PAZARGUNESI
GÜNEŞ'İN İKİNCİ GAZETESİ AYRICA PARA İLE SATILMAZVehbi Koç’un “sağ kolu” Bernar Nahum,
Koç Holding İmparatorluğu’nu anlattı:
i 1925'lerde araba satmak için
zenginlerin peşinde koşardım 9
□ 1950 senesine kadar
sadece
2enginlerin
otomobili vardı demek
ne dereceye kadar
doğru olur
bilemiyorum.
Çünkü,
bazı zengin
kişiler vardı ki,
peşlerinden araba
satmak için çok
koşardım, ama bir türlü
almak istemezlerdi.
Otomobili daha çok
meraklıları alırdı.
C İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra
yurdumuzdaki tüm araç
sayısı yaklaşık beş bin
kadardı. Bu tarihten
sonra bir
yeniden doğuş
söz konusudur. Mevcut
acentelere ilaveten yeni
kurulan acenteler
sayesinde, Avrupa ve
Amerika’dan taşıt
araçları daha geniş
miktarda getirilmeye
başlanmıştı.
D
ü n y a d a
işadamı seçi
yılın
len
Vehbi
Koç’u “ Çok
çalışkan, işini gayet
iyi bilen, yanında
çalışan insanları çok
iyi seçen bir insan”
olarak tanımlayan
Bernar Nahum, 1985
Aralık ayında ilk
Taunus otomobil
çıkarken Vehbi Koç’la
birlikte... Beyaz
Taunua’un üstünde
0000001 rakamı
dikkati çekiyor
B
UGÜN Türkiye’de Tofaş, Renault ve
Otosan fabrikaları otomobil imal edi
yor. 1986 yılında bu üç fabrika sıra
sıyla 42 bin, 34 bin ve 7 bin olmak üze
re toplam 83 bin adet otomobil imal edip sattılar. Yi
ne geçen yıl, yaklaşık 10 bin adet otomobil ithal edil
di. Buna karşılık yerli imalattan da 3 bin adet otomo
bil yurt dışına satıldı.
T
ÜRKİYE’de üretilen otomobiller, Ba-
tı’daki otomobillerden kalite itibariy
le daha iyi... Çünkü, üretim adeti dü
şük olduğu için kalite kontrolü daha
dikkatli yapılıyor. Meselâ bugün günde 50 Taunus
üretilmektedir. Doğan, Kartal, Şahin ve Serçe ise
günde 200 adet yapılmaktadır. Renault’un günlük
imalatı ise 140 dolayında...
.
^
•
-•
*
m
Türkiye'de araba sayısının artması, kurmuş olduğumuz otomo bil sanayii sayesinde olmuştur. Eğer ithalata kalınmış olsaydı, hiç bir zaman bugünkü sayıya ulaşılamazdı. 1986 yılı sonunda Türki ye'deki otomobil parkı bir milyon adete ulaşmıştır.
K
oç
H olding deyince akla ge len ilk isim di yebiliriz. B e r nar N a h u m
için... Vehbi Koç ile 1935 yılın dan beri tanışıyor... Ö nce reka
bet sonra yıllar ve yıllar süren iş arkadaşlığı... Türkiye'de oto mobilin rom anını da bu iki ar kadaş başlatıyor... B u gü n k ü otom otiv en düstrisinin baba ları oluyor... 1943 yılında birlik te başladıkları iş yaşamı, yerle rini sonraki kuşaklara bırakmak amacı ile başka alanlarda süre cek...
Bernar Nahum ile otom obi lin romanını yazarken K oç Hol- d in g 'in romanını da yazdık.
Bernar N ah um ’u , U lu s’daki evinde so n derece titiz bir za manlama hazırlığı içinde bul duk... Belli ki onun d ü n y a sın da her şey sistemli, düzenli... Sistem kurma k o n u su n d a hız lı... Ne tür bir yazı oluşturaca ğımızı öğrendikten sonra onu kafasında tasarlıyor ve so ru la
rımızı dikkatli bir u slü p içinde yanıtlıyor:
—İş hayalınıza hangi yılda baş ladınız?
“ iş hayatıma, 1928 yılının 1 Haziran günü İstanbul’da başla dım. Yeni kurulmakta olan Ottaş Şirketi, Butck acentalığını almış tı ve Galatasaray’da bir mağaza açıyordu. Otomobile karşı büyük bir merakım olduğundan kararı mı verdim ve işe başladım. O za manlar ülkemizde otomobil, an cak yabancılarda ve çok zengin birkaç kişide bulunuyordu. Yani otomobil sahipleri parmakla gös terilirdi. O devirde otomobil tica reti yapmak çok zor bir işti. Se nede birkaç otomobil satabilen başarılı sayılıyordu.”
—O zamanki otomobil piyasa sı nasıldı?
“ 1928 yılında İstanbul’da kayıt lı yaklaşık 250 adet özel otomo bil vardı. Ankara’da 60, İzmir’de 40, Adana'da ise 15 civarında özel otomobil olduğunu tahmin ediyorum. 1939 senesine kadar memleketimizdeki toplam otomo bil sayısı ancak 4000 adeti bulu nuyordu.”
—O zamanlar Islan bul'un sınır ları neydi?
“Bebek’ten İstinye’ye gitmek için Taksim’e çıkarak Maslak yo lunu izlemek gerekirdi. Çünkü sahil yolu yoktu. Şehrin sınırları nı Edirnekapı, Topkapı ve Şişli oluşturuyordu. Muhakkak ki, bu güne oranla çok daha derli toplu bir görüntüsü vardı. En uzak nok taları, Avrupa yakasında Bebek, Anadolu yakasında ise Kadıköy, Moda ve Üsküdar'dı. Tabii Bo- ğaz'da köyler bulunuyordu ve bu ralara Şirket-i Hayriye vapurları ile gidip gelinirdi.”
BERNAR NAHUM
KİMDİR?
İ
stanbul'da 1911 yılında dünyaya gelen Bernar Na hum, Musevi Lise si 'nde 11. sınıfa kadar öğrenimini sürdürdük ten sonra iş hayatına atıldı. 58 yıllık çalışma hayatında sadece iki şirkette çalıştı. Bu süre içinde de üç sekreteri oldu. 1940 yılında evlenen Nahum, üç çocuk babası.44 yaşındaki kızı Kanada'- da yaşamını sürdürüyor. 39 yaşındaki oğlu Claude Na hum ise Koç şirketlerinden Kof İsa 'nın Cenevre 'deki Ge nel Müdürüdür. 37 yaşında ki öteki oğu Jan Nahum da yine Koç grubundan Oto kar'm Genel Müdürüdür. Na hum, dört torun sahibi. — Ulaşım nasıl sağlanıyordu.'
