• Sonuç bulunamadı

Yeni hafıza ve medya : Payitaht Abdülhamid ve Diriliş Ertuğrul dizileriyle kolektif hafıza inşası

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yeni hafıza ve medya : Payitaht Abdülhamid ve Diriliş Ertuğrul dizileriyle kolektif hafıza inşası"

Copied!
339
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

İSTANBUL TİCARET ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

MEDYA VE İLETİŞİM SİSTEMLERİ ANABİLİM

DALI

MEDYA VE İLETİŞİM ÇALIŞMALARI DOKTORA

PROGRAMI

YENİ HAFIZA VE MEDYA:

PAYİTAHT ABDÜLHAMİD VE DİRİLİŞ ERTUĞRUL

DİZİLERİYLE KOLEKTİF HAFIZA İNŞASI

Doktora Tezi

SENA AYDIN

100024396

Tez Danışmanı: Prof. Dr. Zeliha HEPKON

İstanbul, 2019

(2)

T.C.

İSTANBUL TİCARET ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

MEDYA VE İLETİŞİM SİSTEMLERİ ANABİLİM

DALI

MEDYA VE İLETİŞİM ÇALIŞMALARI DOKTORA

PROGRAMI

YENİ HAFIZA VE MEDYA:

PAYİTAHT ABDÜLHAMİD VE DİRİLİŞ ERTUĞRUL

DİZİLERİYLE KOLEKTİF HAFIZA İNŞASI

Doktora Tezi

SENA AYDIN

100024396

Tez Danışmanı: Prof. Dr. Zeliha HEPKON

İstanbul, 2019

(3)
(4)

TEŞEKKÜR

Bu doktora tezinde, tez danışmanlığının ötesinde bir yol arkadaşlığıyla arkamda olduğunu her zaman hissettiğim hocam Prof. Dr. Zeliha Hepkon’a, özverisi, sabrı, zaman zaman bana rağmen çabası için minnet borçluyum. Ben yazdığım hiçbir şeyle bir türlü barışamazken onun tükenmeyen inancı, umudu ve ısrarıyla yol alabildim. O ikna olup devam etmem için beni zorlamasaydı, bir noktada vazgeçebilirdim. Cömert desteği sayesinde bu tezi tamamlayabildiğime şüphe yok.

Ayrıca tüm süreç boyunca katkılarını esirgemeyen Tez İzleme Komitesi üyeleri Prof. Dr. Celalettin Aktaş’a ve Prof. Dr. Füsun Alver’e, Tez Savunma Jürisi’nde bulunan Prof. Dr. Ömer Cüneyt Binatlı’ya, sadece savunma jürisinde değil tüm yazma süreci boyunca desteğiyle beni hafifleten Doç. Dr. Oya Şakı Aydın’a, dar zamanında tezi satır satır okuyarak yol gösteren, motive eden, ilgisiyle beni mahcup eden Prof. Dr. Halil Nalçaoğlu’na ve son düzlükteki en kritik anda süper kahraman gibi imdadıma koşan Bilal Ayan’a çok teşekkür ederim.

Sena Aydın

(5)

ÖZET

Bu çalışma, toplumsal anlam üretimi ilişkisi temelinde kolektif hafıza inşa sürecinde televizyon dizilerinin egemen sınıfın rıza üretme aracı olarak işlevini ortaya koymayı amaçlar. Kolektif hafızayı, yapısı hatırlama-unutma, saklama-kaybetme dikotomisine dayanan geleneksel yaklaşımdan ziyade, iletişim teknolojileriyle temeli dolayımlama (mediation) ve yeniden dolayımlama (remediation) üzerine kurulan “yeni hafıza” kavramı üzerinden ele alır. Nitel izleyici araştırmalarıyla, iktidar ilişkileri bağlamında, medya metinlerinin nasıl kurulduğunu, izleyici tarafından nasıl alımlandığını, alımlama biçiminin kolektif tarih bilinci, gündelik hayat ve kişilerin politik yönelimi gibi konularla ilişkisini anlamayı hedefler. Çalışmanın bu genel teorik çerçeveyi test etmek için üzerine bina edileceği araştırma evreni Türkiye’nin yakın dönem ekonomi-politik yapısıyla sosyo-ekonomi-politik durumunun kesişimidir. Çalışmanın araştırma kısmında Diriliş Ertuğrul ve Payitaht Abdülhamid dizileri üzerine hem içeriğin politik ajandasını ortaya koymak amacıyla niteliksel içerik analizi hem de politik ajandayı izleyicinin nasıl alımladığını görmek için odak grup çalışması yapılmıştır. İçerik analizi için her iki diziden 5’er bölüm olmak üzere toplam 10 bölüm seçilmiştir. İçerik analizinde önemli güncel politik hadiselere denk düşen bölümler seçilerek tarihi konularla güncelin nasıl ilişkilendirildiğinin anlaşılması hedeflenmiştir. Alımlama çalışması için ise odak grupların örneklemi, bu dizilerden herhangi birini ya da sadece birini takip eden, 18-65 yaş arası 30 kişiden oluşturulmuştur. Kişiler 5 ayrı grubun herhangi birine dahil olarak yüz yüze görüşmelere katılmıştır. Dizi içeriğinde ve izleyici alımlamasında temel olarak Yeni Türkiye söylemini olumlayan bir hafıza siyasetine ilişkin unsurların izi sürülmüştür. Çalışma ile Yeni Türkiye söylemindeki ana politik anlatıyla örtüşen, yeni bir tarih inşa etmeye niyetlenen hafıza siyasetinin, söz konusu dizilerde nasıl görünür olduğu ve izleyicinin bu içeriği büyük oranda baskın okumayla örtüşen bir pozisyondan alımladığı ortaya konur.

(6)

ABSTRACT

This study, situated within cultural studies, aims to portray the use of TV series by ruling class as a tool to manifacture consent by use of collective memory construction. It handles collective memory as “new memory” that rather than dichotomy of retention and loss, or that of remembering and forgetting, relation to the past is more appropriately considered in terms of its mediation and remediation (Hoskin, 2001). It facilitates qualitative viewership research to focus on how media texts are received by the viewership in a certain context and the interrelationship between viewer reception, collective memory, everyday life and political dispositions of viewers. Study was conducted in social and political strata which these TV Series are produced for. This strata is the intersection of economy-politics and socio-politics of “New Turkey” defendants. In the research part of the study, Discourse analysis of Diriliş Ertuğrul and Payitaht Abdülhamid TV Series is coupled with the focus group study. Discourse analysis portrays the immediate aims of the producers of the shows and focus group study portrays how series are received by the viewers. In Discourse Analysis part of the study, 5 episodes from each series is chosen so that each episode coincides with an important political event of which effects to be traced within the episode. For reception study, focus groups are composed of 30 viewers that each of them watches at least one of the series regularly. Traces of memory politics that supports New Turkey Discourse is tracked in the content of series with discourse analysis and in reception of the series with focus group. Study shows how memory politics, that intends to reframe history to make it in alignment with the political narrative of New Turkey discourse, becomes visible in mentioned series. Viewership on the other hand is found to be within dominant reading mode.

Keywords: Collective Memory, New Memory, Diriliş Ertuğrul, Payitaht Abdülhamid, New Turkey.

(7)

İÇİNDEKİLER ÖZET……….………..…... II ABSTRACT………...………...….…III İÇİNDEKİLER……….………...……..…….. VII TABLOLAR LİSTESİ………..………..…..…..VIII FOTOĞRAFLAR LİSTESİ………..…... IX KISALTMALAR LİSTESİ……….………...…X GİRİŞ………..….1

1. HAFIZA, KOLEKTİF HAFIZA ve YENİ HAFIZA 1.1. Hafıza ……….………....7

1.1.1.Hafıza, Unutma ve Hatırlama Üzerine: Etimolojik Bir Giriş…………...……..7

1.1.2. Hafıza: Kavramsal Çerçeve……….….12

1.1.3. Hafızanın Yapısı……….……….….19

1.2. Kolektif Hafıza: Kuramsal Yaklaşımlar……….….22

1.2.1. Kolektif Hafıza………..……….….22

1.2.1.1. Kolektif Hafıza ve Sosyal Çerçeve….………...…….24

1.2.1.2. Kolektif Hafızada “Bağlayıcı Yapı”, Grup Aidiyeti ve Değişim...26

1.2.2. Kolektif Hatırlama………..28

1.2.3. Kolektif Hafıza ve İktidar………..……….……32

1.2.4. Kolektif Hafıza ve Tarih………..……….……..35

1.2.5. Kolektif Hafızanın Aktarım Biçimleri……….…….…………..40

1.2.5.1. Mitler………...……….….……..41

1.2.5.2. Ritüel……….…….….43

1.2.5.2.1 Törenler………..….….44

1.3. Başka Bir Kolektif Hafıza: Yeni Hafıza……….………...…..48

(8)

1.3.1.2. Dolayımlama Aracı Olarak Televizyon.…………..…………...…..53

1.3.2. “Hafızanın Çöküşü”………...……….……….56

2. KİMLİK, İDEOLOJİ, MODERN DEVLET VE KOLEKTİF HAFIZA 2.1. Kimlik……….……….………59

2.1.1. Kimlik: Kavramsal Çerçeve……….……….….….59

2.1.1.1. Kolektif Kimliğin Bireysel Kimlikten Farkı Üzerine..……60

2.1.1.2. Psikanalitik Kuramdan Post Modernizme Kimlik…..…….63

2.2. İdeoloji ve Ulus Devlet……….………..……….68

2.2.1. İdeoloji: Kavramsal Çerçeve………...………68

2.2.2. Modern Devlete Dair Yaklaşımlar………..………74

2.2.2.1. Ulus-Devlet ……….………..………..80

2.3.Ulus Devlet ve Kolektif Hafıza……….………..……… 84

3. KOLEKTİF HAFIZA VE DEVLET: TÜRK ULUSAL KİMLİĞİNİN İNŞASINDAN AK PARTİ DÖNEMİNE HAFIZA VE HATIRLAMA PRATİKLERİ 3.1. “Türk Ulusu”na Doğru: Geç Osmanlı Döneminden Türkiye Cumhuriyeti’ne...89

3.1.1.1. Geç Osmanlı Döneminden Cumhuriyet’e Toplumsal Dönüşüm….95 3.1.1.2. II. Meşrutiyet Devrimi: Türkiye Cumhuriyeti’ne Doğru………….97

