İki Parti Sistemleri

İki partili sistem deyince yalnızca ülkede iki siyasi parti olduğu anlaşılmamalıdır. Bu sistemin temel özelliği, belli bir ülkede var olan partiler içerisinde, iki büyük partinin siyasal yaşama egemen olmasıdır (Yanık, 2003: 275). İki-partili sistem, hükümet gücünü kazanmak için eşit şansa sahip iki “ana” parti tarafından yönetilen bir sistemdir. Klâsik şekliyle, iki-partili sistem üç kriterle tanımlanabilir (Heywood, 2006: 374):

(34)

-Belli sayıdaki “ikincil” partiler bulunmasına rağmen, sadece iki parti iktidarı kazanma yönünde gerçekçi bir şansa sahip olmaya yeterli seçimsel ve kanunî güce ulaşabilirler.

-Daha büyük parti tek başına yönetmeye hak kazanırken (genelde hükümete dair çoğunluk temeliyle) diğer partiler muhalefeti oluştururlar.

-İktidar bu partiler arasında sırayla tecrübe edilir; her ikisi de “seçilebilir” muhalefet ise “kanatlardaki hükümet” olarak görev yapar.

İki partili sistemler genellikle çoğunlukçu modele örnek gösterilmekle birlikte çok partili sisteme göre dolaylı ve doğrudan avantajları bulunduğu söylenmektedir. Bu üstünlüklerden biri seçmenlere birbirine alternatif iki siyaset seçeneği arasında açık bir tercih yapma fırsatı sunmasıdır. Diğeri ise birbiriyle yarış içindeki iki parti politik yelpazenin merkezinde yüzer-gezer seçmenleri kazanmak için ılımlı, merkez siyasetleri savunmak zorunda kalacaklarından iki partili sistemin ılımlaştırıcı etkisi vardır. Bu mekanizma geniş sayıda seçmen kitlesinin siyasal olarak merkezde bulunduğu hallerde daha güçlü olur (Lijphart, 2006: 69).

İki partili sistem de kendi içinde “saf iki parti sistemi” ve “destekli iki partili sistem” olmak üzere ikiye ayrılabilir. Saf iki partili sistemde büyük partilerden birisi meclisteki çoğunluğu sağlayarak tek başına yönetime sahip olabilir. Saf iki partili sistemde hükümetler istikrar sağlarken yürütmenin diğer erkler karşısında daha güçlü olmasına neden olmaktadır. Bu sistemde yürütme, bir bakıma doğrudan halk tarafından belirlendiğinden buna dolaysız demokrasi de denilebilir (Kirman, 2006: 17).

Destekli iki parti sisteminde ise büyük oy oranına sahip iki partinin yanında meclise küçük oranlarla katılan bir parti daha bulunmaktadır. İki büyük parti de tek başına iktidara sahip olmak için yeterli çoğunluğa sahip değildir. Bu

(35)

nedenle iktidara gelebilmeleri için mutlaka azınlıktaki partinin desteğine ihtiyaç bulunmaktadır.

1.5.3. Çok Parti Sistemleri

Çok partili bir sistem, tek-partili hükümet olasılığını aza indiren ve koalisyonlarınkini yükselten iki partiden daha fazla parti arasındaki rekabetle tanımlanmaktadır. Mamafih, çok-partili sistemleri bazen özellikle hükümetten büyük partileri dışlamak üzere küçük partileri kapsayan koalisyonlarla işleyen sistemlerdeki gibi ana partilerden yola çıkarak tanımlamak zordur (Heywood, 2006: 374). Çok parti sistemlerinin özelliği, ikiden çok partinin siyasal yaşamda etkili olması, ancak hiçbirinin sürekli iktidarı tek başına kullanabilecek çoğunluğu elde edememesidir. Çok partili sistemler ülkelere göre farklılıklar göstermektedir. Çünkü bir ülkede çok partili sistemin varlığı, ideolojik, sosyal, dinsel, tarihsel ve ulusal nedenlere bağlıdır (Yanık, 2003: 277).

