• Sonuç bulunamadı

Ebu Said Muhammed Hadimî Ve Mecamiu'l-Hakaik adlı eseri özelinde usulcülüğü

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ebu Said Muhammed Hadimî Ve Mecamiu'l-Hakaik adlı eseri özelinde usulcülüğü"

Copied!
162
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI

İSLAM HUKUKU BİLİM DALI

EBU SAİD

MUHAMMED HADİMÎ

VE

MECÂMİU’L-HAKÂİK ADLI ESERİ ÖZELİNDE

USULCÜLÜĞÜ

Yüksek Lisans Tezi

Danışman

Prof. Dr. HÜSEYİN TEKİN GÖKMENOĞLU

Hazırlayan MUSTAFA KIZMAZ

KONYA 2009

(2)
(3)

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ IX KISALTMALAR XI GİRİŞ 1

BİRİNCİ BÖLÜM

HÂDİMÎ VE MECÂMİU’L-HAKÂİK

I. HÂDİMÎ’NİN HAYATI, ESERLERİ VE İLMÎ KİŞİLİĞİ 7 A. İSMİ VE KÜNYESİ 7 B. LAKABI VE NİSBESİ 7 C. SOYU VE AİLESİ 7 D. EVLİLİKLERİ VE ÇOCUKLARI 8 E. TAHSİLİ VE HOCALARI 8 F. MEDRESESİ VE TALEBELERİ 9 G. VEFATI 11 H. ESERLERİ 12 I. İLMÎ KİŞİLİĞİ 16

II. GENEL ÖZELLİKLERİYLE MECÂMİU’L-HAKÂİK 19

A. ESERİN İSMİ 19

B. ESERİN DİL VE USLUP ÖZELLİKLERİ 20

C. ESERİN MUHTEVA VE ŞEKİL ÖZELLİKLERİ 22 D. SONRAKİ ÇALIŞMALARA ETKİSİ 24

E. ESER ÜZERİNDE YAPILMIŞ ÇALIŞMALAR 27

İKİNCİ BÖLÜM

MECÂMİU’L-HAKÂİK ÖZELİNDE

HÂDİMÎ’NİN USULCÜLÜĞÜ

I. DELİLLER 35

A. KİTAB 35 1. Kitab’a Has Konular 35

a. Kıraatler 35

b. Kıraatlerin Hüccetliği 36

2. Kitab ve Sünnet Arasında Ortak Konular 37

(4)

a. Lafızlar 37

a1. Manaya Vaz’ı İtibariyle Lafız 37 i) Hâss 37

ii) Âmm 38

Âmmla Hâssın Tearuzu 38 Tahsis 38

Âmm Lafızlar (Elfâzu’l-Umûm) 40 Âmm Lafızlarla İlgili Diğer Hususlar 42 Mutlak ve Mukayyed 44

iii) Münekker Cemi 45 iv) Müşterek 46

a2. Manaya Delaletinin Açıklığı ve Kapalılığı İtibariyle Lafız 46 Açık Olanlar (bi i’tibari’l-vuzûh) 46

i) Zahir 46 ii) Nass 47

iii) Müfesser 47 iv) Muhkem 47

Kapalı Olanlar (bi i’tibari’l-hafâ) 48 i) Hafî 48

ii) Müşkil 48 iii) Mücmel 49 iv) Müteşabih 49

a3. Kullanıldığı Mana İtibariyle Lafız 49 i) Hakikat 49

ii) Mecaz 50 Alaka Nevileri 50 Karine Nevileri 51

Kelamda Mecaza Götüren Nedenler 51 Mecazla İlgili Diğer Konular 53

Ek/Teznîb: Edatlar (Hurûfu’l-Meâni) 54 iii) Sarih 55

(5)

V

a4. Manaya Delaletinin Şekli İtibariyle Lafız 55 i) İbarenin Delaleti 55

ii) İşaretin Delaleti 56 iii) Delaletin Delaleti 56 iv) İktizanın Delaleti 57 b. Fasid İstidlaller 58 b1. Mefhumu Muhalefet 58 i) Tanımı 59 ii) Şartları 59 iii) Hükmü 59 iv) Türleri 59

b2. Nazımda Birlikteliğin Hükümde Birlikteliği Mucib Olduğu Görüşü 60 b3. Âmmı Sebebi İle Tahsis 61

b4. Âmmı Söyleyenin Garazı/Niyeti İle Tahsis 61 b5. Mutlakın Mukayyede Mutlak Olarak Hamli 61 b6. İstishab 61

b7. Tahkîmü’l-Hâl 62

b8. Hakkında Delil Olmayan Şeyi Nefyetmek 62

b9. Teâruz-ı Eşbâh (Benzerliklerin Çatışması) İle Ta’lil 62 b10. İlham ve Rüya 62

c. Emir 63 c1. Tanımı 63

c2. Hakikat ve Mecaz Oluşu 63 c3. Emrin Mucebi 63

c4. Yasaklamadan Sonra Gelen Emir 64 c5. Vücubun Neshinden Sonra Cevaz 64 c6. Emir Siygasının Manaları 64

c7. Emrin Tekrar ve Umuma Delaleti 64 c8. Vakitle İlgisi Bakımından Emir 65

i) Vakitten Mutlak/Bağımsız Emir 65 ii) Vakitle Mukayyed Emir 65

(6)

i) Eda 68 ii) Kaza68

c10. Hüsn Sıfatı Açısından Me’mur Bih 69

i) Me’mur Bihin Hüsün Sıfatı Hakkında Görüşler 69

ii) Me’mur Bihin Hüsün Sıfatı Konusunda liaynihi-liğayrihi Ayrımı 69 c11. Teklif-i Mâlâyutâk ve Kudret 71

i) Teklif-i Mâlâyutâk ve Kısımları 71

ii) Me’murda Bulunması Gereken Kudret ve Kısımları 71 c12. Emirle İlgili Diğer Konular 72

i) Bir Şeyi Emretmeyi Emretmek 72

ii) Me’mur Bihi Emr Olunduğu Üzere Yapmak 72 iii) Hitabullah Karşında Kafirlerin Durumu 73 d. Nehiy 74

d1. Tanımı 74

d2. Nehyin Mucebi 74

d3. Nehyin Fevr ve Tekrara Delaleti 74 d4. Nehyin Muktezası 74

i) Liaynihî Kabih 75 ii) Liğayrihî Kabih 75

d5. Nehyin Liaynihî veya Liğayrihî Kubha Delaleti 75 e. Beyan 77

e1. Beyan-ı Takrir 77 e2. Beyan-ı Tefsir 78 e3. Beyan-ı Tağyir 78 i) İstisna 78 ii) Şart 79

e4. Beyan-ı Zaruret 80 e5. Beyan-ı Tebdil (Nesh) 80

B. SÜNNET 82

1. Sünnete Has Konular 82

a. Rasulullaha İttisali Açısından Haber 82 b. Ravide Aranan Şartlar 83

(7)

VII

c. Ravinin Şöhret ve Fekahet Vasıflarının Habere Etkisi 84 d. Rivayette İnkıta’ 85

e. Rivayetler Hakkında Ta’n 85 f. Haberin Mahalli 86

g. Sahipleri Açısından Haberler 87 h. Hz Peygamberin Fiil ve Takrirleri 88 2. Sünnetle İlgili Diğer Konular (Teznîb) 89

a. Geçmiş Şeriatler 89

b. Sahabi Görüşü/Mezhebi 89 c. Tâbiî Görüşü 90

C. İCMA 91 1. İcmada Azimet ve Ruhsat 91

2. İcma Ehli 91 3. İcmanın Şartı 91 4. İcmanın Senedi 92 5. İcmanın Hükmü 92 6. İcmanın Mertebeleri 92 7. İcmanın Nakli 92 8. Örf……… 93 D. KIYAS 94 1. Kıyasın Şartları 94 2. Kıyasın Rükünleri 95 3. İlleti Bulma Yolları 95 4. Kıyasın Hükmü 96 5. İstihsan 96

6. Kıyasın Def’i 97

II. MUÂRAZA VE TERCİH 99

A. METİN YÖNÜNDEN TERCİH 99

B. MEDLÛL YÖNÜNDEN TERCİH 100

C. SENED/RİVAYET YÖNÜNDEN TERCİH 100 D. RAVİ YÖNÜNDEN TERCİH 100

(8)

F. DİĞER YÖNLERDEN TERCİH 101 G. FASİD TERCİHLER 101 III. HÜKÜMLER 102 A. HÜKÜM 102 1. Teklifî Hüküm 102 a. Dünyevi Olanlar 102 b. Uhrevi Olanlar 102 b1. Azimet102 i) Farz 103 ii) Vacib 103 iii) Sünnet 103 iv) Haram 103 v) Mekruh 104 b2. Ruhsat 104 2. Vaz’î Hüküm 105 a. Rükün 105 b. İllet 105 c. Sebeb 105 d. Şart 106 e. Alamet 106 B. HAKİM 107 C. MAHKUM BİH 108 1. Birinci Ayrım İtibariyle Mahkum Bih: 108

2. İkinci Ayrım İtibariyle Mahkum Bih: 108

D. MAHKUM ALEYH 110 1. Vücub Ehliyeti110

2. Eda Ehliyeti 110

3. Ehliyet Arızaları 111

a. Semavî (Gayrı İradî) Olanlar 111 a1. Delilik (Cünûn) 111

a2. Çocukluk (Sığar) 111 a3. Bunaklık (Ateh) 111

(9)

IX

a4. Unutma (Nisyan) 111 a5. Uyku (Nevm) 112

a6. Baygınlık (İğmâ) 112 a7. Kölelik (Rıkk) 112

a8. Hayız ve Nifas 112

a9. Hastalık (Maraz) 112 a10. Ölüm (Mevt) 112

b. Mükteseb (İradî) Olanlar 113 b1. Bilmemek (Cehl) 113 b2. Sarhoşluk (Sükr) 113 b3. Şaka Beyanı (Hezl) 113 b4. Sefeh 113 b5. Yolculuk (Sefer) 114 b6. Hata 114 b7. Zorlama (İkrah) 114 IV. İCTİHAD 116 V. KÜLLİ KAİDELER 119 SONUÇ 141 KAYNAKÇA148

(10)

İslam tarihinin her döneminde ilmi hayat felsefesi haline getirmiş nice aydın insanlar yaşamıştır. Ebu Said Muhammed el Hâdimî de bunlardan biridir. Günümüz toplumunda daha çok, ücra bir kasabada ömrünü geçirmiş bir tasavvuf ehli ve evliyadan biri olarak tanınan Hâdimî, bu yönüyle birlikte, payitahtın şöhretli alimleri ile boy ölçüşen bir alim, ünü Osmanlı sınırlarını aşan bir ilmî şahsiyettir de. Yaşadığı dönemde sürdürdüğü eğitim-öğretim faaliyetleriyle çevresini aydınlatan ve bulunduğu ücra yerleşim birimini bir ilim merkezi haline getiren Hâdimî, yetişdirdiği yüzlerce öğrenci ve İslami ilimlerin hemen her dalında yazdığı onlarca eserle de etkilerini günümüze kadar sürdürmüş ve ilim dünyasına ışık tutmuştur.

