• Sonuç bulunamadı

1. HAFIZA, KOLEKTİF HAFIZA ve YENİ HAFIZA

1.3. Başka Bir Kolektif Hafıza: Yeni Hafıza

1.3.1. Yeni Hafızanın İnşası: Dolayımlanan “Yapay Hafıza”

1.3.1.2. Dolayımlama Aracı Olarak Televizyon

Geleneksel anlamda özellikle kolektif hafızaya ilişkin yaklaşımlarda geçmişe dair kavrayışımızın hatırlanan değil, imal edilen bir yapı olduğu kabulü, televizyon ve filmin manipülasyon kabiliyeti yüksel global imaj haznesinin (Boden ve Hoskins, 1995, alıntılayan Hoskins, 2001) dolayımlanmasıyla başka bir noktaya taşınır. Öyle ki, Hoskins, Chamber ve Culbert’in (1996, alıntılayan Hoskins, 2001) 20. yüzyıldaki savaşlara dair kolektif hafızanın hatırlanan geçmiş ile yaratılmasından ziyade, belgelerdeki, televizyon programlarındaki ve sinema filmlerindeki görüntülerle şekillenmiş, imal edilmiş bir geçmiş ile kurgulandığına dair tespitlerinin altını çizer. “Hafıza, sadece elektronik olarak dolayımlanan ve manipüle edilen bir fenomen değildir”, kamusal/kolektif/global bakışın tarafı olan televizyonun her yere yayılabilmesi, onu “(hafıza) üretiminin aracı” kılar. Böylece otantik hafıza, elektronik medyaya, özellikle de “toplumun kurumsal hikâye anlatıcısı olan ve olan hakkında tutarlı bir resim sunan” (Gerbner ve Gross,1976: 76) televizyona devrolur.

Tarihin dolayımlanmasının bir aracı olan televizyonun hafıza inşasındaki rolü, üretim sürecinde toplumun, medyanın ve tarihin iç içe geçtiği daimî ve kolektif işleyişi nedeniyle somut değildir. Öyle ki hafıza inşasının günümüzde bu şekilde “sürekli ve toplu” olarak devam eden bir işleyişe tabi olması nedeniyle, tarihçiler için geçmişin temsili üzerine konuşmak “hareketli bir hedefi vurma çabasından” farksızdır. Ve elbette hafızadaki zaman mefhumunun elektronik medyayla “sonsuza dek” değişimi sadece tarihçileri ilgilendiren bir durum değildir. Bu yeni formda her ne kadar tarihçiler kadar “geçmişe saplantılı” olunmasa da hemen herkes için, her an yeniden sahnelenebilenecek, ortaya çıkabilecek bir geçmiş vardır. Hoskins’e göre, “anın labirenti” (labyrinth of the instant) (Ferrarotti, 1990: 28), “tam olarak elektronik medyanın yeni hafızayı dolayımladığı alandır.” Sobchack, tarihin ne olduğuna dair kavrayışın, bu yüzyılda “şimdi gerçekleşen ve yaşadığımız zamansal boyutta iletilen, üzerine düşünülen”, olanların tek tek gösterildiği, “çok sayıda hikâyenin ve anlama

çeker. Öyle ki, “artan temsili dolaysızlıklar sayesinde, yirminci yüzyıl temsil ve anlatım teknolojileri (en bariz biçimde televizyon) daha önce neye tarih dediğimize dair düşünce tasarımızı biçimlendiren şimdi, geçmiş ve gelecek arasındaki zamansal mesafeyi giderek daha fazla çökertir” (Sobchack, 1996: 4). Şimdiki zamanda konuşması nedeniyle parçalı hafızadaki boşlukları doldurur. “Sadece hafızanın kaynağı olarak değil, TV aynı zamanda bir araç olarak devam eden mevcudiyetiyle de hayatımızda kesin bir istikrarı temsil eder”. 24 saat boyunca dünyadaki gerçek zamana paralel bir gerçek zamanda devam eder. Şimdiki zamanda tarihsel bilinç için bir arka plan ya da ortam sağlar.

