Tabula Peutingeriana (Se^m. I X ) daki İstanbul tasviri
Tultıı i !v.;tinReriıimı .Si'ltm. IX).
ı I
F E T H E T T İ Ğ İ M İ Z İ S T A N B U L
Y a z a n : R ü s t e m D U Y U R A N İstanlbul Arkeoloji Müzeleri Müdür Muavini
Beşyüz yıl önce, 1453 yılının 29 Mayıs günü, Türk askerlerinin canları bahasına fethettikleri İstanbul, iki- bin yıldan fazla uzun bir geçmişe sahip çok ünlü bir şe- hir idi. İstanbul,bu şöhretini, mevkiinin tabiî, iktisadî ve stratejik önemine borçluydu. Aynı şartlar bugün, belki de eskisinden daha fazla olarak, mevcuttur ve şe- hir dünyanın en güzel ve en büyük şehirlerinden biri olmak vasfını devam ettirmektedir.
İstanbulun ilk kuruluşundan fethine kadar geçir- diği tarihî safhaları ve arkeoloji ve sanat tarihi bakı- mından önemli olan eski eserlerini bir makale çerçeve- si içinde mütalâa etmek hemen hemen imkânsız olmak- la beraber Arkitekt'in sayın okurlarına bu husustaki klâsik bilgilerin ana hatlarını kısaca vermeğe çalışaca- ğız.
İstanbulun ilk kuruluşu hakkında elimizde henüz yeter derecede tarihî ve arkeolojik belgeler mevcut de- ğildir. Her ne kadar Plinius bugünkü Sarayburnu civa- rında Byzantion'dan evvel (Lygos) adını verdiği bir şehrin mevcudiyetinden bahsediyorsa da bunun hakkın- da bilgimiz hemen hiç yoktur. Yalnız son yıllarda ge- rek Topkapı Sarayının büyük avlusunda (1), gerekse Aya İrini kilisesinin iç döşemesi altında yapılan kazı-
larda (2) bulunan bazı seramik malzeme, Plinius'un bahsettiği devirlerde, yani Milâttan evvelki bininci yı- lın başlarında, Sarayburnu mıntıkasının meskûn oldu- ğunu göstermiştir. Bu sahada yapılacak olan sistemli sondajların İstanbulun ilk kuruluşu hakkındaki bilgi- lerimizi arttıracakları şüphesizdir.
Eski tarihçilerden birçoklarının anlattıklarına gö- re, M. E. Yedinci yüzyılda, 658/654 yılları arasında, Megara'lı kolonistler başlarında Byzas olduğu halde Sarayiburnuna çıkmışlar ve burada (Byzantion) adını verdikleri yeni bir şehir kurmuşlardır. Eski Lygos ta etrafı kuvvetli bir surla çevrilen Byzantion'un içinde kalmıştı.
Üç tarafı deniz ile çevrili olan Byzantion, az zamanda ekonomik ve stratejik büyük bir gelişme kaydetti. Eski tarihçiler şehrin gelişmesindeki sebepleri şöyle izah ederler: Etrafındaki arazi zengindi, kıyılarında binbir- çeşit balık avlanabiliyordu, Karadenize gidip gelen ge- mileri kontrol edebilecek çok elverişli bir mevkie ma- likti, Asyaya geçen en rahat yolun üzerinde bulunuyor- du ve nihayet her türlü geminin barınmasına elverişli olan pek mahfuz bir limanı vardı..
Pers harpleri sırasında Şehir Persler tarafından
Ayasofya Müzesi
zapt ve tahrip edilmişti. Fakat az sonra Ispartalılar ta rafından kurtarıldı. Bundan sonra Byzantion ustaca bir siyaset kullanarak M. S. ikinci yüzyılın sonlarına ka- dar otonomisini muhafaza edebildi. Fakat M. S. 193/194 yılında Roma imparatoru Septimus Severus üç yıl sü- ren çetin bir mühasaradan sonra şehri zaptetti. Byzan- tionlular ıbu muhasara sırasında büyük yararlıklar gös- terdilerse de nihayet teslim olmak zorunda kalmışlardı.