“ Fayton, tramvay ve 1925’ten itibaren de taksilerle ulaşım sağ lanmaya başladı. Yürümek de önemli bir yer tutuyordu. Unut mamak gerekir ki, 19. asır orta larında ilk fayton arabası Osmanlı imparatorluğu’na geldiğinde yal nızca padişah tarafından kullanı lıyordu. Daha sonra vezirler ve paşalar da faytona binmeye baş ladı. Fayton, halka ancak 1880 yı lından sonra intikal etmeye baş ladı. Tramvaylar başlangıçta at ile çekiliyordu. 1913-1915 sene lerinde elektriğe döndü. Tramvay g ü z e rg a h la rı Ş iş li-F a tih ve Edirnekapı-Bebek arası idi.”
— O tarihlerde İstanbul'da kim
lerin arabası vardı?
"İstanbul’da yaklaşık 250 özel otomobil bulunduğunu yukarıda
söylemiştim. Bu özel otomobille rin sahiplerini şöyle sıralayabili rim. Bir kısım ecnebiler, Robert College profesörleri, bazı banka ların genel müdürleri, bir iki ga zete sahibi, ünlü ve zengin aile ler, birkaç doktor. Tüccarlar he nüz otomobile merak sarmamış- lardı.
—Arabaların markaları neydi?
"O tarihlerde Studebaker, Ford, Chevrolet, Dodge ve Buick arabaları piyasanın önde gelen markaları idi.”
—Daha çok Amerikan arabaları vardı diyorsunuz. ■ ■
"Amerikan arabalarının marka sı bunlardı. Ayrıca küçük bir mik tar da Lancia, Fiat ve Austin gi bi Avrupa arabaları mevcuttu. '
— 1950 senesine kadar sadece zenginlerin arabası vardı...
"Aslında zenginlerin arabası vardı demek ne dereceye kadar doğru olur pek bilemiyorum. Çünkü bazı zengin kişiler vardı ki, peşinden araba satmak için çok koştum ama bir türlü almak iste miyorlardı. Otomobili daha çok meraklıları alıyordu. O zamanlar otomobil, yeniliklere karşı duyu lan meraktan ileri gelen bir tut kuydu.”
—O zamanlar fazla ihtiyaç da söz konusu değildi... ”
“ Yolların olmaması veya çok bozuk olması özel otomobil ihti yacını uzun bir müddet sınırlı tut muştur.”
—Otomotiv ticareti nasıl geliş ti?
"O tarihlerde, bilhassa otomo bil ticareti amacıyla kurulmuş fir malar memlekette bir nakliye ih tiyacının da ortaya çıkmasıyla bir likte çalışma sahalarına kamyon ticaretini ilave etmek mecburiye tinde kaldılar. O devirde Trakya' da bir miktar toprak karayolu ve bazı bozuk yollar vardı ama Ana dolu'da yol yok denecek kadar azdı. O günlerde memleketin po litikası, dem iryollarına doğru meylediyordu. Anadolu'da demir yolları başladığı zaman bunlara ağır malzeme taşımak için kam yon gereksinimi de doğdu. Böy- lece ülkemize kamyonlar da gir meye başladı. Demiryollarının ya pımı ile birlikte nakliyatı temin et mek amacıyla servis yolları yapıl maya başlandı. Bu yollar saye sinde demiryollarına malzeme ta şıyan kamyonlar, yüklerini boşalt tıktan sonra o bölgelerin malları nı pazarlara götürmeye başlamış lardı.”
—Karayolları nasıl gelişti?
"1950’den önce yoliar çok bo zuktu. Karayollarının ilk ge nel müdürleri Vecdi Diker, Daniş Koper, Orhan Mersinli ve Tahsin Önalp, Amerikan stabilize siste minin Türkiye’ye uygulamasını
RÜŞTÜ SARDAĞ
» »Şinasi Özdenoğlu
anımsattı da
Ç alrler içinde talihsiz y olanlar yok mu?
İşte Özdenoğlu. on lardan biri. Zeki Ömer
Defne gibi, Sald Maden
gibi.. Sağ diyemez, sol ■ diyemezsiniz. Yıllar yılı yalnız şiir ve sanat peri sinin kanatlarına takılmış gidiyorlar. Toplum mu, elbette toplum, insan mı, elbette insan; ama önce şiir...
Anatole France haksız mı? “Efendim, her şair biraz delifişektir’’ demiyor da,
açık açık “Şair tam delidir'' deyiveriyor. “Kesin, şi
irinden bir dizeyi, soyutlayın bir iki söz toplulu ğunu; şairdeki deliliği, görün o zaman’’ diyen alay
cı yazar haksız da sayılmaz.
“Güzelin kadrini kim bilecek, O aptal kocalar mı?’’
diyor, Özdenoğlu. “ Hangi mahallede imam yok,
ben orada öleceğim" deyiveriyor Dağlarca. Tek ba
şına ve soyutlayarak alın sevgili Nuhib'in ünlü şiiri ni:
"Ne güzel komşu muzdun sen Fahriye abla." “Küt" diye, damdan düşer gibi bir laf eylemek ge
lir, hep şair aklına. Ama bütünleştikleri zaman öteki dizelerle, insanda, bugüne kadar söylenmemiş gü zellikler izlenimini veriyor, imam istemeyen Dağlar ca, nasıl bağlıyordu:
“ Müslüman değil miyim, hâşâ! İstemiyorum kalabalık."
Ve bir yüce güzellik ekleniyordu buna:
‘ Omuzlardan omuzlara geçerken sallanmayayım Ki bütün azaların hülyâda."
Sairlerin, şair olmayanlardan en büyük ayrımı bu: Bir başka, bir yeni, bir söylenmemiş sanısını uyandı ran•_ söyleyişlerin sahipleri olmaları.
Özdenoğlu'nun en son kitabındaki o iki dizeyi,
şimdi yuvasındaki öz sıcaklığı içinde okuyalım:
“Şair sevmeyip de kim sevecek? Hacılar, hocalar mı?
Güzelin kadrini kim bilecek? O aptal kocalar mı?"
★
Şair doğmuşuz, elimizde kalem. Kalemin gücünü bilen var mı? O şiirler ki yıldızlar kadar ölümsüz... Haberiniz var mı?"
Şairi tanımlıyor Özdenoğlu
Şairi, şiiri, dünya kurulalıdan beri tanımlamışlar. Ta nımlanmaz ki! Şiir ne değildir, belki bu açıklanabilir.
Şehbâl dergisi, yanm yüzyıl önce bir yazardan ma
kale istiyor; bir de fotoğrafını. Yazar, “ Şehbâl der
gisi, resmimi istemişsin, onu memnunlukla gön derdim. işlerimin çokluğu yazı yazmaya olanak bı rakmadı" diyecek, ama işi şiirleştirmekten vazgeç
mez:
Resmimi istemişsin, ey Şehbâl! Anı memnûnen eyledim irsal. Maksadım bir makaale yazmak idi. Buna mâni oldu Kesret-î iş- gaal.”
ister aruz, ister hece, isterse serbest ve ölçüsüz olsun, tartılı, tartısız, uyaklı, uyaksız olsun. Bunun şi irle ilgisi yok. Gereksiz söz doldurmacılığının, kendi sinden önce söylenmişi, söylenmemiş sanmanın şi irle ilgisi yok. Başka dile çevrilişinde hiçbir şey söy- leyemeyen dizelerin, şiirle şairle ilgisi yok. Yalnız şi irde değil, düz yazı sanatında da bu ortak nitelikler hep var ya, şiir de, şair de, bir de illüzyonistler gibi
habbeyi kubbe yapma, insanı ortasından keserek ye
niden diriltme sanatı var.