Televizyon nihayetinde, yansıttığı “anın dolaysızlığı ve yoğunluğundaki dolayımlama (mediation) yoluyla” “(sınırları, detayları) belirgin” bir yeni bir hafızanın yürütücülüğünü üstlenir. “Herkesi kapsayan bir fenomen olan yeni hafıza, Hoskins’e göre, geç modernite koşullarının oldukça esaslı ve küresel bir boyutudur. Geçmişte yaşanmış bir olayın ortak bir perspektiften “sadeleştirilmiş” versiyonu olan hafıza ile yaşandığı dönemin koşulları üzerinden değerlendirilen bir tarihsel bilinç arasındaki farka işaret eden Novick’in (2000: 4) yaklaşımını hatırlatır. Novick’in hafızanın “zamanın akışına” dair algısının çok dar olduğu görüşünü bir adım ileriye taşır ve yeni hafızanın bu sınırları da aştığını savunur. Televizyon gibi daima açık bir aracının dolayımlanmasıyla oluşan yeni hafıza, bu yoğun dolayımsal işleyişi ile geçmişin temsillerine maruz kalma düzeyini de arttırır. Daimî kuşatılmışlık altında “herkesin her zaman izleyici olduğu” medya tarafından kuşatılmış toplumdaki yeni “dağınık izleyici kitlesi”nin (diffused audience) (Abercrombie ve Brian Longhurst, 1998:68) bu bombardımandan kaçınması neredeyse imkansızdır.

Televizyon, mesaj bombardımanıyla kuşatılmış bir alanda en işlevsel araç olmasına rağmen, geleneksel hafıza aktarım araçlarına kıyaslandığında soyut olması nedeniyle daha zayıf kaldığı öne sürülebilir. Gerçekten de geçmişin fiziksel ve sabitlenmiş temsilleri, yer, dokunma ve hatta koku alma sayesinde, deneyim açısından televizyonda mümkün olmayan bir otantiklik sağlar. Televizyon yapay hafıza aracı olarak, bu anlamda somut bir fiziksel ortamdan yoksundur. Klasik anlamda hafızanın aktarım araçları işlevlerini genellikle belli bir mekânın söz konusu olduğu somut ve deneyim açısından gerçeğe çok daha yakın bir ortamda sürdürür. Bu yüzden

olduğu iddia edilebilir. Fakat, haber yayınları, film, belgesel gibi çok çeşitli versiyonlarla çok geniş bir alanda televizyon çeşitli, soyut ve sahte bir kolektif hafızayı dolayıma sokarken, teknolojik ve sanatsal olanaklar sayesinde, tekrarın, işe yarar malzemeleri bambaşka bir bağlama oturtmanın, malzemeyi içeriğe uygun bir biçimde dönüştürmenin sonsuz imkanlarından yararlanır.

Televizyon görüntüleri bu bağlamda “konjonktürel”dir; imajların yer alma sıklığı, eklendikleri hikâyeler, hikâyelere eklemlenme biçimleri orijinalden ne kadar uzaklaştıklarını da belirler. Herhangi ek bir bilgiye ya da bağlama oturtulmaya ihtiyaç duymaksızın kolektif biçimde aynı anlama gelecek düzeye eriştikleri ölçüde “ikonik”tirler. Ve hatta kolektif hafızaya yerleşmek için tekrarlanma ölçüsü, onları kimi zaman popüler ve erke ait bir görüşün simgesi kılar. Başka bir deyişle, bir kişiyi, olayı ya da yeri temsil eden bir görüntünün farklı mecralarda tekrar tekrar kullanılması görüntüyü bir ikona çevirebilir.

Görüntünün ikonik özellikleri üstlenmesiyle birlikte, onu refere ettiği olaydan ya da hikayesinin anlama ve yorumlama bağlamından koparmak zorlaşır. Hoskins, imaj dizisi üzerinden belli bir bağlamda anlama ve yorumlamanın çevrelenmesini Clinton’ın Monica Lewinsky olayının, sürekli daha önce tesadüfen kaydedilen ve olayın ortaya çıkmasıyla ikonlaşan Clinton’ın Lewinsky’e sarıldığı görüntü ile verilmesi üzerinden ortaya koyar. Arşivde yerini alırken yakalandığı an itibariyle “orijinal ve otantik bir görüntü” olmasına rağmen, vakti geldiğinde arşivden çıkarak 2 yıl boyunca skandalı temsil eden ikonik bir kayda dönüşen bu görüntü, Lewinsky olayında izleyicinin yaklaşımını değiştirir. Öyle ki, sonunda Lewinsky meselesini “yoğun ve kapsamlı bir biçimde telegörsel ve küresel dolayımlamadan (mediation)” ayrı ele almak imkânsız hale gelir. Hoskins, bir olaya dair belli görüntülerin bu şekilde tekrar ederek dolaşıma sokulmasını, Urry’nin (1995) tabirini ödünç alarak küresel “bellek elektronizasyonu” (the global ‘electronification’ of memory) fenomeni, başka bir deyişle elektronik aracılarla hafızanın küreselle boyut inşası, olarak açıklar.