Çok partili siyasal sistemlerde siyasi partilerin kuruluşu hiçbir şekilde engellenmediği gibi, siyasi partilerin meclisteki organları arasında da çok büyük oransızlıklar yoktur. Bu anlamda çok partili siyasal sistemin işlediği ülkelerde en az üç siyasi parti, birbirlerine yakın oranlarla mecliste temsil edilmektedir (Öztekin, 2007: 97).

Çok parti sistemi de ılımlı çok parti ve aşırı çok parti sistemi olarak ikiye ayrılabilir (Kirman, 2006: 17-18):

-Ilımlı çok partili sistemde, ülkedeki siyasi partiler arasında ideolojik anlamda keskin ayrılıklar yoktur. Partiler rejim karşısında sert muhalif değildir. Ülke sorunları karşısında partiler bir araya gelerek uzlaşı sağlayabilirler. Bu partilerden hiçbirisi tek başına iktidara gelecek oy potansiyeline sahip değildir.

-Aşırı çok partili sistemlerde ülkedeki sorunlar karşısında çok farklı görüşleri temsil eden ve birbirleriyle ideolojik olarak uyuşmayacak kadar çok

(36)

parti vardır. Bu sistemde sağ uç ele sol uç partiler nedeniyle kutuplaşma meydana gelmektedir. Merkez partilerin uçtaki partilerle işbirliği yapmalarının pek mümkün olmaması nedeniyle merkez sağ ya da merkez sol hükümetleri kurulmaktadır.

Sonuç olarak çok parti sistemleri diğer sistemlere göre halk tarafından ve halk için yönetim anlayışı benimsenmektedir. Bu nedenle büyük bir cazibeye sahip olan modelin günümüzde de çoğunlukla uygulanan bir sistemdir. Çağdaş demokrasiden bahsettiğimiz için çok partililik demokrasinin genel niteliklerinden sayılmaktadır (Lijphart, 2006: 70).

1.6. SEÇMEN TERCİHİ

İçinde yaşanılan toplumda bireyler siyasal aktörlerle bir şekilde etkileşim halindedir. Bu etkileşim nedeniyle bireyler siyasal sisteme karşı bir takım inanç, tutum ve davranışlar sergilemektedir. Bireyin siyasal sistemle doğrudan ya da dolaylı olarak etkileşim halinde olabilmektedir. Etkileşim türüne göre bireylerin tutum, davranış ve sisteme ilgileri farklı yoğunlukta olacaktır. Her birey oy verme davranışını ortaya koyarken bir takım ön bilgilerle hareket eder. Bu yüzden bireylerin siyasal davranışlarının arkasındaki sebep ve amaçların bilinmesi çok önemlidir. Bizlerin bazı davranışları belirli objelere karşı genel ve çoğu zaman sözle ifade edilmeyen duygular tarafından etkilenmektedir. Bu duygular siyasal tutum olarak adlandırılır. Bunlar bizlerin temelde var olan inançlarımızın, fikirlerimizin, ilgi ve değer yargılarımızın üstüne kurulmuştur (Eser, 2012: 103-104). İşte bu noktada tutumların bazı tercihleri etkilediği ve belirli durumlarda belirli davranış şekillerini ortaya çıkardığı söylenebilir.

Bir şeyi öbürüne göre daha iyi görme, “üstün tutma, yeğ tutma, yeğleme.” (Çakıroğlu, 2012: 279) şeklinde anlaşılabilecek “Tercih” kelimesi konumuz bağlamında ele alındığında; seçmenin bir ülkenin vatandaşı olmasının kendisine sağladığı hak ve görev olarak, o ülkede yönetici kadronun belirlenmesinde

(37)

Yani kişilerin kendisine göre daha iyi gördüğü ve buna uygun tercihini ortaya koymak için katıldığı eylemler, seçmen davranışı olarak tanımlanır (Gencer, 2015: 28).