İşte Ş/nasI özdenoğlu, her biri ayn güzellikteki us ta şiirlerden ayn olarak “Şair kim?"e yanıt veren dört şiir yazmış.
“ Şair odur kİ, ustaca söyler sözü. Şair olanlar farkeder, hünerdeki özü. Biz söylerken susar başkaları. Yıldızlarla donanır gökyüzü”
Akıl ve şiir
Özdenoğlu “ akıT’la “ ş iir"i yanyana getirip, ayrım
lar çıkarırken, dizelerinin benzemezliğine sığınır:
“ Akıl başka şeydir, şiir başka şey. Aklı rafa kaldırmak için yazılır şiir. Ruhumuz kaçar kötülüklerden,
Uzak bir buluta sığınır.
Aradığınız dünya belki de budur" Bu kadar güçse, neden...
Şiir bu kadar güçse, neden tonlarla şiir yazılır? Ka leme, mürekkebe yasak mı var? insanlık şiire böyle- sine tutkun olunca. “ Onu ben de yaparım ’’ sanısına niye engel olalım?
Ama Özdenoğlu, bu boşuna emekler için tatlı si temlerden kendini alamıyor. Amaç, sahte ozanı döv me değil elbet. Gerçek ozanlığa ampul yakma:
“ Saçlı, sakallı insanlar tanıdım, Başlarında şiirin heyheyleri Kırk yıldır uğraşır, dururlar. Şiiri hayal ettiklerinden."
“ Bir zamanlar gözdeydi şiir" derken yumuşak si
tem ağlarını ne güzel germiş, şiire oynamak isteyen lere, Özdenoğlu:
“ Sultanlar özendi bir zamanlar, Fâtih'ten Süleyman'a dek.
Rahmet-i Rahmâna kavuştu bülbül. Şiire kargalar üşüştü."
★
“Zor iştir şairlik zenâatı Söyledik, anlatamadık. Vaktâ ki şiir ayağa düştü Kırdık kalemi, aşka düştük"
Yıldızlara karşı
Sevgili Özdenoğlu’yu Mustafa Kemal’cişiirleriy le de iyi tanıyoruz, toplumcu şiirleriyle de. Ama bu ülküsel şiirlerini bile duygu ve lirizm emzirmesin, mümkün değil.
“Analar, kimdir bu erkek çocuklar? Emzirin kİ erken konuşsunlar. Kemirerek zehirli bitkisini insanlığın Acılarla, Ve aşklarla, Sarmaşdolaş... ★ Emzirin ki Suskunluklar içinde, Korkaklara karşı Dertli topraklarının Bir an önce Derdini haykırsınlar; Yıldızlara karşı..."
Özdenoğlu; sesin, musikinin, sanat ateşinin ve in
sancıllığın yanında. Bütün bunların yanında olmakla elbette şair olunmaz. Bunları karacak el gerek? Kendi hallerindeki ufarak ve dilsiz sözcüklerden şiirin asıl alanına ulaşabilmek gerek. Onun ‘ ‘Şairler Böyle Se
ver" adiyle topladığı (★ ) son kitabı, bu becerinin ka
nıtı. “ Roma böyle güzelken" şiiri ile yazımızı bağ layalım:
“Bu heykel kalacak ve ben öleceğim. Yerde dağılmış çiçekler ve en güzel Eylül.. Seyredecek bu heykel, donmuş güzelliğiyle Ölüm kadar görkemli eşsiz yalnızlığı. Bu heykel, bir zamanlar sevmiş, sevilmiş. Pişmanlıklarla avunan bir deliymiş. Onun, sereserpe gezindiği bahçede Kadınları baştan çıkaran şiirmiş.
Tanrım, nasıl böyle ölünür, hayat böyle güzelken! Tut ki ölüm gerçekten
Dirilirim mutlaka yaşamak için son kez Bıraktığım yerden. "
“Ve ben hep seveceğim, Roma böyle güzelken. Ve zaman, sürdürecek bu eşsiz yalnızlığı. Heykel gülümseyerek durduracak zamanı Ve ben ölmeyeceğim, Roma böyle güzelken.”
Güzel bir hafta tatili dileğimle ve saygılarımla. ( i t ) "Şairler B öyle S e v e r": Şinasi Özdenoğlu. Şi irler. İsteme adresi: PK 303. Yen i şehir-A NKA RA.
’ Üstte, Bernar Nahum 1956'da bir baloda eşi ile dansedi-
yor. Yukarıda sağda, Vehbi Koç İSOSEM'deki Oto-83 ser gisini gezip bilgi alırken. Sağdaki resimler: Koç, Türkiye’ deki otomotiv sanayiinin kurulmasını, Ford’un teknik yar dımı ve hükümetin desteği ile gerçekleştirdi. Yapı Elek tro ve Otomotiv 84 Fuarı'nı gezen Vehbi Koç “ Bu gibi fu arlar, maneviyatımı yükseltiyor” demişti.
Otomobilde kalite yüksek,
Ahmet Binbir (ayakta] Suna.Kıraç ve Yüksek Pulat ile birlikte...
AHMET BİNBİR
“ K endi işimmiş g ib i...”
B
ERNAR Bey hakkında yazı yazmanın çok zor olduğunu düşünüyorum. Biz iş hayatında 30 yıldır beraber çalışıyo ruz. Onun insancıl ve eğitici karakterinin ve zaman zaman da işin üzerine gidişinin, benim iş hayatımda büyük tesirle ri olduğunu söylemeyelim.Birkaç mühim yaşadığım anlar var ki, benim hayatımda unutamayaca ğım noktaları teşkil etmektedir.
Ben Trabzonlu Binbirçeşit Mağazaları sahibinin oğluyum. Kendimize ait işi ailevi sebeplerle bırakarak, A nkara’da Bernar Bey'in müdürü bu lunduğu Otokoç şirketine 1952 yılının sonunda iltihak ettim.
İlk maaşımı birkaç gün gecikme He aldım. Patronken memurluk hissi gel mişti bana. Bunu Bernar Bey duymuş olacak ki, beni yanına çağırarak, komisyon esasına dayanan, Amerikan Yardım Heyeti'nde çalışan Ameri kalılara Ford otomobili satış işini verdi. Odasından çıkarken de, ' ‘Sen tüc car çocuğusun, tüccarlığını bırakma. Aydan aya alacağın parayı da ko misyondan alacağın gelirinden mahsup ederiz" dedi.