Medyanın imajlar üzerinden hafıza inşasındaki yeri üzerine bir argüman da Freud’un çocukluk anılarına dair çalışmalarına referansla, anıların yaşandığı anlardansa (emergence of memory), oluşum (formation) sürecinin daha önemli

(yaşanmış) anının ortaya çıkmasına mı izin verdiğini yoksa gerçekten yeni bir hafıza mı inşa ettiğini sorgular. “Yakalanan” görüntü, belli bir anı, belli bir çerçevenin içine hapsederek tarihin nihai bir versiyonu olma yolunda yeni bir bağlama yerleştirir. Sontag de, benzer bir şekilde, hatırlama söz olduğunda fotoğrafın videodaki hareketli, kesintisiz görüntülere kıyasla daha büyük bir çıpa olduğunu ve donmuş hafıza çerçevelerinin tek bir görüntü temelinde oluştuğunu öne sürer. Elbette, “bir şeyi yakalamanın hızlı bir yolu” olan fotoğraf “(yakalanan şeyi) hatırlamak için kompakt bir form sağlayan… bir alıntı, bir özdeyiş veya atasözü gibidir” (Sontag, 2003: 22). Fakat hafıza için “çıpa” sayılabilecek ikonik görüntü sadece fotoğraf karesinden ibaret değildir. Özellikle televizyonunun geleneksel aktarım araçlarının aksine somut bir ortam sağlamaktaki yoksunluğuna ilişkin argümana rağmen, ses, müzik, efekt gibi eklentilerle dolayımlanan hareketli görüntülerin fotoğrafla kıyaslandığında çok daha işlevsel olabileceğini göz ardı etmemek gerekir.

Nitekim, Struruken “tarihsel televizyon imgesi”nin, belirlenmiş bir tarihi değil, dolaysızlığı ve sürekliliği sayesinde, bir tür tarihi yapımı uyandırdığını savunurken, televizyonun tarihselleşmesinin (historicization- tarihi eser görüntüsüne bürümesinin) temel unsurlarının tekrarlama, yeniden canlandırma ve “docu-drama” olduğunun altını çizer. Hoskins, Strurken’in yaklaşımını, tam da Clinton-Lewinsky görüntülerini, küresel medya yayılımı ile birlikte, nasıl tarihselleşerek Clinton’unun başkanlığının mirasına “damga”landığı örneği üzerinden doğrular. Artık Clinton dönemini değerlendiren belgesellerin Clinton-Lewinsky görüntülerin dahil etmemesi artık pek de mümkün değildir. Bu bağlamda, TV görüntüleri, hafıza üretiminin yapıldığı birincil “bilinçaltı referans noktası” olarak görülebilir.

1.3.2. “Hafızanın çöküşü”

Connerton, “tarihin yeniden inşasının spesifik uygulamalarını”, “geçmişteki tüm insan faaliyetlerinin, (tarihçiler tarafından) sadece onların izlerini sürerek bilinmesinin mümkün olduğu” gerekçesiyle toplumsal hafızadan ayırır. Fakat Hoskins, elektronik ortamın başka bir tarih inşasına elverişini hatırlatarak artık tarihin