3.1.2. Ulusal Bağımsızlık Savaşı ve Mustafa Kemal………...…………...103

3.2.Türkiye Cumhuriyeti………..104

3.2.1.Erken Cumhuriyet Dönemi……….105

3.2.2.Tek Parti Dönemi (1931-1945)………..106

3.2.2.1. Takrir-i Sükûn Döneminde Reformlar ……….... 106

3.2.2.2.“Cumhuriyetçilik Kök Salıyor”: Nutuk’la Başlayan Yeni Dönem……...……….….107

3.2.2.3. Modern Türkiye’de Toplumsal Dönüşüm: Devlet, Reform, Halk……….…108

3.2.2.3.1. Kemalizm………..110

3.2.3.1945-1960 Dönemi………... 113

3.2.3.1. Burjuvazide İlk Çatlak: Demokrat Parti’nin Doğuşu ve 1946 Seçimleri……….113

3.2.3.2. DP İktidarı: Popülist Siyasetin Zaferi ya da Nöbet Değişimi………..………....115

(9)

3.2.5.1. AK Parti……….122

3.2.5.2. Recep Tayyip Erdoğan: Yeni Türkiye’nin “Kurucu Lideri”, “Ümmetin Umudu”………….………..…..129

3.2.5.3. Yeni Türkiye………..133

3.2.5.4. Geleneğin İcadı: Yeni Osmanlıcılık ve Yeni Türkiye’nin Kültüre Kodlarının İnşası……….138

3.2.5.4.1.Bir Politik Anlatı olarak Yeni Osmanlıcılık…....140

3.2.5.4.2.Yeni Türkiye’nin Kültürel Kodlarının İnşası...143

4. ARAŞTIRMA 4.1. Çalışmanın Önemi……….…146

4.2. Çalışmanın Amacı……….…147

4.3. Araştırma Soruları……….147

4.4. Çalışmanın Metodu 4.4.1.Niteliksel İçerik Analizi……….148

4.4.2.Odak Grup Çalışması……….148

4.4.3.İzleyici Çalışmaları……….149

4.4.3.1.Kodlama (Coding) - Kodaçımlama (Decoding) Modeli....150

4.4.3.1.1.Anlamlandırma ve Alımlama Biçimleri………..…………...152

4.4.3.1.2.Hall’un Modeline İlişkin Birtakım Yaklaşımlar/Eleştiriler………...……….154

4.4.3.2. Kıta Avrupası’ndan Ortadoğu’ya Hangi izleyiciden Bahsediyoruz?...157

4.4.3.3 Televizyon, Hafıza, Tarih: Neden TV Dizileri?...159

4.5 Araştırmanın Evreni ve Örneklemi……….……….….163

4.6 Araştırmanın Sınırlılıkları………..……….…..167

4.7. Veri Toplama Stratejilerinin Geliştirilmesi….…….………..…..168

4.8. Araştırma Etiği……….…………..…..169

4.9. Diriliş Ertuğrul ve Payitaht Abdülhamit Dizilerinin Niteliksel İçerik Analizi 4.9.1. Tema 1: Lideri Tarihe Doğrulatmak…..………...169

4.9.2. Tema 2: Karşıtlığı Mutlaklaştırmak: Hain ve/veya Düşman Kavramının Anakronik Çerçevelenmesi…...………...…189

4.9.3. Tema 3: Tarihi Araçsallaştırarak Günceli Anlamak: Günümüze Yapılan Göndermeler………..……….205

(10)

4.9.4.Tema 4: Değer Siyaseti Bağlamında “Makbul Olmayan” Vatandaşın Temsili...……….……..………236

4.9.5. Tema 5: Bir Toplum Prototipi Olarak Aile ve Kadın……..………..244 4.9.6. Tema 6: Türk İslam Söyleminin Anakronik Çerçevelenmesi.……..255 4.10 Odak Grup Çalışması Çıktılarının Tematik Tasnifi

4.10.1 Tema 1: “Biz” Ritüeli” Olarak Dizi İzlemek……….….261 4.10.2. Tema 2: Hain ve/veya Düşman Olgusunun Alımlanışı……….….265 4.10.3. Tema 3: Dizi Oyuncularıyla Kurulan Özel Bağlar: İzleyicilerde Rol ve Gerçek Hayat Algısı……….……..268

4.10.4. Tema 4: Tarihi Dizilerden Öğrenmek………...…….273 4.10.5. Tema 5: Liderlik, İdare ve İtaatin Alımlanması……….……280 4.10.6. Tema 6: Kamusal Alanda Kimlik Göstergesi Olarak Dizi

İzleyiciliği……….……..283 4.10.7. Tema 7: Gelenek, Aile, Yeni Kuşak: Uygunluk Kaygısı ve

TRT………286 4.10.8. Tema 8: Tarihi Araçsallaştırarak Günceli Anlamak: Günümüze Yapılan Göndermelerin Alımlanması ……….……….…..291 4.11. Araştırma Soruları Üzerine Değerlendirme

4.11.1. Dizilerin İçeriğine Dair Araştırma Soruları Üzerine Bir

Değerlendirme………..………...294 4.11.2. İzleyici Alımlamasına Dair Araştırma Soruları Üzerine Bir

Değerlendirme……….………297 SONUÇ………..……….302 KAYNAKÇA……….311

(11)

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo1: Diriliş Ertuğrul Dizisi Söylem Analizi Örneklemi……….164 Tablo2: Payitaht Abdülhamid Dizisi Söylem Analizi Örneklemi………...…165 Tablo3: Odak Grup Katılımcılarının Örneklemi……….167

(12)

FOTOĞRAFLAR LİSTESİ

Fotoğraf 1: Süleyman Şah (Diriliş Ertuğrul) Hz. Hamza (The Message -Çağrı)……….…………..171 Fotoğraf 2: “Milletin Adamları” afişi……….176 Fotoğraf 3: Kurtlar sofrasında bir politik deha, yalnız ve vakur bir padişah, Abdülhamid………181

Fotoğraf 4: Abdülhamid’e silah doğrultan hain askerler…………..197 Fotoğraf 5: Abdülhamid’in hayali Tünel-i Bahri………..230 Fotoğraf 6: Abdülhamid, “devletin bekası”nı tehlikeye sokan katipleri cezalandırır……….232

Fotoğraf 7: Süleyman Şah, Kayı Boyu’na hainler için “şimdi bedel ödeme vaktidir” der………246

(13)

KISALTMALAR LİSTESİ

DİA: Devletin İdeolojik Aygıtları AK Parti: Adalet ve Kalkınma Partisi İTC: İttihat ve Terakki Cemiyeti

TCF: Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası SCF: Serbest Cumhuriyet Fırkası

CHF: Cumhuriyet Halk Fırkası CHP: Cumhuriyet Halk Partisi

DP: Demokrat Parti

AP: Adalet Partisi TİP: Türkiye İşçi Partisi MSP: Milli Selamet Partisi MHP: Milliyetçi Hareket Partisi ANAP: Anavatan Partisi

HDP: Halkların Demokratik Partisi TBMM: Türkiye Büyük Millet Meclisi

(14)

GİRİŞ

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) iktidar olduğu 3 Kasım 2002, şüphesiz Türkiye toplumunda sınıf, meslek, eğitim durumu, dünya görüşü, ilgi alanı ayırt etmeksizin birçok farklı kesimde, su götürmez bir biçimde bir dönüm noktası kabul edilir. Öyle ki, erken dönemlerde açık şekilde dillendirilmemiş olsa da tek başına iktidar olan AK Parti, R. Tayyip Erdoğan’ın koşulsuz liderliğiyle, hedefinin bir “devam projesi” olmadığını ilan eder. Hedefi “eski”nin tasfiye edildiği, topyekûn bir değişim iddiası içeren yeni bir ülkedir: “Yeni Türkiye”.

“Yeni Türkiye” özellikle hukuki, politik, sosyo-kültürel alanda dramatik bir dönüşüme ve hatta rejim değişikliğine işaret eden bir vaat. Peki “Yeni Türkiye” ideali nasıl toplumun önemli bir oranında heyecanla karşılık bulur ve daha da önemlisi nasıl olur da AK Parti iktidarının yaşadığı onca kritik eşiğe, krizlere, skandallara rağmen hala toplumun önemli bir kesimi bu vaadi sahiplenmeyi sürdürmekten vazgeçmez? AK Parti özelinden çıkarak, durumu genel bir soruya taşırsak, bir toplumun rasyonel bir gerekçe aramaksızın, duygusal bir tavırla ortak bir toplumsal rüyaya, ideale ya da hedefe ikna olmasını sağlayan güç(ler) nedir? Sınıf, din, dünya görüşü, cinsiyet, meslek, yaş gibi onca farklı katmana rağmen bir toplumu aynı toplumsal vaat etrafında birleştiren toplumsal aidiyet duygusu nasıl kurulur? Toplumda, egemen sınıfın meşruiyetine hizmet eden bu ortaklık illüzyonu hangi araçlarla inşa edilir? Bu çalışma, bu sorular bağlamında, kolektif hafıza meselesini Yeni Türkiye’nin hafıza inşasındaki televizyon dizileri üzerinden irdelemeyi amaçlar.

Çalışmanın konusu, “Yeni Türkiye” söyleminin, kolektif hafıza inşasıyla toplum nezdinde meşruiyet kazanmasıdır. Çalışma, AK Parti’nin doğuşunu ve iktidar olma serüvenini dünyadaki neoliberal dalgayla örtüşür biçimde okurken, 2002 yılında partinin tek başına iktidara gelmesiyle başlayan sürecin, aynı zamanda bir zihniyet dönüşümünün de başlangıcı olduğunu ve Türkiye’nin kurucu ideolojisiyle inşa edilen

(15)

müdahale edilerek sağlandığını kabul eder. Yeni Türkiye vaadiyle sadece politik değil, sosyal ve kültürel alanda da bir dönüşüme işaret eden bu zihniyet inşasını bir nevi rıza üretme aracı olarak ele alır. Bu dönüşüm sürecindeki kolektif hafıza inşası ile ilgilenen bu çalışma, Diriliş Ertuğrul ve Payitaht Abdülhamid dizilerinin iktidar tarafından nasıl araçsallaştırıldığını ve politik, sosyal, kültürel bağlamda bu dizilerin izleyicilerde nasıl karşılık bulduğunu ortaya koymayı amaçlar.

Bu iki dizi, bu çalışmada incelenecek güncel politik ajandaları bir yana, özellikle iktidarın sosyal ve kültürel alanlardaki başarısı konusunda verdiği özeleştiri göz önünde bulundurulduğunda, bu alanlarda üstlendikleri misyon nedeniyle kayda değerdir. Öyle ki AK Parti iktidarının kültürel hegemonya konusunda kat etmesi gereken yolun uzunluğu Recep Tayyip Erdoğan tarafından sık sık dile getirilir. Erdoğan, “her şeylerinin var” olduğu bu devirdeki, en büyük eksiklerinin “adanmış kadroları” olduğunu söylerken, sosyal ve kültürel alanda muktedir olduklarını düşünmediği hatırlatır: “Siyasi olarak iktidar olmak başka bir şeydir. Sosyal ve kültürel iktidar ise başka bir şeydir. Biz 14 yıldır kesintisiz iktidarız. Ama hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var” (Erdoğan, 28 Mayıs 2017, tcbb.gov.tr). Sıkıntılara rağmen, bazı “sevindirici gelişmeler” yaşandığını da ekleyerek rotayı belirler. İmam hatip liselerine “ilginin artması” hayal edilen nesiller konusunda ilerleme kaydettikleri “sevindirici gelişmelerdir”. Zira, “medeniyetin ışığını yükseltecek” gençler, Yeni Türkiye’nin temelidir. “Gençlerin sahip çıkmadığı içinde olmadığı hiçbir faaliyetin toplumlar için kalıcı kazanıma dönüşmesi mümkün değildir”. Bu yüzden, “büyük dönüşümün en zayıf halkaları olan eğitim ve kültür”de, kendi tabiriyle “hayal ettiği düzeylere ulaşılamamasında dolayı fevkalade müteessir”dir. İşte bu yüzden, “Yeni Türkiye'nin inşası çalışmalarında birlikte kültür ve sanata da özel önem veriyoruz" der (Erdoğan, 9 Şubat 2017, tcbb.gov.tr). Ezcümle, bu iki dizinin, iktidarın kendisini yeterince muktedir göremediği bir alanın telafisi konusunda beklentinin yüksek olduğu projeler olduğunu söylemek iddialı bir tespitten ziyade, saklanmayan bir gerçektir. Nitekim, Erdoğan’da bu bağlamda bu iki dizinin arkasında olduğunu, yayınlanmasından dolayı müteşekkir olduğunu da sıklıkla yineler. “Medeniyetin ışığını” yeniden yakacak gençlere, dizilerin izlenmesi gerektiğini hatırlatır: "Şunu unutmayın gençler biz 18.000 kilometrekarelik bir

(16)

de bilelim. Payitaht'ı izliyorsunuz değil mi orada görüyorsunuz " (Erdoğan, 31 Aralık 2017, trthaber.com).

Çalışma, son 17 yıldır toplumsal hafıza kurgusundaki dönüşümün yönünü, geleneksel kolektif hafıza üzerine yaklaşımlarının geçerliliğini önemli ölçüde koruduğunu unutmadan, “yeni hafıza” bağlamında ele almasıyla önemlidir. Zira, elektronik iletişim ortamının tüm çağı kuşatmasıyla yapısal olarak dönüşen sosyal alanlardan biri de hafıza olur. Geleneksel kolektif hafıza inşasındaki aktarım araçlarının yerini kitle iletişim araçlarına devretmesi, geleneksel aktarım biçimlerinin hala geçerliliğini bir miktar korumasına rağmen, kolektif hafıza inşasının sürecini dramatik bir biçimde dönüştürür. Çeşitli ritüeller ve mitler aracılığıyla genellikle belli bir zaman ya da mekânda gerçeklesen bir aktarım süreci yerini, kitle iletişim araçları üzerinden geleneksel olana nispeten daha tek yönlü bir akışın söz konusu olduğu bir aktarım sürecine bırakır. Böylece, kolektif hafızanın temeli hatırlama-unutma, saklama-kaybetme dikotomisine dayanan yapısı, temeli dolayımlama (mediation) ve yeniden dolayımlama (remediation) üzerine kurulan bir “yeni hafıza”ya dönüşür (Hoskin, 2001). Artık geçmişle ilişki çok daha kırılgan bir haldedir. Hafıza, önceye nispeten daha öngörülemez ve kontrol edilemez bir geçmişin hafızasıdır. Nora “Sağlam ve tutarlı bir geçmişin (tasarımının), parçalanmış geçmişimize”, “tarihsel devamlılık içeren bir hafızanın”, “tarihsel kesintiler içinde bir hafıza tasarımına” dönüştüğünün altını çizer; artık daha önce görünür olan geçmiş fikrinden öngörülemez bir geçmiş inancına geçildiğini vurgular (Nora, 1989: 16). Nitekim, çalışmanın araştırma kısmı, yeni hafızanın, geleneksel hafızanın aksine, uzun yıllar ve hatta jenerasyonlar boyunca inşa edilerek kurumsallaşmaya ihtiyaç duymayan kıvrak ve bir o kadar da kırılgan yapısı göz önünde bulundurularak ilerler. Başka bir deyişle, dizilerin içeriğinde ve izleyicilerin dizileri ele alma biçimlerinde “Yeni Türkiye”nin izi sürülürken, bulguların kurumsallaşmış, köklü bir fikir ve düşünce demeti olmadığı bilinir. Çalışma, değişen gündem ve değişen politik anlatı ile birlikte dizi içeriğinin ve izleyici alımlamasının aynı hızda paralel dönüşümüyle; dizilerin, geniş bir zamandan ziyade gündelik meselelerde rıza üretme aracı olarak kurgulanmasıyla özellikle ilgilenir.

(17)

koyacak bir çerçeve sunma çabası; toplumsal hafıza, kimlik, ulus-devlet, yakın tarih, medya-hafıza ilişkisi gibi birçok konuyu detaylıca irdelemeyi gerektirir. Bu bağlamda, çalışma, üçü literatür biri araştırma olmak üzere dört ana bölümden oluşur. Üç bölümden oluşan literatür kısmı, toplumsal bazda kolektif inşa süreçleri, yeni hafıza, kimlik-hafıza-devlet ilişkisi genel kuramsal çerçevelerin yanı sıra, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ve 20. Yüzyıl Türkiye’sinin toplumsal dönüşüm dinamiklerinin temellerini anlamayı amaçlayan kavram ve kuramdan ziyade tarihsel süreci ele alan bölümler de içerir.

İlk bölüm, araştırmanın temel bağlamı olan hafıza üzerinedir. “Hafıza, Kolektif Hafıza ve Yeni Hafıza” başlık bu bölümde, bireysel hafızadan ve kimlikten başlayarak, hafızanın ve kimliğin kolektif boyutuna dair temel yaklaşımlar ele alınır. Bu bölümde, kolektif hafıza inşa süreçlerindeki geleneksel araçları bir yana, iletişim teknolojileriyle birlikte, özellikle televizyonun etkisiyle, kolektif hafızanın yapısal dönüşümüne de yer verildi. “Yeni hafıza”nın, geleneksel formdaki kolektif hafızadaki gibi bir inşa sürecinden ziyade, medya ile bir dolayımlama (mediation) ve yeniden dolayımla (remediation) faaliyeti olduğunu açıklayan bu kapanış bölümü, araştırma bölümünde cevap aranan soruların da çıkış noktalarından biridir. Zira, yeni hafızanın geleneksel hafızaya oranla, ikna kabiliyeti yüksek fakat nispeten akışkan ve uçucu bir çıktı olduğu tespiti, izleyicinin içeriği kolayca fakat tekinsiz bir biçimde baskın okumayla alımlamasını açıklayan ögelerdendir. Teknolojinin sağladığı imkanlarla, kusursuzca yansıtılan, ihtişamlı bir dünyaya ikna olan izleyicinin, ikna kabiliyeti yüksek teknolojik gelişmeler sayesinde mevcut okumayı onaylamayan başka bir okumaya da ikna olma olasılığı, yeni hafızanın, bir geçmiş anlatısının kurumsallaşması için çok daha uzun yıllara ihtiyaç duyan geleneksel hafızadan ayırılan yönü olarak ele alınır. Başka bir deyişle, diziler alternatif bir tarih anlatısıyla Yeni Türkiye’nin kolektif hafızasını yeniden kurgulamaya destek olurken, bu anlatıya karşı başka bir geçmiş kurgusunun dolayıma girme olasılığı not edildir. Bu, dolayımdaki kolektif bilincin, geleneksel kolektif hafıza süreçleri kadar yerleşik olmayabileceğini vurgulaması bakımından önemlidir.

Çalışmanın ikinci ana bölümü, ideoloji ve devlet üzerinedir. İdeoloji ve devletin kuramsal çerçeveleri ile başlayan bu bölümde, modern devlet ve kapitalizm,

(18)

ulus devlet ve kolektif hafıza üzerine temel yaklaşımlar ele alınır. Aslında, literatürün son bölümüne giriş sayılabilecek bu bölümün temel amacı, yakın tarihin ele alınacağı üçüncü bölümü kavramsal bir düzleme oturtabilmek için bir temel kurma amacı taşır. Özellikle ilerleyen bölümlerde somutlaşacak olan ulus devletin varlığını sürdürülebilmesinde kolektif hafızanın işlevi üzerine değerlendirmeler temel teorik bir alt yapı sunma amacı güder.

“Kolektif Hafıza Ve Devlet: Türk Ulusal Kimliğinin İnşasından AK Parti Dönemine Hafıza Ve Hatırlama Pratikleri” başlıklı son literatür bölümü ise Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ve 20. Yüzyıl Türkiye’sinin toplumsal dönüşüm dinamiklerinin temellerini anlamak amacıyla bir tarih okumasından oluşur. Bölüm, farklı perspektiflerin tarihsel süreci okumaları üzerinden, Türkiye tarihi boyunca yaşanan, modern tarihçilerin deyimiyle, “modernleşme yanlısıyla ve gelenekçilerin” (ya da “gericilerin”) mücadelesinin, toplumsal zihniyet inşasının ve dönüşümünün dinamiklerini kavrama çabasıdır. Bu sebeple, tarihsel sürecin aktarımından ziyade, sürece dair hâkim yorumlar ve karşı perspektiflerden yorumlara gelen eleştiriler yer alır. Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinin atıldığı Geç Osmanlı Döneminden bugüne, karşılaşılan dönüm noktaları kabaca sol liberal, sol Kemalist ve Marksist olmak üzere farklı perspektiflerin okumalarıyla ele alınır.

Bu çalışma, toplumsal anlam üretimi ilişkisi temelinde toplumsal hafıza inşa sürecinde televizyon dizilerinin egemen sınıfın rıza üretme aracı olarak işlevini kültürel çalışmalar perspektifinden ele alır. Nitel izleyici araştırmalarıyla, iktidar ilişkileri bağlamında, medya metinlerinin nasıl kurulduğunu, izleyici tarafından nasıl alımlandığını, alımlama biçiminin kolektif tarih bilinci, gündelik hayat ve oy verme pratikleri gibi konularla ilişkisini anlamayı hedefler. Çalışmanı bu genel teorik çerçeveyi test etmek için üzerine bina edileceği araştırma evreni Türkiye’nin yakın dönem ekonomi-politik yapısıyla sosyo-politik durumunun kesişimidir.

Çalışmanın araştırma kısmında Diriliş Ertuğrul ve Payitaht Abdülhamid dizileri üzerine hem içeriğin politik ajandasını ortaya koymak amacıyla niteliksel içerik analizi hem de politik ajandayı izleyicinin nasıl alımladığını görmek için odak grup çalışması yapılmıştır. İçerik analizi için her iki diziden 5’er bölüm olmak üzere

(19)

düşen bölümler seçilerek hem tarihini konularla güncelin nasıl ilişkilendirildiği istenmiştir. Politik yarılmanın en çok kristalize olduğu zamanlar biri de seçim ya da referandum öncesi dönemlerdir. Önemli güncel politik hadiselerin tarihi hikayelerde nasıl görüldüğüne bakmak için, dizi içeriğinin söylemi daha doğrudan yansıtabileceğin beklenen seçim ve referandum tarihlerinden önce yayınlanan son bölümler ya da kritik dönemeçlerin ardından yayınlanan ilk bölümler örnekleme dahil edilmiştir. Ayrıca dizilerin genel çerçeveyi ve ana mesajı en özet şekilde veren, izleyicinin karakterle tanıştığı ve dizinin ana akslarını ve temel hikayesini gördüğü birinci bölümleri de içerik analizi örneklemindedir. Odak grup çalışmasında ise örneklem, bu dizilerden herhangi birini ya da sadece birini takip eden, 18-65 yaş arası 30 kişiden oluşturulmuştur. Kişiler 5 ayrı grubun herhangi birine dahil olarak yüz yüze görüşmelere katılmıştır.

Hem dizi içeriğinde hem izleyici alımlamasında temel olarak Yeni Türkiye söyleminin olumlayan bir hafıza siyasetine ilişkin unsurların izi sürülmüştür. Hem güncel siyasete rıza üreten hem de Yeni Türkiye söylemindeki ana politik anlatıyla örtüşecek, resmi tarihe alternatif bir tarih okumasını yeniden inşa etmeye niyetlenen bir hafıza siyasetinin dizilerin içeriğinde var olduğu; Aynı zamanda, kurucu ideolojiye karşıyı bir Osmanlıcığı olumlayan bu yeni hafıza inşa sürecinde, izleyicinin de verilen mesajları genelde baskın okumayla örtüşen bir pozisyondan alımladığı beklenir. İzleyici araştırmalarına dair veriler yorumlanırken, geleneksel inşa süreçlerinden ziyade, televizyon aracılığıyla toplumsal dolayımının söz konusu olduğu dikkate alınır.

(20)

1. HAFIZA, KOLEKTİF HAFIZA, YENİ HAFIZA

1.1. Hafıza

1.1.1. Hafıza, Unutma ve Hatırlama Üzerine: Etimolojik bir giriş

Hafıza ya da bellek psikoloji, felsefe, din, sosyoloji, edebiyat, tarih, tıp, teknoloji gibi birbiriyle bağımlı ya da bağımsız birçok disiplinin üzerinde çalıştığı, tartıştığı, çeşitli durumları ifade etmek için farklı perspektiflerden yeniden tanımlayarak kullandığı bir kavram. Hangi disiplin bağlamında olursa olsun, insana bir kimlik atfetmeyi; insanı, kendine ait hikayesiyle diğerlerinden ayırmayı ya da ortak hikâye, ortak vasıf ve ortak duygular temelinde diğerleriyle birlikte kılmayı sağlayan yegâne yapı. Eksikliğinde tahayyül, hüküm, lisan ve şuurdan söz etmenin imkânsız olduğu, “zihin ve fikir binasının anahtarı”, “ruhi fonksiyonların en önemlisi” (Richet, 1994: 174).

Türkçe’de Arapça kökenli “hafıza” ya da yeni Türkçe karşılığıyla “bellek”, Latince’de “memoria”, İngilizce’de “memory” kavramını, etimolojik bağlamda incelemek, kavramın insan hayatında az-çok neye tekabül ettiğini anlayabilmek açısından değerli. Bu sebeple, bu giriş bölümü, farklı disiplinlerdeki karşılıklarından ziyade, hafıza ya da bellek sözcüğünün evrimine kısaca değinme amacı taşır.

Arapça’da, “korumak, ezberlemek” (TDV İslam Ansiklopedisi 15, 1994: 74), “koruma, saklama, korunma, saklanma” (Eyuboğlu, 2004: 302), “koruma, saklama, ezberleme, özellikle Kuran'ı ezberleme” (Nişanyan, 2016) anlamındaki “hfz” (hıfz) kökünden türeyen hafıza, “tutma, saklama, bulundurma, belleme yeri” (Eyuboğlu, 2004: 310) ya da “algıları saklayıp hatırlamalarını sağlayan ve el-kuvvetü’z-zâkire diye de adlandırılan zihin gücü” (İslam Ansiklopedisi, 15, 1994:108) anlamına gelir. Kelimenin kullanıldığı ilk Türkçe kaynak, doğu dilleri dilbilimcisi Meninski’nin 1680 yılında

(21)

şeklinde yer alır (Nişanyan, 2007: 187). Sözcük kökeni “hfz” ise çok daha eskiye, Aşık Paşa’nın Garibname’sine (1330) kadar uzanır (Nişanyan, 2016).

Bellek, hafıza sözcüğünün yeni Türkçe’deki direkt karşılığıdır; kökeni hafıza kadar geçmişe uzanmaz. Türk Dil Kurumu’nca, bellek şöyle tanımlanır: “1. Yaşananları, öğrenilen konuları, bunların geçmişle ilişkisini bilinçli olarak zihinde saklama gücü, akıl, hafıza. 2. Bir bilgisayarda, programı değişmeyen verileri, yapılacak iş için gerekli olan ara sonuçları toplayan bölüm” (TDK Sözlük, 1988: 167). Güneş Dil Teorisi’nin esaslarına dayanılarak, Fransızca’daki “bulletin” (Tr. bülten, rapor, dergi) kelimesinin aslının “belleten” kelimesi olduğu iddia edilse (TDV İslam Ansiklopedisi, 5, 1994: 424) de, Nişanyan (2007: 71), “belleten” sözcüğü için, güneş Dil Teorisi’nin iddiasının aksine, “Güneş dil teorisi çerçevesinde fr. bulletin (a.a.) sözcüğünden serbest çağrışım yoluyla türetildiği açıktır” der. “Bildiren, öğreten, zihne koyan” anlamındaki belleten sözcüğü, Türk Tarih Kurumu’nun 1937 yılında yayımlanan bir dergisinin ismidir. Bu, bellek ile aynı kökten türeyen bir kelimenin ilk rastlandığı yazılı kaynaktır. Bellek sözcüğünün yer aldığı ilk Türkçe kaynak ise Hamit Zübeyir ve İshak Refet’in 1932 yılında basılan “Anadilden Derlemeler”dir. Öyle ki “Anadolu ağızlarında genellikle ‘işaretli, belirlenmiş’ anlamında kullanılan sözcük, Kayseri ağzından derlendiği ileri sürülen bir örneğe dayanarak Dil Devrimi döneminde ‘hafıza’ anlamında yazı diline aktarılmıştır” (Nişanyan, 2016). Eyüboğlu, bellek sözcüğünün “bellemekten bellek” şeklinde türediğini, “bel”in ise “im, damga, iz” olduğunu belirtir. Bellemek, “imleri, izlenimleri almak”, bellek ise “bu alınanları saklama yeri” demektir (Eyuboğlu, 2004, 83). Buradaki “iz” vurgusu, aslında hafızada kalanın, yaşanmış gerçeklikten ziyade, yaşanılanın tortusu olduğu ve hatırlananın, yaşanılanın birebir aynısı olmadığı gerçeğini destekler. Hatırlanan, yaşanılan değil, yaşanılandan arta kalan, iz bırakan, etkisini sürdüren parçalardır. Dolayısıyla, hafıza, geçmişi anlatan değil, geçmişi yeniden kuran, şimdiki zamanın gerçeğiyle yeni bir geçmiş yaratan bir araçtır. Öyleyse, hafızanın asıl ilgilendiği, geçmiş değil, şimdiki zamandır.

Hafıza ya da bellek sözlükte iki genel anlam taşır: Birincisi, “öğrenilmiş, görülmüş, ya da baştan geçmiş şeyleri akılda tutma ve yeniden bilinçte canlandırma yetisi”dir, diğeri ise “bilgisayarda veri ve işlem dizilerinin elektriksel izler biçiminde

(22)

kastedildiği durumlarda ekseriyetle “hafıza”, bilgisayardaki veri ve işlem dizinine ilişkin bir ifade kastedildiğinde ise “bellek” sözcüğü tercih edilse de, psikoloji, sosyoloji, tarih gibi disiplinlerin literatürlerinde bu sözcüklerinin hangisinin daha sık kullanıldığına dair bir oran vermek pek mümkün değil.*

Hafıza ve bellek sözcüklerinin yanı sıra, hafızanın var olmasına (hatırlamak) ya da yok olmasına (unutmak) ilişkin iki temel eylem üzerinde de durmak gerekir.

“Geçmiş zaman içinde kimi şeyler olmuş unutmuşsunuz... Sonra birden onları unuttuğunuz aklınıza geliyor. Daha sonra da onları unuttuğunuzu hatırladığınız.” (Tekin, 2004: 57). Latife Tekin’in Unutma Bahçesi’nde, unutma ve hatırlama üzerine uzun süre düşünmüş olan Şeref, hatırlama ve unutmanın birbirlerine zıt kavramlar değil, birbirlerinden ayrılmaz parçalar olduğunun farkına varır: “Anımsama, unutmaya dayalıdır” der, “unutmasak, hiçbir şey hatırlamıyor, anımsamıyor olacaktık” (Tekin, 2004: 92). Assmann (2014: 34) hatırlamanın neyi unutmamamız gerektiği sorusuyla başladığına dikkat çeker. Neyzi (2004: 20), Freud’a referansla, hafızanın, “hatırlamakla olduğu kadar unutmakla da ilintili” olduğunun altını çizer.

Öyle ki, unutmak ve hatırlamak, hafızayı var eden, iç içe geçmiş iki eylemdir. Bu iki kavramın etimolojisine değinmek, hafızanın işleyişi ve insanın hafızayla ilişkisini anlama bakımından değerli olabilir.

Türkçe’ye hafıza ya da bellek olarak tercüme edilen, Latince “memoria”dan İngilizce’ye “memory” olarak geçen sözcük, anlam bakımından hafızaya ilişik ve hafıza ile aynı kökten türeyen başka kelimeler de türetir. Örneğin, “memory”, Türkçe’ye sadece hafıza, değil aynı zamanda “anı – hatıra” ve “akıl” olarak tercüme edilir. Akıl anlamını da içermesi, hafızanın şuurun bir koşulu olduğuna işaret eder. Örneğin, Alzheimer gibi bilişsel sistemin sekteye uğradığı durumlarda hafıza kaybının, hastanın yetişkinlikten uzaklaşıp çocukluğa dönmesine ve rüştünü yitirmesine sebep olması, “memory”

* Elbette bu çalışma özelinde de bütünlüğü korumak adına hafıza ya da bellek sözcüklerinin

hangisinin kullanılacağı konusunda bir tercih yapmak gerekti ve günlük konuşma dilinin ve etimolojik çerçevenin de etkisiyle “hafıza”nın kullanılmasına karar verildi. Hafızanın, teknoloji literatüründe yerini “bellek”e devrederek bu alandan sıyrılmış olduğu ve sosyal bilimlerde insanın

(23)

sözcüğünün “akıl” anlamını içermesiyle örtüşür. Hafıza, sadece geçmişe dair parçaların zihinde tutma yetisi değil, bir bilinç, akıl meselesidir.

“Memory”nin Türkçe’deki diğer karşılıklarından biri ise “hatıra” ya da “anı”dır. Hatıra, Arapça’da “düşünme, iz, kalıntı”, “geride kalan, birikim” anlamındaki “hutur” kökünden gelen, “anı, bellekte iz bırakan, unutulmayan” anlamında bir sözcüktür. Arapça’da “bir kimsenin kendi içine kapanıp kendi kendisi ile konuşmasına” da “hutur” denir. “İnsanın içinde, belleğinde kalan” anlamında gelen hatıra sözcüğünde de aslında “kişinin kendi kendisiyle konuşup geçmişi anma” anlamı saklıdır (Eyuboğlu, 2004: 31- 317). Latince‘de “memoria” olan sözcüğün, Farşça’daki karşılığı “yâdigârî” “anmakla ilgili”, Almanca’daki karşılığı “Erinnerung” ise “içle, gönülle, içten gelenle ilgili” anlamı taşır (Eyüboğlu, 2004: 31). Nişanyan’ın (2007: 194) sözlüğünde ise hatıra “akla gelen şey, anı” demektir. “hutur” kökünden hatır sözcüğü “gönül, bilinç” anlamı içerir (Nişanyan, 2016). Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nde hutûr kökünün, gayri iradi bir anlam içerdiği vurgusu da yapılır: “(İrade dışı) aklına gelmek, hatırlamak, içine doğmak.” Aynı kökten türeyen hatır (İng. memory) ya da havâtır sözcükleri “İnsanın iradesi dışında zihnine gelen veya kalpte hissedilen duygu ve düşünceler anlamında bir terim” şeklinde ifade edilir (TDV İslam Ansiklopedisi 16, 1994: 523). Hatır kelimesinin bir diğer anlamı ise “düşünce, akıl, bellek”tir, Arapça “aklına geldi, anımsadı” anlamındaki “hatara” da yine hutur kökündendir (Nişanyan, 2007: 193).

Hutûr kökünden türeyen hatıra ve hatır sözcüklerinin, insanın içe dönüşü ve Almanca karşılığında olduğu gibi “gönül” vurgusu içermesi anlamlıdır. Hatıra, “bellekte iz bırakan” tanımı dahil, genel olarak geçmişe dair olumlu bir his ya da özlemle birlikte anmayı içerir. Hatır, “hatırda kalmak” fiilinde olduğu gibi “akıl, bellek” manasını yanı sıra, “hatırlı” sıfatında olduğu gibi bir gönül bağına işaret eder.

Hatıra sözcüğünün Türkçe’de kullanılan fiil hali ise hatırlamak ya da anımsamaktır. Büyük sözlükte, hatırlamak (İng. to remember, to recall, to recollect), “anımsamak, sanmak, bellekte yer etmiş bir anıyı, izlenimi yeniden canlandırmak” olarak tanımlanır (Büyük Sözlük: 941). Hatıranın eş anlamlısı anı sözcüğüne ilk olarak, 1935’teki Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu’nda rastlansa da yeni bir kökten türetilmiş bellek

(24)

rastlandığı yazılı kaynak, Edib Ahmed’in 1250’li yıllarda yazdığı Atebet-ül Hakayık eseridir (Nişanyan, 2016). Eyüboğlu (2004:31), “anı”yı, “bellekle anlayış gücünde, (Oğuz Türkçesi) ang’da kalan, ortaya çıkan, saklanan” şeklinde tanımlar.

“Anımsamak”, yeni Türkçe’de “an” kökünden türemiş, ilk rastlandığı Türkçe kaynak olan 1942’de tarihli TDK’nin Felsefe ve Gramer Terimleri’nde “müphem tahattur” anlamında kullanılmış (Nişanyan, 2016) bir sözcüktür. Açıklamadaki tahattur ifadesi de yine “hutur” kökünden, hatırlama, anımsama anlamındadır. Anımsamanın şüpheli bir hatırlama eylemi olduğu açıklaması, anımsama fiilini anlam bakımından hatırlamadan farklı kılmaz. Zira, hatırlama zaten gerçeğin yaşandığı şekilde geri çağrılması değildir; nasıl hatırlandığı ve yaşanılanın hatırlananla ne derece aynı olduğu hep muğlaktır. Sözlük açıklamalarında, anı ve hatıra arasında birtakım nüanslar varmış gibi olsa da Türkçe’de eş anlamlı kullanılır.

İnsan hafızası hatırlama ile unutma eylemi arasında kendini var eder. Hafızanın silikleşmesi, yok olması unutmakla mümkündür. Unutmak fiillinin İngilizcedeki to forget, to leave, to lose sight, to unlearn, to disremember gibi karşılıkları, aslında unutmanın ne şekilde gerçekleştiğini de ortaya koyan ifadelerdir. Bir şeyi ardında bırakmak, terk etmek, bir şeyin gözden kaybolması, dikkate alınmaması, bir şeyden vazgeçmek gibi “bir şeyi” günlük hayat akışının dışında tutmaya yönelik her hamle unutmayı getirir. Türk Dil Kurumu “unutmak” fiilini şöyle açıklar: “Aklında kalamamak, hatırlamamak. Bir şeyi dalgınlıkla bir yere bırakmak. Bir şeyi yapamaz duruma gelmek. Bağışlamak. Gereken önemi vermemek, üstünde durmamak. Hatırdan gönülden çıkarmak.” (TDK Sözlük, 1988: 1516).

Etimolojik bakımdan, eski Türkçe’de “boş, boşluk, sağlamlık, sağlık, iyilik, güç, solmak, boyası uçmak, güçsüzleşmek” anlamlarındaki “onğ/unğ” kökünden türemiş olan sözcük, “boş bırakmak, soldurmak, güçsüz kılmak, onarmak, iyileştirmek, güçlendirmek, yenilemek, azaltmak, tüketmek” anlamlarını da içerir (Eyuboğlu, 2004: 688). Eyuboğlu’nun sözlük açıklamasının, aslında “unutmak” eyleminin gerçekleşme sürecine ve etkisine işaret ettiğini iddia etmek yanlış olmaz. Boş bırakmak ifadesi, odağı unutulanın aksine bir yöne çevirmekten uzak bir anlam taşımaz. “Soldurmak” tabirinin ise

(25)

içinde gerçekleştiğini doğrular. “Onarmak ya da iyileştirmek” insanın unutma edimi olmaksızın yaşamını sürdürmesinin mümkün olmadığını yineler. “Güçlendirmek ve yenilemek” yeniden başlamak, tekrar toparlanmak için unutmanın şart olduğuna işaret eder. Unutmak aynı zamandan unutulanın değerini kaybettiğinin “tüketildiğinin” sonucudur.

İslam Ansiklopedisi’nde, “unutmak” fiilinin Arapça karşılığı olan “nisyan”, “unutmak, ertelemek, bilerek veya bilmeden terk etmek” şeklinde açıklanır. Hem terk etme hem unutma anlamı, Kuran’da nisyan kökünden türeyen fiiller için kullanılır. Bazı dilbilimcilerinin, insan kelimesinin, “unutma” anlamındaki nisyan sözcüğünün “nesy” kökünden türediği iddiasının (TDV İslam Ansiklopedisi,1994, cilt 33: 144-145) altını çizmek gerekir. İnsan kelimesinin Arapça kökeni olan “nas”ın da “nesy” kökünden geldiğini, bu bağlamda, örneğin “arkadaşlık, alışıklık” anlamındaki Arapça “ünsiyet” kelimesi gibi insana işaret eden başka kelimelerinde “nisyan” ile aynı kökten türediğini iddia eden görüşü, özellikle kelimeleri Kuran ve diğer İslami kaynaklar çerçevesinde dini bir perspektifte okuyan bir kesimde yaygındır. Nişanyan (2016) ise insan kelimesinin, “nsy” kökünden ziyade, Arapça “uns” yani “evcil olma, ünsiyet" fiili ile anlam ilişkisine dikkat çeker. Konu etrafındaki tartışmalar, insanının unutma ile ilişkisi düşünüldüğünde elbette temelsiz değildir. İnsanın, doğal yapısı itibariyle, “hatırlamaktan çok unutmaya meyilli olması” (Assmann, 2001: 75), hatırlamanın nelerin unutulmadığının bir toplamı olması, hafızanın hatırlama ve unutma arasında var olan bir olgu olması ve “ben kimim?” sorusunun hafızadan bağımsız cevaplanmasının mümkün olmaması insan ve unutma arasındaki bağa ilişkin bir sorgulamayı etimolojik, psikolojik, sosyolojik, kültürel, tarihsel tüm alanlarda anlamlı kılıyor.