Evet Bernar Bey, herşeyden evvel fevkalade bir psikologdur. Bugüne kadar Koç Grubu'nda çalıştığım yerlerde kendi işimdeymişim gibi hare ket ettim.
Bir yıl Otokoç’ta çalıştıktan sonra, pek istekli olmamama rağmen Türk Traktör Fabrikası’na geçtim.
Bernar Bey, “ Madem bizden ayrılıyorsun, oradaki işi en inceliğine ka dar öğrenmeye çalış; ilerde belki tekrar görüşürüz" dedi. *
5 yıl kadar Türk Traktör Fabıikası’nda çalıştım. Bir gün Bernar Bey, “ Sen
montaj sanayiinde artık yetiştin. Vehbi Bey'i ikna ettim. Seni Otosan şir ketine müdür tayin ediyoruz" dedi. Hiçbir teferruat konuşmadık. Zira Bernar Bey kararını verdiği zaman sonuna kadar onu tatbik etmek için her gücü nü kullanırdı.
İstanbul’a geldikten bir müddet sonra Otosan fabrikasının inşaatına baş ladık. Bu devrede Bernar Bey halen Ankara 'da bulunuyordu. İnşaatın du rumu hakkında beni he r gün telefonla arardı. “ Tesviye turabiye işleri bitti mİ? Nasıl gidiyor, blokojı tamamladılar mı? Daha birçok teferruatı sorar dı. " Bunlardan en enteresanı bir gün, “ Kaç kolon dikildi ve döküldü?" diye sordu. Ben kendisine, “ Ne kolonundan bahsediyorsunuz?" diye so runca, "Kuzum Ahmet 'çiğim, 1001 direkten bahsetmiyorum. Fabrikanın çatısının oturacağı kolonlardan bahsediyorum" dedi.
Evet, Bernar Bey'in işi bu teferruatıyla takip edişi sayesinde 14-15 ay lık inşaatı, 11 ayda bitirmiştik.
Otosan fabrikası faaliyete geçtikten sonra Bernar Bey işini İstanbul'a nakletmişti. Her gün devamlı surette para işini ve imalatı takip ederdi.
Bizde de para ve imalatı takip alışkanlığını yarattıktan sonra yakamızı bırakmıştı.
Bu takipçiliği, Koç Holding'in çalıştığım muhtelif işlerinde daima uygu ladım. Bu âdeta bende de bir alışkanlık haline dönmüştü.
Bernar Bey, Koç ekolünde hiç şüphesiz başta gelen sayılı isimlerden dir. Ve kanımca, Türk otomotiv tarihinde ve Koç Holding’de unutulmaya cak bir isimdir.
Başı a ra fı I. Sayfada
çok iyi bir şekilde gerçekleştir mişlerdir. Zaten bundan sonra otomotiv işleri genişlemeye doğ ru gitmiştir. O devirde Konya’dan Ankara’ya gidilemezdi. 1934 se nesinde ilk defa Konya’ya gitti ğimde yol tam 14 saat sürmüştü, şim di Ankara’dan Konya’ya iki buçuk saatte gidiliyor.”
—O tom obilcilik nasıl gelişti?
"ik in c i Dünya Savaşı’ndan sonra yurdumuzdaki tüm araç sayısı yaklaşık 5 bin kadardı. Bu tarihten sonra bir yeniden doğuş söz konusudur. Mevcut acente lere ilaveten yeni kurulan acen teler sayesinde, Avrupa ve Ame rika’dan taşıt araçları daha geniş miktarda getirilmeye başlanmış tır. Bu durum 1955 yılına kadar sürmüştür. O tarihte memleketi mizde 18.500 kadar otomobil, 26.000 kadar kamyon ve kamyo net vardı ki, Türkiye'nin toplam
araç parkını bunlar oluşturuyor du. 1956 senesinde Verdi Kar
deşler, Tuzla’da bir jeep montaj
fabrikası kurdular. Gazetecilerin bir zamanlar çok tenkit ettiği ve 'ambalaj sanayii’ dedikleri tanım lama burası için kullanılabilir. Çünkü, jeepin tüm parçaları dı şardan geliyor ve burada monte ediliyordu. Sadece döşemesi yer li olarak yapılıyordu. Bu durum 1960 senesinde Otosan kurulun caya kadar Sürmüştür.”
Vehbi beyle
tanışması
— 1955 yılına kadar siz nereler de çalıştınız?
“ Ben 1928 senesinde girdiğim Ottaş Şirketi’nde 1943 yılına ka dar kaldım. 1938 yılında Ottaş'ın Ankara Müdürlüğü'ne tayin edil dim. Böylece 5 yıl süreyle Vehbi Koç Bey’e rakip olarak çalışmış oldum.”
— Vehbi Koç Bey o tarihlerde ne
işlerle meşgul oluyordu?
"Vehbi Bey diğer çok çeşitli iş leri arasında bir de Ford bayiliği ni deruhte etmekteydi.”
— Vehbi Bey‘i ilk olarak nere
de gördünüz?
“ Kendisiyle 1938 yılında Anka ra’ya müdür olarak gittiğim za man tanışmıştım. Daha sonraki yıllarda çeşitli vesilelerle kendi siyle temas etme fırsatını bul dum.”
— Rakibiniz Vehbi Bey'i nasıl tanıyorsunuz?
“ Aslında Vehbi Bey rakip de ğildi. Vehbi Bey’in Reşit Katipoğ- lu isminde bir müdürü vardı. Ken disi otomobilden çok iyi anlardı. Harp yıllarındaki işsizlik dönemin de Reşit Katipoğlu Bey işten ay rıldı ve Vehbi Bey müdürsüz kal dı. 1943 yılında bana kendi şirke tinde çalışmak üzere teklifte bu lundu.”
— O zamanlar Vehbi Bey’i na sıl tanırdınız? özellikleri neydi?
“ Vehbi Bey, 'Koçzade Vehbi’ firmasının sahibiydi. Çok çalış kan, akıllı, işini gayet iyi bilen bi riydi. Yanında çalışan insanları çok iyi seçerdi. Bunların işlerini iyi bilen insanlar olmasına çok dikkat ederdi. Ayrıca kendi çalış ma temposunu yanındakilere de aşılardı.”
Koç camiasına
transfer
—Kendisi ile ne zaman birlikte çalışmaya başladınız?
