• Sonuç bulunamadı

3. KOLEKTİF HAFIZA VE DEVLET: TÜRK ULUSAL KİMLİĞİNİN İNŞASINDAN AK

3.2. Türkiye Cumhuriyeti

3.2.2. Tek Parti Dönemi (1931-1945)

3.2.5.2. Recep Tayyip Erdoğan: Yeni Türkiye’nin “Kurucu Lideri”,

“Bu kardeşiniz Siirt’te okuduğu bir şiirden dolayı hapis yattı. Bu kardeşiniz Diyarbakır Cezaevinden 5. Koğuştan yükselen feryadı İstanbul’dan duydu. Ben bu mücadelenin içinden geliyorum. İnkârı da asimilasyonu da biliyorum. (Erdoğan, 2011 seçimleri öncesi Diyarbakır Mitingi).

Erdoğan, okuduğu şiir yüzünden 1999’da cezaevine girdikten sonra, uzun yıllar boyunca Türkiye siyasetinin güçlü aktörlerinden biri olacağını biliyordu muhtemelen, ama sadece üç yıl sonra iktidara geleceğini ve 17 sene boyunca iktidarda kalıp Türkiye Cumhuriyeti’nin önce Başbakanı sonra Cumhurbaşkanı, ardından sistemi değiştirip “Başkan”ı olacağını öngörebiliyor muydu? Muhtemelen hayır.

Milli Selamet Partisi’nde önce Beyoğlu, daha sonra İstanbul Gençlik Kolları Başkanlığıyla başlayan yolculuğunu, sırasıyla Refah Partisi Beyoğlu İlçe Başkanlığı,

Belediye Başkanlığına seçilmesi ilk dönüm noktası olur. Asıl dönüm noktası ise 1997’de Siirt’te bir mitingde okuduğu dörtlük§ nedeniyle Birinci Diyarbakır DGM Savcılığı tarafından "halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik ettiği" gerekçesiyle hapis cezasına çarptırılır. 27 Mart’ta Cuma namazının ardından “binlerce” kişilik konvoyla gittiği (Sabah, 26 Mart 2018) Pınarhisar Cezaevi’nde 4 ay 10 günlük hapsi, “Yeni Türkiye’nin” kurucu liderliği diskurunda, “dava yolunca çekilmiş çileler”in başat sembollerinden biri olur. Cezaevi hikayesi medyada da sık sık hatırlatarak toplumsal hafızanın bir parçası olarak canlı tutulur.

2001’de FP içindeki ayrışmanın “yenilikçiler” kanadındaki “dava arkadaşları” ile birlikte kurdukları ve Genel Başkan’ı olduğu AK Parti, kurulduktan 15 ay sonra, henüz birinci olağan kongresini yapmadan Kasım 2002’de yüzde 34’lük oy oranıyla 363 milletvekili ile iktidar olur. AK Parti Genel Başkanı Erdoğan, devam eden siyasi yasağı nedeniyle seçimlere katılamaz. Bu nedenle, 58. Hükümet Abdullah Gül Başkanlığında kurulur. Gül hükümeti siyasi yasağın kalması için TBMM’ye yasa teklifi sunar. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer “öznel, somut ve kişisel” olduğu gerekçesiyle veto etse de teklifi değiştirilmeden ikinci meclise sunularak kabul edilir, Sezer tarafından onaylanır. Erdoğan’ın meclise girmesine hukuki olarak bir engel kalmayınca, Siirt’te genel seçimler yinelenir, Erdoğan Siirt milletvekili olarak meclise girer, Gül Başbakanlık koltuğunu Erdoğan’a devreder. 2007 ve 2011 seçimleriyle Başbakanlığının yineler. 10 Ağustos 2014’te değişen seçim sisteminde ilk kez halk oyuyla seçilen Cumhurbaşkanı olur. Cumhurbaşkanı olmasıyla, pratikte olmasa da resmiyette partisiyle ilişiğinin kesilmesi 2017 Anayasa değişikliği ile son bulur. Cumhurbaşkanının partili olabilmesine izin veren yeni anayasayla tekrar AK Parti Genel Başkanı olur. Partinin kuruluşundan itibaren referandumlar, yerel ve genel seçimlerin dahil olduğu 13 seçimden zaferle çıkan, Başkanlık sisteminin ilk “Başkanı” olan Erdoğan’ın liderliği hem kendisi hem de destekleyenleri için 17 yıllık biri iktidarın öncüsü olmanın çok ötesinde bir anlam taşır. Taraftarları için Erdoğan, Yeni Türkiye’nin kurucu lideri, ümmetin lideri, dünya lideri, mazlumların lideri, yetimlerin

§Minareler süngü, kubbeler miğfer / Camiler kışlamız, müminler asker / Bu ilahî ordu dinimi bekler /

lideri, Başkomutan, Reis, Cumhuru Reis gibi payelerle çok daha kapsamlı ve iddialı, sadece ülke ya da dünyada çapında değil, dünya hayatının da ötesinde tartışmasız bir önderlik ve kutsiyet atfedilen bir statünün sahibidir.

Temsil ettiği kitle için en temel özelliği, nerdeyse gerçek üstü hasletlere sahip olmasına ve liderliğine rağmen mütevaziliği ve “onlardan biri” olmasıdır. SETA’nın aylık yayınında Medya Derneği Başkanı Ekrem Kızıltaş, Erdoğan’ın kâh gecekondu sakini kâh lüks lokanta müşterisi ile bir olabilen hasletinden bahseder: “1994’ten itibaren Türkiye kamuoyunun huzurunda bulunan Recep Tayyip Erdoğan öncelikle bizim gibi birisidir. Yani Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan 80 milyon insanın ortalaması her ne ise Recep Tayyip Erdoğan onu temsil eder. Onlar gibi yaşayan, onlar gibi olan birisidir. Pratik bir söyleyişle herhangi bir gecekondu mahallesinde örtü üzerindeki siniye bağdaş kurup o örtüyü dizlerinin üzerine çekip oradaki yemeğe kaşık sallayabilen ama gerektiğinde mesela diyelim ki lüks bir lokantada da gidip usulünce yemek yiyebilen, sıradan bir insanla rahat konuşabildiği gibi herhangi bir devlet başkanıyla da rahat konuşabilen, herhangi bir komplekse kapılmayan niteliklere sahiptir” (Kızıltaş, 2017).

Hüseyin Arslan (2017), Erdoğan’ın “nadir özellikleri”ni sayarken, bu özelliklere rağmen seçmenlerinin onu “tarihin büyük değerleri hiyerarşisinde” zirveye ya da ilk sıralara yerleştirmemesine sitemli gibidir: “O, seçmen ve takipçilerinin atfettiği karizmayı hak etmiş bir karizmatik politik lider; politik cesaret, sabır, feraset, azim ve emek, belagat ve üç düğmeli ceket. İnandığı dinden dolayı içerideki ve dışarıdaki seküler muhatapları karşısında eziklik ya da kompleks duymayan politik karakter. Seçmenlerinde şu mottoyu hiç unutmadığı izlenimi bırakan bir politik tevazu: ‘Gururlanma padişahım senden büyük Allah var.’ Kibir büyük küfürdür. Kasımpaşalı, ‘uzun adam’, ‘adam gibi adam.’ Bu nadir özelliklerine rağmen seçmenleri ve hayranları onu tarihimizin büyük değerleriyle inşa ettikleri hiyerarşide birinci sıra- ya ve zirveye yerleştirmiyorlar: Hz. Muhammed, Hz. Ali, Alparslan, Osman Gazi, Fatih, Yavuz, Kanuni, Abdülhamit... ve belki daha sonra Recep Tayyip Erdoğan” (Arslan, 2017).

muhtemel heykellerini diktirmeyecek, bütün devlet kurumları ve paralara resmini koydurmayacak. Diktatörmüş. Sevsinler!” (Arslan, 2017).

Üstelik Erdoğan yalnızdır. Erdoğan’ın lider olduğu bir düzlemde, başka bir alternatif kesinlikle yoktur. Partinin kuruluş sürecinden itibaren, “dava arkadaşlarının” ya da “yol arkadaşlarıyla” yolları, farkı dönemlerde, farklı sebeplerle ayrılır. Esas olan “davadır”. Öyle ki gelinen noktada, sürecin başında olduğundab çok çok daha kati bir şekilde, Erdoğan’sız bir AK Parti, taraftarları için ise Erdoğan’sız bir Türkiye mümkün değildir. Hatalar, sorumluluklar yoldaki başka aktörlere mal edilirken, olumlu gelişmeler ve “kahramanlıklar” Erdoğan hanesine yazılır. Seçmen ile parti arasındaki duygusal bağ tamamen Erdoğan üzerine kurulur. Bu bağlamda, Erdoğan’ın “yalnızlığı”nın da altı sık çizilir:

“Recep Tayyip Erdoğan bu örgüte karşı büyük bir mücadele verdi. Bu örgütün kurduğu paralel devlet yapılanmasını deşifre etti. Her şey kamuoyunun gözleri önünde oldu. Ömrünün sonuna kadar bu şer şebekesiyle mücadele edeceğini söyledi. Ne acıdır ki Erdoğan bu şer şebekesine karşı mücadelesinde devlet bürokrasisi ve parti elitlerinden yeterli desteği bulamadı. Birçok aktör bu paralel devlet yapılanmasının şerrinden emin olmak, kendisine bulaşmamasını temin etmek adına Erdoğan’ı FETÖ ile mücadelede yalnız bıraktı. Millet Erdoğan’ın yanında durdu. Her seçimde ona destek verdi. Erdoğan her seferinde derdini de yalnızlığını da millete anlattı” (Altun, 2017, Kriter Dergi).

Türkiye’nin “bekası” üzerine “oyun oynayanalar”, Erdoğan’ı yıpratma yoluyla, Erdoğan karşıtlığı üzerinden hedefe ulaşmaya çalışır. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Altun, “beka mücadelesinde stratejik iletişimin tüm imkanlarını kullanacağız” der. “Özellikle 2013’ten sonra sistematik bir hal alan “yıpratma savaşı” ile Erdoğan karşıtlığı üzerinden Türkiye’nin kaybetmesi hedeflenmişti. Bu süreçte sokak kalkışmalarından terör saldırılarına, askeri darbe girişiminden finansal ve ekonomik operasyonlara kadar farklı müdahale formlarıyla karşı karşıya kaldık. Her bir meydan okumayı ve saldırıyı devlet-millet birlikteliğiyle atlattık” (Altun, 2019, Duran ile röp., Kriter Dergi).

“Kasımpaşalılığın” sadece iç siyasette kitleleri mobilize etmede başarılı olan bir yön olduğunu, Erdoğan’ın diplomasi konusunda bir devlet başkanı olarak tecrübesi olmadığı yönündeki görüşlere karşı, SETA genel Koordinatörü Duran’a göre “dünya siyasetine şekil veren liderler arasında tecrübe açısından öne çıkanların Putin, Merkel ve Erdoğan’dır”. “Erdoğan iç ve dış siyasetteki uzun erimli tecrübesiyle hem siyasetin aktörlerinin ve menfaatlerinin reel analizini yapabilecek bir yerdedir hem de uluslararası sistemin gidişatını, trendlerini erkenden okuyabilme ve buna bağlı olarak proaktif adımlar atabilme özelliğine sahiptir. Bu özellik Türkiye’nin stratejik konumunun bir sonucu olarak her türlü belirsizliği ve türbülansı önceden yaşamasıyla da yakından irtibatlıdır”. Duran, uluslararası arenada da “Erdoğan etksi”nden söz eder: “Liderler arasındaki müzakerelerle yetinmeyen Erdoğan halkların nabzını tutmayı ve kamuoylarını yanına çekmeyi bilmiştir. Özellikle uluslararası sisteme getirdiği adalet eleştirisi (Güvenlik Konseyi gibi) Batı dışı dünyada büyük bir ilgi çekmiştir. İslam dünyası ve Ortadoğu’da “Erdoğan etkisi” başlı başına incelenmeye değecek mahiyettedir”. Öyle ki, Erdoğan’ın liderliği, “Türkiye’nin en büyük avantajı”dır: “Hem yeni bölgesel stratejik dengelenmede hem de Cumhurbaşkanlığı sisteminin yerleştirilmesinde Erdoğan’ın güçlü liderliği tarihi bir fırsat kapısı durumundadır” (Duran, 2019, Kriter Dergi).

Nitekim Erdoğan, muğlak bir kutsiyete dayanan, sadece Türkiye’nin değil, kurmayları ve seçmeni tarafından, ümmetin ve hatta tüm mazlumların ümidi olarak kabul edilen partiler üstü bir lider olarak konumlanır. Gerek kişisel özellikleri gerek siyasi öyküsü gerekse siyaset sahnesinde “Kasımpaşalılıktan gelen” “delikanlı” söylemiyle, kültleştirilerek bir dokunulmazlık ve kutsiyet atfedilen Erdoğan, güncel bir politik figürün ya da güçlü bir liderliğin de ötesinde hayatın her alanını tanzim etmeye muktedir bir “reis” ya da baba olarak kabul edilir.