ait) parçalardan ya da insan faaliyetlerinin izlerine ilişkin bilginin bir araya getirilmesinden ziyade, en azından kısmen, zamanımızı tanımlayan medya arşivlerinden tasarlanacak” der (Hoskins, 2001). Öyle ki, tarihe bakışımız da “yaşamlarımızın yoğun ve kapsamlı bir biçimde dolayımlanmasıyla” dönüşür. Keza Nora (1989) da “kolektif mirasın hususiyetindeki bir anının yerini, medyanın yardımı ile, güncel olayların geçici filmlerine bırakmasıyla” birlikte tarihsel algılama biçiminin dönüştüğüne dikkat çeker. Nitekim, tarih yapımında takip edilen insan faaliyetlerine ilişkin izler zamanla yerini televizyonunun ürettiği izlere bırakır; televizyonun var ettiği izler “geçici ve yapay” olduğu gibi, aynı zamanda “açık (explicit) ve kalıcı”dır (Hoskins, 2001). Ve elbette, bu şeffaflığın yanı sıra Samuel’in (1994: 25) dikkat çektiği gibi hafızanın muhafazası giderek daha fazla elektronik medyaya yüklenen bir işleve dönüşürken, “temsildeki yapaylığın farkındalığı” da geçmişin belgelenmesi konusundaki “şüphe bulutunu” canlı tutar.

Hoskins (2001), televizyonu “görsel-işitsel ortamın kolektif hafızaya ve düzenlenmiş bir tarihi temsile katkı sunan” bir araç olarak ele almanın daha uygun olabileceği fikrine rağmen, onu bir “kolektif hafıza kaynağı” (hem tarih yapımı hem de geçmiş haberlerin geri dönüşümü- başka bir anlamda küresel erişim) ve bir “arşiv kaynağı ortamı” ('sabitlenmiş video kaynakları, başka bir anlamda yerel erişim) olarak kabul eder. Günlük haberleri tanımlayan ve doğrulayan medya imajlarına güvenimizin modern çağın bir tarih gerçeği olduğuna işaret eden Tomasulo’ya referansla, akademik alanda, televizyonun rolünün daha somut bir düzlemde olduğunu savunan bir yaklaşımın altını çizer. Ona göre televizyonun “hafızayı ve tarihi yapay bir forma uyarlamasına” istinaden, “medyanın sözel ve görsel muhayyilesinden” uyarlanan tüm şeyler “yeni hafıza”dır. Bu, geleneksel kolektif hafıza kavramından çok daha soyut, geçmişin gerçekliğinden çok daha bağımsız, daha akışkan bir fenomen ve hatta hafıza olduğu konusu dahi tartışmalı yeni bir kolektif yapıdır. Öyle ki yeni hafıza dolayımında medyanın geçmişi çarpıtmanın çok ötesinde bir işlevi olduğunu hatırlatır: İzi sürülemeyen bir geçmiş uydurmak. Bu yüzden, teknolojinin sağladığı görsel imajlarla, sesle ve efektle, modern yaşama ait parçalardan ve insan hafızasının esaslarından devşirilmiş bu yeni bir geçmiş için “hafızanın çöküşü” metaforunu kullanır (Hoskins, 2004). Gerçek, otantik, orijinal parçaların hatırlanması mümkün

olsa dahi, detaycılığı ve yoğun dolayımlama kapasitesiyle medyanın yarattığı hasardan bağımsız hatırlanmanın mümkün olmadığı bir “hafıza”ya işaret eder.

Televizyon ise, daimî ve istilacı bir görsel servisle, geçmişe ait parçaları birbirine karıştırarak, eş zamanlı olmayı eş zamanlı olamaya zorlayarak, zaman kavramını çökerterek (Brose, 2002, alıntılayan Hoskins, 2004), hafızanın ve çöküşünün birincil aracıdır; kültürün yaratıcısından çok, kültürün ve hafıza kavramının karşısındadır (Shandler, 1999: 15-16). Televizyonun, teknolojinin imkanlarıyla hiçbir boşluğa müsaade etmeyecek kadar detaycı bir şekilde kurduğu dünyada, sahnelenenin otantik ya da orijinal olduğuna ikna gücü yüksek bir eğlencelik ya da yapay kurgunun dolayımını üstlenmesi, tarih ve hafıza kurgusunun yanı sıra güncelde olana dair hakiki bir sorgulamaya ket vurur. Üstelik, televizyonun yapısı gereği dolayımın ve yeniden dolayımının diğer tüm araçlara nispeten çok yoğun ve kapsamlı oluşu, izleneninin gerçekliğine dair bir şüphe bulutu her ne kadar diri tutulmaya çalışılsa da kurgunun gerçekliğine aldanmaktan kaçınabilmeye hiçbir zaman tam anlamıyla müsaade etmez.

2. KİMLİK, İDEOLOJİ, MODERN DEVLET VE KOLEKTİF