“ 1 Ocak 1944 tarihinde Koç Ti caret A.Ş.’de Otomobil Şubesi Müdürü sıfatıyle işe başladım. Tam 43 sene birlikte çalıştık. Bu 43 senelik dönemde, ilk olarak Ankara'da Otokoç Şirketi kurul du ve ben de o şirketin ortak mü dürlüğüne geçtim. 1950 yılında İstanbul Ford bayiliği grubumu za geçti. İzmir Ford bayiliği ise 1952 yılında grubumuza intikal etti. 1954 yılından itibaren Ford işlerinin yanısıra Fiat işleri ile de meşgul olmaya başladık. Fiat şir ketinin işlerini yürütmek maksa dıyla birçok yeni şirket kuruldu. İşlerin gelişmesi, Ankara’dan ta kip etmeyi zorlaştırdığında zaten İstanbul’a geçmiş bulunan Veh bi Bey’in yanında olmak amacıyla
1962 yılı sonlarında İstanbul’a döndüm. Ankara’da tam 25 sene kalmıştım Koç Holding’in kuru luşundan 31 Aralık 1986 tarihine kadar yönetim kurulunda görev yaptım. Bu tarihten itibaren yöne tim kurullarında bulunduğum di ğer şirketlerle birlikte Koç Hol- ding'den de ayrılmış bulunuyo rum. Yalnızca grubun Ankara'da Otokoç, İzm ir’de Egemak ve İs tanbul Lastik Tevzi A.Ş. şirketle rinin yönetim kurullarındaki göre vimi şim dilik sürdürmekteyim. Koç camiası ile maddi ve mane vi bağlarını aynen muhafaza et mekteyim.”
—1955 'terden sonra araba sayısı kaça ulaştı?
“ O yıllarda Türkiye'de toplam araç parkı 44.500 civarındaydı. Araba sayısının artması, kurmuş olduğumuz otomobil sanayii sa yesinde olmuştur. Eğer ithalata kalınmış olsaydı hiçbir zaman bu günkü sayıya ulaşılamazdı. 1986 yılı sonunda Türkiye'deki otomo bil parkı 1 milyon adede ulaşmış tır.”
— Çok düşük bir rakam...
“ Uluslararası istatistiklere ba kılırsa gerçekten düşük bir ra
kamdır. Gelişmemiş şehirlerde yaşayanların, bulundukları yerde hayat seviyeleri yükseldikçe oto motiv sanayii için birer potansi yel haline geleceklerdir. Mesela GAP projesi tamamlandığı za man Urfa, Türkiye’nin Dallas’ı olacaktır.”
—Ben kısaca ilk A n a d o l’dan söz etmenizi rica edeceğim...
“ 1956'dan sonra memleketi mizdeki döviz sıkıntısı ve otomo bilin lüks addedilmesi yüzünden zaman zaman çıkan ithalat kota larında nadiren otomobil tahsisi çıkıyordu. O tarihlerde sefaretler ve m em leketim izde bulunan Amerikan personeline ait olanlar dışında pek fazla otomobil girmi yordu. 1963 senesinde yatırımı nisbeten az olan fiberglass oto mobil yapmayı düşündük. Bu sis tem, General Motors'un pahalı Corvette otomobilinde, İngiltere’ de Reliant fabrikasında ve bir de İsrail’de kullanılıyordu. Büyük el emeğine ihtiyaç gösteren bu sis temi o devirde işçilik ucuz oldu ğu için Anadol otomobilinde kul landık ve 26.000 TL. gibi bir fiyat la satma imkanını bulduk. O za man için dahi çok ucuz sayılan bir fiyatla piyasaya çıktık. 1971
senesinin Şubat ayında ilk sac Murat otomobilini piyasaya çıkar dık. Aynı senenin sonunda Rena ult otomobil çıktı. Bu iki sac oto mobil karşısında da Anadol’un imalatına büyük bir muvaffakiyet le devam edilerek satılmıştır. 1978 senesinde 77.000 Anadol imal edildikten sonra fabrikasyo nu durdurulmuştur. Anadol oto mobili memleketimizde o gün his sedilen bir ihtiyaca cevap vermiş ve büyük bir ekonomik rol oyna mıştır. Bu gelişmelerden sonra memleketimizin otomobil sayısın da çoğalma başlamıştır.”
—Bugünkü otom obil sanayiini nasıl görmektesiniz?
“ Bugün Türkiye’de Tofaş, Re nault ve Otosan fabrikaları oto mobil imal etmektedir. 1986 se nesinde bu üç fabrika sırasıyla 42.000, 34.000 ve 7.000 olmak üzere toplam 83.000 adet otomo bil imal edip satmışlardır. 1986 senesinin kati istatistiki rakamları elimde olmamakla beraber yak laşık 10.000 adet otomobilin ithal edildiğini tahmin ediyorum. Buna mukabil yerli imalattan 3.000 adet ihraç edilmiştir. Bu durum da Türkiye piyasasına net olarak 90.000 adet yeni otomobil girmiş tir. Memleketimizde büyük gö züken bu rakam bir ispanyayla karşılaştırıldığında onda birini da hi tutmadığını görmekteyiz. İstan bul, Ankara ve İzmir’deki sokak lar otomobil ile dolu gözükmek tedir. Memleketimizdeki otomobil adedinin artışı, bu üç ana şehri mize bağlı kaldığı müddetçe bü yük gelişmeler beklenemez.”
— Yani büyük şehirler dışında
pazarlar gerekmektedir...
“ Adana, Konya, Antalya ve Bursa gibi şehirlerimiz bir oran dahilinde gelişme göstermekte dir. Ama bu şehirler gibi mesela Samsun, Trabzon, Erzurum, Di yarbakır, Kayseri gibi şehirlerdeki otomobil satış oranı asgari 5 ka tına yükselmediği müddetçe yıl lık otom obil satışımız azami 150.000 adette kalmaya mah kum dur."
Yerli otoya
rağbet
—Sizce bu rakamlar 2000 yılın da ne olabilir?
“ 1990’lı yıllarda ülkemizde yıl da 150.000 adet otomobil satıla bileceği kanısındayım. Ondan sonra neler olabileceğini tahmin etmek çok zordur. O tarihlerde memleketimizin sosyo-ekonomik durumunu, politik durumunu tam bilmeden söylenecek bir rakam tahminden ileri gidemez. Biz 1976 senelerinde ileriye yönelik bir takım etüdler yaptırmıştık. O zaman ortaya atılmış olan adet ler ile fiili neticeler arasında mu azzam farklar ortaya çıkmıştır. Bununla beraber 2000 yılında ül kemizde yılda 350-500 bin adet otomobil satılabilmesi en büyük temennimdir.”
—Piyasada üretilen yerli binek otomobillerin batıdaki otom obil lerden fa rk ı nelerdir?
“ Bizimkiler, kalite itibariyle da ha iyidir. Üretim adedi düşük ol duğu için kalite kontrolü daha dikkatli yapılabiliyor. Mesela bu gün günde 50 Taunus üretilmek tedir. Doğan, Kartal, Şahin ve Serçe ise günde 200 adet yapıl maktadır. Renault’un günlük ima latı 140 adet civarındadır. Bu yüz den günde 1500 araba üreten fabrikalara göre bizde daha iyi kontrol yapılabilmektedir.”
— Efendim, detaylarda da daha
iyi düzene ulaştığımızı söyleyebi lir misiniz?