İmparator, müdafileri katlettirdi, surları - Pausanias (IV, 31, 5) bunları Rodos ve Messene duvarlarından sonra «en kuvvetli» diye tavsif etmekte olup efsaneye göre şehrin kurucusu Byzas tarafından Poseidon ve A- pollon gibi tanrıların yardımlariyle inşa edilmişlerdi - yıktırdı ve nihayet Site olmak hakkını kaldırdı. Ma- mafi az sonra, oğlu Karakalla'nm dikkat nazarını bu- raya çekmesi üzerine, Byzantion'u yeniden inşaya ka- rar vererek yıkılan surlar yerine daha batıda ve eski-
sinden çok daha sağlam olmak üzere yeni surlar inşa ettirdi. Bunlar, bugünkü Eminönünden başlamak üze- re Çemberlitaş yakinine kadar uzuyor ve oradan Hippodrom'u içine alarak Ahırkapı yanında denize u- laşacak şekilde bir seyir takip ediyorlardı. Surlardan başka Akropolis'in doğu yamacında bir tiyatro, bir kynegion ve akropolisin kuzey yamacında bir stadyom kuruldu. Akropolisin üzerinde Apollon, Artemis ve Af- rodit tapmakları yeni baştan ihya edildi. Bugünkü A - yasofya meydanı ile Atmeydanı arasına rastlıyan ma- halde hamamlar inşa edildi ve Hippodromun ilk şekli kuruldu (3). İmparator şehrin adını dahi (Augusta An- tonina) olarak değiştirdi ise de bu yeni isimi uzun müd- det tutunamadı ve şehir yine Byzantion adını taşımakta devam etti.
Büyük Kostantin Byzantion'u İmparatorluğun mer-
kezi olarak seçince şehirde birçok değişiklikler yapıldı.
Evvelâ surlar daha batıya (takriben Haliç sahilindeki Azapkapıdan başlamak ve Davutpaşa ile Hekimoğlu Ali Paşa camilerinin yanından geçerek Marmara sahiline inecek şekilde) alınarak şehir sahası büyütüldü. Sonra bu saha içinde yeni caddeler, meydanlar açıldı, müte- addit tapınaklar ve saraylar inşa edildi, Hippodrom bü- yütüldü ve böylece yepyeni bir sima kazanan şehir, 11. Mayıs. 330 tarihinde Nea Roma = Yeni Roma adı verilerek Roma İmparatorluğunun merkezi ilân edildi.
Fakat bu yeni isim de tutunamadı, az sonra yerini (Konstantinopolis) e bıraktı.
Mütemadiyen büyüyen ve gelişen şehre artık Kons- tantin surları içindeki saha kâfi gelmiyor ve halk sur dışında yeni kurulan mahallelerde oturuyordu. Nihayet Beşinci yüzyılın başlarında imparator Teodosios II.
(408-450) devrinde şehremini Antemius, Konstantin surlarından 1200 m. daha batıda eskisinden çok daha kuvvetli yeni bir sur inşa ederek şehri büyütmeğe ve böylece sur dışında kalmış olan mahalleleri de muhafa- za altına almağa muvaffak oldu. Müteaddit yüksek ku-
lelerle tahkim edilmiş olan ıbu surlar Marmara denizi kıyısındaki Mermer Kuleden başlıyor ve İmparator Teo- dosios I- tarafından zafer tâkı olarak yaptırılan Yaldızlı Kapı'yı içine alarak (4) Halice doğru uzanıyordu. Aynı İmparator devrinde, 447 de, bu surun önünde ikinci bir sur inşa edildi ve bunun önünde de büyük bir hendek kazıldı. Böylece İstanbulun fethine kadar devam eden bin yıl zarfında kara tarafından gelen hücumlara mu- vaffakiyetle karşı koyan muazzam bir istihkâm hattı teşkil edilmiş oldu. Kara surlarında Edirne kapı ile Haliç sahili arasındaki Saraylar mmtakasmda, İmpara- tor Heraklios (610-641), İmparator Leon (813-820) ve nihayet İmparator Manuel Kommnen (1143-1180) de virlerinde bazı değişiklikler ve ilâveler yapıldı ise de (5) diğer kısımlar esas şekillerini İstanbulun fethine kadar muhafaza etmişlerdir.
Hâlen büyük kısmı ayakta duran kara surlarının
Marmara denizinden Haliç sahiline kadar uzunluğu al-
tıbuçuk kilometreyi bulmaktadır. İlk sıranın, yani An-
temius'un yaptırdığı surun, vasati yüksekliği 12 m. o-
Bozdoğan Su Kemeri
lup 96 burç ile takviye edilmiştir. Burçların yükseklik- leri 17/18 m. arasında değişmektedir. Daha sonra, 447 de yapılan ön sıranın yüksekliği vasatı 8,40 m. dir ve burçların yükseklikleri 9/11 m. arasındadır. Surların önündeki hendeğin genişliği vasati olarak 18 m-, derin- liği 7 m. dir (6).