18. ve 19. yüzyıl Osmanlısının ilim dünyasına göz attığımız zaman Hâdimî ve Hâdimî ailesi sayesinde Hadim’in bir cazibe merkezi olarak temayüz ettiği görülmektedir. Öyle ki Hâdimî ailesinin kurduğu medrese orta Anadolunun Konya, Kayseri gibi bir çok büyük ve köklü ilim merkezlerini geride bırakmıştır. Bu medresede Osmanlının bir çok tanınmış alimi yetişmiş ve ilmiye tekilatı içerisinde önemli mevkiler elde etmiştir. Nitekim zamanında bu küçük kasabada kurulmuş büyük kütüphane de bunun kanıtlarından biridir. Bu kütüphanenin cumhuriyet döneminde Konya Yusufağa kütüphanesine taşındığı bilinmektedir.

Hadimi’nin öne çıkan vasıflarından biri de fıkıhçı ve uslucülüğüdür. Onun bu yönüne, gerek Türk muhitinden gerekse Arap dünyasından müelliflerce sitayişle vurgu yapıldığı görülür. Ne var ki fıkıhçı ve usulcü yönüyle Osmanlı ilim dünyasında önemli etkiler yapmış olan Hâdimî’nin bu yönünden günümüz ilahiyat camiasının yeterince haberdar olduğu ve onun en önemli eserlerinden biri olan

Mecâmiu’l-Hakâik’in olması gerektiği şekilde tanınıp kendisinden istifade edildiği pek

söylenemez.

Bu çalışma işte bu eksiklik müşahede edildiği için ve bir nebze olsun Hâdimî’nin bu önemli eserinin ve bu eser çerçevesinde onun usulcülüğünün tanıtılmasına katkı sağlamak amacıyla yapıldı. Usul ilminin önemine olan inançla

(11)

XI

birlikte üzerinde çalışılan ve konuyu çalışan kişiliklerin aynı çevreye mensup olması da bu konunun seçiminde tetikleyici etkenlerden biri oldu.

Çalışmamda yol gösteren kıymetli danışmanım Prof. Dr. H. Tekin Gökme-noğlu’na, konunun seçiminde değerli görüşleri ve ufuk açan tavsiyelerinden istifade ettiğim Prof. Dr. Ahmet Yaman’a ve diğer hocalarıma, kaynak tedarikinde yardımcı olan İSAM kütüphanesi yetkililerine ve çalışmalar sırasında bana fırsat ve imkan oluşturmaya çalışan eşime teşekkür ediyorum. Bu vesile ile merhum Ebu Said el Hâdimî’ye rahmetler diliyorum.

Mustafa Kızmaz Konya, Mayıs 2009

(12)

KISALTMALAR a.g.e. : adı geçen eser a.g.m. : adı geçen makale Bkz. : Bakınız

Çev. : Çeviren

DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi GAL : Geschicte der Arabischen Litteratur

S : Supplementband Haz. : Hazırlayan Nşr. : Neşreden OM : Osmanlı Müellifleri ö. : Ölümü Sad. : Sadeleştiren

SAÜİFD: Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi SÜİFD : Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Thk. : Tahkîk

Ty. : Baskı tarihi yok vb. : ve benzeri Yy. : Baskı yeri yok yy. : Yüzyıl

(13)

GİRİŞ

Çok genel bir ayrımla İslam fıkhı, usul (metodoloji) ve furu (doktrin) olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Bütün fakihler nassları anlama ve yorumlamada belli bir metodoloji takip etmişlerdir ki bu yaklaşımlar, bu ayrımın birinci kısmını, yani “fıkıh usulü”nü oluşturur.

“Fıkıh” anlama, anlayış demektir. Nitekim şu ayette böyledir: “ُهَقْفَن اَم ُبْيَعُش اَي ُلوُقَت اّمّم اًريِثَك / Ey Şuayb senin söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz.” (Hud 91). Usul kelimesinin tekili olan “asıl” ise bir şeyin, üzerine bina olunduğu, dayandırıldığı şey anlamına gelmektedir. Buna göre “fıkıh usülü” fıkhın, yani nassları anlamanın,

üzerine bina olunduğu kurallardır. “Fıkıh usulü ilmi” ise bütün bu kural ve

metodolojiyi araştıran, inceleyen ve izah eden ilmî disiplinin adı olmuştur. Bu ilimle iştigal edenlere de “usulcü” denilmiştir.

Usul ilminin amacı şer’î hükümleri Kur’an ve sünnet gibi tafsîlî delillerden çıkarmanın kurallarını ortaya koymaktır. İctihad ehliyeti bulunan kimse artık bu ilim sayesinde şer’î nasslardan hüküm çıkarabilir, hakkında nass bulunmayan durumlarda da kıyas ve maslahat gibi çözümlerle hükümleri tesbit edebilir. Fakat usul ilmini öğrenen bir kimsenin, salt bu ilmi öğrenmekle tafsîlî delillerden sağlıklı hükümler çıkarabilme ehliyetini kazanmış biri olamayacağı da açıktır. O halde ictihad ehliyetini haiz olmayan bir kimsenin usul ilmini öğrenmesi ona ne kazandıracaktır? Böyle bir kimse için ise şu gibi faydaları sağlar:

Birincisi, müctehidlerce ortaya konmuş hükümlerin ne şekilde ortaya konduğunu, hangi şer’î delil veya prensiplere dayanıldığını kavrar. İkincisi, müctehidlerce çözümlenmemiş meseleler karşısında aynı yöntemlerle tahric yapma imkanı elde eder. Ücüncüsü, müctehidlerce serdedilmiş görüşleri delil ve istidlal yönünden değerlendirmeye tabi tutarak tercihte bulunabilir.

Hadimi’nin de ifade ettiği gibi dünya ve ahiret saadetine ulaşmak üzere Şariin maksatlarını doğru ve tutarlı bir şekilde anlayıp uygulamanın kurallarını öğretmeyi hedefleyen bu ilim kuşkusuz bir ihtiyaçtan doğmuştur. Zira Hz Peygamber devrinde hükümler bizzat vahiy ve onun canlı açıklayıcısı ve uygulayıcısı sünnetten

(14)

öğreniliyordu. Hz Peygamberden sonraki dönemde ise sahabe ve nisbeten tabiin nesli Kur’an ve sünnetin dili olan Arapçayı, vahyin ve sünnetin nüzul ve vürud sebeplerini, İslam teşriinin maksad ve hedeflerini çok iyi bilmeleri sebebiyle teorik anlamda böyle bir ilme çok fazla ihtiyaçları yoktu. Fakat sahabe ve tabiin neslinden sonraki dönemde İslam toplumunun sınırları genişleyip Arap olmayan unsurların da artık İslam toplumuna dahil olması, sünnet kaynaklarından zaman ve mekan olarak uzaklaşılmış olması, hükmü araştırılıp ortaya konması gereken çok sayıda olayın ortaya çıkmış olması, farklı müctehidlere bağlı olarak ictihad ve istinbat metodlarının çeşitlenmesi vs. gibi birtakım yeni gelişmeler ictihad faaliyetinin belli şekillerde disipline edilip bir takım prensip ve kuralların belirlenmesi zaruretini doğurdu.

İşte bu sürec fıkıh usulünün ortaya çıkış sürecidir. Bu süreçte ilk kaleme alınan fıkıh usulü eseri imam Şafiî’nin (ö.204/820) er-Risale’si kabul edilmektedir. Bununla birlikte İbn Nedim’in bibliyografik eseri el-Fihrist’te imam Ebu Yusuf (ö.182/798) ve imam Muhammed’e (189/805) usul eseri atfedilmişse de hem İbn Nedim’in usul kavramına yüklediği anlamın farklı olduğu bilindiğinden hem de sonraki usul eserlerinde bunlara herhangi bir atfın yer almayışından hareketle imam Ebu Yusuf ve imam Muhammed’in kesin olarak bu alana yönelik eserlerinin bulunmadığı da söylenmiştir.1 Şu da var ki, bilinen ilk usul eserinin Şafiî’ye ait olduğuna dair yaygın kanaat, ilk defa bu kural ve metodolojiyi onun vaz’ ettiği anlamına gelmez. Zira daha önce de her müctehid imamın takip ettiği ve özümsediği kendine has metodları bulunmaktaydı.

Fıkıh usulüne yönelik ilk eserin er-Risale olduğu genel olarak kabul edilmekle birlikte kavram ve konularıyla oturmuş ilk usul eserleri 4./10. yüzyılda kaleme alınmıştır. Usul ilminin gelişim sürecini oluşturan bu dönemde ise bazen usul furudan, bazen de furu usulden hareketle oluşturulmuştur. Bunlardan birincisi, hanefi geleneğe bağlı fakihlerin takip ettiği metodun genel karakteri olurken, kincisi genelde kelamcı bilginlerce benimsenen metodun temel vasfı olmuştur. Dolayısıyla birinci metod fukaha metodu, ikinci metod ise kelamcı/mütekellimîn metodu olarak tavsif edilmiştir. Yine malumdur ki, zamanla bazı hanefi usulcüler her iki ekolün

(15)

3

yaklaşımlarını sentezleyen eserler de kaleme almışlar ve böylelikle üçüncü bir metod: karma/memzuc metod ortaya çıkmıştır.

Bu günkü mevcud veriler ışığında bakıldığında Osmanlılara kadar olan dönemde ana hatlarıyla usul ilminin tarihi gelişimi böyledir. Osmanlıların ilmi bir gelenek oluşturmaya başladıkları dönemden itibaren ise bu muhitte de usul ilmine yönelik çalışmaların sürdüğü görülmektedir. Şerh ve haşiye türü eserlerin ağırlıklı olduğu bu dönemde Osmanlı müelliflerce muhtasar ve mufassal telif usul eserleri de kaleme alınmıştır. Molla Hüsrev’in (ö. 885/1480) Mirkât ve Mir’ât isimli eserleri gibi bunlardan bazıları medreselerde usul eğitiminde yüksek rağbet görmüş, meşhur olmuştur. Hâdimî’nin yaşadığı 18. yüzyıla gelindiğinde ise Mecâmiu’l-Hakâik de bu halkaya eklenmiştir.

18. yüzyıl Osmanlısının kendine has siyasi, sosyal ve kültürel özellikleri vardır. Bu dönemde, bir yanda değişim ve yenilik arayışları gittikçe zihinlere daha da hakim olurken, diğer yanda fıkıh-tasavvuf, zahir-batın mücadelesi geçerliliğini korumaktadır. Zahir alimleri ile tasavvufçuların kıyasıya bir mücadelenin içerisinde olduğu bu dönemde tarikat ve şeriatın birbirini tamamlayan iki yol olduğunu ortaya koymaya çalışan Hâdimî, yazdığı Berika gibi eserlerle, zahir ilimleri yüceltip tarikatı küçümseyen müfrit zahir ulemasına orta yolu gösterirken, Mecâmiu’l-Hakâik gibi eserleri ile de zahir ilmini neredeyse inkar edercesine hafife alan ham sofulara da hakikati göstermeye çalışmıştır. Nitekim o, tarikat ehli tarafından başta gelen bir bilgi kaynağı olarak kabul edilen ilham ve rüyanın istidlal edilecek bir delil olamayacağını Mecâmi’de özellikle vurgulamıştır.