"Detay olarak yerli otomobiller diğerlerine pek benzemez. Unut mamak lazım ki, yerli arabalar model itibariyle ithal arabalara nazaran daha eskidir. Halkımız yedek parçası ucuz, bol ve tami ri kolay arabalar istiyor. Sofistike otomobiller ülkemizde tutulm u yor. Çünkü ileri teknoloji ile üre tilen bu arabalar, daha çok ve çe şitli yedek parçanın yanısıra iyi bakıma da muhtaçtır. Bu unsur lar da birlikte getirilmediği sürece ilgi pek olmayacaktır. Çünkü itha latın başlaması ile birlikte bu oto mobillere olan rağbet yerini yerli arabaya bırakmıştır."
—Bu ‘piyasanın tutması’ hika yesi nedir efendim? Mesela piya sa bazı Avrupa arabalarını tutar, bazılarını tutmaz. Buradaki ölçü yü hiç kestirdiniz mi?
“ Piyasanın bir marka veya mo deli tutması hem sübjektif sebep lere, hem de bazı hakikatlere da yanmaktadır. Otomobili yapar) memleketimizde tanınmış ve cid di bir firmaysa, teşkilatı kuvvetli ise, müşteri ile alakalanırsa, ma kul fiyatlarla yedek parça temin etme kolaylığı sağlamışsa, bakım yerleri muntazam çalışırsa piya sa bu otomobili tutar ve satın alır. Buna ilaveten otomobilin dıs gö rünüşü açısından salonlarda ha nımların yaptığı konuşmalara da bir pay verilmesi lazımdır.”
—Mesela 56 Chevrolet çok tu tan b ir araba. Bunun sebebi ney di?
“ Çok sağlam ve iyi bir arabay dı. Pek uzun bir kuyruğu yoktu. Ülkemize giren 56 Chevrolet sa yısı ancak 1500 adedi bulur. Oy sa biz bugün Murat otomobilde 400 bin adete doğru gitmekteyiz. Aynı şekilde Renault da 300 bin civarındadır."
________Halkın________
tercihi
—M u ra t’ların Türkiye'de tutul masının nedeni fazla çeşit araba olmamasından mı kaynaklanıyor yoksa Türk toplum una uyan yan lan mı var?
“ Herşeyden önce sağlam bir otomobil. Bunun yanısıra yedek parçası da yurdun her yerinde ra hatlıkla bulunabiliyor. Halk bu arabayı emniyetli bulduğundan tercih ediyor."
—Sizce piyasada en çok tutulan araba şu anda hangisi?
“ Doğan... Fakat adet itibariy le ençok satılan araba Şahin. Çünkü daha ekonomik ve daha ucuz."
— Taunus’ların durumu nedir?
“ ilk senesi olmasına rağmen Taunus’un 7000 adet’ satması güzel bir performanstır.”
—Bugün yollarla otom obil sa yısı arasındaki bağlantıyı nasıl gö rüyorsunuz?
“ Memleketimizde artık büyük şehirlerin yakınına satellit şehir lerin kurulması yoluna gidilmek tedir. Bu satellit şehirler ile mer kez şehir arasındaki yollar mun tazam bir trafiğe müsaittir. Asıl tra fik problemi şehir merkezlerinde dir. Buradaki trafiği diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi alt ve üst geçitlerle kolaylaştırmak müm kündür. Sonuç olarak, Türkiye’ de otomobil adedinin artması ke sinlikle yol şebekesinin gelişme sine bağlıdır.”
—Eskiden büyük firm a la rı yö netmenin kuralları neydi, bugün kü kurallar nelerdir ve dünyadaki kurallarla Türkiye’deki kurallar ne durumda gelişti?
HENRY FORD II’YE
GÖRE GELMİŞ
GEÇMİŞ EN İYİ
ARABALAR...
Otomobil artık günlük ya şantımızın bir parçası. Yüzyıl dan beri çeşitli fabrikalar çe şitli modeller üretiyorlar. Bun ların içinde iyileri var, kötüleri var. Şimdiye kadar üretilen otomobiller içinde en iyilerinin hangileri olduğunu da çok ta biidir ki, bir otomobil kralı söy leyebilir. Henry Ford U'ye gö re gelmiş, geçmiş on otomo bil şunlar: 1. Mercedes Benz (1885) 2. Duryea (1892-1896) 3. D e D io n B o u to n (1899-1900) 4. O ldsm obile (1900-1905) 5. Ford Model T (1908-1927) 6. Cadillac (1915-1932) 7. Packard (1912-1915) 8. Essex Coach (1922) 9. Volksw agen (1936-1974) 10. F o rd M u s ta n g (1965-1966)
Türk-İtalyan işbirliğiyle kurulan TOFAŞ, 1971 yılından bu yana FIAT lisansıyla Murat marka otomobiller üretiyor. Bursa-Yalova karayolunun 10. kilomet resinde bulunan fabrika, 774.820 metre karelik bir alana sahip. 1971-76 yılları arasında Murat 124 modeli araba üretil di. 1977 Şubat’ından itibaren Murat 131 modellerinin üretilmesine geçildi... ve 1928’li yıllarda Ford temsilcisi olarak çalışan Vehbi Koç.
"Management kavramı, işlerin gelişmesiyle birlikte ortaya çık mıştır. Eskiden memleketimizde patronlar vardı. Patron, firmanın başında oturur ve işleri kendisi idare ederdi. Yanında memurlar ve şefler çalışırdı, işler gelişme ye başladıktan sonra aile dışında ki yöneticilere, yani profesyonel lere iş vermeye başladılar. Tür kiye'de bu olayı ilk olarak Vehbi Koç Bey başlatmıştır. Uzun müd det başka firmalar buna ayak uy durmadı.
Henry Ford ile
yemek yemek
Bugün memleketimizdeki bü yük holding ve grup şirketleri, Amerikan Management’ sistemi ni tatbik etmektedirler. Bu sistem, birçok Avrupa ülkesinde uygulan maktadır. Türkiye’de de muhte lif şirketlerini idare etmek mecbu riyetinde olan holdingler kontrollü bir desantralizasyon sistemini ka bul etmiş görünüyorlar. Bu sis temde şirket müdürüne büyük mesuliyet verilir. Sistem itimada dayalıdır; senelik programın tat bikindeki muvaffakiyete güveni lir. Kağıt üstünde memleketimiz deki şirket gruplarının kullandığı sistemler birbirine çok yakındır. Muvaffakiyet, bu sistemin fiiliyat ta ne kadar hassasiyetle tatbik edildiğine bağlıdır.”
—Eski ve yeni "manager” iar arasında ne gibi kuşak farkları gö rüyorsunuz?
"E ski managerlar daha cesa retli fakat daha az bilgiliydi. Bu günküler ise daha çok bilgili ama daha az cesaretlidir. Eskiden bil gi noksanlığı yüzünden birçok risk altına girmiş ve Allah'ın da yardımıyla bunların altından kal- kabilmiştik. Fakat bugün aynı ce sareti göstereceğimi hiç sanmı yorum .”