Şehrin deniz tarafından gelecek taarruzlara karşı koyabilmesi için Haliç ve Marmara sahillerini boydan boya çevreleyen Sahil surları, bilhassa Marmara sahil- lerinde bulunanlar, oldukça iyi bir şekilde muhafaza edilmişlerdir. Fakat denizden gelecek olan taarruzlar daha kolaylıkla defedilebileceğinden sahil surları, kara surlarına nazaran daha zayıf yapılmışlardı.
Beşinci ve altıncı yüzyıllarda şehirde büyük yapı faaliyetinin mevcut olduğu, dinî ve dünyevî birçok abi- devî yapıların inşa edildiği - meselâ Büyük ve Küçük Ayasofyalar, Havvariyun kilisesi ve saraylar gibi - yeni caddeler ve forumlar açıldığı görülmektedir. Bu mamur şehir aynı zamanda devrinin en büyük ilim ve sanat merkezi olmuştu.
Müteakip yüzyıllarda haricî tazyikler, kilise - Sa-
ray mücadeleleri şehir için zararlı olmuştur. Bilhassa İkonoklast İmparatorlardan Leon V- ve halefleri dev- rinde yerleri bir daha doldurulamayacak derecede kıy- metli olan birçok sanat eserleri mahvolmuştur.
Dokuzuncu yüzyılın sonuna doğru İmparator Basil I. (867-886) in kurduğu Makedonya sülâlesi imparator- ları devrinde İstanbulda yine bir gelişme görülmekte- dir. Bu devirde yeni saraylar, kiliseler, manastır vesair yapılar inşa edildi. Daha sonra, Kommnenler sülâlesin- den Manuel II. (1143-1180) zamanında Sultanahmet ca- mii ile Marmara denizi arasındaki sahayı kaplamış olan meşhur imparator sarayları terkedilerek imparatorlar Edirnekapı ile Haliç arasındaki Velaherna saraylarına naklettiler.
1204 yılı Nisan ayının on üçü İstanbul için çok ka-
ra bir gün oldu. O gün, şehrin büyüklük, güzellik ve
zenginliğine hayran olan Haçlı orduları büyük bir hırs-
la İştanbula girdiler. Halkın çoğu katledildi, şehir baş-
tanbaşa yağma ve tahrifo edildi. Sanat eserlerinin bir
kısmı Avrupaya taşındı, bir kısmı da ebedî olarak mah-
vedildi. Hemen bütün madenî eserler, bu meyanda Sul-
Yaldızlı Kapı
tanahmet meydanındaki örme dikili taşın kaplamaları dahi, para darpetmek üzere izabe ocaklarına atıldı.
Takriben altmış yıl sonra, 26 Temmuz 1261 de La- tinler İstanlbulu terkettilerse de kaçarken ötede beride kalmış olan kıymetli eserleri de beraberlerinde götür- meği ihmal etmediklerinden İstanbul gerek halkı, ge- rekse kıymetli eserleri bakımından çok fakir bir duru- ma düştü. Bu durumda Türklerin fethine kadar büyük bir değişiklik olmamış ve şehir Lâtin işgalinin açtığı yaralardan kendisini kurtaramamıştır.
Fetih sıralarında İstanbul nüfusunun mikdarı hak- kında çeşitli yazarlar tarafından verilen rakamlar bir- birinden pek farklı olmakla beraber son araştırmalara göre (7) bunun 40-50 bin arasında olduğu anlaşılıyor.
Filhakika surların çevrelidiği onüç kilometre karelik şehir sahasının bilhassa orta ve batı taraflarında nüfus pek azalmıştı. Buralardaki geniş boş sahalar tarla veya bahçe olarak kullanılıyordu. Hippodrom ve Saraylar mıntıkası da harap ve metrûk bir durumda idi.
Fethi müteakip Anadolu ve Rumelinin muhtelif yerlerinden getirilen halk kütleleri İstan'bula yerleşti- rilmek suretiyle nüfus az zamanda çoğaltıldı. Topkapı sarayında bulunan 1477 yılma ait bir istatistiğe göre bu
sıralarda, yani Fetihten yirmibeş yıl sonra, İstanbulun nüfusu 70/80 bin arasında idi. Bu rakam onaltıncı yüz- yılda, Kanunî devrinde yüzbinleri aşacaktır.