Seçmenin oy verme davranışı ve belirli bir parti veya adayı tercih etmesi konusunda çalışan yazarlar, öncelikle seçmenin karar verme sürecine eğilmekte, bunu açıklamaya çalışırken de mevcut teorik ve ampirik yaklaşımlarla işe koyulmaktadırlar. Konu hakkındaki çeşitli yaklaşımları incelemek ve argümanları tartışmak, hem seçmenlerin kararını nasıl verdiğini hem de karar verme sürecini etkileyen ana etkenleri bulmayı sağlayacaktır. Bu kapsamda Sears, (1969: 316-324) çalışmasında kişisel oy verme tercihini incelerken, o günlerde yaygın olarak kullanılan sosyolojik ve psikolojik yaklaşımlarla konuyu ele almaktadır. Daha sonra Boiney ve Paletz (1991:3-4) tarafından yapılan çalışmada; seçmen kararlarını ve tercih yapma sürecini etkileyen beş unsuru; partiyle özdeşleşme (party identification), konu (issue), aday imajı, seçmen grup üyeliği ve geçmişi değerlendirici oy verme (retrospective voting) şeklinde sınıflandırılmaktadırlar (Kalender, 2005: 38).

Klasik demokrasi anlayışının siyasal sisteme sunduğu seçim mekanizması, halka kamusal sorunlara ilişkin alınan kararlar üzerinde etkili olma imkânı vermiştir. Bundan dolayı; oy verme eylemi, siyasal davranışın somut adımlarından birisi olarak kabul görmektedir. Seçimlerin merkezini seçmen oluşturmaktadır. Bu yüzden, yönetime talip olan siyasal partiler ve adaylar seçim sürecinde halkın, kamuoyunun nasıl bir davranış sergileyeceğini, seçmenlerin görüşlerini, isteklerini, beklenti ve eğilimlerini merak ederler. Bu eğilim ve tercihleri görebilmek için de birçok kamuoyu araştırması ve anket çalışması yaptırırlar. Böylece hem seçmen görüşlerini almış hem de seçimlerde yeterli oy alıp alamayacaklarını hesaplama imkânını bulmuş olurlar (Gencer, 2015: 28).

Oy kullanma davranışı, diğer siyasal davranışlarla kıyaslandığında, az çaba gerektirip çok etki yaratan bir siyasal davranış şeklidir. Seçimlerin düzenli olarak

(38)

yapılması ve yasalarla güvence altına alınması seçmen açısından güvence niteliğindedir. Oy vermenin hemen hemen tüm toplumlarda uygulanıyor olması ve sonuçlarının nicel olarak ifade edilebilmesi oy verme işlemini diğer siyasal davranışlardan ayırmakta ve önemli kılmaktadır (Gümüş, 2006: 11-16). Günümüzde seçim dönemlerinde seçmen tercihi çeşitli iletişim araçlarıyla etki altına alınmaya çalışılmaktadır. Özellikle televizyon, radyo, miting, afiş vb. araçlar bu etki için kullanılmaktadır. Bu kapsamda siyasal iletişim kavramı önem kazanmıştır.

(39)

İKİNCİ BÖLÜM

SİYASAL İLETİŞİM YÖNTEM VE TEKNİKLERİ 2.1. SİYASAL İLETİŞİM KAVRAMI

Siyasal iletişim tüm siyasi rejimlerde toplumla olan iletişimi sağlamak üzere her dönemde bulunmuştur. İktidara gelebilmek, iktidarın getirdiği kamu gücünü kullanabilmek ve vatandaşı bilgilendirmek için kaçınılmaz olan siyasal iletişim, temel düşüncelerin, programların ve diğer önermelerin var olma sebebi olma özelliğini göstermektedir (Aktaş, 2004: 47). Siyasal iletişimi tanımlamak pek kolay değildir. Günümüzde siyaset bilimcileri, iletişim uzmanları, siyaset adamları, devlet adamları, gazeteciler, reklamcılar siyasal iletişimden bahsederken hepsi de siyasal iletişimi kendi çalışma alanlarına göre tanımlamaya çalışmaktadırlar (Onay, 2012: 31).

Hem “politik” kelimesi hem de “iletişim” kelimesi özellikle siyasal iletişim sürecinde hükümet (politik elitle), kitle iletişim araçları (medya çalışanları) ve toplum (vatandaş, seçmen ve medya tüketicileri) arasında olup bitenlere odaklanmaktadır. Tüm siyasal aktörlerin kendi çıkarları bulunmaktadır. Bu aktörler yalnızca diğer aktörlerle doğru ilişki içerisinde olduğu müddetçe hedeflerine ulaşabilecektir (Gackowski, 2013: 45). Kısaca siyasal iletişim, siyasal süreç ile iletişim süreci arasındaki ilişkiyi inceleyen, disiplinler arasındaki akademik bir alan şeklinde tanımlanabilir (Mutlu, 2012: 199).

Siyasal iletişim bir siyasi görüş ya da siyasi bir organın, faaliyet yürüttüğü sistem içinde kamuoyunun güveninin ve desteğinin kazanılması, bunun sonucu olarak da siyasal iktidar sahibi olabilmek için, zamanın ve konjönktürel yapının gereklerine göre halkla ilişkiler tekniklerini kullanarak reklam ve propaganda yapılarak süreklilik arz eden, tek veya çift yönlü iletişim çabasıdır (Bostancı, 2015: 9). Siyasal iletişim yalnızca seçim zamanlarında kullanılan bir kavram değildir, çünkü siyasal iletişimin teoride ve pratikte geniş kullanım alanı mevcuttur. Bundan dolayı tanımlamak biraz zordur. Bu zorluğa rağmen siyasal

(40)

iletişim toplumda çoğunlukla sayısal iletişim olarak ele alınmaktadır. Bu genel tanıma göre siyasal iletişimin yalnızca seçim sürecine indirgenmesinin nedeni daha kolay anlaşılmaktadır. Siyasal iletişimin yalnızca seçim süreciyle sınırlandığı yaklaşıma Pozitivist-Ampirik yaklaşım denmektedir. Bu yaklaşıma göre siyasal iletişim yalnızca seçim süreci ve seçmenlerin oy verme eğilimleri içine sıkıştırılarak incelenir. Fakat siyasal iletişim yalnız seçim süreçlerindeki iletişimden veya yalnızca siyasilerin mesajlarının iletilmesinden ibaret değildir. Bu sebeple siyasal iletişimi daha geniş kapsamlı tanımlamak gerekir (Onay, 2012: 32).

Siyasal iletişim kavramı, politik tanıtımı kavramını da kapsamaktadır. Bu çerçevede, dar anlamda politik tanıtım, seçmene iletilecek siyasal mesajları en doğru ve etkili bir şekilde verebilmek için siyasal iletişim uzmanlarınca yapılan çalışmayı ifade etmektedir. Siyasal iletişim uzmanının amacı, mesaj sahibi politikacının (veya danışmanın) masajını hedef kitleye ulaştıracak seçenekleri sunmak ve çalışmalara yön vererek nihai hedef olan oy kazanmaya çalışmaktır (Güdekli, 2008: 15).

Siyasal iletişim kavramı, belli ideolojik amaçları, toplumda belli gruplara, kitlelere, ülkelere ya da bloklara kabul ettirmek ve gerektiğinde eyleme dönüştürmek, uygulamaya koymak üzere siyasal aktörler tarafından çeşitli iletişim tür ve tekniklerinin kullanılması ile yapılan iletişim olarak tanımlanır (Aziz, 2003: 3). Siyasal iletişim gündelik hayata dair sosyal, kültürel, ekonomik birçok boyutları içeren geniş bir yelpazede faaliyet göstermektedir. Buna rağmen genellikle seçimler, seçim propagandası, aday ve partilere ait mesajların etkililiği, siyasal tutumlar ve oy verme davranışı, aday seçme tutumları gibi konuların incelendiği bir alan olarak görülmektedir (Kılıçaslan, 2008: 10). Süreklilik gerektiren bir kavram olan politikanın çok farklı sosyal boyutları bulunmaktadır. Sadece seçim kampanyaları ekseninde düşünülen bir anlayış bu sürekliliğe tezatlık arzetmektedir (Tan, 2002: 11).

(41)

Bu tanımları ve yaklaşımları artırmak mümkündür. Fakat genel anlamda değerlendirildiğinde siyasal iletişim kavramı sadece iktidara gelme sürecindeki iletişim çalışmalarını değil siyasetle ilintili tüm iletişim alanlarım kapsar konumdadır. Kimi zaman siyasal partilerin ve siyasetçilerin seçmeni ikna taktikleri olarak isimlendirilse de kapsamı çok daha geniştir. Bu yüzden seçmenleri iknaya yönelik taktikleri daha spesifik bir yaklaşımla incelemek ve adlandırmak gerekli görünmektedir. Seçim zamanı gerçekleştirilen siyasal kampanyalar, oy verme hakkı, demokrasi ve iletişim araçları ile tekniklerindeki gelişmenin sonucu gereksinim duyulan, siyasal iletişimin önemli, spesifik ve göz önünde olan bir alt birimidir (Aktaş, 2004: 49). Siyasal iletişimin gelişimi çok yakın bir tarihe indirgense de çoğu bilim adamına göre siyasal iletişim oldukça eski tarihlere dayanmaktadır.