—Başarılı yönetici virnanın yol ları nelerdir?
“ Yılmadan çok çalışmak ve ar kadaş yetiştirmektir.”
— Yöneticiliğiniz sırasında iliş
kiler konusunda nelere dikkat ederdiniz?
"Y anım daki arkadaşlarımın başarılarını ortaya çıkarmak ve onları taltif etmek benim için en önemli olaydı.”
—Sizin iş hayatınızın en önem li noktası neydi?
"Vehbi Bey'le iş yapmaktı. Bu benim için bir dönüm noktasıy dı.”
— Vehbi Bey size manevi olarak
neler kazandırdı?
“ Tek başıma iş yapsaydım bel ki daha fazla para kazanabilir dim, bunu bilemem. Ama hiçbir za man bir Henry Ford ile yemek yi yemezdim, bir sefiri evime çağı ramazdım. Dolayısıyla böyle Dir grupla çalışmak benim sosyal du
rumumu yükseltmiştir. Büyük bir grubun parçası olmak, muhakkak ki gurur verici bir şeydir.”
Gençlerin
sert rekabeti
—Şu anda genç kuşak yönetici lerini nasıl buluyorsunuz?
"Bugünkü genç kuşak çok iyi hazırlanmıştır. Çok iyi bir eğitim görmüş, üniversiteyi bitirmiş, li san öğrenmiş, ticaret, iktisat, ekonomi okumuştur. Hırslıdır. Bir an evvel en yüksek mertebeye erişmek istiyor ve bunu kendile rine bir hak olarak görüyorlar. Aralarındaki rekabet serttir. Şah sen inanıyorum ki, bu genç ne sil, biraz daha sabırlı olmayı bi lir, hayat ve iş tecrübesi edinme yi beklerse bundan kendisi ka zançlı çıkar. İstisnalar bir yana bı rakılırsa, zamanından evvel ve iyice hazır olmadan en yüksek seviyeye erişebilen gençlerin ba zısı, bu en yüksek kademede tu- tanamamış ve genç yaşta kena ra itilmiştir. Oysa tecrübe kaza narak ağır ağır yukarı tırmanmış olanlar, daha sağlam bir temele dayandıkları için en üst kademe de daha iyi performans verme şansları büyüktür.”
— Yukarı çıkmak bir zaman me
selesidir, diyorsunuz. ■■
"E ğitim ini tamamlayarak 25 yaşında göreve başlayan bir gen cin onbeş sene içinde istediği ye
re varmış olması gerekir. Başka bir deyişle, 40 yaşına gelen bir ar kadaş yukarıya doğru çıkmış ol malıdır.”
—Can Kıraç Bey’le ne zaman tanıştınız ve özellikleri neydi?
"Can Kıraç Bey'in babası Nu- man Kıraç’ı Eskişehir’den tanı rım. Onu ilk gördüğümde sekiz yaşlarındaydı. Numan Bey oku lu bitirdiği zaman Can Kıraç Bey’i benim yanıma vermek istediğini
söyledi. Aradan yıllar geçti. Can Bey, üniversite yıllarında Milli Türk Talebe Federasyonu Baş kanlığı yapmıştı. Gazeteler falan hep ondan bahsederdi. Birgün ben, Ticaret Bakanı’ nı görmeye gitmiştim. Bana, Bakan'ı göreme yeceğimi söylediler, çünkü Can Kıraç’la görüşüyormuş. Tam çı karken yanıma yakışıklı bir genç geldi ve bana "S iz beni tanıma dınız, ben Can Kıraç’ım” dedi ve "Birbuçuk ay sonra mezun olu yorum, beni yanınıza alacak mı sınız?” diye sordu. Ben de me zun olunca gelmesini söyledim. Can Kıraç mezun olur olmaz bi ze geldi. Ben kendisini Vehbi Bey’e götürdüm. Vehbi Bey de beğendi ve hemen o gün işe baş ladı. O zamanlar biz Marshall Planı çerçevesi içinde ithal et mekte olduğumuz ziraat mavna larının bakımı ile meşguldük. Can Bey’e ilk iş olarak Anadolu’daki makinaların bakım kontrolünü verdim. O günden bugüne tam 36 sene geçti. Can Bey Ankara’ da bir müddet çalıştıktan sonra İzmir Egemak Şirketi'ne müdür muavini olarak gitti. Daha sonra müdür oldu. 1967 senesinde İs tanbul’a Otomotiv Grup Koordi natörlüğü görevine geldi. Zaman la İdare Komitesi üyeliğine, yöne tim kurulu üyeliğine ve en niha yet bugünkü İdare Komitesi Baş kanlığı görevine getirilmiştir. Ka riyeri süresince uzun müddet be ni takip ederek yükselmiştir. Şim diyse benim erişmediğim bir po zisyona gelmiş bulunuyor. Grup içinde en yüksek mertebeye eriş menin ancak hak edene nasip ol duğu göz önünde tutulursa, Can Bey’in liyakati kendiliğinden or taya çıkar.”
Bileklerinin
hakkıyla...
— İnan Kıraç’i nerede tanıdınız?
“ İnan Kıraç’ı, Can Kıraç vası tası ile tanıdım. Küçüklüğünü bil miyordum. Can Kıraç, İzmir Ege mak Şirketi’ne müdür muavini olarak gittiği zaman İnan hâlâ okuyordu. Ben kendisini o dö nemde tanıdım.”
—Daha sonra İnan Kıraç da Koç Grubu ’nda göreve başludı...
“ İnan Kıraç’ı da ben işe aldım. Fakat Can Kırac’la avnı şirkette çalışmadılar. İkisi de bu ülkenin yetiştirdiği en kıymetli “ Mana- ger” lerdir. ikisi de bileklerinin hakkıyla İstedikleri yere varmış lardır.”
—Ahmet Binbir Bey’i nasıl ta nıdınız?
“ Onu da ben işe almıştım. 1950 senesinde işe başladı. An kara’da bir müddet bizimle çalış tıktan sonra bizden ayrıldı ve Amerikan Mineapolis Moline şir ketine geçti. Biz Otosan’ı kurmak için çalışmalara başladığımızda şirketin başına bir müdür arıyor duk. Ben Vehbi Bey'e, Ahmet Binbir Bey'i önerdim. Vehbi Bey bana, “ Bizden çıkan bir daha gi remez, bunu bilmiyor musun?” dedi. Fakat ben kendisinin iyi bir arkadaş olduğunu ve bir kere gö rüşmelerinde yarar olduğunu söyledim. Sonunda Vehbi Bey, Ahmet Binbir'le görüşerek kendi sini beğendi; Otosan Müdürlü- ğü'ne getirildi."
—Bugün dünyada gelişmekte olan “ management ” ın önemli ku ralları nelerdir?