Türkler yalnız şehrin nüfusunu arttırmakla kalma- dılar. Onu daha ilk günden itibaren camiler, saraylar ve hamamlar gibi âbidevî yapılarla güzelleştirmeğe gayret ettiler. Fakat bununla beraber eski devirlerden kalan âbidelerin de muhafaza ve onarımına çalışıldı. Bugün Ayasofya ayakta duruyorsa bunu hiç şüphesiz ki Türklerin daimî ihtimamlarına borçlu olduğu ar- tık herkes tarafından kabul edilen bir hakikattir. Ara- dan beşyıiz yıl gibi uzun bir zaman geçmiş olmasına rağmen Fetihten evvelki devirlerde yapılmış birçok yapılar bugün ayakta durmaktadırlar. Ecdadımızın eski eserlere, güzel ve faydalı yapılara ne kadar büyük bir ilgi ve ihtimam gösterdiklerini bu husus açıkça anlat- maktadır.
İstanbulun Fetihten evvelki devirlere ait eski eser- lerinin isimlerini gösterir tam bir listesi birçok sayfayı doldurabilirdi. Biz burada en önemlilerini zikretmekle iktifa ediyoruz (8):
a) Dinî yapılar: Fetihten evvelki devirlere ait o-
lan dinî yapıların en önemlisi hiç şüphesiz ki, bugün
Yerebatan Sarnıcı
Müze olarak kullanılan eski Ayasofya kilise-camiidir.
Bizans İmparatorluğunun dinî hayatının mihrakı, sanat ve mimarisinin en büyük şaheseri olan bu muazzam ma- bet, Fethi müteakip camie kalbedilmiş ve Fatih ilk cu- ma namazını burada kılmıştı. Fetihten sonra camie çev- rilmek suretiyle hayatiyetlerini muhafaza eden önemli kiliseler arasında Akataleptos manastır kilisesi (Kalen- der camii),Pantepeptos manastır kilisesi (Eski İmaret ca- mii), Pantokrator kilisesi (Zeyrek kilise camii) ve Gas- tria manastır kilisesi (Sancaktar mesçiti) ni zikredebi- liriz. Daha sonraları camie çevrilmiş olanların başlıca- ları: Panakhrantos adiyle anılan Konstantin Lips ma- nastır kilisesi (Fenan İsa camii), Khora manastır kili- sesi (Kariye camii), Studios manastır kilisesi (İmrahor camii), Aya Sergios ve Bakhos kilisesi (Küçük Ayasof- ye camii), Ayos Nikolaos kilisesi (Kefeli mesçiti), Aya Andrea in Krisi (Koca Mustafa paşa camii), Myrelaion kilisesi (Bodrum camii), Pammakaristos kilisesi (Fethi- ye camii), Ayos Nikolaos kilisesi (kefeli mesçiti), Aya Maria kilisesi (Odalar camii), Aya Teodosia kilisesi (Gül camii) dir. Eski İstanbulun en eski ve karakteris- tik dinî yapılarından biri olan Aya İrini kilisesi Fetih- ten sonra cephanelik olarak kullanılmış ve bilahara As- kerî Müze olmuştu. Hâlen boştur.
Fetihten sonra yıkılmış olan başlıca kiliseler: Hav- variyun kilisesi ,Aya Anastasia, Aya Yani, Aya Eufe- mia ve Aya Tekla'dır. Devrinin en ünlü eserlerinden birisi olan Havvariyun kilisesi, Fetih sıralarında pek harap bir vaziyette idi. Bu sebeple Fetihten az sonra yıkılarak yerinde Fatih Camii inşa edilmiştir. Aya Anas- tasia'nın yerinde Sinan tarafından Sokullu Mehmet Pa-
Yılanlı Sütun
Buondelmonti'nin İstanbul tasviri
şa camii, Aya Yani'nin yerinde ise Onsekizinci yüzyılın en güzel mimarî eserlerinden olan Hekimoğlu Ali paşa camii kurulmuştur. Aya Eufemia'mn kalıntıları son za- manlarda eski Hapishane binasının altında bulundu. A - ya Tekla (Toklu İbrahim dede mesçiti) nin pek az kıs- mı hâlen ayakta durmaktadır.
b) Dünyevî yapılar: Büyük imparator sarayları- nın daha Bizans devrinde terkedilmiş olduklarına yu- karda işaret etmiştik. Bu sebeple Sultan Ahmet camii ile Marmara denizi arasındaki sahaya rastlayan Saray kalıntılarının büyük kısmı zamanla toprak veya yeni yapılar altında kalmışlardır. Bunların bir kısmı, bilhas- sa fevkalâde maharetle işlenmiş olan renkli mozayikler, 1935 yılındanberi bu mıntakada yapılan arkeolojik ka-
zılar neticesinde meydan çıkarılmıştır. Bu kazılara hâ- len devam edilmektedir (9), Son Bizans imparatorları- nın oturdukları sarayların bir parçasını teşkil eden E- dirnekapıdaki (Tekfur Sarayı) oldukça iyi bir şekilde muıhafaza edilmiş olup Eski İstanbulun kıymetli eserle- rinden birisidir.