1.1.2. Hafıza: Kavramsal Çerçeve

Efsaneye göre, Hafıza Tanrıçası Mnemosyne, Tanrılar Kralı Zeus’la 9 gece birlikte olur. Her gece için bir bir musa (müz), yani ilham perisi doğurur: Kalliope (epik şiir esinleyen), Kleio (tarih yazarlarını esinleyen), Erato (aşk şiirini esinleyen), Euterpe (müzik esinleyen), Melpomene (tragedya esinleyen), Polhymnia (pantomim

(26)

(astronomi esinleyen). Bilimin ve güzel sanatların koruyucusu, yetki alanları çağlara ve şairlere göre değişen dokuz Musa. Fakat isminin kökeni “akıl, düşünce, yaratıcılık” anlamındaki “men” olan “musa”nın etki alanı bundan çok daha geniştir. Öyle ki, Homeros’un iki destanı da Hafıza Titanı Mnemosyne’den olan bu Musalara seslenişle başlar (Erhat, 2015: 206-209). Hafızanın sosyal, kültürel, politik bağlamda, etki alanı da Mnemosyne’in Musalarındaki gibi oldukça geniştir. Bu yüzden hafızanın, tıp (nöraölaji) psikolojiden sosyolojiye, edebiyattan politikaya, tarihten felsefeye birçok alanın temel meselelerinden biri olması tesadüf değildir.

Hafıza çalışmaları literatüre, hatırlamanın nörolojik, bilişsel temellerinden başlayarak tarihsel anıların depolanıp muhafazası aracılığıyla toplum inşasına varan bir dizi farklı model ya da anlayış sunar. Akla ilk gelen tanımıyla, geçmişle ilgili bilgileri (zihinde) depolayan ya da geçmiş olayların saklanmasına ve muhafazasına yardımcı olan hafızanın (memory) (Boyer, 2009: 3), psikoloji literatüründen genel sözlük anlamı şöyledir:

“1. Mevcut hipoteze göre beyinde bilgiyi kodlama, depolama, tekrar elde etme süreçlerini kapsayan görece kalıcı bilgi deposu (belleği). Bu (depo) eşgüdümlü bir şekilde görme, hareket etme ve bisiklete binme gibi şeylerin nasıl yapılacağı bilgisi dahil spesifik bir olayı, genel malumatı (knowledge) hatırlamak için gerekli olan çok sayıda bilgi türü ve farklı depolama işlemlerinin içerir. 2. Bir tecrübenin ya da olgusal bilginin özgül bir şekilde anımsanması. 3. Farklı bilgi türleri için hipotetik (farazi, varsayımsal) depolama sistemi ya da sistemleri.” (Cambridge Psikoloji Sözlüğü: 303). Daha öz bir biçimde ise “1. Geçmiş imge ve olaylara ilişkin bilginin muhafaza edilmesi ve geri çağırılmasının bilişsel işlevi. 2. Bu bilgiyi depolama sistemi. 3.Depolanmış bilgi (başka bir deyişle, ne hatırlayabildiğimiz)” (Statt, 1998: 85) şeklinde açıklanabilir. Hafıza, “özellikle algı, öğrence, hafıza ve düşünme süreçlerini kavramaya yönelik” (Statt, 1998:26) olan “bilişsel psikoloji” branşının konusudur; başka bir deyişle benliğin kurulma sürecini sağlayan sistemin bir parçasıdır.

Modern bilişsel psikolojide hafızaya ilişkin ilk yaklaşım, anlam ve değer dünyasının hafıza üzerindeki rolünü ortaya koyan Bartlett’in (1932) klasik deneyiyle ortaya çıkar. Bartlett, Kızılderili halk destanı “The War of the Ghosts”u (Hayaletlerin

(27)

anlatmasını ister; Batı kültürüne sahip katılımcıların hatırladıkları hikâye, katılımcıların kültürüne daha yakın, hikâyede değişen noktalar ise orijinal halindekinden daha akla uygundur. Öyle ki kültürel faktörlerin ve geçmiş deneyimlerin etkisi altındaki hafıza, çarpıtmalara ve yanılsamalara açık bir inşa sürecinin sonucudur (Groom ve diğerleri, 2014: 160-161). Bartlett’in yaklaşımı hafızanın güncel şartlara uyumlu bir hatırlama ve unutma edimi olduğu tespitinin ilk basamağıdır. Zira, kültürel normlar ve geçmiş deneyimler gibi zihinsel süreçler üzerinde aktif yönlendiricilerin etkinliği güncel şartlara, yani “bugüne” bağımlıdır. Kişinin deneyimleri ve kültürel normları gibi geçmiş ile ilişkili değerleri bugüne taşıdığı kadardır. Hafızanın geçmiş değil bugün için işlevsel olması ve işleyişinin de bugünün koşulları bağlamında yapılanması, bizi onun geçmişten ziyade bugüne odaklanmayı gerektiren bir kavram olarak değerlendirmeye iter.

Geçmişle ilişki iki eylem üzerinden kurulur: hatırlama ve unutma. Bu yüzden, hafıza kavramıyla birlikte “hatırlama” ve “unutma” kavramlarının da psikolojide ne ifade ettiğine değinmek gerekir. “Hatırlamak” (recall) “hafızadaki bilginin geri alınarak yeniden üretilebilir (reproduce) olması olarak açıklanır (Statt, 1998: 114). Burada depo işlevi gören hafızadan “geri alınan/çağrılan” bilginin de “yeniden üretilebilir” olması önemlidir. Bilgi, geçmişe ilişkin bir olaya dairse, yeniden üretimi gerçekten yaşanan şekliyle birebir aynı olmayacaktır. Geri çağırma işlevinde aktif olan zaman, mekân, durum gibi uyarıcılar çağrılan bilginin nasıl üretildiğinde etkindir. Uyarıcıların yeterli olmaması ise “unutma”nın sebeplerinden biridir. “Daha önce öğrenilmiş bir şeyi geri çağırma (anımsama) yetisini kaybetme” demek olan “unutma”, depolanmış bilgiyi geri çağırmaya yetecek kadar uyarıcı eksikliğinden kaynaklanabilir ya da duygusal acı sebebiyle hafızanın bilinçdışı baskılanmasının sonucu olabilir (Statt, 1998: 56). Bu baskılanma durumunun örneğin psikanalizde “represyon (bastırma) olarak açıklanan, erken dönem çocukluk anılarının unutma” anlamına gelen “infantile amnesia” (infantile amnezi) (Statt, 1998: 71) gibi türleri vardır. Amnezi, “bellek yitimi” ya da “hafıza kaybı”nın psikoloji literatüründeki karşılığıdır. Hafıza, psikolojik, biyolojik ya da fiziksel sebeplerle zarar görebilir. Hafıza bozulmasın ya da kaybının sebeplerine ve kapsamına göre çeşitlenen on bir farklı amnezi tipi vardır. Amnezi, tam hafıza kaybı anlamına gelen “global amnezi”de olduğu gibi travmatik bir

(28)

olayın ardından gelişen savunma mekanizması olarak gelişebilir, tamamen biyolojik bir nedenden de kaynaklanabilir.

Hafıza, psikolojide kalıcılık süresine göre üçe ayrılır: Duyusal (sensory) hafıza, kısa süreli (short term) hafıza ve uzun süreli (long term) hafıza. Duyusal hafıza, hafızanın bir saniyeden kısa süren, bilginin duyu organları aracılığıyla kaydedildiği ilk adımıdır (Statt, 1998: 120). Otuz saniyeye kadar süren ikinci adımsa kısa süreli hafızadır. Bu periyot boyunca tutulan bilginin, uzun süreli hafızada kalıcı olarak kaydedileceği ya da bırakılacağı karar verilir (Statt, 1998: 112). “Beyindeki, süresiz devam eden ve kapasitesinin limitsiz olduğu bilgi deposu” ise uzun süreli hafızadır (Cambridge Psikoloji Sözlüğü: 303). Bunun yanı sıra, psikoloji literatürü hafızayı yapısal olarak, spesifik olaylara dayanan epizodik hafıza ya da penguen kelimesinin anlamı, Türk Bayrağının renkleri gibi bilgilere dayanan semantik hafıza gibi kategorilere de ayırır. Fakat bu kısım daha çok terminolojik alanın konusu olduğu için, burada detaya inmeden, hafızanın benlik, kimlik, deneyim gibi olgular ile ilişkisine ana hatlarıyla psikoloji, felsefe, edebiyat gibi alanlara değerek değinmek “hafıza”nın bu çalışma kapsamında anlamını okuyabilmek için daha verimli olacaktır.

Psikolojide benliğin anılarla inşa edildiği görüşü (Rubin, 1996 alıntılayan Boyer, 2009: 7, Klein, 2000), John Locke’un ifadesindeki gibi birey olabilmenin ölçüsünün, kişinin kendine ait geçmişiyle bağlantı kurabilmesine bağlı olduğu temel bir felsefi varsayımla örtüşür. Bu felsefi bakış, bağlantı yasalarını (laws of association) ilk formüle eden Aristotales’e dek uzanır. Bağlantı yasaları, “hafıza ile fikir, his ve davranışlar arasındaki bağlantıyı esas alan ilkeler”dir (Statt, 1998: 79). Bu, hafıza ile benlik arasındaki keşfin modern psikolojinin çok öncesine dayandığının gösterir. Hafızasını yitirmiş insanların, benliklerinin parçalandığı ve kişiliğinin temel bileşenlerinden birinin yitirmiş olduğu kabulü (Boyer, 2009: 7), hafızanın benlik ya da kimlikle bağıntısının hayati derecede mühim olduğunun da kabulüdür. Öyle ki, benlik ve kimlik, geçmişle ilişki üzerinden kurulur. Kimlik teorilerine değinilen bölümde bahsedildiği üzere, kimliğin söylem ve kültürle, iktidarın kurgusu dahilinde inşa edildiği görüşü dahi bunu inkâr etmez. Zira, inşa sürecinin aktif ajanları, malzemelerinin temel kısmını geçmişten alır ya da günceli bir geçmiş kurgusuyla

(29)

Bu noktada, doğrudan bir hafıza teorisi olmasa da Bilişsel Uyumsuzluk teorisi, hafızanın bugünün malzemesiyle yapılandırıldığı görüşüyle örtüşür. Kişinin iç çelişkilerini çözme biçimine odaklı Bilişsel Uyumsuzluk teorisi (Cognitive Dissonance Theory), Leon Festinger’ın Merly Carlsmith ile birlikte yaptıkları bir deneye dayanır: Deneklere sıkıcı bir iş verilir. Bir grup öğrenciye bu deneyin amacının beklentinin performansa etkisini gözlemlemek olduğu ve diğer katılımcıları bu sıkıcı deneyin eğlenceli ve enteresan olduğuna ikna ederek deneklerin beklentilerinin yükseltilmesi gerektiği açıklanır. Denekleri buna ikna etmeleri için bir grup öğrenciye 20 dolar teklif edilirken diğer gruba 1 dolar teklif edilir. Aynı iş karşılığında 1 dolar teklif edilen grup, inancı ve davranışları arasındaki çelişkiyi azaltmak için deneyin eğlenceli olduğuna kendilerini gerçekten inandırır. 20 dolar teklif edilen grup ise bu işi iyi bir para karşılığı yaptığının farkındadır; ortada bir çelişki yoktur, rahatça yalan söyler. Bilişsel Uyumsuzluk kuramı, bir işten daha fazla getiri sağlayacak kişinin motivasyonunun daha yüksek olacağı ve yaptığı işe daha fazla ikna olacağı beklentisinin aksini ispat eder. 20 doları kabul eden kişi işin sıkıcı olduğunun farkında olmasına rağmen bunu yapmak için geçerli gerekçeye sahiptir: 20 dolar. 1 dolar alan adam ise görevin sıkıcı olduğu inancından uzaklaşır; çünkü 1 dolar gibi küçük bir meblağ karşılığındaki bir iş için yalan söylemek için yeterince ikna edicisi bir sebep değildir.