"B ugün yetişmekte olan mü dür namzetleri eskisine nazaran yukarda da arz edildiği veçhile çok daha İyi bir şekilde hazırlan mış bulunuyorlar. İş ve hayat tec rübesi de kazandıktan sonra bu lundukları işlerde daha parlak ne ticeler elde etmemeleri için hiç bir sebep yoktur. Ancak, şunu da ifade etmek isterim kİ, bir Mana- ger’in işinde muvaffak olabilme si için bulunduğu muhiti, yaptığı işi beğenmesi ve sevmesi şarttır. Çalıştığı şirketin menfaatlerini ko rumakla birlikte müşterilerinin hak ve hukukunu da zedeleme - den vazifesini yapan ve para ka zanmasını bilen başarılı bir “ Ma- nagament” sisteminin tatbikçisi, iyi bir "M anager” olmuş demek tir.
CAN KIRAÇ
“ Mösyö Bernar hızlı satıcıdır”
Can Kıraç (ayakta) Fahir İklel ile birlikte...
B
ENİM, Bernar Nahum’ u tanımam kırkbeş yıl önceden başlar! 1942 senesinde Bernar Bey, OT- TAŞ şirketinin hızlı ve yakışıklı bir satıcısı, ben ise Galatasaray Lisesi'nin kısa pantalonlu bir talebe- siyim.O yılların yaz tatillerinde, ben, Eskişehir’de Amerika ’dan ge len harman ve tohum ekme makinalarının montajında çalışıyor ve Bernar Bey'den " anahtar ” tutmayı öğreniyordum.
Takvimler 1950 yılını gösterdiğinde, bu defa K oç’un Müdürü Bernar Nahum ile Türkiye Milli Talebe Federasyonu Başkanı ben, Ankara 'da Bakanlıklar koridorlarında karşılaşmaya başladık. Bernar Bey gene “ hızlı’ ’ satıcılık mesleğini sürdürüyor, ben ise Türkiye’de ilk defa yapılacak Dünya Gençlik Teşkilatı’hm (WAY) toplantıları için Bakanlıklardan tahsisat almaya çalışıyordum.
Bernar Bey, Bakanlık özel kalemlerindeki karşılaşmalarımız esnasında beni “ gözüne kestirdiğini’’ söyler! Nitekim, beni elim den tutup Vehbi K oç’un karşısına çıkartan, yanına alarak ye tiştiren ve iş hayatına hazırlayan “ Bernar Usta’’ olmuştur.
1986 yılı sonunda Bernar Beyle beraberliğimiz otuzaltıncı yı lını tamamladı. Ben otuziki yıllık evliyim! Hesabı yaptım ve gör düm ki, benim Bernar Beyle beraberliğim, eşim olmasına rağ men inci Kıraç ile beraberliğimden 526.524 saat daha fazla! Şim di, bu kesin hesap da nereden çıktı diye soracaksınız. Anlata yım:
Bernar Nahum, rakamlara ve rakkamların asaletine inanmış bir iş dünyası önderidir. Onun için herşeyin en doğru ölçüsü rakkamdır. Bernar Bey rakkama inanmak için rakkamların ay rıntılı olmasına özen gösterir. Bir müdürün, “ bir yılda 800 bin adet lastik satacağım’ ’ veya “ bilançomu 1 milyar lira kârla ka patacağım” beyanları onu tatmin etmez! 801.264 adet lastik sattığınızı ve “ 1 milyar 55 milyon 185 bin lira kâr ettiğinizi” söy- . leyebilirseniz, Bernar Bey nezdinde ancak başarılı bir müdür ola
bilirsiniz.
Bernar Nahum, çalışma hayatı boyunca adam yetiştirmeyi de kendisine gaye edinmiştir. Bu yönüyle de, biz yakın iş arka daşları, Bernar Nahum’u, daima gerçek bir “ usta” ve büyük bir “ üstad” oh ra k kabul etmişizdir.
Bugün Koç Topluluğu’nda yönetim sorumluluğu üstlenmiş bir çok arkadaşımız Bernar Nahum’un tezgahından feyz almıştır. Rahmi Koç. Ahmet Binbir. inan Kıraç, Erdoğan Gönül, Berti Kamhi, Erdoğan Karakoyunlu, Ali İhsan İlkbahar, Süreyya So
rrier, Mete Nakiboğlu, Macit Akman bunlar arasındadır.
Bernar Nahum, tükenmeyen bir heyecanla, çalışma arkadaş larına ümit ve cesaret aşılayarak bizleri, istikbal için hazırlamış
ve hırslandırmıştır. Bernar Bey, çalışkanlığı, takipçiliği ve “prag- ram ik” kararlan ile Koç Topluluğumda bir “ e k o r yaratmıştır.
Bunun içindir ki, biz Koç mensupları, Bernar Nahum’a “ mös y ö ” diye hitap etmeyi severiz. Hakikaten, Bernar Nahum Türk- Iş âleminin gerçek bir “ mösyö” südür.
___________________ İNAN KIRAÇ
‘Türk Otomotiv sanayiinde
hayal edilmedik şeyler yapıldı’
ERNAR Nahum Bey’le ilk karşılaşmam 79507/
yıllardadır. Sömestre tatillerimde, Ankara ya ağabeyime geldiğimde, Otokoç'a uğrar ve Ber nar B ey’i bu nedenle görme fırsatını bulurdum. Bana, ağabeyime olan takdiri nedeniyle, “ Tah silini çabuk bitir, seni de yanıma alacağım” derdi. ^
1962 yılında Ankara ’da Otokoç 'da iş hayatıma başladım. Al tı ay sonra ilk FİAT şirketimiz olan ORMAK’ta Müdür Muavini olarak aörevime devam ettim. İş idaresi okumak üzere Ingilte re ’ye gittim. Dönüşümde. Türkiye'de çekici treyler ve otobüs imal eden ilk fabrika olan OtoyoTda Genel Müdür olarak işe baş ladım. Daha sonra, 1969 yılında TOFAŞ'm hazırlıkları ile bera ber Murat otomobillerini pazarlayacak olan TOFAŞ Oto ya Ge nel Müdür atandım.
Yirmi şirketten kurulu TOFAŞ ailesinin başında 1986 yılının sonuna kadar vazife yaptım ve 1.1.1987 tarihinden ıtbaren Koç Holding Otomotiv Şirketleri Başkanı oldum.
25 yıllık iş hayatımda, sanayi, pazarlama, idarecilik, insan ça lıştırma, takipçilik ve yurt dışıyla müzakere gibi pekçok konuda beni yetiştiren Bernar Bey olmuştur.
Türk otomotiv sanayiinin kurucusu ve babası olarak Bernar Bey kimsenin yapmayı hayal edemediği pekçok şeyi Sayın Veh bi Koç’la birlikte gerçekleştirmiştir. Türk otomotiv sanayimin bu noktaya gelmesinde büyük katkısı vardır.
Bernar Bey’in yüzlerce talebesi, muhakkak onun izinden bu sektörü daha ileri götürecektir.
B
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi