• Sonuç bulunamadı

DÖRT-BEŞ YAŞ ÇOCUKLARININ SOSYAL DAVRANIŞLARI İLE EBEVEYN DAVRANIŞLARI ARASINDAKİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "DÖRT-BEŞ YAŞ ÇOCUKLARININ SOSYAL DAVRANIŞLARI İLE EBEVEYN DAVRANIŞLARI ARASINDAKİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ"

Copied!
160
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

DÖRT-BEŞ YAŞ ÇOCUKLARININ SOSYAL DAVRANIŞLARI İLE EBEVEYN DAVRANIŞLARI ARASINDAKİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Hazırlayan Banu EMİNOĞLU

(2)

ÇOCUK GELİŞİMİ VE EĞİTİMİ ANABİLİM DALI

DÖRT-BEŞ YAŞ ÇOCUKLARININ SOSYAL DAVRANIŞLARI İLE EBEVEYN DAVRANIŞLARI ARASINDAKİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Hazırlayan Banu EMİNOĞLU

Tez Danışmanı

Yard.Doç.Dr.Serap DEMİRİZ

(3)

ebeveyn davranışları arasındaki ilişkinin incelenmesi başlıklı tezi 03.12.2007 tarihinde, jürimiz tarafından Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Anabilim dalında yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Adı Soyadı İmza Üye (Tez danışmanı):Yrd.Doç.Dr.Serap DEMİRİZ……… ………….. Üye:Doç.Dr.Ayşe Belgin AKSOY………... ………….. Üye:Doç.Dr.Mehmet GÜVEN………... …………..

(4)

İlişkinin İncelenmesi. Eminoğlu, Banu

Yüksek Lisans, Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Anabilim Dalı Tez Danışmanı: Yrd.Doç.Dr.Serap DEMİRİZ

Ekim-2007

Bu çalışma dört-beş yaş çocuklarının sosyal davranışları ile ebeveyn davranışları arasındaki ilişkinin incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Araştırmanın evrenini, Ankara iline bağlı merkez ilçelerinde bulunan özel okul öncesi eğitim kurumlarına devam eden dört-beş yaş grubu çocukların ebeveynleri ve öğretmenleri oluşturmuştur. Araştırmanın örneklemine alınacak ebeveyn ve öğretmen sayısını belirlemek için görülme sıklığı ve duyarlılık dikkate alınarak Basit Rastgele Örneklem yöntemi kullanılmıştır. Araştırmanın örneklemini ise 13 özel okulöncesi eğitim kurumundan 101 çocuğun ebeveyni ve dört yaş grubuna ait 7, dört-beş yaş grubuna ait 13, toplam 20 öğretmen oluşturmuştur. Veriler Davranış Derecelendirme Ölçeği, Ebeveyn Kendi Davranışını Değerlendirme Ölçeği ve kişisel bilgi formu ile toplanmıştır.

Veri toplama araçlarından DDÖ, çocuklara öğretmenler tarafından uygulanmış, EKDDÖ ve kişisel bilgi formu ise ebeveynlere araştırmacı tarafından uygulanmıştır. Araştırma verileri bilgisayara işlenmiş, çocuklar ve ebeveynleri ile ilgili demografik bilgiler, tablolar halinde frekans ve yüzdelik değerleriyle birlikte belirtilmiştir. Ardından çalışmada elde edilen veriler SPSS 12.0 paket programı yardımı ile değerlendirilmiştir. İki gruplu karşılaştırmalarda parametrik olmayan testlerden Man Whitney testi, Üç gruplu karşılaştırmalarda ise Kruskall-Wallis testi kullanılmıştır. Değişkenler arası ilişkiye Spearmen korelasyon analizi ile bakılmıştır. Anlamlılık seviyesi olarak 0.05 kullanılmış olup, p<0.05 olması durumunda anlamlı farklılığın olduğu, p>0.05 olması durumunda anlamlı farklılığın olmadığı belirtilmiştir.

Araştırmanın sonucunda çocukların sosyal davranışlarına ait bulgulara bakıldığında;

(5)

Annelerin davranışlarına ait bulgulara bakıldığında;

EKDDÖ’nin boyutlarından elde ettikleri ortalama puanlarının arasında yaşlarına göre ayrıcalıklardan yoksunlaştırma boyutunda istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu belirlenmiştir (P<0.05). EKDDÖ’nin boyutlarından elde ettikleri ortalama puanlarının arasında öğrenim düzeylerine göre ilgi ve şefkat gösterme ve ayrıcalıklardan yoksunlaştırma boyutlarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu saptanmıştır (P<0.05).

Babaların davranışlarına ait bulgulara bakıldığında;

EKDDÖ’nin boyutlarından elde ettikleri ortalama puanlarının arasında yaşlarına göre amaçlara ulaşmada yardımcı olma, tutarlı disiplin ve başarı için baskı boyutlarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu tespit edilmiştir (P<0.05). EKDDÖ’nin boyutlarından elde ettikleri ortalama puanlarının arasında öğrenim düzeylerine göre koruyuculuk boyutunda istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu saptanmıştır (P<0.05).

Çocukların sosyal davranışları ile ebeveyn davranışları arasındaki ilişkiye ait bulgulara bakıldığında; babaların EKDDÖ’ye ait standartların belirginliği boyutu ile çocukların DDÖ’ye ait sosyal ilişkiler boyutu puanları arasında aynı yönlü doğrusal bir ilişki bulunmuştur (P<0.05).

Araştırma sonuçlarına bağlı olarak, anne-babalara; kendilerini devamlı geliştirerek eğitime açık olmaları, öğretmenlere; toplantı ve özel görüşmeler yolu ile anne babalar ile hem akademik bilgilerini hem de çocuğun gereksinimleri ve gelişimleri ile ilgili bilgilerini paylaşmaları, bu konuda çalışma yapacak araştırmacılara ise; farklı şehirlerde daha geniş bir örneklem grubu üzerinde çalışılması, dört-beş yaş çocuklarının diğer gelişimsel özellikleri ile ebeveyn davranışları arasındaki ilişkinin incelenmesi gibi öneriler getirilmiştir.

(6)

and Behaviors of Parents Eminoğlu, Banu

Post-Graduation, Department of Child Development and Training Graduation Study Consultant: Assistan Professor Serap DEMİRİZ

October - 2007

This study was conducted in order to examine relation between social behaviors of children aged four-five years and behaviors of parents. Population of the study included parents and teachers of children aged four-five years who are attending private pre-school training organizations affiliated to central districts of Ankara province. In order to determine number of parents and teachers to be included in the population of the study, Simple Random Sample Method was used taking incidence of being seen and sensitivity into consideration. Sample of the study was consisted of parents of 101 children attending 13 private pre-school training organizations and totally 20 teachers with 7 teachers related to children within age group of four years and 13 teachers related to children within age group of four-five years. Relevant data was collected by Behavior Rating Scale, Behavior Self-Assessment Scale for Parents and individual information form.

Among data collection tools, Behavior Rating Scale were applied to children by their teachers, but Behavior Self-Assessment Scale for Parents and individual information form were performed by researcher.

Research data was transferred to digital media and they were examined together with demographics about parents, frequencies, and using SPSS 12.0 software package. In two-group comparisons, Mann-Whitney test was used among non-parametric tests and Kruskal Wallis test was used for three-group comparisons. Inter-variable relations were examined by Sperman correlation analysis. Significance level was determined to be 0.05 and it was determined that difference would be significant in case that p is <0.05 or that difference would be insignificant in case that p is > 0.05.

When findings about social behaviors of children were examined as a consequence of study;

(7)

When findings about behaviors of mothers were examined;

It was found that there was a statistically significant difference between mean scores obtained from aspect of deprivation from privileges according their age groups in Behavior Self-Assessment Scale for Parents (P<0.05). It was found that there was a statistically significant difference between mean scores obtained from aspect of Behavior Self-Assessment Scale for Parents considering clemency and attachment aspect as well as deprivation from privileges according to education status (P<0.05).

When findings about behaviors of fathers were examined;

Considering scores obtained by fathers in several aspects of Behavior Self-Assessment Scale for Parents, there was statistically significant difference between mean scores according to age groups as well as in aspect of protection according to helping to reach aims, level of pressure put on for stable discipline and success (P<0.05). It was found that there was a statistically significant difference between mean scores obtained from aspect of Behavior Self-Assessment Scale for Parents considering protection field according to education status (P<0.05)

When the findings of the relations between the social behaviors of children and behaviors of parents are observed; there is a linear connection with the same direction between the dimensions of the clarity of standarts of fathers EKDDÖ and childrens DDÖ’s social relations dimensions point

In accordance with the conclusion of the study, to parents;develop themselves continually and be open to education; to educators; share both their academic knowledge and information about the requirements and development of the child via meeting and specific interviews, to researchers who are going to study in this topic; study with a large sample group in different cities and investigate the relationship between other developmental features of 4-5 year old children and parental behaviours are adviced

(8)

bana rehberlik eden Yrd. Doç. Dr. Aysel Çağdaş’a istatistik çalışmalarım sırasında yardımcı olan Ahmet Gül’e teşekkürü bir borç bilirim.

Bütün araştırmam boyunca bana yol gösteren, zor zamanlarda hep yanımda olduğunu hissettiğim tez danışmanım Yrd. Doç. Dr. Serap Demiriz’e sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Yüksek lisans eğitimim sırasında benden desteklerini esirgemeyen aileme teşekkür ederim.

Banu EMİNOĞLU

(9)

JÜRİ ÜYELERİNİN İMZA SAYFASI ...i ÖZET ...ii ABSTRACT...v ÖNSÖZ ...vi İÇİNDEKİLER ...vii KISALTMALAR CETVELİ ...x TABLOLAR CETVELİ...xi BÖLÜM 1.GİRİŞ ...1 1.1.Sosyal Gelişim ...2 1.1.1.Temel Kavramlar ...3

1.1.2.Temel Sosyal İhtiyaçlar ...7

1.2.Sosyal Gelişim ile İlgili Kuramlar ...9

1.2.1.Sosyal Öğrenme Kuramı ...9

1.2.2.Psikososyal Gelişim Kuramı ...12

1.3.Sosyal Gelişimi Etkileyen Etmenler ...18

1.4.İlk Sosyal Davranışlar ve Sosyal Davranışların Öğrenilmesi ...28

1.5.0-6 Yaş Sosyal Gelişim...35

1.6.Sosyalleşme Özellikleri...39

1.7.Anne-Baba ve Çocuk İlişkisi ...43

1.8.Anne-Baba Tutumları...49 Problem ...54 Amaç ...54 Önem...55 Sayıltılar ...55 Sınırlılıklar ...56 Tanımlar...56

(10)

Evren ve Örneklem ...69

Veri Toplama Araçları...72

Verilerin Toplanması ...76

Verilerin Analizi ...77

4.BULGULAR VE YORUMLAR...78

4.1.Çocukların ve Ebeveynlerin Demografik Özelliklerine Ait Bulgular...79

4.2.Çocukların Sosyal Davranışlarına Ait Bulgular...84

4.3.Ebeveynlerin Davranışlarına Ait Bulgular...94

4.4.Çocukların Sosyal Davranışları ile Ebeveyn Davranışları Arasındaki İlişkiye Ait Bulgular...111 5.SONUÇ VE ÖNERİLER ...115 5.1.Sonuç...115 Öneriler...119 KAYNAKÇA...121 EKLER EK 1 EK 2 EK 3

(11)

DDÖ: Davranış Derecelendirme Ölçeği N: Örneklem Sayısı

P: Önemlilik Değeri S: Standart Sapma

(12)

Tablo 2. Örnekleme Alınan Çocukların Okul ve İlçelere Göre Dağılımı ...71

Tablo 3. Çocukların Demografik Özelliklerine Ait Bulgular ...79

Tablo 4. Ebeveynlerin Demografik Özelliklerine Ait Bulgular...81

Tablo 5. Davranış Derecelendirme Ölçeği İçin Frekans Dağılımı...83

Tablo 6. Çocukların Davranış Derecelendirme Ölçeğinden Elde Ettikleri Ortalama Puanların Yaşlarına Göre Man Whitney Testi Sonuçları...84

Tablo 7. Çocukların Davranış Derecelendirme Ölçeğinden Elde Ettikleri Ortalama Puanların Cinsiyetlerine Göre Man Whitney Testi Sonuçları...85

Tablo 8. Çocukların Davranış Derecelendirme Ölçeğinden Elde Ettikleri Ortalama Puanların Kardeş Sayılarına Göre Man Whitney Testi Sonuçları ...86

Tablo 9. Çocukların Davranış Derecelendirme Ölçeğinden Elde Ettikleri Ortalama Puanların Okul Öncesi Eğitim Kurumuna Devam Sürelerine Göre Man Whitney Testi Sonuçları ...88

Tablo 10. Çocukların Davranış Derecelendirme Ölçeğinden Elde Ettikleri Ortalama Puanların Okul Dışında İlgilendiği Etkinliklere Göre Man Whitney Testi Sonuçları ...90

(13)

Tablo 12. Çocukların Davranış Derecelendirme Ölçeğinden Elde Ettikleri Ortalama Puanların Evde Televizyon Karşısında Kalma Sürelerine Göre Kruskall-Wallis Testi Sonuçları ...92 Tablo 13. Annelerin Ebeveyn Kendi Davranışını Değerlendirme Ölçeğinden Elde Ettikleri Ortalama Puanların Yaşlarına Göre Kruskall-Wallis Testi Sonuçları ...94 Tablo 14. Annelerin Ebeveyn Kendi Davranışını Değerlendirme Ölçeğinden Elde Ettikleri Ortalama Puanların Öğrenim Düzeylerine Göre Man Whitneyh Testi Sonuçları ...97 Tablo 15. Annelerin Ebeveyn Kendi Davranışını Değerlendirme Ölçeğinden Elde Ettikleri Ortalama Puanların Çocukları ile Bir Gün İçinde Aktif Olarak İlgilenme Sürelerine Göre Kruskall-Wallis Testi Sonuçları ...100 Tablo 16. Babaların Ebeveyn Kendi Davranışını Değerlendirme Ölçeğinden Elde Ettikleri Ortalama Puanların Yaşlarına Göre Kruskall-Wallis Testi Sonuçları ...103 Tablo 17. Babaların Ebeveyn Kendi Davranışını Değerlendirme Ölçeğinden Elde Ettikleri Ortalama Puanların Öğrenim Düzeylerine Göre Man Whitney Testi Sonuçları ...106 Tablo 18. Babaların Ebeveyn Kendi Davranışını Değerlendirme Ölçeğinden Elde Ettikleri Ortalama Puanların Çocukları İle Bir Gün İçinde Aktif Olarak İlgilenme Sürelerine Göre Man Whitney Testi Sonuçları...109

(14)

Tablo 20. Babalara Ait Puanlarda İlişki Analizi Sonuçları (Spearmen Korelasyon Analizi Sonuçları) ...113

(15)

benimsemek yoluyla toplumun bir üyesi haline gelmektedir. Başka bir ifadeyle, sosyalleşme yoluyla çevresindekilere benzer davranışlar geliştirmekte ve böylece büyük ölçüde benzerlikler gösteren bireyler oluşmaktadır. Sosyalleşme, bireyin yaşadığı toplumun üyeliği kazanmada, doğumdan başlayarak, geçirdiği belirli aşamalardan meydana gelmektedir (Demirbilek, 2001: 41).

Bebeklik döneminde başlayan sosyalleşme bir öğrenme ve öğretme işidir. Ayrıca şartlanma, katılma ve alıştırma da, öğrenme gibi, sosyalleşmenin gerçekleşmesinde rol oynayan temel öğelerdir.

Hollingshead tarafından bireyin sosyalleşmesi başlıca üç sosyolojik ilkeye dayandırılmaktadır (Akt. Demiral, 1992: 14).

- Birey sosyal davranışını toplumdaki bireylerle etkileşim halinde öğrenir. - Bireyin ne öğreneceğini içinde bulunduğu toplum kültürü belirler.

- Bireyin öğrenimi ancak bir sosyal organizasyona aktif bir biçimde katılımı ile tamamlanmış olur.

Yaşamın ilk yıllarında çocuk, ailesi ile yoğun ilişkilerde bulunur. Çocuğun ilk sosyal deneyimlerini edindiği yer ailedir. Ona gösterilen davranışların ve tanınan deneyim fırsatlarının değeri oldukça büyüktür. Çocuk kendinden daha tecrübeli bireylerle birlikte olarak, sosyal etkileşimini geliştirir.

Çocuğun bazı bilgi ve becerileri sonradan öğrenmesi mümkündür. Geç öğrenilen bilgi ve beceriler çocuğun sosyal uyumunu bozmayabilir. Ancak öğrenilmesi gereken sosyal davranışların öğrenilmesi zamanında gerçekleşmese, bunların öğrenilmesi ileride daha zor olabileceği gibi, çocuğun sosyal uyumunu da bozabilir. Yaşının gerektirdiği toplumca onaylanmayan bozukluk ve toplumun kurallarından dolayı, toplumsal baskı altına alınır (Gizir, 2002: 5).

Bu araştırmada, dört-beş yaş çocuklarının sosyal davranışları ile ebeveyn davranışları arasında ilişki bulunup bulunmadığını anlamak amaçlanmıştır.

(16)

yani birbiri ile bir arada bulunmaktan, birbirine yardım etmekten hoşlanmasıdır” denilebilir.

Bireylerin içinde bulunduğu fiziksel ve sosyal çevreye uyumunu sağlayan sosyal gelişim, mevcut yazılı kaynaklarda şöyle tanımlanmaktadır.

Binbaşıoğlu’na göre sosyal gelişim; kişinin doğumundan yetişkin oluncaya dek, başka insanlarla olan ilişkilerinin ve onlara karşı geliştirdiği ilgi ve duygularının tümüdür (Binbaşıoğlu, 1990: 165).

Atabek’e göre; kendisinin dışındakilerle kurulan, ilişkilerin gelişimidir (Akt. Çağdaş, 1997: 61).

Yavuzer’e göre sosyal gelişme, geniş anlamda bireyin doğumu ile başlayan bir evreyi, dar anlamda ise günlük davranış gelişimini kapsamaktadır. Daha yaygın olarak kişinin sosyal uyarıcıya, özellikle grup yaşamının baskı ve zorunluluklarına karşı duyarlılık geliştirmesi, grubunda ya da kültüründe başkaları ile geçirebilmesi, onlar gibi davranabilmesi olarak tanımlanabilir.

Oğuzkan da, sosyal davranış, duygular, tutumlar, değerler vb. bakımından bireyin hayatı boyunca gösterdiği sürekli ve olumlu değişmelerin tümü olarak tanımlamıştır (Akt. Uysal, 1996: 31).

Çağdaş (1997), sosyal gelişimi doğumdan başlayıp, yaşam boyu devam eden ve kişinin içinde yaşadığı topluma uyumunu sağlayan bir süreç olarak nitelendirmiştir (Çağdaş, 1997: 62).

İnsanlar yeryüzüne geldiği günden itibaren başka insanlarla birlikte yaşama ihtiyacı duymuşlar ve bundan dolayı topluluklar halinde yaşamaya başlamışlardır. Toplu halde yaşama isteği, insanın sosyal bir varlık oluşundan kaynaklanmaktadır. Çocuk dünyaya geldiği andan itibaren, aile içinde yaşamaya başlar. İlk sosyal etkileşim anne-baba ile başlar ve ardından aile çevresindeki diğer kişilerle devam eder.

(17)

Çocuğun yaşamının ilk yıllarındaki sosyal gelişimi, onun daha sonraki sosyal davranışlarının temelini oluşturur. Kochanska ve Radki (1992) tarafından yapılan bir çalışmada, bebeklik döneminde tanıdığı kişilere karşı içe kapanıklık gösteren bebeklerin beş yaşına geldiklerinde de aynı davranışları sürdürdükleri gözlenmiştir. Bu sonuçta bebeklikteki içe kapanıklığın, çocuğun gelecekteki sosyal davranışlarını olumsuz yönde etkileyeceği anlaşılmaktadır (Akt. Dinç, 2002: 16).

İnsanlarda çeşitli ilgi ve tutumlar da sosyal gelişimin bir sonucudur. Karakter ve kişilik özellikleri de bir takım toplumsal şartlanmalar ile kazanılır. Çocuklarda disiplin ile ilgili problemlerin çoğunun altında yatan neden, sosyal uyumsuzluktur. Çoğu kez 15-20 yaşları arasında görülen uyumsuzlukların kaynağı, yaşanan ilk yıllarında geçirilen sosyal yaşamdır. Bundan dolayı aile içinde ve okulda çocuğun sosyal gelişimine gereken önem verilmelidir (Binbaşıoğlu, 1990: 166).

1.1.1.Temel Kavramlar Benlik

Benlik kavramı; kişinin kendi kişiliğine ilişkin kanılarının toplamı, kendisini tanıma ve değerlendirme biçimi olarak tanımlanmaktadır. Bireyin kendisini nasıl görüp, nasıl değerlendirdiğini ifade eder (Gizir, 2002: 5).

Başlangıçta çocuk “ben” ile “ben olmayanı” birbirinden ayırt edemez. Doğumdan itibaren başından geçen sayısız olaylarla, çevresinde ilişkide bulunduğu kişilerin etkisi ile yavaş yavaş oluşur (Baymur, 1994: 265).

Benlik kavramının gelişiminde aileden sonra etkili olan unsur, eğitim ortamıdır. Okulun türü, örgütlenme biçimi ve öğretmen ilişkileri benlik kavramının gelişiminde etkilidir. Çocuğun sosyal etkileşimleri, sunulacak deneyim fırsatları, benlik kavramını geliştirecek şekilde düzenlenirse ona istenilen davranışlar kazandırılabilir (Uğur, 1998: 33).

(18)

kalıplaşmış bedensel, zihinsel, ruhsal ve sosyal özelliklerinin tümü olarak tanımlanır (Gizir, 2002: 6).

Diğer bir yandan bireyin özel ve ayırt edici davranışları olarak tanımlayanlar olduğu gibi, Watson kişiliği, bir insanın alışkanlıklarının ya da alışkanlık sisteminin toplamı olarak tanımlanmıştır. Mark May’ a göre kişilik insanın soysal uyarıcı nitelikleridir. Alpart, kişinin çevresine, kendine özgü bir biçimde uymasını sağlayan psikofizik içgüdülerin dinamik bir görüntüsüdür, demiştir. Freud’a göre ise kişilik, İd, Ego, Süperego olmak üzere üç bölümünün birbirini etkilemesinden oluşan olgudur. İd, içgüdüler, iştiharlar, istek ve ihtisasları içermektedir. Ego, idin yönetici, koruyucusu ve savunucusu gibidir. Süperego’ya vicdan da denilebilir. Toplumun “ayıptır, yasaktır, günahtır”, gibi bir takım değerler sistemi ile gelişir (Kırkıncıoğlu, 2003: 17).

Yaşamın ilk altı yılı, kişiliğin temellerinin atıldığı bir dönemidir. Sağlıklı bir kişilik gelişiminde üç etken önem taşımaktadır.

1- Çocuk öncelikle kendisine ve çevresindekilere karşı bir temel güven duygusu geliştirmelidir.

2- Başkaları ile olan ilişkilerini sağlam bir temele oturtmalıdır.

3- Bağımsızlığa doğru ilerlemede dengeli olmalıdır (Akt. Gizir, 2002: 7) .

Sosyalleşme

Sosyalleşme, bireyin toplumun bir üyesi haline gelmesidir.

Çocuk bir yandan büyürken, diğer yandan da etrafındakilerle etkileşim sonucu, onlarınkilere benzer davranışlar geliştirecektir. Böylece bir yandan birbirlerinden farklılıkları olduğu gibi, diğer yandan da birbirlerine çok benzerlikler gösteren toplumsal bireyler oluşur (Kağıtçıbaşı, 1999:325).

Çocuğun öğrenmesi, çevresel uyaranlarla doğru orantılıdır. Bir çocuğun çevresinde görsel, işitsel uyaranlar ne kadar çoksa, o çocuk diğer çocuklara göre çevreyle uyum sağlamada o kadar rahat olacaktır. Sosyalleşmenin süresi bakımından

(19)

2-Sosyalleşme çocukluk ve ergenlikle sınırlı olan bir süreçtir.

Irvıng L. Child, sosyalleşmenin çocukluk ve ergenlik ile sınırlı olduğunu belirtirken, Erikson, Piaget, Freud ve Kohlberg de bu görüşe katılmaktadır (Akt. Saatçiler, 1997: 19,20).

Sosyalleşme; en başarılı şekli ile insan organizmasının çaresizlik ve tam bencillikle nitelenen yaşamının ilk yıllarından, bağımsız bir yaratıcılıkla nitelenen

dönemine geçmesiyle sonuçlanan, bir öğrenme ve öğretme durumudur (Çimen, 2000: 15).

Sosyal Olgunluk

Bireyin davranışlarının, içinde bulunduğu toplumun, yetişkin üyelerinin genellikle erişmiş oldukları düzeye gelmesi durumu olarak ifade edilebilir (Akt. Yıldız, 2000: 62).

Çocuğun sosyal olgunluk düzeyine ulaşması, öncelikle anne-babası ve yakın çevresi ile sağlıklı iletişim ve etkileşim sonucu, yaşadığı toplumu, kültürel değerlerini öğrenmesi ile gerçekleşir. Çocuğun çevresindeki kişiler ile etkileşimin artması ve kültürel yönden öğrenmesi gerekenleri öğrenmesi için her yandan büyüyüp, gelişip, olgunlaşması gerekir. Çocuk sağlıklı bir sosyalleşme nihayetinde sosyal yönden olgunlaşır (Çağdaş, 1997: 68).

Kültür

Kültür, insanların içinde yaşamını sürdürdüğü toplumun, gelenek, görenek, örf ve adetlerinin tümüdür (Baymur, 1994: 272).

Kültür kendisini oluşturan kurumların işlevlerinin toplamından farklı bir işleme sahiptir. Bunlar şöyle sıralanabilir.

a) Bir toplumu, diğerinden ayırmaya yarayan bir işaret gibidir. b) Bir topluma özgü olan değerleri içerir ve onları yorumlar. c) Toplumsal dayanışmanın temellerinden birini oluşturur.

d) Bir toplumsal yapının hem kalıbını, hem de içeriğini dolduracak, biçimlendirecek malzemeyi sağlar.

(20)

kültürlenme denir. Kültürlenme, toplumsallaşmanın bir bakıma değişik bir şeklidir. Toplumsallaşma ve kültürlenme ömür boyu devam eder (Baymur, 1994:274).

Tavır

Tavır, bireyin bir obje veya olaya tepkide bulunma eğilimi olarak tanımlanabilir (Akt. Yıldız, 2000: 62).

Çocuğun yaşadığı topluma ve sosyal yaşantılarına ilişkin tavırların biçimi, genellikle yaşamın ilk yıllarındaki öğrenme deneyimlerine göre değişir. Bu deneyimlerde; çocuğa sağlanan fırsatlar, bu fırsatları değerlendirebilmek için çocuğun bulunulan yetişkinlerin rehberliği önemli rol oynar (Akt. Çağdaş, 1997: 68).

Çocuğun tavırlarını etkileyen bir başka etmen de arkadaş grubudur. Yaşamın ilk yıllarında aile içinde kazanılan tavırlar, çocuğun arkadaş grubu ile olan etkileşimi ve deneyimlerinin sonucunda değişebilir. Arkadaş grubu çocuğun sosyal çevresini genişlettiği gibi, onlar ile etkilerini sonucunda, onların olaylar karşısında gösterdikleri tavırlardan etkilenerek kendisine örnek alabilir (Akt. Gizir, 2002: 10).

Norm

Normlar, belli bir grup tarafından onaylanan davranışlardır. Normlar toplumun kültürü ile ilgili olup, birey normlara dayalı standartları oluşan ahlak değerleri ile yargılanır. Toplumda standartlara uygun davranışlarda bulunmayan kişiler, davranışlarının onaylanmadığını gösteren tepkilerden başlayarak, gruptan dışlanma ya da kanunlarla yargılanarak cezalandırılırlar (Akt. Yıldız, 2000: 11).

Çocuklar yaşamının ilk yıllarında benmerkezci davranışlarında ya da içinde yaşadıkları toplumun normlarına uygun olmayan bazı davranışlarda bulunabilirler. Böyle durumlarda anne-babanın çocuğu cezalandırmak yerine, davranışın neden ve sonuçları üzerinde konuşması daha etkileyici olacaktır (Çağdaş, 1997: 69).

(21)

öğrenme süreci içinde çocuk, iç denetimini geliştirir. Yani kendi kendini kontrol etme yeteneğinin gelişimi ile kendi istekleri ile toplumun istekleri arasında denge kurmayı başarabilirse, ardından kendi istek ve tepkileri onun davranışlarını yönlendirir. Çocuğun içinde bulunduğu, toplumun istekleri ile kendi gereksinimleri arasında denge sağlayabilmesi için başkaları gibi düşünebilme, başkalarının gereksinimlerini paylaşma ve kendi kendini eleştirebilme gibi sosyal davranışları geliştirmesi gerekir (Akt. Dinç, 2002: 20).

Sosyalleştirme

Sosyalleştirme, bireye özellikle çocuğa, üyesi olduğu topluluğun ya da toplumun töre, gelenek ve kültürel değerleri ile ölçütlerini öğretme, benimsetme işi olarak tanımlanabilir (Akt. Çağdaş ve Seçer-Şahin, 2002: 11).

Çocuk içinde yaşadığı toplumun kurallarını ve kültürel değerlerini bilerek doğmaz. Toplumsal kuralları ve ilkeleri öğrenmesi ve benimsemesi sosyalleştirme sonucu gerçekleşir. Çocuk için aile, okul ve oyun çevresi sosyalleşmenin gereğinin ortaya çıktığı ortamlardır. Çocuğun sağlıklı sosyalleştirilmesi için anne babanın çocuğu ile sağlıklı bir iletişim ve etkileşim içinde olmaları gerekir. Çocuğun sosyal deneyim kazanması için ona gerekli koşullar hazırlanmalıdır (Akt. Çağdaş, 1997: 67).

1.1.2.Temel Sosyal İhtiyaçlar Ait olma

İlk çocukluk evresinin basamaklarından olan beş yaş, ait olma aşamalarını geçmesinin ardından sahip olduklarının farkındadır. Sahip olduğu her şey ile gurur duyar. Ona ait olan her şey en iyi ve en güçlüdür. Çevredekileri sahip olduğu şeyler ile korkutur. Ailesi ile birarada olmaktan hoşlanır. Çünkü o aileye ait olduğunu bilir (Akt.Yıldız, 2000: 63).

(22)

tarafından verilen destek ile, yavaş yavaş olumlu yönde gelişir (Akt. Yıldız, 2000: 63).

Erikson, çocuğun ilk yaşlarda kazandığı temel güven duygusuyla okulda ki başarısı arasında bir ilişki olduğunu savunmaktadır. İyi bir anne-baba ilişkisinin olduğu ortam içinde yetişen çocuk, temel güven duygusunu kazandığı için, okulun kendisine getirdiği yeni öğrenme aşamalarını korkmadan karşılayabilir ve başarılı olur (Akt. Cüceloğlu, 1998: 358).

Her birey, üyesi bulunduğu grubun üyeleri tarafından kendine güvenilmesini ister. Grup üyeleri arasıda, birbirine güven duymak suretiyle karşılıklı güven gelişir. Gruba ait olan birey, grubunun gelişmesi amacı ile çalışır. Bireye gösterilen güven, onun başkalarına güvenini davet eder (Akt.Yıldız, 2000: 63).

Bağımsızlık İhtiyacı

Temel ihtiyaçların yeterince karşılanması, ilk bağımsızlaşma hareketlerinde ve sosyalleşmede oldukça önemlidir. Anneden kopma davranışları çocuğun ilk sosyal girişimleridir. Çocuğun benliğinin güçlenmesinde, dikkatini kendi kendine yoğunlaştırmasında başarılı olması ve çevresinden aldığı destekler onun bağımsız davranmaya karşı isteğini arttırır (Akt. Yıldız, 2000: 63).

Bir Gruba Ait Olma İhtiyacı

Çocuk, annesinin tavırlarından yola çıkarak, ailenin diğer fertlerine yönelir; onlara da güvenmeye hazırlanır. Büyük anne ve büyük babasının şımartmasından hoşlanır. Anne babasının disiplininden kurtulmak amacı ile onlara sığınır ve hatta onlarla daha arkadaşça ilişkiler içinde bulunabilir (Akt.Yıldız, 2000: 63).

Arkadaşlık Kurma İhtiyacı

Her birey, en az bir kişi ile ilişki kurma ihtiyacı hisseder. Bireyde pek çok uyumsuzluğun nedeni bu ihtiyacın engellenmesindendir. Sevme, sevilme ihtiyacı en az bir kişi ile sıkı ilişkiler kurularak doyurulabilir. Üç yaşına kadar çocuk, yaşıtları ile pek ilgilenmez. Çünkü bencilliğinden tamamen vazgeçmemiştir. Bir yaşıtı ile yan

(23)

Her birey üyesi bulunduğu grupta kendi yetenekleri ile bağdaşan bir yere ve prestije sahip olma ihtiyacı içerisindedir. Grup üyeleri, her bireye yetenekleri ölçüsünde uygun bir yer vermelidir. Birey, ait olduğu grup içerisinde bazı haklara sahip olduğu gibi, o gruba karşı da sorumluluklar almalıdır. O bundan özel bir haz alır (Akt. Yıldız, 2000: 64).

Bir Şey Yapma, Bir işe Yarama İhtiyacı

Birey, ait olduğunu hissettiği toplumda bir şey yapmak, bir işe yaradığını göstermek ister. Grup tarafından her bireyin en iyi yapacağı görevler bulunmalı ve her grup üyesinin başarılı olacağı bir sorumluluk verilmelidir. Böylelikle, çocuğun kendi benliğine karşı saygısı gelişecektir (Akt. Yıldız, 2000: 64).

1.2.SOSYAL GELİŞİM İLE İLGİLİ KURAMLAR 1.2.1.Sosyal Öğrenme Kuramı

Günlük yaşamdaki öğrenmelerimizin büyük bir çoğunluğu sosyal öğrenmedir. Konuşma, yeme, içme, otobüse binme gibi davranışları başkalarını gözleyerek öğreniriz. Albert Bandura tarafından sosyal öğrenmeyi açıklayan bir kuram geliştirilmiştir. Ona göre insan davranışları pekiştirme ile birlikte davranışsal ve çevre faktörlerinin karşılıklı etkileşimi ile açıklanabilir.

Davranışçılara göre davranışlarımızın büyük bir bölümü pekiştirilerek öğrenilir. Ancak günlük yaşamda ilgili davranışı gösteren birimi model alarak davranışı öğreniriz. Buna gözlem yoluyla öğrenme denilir (Akt. Çimen, 2000: 20).

Bandura’ ya göre gözleyerek öğrenme, sadece bir kişinin diğer kişilerin hareketlerini basit olarak taklit etmesi değil, çevredeki olayları bilişsel olarak işlemesiyle kazanılan bilgidir: Bandura gözlem yoluyla öğrenme ile taklit yoluyla öğrenmenin birbirinin yerine kullanılabilecek kavramlar olmadığını açıklamaktadır. Yani ona göre, gözlem yoluyla öğrenme her zaman taklidi içermeyebilir (Akt. Senemoğlu, 1997: 223).

(24)

2. Hatırda tutma

3. Davranışın oluşum süreci 4. Güdülenme sürecidir.

Dikkat Süreci: Organizmanın içinde bulunduğu psikolojik değişkenlerle,

çevresel etmenlerin etkileşimi sonucu, bireyin belli bir uyaran grubuna seçici olarak odaklanması, anlamına gelir. Bundan dolayı uyaran, organizma için dikkat çekici anlamlı olmalıdır. Aynı zamanda dikkatin yöneltildiği uyaran grubunun veya modelin açık anlaşılır ve tutarlı bir davranış örüntüsüne sahip olması beklenir. Diğer yandan dikkatin seçici yönetimde, modelin izleyenler için saygın ve güvenilir olması da önemli bir faktördür. Yani model bir yandan bireyin, ilgi, beklenti, ihtiyaç ve amaçlarını karşılama bir yandan da davranışlarını kılavuzlama yeterliğinde olmalıdır (Akt. Aydın, 2004: 216).

Hatırda Tutma: Çoğunlukla taklit, model gözlendikten sonra gerçekleşir.

Bandura, modelin hallerini sembolik olarak hatırlamada etken olan sembolik süreçleri “uyarıcı bütünlüğü” terimi ile adlandırır. Örneğin daha önceden tanımadığımız bir aletin başkası tarafından kullanımını izlediğimizi düşünelim. Daha sonra aleti tek olarak düşündüğümüzde, önceden izlediğimiz davranışlar bizim aleti kullanma ile ilgili hareketlerimize rehberlik edecektir. Bu örnekte, bütün uyarıcılar görseldir. Bu da tüm olayların hatırlanmasını sağlar. Bandura, hatırlanan durumların sözel olarak kodlanabileceğini belirtmektedir.

Beş yaşından küçük çocuklar, kelimelerle düşünemezler. Çünkü bunun için yeterli olgunluğa sahip değildirler. Onlar görsel imajlarını kullanırlar. Çocuklar model davranışı gözlerken, onlara o davranışı tanımlayan sözel açıklamalar yapılması taklit etmelerini daha etkili hale getirecektir.

Sözel kodlama sözel prova ile karıştırılmamalıdır. Prova, davranışı tekrar tekrar tanımlamayı içerir ve birey daha sonraki durumlarda bunu hatırlamada zorlanmaz. Prova teknikleri genellikle hatırlamayı arttırmaktadır (Akt. Avcı, 1995: 12,13).

(25)

dönüştürülebilmesi bireyin fiziksel ve psikomotor yönden uygun biçimde gelişmesine bağlıdır. Ayrıca Bandura, birey fiziksel özellikleri açısından uygun olsa bile öğrendiklerini performansa dönüştürmek için “ öz yeterlik kapasitesi” ne sahip olması gerektiğini vurgulamaktadır

Bandura’ ya göre gözlemci davranışı yapmadan önce, davranışı zihinsel olarak tekrar etmelidir. Bu prova etme sürecinde birey kendi davranışını gözleyip, kendi davranışı ile zihinde tuttuğu modelin davranışını karşılaştırarak, kendine dönüt verir. Ardından farklılıkları ortadan kaldırmak için düzeltme etkinliklerini başlatır. Bu süreç gözlemcinin davranışı model alınan davranışa benzeyene kadar sürdürülür

Sonuç olarak, davranışı meydana getirme sürecinde yapılan zihinsel tekrarlar davranışın daha doğru ve ustaca yapılabilmesi için, gereklidir. Bireyin sahip olduğu özyeterlilik duygusu, da davranışın meydana getirilmesinde önemli bir etkendir (Akt. Senemoğlu, 1997: 232, 233).

Güdülenme Süreci: Organizmanın ihtiyacı gidermek amacı ile bir yönde

etkinlik göstermesi eğilimine “güdü” denir. Güdüler de bazı davranışlara yol açar. İhtiyaç, dürtü, güdü, davranışlar zinciri şeklinde gerçekleşip, organizmayı belli davranışlara sürükleyen bu içsel olayların tümüne güdülenme durumu denir (Baymur, 1994: 69).

Bandura’ ya göre bir uyaran grubunun performansa dönüşmesi, organizmanın güdülenme düzeyi ile ilgilidir. Bu bağlamda güdülenme, bir yandan gözlemci bireyin model gibi davrandığında alacağı pekiştireç beklentisine diğer yandan da öğrenmenin performansına dönüştürüldüğünde ulaşacağı doyum duygusuna bağlıdır.

Güdülenmede, bireyin gerçek beklenti ve gereksinimlerinin karşılanması önemlidir. Bu amaçla bireyin kendine değer vermesi, öğrenme yaşantısını anlamlı bulması gereklidir. Buna göre, davranışın meydana getirilmesinde olduğu gibi, içsel güdülenmede öz yeterlik duygusuna sahip olma önemlidir (Akt. Aydın, 2004: 218).

(26)

Erikson tarafından geliştirilen bir kuramdır. Önceleri klasik psikanalitik kuramı benimsemiş olan Erikson daha sonra kuramın eksik yapılarını görerek kendi kuramını geliştirmiştir. Ancak kuramını geliştirirken psikanalizden de yararlanmıştır.

İlk sosyal gelişim – doğası ve doğurguları, çocuk gelişimini anlamayı amaçlayan araştırmacılar arasında en çok araştırma ve düşünme alanı olmuştur. Bu alanda yapılan belki de en kapsamı kuram Erik Erikson’ un kuramıdır. Ona göre sonraki bütün kişilik gelişimi ve uyumu daha önceki gelişiminden ve uyumundan evrimleşir ve ilk yaşantılar bireyin gelecekteki kimliğini kolaylaştırır ya da tehlikeye sokar (Akt. Gander ve Gardiner, 1998: 218).

Bu kuram psikoanalitik yaklaşımdan farklı olarak, çocukluk dönemlerinin yanında ayrıca ergenlik, yetişkinlik ve yaşlılık dönemlerine de yer vermiştir (Akt. Çimen, 2000: 22).

Erikson’ a göre insanın yaşamında sekiz kritik evre bulunmaktadır. Bu sekiz kritik evrenin her birinde bireyin çözmesi gereken karmaşa yada çatışmalar kendini göstermektedir. Bir sonraki döneme sağlıklı olarak erişebilmek için bir önceki evrenin başarı ile atlatılması gerekmektedir. Burada Erikson Freud’ un aksine daha esnek bir tutum sergilemektedir. Ona göre çözümlemeyen karmaşalar diğer gelişim evrelerine yansır, ancak bu dönemlerde uygun yaşantısal deneyimler geçirilerek bu karmaşalar aşılabilir. Örneğin, bebeklik dönemi karmaşası olan güvensizlik, ergenlik çağı karmaşası olarak nitelendirilen kimlik arayışı evresinde çözüme ulaştırılabilir (Akt. Aydın, 2004: 85).

(27)

(Akt.Aydın,2004:85).

1.Evre: Güvene Karşı Güvensizlik

Bu dönem, yaşamın ilk yılı boyunca sürer. Bu dönem içerisinde bebeğin kendisine ve çevresine karşı güven geliştirip, geliştiremeyeceği belirlenir. Annenin çevrede bulunup bebeğin ihtiyaçlarını karşılaması onda güven duygusu oluşturur. Bu ihtiyaçların ne kadarının karşılandığı güvensizlik oranını belirler. Bu dönemin olumlu yanını temel güven duygusunun gelişmesi oluşturur. Temel güven duygusu ise annelikle sağlanır. Annenin bebeğin ihtiyaçlarını karşıladığı durumlarda bebek ilerleyen zamanlarda da ihtiyaçlarının karşılanacağına inanmaya ve annesine güvenmeye başlar. İşte daha bu dönemden başlayarak, toplumun beklentileri devreye girmeye başlar. Bu dönemde bebek, artık istediklerini annesinden nasıl elde edebileceğinin yollarını öğrenir. Sonraki yıllardaki vericiliğini de bu temel üzerinde geliştirir. Bebek ilk altı ayda gözlerini eşgüdümlü bir biçimde kullanmaya ve belirli seslerden anlam çıkarmaya başlar, kollarını bacaklarını ve parmaklarını denetlemeyi öğrenir ve bazı şeylerin verildiğini, bazılarının ise verilmediğini ya da elinden alındığını fark etmeye başlar. Yaşanan bu ilişki içinde ya gereksinimlerinin

ya da güvensiz bağlanma 2-2/3 yaş Özerkliğe karşı utanma ve kuşkuculuk karmaşası Özerkleşme ve bağımsızlaşma

girişimlerinde başarı ya da bilinçsiz yönelim 3-3/5 yaş Girişkenliğe karşı suçluluk karmaşası Toplum tarafından onaylanma,

istendik hedeflere bilinçli ya da bilinçsiz yönelim

4-6/11 yaş Çalışkanlığa ve başarıya karşı aşağılık duygusu karmaşası Bireysel ve sosyal bilinç yeterliliği kazanma ya da kazanamama 5-Erinlik Kimliğe karşı rol karmaşası Olumlu ya da olumsuz

benlik algısı kazanma

6-Ergenlik Yakınlığa karşı yalıtılmışlık (İsolation) karmaşası Başkalarıyla olumlu ya da olumsuz sosyal ilişkiler kurma

7-Orta yaş Üretkenliğe karşı durgunluk karmaşası Aile, toplum ve insanlığın gelişimi için, olumlu ya da olumsuz değerler kazanma 8-İleri Yetişkinlik Benlik bütünlüğüne karşı umutsuzluk karmaşası Yaşamdaki sevinç ve üzüntüler ile, ölüme karşı

benlik bütünlüğünü koruyarak geliştirmede başarı ya da başarısızlık

(28)

2.Evre: Özerkliğe Karşı Utanma ve Kuşkuculuk

Bir yaşından üç yaş sonuna kadar süren bu evrede çocuklar özerkleşme ve bireyselleşme girişimlerinin doğurduğu güven ve utanç karmaşasının bir arada yaşarlar. İkinci yılın ortasından başlayarak çocuklar kendileri ve çevrelerinin daha iyi keşfederler. Ancak kendilerini kanıtlamak amacı ile giriştikleri etkinliklerde çoğunlukla anne ve babanın engellemeleri ile karşılaşırlar. Bu evrede de anne-babanın engellemeleri ile karşılaşırlar. Bu evrede de anne-anne-babanın güven ve desteğine ihtiyaç duyarlar. Anne babalar çocukların özerkleşme girişimlerini akılcı bir biçimde yönlendirir ve onları yüreklendirirse sağlıklı biçimde gelişimine katkıda bulunmuş olur. En basit konularda bile çocuğa seçme hakkı vermeyip, onun bireysel kararlarının önemsemeyen anne-babalar, ömür boyu sürecek utanç ve kuşku tohumlarının yeşermesine yol açarlar.

Sürekli olarak sınırlandırılan korunan ve yakından kontrol edilen çocuklar, kendi yetenekleri ile ilgili olarak kuşkuya düşerken, aşırı baskıcı ya da koruyucu anne baba tutumları çocuğu kendinden veya vücudundan utanç duymasına neden olabilir (Akt. Aydın, 2004: 87, 88).

3.Evre: Girişkenliğe Karşı Suçluluk Karmaşası

3-5 yaşları arasında olan gelişimin üçüncü evresi, Freud’ un sistemindeki fallik döneme benzemektedir. Bu dönemde çocuğun hareket ve zihinsel beceriler diğerlerine göre daha fazla gelişir. Çocuk pek çok şey yapabilir ve güçlü bir şekilde istekte bulunabilir. Aynı zamanda girişim duygusu da gelişmeye başlar. Bu aşamadaki en önemli gelişme suçluluk duygusudur. Çocuk nelerin yasak olduğunu öğrenmiştir; ancak isteklerinin sonu yoktur. Amaçlarını elde etmek için saldırgan olur ve insanları kullanmayı dener.

Erikson için bu evrenin asıl önemi kuşaklar arasındaki genel çatışmanın belirlenmesindendir. Çocukta ahlaksal sorumluluk hissi yani süperego geliştikçe büyümesini hızlandıran iş dürtüler ile kendine mal etmesi beklenen ana baba yönlendirmeleri arasında şiddetli bir çatışma olduğunu görür (Akt. Çimen, 2000: 25).

(29)

eğitsel yaşantılar düzenleyerek onları okul yaşamına hazırlamalıdır. Çocuğun iletişimi becerilerinin geliştirilmesi amaç ile ana konuşma olanakları sağlanmalı, kendini ifade etmesine fırsat verilmelidir. Ayrıca psikomotor becerilerini geliştireceği ve fiziksel bütünlüğünü etkin şekilde kullanabileceği, yapılandırılan yaşantı deneyimleri sunulmalıdır (Akt. Aydın, 2004: 88).

4.Evre: Çalışkanlık ve Başarıya Karşı Aşağılık Duygusu Karmaşası

Bu dönem altı yaşında on iki yaşına kadar sürer. Erikson bireyin kişilik gelişimi dönemlerinden ilkinde “bana ne verildiyse ben oyum” ikincisinde “ne yaparsam oyum” üçüncüsünde “hayal ettiğim şeyi olacak kişiyim” dördüncüsünde “ne öğrenirsem oyum” inancına sahip olduğunu düşünmektedir (Akt. Senemoğlu, 1997: 83).

Bu dönemde çocuğun okula başlaması ile birlikte sosyal dünyasında büyük bir genişleme meydana gelmiştir. Anne babanın çocuğu üstündeki etkisi azalırken, öğretmen ve arkadaşların etkisi artmaktadır. Çocukta bir işi planlama, işbirliği yapma, öğrenme ve işi başarma özel bir öneme sahip olup, başarma çalışkanlık duygusunu beraberinde getirir. Çocuğun kendine ve yeteneklerine karşı olumlu bir tutum geliştirmesine yardımcı olur. Akademik özgüven gelişir. Çocuklar bu dönemde yetişkinlerin kullandıkları aletleri kullanmaya çalışırlar ve bir şey üretmeye karşı istekli olurlar.

Bu dönemde yetişkinler tarafından çocukların çabaları desteklenmediğinde çalışma ve başarılı olma davranışları gelişir. Aksi durumda yaptıkları devamlı eleştirilen, desteklenmeyen, beğenilmeyen çocuklar, yaptıklarının değerli olmadığına inanarak aşağılık duygusu geliştirebilir (Senemoğlu, 1997: 83).

5.Evre: Kimliğe Karşı Rol Karmaşası

12-17 yaşlar arasını kapsayan bu dönem ergen, kişiliği için bir kimlik geliştirmeye çalışır. Bu dönemde dış görünüm önem kazanırken, ergenin görüşüne gösterdiği ilgi benliğin değişmesine yardımcı olur. Kimlik arayışı çabası içerisinde çevresinde gördüğü kahramanlara ve karşı cinsten kişilere tutulur. Bu yaştaki

(30)

kendine güvenen, kendisinden emin olan bir kişi olarak yaşamını sürdürülebilir. Aksi takdirde, yaşanılan rol karmaşası, ileriki dönemlerde bu kriz çözümleninceye kadar sürebilir. Örneğin, ne yapmak istediği konusunda tam karar veremeyen, bir işten diğerine atlayıp bocalayan, çocuk gibi davranan yetişkinler, daha kimlik kazanma krizine atlatamamış kişilerdir (Akt. Çimen, 2000: 26).

6.Evre: Yakınlığa Karşı Yalıtılmışlık

Bu evre genç yetişkinlik dönemi olarak da bilinir. Birey bu evrede arkadaşlık ve dostluk ilişkilerini kurar. Bu ilişkilerde kimlik duygusu geliştiğinden sevgi içinde diğer insanlara yönelir. Sosyal ilişkilerde karşılıklı güven ve dayanışma duyguları hakimdir (Aydın, 2004: 90).

Bu dönemde başarılı olabilmek, daha önceki dönemlerde anne babanın neler vermiş olduğunu ve genç yetişkinin çevresiyle nasıl etkileştiği ile ilişkilidir. Kimlik sorununu çözümlemiş olan genç; insanlarla yakınlık kurabilir. Bunu aksine rol kargaşası yaşayan kişi, yakın dostluklardan, karşıt cins ile ilişkiden ve her hangi bir yere başlamaktan ürker. Uzun süreli ve samimi ilişkiler kuramayan genç yetişkin giderek kendine döner ve soyutlanmışlık duygusu tehlikeli boyutlara ulaşabilir (Akt. Geçtan, 1998: 111).

7.Evre: Üretkenliğe Karşı Durgunluk

Bu dönem orta yetişkinlik dönemini kapsamaktadır. Birey bundan önceki evreleri başarılı bir şekilde atlatmışsa, bu dönemde üretken, verimli ve yaratıcıdır. Erikson üreticiliği özellikle yeni kuşakların gelişimi ile ilgilenme ve onlara rehberlik etme anlamında kullanılmaktadır. Üreticilik kapsamındaki davranışlara sahip olmayan bireyler üretkenliğin aksine, bir işe yaramama duygusuna kapılabilir, durgunluk dönemine girebilir.

Bireyin bu dönemde yaşadığı karmaşayı olumlu bir şekilde anlatmasında çevresindeki yoğun iletişimde bulunduğu kişilere önemli roller düşmektedir. Bireyin içinde yaşadığı toplum ve başkaları için gerekli olduğu duygusunu yaşaması önemlidir (Akt. Çimen, 2000: 27).

(31)

başarıp, saygın bir kimlik geliştirirek, anlamlı bir yaşam sürdüren bireyler, bu evrede mutlu ve huzurludur. Kendisini tanıyıp doğru bir biçimde değerlendiren bireyler, sağlıklı bir kişilik bütünlüğüne sahiptirler. Bu dönemin en güzel ürünü, anlamlı yaşantılarla geçirilen bir ömrün, armağan haline gelen damıtılmış kimlik örüntülüdür. Ancak üretken yaşamın verdiği hazdan mahrum kalan bireyler, bu evrede hırçın, aksi, uyumsuz ve anti-sosyaldirler. Ömrünü boşa geçirdiğine inanan bu tür insanlarda yoğun biçimde ölüm korkusu ve umutsuzluk duygusu hakimdir

Sonuç olarak Erikson’ a göre kişilik gelişimi, yaşam boyu devam eden bir süreçtir. Her gelişim evresi, daha önceki evrelerin olumlu ve etkisiz etkilerine karşı açıktır. Yani kişilik durağan ve tamamlanmış bir olgu değildir. Çok boyutlu olup, değişken bir süreçtir. Kimlikle ilgili atılmış sağlıklı temeller, her evrenin kritik karmaşasının çözüme ulaştırılarak, bir sonraki döneme hazırlığın kolaylaşması, sağlıklı kimlik dokusuna bağlıdır (Akt. Aydın, 2004: 91).

Bu yaşta başkalarına kötü sözler söylemek, onları terslemek, onlarla tartışmak isim takmak, arkalarından bağırmak gibi olumsuz huylar edinebilir. Bencil ve kavgacı olabilir. Kızdığı şeylerin sorumlusu olarak annesini görüp hıncını ondan almaya çalışır. İstekleri hiç bitmez.

Genellikle o anda ve istediği biçimde gerçekleştirilmesini ister. Paylaşma davranışında kaçınır. Seçim yapamaz. Suçlanmak ve eleştirilmekten hoşlanmaz. Ceza almaya tepki gösterir (Navaro, 1990: 134).

Yeni arkadaşlıklar kurarak çevrelerini genişletme isteği duyarlar. Ancak evde kardeşleri ile olduğu gibi, dışarıda da arkadaşları ile geçimsizlikler gösterirler. Büyüklerle daha çok anlattıkları onlar ile uyuşmakta zorluk çekmedikleri görürlü. Bununla birlikte büyükleriyle çatışma içerisine girdiklerinde saygısız davranışlarda bulunabilirler (Altınköprü, 2001: 83).

(32)

birçok üyesi tarafından değerli bulunan, insan yapısı, tüm varlık, eylem ve düşünceleri kapsamaktadır (Başaran, 1996: 64).

Birey belli bir zaman, belli bir yörede, sosyal ve kültürel bir ortam içinde yaşar. Yaşamı boyunca içinde bulunduğu çevreye uyum sağlama çabaları gösterir. Doğuştan getirilen genetikler özellikler ile kültür bir araya gelerek bireyin kişiliğini oluşturur. Farklı kültürler farklı kişilik tiplerinin bulunması, son zamanlarda üzerinde durulan konulardan birisi olmuştur. Uzmanlar tarafından kişilik özelliklerinin belirlenmesinde toplumsal etkiye önem verilmektedir. Özellikle etnologların yaptığı araştırmalar, insanın davranış özelliklerinin tümünü kapsayan kişiliğin, içeride gelişip şekillendiği sosyal ve kültürel çevre tarafından etkilendiğini ortaya koymuştur (Akt. Çağdaş ve Seçer-Şahin, 2002: 45).

Toplumsallaşma insanın içinde bulunduğu topluma uyum sağlaması, bir arada bulunduğu insanlar ile geçinmeyi öğrenmesidir. Bu da onun içinde bulunduğu toplumun kültür değerlerini kazanması ile gerçekleşir. Kültür değerleri kalıtsal olarak değil, öğrenme sonucu elde edilir. Bu değerler de taklit yoluyla, çevredeki insanları model olarak, bu insanlarla iş birliği yapılarak, her gün beraber olunarak elde edilir (Baymur, 1994: 273 ).

Toplumlar eğitim sistemlerini belirlerken kültürel değerlerini göz önünde bulundururlar. Çocuklarını o değerlerin beklentilerine uygun davranışlar geliştirecek şekilde yetiştirirler. Böylece çocukların içinde yaşadıkları topluma uyum sağlamasına katkıda bulunmuş olurlar. Kendi kültürünün dışındaki bir kültürde yaşamak durumunda kalan bir çocuğun sosyal uyumsuzluğunun en önemli nedenlerinden biri kültürler arasıda bulunan farklılıklardır (Çağdaş ve Seçer-Şahin: 2002: 45).

(33)

davranış, görev ve ayrıcalıklar beklenir. O üye, beklenen bu davranış örneklerine uyar ve onları gerçekleştirirse rolünü yerine getirmiş sayılır. Yani sosyal rol, bireyden beklenilen davranışların bütündür. Tüm bireylerin birçok rolü vardır. Babalık, annelik, öğretmenlik vb. (Tezcan, 1996: 314).

Çocuk, yardımlaşma, paylaşma, işbirliği gibi prososyal davranışları çevresindeki kişileri ve arkadaşlarını gözleyerek öğrenir. Çevre tarafından, çocuğun bu davranışları göstermesi beklenir. Aksi takdirde, çevresindeki kişilerin olumsuz tepkileriyle karşılaşır. Yapılan bu olumsuz tepkiler, çocuğun hatalı davranışını anlamasına yardımcı olur. Çevredeki kişilerin çocuktan beklentileri oldukça önemlidir. Çünkü çocuk kendisinden beklenen benimser ve onları gerçekleştirmeye çalışır.

Çevredeki insanların çocuktan beklentileri olduğu gibi aynı zamanda çocuğunda kendisinden beklentileri olabilir. Kendi beklentilerine ulaşmak için de çaba sarfeder. Ancak beklentileri kendi ilgi, yetenek ve gücüne uygun ise çocuk çevresindekilerinin beklentilerinde olduğu gibi bu durumda da olumsuz yönde etkilenebilir (Akt. Çağdaş ve Seçer-Şahin, 2002: 46).

Aile

Sosyalleşmenin birincil derecede önemli kurumu ailedir. Aile, çocuğun ilişki kurduğu ilk birim ve sosyalleşme kalıplarının geliştiği ilk çevredir. Bir sosyalleşme araç olarak aile çocuğu bir yandan genel kültürün parçalarını aktarırken bir yandan da toplum içinde kendi toplumsal konumlarına birinci derecede bağlı olan özel parçaları aktarır (Elkın, 1995: 66, 67).

Çocuğun hayatında en etkili izlenimlerine aldığı yer ailedir. Aile çoğunlukla ana – baba büyük ve küçük kardeşlerden oluşur. Birey çeşitli davranışları, becerileri, görgü kurallarını, alışkanlıklarını, çevresinde bulunan insanlarla ilişki kurmayı ilk olarak aile çevresinde gördüğü gibi yapar. Sevmeyi saymayı korkma ve paylaşmayı aile içindeki ilk yıllarda kazanır (Akt. Yıldız, 2000: 66).

(34)

neden olmaktadır. Çocuğun bulunduğu kültür çevresi içinde onu etkileyecek olan gelenek ve kurallar olmasına karşın, yargıların oluştuğu tercihlerin yapıldığı ya da en azından etkilendiği yer ailedir. Kişiliğin gelişmesi birçok tercihin gelişmesine bağlıdır. Bu tercihler bireyin değerlerini temsil eder ve büyük oranda ailenin koşullandırılmasının bir sonucudur. Yani, çocuğun yetiştiği ailenin yapısı, genişliği, sosyo – ekonomik ve kültürel düzeyi, onun ilk sosyal deneyimlerini, dolayısıyla sosyal ve duygusal gelişimini etkileyecektir (Yavuzer, 1995: 136).

Aile çocuğun ihtiyaçlarını dengeli bir şekilde giderilmesine olanak hazırlayarak ona mutlu olma fırsatı ve şansı verir. Bu önemli görevi yerine getiren aile üyeleri çocuğu beslerken, soyup giydirirken, temizlerken, banyo yaptırırken, uyuturken, gezdirirken, samimi, candan, ilgili ve sevecen davranırsa çocuk beklenilen hızda sosyal bir varlık olabilir. Önemli olan, çocuğun sosyal tepkileri göstermeye başladığı andan itibaren, tepkilerini ilerde istenen davranışlara dönüştürmek için eğitilmesi gerekmektedir (Bilen, 1999: 208).

Saldırganlık

Saldırganlık, insanın bir başka insana ya da bir nesneye zarar vermek ya da incitmek için bir davranışta bulunması, çevre tarafından istenilmeyen bir tutum takınması, ya da isteklerini karşısındakilere zorla benimsetmesi olarak tanımlanabilir (Başaran, 2000: 141).

Freud’ a göre bireylerin doğuştan getirdiği iki temel kuvvetli eğilim vardır: cinsellik ve saldırganlık. Bu iki temel eğilim insanların bir toplum içinde uyumlu yaşamasını zorlaştırdığı için, cinsellik ve saldırganlık davranışları, ana-baba, öğretmen gibi çocuğun sosyalleşmesinde önemli rol oynayan kişilerce çocukluktan itibaren sürekli baskı altında tutulur ve cezalandırılır (Akt. Cüceloğlu, 1998: 31).

Pek çok çocuk şu ya da bu zamanda yaşıtlarıyla, kardeşleriyle, olduğu kadar yetişkinlerle ve özellikle anne babasıyla tartışır, kavga eder ya da onlara saldırır. Hem ilk hem de orta çocukluk döneminde heyecan ve kişilik gelişiminin temel bir yönü, toplum tarafından konulan kurallar içinde düşmanlık ve saldırganlıkla

(35)

bulunmaktadır.

1. Pratik amaçlara ulaşmak amacıyla araç olarak kullanılan saldırganlık. Bunlar belirli hedeflere yönelik kurnazca yapılan etkinliklerdir (itip kakma vb.). Gelişimsel olarak kabul edilir.

2. Saldırganlığın bir diğer türü ise doğrudan karşıdaki kişiyi kızdırmak veya ona zarar vermek amacı ile yapılan davranışlardır. Bu tür saldırgan davranışlar gelişimsel olmayıp psikanalitik kuramlarla açıklanmaya çalışılır (Sevinç, 2003: 321).

Saldırgan çocuklar arkadaşlarıyla sürekli çekişme içine girerler. Arkadaşlık ilişkisini hep kendi çıkarlarına kullanmak çabasındadırlar. Çevresindeki insanlara kendilerini kabadayılıkla benimsetmeye ve üstünlük kurmaya çalışırlar. Amaçlarına ulaşamayınca ya kavga eder ya da başka bir arkadaş bulmak zorunda kalırlar. Davranışlarından dolayı arkadaş kümelerinden dışlandıkça daha hırçın ve kuşkulu olurlar (Yörükoğlu, 1982: 65).

Saldırganlığı önlemek için, çocuğa karşı uygulanan engeller ortadan kaldırılmalı, konulan gereksiz kural ve kısıtlamalardan kaçınılmalıdır. Yetişkinler, çocuğa vurarak ya da tekmeleyerek uyarı ve ikazlarda bulunmamalıdır. Çocuğun duygu ve düşüncelerini anlatması istenilerek rahatlaması sağlanmalıdır. Saldırgan davranışlarda bulunan çocuklar ayıplanmamalı ve cezalandırmaktan kaçınılmalıdır. Yetişkinler tarafından çocuğun ayıplanması ya da cezalandırılması, arkadaşlarının onu küçümsenmesine ve kendini aşağılanmış hissetmesine neden olabilir (Akt. Çağdaş ve Seçer-Şahin, 2002: 51).

Disiplin

Disiplin, kişiye bir takım alışkanlıklar kazandırma, onu kendisi ve çevresiyle uyumlu bir biçimde yaşamaya hazırlama olarak tanımlanabilir (Dirim, 2003: 27).

İyi bir disiplin, sürekli olarak çocuğun isteklerini engeller koyarak değil, ancak karşılıklı saygı ve anlayışla kurulabilir. Disiplin uygulamalarında uyulması

(36)

davranışları kazanması için ilk önce kurallar koymalı; ardından bunların çocuğunu nasıl etkilediğini denetlemelidir. Aile tarafından uygulanan bazı yanlış disiplin yöntemleri çocuğun kişilik gelişimini, dolayısıyla ruh sağlığını tehlikeye sokar. Bunlar: Cezalandırıcı disiplin, başıboş disiplin, durulaşmamış disiplin.

Cezalandırıcı disiplin, çocukta utangaçlık, güvensizlik, küstahlık, serkeşlik yaratmaktadır. Başıboş disiplin çocuk ya kendi başına bırakılır ya da anne babasını yönetmesine izin verilir. Birincisinde çocuk yolunu bulmada zorluk çekerken ikincisinde anne babasına dilediğini yaptırma olanağı bulur. Durulaşmış disiplinde ise anne babasının nasıl davranacağını kestiremeyen çocuk, ne yapacağını şaşırır (Başaran, 2000: 186, 187).

Disiplinde tutarlılık çocukların neyi yapıp neyi yapamayacaklarını öğrenmelerine yardım eder. Böylece daha az engelleme, daha az incinme duygusu ile sonuçlanır. Anne babalar hangi davranışların kabul edilebilir hangilerinin kabul edilemez olduğu konusunda aralarında anlaşarak ve bu kurallara uyulup uyulmadığını gözleyerek çocukların bu sosyalleşme çabalarına katkıda bulunabilirler (Akt. Gander ve Gardiner, 1998: 284).

Çocuklar toplum içinde farklı durumlarda kabul edilebilir davranışları öğrenme de yetişkinlerin rehberliğine ihtiyaç duyarlar. Bu rehberlik eğer çocukların kendi kendilerine karar verebilme becerilerine ve bağımsızlıklarına olanak veren bir çevrede yapılırsa çok daha iyi sonuç verecektir. Disiplin sürecinde de anne babalara düşen görev uygulamacı değil, yol gösterici yani rehber olmaktır. Anne baba çocuğu gösterdiği olumlu davranışları desteklemeli, ortaya çıkan olumsuzlukları ise gidermeye çalışılmalıdır. Bunu yaparken de çocuğun gelişim dönemleri göz önünde bulundurulmaktadır (Akt. Poyraz ve Özyürek, 2005: 85).

Uygu

Grup içinde grubun görüşüne uyma eğilimi insanların genel özelliklerindendir. Çoğunluğun aldığı karar, bireyin karar verme davranışını

(37)

gerektiğine ve ne derece başarılı sayılacağına ilişkin ölçütleri belirlemiştir. Böylece içinde yaşadığı toplumun isteklerini bilen ve bunlara uyum gösterebilen birey, toplumsallaşmış sayılır (Baymur, 1994: 273).

Gruplar arasında farklar olduğu gibi, grup içindeki bireyler arasında da uymanın derecesi bakımından farklar bulunmaktadır. Bu farklar kişinin grup üyelerini ve kendinin nasıl algılandığında kaynaklanır. Örneğin, birey grup üyelerini önemli buluyorsa onların istediği yönde birisi olarak görmeyip, kendi özdeşliğini grup üyeliğinde arıyorsa, ait olduğu grubun beklentilerine uyma derecesi artar (Cüceloğlu, 1998: 534 ).

Uyma genellikle, yaşamla başa çıkmaya yardımcı bir davranıştır. İnsanlar diğer insanlardan farklı düşünmekten ya da karşı çıkmaktan koktukları için uyma davranışı gösterirler. Ayrıca kişinin özgüven duygusunun yetersiz oluşu da uymayı artırabilir. Uyguya zorlayan baskılar, bireysel seçimler özünde uygu ve karşıt uygu olarak iki şekilde kendini gösterir (Akt. Çağdaş, 1997: 89).

Karşıt uygu adından da anlatılabileceği gibi yönlendirici olan normlara ve sosyal beklentilere karşıt olan bir davranış olarak nitelendirir. Başkalarının davranışları ya da inançları tarafından hem uygu, hem de karşıt uygu güçlü bir biçimde etkilenir. Sosyal norm ve beklentilerinden etkilenmeyen bir davranış ise bağımsızlık olarak nitelendirir. Başkalarının davranışları ya da inançları tarafından hem uygu, hem de karşıt uygu güçlü bir biçimde etkilenir. Sosyal norm ve beklentilerden etkilenmeyen bir davranış ise bağımsızlık olarak nitelendirilir (Akt. Çağdaş, 1997: 89).

Bağımsızlığını kazanmamış olan küçük çocuklar, genellikle çoğunluğun almış olduğu kararlara uymak durumunda kalırlar. Ancak, “olumsuz karşıt uygu” olarak adlandırılan üçüncü yılda çocuklar karşıt uygu gösterirler. Herkesin yaptığının tersini yapmak eğilimindedirler. Üçüncü yıldan sonra bağımsızlık duygusu gelişen çocuk, liderlik özelliklerine de sahip olursa uygu ve karşıt uygu davranışı göstermez.

(38)

yaşamı değil, kendisine başkaları tarafından uygun görülen yaşamı yaşayabilir. Öylesi bir toplumda sınırlı yollardan gidilir. Yeni ve büyük bir olasılıkla iyi sonuçlara götüren yollar denenmeden kalır (Önder, 2004: 21).

Bağımlılık

Karar vermede danışma ve duygusal destek için diğer insanlara dayanma gereksinimi ya da özgüvende yetersizlik olarak nitelendirilir (Akt. Dinç, 2002: 27).

Bebeklik ve ilk çocukluk evrelerinde çocuğun kendi bakımını üstlenen onu besleyen, giydiren, koruyan kişiye bağlanması doğaldır. Bu bağlanma sağlıklı ilişkiyi ve güven duygusunu geliştirdiği için çocuğun gelişimi açısından gereklidir. Bağlanma bağımlılığa dönüşerek son çocukluk, erinlik ve ergenlik evrelerine taştığında ve hatta yetişkinlik evresine denk sürdüğünde giderek sosyal ve törel bir sapma olur (Akt. Başaran, 2000: 158).

Bağımlı çocuklar, yaşına uygun davranışları göstermez, daha küçük gibi davranır. Özgüveni gelişmediğinden girişken değildir. Annesinin yanında uzaklaşmaktan çekinir ve akranları yerine annesi ile birlikte olmayı tercih eder. En ufak bir sorun ile karşılaştığı zaman yetişkinlerden yardım ister. Bu durum da çocuğun sosyal gelişimini olumsuz yönde etkileyebilir.

Yapılan araştırmalarda, yetişkinlere çok bağımlı olan küçük çocukların, fazla sevilmediği bulunmuştur. Uzmanlar, zor durumda kaldığı zaman arkadaşlarından yardım isteyen çocukların daha çok sevildiğini belirtmektedirler (Akt. Çağdaş ve Seçer-Şahin, 2002: 52).

Liderlik

Liderlik, başkalarının davranışlarını yönlendirme ve kontrol etme işlevleri olarak tanımlanabilir. Lider ise başkalarının etkinliklerini yönlendiren ve kontrol eden kişidir (Akt. Çağdaş, 1997: 95).

Liderlerin girişkenlik, iletişim kurabilme, yönetme gibi özelliklere sahip olması gerekir. Liderlik özellikleri çoğunlukla okulöncesi dönemde belirir. Bunlar bir çocuğun diğer çocuk üzerindeki baskınlığını ortaya koyması biçiminde görülür ve

(39)

davranışlı bir çocuk da zorlayıcı yöntemlerinden dolayı lider olabilir (Akt. Dinç, 2002: 28).

Muzaffer Sherif ve eşi tarafından Amerika’ da bir çocuk kampında yapılan bir araştırmada liderlerin zeka olarak ileri, özel bir alanda bilgisi ve mahareti olan kişiliği kuvvetli çocuklar arasından seçildiği sonucuna varılmıştır (Akt: Baymur, 1994: 279 ).

Güngörmüş (1989), ise babasından ilgi ve sevgi gören çocukların arkadaşları ile ilişkilerinin daha iyi olduğu ve liderlik özelliklerine sahip olan uyumlu çocuklar olduğunu belirtmektedir (Akt: Çağdaş, 1997: 96).

Etiketleme

İnsanlar bazen kendilerini ya da başkalarını yetenekli, yeteneksiz, anlayışlı, sevecen, insancıl, saldırgan gibi özelliklerle isimlenirdirler, yani etiketlendirirler. Bu etiketleme, beklentilerde olduğu gibi çocuğu etiketlendiği yönde davranmaya zorlar; başka yönde davranmaya çaba göstermesini engelleyebilir (Akt. Dinç, 2002: 27).

Çocuk kendisine yakıştırılan etiket yolu ile dikkat çektiğini anlar ya da bunun aracılığı ile yetişkin otoritesine karşı tavır alarak özerklik savaşını devam ettirir (Akt. Çağdaş 1997: 90).

Çocuk kendisine söylenilen “gerizekalı”, “sulu göz”, “aptal” gibi sözleri gerçek olarak algılar. Bu da çocuğun kendini algılayışı (öz-simgesi) üzerinde olumsuz etkiler bırakır. Çocuğun özgüveni sarsılır ve başarılı olmasın ada engel olabilir (Navaro, 1990: 91).

Etiketlemede bir tanı koyma söz konusudur. Bu tanı genellikle düşünmeden ve yetersiz bilgi sunucu konulur. Etiketlenme her durumda çocuğun sosyal ilişkilerini olumsuz yönde etkiler (Akt. Çağdaş ve Seçer-Şahin, 2002: 49).

Özellikle yapılan olumsuz etiketleme sonucunda çocuğun geliştirdiği olumsuz davranışlar ve kendisine olan güven duygusunun sarsılması, onun başkaları ile iyi ilişkiler kurmasını, gruba kabul edilmesini engelleyebilir. Böylece çocuğun sosyal yönden gelişmesi olumsuz yönde etkilenir (Çağdaş ve Seçer-Şahin, 2002: 49).

(40)

yaşıtlarıyla sosyal oyunlar oynamaktadır. Onlar büyüklerinden öğrenmeleri mümkün olmayan pek çok şeyi arkadaşlarından öğrenebilir. Geçim, uzlaşma, işbirliği, liderlik, faydalı rekabet, fedakarlık, özgecilik gibi önemli kişilik özellikleri ancak arkadaşlık ortamı içinde öğrenilir. Arkadaşlarla birlikte olma yeni fikirleri deneme fırsatları oluşturur. Daha önce hiç düşünülmemiş ve akıl edilmemiş bakış açıları açabilir (Akt. Gizir, 2002: 25).

Okul öncesi dönemde başlayan akranlarla iletişim, çocuğun dış dünyayı anlayarak, çevresel uyaranlara karşı uyum sağlamasını kolaylaştırır. Başka bir deyişle, çocuğun sağlıklı bir biçimde bireyselleşmesi ve toplumsallaşması akran grupları içindeki etkileşimiyle yakından ilişkilidir. Bireysel önem ve değer duygularını geliştirdiği her türlü olumlu deneyim çocuğun sosyal gelişimini olumlu yönde etkiler. Diğer yandan korku ve kaygı yaratan durumlar çocukta yetersizlik ve değersizlik duygularının güçlenmesine neden olur. Akran gruplarına güvenli ve güvensiz bağlanma olarak tanımlanabilecek bu durum, büyük ölçüde çocuğa sağlanan sosyal öğrenme yaşantılarına ve model alınacak kişilik modellerinin varlığına bağlıdır (Aydın, 2004: 5).

Arkadaş ihtiyacı bebeklik dönemine kadar uzanmaktadır. Ağlayan bir bebek yanına bir başkasının yaklaştığını gördüğünde susar. Arkadaşlık kurmanın tek sebebi doyum sağlamak değildir. Çocuklar deneyim kazanmak amacı ile de arkadaş edinmeye ihtiyaç duyarlar. Başkaları ile birlikte oldukça grubun isteklerini ve kabul edilen davranışları öğrenirler.

Çocuğun arkadaş gurubu onun sosyal tavırlarını da etkiler. Bu sosyal tavırlar, çocuğun genellikle diğer bireylere ve sosyal yaşama karşı olan tavırlarını içerir. Öncelikle ailede kazanılan bu tavırlar daha sonra arkadaş grubuyla oynayan çocuğun 8 yaşına doğru grup oyunlarında giderek artma, sosyalleşmesinde de gözle görülür bir değişiklik görürlü. Önceki döneme göre daha az bencil ve saldırgan, buna karşılık daha fazla grup bilincine sahip ve yardımsever olur (Akt. Saatçılar, 1997: 29,30).

(41)

yapacakları davranışların küçük bir provasını yaparlar (Akt. Saatçılar, 1997: 30).

Okul Öncesi Eğitim Kurumları

Okul öncesi eğitim kurumları aile tarafından sunulan sınırlı olanakları zenginleştiren, çocuklara gerek fizik gerekse zihinsel ve sosyal gelişimleri açısından daha yeterli bir ortam sunan eğitsel ve sosyal bir çevredir. İnsan ilişkilerinin inceliklerini toplumun sosyal değerleri ve istekleri doğrultusunda öğreten bu ortam çocuklarda okul yaşamının beklentilerini uygun davranışları geliştirme açısından da büyük önem taşımaktadır (Uğur, 1998: 36).

Okul öncesi kurumların, çocukların sosyal gelişimleri üzerindeki etkilerini inceleyen bazı çalışmalar okul öncesi kurum deneyimi olan çocukların, olmayanlar sonucunda sosyal bakımdan daha yeterli, özgüveni olan, kendi kendine yetebilen, dışa dönük, yaşıtları ile daha ileri düzeyde oyunlar oynayabilen, sosyal ilişkileri daha iyi çözümleyebilen çocuklar oldukları bulunmuştur (Akt. Micozkadıoğlu ve Kazak, 2003: 80).

Değişik ortamlarda farklı eğitim alarak yetişen çocuk, gelişimsel açıdan farklı özellikler gösterirler. Yapılan birçok çalışmada da okul öncesi eğitim kurumlarının çocuğu tüm gelişimlerine olan etkileri araştırılmıştır. Bu çalışmalarda çocuğun gelişimini olumlu yönde etkilediği saptanmıştır (Yıldız, 2000: 68).

Oyun

Oyun insan yaşamında oldukça önemli bir yere sahiptir. Çocuğun gelişimi için ise yaşamsal önem taşır. Onu gerçek hayata hazırlayıcı etkin bir araçtır. Çocuk yaşam ile ilgili deneyimleri oyun sayesinde öğrenir. Oyun oynarken çeşitli roller üstlenerek dünyayı kendi duyularıyla algılamaya çalışır. Yetişkin olduğunda sürdüreceği uğraşlara, üstleneceği rollere oyun aracılığı ile hazırlanır (Ellialtıoğlu, 2005: 25).

Toplum kuralları ve gerçekleri en kolay ve zararsız biçimde oyun oynanırken öğrenilir. Sıraya girmek, sırasını beklemek, başkalarının haklarına saygı göstermek, yönetmek, yönetilmek, düzenlilik ve temizlik alışkanlıkları edinmek, başkalarıyla

(42)

gereken önemi vermelidir. Onun oyununa saygı göstermek, oyun oynamasını için yer zaman ve fırsat yaratmak, oyunu bozmamak, oyunlarında ürettiklerine ilgi göstermek, zaman zaman yalnız, zaman zamanda arkadaşları ile oynamasını sağlamak, olanak buldukça oyuna katılmak yetişkinler tarafından çocuk eğitiminde göz önünde tutulması gereken ilkelerdendir. Çocuğa kazandırılmakta güçlük çekilen pek çok kuralın oyun aracılığı ile kolaylıkla kazandırılabileceği unutulmamalıdır (Aral, 2000: 16).

Karll Gross oyunu, “hayatın alıştırması” olarak görmektedir. Karll Gross bütün hayvan yavrularının oyunları inceleyerek, oyunun biyolojik yönden yaptığı hizmeti ortaya çıkarmıştır. Aynı türe mensup hayvanların oyunları arasında benzerlik bulunmasına rağmen, farklı türdeki hayvanlar arasında hiçbir benzerlik görülmez. Örneğin: kedi yavru iken yün yumağı peşinde koşarken, büyüdüğünde ise fare ve kuşların peşinde koşar. Buna göre oyun, ciddi hayatın hazırlık alıştırması şeklinde kabul edilmek durumundadır (Akt: Saatçılar, 1997: 30).

1.4.İLK SOSYAL DAVRANIŞLAR VE SOSYAL DAVRANIŞLARIN ÖĞRENİLMESİ

BAĞLANMA

Bağlanma terimi, bebekler ile anne babalar arasında duygusal olarak olumlu ve karşılıklı yardım edici bir ilişkinin kurulmasını belirtmektedir. İlişki uygun biçimde işlendiğinde, yetişkinler kendilerini bebeklerine uydururlar ve bebeklerde yetişkinlere kendi gereksinmeleri hakkında ipuçları verirler. Yetişkinler bebeklerin ihtiyaçlarını karşılarlar, bebeklerin hoşnutluk gösterisi de doğru şeyler yapan yetişkinler için geri bildirim olarak işler; bebek ve anne babalarla karşılıklı olarak etkileşimde bulunmuş olurlar. Ardından bebekler yetişkinlere güven geliştirirler ve yetişkinler de anne ve baba olarak yeteneklerine güven ve bebeklerine karşı da işi duygular kazanırlar (Gander ve Gardiner, 1998: 196).

Şekil

Tablo 3 incelendiğinde, araştırmaya katılan çocuklarının %47.5’inin 4  yaşında, % 52.5’inin ise, 5 yaşında olduğu görülmektedir
Tablo 4 incelendiğinde, araştırmaya katılan annelerin  %32.7’sinin 30  yaşından küçük olduğu, %46.5’inin 31-35 yaş arası olduğu, %20.8’inin ise,  36  yaşından büyük olduğu gözlenmiştir
Tablo 6:Çocukların Davranış Derecelendirme Ölçeği’nden Elde Ettikleri  Ortalama Puanların Yaşlarına Göre Man Whitney Testi Sonuçları
Tablo 7: Çocukların Davranış Derecelendirme Ölçeğinden Elde Ettikleri  Ortalama Puanların Cinsiyetlerine Göre Man Whitney Testi Sonuçları
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

Dilek-şart kipleri yeni Türkçede eğilim kiplerinden sayılırlar. Birleşik şart kiplerinin yani şart tarzının oluşması sonucu olağan şart cümlesi onlarla yapılır

Araştırmanın bulguları okul öncesi dönem çocuklarının ebeveynlerinin mükemmeliyetçilik düzeyleri ile çocukların kendilerini yönetme davranışları

Aile hayatı ve çocuk yetiştirme tutum ölçeğinin alt boyutu olan ev kadınlığını reddetme ile aşırı koruyucu annelik boyutu arasında anlamlı bir

Ayrıca problem davranışların, dışa yönelim problemi (t= - 3,639; p&lt;.05) ve içe yönelim problemi (t= -2,240; p&lt;.05) alt boyutlarının cinsiyete göre anlamlı düzeyde

Bu çalışmanın amacı, Güzel Sanatlar Eğitimi bölümünde okuyan müzik ve resim öğrencilerinin sanat okuryazarlığını düzeylerini belirlemek,

Ahlaki gelişim düzeyleri hakkında yapılan bazı çalışmalarda beden eğitimi dersinin çocuğun ahlak gelişimine etkisi (Güler, 2006), ailesiyle yaşayan ve çocuk

Okul öncesi eğitime devam eden çocukların gelişim durumlarına göre sosyal becerilerinde ve sosyal davranışlarında anlamlı farklılaşmalar olduğu bu farkın gelişimi daha

Çalışma sonucunda elde edilen Marmara İlköğretime Hazır Oluş Ölçeği Uygulama Formu öntest puanlarında deney ve kontrol grupları arasında anlamlı