Hâdimî yaşadığı dönemin dini ilimler alanında öne çıkan simalarındandır. Hemen her alanda çalışmaları olmakla birlikte onun en çok söz sahibi olduğu ilmi disiplinlerden biri de fıkıh ve fıkıh usulüdür. Hâdimî’nin, İstanbul ulemasının kendisi için “Fıkıhtan başka bilgisi yoktur.” eleştirisine bir cevap olarak mantık alanındaki Arâisü'n-Nefâis fî İlmi’l-Mantık isimli eserini yazdığı rivayet edilir ki bu, onun aynı zamanda bu alandaki yetkinliğine dair bir itiraftır. Usul alanında yazdığı, bizim de çalışmamızın konusunu teşkil eden Mecâmiu’l-Hakâik’i 18. ve 19. yy. Osmanlı medreselerinin en önemli ders kitapları arasında yer almış ve Mecelle başta

(16)

olmak üzere bu dönemdeki hukuk çalışmalarını etkilemiştir. Klasik usul geleneği içerisinde karma metodla yazılmış olan eser, bazı farklı konulara da yer vererek nisbeten daha zengin bir içerik arz etmiştir. Küllî kaideler başta olmak üzere, ifta ve taklidle ilgili meseleler, örf konusu bunlardandır. Eserin bu özelliği kendisine diğer usul eserleri karşısında değer katmış, usul eğitiminde tercih edilen bir eser olma vasfını kazandırmıştır. Mecâmi’in çok muhtasar olması anlaşılmasını zorlaştırmış, bu sebeple şerh ve tercüme çalışmalarına ihtiyaç duyulmuştur.

Hâdimî’nin Mecâmiu’l-Hakâik’ini ve bu eser çerçevesinde onun üsülcülüğünü etraflıca incelemeye gayret ettiğimiz bu çalışmada, onun usul görüşlerine ve söz konusu eserinde ortaya koyduğu usul sistematiğine tanıklık edilecektir. Giriş dışında iki bölüm ve sonuçtan oluşan bu çalışma, birinci bölümüyle genel olarak Hâdimî’yi ve genel özellikleriyle Mecâmiu’l-Hakâik’i tanıtacak, ikinci bölümüyle de Hâdimî’nin sistematiğine bağlı kalınarak onun usul görüşlerini ve nasıl bir usulcü olduğunu ortaya koymaya çalışacaktır. Sonuç bölümünde ise bütün bu çalışmalar neticesinde elde edilen sonuçlar ve olması/yapılması gerekenler görülecektir.

Hâdimî’nin usulcülüğü ortaya konurken özellikle Mecâmi’deki sistem takip edilmiştir. Bunun, Mecâmi’de nasıl bir usul sistematiğinin geliştirildiğini göstermesi açısından faydalı olacağı kanaatindeyiz. Gerekli yerlerde genellikle Mecâmi’in şerhi Menâfiu’d-Dekâik’e dayanan açıklamalar yapılmıştır. Hâdimî’nin görüş belirttiği veya tercihte bulunduğu hususlara özellikle işaret edilmeye çalışılmış, gerekli yerlerde takdim, mukayese ve değerlendirmelerde bulunulmuştur. Hâdimî’nin görüş ve izahları yer yer maddeler halinde verilerek daha belirgin ve akılda kalıcı hale getirilmiştir. Mecâmi’de yer alan küllî kaideler hem esere hem de müellifine haklı bir ün ve önem kazandırmıştır. Bu yüzden bu kaidelere Arapça asılları ile birlikte çalışmada yer verilmiş, Mecelle’de geçenlere işaret edilmiştir.

Tezimizde, Mecâmiu’l-Hakâik’in 47 sayfalık 1308/1890 tarihli Matbaa-i Amire baskısı esas alınmıştır. Ilgınlı İbrahim Efendi’nin tashihi ile gerçekleştirilmiş olan mezkur baskının naşiri Hacı Ahmed Hulusi’dir.

(17)

5

Hâdimî’nin hayatı ve kişiliği ile ilgili olarak çeşitli biyografik ve ansiklopedik kaynaklara başvurulmuştur. Usulcülüğü konusunda ise Mecâmiu’l-Hakâik’le birlikte, birinci bölümde bahsi geçen Mecâmiu’l-Hakâik üzerine yapılmış veya ondan etkilenmiş kaynaklara da müracaat edilmiştir. Ayrıca çağdaş ve klasik muhtelif fıkıh usulü eserleri de incelenerek farklılık ve benzerlikler takip edilmiştir.

(18)
(19)

7

I. HÂDİMÎ’NİN HAYATI, ESERLERİ VE İLMÎ KİŞİLİĞİ

A. İSMİ VE KÜNYESİ

İsmi tam olarak Muhammed b. Mustafa b. Osman el-Hâdimî’dir. Arap harflerinden kaynaklanan bir husus olarak, bibliyografik kaynaklarda isminin

Mehmed şeklinde geçtiği de görülür. Künyesi Ebû Saîd'dir.2 İlk çocuğu olan oğlunun isminin Saîd olmasından dolayı kendisine Ebû Saîd el Hâdimî denilmiştir.3

B. LAKABI VE NİSBESİ

Lakabı Mevlânâ Müftî’dir. Doğduğu yer olan Hadim’e4 nisbetle de kendisine

Hâdimî denilmiştir.5 Ayrıca, Hüseynî, Nakşibendî, ve Konevî nisbeleriyle de anılmıştır.6

C. SOYU VE AİLESİ

Hâdimî, 1113/1701 yılında Hadim’de doğmuştur.7 Hâdimî’nin soyu Buhara’dan gelmektedir. Hatta soyunun Hz Peygambere ulaştığı da söylenmiştir.8

Malazgirt zaferinden sonraki süreçte Türkistan'ın Buhara ve diğer şehirlerinden birçok alim Anadolu'ya gelmeye başlamıştır ki biyografik kaynaklara göre, bu Türk alimlerinden biri de Hâdimî'nin Buhara'dan gelen büyük dedesi

Hüsameddîn Efendi’dir. Hüsameddîn Efendi köklü ve asil bir aileden olup, aynı

zamanda alim ve tasavvuf ehli biridir. Bölgeye gelişlerinin 1400’lü yıllar olduğu tahmin edilen aile, ilk olarak Taşkent9 nahiyesine bağlı Afşar köyü yakınında

Karacasadık bölgesine yerleşmişler ve açtıkları medresede öğrenci yetiştirmişlerdir.

Daha sonra ise yerleşime daha elverişli ve yol güzergahı olması nedeniyle şimdiki Hadim’in bulunduğu yere göç edip oraya yerleşmişlerdir (1692). Hâdimî'nin babası yörenin tanınmış müderrislerinden Fahru’r-Rum Kara Hacı Mustafa Efendi’dir. Annesi ise yine Buhara’dan göç eden bir aileye mensup, Taşkent müftüsünün kız kardeşi Hediye Hanım’dır.10

Hâdimî’nin Ebu Naim Ahmed, Fatma, Zeynep ve Ümmü Gülsüm isimli dört kardeşi vardır.11

2 Bursalı, Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, I, 342.

3 Ertan, Veli, Mevlâna Müftî Ebû Saîd M. Hâdimî, Diyanet Dergisi, XXIV/3, (1988) 91.

4 Hadim, Konya’ya bağlı ve Konya'nın yaklaşık 120 km güneyinde bulunan bir ilçedir. Dağlık ve engebeli bir arazi yapısına sahiptir.

5 Bağdadî, İsmail Paşa, Hediyyetü’l-Ârifîn, II, 333. 6 Yayla, Mustafa, “Hâdimî Ebû Saîd”, DİA, XV, 24. 7 Ertan, 90.

8 Yayla, XV, 24.

9 Taşkent bugün Konya’ya bağlı bir ilçedir. Hadimle arası 7 km’dir. 10 Göktaş, Salih, Ebû Saîd el-Hâdimî ve Hadim, 13-14.; Ertan, 89-90. 11 Göktaş, 15.

(20)

D. EVLİLİKLERİ VE ÇOCUKLARI

İlk evliliğini yirmi sekiz yaşında yapan Hâdimî toplam beş evlilik yapmış ve bunlardan yedi çocuğu dünyaya gelmiştir. Numan Hadimioğlu’nun verdiği bilgilere göre Hâdimî’nin eşleri ve çocuklarının isimleri şöyledir:

Eşleri

1. Meryem Hanım: Ermenek’tendir. 2. Fatma Hanım: İmam Begavî'nin

kızıdır. 3. Zahide Hanım: Alanya'nın Şeyh köyündendir. 4. Zahide Hanım: Memleketi bilinmemektedir. 5. Adı tesbit edilemeyen hanım: Taşkent Emir müftüsünün kızıdır.

Çocukları

1. Saîd (Meryem Hanım’dan), 2. Abdullah (Fatma Hanım’dan), 3.

Muhammed Emin (Fatma Hanım’dan), 4. Numan (Fatma Hanım’dan), 5. Mustafa (1. Zahide Hanım’dan), 6. Ali (2. Zahide Hanım’dan), 7. Abdülhalim (2. Zahide Hanım’dan).12

E. TAHSİLİ VE HOCALARI

Hâdimî, ilk tahsilini -genellikle olduğu gibi- babasından almış ve on yaşında Kur'an-ı Kerim'i ezberleyerek hafız olmuştur. Parlak bir zekaya sahip olan Hâdimî “Mebadî-i Ulûm” denilen bilgileri babasından okumuş ve ilk icazetnamesini ondan almıştır. Babasından aynı zamanda akaid, felsefe, Arapça ve Farsça tahsil ettikten sonra, gösterdiği liyakatten dolayı birkaç arkadaşı ile birlikte Konya'ya gönderilmiş ve Konya'nın tanınmış bir medresesi olan Karatay Medresesine yazılmıştır (1720).13

Hâdimî beş yıl kadar bu medresede çeşitli ilimlerde, Müderris İbrahim Efendi’den ders görmüş ve l725 yılında ikinci bir icazetnameyi bu zattan almıştır.14

Rivayet edilir ki, bir gün Müderris İbrahim Efendi, Hâdimî'yi odasına çağırmış ve şunu söylemiştir:

“Oğlum Saîd Muhammed, medresemde beş yıla yakın bir zaman tahsil gördün, benden alacağını aldın. Artık benim sana verecek bir şeyim olmadığı gibi Konya’da da sana ders verecek hiçbir hoca yoktur. Binaenaleyh mütebaki tahsilini İstanbul'da Kazabâdî Ahmet Efendi'den (1163/1749) yapmanı tavsiye ederim”15

Bunun üzerine Hâdimî memleketine dönmüş ve hocasının söylediklerini babasına nakletmiş, babası da hocasının tavsiye ettiği, kendisinin de arkadaşı olan

12 Hadimioğlu, Numan, Hadim ve Hadimliler Bibliyografyası, I, 90-91. 13 Ertan, 90; “Hadimi”, Türk Ansiklopedisi, XVIII, 294.

14 Ertan, 90; “Hadimi”, Türk Ansiklopedisi, XVIII, 294. 15 Ertan, 90.

(21)

9

Kazabâdi Ahmet Efendi'den ders okumasını uygun bulmuştur. Böylelikle,

Konya’daki hocası İbrahim Efendi’nin tavsiyesi ve babasının tensibiyle Hâdimî İstanbul'a gönderilmiştir.16

Hâdimî, İstanbul'da Kazabâdi'nin rahle-i tedrîsinde sekiz yıl17 muhtelif ilimler tahsil etmiştir. Böylelikle Kazabâdi'den de icazetname almaya muvaffak olan Hâdimî bu süreçte Arapça ve Farsça'yı anadili gibi öğrenmiş hatta bu dillerde eserler yazmaya bile başlamıştır.18

Zamanını değerlendirmeyi çok iyi bilen genç Hâdimî, İstanbul’daki tahsili sırasında, müderris Kazabâdi'nin verdiği derslerle yetinmemiş, medresenin zengin kütüphanesinde araştırmalarda da bulunmuştur. Nitekim bu çalışmaları ile önemli bir alim olacağı o zamandan sezilmiştir.19

Yukarıda da ifade edildiği üzere Hâdimî'nin ilk hocası, babası Fahru’r-Rum

Kara Hacı Mustafa Efendi'dir. İkinci hocası ise Konya Karatay Medresesi

müderrisliği yapan İbrahim Efendi’dir. Hâdimî bu zattan icazetname aldıktan sonra devrinin en büyük alimi olarak bilinen İstanbul'daki Kazâbadi Ahmed Efendi'den yüksek tahsilini yaparak icazetname almıştır.20

Kazabâdi Ahmed Efendi de devrinin etkili ve şöhretli alimlerindendir. Hakkında Bursalı Mehmet Tahir şöyle demektedir: “Alimlerin sonuncularından olup

tahsilini Sivas'ta Tefsirî Muhammed Efendi'den tamamlamıştır. Tasavvuf mensuplarının zevklerine vukufsuzluğundan dolayı onlara karşı zıt görüşlü idi. İstanbul'da ilmin yayılmasına hizmetle meşgul oldu. 1163/1749’da vefat ederek Aksaray'dan Koca Mustafa Paşa'ya giden caddenin sağ tarafına defnedildi. Talebelerinin en meşhuru merhum Hâdimî'dir.”21

Salih Göktaş bir hocalar silsilesi vererek Hâdimî’nin hocalarını Hz Ali’ye kadar ulaştırmaktadır. 22

F. MEDRESESİ VE TALEBELERİ

İstanbul'daki tahsilini tamamladıktan sonra, -rivayete göre dört katır yükü kitap ile- memleketi Hadim'e dönen Hâdimî babasının medresesinde müderrisliğe

16 Ertan, 90. Benzer ifadelerle başka kaynaklarda da yer alan İbrahim Efendi’nin bu tavsiyesinin ne kadar gerçek olduğu kuşku götürse de Hâdimî’nin İstanbul’da Kazabâdi’den öğrenim gördüğü tartışma olmayan bir husustur.

17 Ertan, 90. Türk Ansiklopedisi’ne göre üç yıl. Bkz: “Hadimi”, XVIII, 294. 18 Ertan, 90.

19 Ertan, 90.

20 Bursalı, I, 343; Ertan, 91; Yayla, XV, 24. 21 Bursalı, I, 404.

(22)

başlamıştır.23 Bu sırada hem ders okutmuş hem de çeşitli konular üzerine eserler te’lif etmiştir.24

Hâdimî’nin öğrencilerine verdiği icazetnamelerden, medresesinde uyguladığı müfredatı, verdiği dersleri, bu derslerde okuttuğu eserleri belli ölçüde saptamak mümkündür. Bu bilgilere göre Hâdimî, medresesinde 18 yy. Osmanlısının medreselerinde hakim olan müfredat neyse onu uygulamış, kendi yetişme sürecinde okuduğu neyse aynı sistem ve müfredat içerisinde öğrencilerine onları okutmuştur.25

Veli Ertan’nın (ö.1991) belirttiğine göre Hâdimî’nin medresesi beş bölümden oluşmaktaydı:

1- Tefsir ve hadis bölümü 2- İslam hukuku bölümü 3- İslam felsefesi bölümü 4- Kelâm bölümü 5- Arap edebiyatı bölümü26

Bu bilgilerden anlaşılacağı üzere Hâdimî, “dinî/naklî” tabir edilen ilimler yanında “aklî” ilimleri de öğrencilerine okutmuş, birincisi daha ağırlıklı olmakla birlikte “aklî” ilimler alanında da öğrencilerini yetiştirmiştir.

Aynı müellifin ifadesine göre Hâdimî’nin medresesi kısa zamanda bir

dâru’l-ulûm haline gelmiş, kısa zamanda kendini tanıtan genç alimin adı ve şanı dillere

destan olmuş, ilmî kudreti ve müktesebatı her tarafa yayılmış ve pek çok talebe yetiştirmiştir. Öyle ki talebe sayısının fazlalığından dolayı Hâdimî, Hadim'e 12 km mesafede bulunan Kervanpınar'da açık havada ders okutmaya başlamıştır. Böylelikle Hadim; İstanbul, Konya, Bursa ve Kayseri şehirleri gibi önemli bir ilim merkezi haline gelmiştir.27 Bir başka müellife göre ise Hâdimî’nin medresesi Anadolu şehir ve kasabalarında büyük yankı uyandırmış, onun verdiği dersler eşine az rastlanır bir rağbet görmüş, hatta Hâdimî’nin ünü Hicaz’a kadar ulaşmış ve oradan Hadim’e ilim tahsili için gelen olmuştur.28 Nitekim bunun bir sonucu olarak, Hâdimî devrin padişahı tarafından saraya davet edilerek taltif edilmiştir

Hâdimî ailesinin kurduğu ve devam ettirdiği bu medresede eğitim-öğretim faaliyetleri Hâdimî’den sonra da hiç hız kesmemiş, öğrenci sayısı azalmak bir yana daha da artmıştır.29

Hâdimî’nin rahle-i tedrisinde yetişmiş birçok alim bulunmaktadır. Bunların bir kısmı ülke içerisinde ün kazanmış ve ilmiye sınıfı içerisinde devletin üst makamlarına kadar yükselmiş kişilerden oluşurken, bir kısmı da taşrada Anadolunun

23 Ertan, 91; “Hadimi”, Türk Ansiklopedisi, XVIII, 294. 24 Bursalı, I, 343.

25 Sarıkaya, Yaşar , Merkez ile Taşra Arasında Bir Osmanlı Alimi Ebu Said el-Hâdimî, 89. 26 Ertan, 91.

27 Ertan, 91. 28 Sarıkaya, 197. 29 Sarıkaya, 248.

(23)

11

muhtelif yerlerinde müftülük, müderrislik, imamlık gibi görevler yürütmüş kişilerdir. Hâdimî'nin talebelerinin en meşhurları şunlardır:

Hâdimî'nin oğulları Hacı Said, Hacı Abdullah, Hacı Mehmed Emin, Hacı Numan.

Müftîzâde Muhammed Antâkî, İsmail Gelenbevî, Gözü Büyük Zade İbrahim Efendi, Muhammed Süleyman el-Kırkağacî, Hafız Hasan Üskübî, Ahmed Ürgübî, Konyalı İsmail Hakkı, Kayserili Hacı İsmail Efendi...30

G. VEFATI

Veli Ertan’ın verdiği bilgilere göre Hâdimî soğuktan üşüterek hastalanmış ve ölümü bu hastalık sebebiyle olmuştur. Hâdimî’nin vefatı ile ilgili anlatılanlar menkibevi motifler de içerir. Bu bilgilere göre, 1762/1176 yılında Hadim'de çetin bir kış mevsimi yaşanır ve Hâdimî bir gün medreseye giderken üşütüp yatağa düşer. Üç gün ateşler içerisinde yatan Hâdimî çocuklarına, hastalığının son anlarında şu vasiyeti yapar:

“Vefat ettiğimde, gâsilim gelinceye kadar yıkanmamı geciktirin. Zira gasil ve tekfinimi kendisine emanet ve vasiyet ettiğim kişi beni gasledecektir.”

Hastalığının dördüncü günü sabah namazının ilk vaktinde ise ruhunu teslim eder.31 Gasli, beklenen mechul gâsil gelene kadar tehir edilir. Nihayet kuşluk vakti “nur yüzlü” bir ihtiyar çıkagelir. Hayret dolu bakışlar altında görevini yerine getirir ve geldiği gibi geri döner.32 Daha sonra gözyaşları arasında Hadim'deki aile kabristanına defnedilir.

Ömrünü ilim ve irfan yolunda geçiren Hâdimî geride güzide eserler, önemli müesseseler (medrese, zaviye, kütüphane, cami) ve pek çok değerli talebe bırakmıştır.

Hâdimî'nin kabri anne ve babasının kabirleri arasında bulunmaktadır. Önceden basit ve sade (toprak) bir kabre sahipken sonradan düzenleme yapılarak mermerle kaplanmış ve görkemli bir hale getirilmiştir. Kabri civarında kardeşleri, çocukları ve torunları medfundur. Hâdimî’nin kabri günümüzde bakımlı bir ziyaret yeri durumundadır. Yanında bir cami ve mezarlık bulunmaktadır.

Mezar taşı kitabesinde şu sözler yazılıdır:

Hüve’l-hallâku’l-bakî

Câmiu'l-Mecâmi' fî ilm-i usûl-i dîniyye

30 Yayla, XV, 25.; Sarıkaya, 72 kişilik bir liste vermiştir. Bkz: s.198-200. 31 Göktaş, 25; Ertan, 93.

32 Hadimioğlu, I, 112; Uz, M. Ali, Konya Alimleri ve Velileri, 182. Bu iki kaynağa göre bu zat Şeyh

(24)

Şârih-i Tarîkât-i Muhammediyye Kutbu'1-ârifîn gavsu'1-vâsılîn Ebû Saîd Muhammed el-Hâdimî Ruhuna Fatiha

Tevellüdü 1113, Tarih-i vefatı 1176

Günümüzde Hâdimî’yi anmak ve tanıtmak amacıyla, 1966’dan beri Hâdimî

Günleri, 1988’den beri de Hadim Belediyesi ve Selçuk Üniversitesi işbirliği ile Hâdimî Sempozyumları düzenlenmektedir.33

H. ESERLERİ

Hâdimî, islamî ilimlerin hemen her sahasında irili ufaklı eserler vermiştir. Bunlardan bir kısmı huzurunda talebeleri tarafından yazılmış ders takrirleridir.34 Bazıları ise derin bir ilmî vukufiyet gerektiren eserlerdir. Hâdimî eserlerinin tamamına yakınını Arapça yazmıştır. Bu onun bu dile olan hakimiyetini de göstermektedir. Eserleri tesbit edilebildiği kadarıyla şunlardır:35

Fıkıh

1. Risâle fî kirâ'ati “şehidallâhü”36 ve “kuli’l-lâhümme”37 dübüra külli salah. 2. Risâle fî libâsi’l-ahmer (Süleymaniye/Denizli, 389/8, vr. 87a-88a)

3. Risâle vezâifi’l-mevtâ (Süleymaniye/Denizli, 389, vr, 82a-86a; GAL, S II, 664) 4. Risâletü’ş-şubuhâti’l-âriza fî tarîki’l-hacc (Mecmûâtü’r-Resâil, 211-214)

5. Risâle eş-şubuhât el-mevride ale’ş-Şeyh Muhammed Hayât es-Sindî el-Medenî (Mecmûâtü’r-Resâil, 220-224)

6. Risâletü'l-huşû' fi’s-salâh (Mecmûâtü’r-Resâil, 199-209)

7. Risâle fî hakki’t-tesbîh ve't-tahmîd ve’t-tekbîr (OM, I, 343; Mecmûâtü’r-Resâil, 210)

8. Risale fî hakkı'd-duhân (OM, I, 344; Süleymaniye/Reşid Ef. 1017/64;

33 Yayla, XV, 25. 34 Sarıkaya, 103.

35 Bu liste Hâdimî hakkında yapılmış en yeni ve en kapsamlı çalışma olan Yaşar Sarıkaya’nın

“Merkez ile Taşra Arasında Bir Osmanlı Alimi Ebu Said el-Hâdimî” isimli kitabından alınmıştır.

Yazar konuyla ilgili şöyle demektedir: “Tespit edebildiğimiz 66 eseri kapsayan bu liste, İstanbul (Süleymaniye) ve Konya (Yusufağa) elyazma kütüphanelerinde bulunan kataloglar ve/veya mecmualar ile biyografik ve bibliyografik literatüre dayanmaktadır. Süleymaniye'de Hâdimî'nin "müellefâtı" adı altında yer alan bir listeyi de dikkate aldık.” (Sarıkaya, a.g.e., 104)

36 Âl-i İmran 18. 37 Âl-i İmran 26.

(25)

13

Mecmûâtü’r-Resâil, 233-235)

9. Risâle fî hakkı 'l-kahve (OM, I, 344; Mecmûâtü’r-Resâil, 232) 10. Haşiye 'alâ Düreri'l-Hükkâm (GAL, II, 293; S II, 317)

11. Risâle fî hakkı mesnûniyyeti'l-misvâk (OM, I, 344; Süleymaniye/Denizli 389, vr. 78a-79b; Mecmûâtü’r-Resâil, 235-239)

12. Risâle li-def'i mâ evrade İbnü'l-Kemâl 'ale'd-Dürer fî hakki'l-istihlâf (Mecmûâtü’r-Resâil, 217-219)

Fıkıh Usulü

1. Mecâmiu'l-hakâ'ik (OM, I, 343; GAL, S II, 664)

2. Risâle fî hakkı'l-hadîsi'z-za'îf (OM, I, 344; Mecmûâtü’r-Resâil, 227-228) Tasavvuf

1. Risâletü'l-âdâb fî zikri “lâ ilâhe illallâh” (Süleymaniye/Reşid Ef. 570, vr. 253b-254a)

2. Risâle fî mes'eleti'l-vücûdiyye (Süleymaniye/Reşid Ef. 1017, vr. 92b-99b; Atatürk Ktp./ Osman Ergin, 255)

3. Fezâ'ili'l-ezkâr (Süleymaniye/Laleli, 1367/1)

4. Risâle fî mâhiyyeti't-tarîka (Süleymaniye/Kasidecizade 721, vr. 176b-178b) 5. Risâle fî sülûki'n-Nakşibendiyye (OM, I, 344; Süleymaniye/İbrahim Ef. 411, vr. 35-38)

6. Risâletü'n-Nakşibendiyye (GAL, S II, 664)

7. Risâle fi'l-munâzara mea'n-nefs (Süleymaniye/Denizli, 389, vr. 102b-103b) 8. Şerhu kelimeti't-tevhîdiyye li’l-Birgivî

9. Risâletü'n-Nakşibendiyye müsbetün bi'l-edilleti'l-erba'a 10. Şerhu Evrâdi'l-Bahâiyye (GAL, S II, 282, 664)

11. Risâle fî beyâni Hızır min hayâtihî ve-memâtihî (OM, I, 344; Süleymaniye/H. Hüsnü 70, vr. 244a)

(26)

Kelam/Akâid

1.

Risâle fi'l-kazâ ve’l-kader (Süleyrnaniye/Reşid Ef., 1017/61, vr. 230-233.) 2. Risaletü't-tevhid (Süleymaniye/Reşid Ef. 1017, vr. I25b-127b)

3. Şerhun 'ala Risâleti Nukirru li'l-İmâmi'l-A'zam (Mecmûâtü’r-Resâil, 154-191) 4. Risâle fî hakkı ef'âli'l-'ibâd (Mecmûâtü’r-Resâil, 196-198)

5. Hâşiye 'alâ tefsîri sûrati'l-İhlâs li'bni Sînâ (Süleymaniye/Reşid Ef. 1017, vr. 66a-75b; GAL, S I, 814)

6. Risâle fî kavlihî Teâlâ “lev kâne fîhimâ âlihe”38(Süleymaniye/Reşid Ef. 1017, vr. 132a-b)

Kur’an/Tefsir

1. Âdâbu kırâ'ati'l-Kur'ân (Süleymaniye/H. Hüsnü 70 vr. 139b-150a)

2. Hâşiye 'alâ tefsîri cüz'i'n-nebe' li'l-Beyzavî (OM, I, 343; Süleymaniye/Reşid Ef. 74) 3. Risale fî tefsîri sûrati'l- Enfâl

4. Risâle fî kavlihî Te'âlâ “ve yü’minûne bihî ve yestağfirûn”39 5. Risâle fî kavlihî Te'âlâ “ve lev alimallâhü fîhim hayran”40 6. Risâle fî kavlihî Te'âlâ “ve hüve’l-ğafûru’l-vedûd”41 7. Risâle fî kavlihî Te'âlâ “inne ba’za’z-zanni ismün”42

8. Risâle fî kavlihî Te'âlâ “kulillâhümme mâlike’l-mülk”43 (Mecmûâtü’r-Resâil, 229-231)

9. Risâle fî sûrati’n-nâziât (Süleymaniye/Reşid Ef. 1017, vr. 134a-135a) 10. Tefsîru sûrati’l-fâtiha 38 Enbiya 22. 39 Mü’min 7. 40 Tevbe 23. 41 Bürûc 14. 42 Hucurât 12. 43 Âl-i İmrân 26.

(27)

15

Hadis

1. Risâle fî usûli'l-hadîs (Süleymaniye/Reşid Ef. 1026/7, fols. 25a-27b) 2. Tahkîkâtü'l-acîbe ve tedkîkâtü'l-garîbe müte'allikatün 'ale'l-hadîsi's-sahîh (Süleymaniye/H. Hüsnü, 70, vr. 260b-262b)

Ahlak

1. Vasiyyetün li'l-fâzıl Halil Efendi (Süleymaniye/H. Hüsnü, 70, vr. 301b) 2. Risâletü'l-besmele (GAL, S II, 664)

3. Risâletü şerhi'l-besmele (OM, I, 343; Süleymaniye/Reşid Efendi 1017, vr. 266) 4. Şerhu eyyühe'l-veled (OM, I, 344; Süleymaniye/Denizli, 389/2, vr. 29b-70b) 5. el-Berîkatü'l-mahmûdiyye (GAL, S II, 655, 664)

6. Risâletü'n-nesâyih ve’l-vesâyâ (OM, I, 344; Mecmûâtü’r-Resâil, 124-150) 7. Risâletü'l-vasıyye ve'n-nasîha li-veledihi'l-e'az Muhammed Saîd ve li-külli ihvânihî ve telâmizetihî ve ehıbbâih (Mecmûâtü’r-Resâil, 192-195)

Mantık

1. 'Arâ'isü'n-nefâ'is

2. 'Arâ'isü'l-enzâr ve nefâ'isü'l-ebkâr (Süleymaniye/Bağdatlı Vehbi 862, vr. 1b-23a.) Leksikografi (Sözlük)

1. Mukaddimâtü beyâni mevzû'âti'l-'ulûm (OM, I, 343, Süleymaniye/Yazma Bağışlar 1292/6)

Arap Dili ve Edebiyat

1. Risâle fî mukaddimâti ilmi's-sarf. (Süleymaniye/Yazma Bağışlar 607/15, vr.135a) 2. Şerhu dibâceti'n-netâici'l-efkâr fi'n-nahv. (Süleymaniye/Reşid Ef./Tırnova 1842) 3. Risâle fi'l-fırâk. (Süleymaniye/H. Mahmud 1137, vr. 47b-94a)

4. Şerhu 'Avâmili'l-Birgivî

(28)

6. Risâletü'z-zarfiyye. (GAL, S II, 664) Beyan/Bedi

1. Kitabu 'ilmi'l-me'ânî 2. İlmü'l-beyân ve’l-bedî' Şiir

1. Şerhu 'ale'l-Kasîdeti'l-Muzariyye (Mecmûâtü’r-Resâil, 34-53) 2. Şerhu Kasîdeti'l-Bürde

3. Şerhu Kasîdeti't-Tantarâniyye 4. Şerhu Kasîdeti'l-Vânî

I. İLMÎ KİŞİLİĞİ

Hâdimî'nin eserlerinden, onun dinî ilimlerin bütün sahalarında söz sahibi olduğunu anlıyoruz. Çünkü o, Arap dilinden kelama, şiirden fıkıha, tasavvuftan tefsire bütün alanlarda eser vermiştir.

Yaptığı bu çalışmalarla temayüz eden ve bunun bir sonucu olarak devrin padişahı I. Mahmud (1730-1754) tarafından44 İstanbul'a davet edilen Hâdimî padişah, devlet ricali ve ulemanın övgüsüne mazhar olmuştur. Hâdimî, bu kısa İstanbul seyahatinde bir müddet başkentte kalıp padişah ve İstanbul alimleri huzurunda ders takrir etmiş, Ayasofya camiinde vaaz vermiş ve tartışmalar yapmıştır.45 Hâdimî alimler huzurunda yaptığı ders takririnde besmelenin on sekiz fenne göre

açıklamasını yapmış, Ayasofya’daki vaazında ise ‘Fatiha-i Şerife’yi tefsir etmiştir.

Bu faaliyetlerden sonra padişah ve alimlerin takdirlerini kazanan Hâdimî’ye ısrarla İstanbul’da kalıp orada hizmetini sürdürmesi teklif edilmişse de46 o, kendisine teklif edilen bu mansıp ve mevkilere iltifat etmemiş, kurduğu medresede müderrislik yapmayı ve mütevâzı bir hayatı tercih ederek tekrar Hadim'e dönmüştür.47

Hâdimî sufi-meşreb yönü önplana çıkan bir kişiliktir. Dolayısıyla onun tasavvuftaki etkisi bariz olarak görülür. Fakat Hâdimî'nin tasavvufçuluğu aşırılıklardan uzak, zahir ilimlerle çatışmayan bir konumdadır. Nitekim o, nakşibendilik çizgisindeki eser ve görüşleriyle, fakihler ve sufiler arasındaki, tasavvufa yönelik meşruiyet tartışmalarında orta bir yerde durmuş; tarikat-şeriat,

44 Veli Ertan üçüncü Ahmed tarafından davet edildiğini söylemektedir. Bkz: s. 91. 45 Ebü’l-Ulâ, Mardin, Huzur Dersleri, II, 770.

46 Yaşar Sarıkaya’nın verdiği bilgiye göre Hâdimî’ye dinî eserlerin tetkik ve tashihini yapma görevi teklif edilmiştir. bkz: Sarıkaya, Merkez ile Taşra Arasında Bir Osmanlı Alimi Ebu Said el-Hâdimî, 129.

(29)

17

tekke-medrese, zahir-batın uyumunu temel alan bir anlayışla uzlaştırıcı görüşler ortaya koyarak iki cenah arasında köprü oluşturmaya çalışmıştır. Bunun bir sonucu olarak Hâdimî sema, devran vs. gibi tasavvufî pratikleri hoş karşılamamış, fakat

tasavvuf ve tarikattan uzak bir yaşantıyı da uygun görmemiştir.48 Bu yönüyle o, halk ve talebeleri nezdinde hem zahir ilimlerde bir otorite, hem de bir mürşid-i kamil olarak görülmüş, “kutbu'1-ârifîn gavsu'1-vâsilîn” olarak tavsif edilmiştir. Nitekim

onun bu özelliği -yukarıda görüleceği üzere- mezar taşı kitabesine de yansımıştır. Hâdimî bağlı olduğu nakşibendiliğin Anadolu’da yayılmasında da önemli rol oynamıştır.

Dinî ilimlerin hepsinde belli oranda vukufiyeti olan Hâdimî'nin öne çıkan bir başka yönü de fıkıhçı ve usülcülüğüdür. “Eserleri” bölümünde de görüleceği üzere, kaleme aldığı risalelerinin birçoğu fıkha dairdir. Biyografi yazarı Ömer Rıza Kehhâle (ö.1987), Hâdimi’yi usulcü ve fakih olarak tanıtır.49 Sava Paşa (ö.1318/1901) ise Hâdimî için şöyle der:

“İslâm fukahasının en yenilerinden olan Hâdimî, bilhassa usûl-i fıkıh ile iştigal etmiştir.50

Hâdimî hanefi geleneğe sıkı sıkıya bağlı bir fıkıhçı ve usulcüdür. Hanefi geleneğe bağlılığını muhtelif eserlerinde çeşitli vesilelerle belirtmiş, Mecâmi’de de hanefi mezhebi ekseninde konulara yaklaşmıştır. Hâdimî, kendisini “mukallid bir

fakih” olarak51 görmekle birlikte, ictihad imkanının ortadan kalktığı düşüncesini tartışmalı bulmakta, her asırda meselede müctehid düzeyinde fıkıhçıların olabileceğini ve nassın delaleti gibi istidlal yöntemleriyle müctehid olmayan alimlerin de bir kısım şer’î meseleler hakkında görüş belirtebileceğini savunmaktadır.52 Nitekim tütün ve kahve gibi bazı nevzuhur meseleler hakkında görüş ortaya koymuş, isabetli bulmadığı görüşleri tenkid edebilmiştir.53

Dolayısıyla Hâdimî kuru bir taklitçi değil, tenkitçi bir zihniyete ve düşünce dünyasına da sahiptir. Şeyh Muhammed es-Sindî ve Şam ulemasından Şeyh İsmail

el-Ucduvânî ile yaptığı tartışmalar bunu göstermektedir.54 O, “Söyleyene değil söylenene bak” diyerek, saygı gösterdiği, övdüğü, “büyüğümüz” dediği kişilerle mektuplaşmış, sorular sormuş, aldığı cevaplara itirazlar edip eleştirmiştir. Hanefi fıkhının muteber kaynaklarından olan Merginânî’nin (ö.593/1197) Hidâye’sinde bazı

48 Sarıkaya, 115.

49 Kehhâle, Mu’cemu’l-Müellifîn, XI, 301.

50 Sava Paşa, İslâm Hukuku Nazariyatı Hakkında Bir Etüd, II, 45.

51 Hâdimî, Risâle eş-Şubuhât el-Mevride ale’ş-Şeyh Muhammed Hayât es-Sindî el-Medenî, 223; Hâdimî, Risâle fî Hakkı Mesnûniyyeti’l-Misvâk, 236-237.

52 Risâletân alâ Hazariyyeti’d-Duhân, 234.

53 Hâdimî, Risâletân alâ Hazariyyeti’d-Duhân, 233-235; Hâdimî, Risâle fî Hakkı’l-Kahve, 232. 54 Hâdimî, Risâle Şubuhâtün Ârizatün fî Tarîki’l-Hacc, 211-214.

(30)

derlediği küllî kaideler onun araştırmacı bir kişiliğe de sahip olduğunu göstermektedir.

Hâdimî problemler karşısında ve çözümleri noktasında geniş düşünen, geniş perspektiften bakabilen bir alimdir. O, delillerin lafızları yanında mana ve amaçlarının da dikkate alınmasını, fetvada maslahatın da göz önünde bulundurulmasını öneren bir alimdir.56

Bununla birlikte, -tasavvufçu yönünden kaynaklanan bir tesirle olsa gerek-Hâdimî’nin metodolojisinde “ihtiyat” ve “ihtiyatla amel” önemli bir hukuk prensibidir.57 Ona göre, müctehid imamların ihtilafları karşısında en ihtiyatlı görüş başka bir mezhepte bile olsa onunla amel edilmelidir.58

Sanata da meyilli olan Hâdimî’nin şairlik yönü de vardır. Onun şiirler ve kasideler yazdığı bilinmektedir. Hatta bir divan oluşturacak kadar şiir ve ilahi yazdığı belirtilmektedir.59 Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’nde kendisine şair olarak yer verilmiştir.60 Bununla birlikte sadece bir naatı ve birkaç dizeden başka günümüze kadar gelen şiiri tesbit edilememiştir.61 Natın bir bölümü şöyledir:62

Fakirem kapına geldim Günahkârım yüzüm kara Şefaat ya Rasûlallah Korkarım atarlar nâra Mukırrim suçum bildim Meğer sende ola çare Şefaat ya Rasûlallah Şefaat ya Rasûlallah

55 Hâdimî, Risâle fî Hakkı Mesnûniyyeti’l-Misvâk, 237. 56 Hâdimî, Mecâmi’, 44.

57 Hâdimî, Mecâmi’, 2.

58 Hâdimî, Risâle en-Nesâyih ve’l-Vesâyâ el-Mübâreke, 125. 59 Önder, Mehmet, Büyük Alim Hz. Hadimî, 13-14; Yayla, XV, 25. 60 Sarıkaya, 111.

61 Sarıkaya, 111. 62 Ertan, 91.

(31)

19

II. GENEL ÖZELLİKLERİYLE MECÂMİU’L-HAKÂİK

A. ESERİN İSMİ

Mecâmiu’l-Hakâik’in tam adı Mecâmiu’l-Hakâik ve’l-Kavâid ve

Cevâmiu’r-Rakâik ve’l-Fevâid mine’l-Usûl’dür. Mecâmi’ “ce.me.a.” kökünden gelen, ism-i

mekan kalıbındaki “mecma’” kelimesinin cemi formudur. Yani “toplanma yeri”,

“bir şeyin derlendiği, toplandığı yer” anlamına gelmektedir. Hakâik kelimesi ise “hikâk”63 veya “hakîkat” kelimesinin cemisidir ki bazen “hakâyık” şeklinde de yazılmıştır. Nitekim eserin mukaddimesinde ve şerhi Menâfiu’d-Dekâik’te de “hakâyık” şeklinde geçmektedir. “Doğru, gerçek, gerçeklik” gibi anlamlara gelen ve aynı zamanda fıkıh usulü, felsefe ve tasavvuf terimi olan “hakîkat” bu disiplinlerin her birinde farklı anlamlar ifade etmektedir. Buradaki anlamı ise biraz felsefî anlamıyla “öz, mahiyet, cevher, asıl” gibi yorumlanabilir.

Mecâmiu’l-Hakâik’in şarihi Güzelhisari’ye (ö.1253/1837) göre, “hakâik” kelimesinden sonra gelen Kavâid kelimesinin ortaya koyduğu karineden dolayı burada bir mevsuf takdir edilmesi gerekmektedir. Bu mukadder mevsuf ise “mesâil” kelimesidir. Yani eserin ismindeki Mecâmiu’l-Hakâik

“mecmeu’l-mesâili’l-hakîkiyye” şeklinde anlaşılmalıdır.64 Çünkü kavâid kelimesi bunu gerektirmektedir. “Kavâid” kelimesi ise “kâide” kelimesinin cemi halidir. Buna göre, eserin isminin atıftan önceki birinci kısmı “Hakikî meselelerin ve kaidelerin toplanıp

derlendiği yerler” şeklinde Türkçeleştirilebilir.

Eserin atıftan sonraki ikinci kısmında bulunan “Cevâmi” kelimesi ise anlaşılacağı üzere, baştaki Mecâmi kelimesine atfedilmekte olup yine aynı kökten gelen “câmi’” veya “câmia”65 kelimesinin cemisidir. Câmi’ kelimesi ise “toplayan,

derleyen” anlamlarına gelmektedir.

“Rakâik” kelimesi ise “ra.ve.ka.” kökünden, “saf, arı, temiz, güzel” gibi anlamları olan “râik” kelimesinin cemisidir. Buna atfedilen “fevâid” kelimesi de

“fâide”nin çoğuludur ki Türkçe’de de kulllanıldığı üzere “fayda, kazanç, kar” gibi

anlamlara gelmektedir.

En sondaki “mine’l-usûl” kısmına da “min ilmi’l-usûl” şeklinde bir “ilm” kelimesi takdir etmek gerekir. Zira, bu bir fıkıh usulü kitabı olduğuna göre bununla fıkıh usulü ilmi kasdedilmiştir. Buna göre ikinci kısım da “Fıkıh usulü ilmi ile ilgili

arı, temiz, güzel şeylerin ve fayda ve kazançların toplayıcısı” şeklinde anlaşılabilir.

63 Güzelhisari, Menâfiu’d-Dekâik, 7. 64 Güzelhisari, Menâfiu’d-Dekâik, 7. 65 Güzelhisari, Menâfiu’d-Dekâik, 7.

(32)

Genellikle en kısa haliyle “Mecâmi’” şeklinde anılan Mecâmiu’l-Hakâik’in bazen yanlış söylendiğine de şahid olunabilmektedir. Bunda, Güzelhisari’ye ait şerhi

Menâfiu’d-Dekâik’in de, -isim benzerliğinden dolayı- büyük etkisi olsa gerektir.

Nitekim Ö. Nasuhi Bilmen’in (ö.1971) Hukuk-ı İslamiyye’sinin usule ve fıkıh tarihine dair olan birinci cildinde eserin me’hazlerinin zikredildiği bölümde Mecâmiu’l-Hakâik’in ismi, Mecâmiu’d-Dekâik şeklinde geçmektedir.66 Bu, ya müellifin bir anlık dalgınlığı ya da bir baskı hatasından kaynaklanmaktadır. Bunun dışında başka bir ihtimal elbette söz konusu olamaz. Fakat kimden ve neden kaynaklanırsa kaynaklansın bir karıştırma söz konusudur. Müellif eser içerisinde de defaatle Mecâmiu’l-Hakâik’ten bahseder. Ancak sadece “Mecâmi’” şeklinde kısaltarak söyler.

Bir diğer örnek ise Sava Paşa’nın (ö.1318/1901) telifi, Baha Arıkan’ın tercümesi olan ve temel kaynaklarından biri Mecâmiu’l-Hakâik olan İslam Hukuku

Nazariyatı Hakkında Bir Etüt isimli eserde görülmektedir. Medreselerde okutulan

fıkıh usulü eserleri sayılırken aynen şu ifade geçmektedir: “1200 hicri senesinde67

vefat eden Ebu Said Muhammed Hâdimî’ye ait haşiyeli bir eser olan ve “Mecâmiu’l-Hakâik”, “Menâfiu’d-Dekâik” ismini taşıyan eser.”68 Buradaki yanlış da kesinlikle,

ya mütercimden ya da baskıdan kaynaklanmaktadır. Değilse müelliften sadır olması mümkün değildir.

Benzer bir yanlış Mustafa Ahmed ez-Zerkâ’nın (ö.1999) meşhur el-Fıkhu’l-İslâmî (el-Medhalü’l-Fıkhiyyü’l-Âm) isimli eserinde de görülmektedir. Müellif burada Mecâmiu’l-Hakâik’in Menâfiu’l-Hakâik isimli şerhiyle birlikte basılmış olduğunu söylemektedir.69

Yine, Ö. Rıza Kehhale (ö.1987) de Güzelhisari’nin şerhi Menâfiu’d-Dekâik’i Hâdimî’nin eseri olarak zikretmiştir.70

Aynı şekilde, özellikle internet sitelerinde Hâdimî’yi tanıtan ve bilimsel kaygı taşımayan yazılarda benzer yanlışların olduğu, Menâfiu’d-Dekâik’in Hâdimî’ye nisbet edildiği görülmektedir. Hatta bu alanda ihtisası olan ilahiyatçıların bile zaman zaman benzer yanlışları yaptıkları -Mecmûu’l-Hakâik gibi- müşahede edilmektedir.

B. ESERİN DİL VE USLUP ÖZELLİKLERİ

Eserlerinin neredeyse tamamını Arapça olarak telif eden Hâdimî, Mecâmiu’l-Hakâik’i de Arapça yazmıştır. Kuşkusuz bunun sebebi, ait olduğu devrin ilim dilinin ve kaynakların tamamen Arapça olmasıdır. Bu, ayrıca onun Arapçaya derin

66 Bilmen, Hukkuk-ı İslamiyye, I, 299.

67 Bu tarih ne Hâdimî’nin ne de Güzelhisari’nin vefat tarihi değildir. 68 Sava Paşa, İslam Hukuku Nazariyatı Hakkında Bir Etüt, I, 117. 69 ez-Zerka, el-Fıkhu’l-İsâmî fî Sevbihi’l-Cedîd, II, 957.

(33)

21

vukufiyetinin de bir göstergesidir. Öyle ki yetkinlik açısından, eserlerinde kullandığı dil Arap kökenli müelliflerden farklı değildir.

Hâdimî, Mecâmi’de hemen bütün konulara değinmiş fakat tafsilata girmeksizin oldukça kısa ve öz olarak ifade etmiştir. Bunun sebebi de “metin” türü eserlerde olduğu gibi usule dair konuların özellikle talebeler tarafından kolaylıkla öğrenilip, tafsilattan arındırıldığı için de kolaylıkla hafızada tutulabilmesini sağlamak olmalıdır. Mecâmi’ gerek muhteva gerekse uslup bakımında değerlendirildiğinde onun bir ders kitabı mahiyetinde olduğu söylenebilir. Nitekim o, bu eseri Mecâmi’in başındaki ilk cümlelerde talebelerin ricası üzere71 yazdığını ifade etmektedir. Böylelikle talebeler fıkıh usulünün temel meselelerini panoramik bir bakışla kolayca kavrayacak, bunun yanı sıra bu konuların içi derslerdeki açıklamalarla doldurulacaktır.

Mecâmiu’l-Hakâik fıkıh usulünün temel bütün konularını içeren câmi bir fıkıh usulü eseridir. Bu özelliğine rağmen fıkıh usulünü 45 sayfaya sığdırabilmiştir. Hâdimî’nin ona bu meziyeti sağlayabilmek için fevkalade çaba sarf ettiği görülür. Öyle ki sayfa sayısı az, fakat içeriği dolu dolu olan bu eserde “Şu cümle ya da şu kelime çıkarılsa da olur.” denilebilecek bir yer yoktur.

Diğer yandan, Mecâmi’in bu kısa, öz ve veciz ibaresi bir yönüyle bir meziyet ve avantaj olmakla birlikte, anlaşılma açısından bazı olumsuzlukları da beraberinde getirmiştir. Buna, teknik kurallar manzumesi olan fıkıh usulü ilminin kendine has zorluğu da eklenince bu olumsuzluk daha da artmaktadır.

İbare ve ifadeyi kısaltmaya çalışan Hâdimî bunu birkaç yolla sağlarken, aynı zamanda bunlar sözünü ettiğimiz olumsuzlukları ortaya çıkaran unsurlar olmuştur.. Bunlardan birincisi: Bir çok yerde konunun örneğini ya hiç vermemiş ya da vermiş olduğu halde, bunun konuya ne şekilde ve hangi yönüyle örnek teşkil ettiğini izah etmemiştir. Ayet ve hadislerden örnek verdiği zaman ise çok kısa bir bölümünü zikretmekle yetinmiştir.

İkincisi: Anormal kısaltmalar yapmış, bazen araya bir kelime takdir etmedikçe sağlıklı bir anlam çıkmayacak ifadelere yer vermiş, olabilecek her yerde zamirler kullanmıştır. Öyle ki konuyu bilmeyen bir kimse için bu zamirlerin nereye döndüğü anlamak güç bir hal almıştır. Hatta daha önce bir isim geçmediği halde onun yerine zamir kullandığı olmuştur. Mesela çoğunlukla, Ebu Hanife için

“indehu / ona göre”, Ebu Yusuf ve Muhammed için ise “indehüma / ikisine göre”

ifadelerini kullanmıştır.

71 Hâdimî burada “bi-iltimâsi’l-ihvân / kardeşlerin ricası ile” der. Güzelhisari ise “bi-iktirâhi talibîne

(34)

Üçüncüsü: Bir çok yerde “ve illâ felâ” ifadesine başvurmuştur. Bu da bazen oraya kadar, cümle içinde birkaç şart ifadesi geçtiği için hangisinin kasdedildiğini anlamayı, konuya vakıf olmayanlar için güçleştirmiştir.

Bunlar, hacmi küçük, faydası büyük olan Mecâmi’i anlamada ortaya çıkan olumsuzluklardır. Eserin bu vasfı belli bir düzeyde usul alt yapısı olmayan bir kimse için güçlükler getirmiştir. Bundan dolayı da eserin şerh ve tercümelerine ihtiyaç duyulmuştur.

Biz bu düşüncelerle Mecâmi’i incelerken, İslam Hukuku Nazariyatı Hakkında

Bir Etüt isimli eserinde Molla Hüsrev’in (ö. 885/1480) Mir’ât’ını ve Hâdimî’nin Mecâmi’ini hülasa ettiğini söyleyen Sava Paşa’nın da hemen hemen aynı şeyleri

söylediğini müşahede ettiğimizde tevafuk ettiğimizi gördük. Sadece Mecâmi’e münhasır olmasa da Sava Paşa şunları söylemektedir:

“İslam hukuku nazariyatına dair yazılmış eserler öyle güç bir üslup ve o kadar muhtasar olarak yazılmışlardır ki bu işten iyi bir surette anlıyan bir kimsenin yardımı olmaksızın anlaşılmalarına imkan mevcud değildir. Bu hususta zaif malümat sahibi bir kimse tarafından verilecek dersler muvaffakiyetsizliğe mahkumdur. Böyle bir hoca talebeyi, neticesi hiç olan, makine vari bir mesaiye tabi tutmaktan başka bir şey yapamaz. Hocanın, usulü bütün inceliklerine kadar bilmesi, iyi netice almak için katiyen lazımdır”.72

C. ESERİN MUHTEVA VE ŞEKİL ÖZELLİKLERİ73

Daha önce de ifade edildiği üzere Mecâmiu’l-Hakâik 45 sayfalık muhtasar bir usul eseridir. Bununla birlikte temel usul konularını tamamıyla içeren câmi ve sistematik bir kaynaktır. Muhtasar ve öz üslubuyla bir ders kitabı vasfı taşıyan kitap hakikaten fevkalade bir iç kurguya sahiptir. Kitabın bu temel kurgusuna toplu bir bakış imkanı elde edebilmek için öncelikle kitabın genel anatomisini çıkarıp sonra üzerine değerlendirmelerde bulunmak faydalı olacaktır.

Mecâmiu’l-Hakâik’in genel yapısı şu şekildedir:74

MUKADDİME (2)

BİRİNCİ BAB: DELİLLER (3)

72 Sava Paşa, İslam Hukuku Nazariyatı Hakkında Bir Etüt, I, 19.

73 Bu tez, 47 sayfalık 1308/1890 tarihli Matbaa-i Amire baskısını esas almaktadır. Söz konusu baskı Ilgınlı İbrahim Efendi’nin tashihi ile gerçekleştirilmiştir. Naşiri Hacı Ahmed Hulusi’dir.

74 Parantez içerisindeki rakamlar müellifin hangi konuya ne kadar yer verdiğini toplu bir bakışla göstermesi açısından belirttiğimiz sayfa numaralarıdır

(35)

23

BİRİNCİ RÜKÜN: KİTAB (3) İKİNCİ RÜKÜN: SÜNNET (24) ÜÇÜNCÜ RÜKÜN: İCMA (28) DÖRDÜNCÜ RÜKÜN: KIYAS (29) BAB: MUARAZA VE TERCİH (33)

İKİNCİ BAB: HÜKÜMLER (36) BİRİNCİ RÜKÜN: HÜKÜM (36) İKİNCİ RÜKÜN: HAKİM (39) ÜÇÜNCÜ RÜKÜN: MAHKUM BİH (39) DÖRDÜNCÜ RÜKÜN: MAHKUM ALEYH (40) BAB: İCTİHAD (43) HATİME: KÜLLİ KAİDELER (44)

Bu tablodan da anlaşılacağı üzere kitap, bir mukaddime, bab adını taşıyan iki temel bölüm ve hatimeden oluşmaktadır. Bu iki temel bölümün her biri içerisinde de

rükün adını taşıyan dörder kısım bulunmaktadır. Kitaba, “giriş” mahiyetinde hazırlık

bilgilerinin verildiği “mukaddime” ile başlanmakta, küllî kaideleri içeren “hatime” yani “sonuç” bölümüyle bitirilmektedir. Bu ikisinin arasında da kitabın iki temel bölümü yer almaktadır.

Burada dikkat çeken diğer bir husus da birinci ve ikinci babların sonunda bir simetri de oluşturacak şekilde, yine bab adıyla birer yan bölüm oluşturulmuş olmasıdır. Bunlardan birinci bölümün sonunda yer alan babta muaraza ve tercih konusu, ikinci bölümün sonunda yer alan babda ise ictihad konusu işlenmiştir.

Hâdimî bu “bab” ve “rükün” adını taşıyan temel bölümlerin haricinde de konular içerisinde bir takım alt bölümler yapmıştır. Hâdimî’nin bu alt bölümler için bölüm başlığı olarak kullandığı kelimeler şunlardır: Fasıl, furû’, tetimme, mes’ele,

fâide, tenbîh, teznîb, hâtime.

Fasıl başlığı Mecâmi’de iki yerde kullanılmıştır. Bunlardan birincisinde tahsis konusu75 diğerinde ise istihsan konusu76 işlenir. Furu başlığı ise konuyla ilgili

75 Mecâmi’, 4. 76 Mecâmi’, 31.

(36)

daha ileri detay verilmek istendiğinde kullanılmıştır ve iki yerde geçmektedir.77

Tetimme tamamlayıcı bilgi demektir. Bu başlık da iki yerde kullanılmıştır. Mes’ele

başlığı ise âmm lafızlarla ilgili bölümde iki defa kullanılmıştır. Faide ve tenbih başlıkları ise müteşabih konusu dahilinde geçen iki başlıktır. Ek anlamına gelen

teznib başlığı Mecâmi’de üç yerde geçmektedir. Edatlar, şer’u men kablena, sahabe görüşü konularına teznib başlığı altında yer verilmiştir.

Hatime başlığı ise yine üç yerde görülmektedir.78 Mecâmi üzerine yazı yazan ve Mecâmi’in bir mukaddime, iki bab ve iki hatimeden müteşekkil olduğunu belirten iki müellifin79 söylediği gibi Mecâmi’de iki değil, üç hatime bulunmaktadır. Bunlardan kitabın en sonunda bulunanı asıl hatimedir ve kitabın hatimesidir. Diğer ikisi ise ilgili konunun hatimesidir ve sadece birkaç satırdan ibarettir.

Mukaddimede besmele, hamdele ve salvele gibi giriş cümlelerinden sonra kısaca fıkıh usulünün tanımı, konusu ve gayesinden bahsedilir. Mukaddimeden sonraki deliller babında ise ağırlık Kitab rüknü içerisinde ele alınan lafızlar konusuna verilir ve tafsilatıyla işlenir. Lafızlar, emir, nehiy, beyan gibi konuların yer aldığı Kitab rüknü (1.babın 1.rüknü) eserin yarısına tekabül eder. Kitabın kalan yarısında da deliller babının diğer üç rüknü ve hüküm konusuna dair olan ikinci bab ve hatime yer alır.

D. SONRAKİ ÇALIŞMALARA ETKİSİ

Mecâmi’ usul ve küllî kaideler olmak üzere birden iki yönü olan bir kitaptır ve her iki açıdan da hukuk çalışmalarına önemli etki ve katkıları olmuştur. Mecâmi’in, Osmanlı’nın ortadan kalkmasından sonra bile bazı Ortadoğu ülkelerinde geçerliliğini sürdüren Mecelle’nin küllî kaideler açısından kaynaklarından birisi olması onun kendinden sonraki hukuk çalışmalarına yaptığı en büyük etki ve katkı sayılabilir. Bu husus üzerinde, küllî kaideler bölümünde biraz daha geniş durulacaktır.

Mecâmi’ usul çalışmaları açısından da kendinden sonrakilere ışık tutmuş ve katkı sağlamıştır. Bunların başında II. Abdülhamid devrinin (1878-1908) önemli devlet ve hukuk adamlarından, fıkıh usulüne özel bir ilgisi olan, Hıristiyan inancına mensup80 Sava Paşa’nın (ö.1318/1901) yukarıda da ismi geçen İslam Hukuku

Nazariyatı Hakkında Bir Etüt isimli çalışmasını sayabiliriz. Bu eserin iki temel

kaynağından birisi Mecâmiu’l-Hakâik’tir ki Sava Paşa eserinin mukaddimesinde

77 Mecâmi’ 5, 29. 78 Mecâmi’, 14; 37; 44.

79 Çeker, Ebu Said Muhammed el Hâdimî’nin Mecâmiu’l-Hakâik Adlı Eseri, SÜİFD, VIII, (1998) 45; Sarıkaya, Merkez ile Taşra Arasında Bir Osmanlı Alimi Ebu Said el-Hâdimî, 149.

80 Sava Paşa, İslam Hukuku Nazariyatı Hakkında Bir Etüt isimli eserinde bizzat kendisi, hıristiyan olduğunu birkaç kez hatırlatır ve kitabını telif ederken tarafsız baktığını dolayısıyla iyi niyetinden şüphe edilmemesi gerektiğini ifade eder. Sava Paşa’nın hakikaten bu taahhüdüne sadık kaldığı görülür. Bkz: Sava Paşa, İslam Hukuku Nazariyatı Hakkında Bir Etüt, I, 13; II, 6.

(37)

25

“Bu eserde Molla Hüsrev’in medreselerde okutulmakta olan ve klasik eserler meyanında bulunan Mir’atü’l-Usûl’ü ile Hâdimî’nin Mecâmiu’l-Hakâik’i hülasa edilmiş olarak görülecektir.” demektedir.

Kuşkusuz ne Sava Paşa sıradan bir hukukçudur, ne de sözünü ettiğimiz eseri sıradan bir eserdir.81 Aslında sadece bu eser bile Mecâmi’in o dönemde ne denli etkin ve etkili olduğunu ortaya koymaktadır. Sava Paşa’nın aynı eserinde geçen şu sözleri bunun bir kanıtıdır:

“İslam hukuku'nun bu sahasını ben de uzun müddet, anlamış olduğum kanaatinde bulunuyordum. Usulü, fevkalade esaslı bir surette bilen hocam Nuri Efendi ile karşı karşıya gelince, bu husustaki malumatımın bir hiçten ibaret olduğunu anladım. Molla Hüsrev'i ders edinerek her dersi, hocanın nazareti altında, istenoğrafi ile Türkçe olarak yazmıya başladım. Bu mesai üç seneden fazla devam etti. Böylece sarih bir surette anladığım bir metin elde ettikten sonra, bunu ikmal için, yukarda da söylediğim gibi, kılasik bir eser olan Hâdimî'ye müracaata baş-ladım. Bunu da ikmalden sonra, ikisini birden kül halinde mütalaaya mübaşeret ettim. Ancak bundan sonradır ki hukukun bu kısmında Arî ve Turanî ilim adamları tarafından da takip olunan Sami alimlerin usulü hakkında bir fikri sarih edinebilmiş oldum...”82

Son devrin en önemli İslam hukukçularından Ömer Nasuhi Bilmen’in (ö.1971) mümtaz eseri Hukuk-ı İslamiyye Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu’nda da Mecâmi’in etkileri görülür. Söz konusu eserin fıkıh usulünü muhtevi birinci cildi incelendiği zaman içerik ve sistematik açısından Mecâmi ile büyük oranda örtüştüğü gözlenebilir. Emir-nehiy ve mutlak-mukayyed konuları dışında eserin dizaynı aynıdır. Öyle ki Mecâmi’in sonunda küllî kaidelere yer verildiği gibi, aynı şekilde Bilmen’in kitabının sonunda da küllî kaidelere yer verilir. Nitekim küllî kaideler kısmında sık sık Mecâmi’e atıf yapılır ve eserin me’hazleri arasında Mecâmi’ de yer alır.83 Şu var ki Hâdimî’nin Mecâmi’i muhtasar bir eser iken Ö. Nasuhi Bilmen’in usulü mufassaldir.

Mecâmi’in usul eserleri arasındaki yerinin ve kendisinden sonraki dönemde yaptığı etkilerin en önemli göstergelerinden biri de Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulmuş olmasıdır. Sava Paşa Mecâmi’in ders kitabı olarak medreselerde okutulmasına yukarıda ismi geçen eserinde birkaç yerde vurgu yapar.84

81Sava Paşa’nın bu eserini bir makale ölçeğinde değerlendiren Ferhat Koca, makalenin sonuç kısmında söz konusu eserle ilgili şunları söyler: “Sava Paşa’nın bu eseri mütercim Baha Arıkan’ın

nefis Türkçesiyle, bugün dahi ilahiyat fakültelerindeki İslam hukuku bilim dalında yapılan yüksek lisans ve doktora ders programlarında kaynak olarak yararlanılabilecek bilimsel içeriğe, üsluba ve sistematiğe sahip temel kitaplardan birisidir.” Bkz: Koca, Ferhat, Osmanlılar Döneminde Gayr-i Müslim Bir İslam Hukukçusu: Sava Paşa, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, VI, (2006) 113.

82 Sava Paşa, I, 20.

83 Bilmen, Hukkuk-ı İslamiyye, I, 299. 84 Sava Paşa, I, 19, 117.

Referanslar

Benzer Belgeler

Abdurrahman Yurtaslan Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara, Türkiye..

The subjective financial risk tolerance of the participants (RISKTOL) in the study was identified by a question that can be weighed between 1 (I do not take any financial risks) and

Sa¤l›k Bakanl›¤› Refik Say- dam H›fz›ss›hha Merkez laboratuvar›na gönderi- len 63 hastan›n kan örneklerinin KKKA serolojik incelemesinde 62 hastan›n sonucu negatif,

Zobeiry and Poursartip categorize the formation of residual stresses into 4 scales; micro-level, affected by elastic, viscoelastic properties and thermal properties,

Küresel ticaret savaşlarının ve yeni korumacılık önlemlerinin ülke ekonomilerine olan etkileri farklı çalışmalarda incelenmiş ancak ticaret politikaları

In order to investigate the effect of ethanol on the cell cycle and chemosensitivity of HBV-infected cells under the condition of the long-term ethanol treatment, the Hep3B cells

Araştırmadan elde edilen bulgulara göre, sağlık bakım çalışanlarının iş stresi puanları ile tıbbi hataya eğilimleri düşük olup, ölçekler arasında

Bir yandan imparatorluğunun devamlılığını sağlamak için gerekli askeri, idari ve siyasi işleri yürütınüş diğer taraftan dini, edebi ve fikri faaliyetlerini devanı