• Sonuç bulunamadı

4. ARAŞTIRMA

4.4. Çalışmanın Metodu

4.4.3. İzleyici Çalışmaları

4.4.3.3 Televizyon, Hafıza, Tarih: Neden TV Dizileri?

Norman Finkelstein’ın tanımıyla, “Holoskost endüstirisi”nin teknolojik, politik ve kültürel dönüşümlerle birlikte yükselişiyle, hatırlama pratiğimizin değişimini getiren “miras/müze endüstrisindeki” yenilikler hafıza çalışmalarına da yeni boyut getirir. Medyayla kuşatılmış şimdiki zamanda, kolektif perspektifi değiştirmeye yönelik bir tutumla (kolektif yüzleşme) toplumsal bir odak noktası haline gelen geçmiş, aynı zamanda modern yaşamın getirdiği parçalanmışlığa yeni “çıpa”lar bulma umuduyla da bir başvuru kaynağı olur. Hoskins (2001), bu bağlamda kolektivitenin küresel bir boyutta pekiştirildiğinin altını çizer. Teknolojinin yükselişiyle gelen elektronik bağlanabilirlik, kolektif hafızaya dair algının dönüştüğü bu yeni durumun öncelikli sebebidir. “Yeni hafıza”, hatırlama-unutma ya da muhafaza etme-kaybetme dikotomisinden ziyade dolayımlama (mediation) ve yeniden dolayımlama (remediation) üzerinden ele alınır. Fakat medya teknolojilerinin imajları ve artifaktları yakalama, muhafaza etme ve sergilemede ilerlemesi kolektif hafızanın

hızlı ve pratik bir şekilde inşa edilen kolektif hafızanın yok olması da bir o kadar kolaydır. Nora da bu kırılganlığa ve öngörülememezliğe dikkat çeker, hafızanın artık önceye nispeten tahmin edilemez ve kontrol edilemez bir geçmiş sunduğunu vurgular. “Sağlam ve tutarlı bir geçmiş (tasarımı), parçalanmış geçmişimize”, tarihsel devamlılık içeren bir hafıza, tarihsel kesintiler içinde bir hafıza tasarımına evrilir (Nora, 1989: 16).

Kolektif hafıza ve tarih algısı inşadan ziyade, televizyon ve sinemanın manipülasyon kabiliyeti yüksel global imaj haznesiyle elektronik olarak dolayımsal bir faaliyetin çıktısına evrilir. Chambers ve Culbert (1996, aktaran Hoskins, 2001) da bu bağlamda, toplumun 20. Yüzyıldaki savaş hafızasının geçmişe dair hatırlanan malzemelerle yaratılmasından ziyade, belgeseleler ve TV programlarındaki imajlarla üretildiğinin altını çizer. Nitekim “hafıza sadece elektronik olarak dolayımlanan bir fenomen değil, kamusal/kolektif/global görüşün esas mevzii olarak, her tarafa nüfuz eden televizyon, bu üretimin aracıdır. Otantik hafıza, bu yüzden elektronik medyaya, özellikle televizyona devrolur” (Hoskins, 2001).

Livingston (2004), televizyonu “boş vakti, ulusal kültürü, oturma odalarını ve ailevi yaşamdaki modu domine eden bir araç” olarak tanımlar. Bu aslında, kolektif hafıza inşası ve hegemonya arasındaki ilişkiyi alımlama çalışmasıyla sorgulamayı amaçlayan bu çalışmada, neden televizyon izleyicileri ile bir araştırma yürütüleceğinin de özet cevabı sayılabilir. Ulusal kültürden bağımsız olmayan aile yaşantımızın merkezine yerleşmesine müsaade ettiğimiz televizyon tüm sosyal hayatımızın modunu, iletişim biçimini, kavrayışımızı, ilişkilerimizi yöneten en baskın araçlardan biri. Peki ya internet?

Avrupa ve Kuzey Amerika’da, en azından 1950’lerden 1990’lara kadar olan süreçte, pasif bir biçimde “oturma odasında” ulusal bir konsensüse ikna olmuş bir topluluk olarak ele alınan izleyiciye ilişkin tartışmalarda, bugün BBC’nin işaret ettiği gibi “dijital çağda, (TV ile) ilişkisinin yeniden düşünmenin” zaruri olduğu bir dönüşüm söz konusudur. Yerel ve küresel bağlamda, online olmanın sağladığı çeşitlilik tek bir kanaldan bir çoğunluğa akan tek yönlü bir iletişim döngüsünün

çalışmalarının modasının geçtiği iddiasına karşı çıkar; online sistemlerle TV’nin melez bir formda kullanıldığı gerçeğini göz önünde tutarak izleyici çalışmaları üzerine düşünmenin daha sağlıklı olduğuna işaret eder. TV’nin hala politik karar aşamasının merkezinde, günün çoğu saatini işgal eden, popüler kültür için bir odak noktası ve globale açılan “tercih edilmiş bir pencere” olduğunu kabul ederken şunu da sormayı ihmal etmez: İnternet ve internet kullanıcıları, gündem oluşturma görevini TV’den ve izleyicilerden devraldı mı? Livingstone, izleyici çalışmalarının bu soru ışığında bir yol haritası çıkarmaya çalışır.

Yeni medya platformlarında form ve kanallardan ziyade içerikle daha ilgili bir izleyici profili yükselirken, hayranlık olgusu da seyirci grupları parçalanıp çeşitlendikçe önem kazanır. Medyanın, araçların birbirleriyle bağlantılı olduğu, metinler arası geçişlerin yükseldiği, izleyicilerin hayran oldukları kişilerle yüz yüze iletişim imkânı dahi sunduğu bir yapıya dönüşmesi televizyon çalışmaları alanındaki tartışmalara interaktivite, metinlerarasılık, seçimler, hayranlık gibi başlıkların hüküm sürdüğü yeni medya ekseninde yeni bir perspektiften bakmayı gerekli kılar.