2.2. SİYASAL İLETİŞİMİN TARİHİ GELİŞİMİ

Siyasal iletişimin insanların kendini koruma, savunma ve toplum düzenini tahsis etme ihtiyacı şeklinde başlamaktadır. Siyasal iletişimin tarihsel gelişimini anlayabilmek için siyasal iletişim olgusu ve süreci ile bu süreç içerisinde kullanılan siyasal iletişim uygulamalarını incelemek gereklidir. Siyasal iletişim henüz kavramsal olarak bazı iletişim araştırmaları içerisinde tanımlanmadan önce siyasi aktörlerin kullandığı siyasal iletişim uygulamalarıyla gündeme gelmiştir (Bostancı, 2015: 9).

Milattan önce 3000’li yıllarda yazının icat edildiği kabul edilmektedir. Toplumsal hayatta, tarım ve hayvancılığa ilişkin kayıtların tutulmasının önemi sonucu yazı ve sayılara olan ihtiyaç artmıştır. Bu süreçte toplum içindeki güç iktidar ilişkilerinde sorunlar ortaya çıkmaya başladığında siyasal iletişimin önemi belirmeye başlamıştır. (Sandıkçıoğlu, 2012: 7). Siyasal iletişimin bir olgu ve süreç olarak ortaya çıkması ve bir öğreti olarak eğitim kurumlarında verilmeye başlanması, bu konularda araştırmalar yapılması son 50 yılın ürünü olmakla birlikte, ilk ortaya çıkışı ve kullanılması, Antik Yunan’a kadar uzanır. Devlet

Şekil

Tablo 2.1. Çekicilik Türleri ve Bazı Reklam Uygulamaları  Reklam çekiciliği  Reklam uygulaması  Reklam hedefi  Bilgisel  Kontrol listesi
Grafik 1: 3 Kasım 2002 Parlamento Seçim Sonuçları
Grafik 2: 22 Temmuz 2007 Parlamento Seçim Sonuçları
Grafik 3: 12 Haziran 2011 Parlamento Seçim Sonuçları
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Klini¤i’ne 2005-2007 tarihleri ara- s›nda baflvuran 202 olgunun verileri retrospektif olarak incelendi.. Hasta dosyalar›ndan; etiyolojik

Bu bölümde ebeveynlerin çocuklarına harçlık verme durumu, ebeveynlerin gıda alıĢveriĢlerinde satın alma kararlarını etkileyen bireyler, ebeveynlere göre

Şekil 4 ve 5’den de anlaşılacağı gibi XBRL formatında hazırlanmış ve- rinin bir başka amaçla kullanılması sırasında veri transferi otomatik olarak

Çalışma kapsamında Ege Bölgesinde yer alan Gediz, Küçük Menderes ve Büyük Menderes akarsularında askıda katı madde ölçümü gerçekleştirilen doğal yapısı fazla

B ir­ çok uzm an ta ra lın d a n tedavi uygulandı, üstada şifâ verm ek vc onu eski sağlığına kavuşturm ak bütün hastahânc çalışanları­ nın en büyük

Faiz, bir bakıma emek sarf edilmeden kazanç sağlama aracı olarak karşımıza çıkar (Sayı, 1987, s. İnsanları doğal olarak üretime teşvik etme yerine çalışmamaya

Öğretmen tarafından uygun olan atasözünü veya deyimi söylemeleri için öğrencilere ders sonunda okunan kısa öyküler:.. Bir adam ve karısı

56 sayısının söylenebilmesi için ilk turun bitip yani 40’a kadar sayılıp üstüne 16 daha sayılması gerekir.. öğrenciye kadar da 3’ün katlarını söyleyen