Bu kategoriye dahil olan eski eserler arasında yu- karda kısaca bahsettiğimiz deniz ve kara surlarını zik- redebiliriz. Ayrıca Eski Şehre ait olan su tesisleri de mühim bir yekûn tutmaktadırlar. İmparator Valens za- manında, Dördüncü yüzyılın ortalarında, inşa edilen
«Bozdoğan su kemeri» pek empozan bir âbidedir.
Açıkhava sarnıçlarından Aetius (Çukurboston) As-
par (Sultan Selim Camii yanında), ve Mokius (Altı
Panvinio'daki Hiüpodrom tr.sviri
Mermer Çukur bostanı) sarnıçları, kapalılardan ise Ba- zilik (Yerebatan), Filoksenos (Binbirdirek), Myre- Myrelaion (Bodrum camii) sarnıçlarıyle Sfendone için- deki «Soğuk Sarnıç» ı, Acımusluk sokağı ve nihayet Gülhane parkı içinde ve Topkapı sarayı ile deniz ara- sındaki, sahada bulunan Manganlar sarayı ve diğer sar- nıçlar (10) ilk akla gelenler arasındadır.
Vaktiyle Hippodrom'u ve forumları süsleyen diki- li taş ve sütunların başlıcaları bugün dahi ayakta dur- maktadırlar: Arkadius sütunu (Avret taşı), Konstantin sütunu (Çemberlitaş), Gotlar sütunu (Sarayburnu par.
kında), Marsiyan sütunu (Kıztaşı) ve nihayet Atmeyda nmdaki Theodosis ve Konstantin Porfirojenet dikili taş- ları ve Burmalı veya Yılanlı sütun bu kabil eserlerden- dir..
Son olarak sayın okuyucularımıza Eski İstanbulu tasvir eden birkaç gravür takdim etmek istiyoruz:
Bunlardan birincisi İstanbulu Fetihten evvel, 1420 yıllarında ziyaret etmiş olan Floransalı Christoph Buondelmonti'nin kuş bakışı plânıdır. Eser, Fetih- ten evvelki İstanbul ve Galatayı oldukça tafsilâtlı bir şekilde tasvir etmesi bakımından hususî bir değer taşımaktadır. Buondelmonti'nin 1422,de yazılmış olan
(Liber insularum) adlı kitabında bulunan (bu plânı, Du- cange ve Banduri bakır gravürü olarak teksir ettileı.
Hâlen Venedik, Vatikan, Paris ve diğer kütüphaneler- de birbirinden az çok farklı olmak üzere on kadar kop- ya mevcuttur. Resmimiz Paristeki elyazmasında bulu- nan plândan alınmıştır.
İkinci gravür Fetihten sonraki İstanbulu kuş- bakışı olarak tasvir eden - hâlen elimizde mevcut- en eski eserdir. Plânın orijinali kaybolmuştur. En eski nüshası Nürnberg'te Germanisohes Museum'da muhafa- za edilmekte olup Venedikte 1500/1550 yılları arasında tâbi ve gravür olarak tanınan G. Andrea Vavassore'nin imzasını taşımaktadır. Vavassore'nin ağaç oymasından yaptığı bu eser, bilhassa onaltmcı yüzyılda pek çok teksir edilmiş ve bu arada bazı ilâveler de görmüştür.
Eserde yalnız Fatih camiinin gösterilmiş olması, Oriji- nalinin Fatih devrinde, belki de G. Bellini tarafından yapılmış olması ihtimalini ortaya çıkarmıştır (11).
Üçüncü ve sonuncu 'gravür, Veronalı Rahip O.
Panvinio'nun eserinde yayınlanmış olup Atmeyda-
nı ve yöresini göstermektedir. Bu eserin orijinali
kaybolmuştur. Alt tarafındaki lâtince ibareden Ibu ori-
jinalin, Fetihten az evvel meydana getirildiği anlaşıl-
Tekfur Sarayından iki sörünüs