Bu noktada, Livingston’ın internet izleyicisiyle birlikte yükselen hayranlık olgusuna dikkat çekmesi, aslında TV ile internetin birbirini beseleyen, destekleyen, mesajı pekiştiren, alımlama biçimini etkileyen birbiriyle bağıntılı araçlar olduğu tespitine varmak mümkündür. Dikkat çekmeye çalıştığı nokta, sadece internet izleyicileri için açılan bir tartışma alanı değil, sabit izleyicinin hem TV hem internetle ile kurduğu bütünleşik bağdır. İlk başta gündem devralma üzerine yönelttiği sorusu bir yana, Livingston, kültürel yapının bireysel medya kullanımını nasıl şekillendirdiği, içerik yazarlarının ve okuyucuların “yaratıcı ve seçici aktivitelerinin” kültürel yapıyı nasıl dönüştürdüğünü sorar. Öyle ki alımlama çalışmalarının yeni teknolojilerinin ara yüzlerini ve dönüştürdüğü içeriği yok sayarak devam etmesi durumunda eksik kalacaktır. Bu bağlamda, bu çalışmanın sorularından biri de izleyicilerin TV dizlerini alımlama sürecinde çevrimiçi platformlardan ne kadar beslendikleri üzerindedir. Dizilerin diğer izleyicileriyle iletişime geçtikleri platformlar, hayranlık olgusu, dizilerin sosyal medya hesaplarını takip etme pratiği gibi çevrimiçi alanın sağladığı promosyon faaliyetlerinin izleyiciler üzerindeki etkisi gözlemlenmeye çalışılacaktır.

Bu çalışmanın, mesele ettiği konulardan biri de popüler kültür malzemelerinin hafıza inşasında işlevsel olduğu durumlarda, hafızanın kıvraklığı ve yeniden inşa hızıdır.

Hafıza geç yaşlarda (demans) kötüleşir, nostaljiden etkilenir, aktaranların kişisel özellikleriyle dönüşür, hepsinden önemlisi kolektif ya da retrospektif hafızayla yeniden inşa edilir. Hafızayı, yeniden inşa eğilimi ve geçmişi yeniden detaylandırmaya açık olması sebebiyle, Bourden (2011: 63-64) “çift taraflı ajan (double agent)” olarak niteler. Zira hem geçmişi çağıran hem de yeniden kuran çift taraflı işleviyle geçmişi tahrif edebilir, şematize edebilir ve başka hafızaları birbirleriyle ilişkilendirilebilir; yalan da olsa geçmişe ait olduğu iddiasıyla aslında doğruluğu olmayan bir bilgiyi depolayabilir. Kesintiye uğrayarak devam etmeyen hafıza, hayatı birbiriyle bağdaşmayan parçalara ayırır. Bu yüzden, yaş ve nostalji gibi öğelerle yıpranmış durumlara nazaran geçmişi bir şekilde yeniden inşa etmeye daha fazla muhtaçtır. Bu yeniden inşa süreci, doğal süreçlerin ötesinde bir kayma (dislocation), altüst olma halini de beraberinde getirir. Bu kayma halini Torfing (1999: 301), bütün benzer sosyal boyutların mevcut çatlağı ve olayların içselleştirilmemiş, sembolize edilmemiş olmasının sonucu olarak söylemin stabilize olmama hali olarak niteler. Bu yüzden, bu nitelikte bir kaymanın söz konusu olduğu hafıza çok daha “kırılgan ve kıvraktır” (Reifova: 2015).

İçselleştirilememiş, sembolize edilmesi için gereken süreyi kat edecek kadar olgunlaşamamış olayları depolayan bir hafıza, kırılganlığı sebebiyle potansiyel tehlikelere karşı sürekli teyakkuzda olsa da henüz kök salamamış olması sebebiyle de kıvraktır. İçselleşmemiş hafızanın kırılganlığını göz önünde bulundurmak, Türkiye’deki egemen söylemin sürekli kök salmış iç ve dış tehditlere karşı kesintisiz mücadele üzerine kurularak, kitleleri her daima “düşmana karşı gözü açık” tutma taktiğinin çalışmasını anlama yolunda önemlidir. Bitmek tükenmek bilmeyen bir mücadele ve mağduriyet hatırlatması üzerine kurulmuş söylem, hafızanın kırılganlığı göz önünde bulundurulduğunda daha anlamlı bir boyuta yerleşir. Fakat, bu tür hafızanın bir diğer özelliği ise kıvraklığıdır. Bu da yine farkında olarak, egemen sınıfın elinde kolektif hafıza inşasında avantaj olarak kullanılan bir anahtara dönüşür ve bu çalışma bağlamında şu soruları beraberinde getirir: Gündemle birlikte ışık hızıyla

müdür? Toplumsal meşruiyet ve rıza gözeterek mevcut koşullar gereğince egemen söylemin yönünün sürekli değiştiği hızlı bir akışta, kolektif hafıza inşası buna ayak uyduracak nitelikte hızlı kurulup bozulabilen bir yapı mıdır? Gündemle paralel konular da içeren dizilerin bu hızlı inşa sürecinde tamamlayıcı bir rolü olduğundan söz edilebilir mi? Bu çalışma, kolektif hafızanın anlam üretmedeki desteğini popüler hafızanın hızı ve kırılganlığı eksenin de sorgulamayı amaçlar.