Sadece sosyal psikolojide değil, kitle iletişi çalışmalarında sık yararlanılan bu teoriye göre, kişinin tutumu, inanç ve değer dünyası zamanla ve çevresel faktörlerle şekillenir. Önceden var olan bir inançla güncel koşullar arasındaki çelişki, kişiyi değer ve anlam dünyasını yeniden tanımlamaya ve gerekçelendirmeye iter. Uyumsuzlukla yüzleşmenin ağır geldiği noktada, kişi zihin konforu için başka bir gerçeklik kurgusuna sığınır. Burada asıl dikkat çekici nokta, çelişki büyüdükçe ikna olma kapasitesinin de artmasıdır.

Hafıza, bilişsel uyumsuzluk teorisindeki ikna mekanizmasının temel ajanlarından biridir. Mevcut durumla anlam dünyasının çatıştığı noktada, hafızadaki geçmişe dair bazı detayları törpülenerek, bazısı yok sayılarak, bazısı yeniden anlamlandırılarak, daha önce görmezden gelinmiş bazı detaylar geri çağrılarak

(30)

“geçmiş” bugünkü mevcut şartlarda zihin konforunu rahatsız etmeyecek şekilde yeniden kurulur.

Geçmişin, bugünün koşulları üzerinden belirlenen bir olgu olduğu iddiası felsefe, psikoloji, sosyoloji, tarih gibi birçok disiplinde karşılık bulur. Buradaki “geçmiş”ten kasıt, hafızada neyin (hangi bilginin) kaldığı ya da neyin (hangi bilginin) geri çağırıldığıdır ya da “geçmiş” diye bugünün malzemesiyle neyin kurgulandığıdır. Çünkü, hafıza, geçmişi yaşandığı gibi hatırlamaktan çok, onu bugünün şartlarında yeniden inşa etmektir.

Ari Folman’ın Sabra ve Şatilla katliamına ilişkin hafıza boşluklarının tamamlama serüvenini anlatan animasyon filmi “Vals im Bashir”de (Beşirle Vals), Ari’nin Psikiyatr dostu Ori, hafızanın, kişiyi hatırlamak istemeyeceği ayrıntılardan koruduğunu anlatır: “Bizim kapalı tutmak istediğimiz karanlık alanlara girmemizi engelleyen bir mekanizmamız var. Hafızan seni gitmen gereken yere götürür.” Ori’nin deyimiyle “dinamik ve canlı” olan hafıza sadece karadelikleri doldurmakla kalmaz, o boşlukları doldururken kişiyi rahatsız edecek detaylarla doldurmaktan da kaçınır. Ari’nin hafızası da mevcut rahatsızlığını dindirecek şekilde işler. Gerçekten yaşanan ve delirtici olan değil, geçmişi “temize çekmeye” yarayan ne varsa o “hatırlanır”. Hafıza, gerçekten ziyade, onu yönlendirenden yanadır. Hafızaya hükmeden, hangi “geçmiş” bilgisiyle meşruiyet kazanacaksa, hafıza o geçmişi çağırır; kendisine hükmedene hizmet eder. Meşruiyet, sadece siyasi olguların mevzu olduğu alanlarda değil, hayatı anlamlandırmak ve eylemi gerekçelendirmek için özel alanlarda da gereklidir. Hafıza, bireysel bazda da ona hükmedene meşruiyet sağlar.

1984 distopyasında da, diktatörlüğe muhalefet eden Goldstein Parti tarafından yasaklı olan kitabında “çiftdü-şün”le ya da “eski dilde ‘gerçeğin denetlenmesi’”yle hafızanın kurgulanabilir olduğuna değinir: “Geçmişin değişebilirliği, İngsos'un temel ilkelerindendir. Geçmiş olayların, nesnel gerçekliğinin olmadığı, yalnızca yazılı kayıtlarda ve insan belleğinde yaşayabileceği kabul edilir. Geçmiş kayıtlar ve insan belleği nede birleşiyorsa, gerçek odur.” Orwell’ın romanında, tüm yazılı kayıtlar ve üyelerin hafızaları Parti’nin denetimindedir. “Geçmişin denetlenmesi belleğin eğitilmesi üzerine kurulmuştur” (Orwell, 2004: 40-41). Hafızanın eğitilmesiyle

(31)

Hafızadakinin dokusuyla oynamak, tekrarı yok ederek ya da baskı mekanizmaları inşa ederek yeni boşluklar açmak da bu “eğitime” tabidir.

Peki hatırlamanın irade dışı olmadığı bir alan yok mudur? Walter Benjamin (2014: 117-119), Proust’un iradi hatırlamayı (mêmoire volontoire), Bergson’dan yola çıkarak geliştirdiğine işaret eder. Benjamin, Bergson’ın hafızanın yapısının deneyimi belirlediğini temel alan çalışması “Matière et mémoire”i (Madde ve Hafıza), “uygar kitlelerin standartlaştırılmış, doğallığı kalmamış varoluşlarında kendini gösteren bir deneyime karşı gerçek deneyime erişme” yolundaki felsefi çabaların doruk noktası olarak görür. Bu çabalar, toplum içindeki insandan ziyade, şiire, doğaya ve mitoslara yaslanan yaşam felsefesi çalışmalarıdır. Benjamin, Bergson’a katılır; deneyimin hem toplumsal hem bireysel yaşamda bir “gelenek işi” olduğunun altını çizer. Anılar, birbirlerinden bağımsız parçalardan değil, “biriktirilmiş, çoğu kez bilincine varılmamış, ancak hafıza ile birbirleriyle kaynaşmış verilerden oluşur”. Proust ise Bergson’ın terminolojisinden yola çıkarak, toplumsal düzlemde doğal yollardan oluşma ihtimali çok düşük olan deneyimi, sentetik yollardan üretme çabasına girer. “À la recherche du temps perdu”da (Kayıp Zamanın İzinde) çocukluğunun şehri Combray’ı uzun yıllar pek fazla hatırlayamayan Proust, bir gün çocukluğuna ait bir çöreğin tadıyla eski günlerine döner; “dikkatliliğin çağrısına uyan bir hafızanın ona sunduğuyla yetinmek zorunda kalır”. Bu, iradi hatırlamadır. Fakat Benjamin de Proust gibi, geçmişi iradi olarak hatırlama çabasının beyhude olduğunu söyler. Zamanla akıp giden kendini gerçek bir nesnenin içinde saklar; akıp gideni yani geçmiş, yalnızca gerçeği saklayan fakat ne olduğunu dahi bilinmeyen o nesneyle rastlaşırlırsa ve rastlandığında Bergson’ın altının çizdiği gibi dikkatliliğin çağırısına uyulursa iradi olarak hatırlanabilir. Bu yüzden Proust’a göre kişinin kendi deneyimine hükmedebilmesi rastlantıya kalmıştır.

Hafızanın işlevinin sadece depolamadan ibaret olmadığı ve hafızanın bilgiyi yapılandıran, parçalayan, yeniden kuran, boşlukları dolduran bir dizi işlevi olduğunun kabulü; onu sosyal, siyasal, kültürel bağlamda incelenmesi gereken, toplumsal kimliğe dair tartışmalarda özellikle geçmişin temsili ve bireysel süreçlerin söz konusu olduğu alanlarda odak noktası haline gelen bir paradigma haline getirir. Bu çalışma da bu bağlamda Kolektif hafızanın, özellikle politik süreçlerde, nasıl kurulduğuyla ilgilidir.

(32)

daha geniş bir zemindeki yansımasıdır.

1.1.3. Hafızanın Yapısı

Hafıza, yapısı itibariyle, uzun süreli hafıza, kısa süreli hafıza gibi daha teknik türlerin yanı sıra, kapsadığı sınırlar, içerdiği bilgiler itibariyle de kategorilere ayrılır. Connerton (2014: 41), Kolektif hafızanın günlük yaşamın her alanına sızmış olmasına rağmen, kolektif hafızayı kuramsal olarak geliştirememenin sebebini hatırlama ediminin çok çeşitli olmasına ve toplumsal bazdaki bir hatırlama ediminin ilgi odağı olmada diğerlerinin gerisinde kalmasına bağlar. Kolektif hafızayı dışarıda tutarak toparladığı hafıza türlerini, kendi tabiriyle “hafıza savlarını”, üç türde kategorize eder: Kişisel hafıza, bilişsel hafıza ve alışkanlık hafızası. Bilinç ve hafızayı psikoloji ve fizyolojiyle ile açıklayarak, bireylerin başkalarıyla etkileşim yoğunluğunu dışarıda bırakmanın, her ikisini de anlamayı eksik bırakacağını vurgulayan Assman’a (2001: 27) göre ise Kolektif hafıza dışında dört farklı hafıza türü mevcuttur: Mimetik hafıza, nesneler hafızası, iletişimsel hafıza, kültürel hafıza. Her iki sınıflandırma da Kolektif hafızayı kavramsallaştırırken sınırını ve öncesini belirlemeyi amaçlar.

“Konusunu bir kimsenin yaşam öyküsünden alan anımsama işlemleri”ni kapsayan hafıza türü kişisel (deneyimsel) hafızadır (Connerton, 2014: 41-42). Bu türde, kişi kendine yönelerek kişisel geçmişini çağırır. Connerton (2014: 123), geçmişin versiyonlarını, geçmişten getirttiğimiz imgeler ve sözcüklerle muhafaza ettiğimizi vurgular. Şimdiki zamandaki kişinin, geçmişini çağırması, geçmişi şimdi zamandaki haliyle çağırması çift yönlü bir bölünmeyi de beraberinde getirir. “Geçen yıl şunu yaptım” diyen kişi, yapma eylemini gerçekleştirdiği zamandaki kişiyle aynı değildir. Şimdiki zamanda kişinin kendine dair bilgisi, fikri, bakışı, geçmişe dair anımsamaları bağlamında şekillenirken, geçmişe dair anımsamalar da kişinin kendine dair güncel bakışından bağımsız değildir. Connerton, bu yüzden “kişisel kimlik ile zihnin geçmişe çeşitli bakış tutumları arasında önemli bir bağlantı” olduğunun altını çizer (Connerton, 2014: 42). Başka bir deyişle, kişisel kimlik, kişinin geçmişi anımsama biçimleriyle ilişkilidir. Kişinin kendine dair bilgisi, geçmiş deneyimlerinin

(33)

çağrılır. Bugün pişmanlık ya da suçluluk duygusuna sebep olan geçmiş eylemlerden taşınmış anılar kişisel kimliklerinin gerçekliği haline gelir (Shoemaker, 1970). Geçmişteki bu tür eylemler, kişiyi başkalarının kişisel tarihlerinden ve kimliklerinden farklı ve özel kılar.

Şarkı sözleri, kent planı, matematik denklemleri, sözcük anlamları gibi olguların anımsama işlemlerini kapsayan hafıza türü ise bilişsel hafızadır. Bilişsel hafızada anımsananlar, kişinin geçmişte yaşadıkları değil, geçmişte öğrendikleridir. Connerton, kişisel ve bilişsel hafızanın yanı sıra, belli bir performansı yeniden uygulayabilme yetimizin olduğuna ilişkin bir hafıza türünden daha söz eder. Kişinin okuyabilmesi, yazabilmesi, bisiklete binebilmesi gibi geçmişte bu yetileri nerede ve nasıl öğrendiğinin anımsamaksızın ortaya koyduğu performanslar bu kategoridedir (Connerton, 2014: 43). Bazılarınca, alışkanlık hafızası denilen bu türü, kişisel ve bilişsel hafızadan ayıran şey anımsama işleminin farkıdır. Bergson, kişisel ve bilişsel hafıza türlerinin anımsamadan, alışkanlık belleğinin ise alışkanlıktan oluştuğuna işaret eder. Kişinin, ezberlenen bir dersi anımsamasından ziyade, alışkanlık edindiği için ortaya koyabilme yetisi olduğu üzerinden, bu hafıza türünün farkını örneklendirir. Bu, Bergson’a göre, “motor düzenek” denen, sadece bir şeyin nasıl yapılacağına dair akılda tutma işlemdir. Fakat dersi ezberlediği anı hatırlaması tekil olması sebebiyle kişisel hafızaya ait bir anımsama işlemidir (Bergson, 2015, 59-61).

Assmann’ın kategorizasyonunda ise “mimetik hafıza” ya da taklit hafızası denilen tür, kullanma kılavuzu, yönergeler gibi taklit ve yönlendirme ile günlük hayatta yer bulan alışkanlık ve kuralları kapsar. Bunlar, insan hayatına geç dönemde girmesi sebebiyle, bütünüyle özümsenmesi mümkün olmayan davranış biçimleridir. İnsanın doğumundan itibaren etrafını çevrelediği yatak, koltuk, giysi, yemek takımı gibi günlük hayatta kullanılan eşyalar ve ev, kent, köy, cadde, araba, gemi gibi şeyler ise “nesneler hafızası”nın ürünleridir. Kişinin kendisinin çevrelediği tüm bu nesneler, sadece şimdiki zamana ait değildir, aynı nesneler geçmiş zamanı hatırlatan, o zaman da kullanılan parçalardır.

(34)

türleridir. İletişimsel hafıza, insanın dili ve başkalarıyla iletişim kurma biçimidir; kendin kendine gelişen bir iç dinamik değil, başkalarının etkileşimiyle gelişen bir yetenektir (Assmann, 2001: 27). İletişimsel hafıza, kuşağa özgüdür, zamanı yakın zamandır, hafızayı paylaşanlar çağdaştır. Hafızanın varlığı, taşıyıcılarının ömrü ile sınırlıdır. Önemli bir olaya yetişkinlik döneminde şahit olmuş taşıyıcının, olayı bir sonraki nesil içinde hatırlanabilir kılma arzusuyla, “canlı tanık” olarak aktarma süresi ortalama kırk yıl (Assmann, 2001: 60), en fazla seksen yıldır (Niethammer, 1985, aktaran Assmann, 2001: 61).

Kültürel hafıza ile kastedilen psikoloji, nöroloji, fizyoloji gibi bireyin iç olgularıyla ilişkili bir hafıza biçimi değil, bireyin kapasitesi ve yönelimden çok çevresel, tarihsel ve kültürel koşullar etrafında şekillenen, malzemesini kültürel faktörlerden alan dışsal bir olgularla ilintili, gündelik olmayan olayların anımsandığı bir hafıza türüdür (Assmann, 2001: 26-27, 67).

Kurumsal ve yapay olarak inşa edilen kültürel hafızanın toplumla etkileşimi, bireysel hafızanın bilinçle ilişkisinden farklı değildir. Geçmişin olduğu gibi, tanıklıklar aracılığıyla değil, belli anıların sembolik figürleri üzerinden aktarılması sebebiyle kurumsaldır ve Halbwachs’un evrensel diye nitelediği gerçek tarihin aksine, hatırlanan, efsaneleşmiş tarihe dayanır. Gelenek, politik kimlik ve geçmişle ilişki arasında anlamlı bir bağıntı kuran kültürel hafıza, hatırlayan grubun toplumsal kimliğini temellendirir. Buradaki toplumsal kimlik, gündelik kimliğin ufkunun çok ötesinde, törensellik kazanmış, yaşama ulvi bir anlam katan bir kimlik türüdür. Bu yüzden kültürel hafızanın sadece gelenek olduğunu öne sürmek, onun sadece bir kültür dinamiğine indirgemek demektir. Kültürel hafıza hatırlama fiili temelinde var olan fenomendir ve insan için duygusal bir ilişki olan hatırlama ile kültürel bellek geleneğin çok ötesinde bir anlam dünyasına tekabül eder (Assmann, 2001: 31-61). Biyolojik bir devir mümkün olmadığı için, kültürel hafıza, hafıza taşıyıcılarının anlamı kaydetmesi, canlandırması ve ifade etmesi ile kuşaklar boyunca varlığını sürdürür. Anlam üzerindeki bu döngünün işlevi, kimliğin sürekliliğinin sağlanmasıdır. Assmann (2001: 98), bu bağlam da kimlik “bir hafıza ve hatırlama sorunudur” der.

(35)

Assmann, iletişimsel hafıza ile kültürel hafıza arasındaki kutuplaşmanın, bu hafıza türlerinin “katılım yapıları”nda belirdiğine dikkat çeker. İletişimsel hafıza aktarımı, gündelik yaşamda devam ettiği için kendiliğinden yayılır, katılım yapısı belirsizdir. Bu hafıza türünün uzmanı yoktur, herkes aynı ölçüde uzmandır. Kültürel hafızada ise yayılım özenli talimatlar etrafında devam eder. Katılım yükümlülüğü ve katılım hakkı belli sınırlamalara tabiidir. Kültürel hafızanın iletişimsel olandan en belirgin farkı törensel ve belli bir biçimle var olmasıdır (Assmann, 2001: 61-63, 67).

Kültürel hafızanın sınırları iletişimsel hafızanın ötesindedir. Yalnızca bireysel hafızaya ya da hatırlatıcı işaretleme sistemine dayanan yazı öncesi dönemde kültürel hafıza sıkı sıkıya bir iletişim sistemine bağıyken, yazı ile iletişimin dış alanı karmaşıklaşır; bireysel hafızanın ve iletişimin sınırlarının çok ötesinde bir hafıza inşası mümkün olur. Başka bir deyişle, iletişimsel hafızanın da sınırlarını aşan kültürel bellek, iletişimden beslense de ona bağımlı değildir, tarihin bir dönemine uzanarak güncel anlamın ötesinde, olanı yeniden anlamlandırmaya, unutulanı hatırlatmaya, kaybolanı tekrar canlandırmaya olanak sağlar. Assmann (2001, 28-30, 53) tarihsel çatışmaları, kopmaları, devrimleri bunun kanıtı olarak görür. Kolektif hafıza ise hem iletişimsel hafızayı hem kültürel hafızayı kapsayan başka bir kavramdır.

1.2. Kolektif Hafıza: Kuramsal Yaklaşımlar 1.2.1. Kolektif Hafıza

Hafızanın, geleneksel dünyadan koparak modern dünyada kolektif bağlamdaki anlamına kavuşmasının serüveni Fransız Devrimi ile başlar. Devrim ile birlikte savaşta ölen askerlerin anıtları, köylerin kamusal uzamında yer bulur. Auschwitz ise, hafızanın bir olgu alarak derinleştiği noktadır; hafıza politikası, Holokost’u resmi anmalar, anıtlar, müzeler, resim, müzik, film aracılığıyla, Traverso’nun (2009: 5) deyimiyle “savaşlar, soykırımlar ve insanlık suçları çağı olan yirminci yüzyılın metaforu” yapar.

Şekil

Tablo 3: Odak Grup Katılımcılarının Örneklemi

Referanslar

Benzer Belgeler

• Bit, Word ve double Word olarak çok adres ve özellikler olduğu için temel düzeyde belirli bir yeterliliğe kadar olan bilgi verilecektir.. Daha fazla bilgi için her PLC modeli

Krallar ara­ sında mevzuu gizli tutulan görüşmeler, Ürdiindeki kı­ yam teşebbüsleri, Nuri Said Paşanın Irak Başvekilliğin den çekilmesi, Rusların Mısıra

Ancak manyetik alan üretmek için önce bir elektrik akımı oluşturmak gerekiyor.. Elektrik alan üretmek ise manyetik alan üretmeye göre çok

ni bilgiyle eskiler arasında ilişkiler kur- mak ve çıkarımlar yapmak üzerine prog- ramlanmıştır; biz istesek de istemesek de bu program hayli etkin bir şekilde çalışır.

Ortalamanın çok üzerindeki hafıza gücü olarak niteleyebileceğimiz fotografik hafızaya sahip olanların sayısı ise çok da- ha fazla; belki siz veya tanıdığınız biri

Ancak kısa süreli hafızadaki bilgiler belir- li bir süre tekrarlanırsa uzun süreli hafızaya atı- lır.. Kısa süreli hafıza için oluşturulan zayıf hüc- re

Günlük yaşamımızda beynimiz bir kez ha- fızanın oluşumu için uyarıldığında, beyin hücre- leri içi ve dışı tüm iletişim yollarını birbirine bağ-..

Ezber bozanlar, de- virlerinin çığır açanları olarak kabul gördüğü için kısıtlı şeyleri yâd edebilen hafızamızda yer kap(l)arlar.. Alınacaklar listesinin unutmakla