• Sonuç bulunamadı

Sadece manası âmm olan lafızlar Bunlar ya raht, kavm, cin, ins, cemi’ lafızlarında olduğu gibi ictima şartıyla 139 fertleri içine alır veya “Kim bu kaleye

MECÂMİU’L-HAKÂİK ÖZELİNDE HÂDİMÎ’NİN USULCÜLÜĞÜ

I. DELİLLER A KİTAB

2. Sadece manası âmm olan lafızlar Bunlar ya raht, kavm, cin, ins, cemi’ lafızlarında olduğu gibi ictima şartıyla 139 fertleri içine alır veya “Kim bu kaleye

girerse ona şu vardır.” cümlesinde olduğu gibi şümul yoluyla mutlak olarak, yani

ictima şartı olmaksızın fertlerin hepsini birden (müctemean) veya ayrı ayrı (münferiden) içine alır ya da “Kim bu kaleye en önce girerse ona şu vardır.” cümlesinde olduğu gibi bedel yoluyla içine alır.140

136 Hâdimî bu iki tahsis nev’ini “fasid istidlaller” bölümünde de zikreder. 137 Mecâmi’, 5.

138 Mecâmi’, 5.

41

Daha sonra ise âmm lafızların neler olduğunu ayrı ayrı anlatır.141

1. Ahd ve cins için olmayan harf-i tarif (el-) veya izafet ile marife olan müfredler.

2. “ءاععسنلاجوزععتال / Kadınlarla evlenmeyeceğim” cümlesinde olduğu gibi kendisiyle bir kimse (vahid) kasdolunan müfred mesabesindeki cemiler.

3. Hakikaten veya -nehiy siyakında, istifham-ı inkarî siyakında ve men’ kasdıyla olan şart142 siyakında gelen nekre gibi- hükmen olumsuz nekreler (nekre-i menfiyye).

4. “املاع لجرلا سلاجال / Alim bir adamdan başkasıyla oturmam.” cümlesinde olduğu gibi âmm bir sıfatla mevsuf nekreler.

5. “ ٌناّمُرَو ٌل ْخَنَو ٌةَهِكاَف اَمِهيِف / İkisinde de türlü meyveler, hurma ve nar vardır.”143 ayetinde olduğu gibi müsbet bir kelamda imtinan (nimet verme) için olan nekreler.

6. “ ْتَرَض ْحَأ اّم ٌسْفَن ْتَمِلَع / Kişi (kıyamet günü) önceden ne hazırlamış olduğunu

bilecektir.”144 ayetinde olduğu gibi makam karinesi ile umum ifade eden nekreler. 7. Âmm bir sıfatla birlikte nekre olarak gelen “يا / hangi” kelimesi.145

8. Şartiyye olarak, istifhamiyye olarak veya ism-i mevsul ve mevsuf olarak gelen “نم” ve “ام”.146

9. Hem akıllı hem de akılsız varlıklar için kullanılan “ىذلا”. 10. Mekanın ta’mimi için kullanılan “ثيح” ve “نيا”.

11. Şart ve soru isimleri olan “امفيك“ ,”امىتم“ ,”امنيا“ ,”فيك“ ,”ىتم” vb..

140 Mecâmi’, 5. Hâdimî burada Şeyhayn’ın (Serahsi-Pezdevi), “evvelen” lafzının lahik olduğu âmmın hâss olacağı görüşünde olduklarını da belirtir.

141 Mecâmi’, 5-6.

142 Hâdimî buna “اذكف ارمخ ترش نا / İçki içersen şöyle olsun.” cümlesini örnek verir. “اذك كلف ايبرح تلتق نا /

Bir harbîyi öldürürsen sana şu var.” cümlesinde olduğu gibi men etme kasdı olmayan şart siyakında

gelen nekrenin ise âmm olmayacağını söyler. Diğerleri için örneklemede bulunmaz. Ancak Menâfi’de bunlar örneklenir. Mecâmi’, 5.

143 Rahman 68. 144 Tekvir 14.

145Güzelhisari burada söz konusu olan sıfatın nahvî manada bir sıfat değil, manevi sıfat olduğunu söyleyerek “ ًلَمَع ُنَسْحَأ ْمُكّيَأ ْمُكَوُلْبَيِل / Amelce hanginizin daha güzel olduğunu denemek için..” (Mülk 2) ayetini örnek verir. Ancak burada “يا /hangi” kelimesi marifeye izafetle marifedir. Bunu da, lafız hasebiyle marife olsa da anlam bakımından nekreliğinin devam ettiği şeklinde açıklar. Menâfi’, 52. 146 Hâdimî ayrıca, bunun her ikisinin müennesi de kapsadığını, fakat “نم”in akıllı varlıklar için, “ام”nın ise akılsız varlıklar için olduğunu, bununla birlikte (mecazen) tersinin de olabileceğini, “نم” ve “ام” ism-i mevsul ve mevsuf olarak gedikleri zaman ise âmm da olabileceğini, hâss da olabileceğini ancak daha çok âmm olduğunu söyler. (Mecâmi’, 6.) Güzelhisari ise bunların ayrı ayrı örneklerini verir. (Menâfi’, 53-54.)

12. “لك” ve “عيمج” kelimeleri ki bu ikisi, birlikte geldiği lafızların (medlullerinin) umumuna güçlü (muhkem) bir şekilde delalet ederler. Sadece isimlere gelen ve isimlerde sarihan, fiillerde ise zımnen,147 umum ifade eden “لك” kelimesi nekrede148 fertleri ihata etmek için, marifede149 ise cüzleri ihata etmek içindir.150 Bununla birlikte (marifede) fertleri ihata etmek için de olabilir.151 Ayrıca teksir (çokluk) için geldiği de olur.152

Fiillere gelen ve “لك”nün aksine fiillerde sarihan, isimlerde ise zımnen umum ifade eden “املك” kelimesi ise tekrar içindir.153

Âmm Lafızlarla İlgili Diğer Hususlar154

1. Umum üzerine atıf Şafii’nin (ö.204/819) aksine matufun umumunu gerektirir.

2. “ىداععبعاي“ ,”سانلااهيأاي” gibi müşafehe için vaz’ olunan hitablar sadece o günün insanını kapsar. Bunların, sonrakiler için hüküm ifade etmesi, nass, icma veya kıyastan, başka bir delille olur.155 Böyle hitablar, başında “de ki”, “tebliğ et” vb. bulunsa bile -bazı alimlerin aksine- Hz Peygambere de şamil olur.

3. Hitab muayyen bir kimseye yapılıp başkaları kasdedilebilir. “ ّكَش يِف َتنُك نِإَف َكععِلْبَق نِم َباععَتِكْلا َنوُؤَرععْقَي َنيِذّلا ِلَأ ْععساَف َكععْيَلِإ اَنْلَزنَأ اّمّم / (Resülüm!) Eğer sana indirdiğimizden

kuşkuda isen, senden önce Kitab’ı (Tevrat’ı) okuyanlara sor.”156 ayetinde olduğu gibi.

4. “نوملسم” ve “اولعف” kelimelerinde olduğu gibi cemi müzekker salim sadece erkekler içindir. Ancak kadınlar erkeklerle karışık halde olurlarsa erkeklere tabi olarak (tebean lehüm) onlar da bu şekildeki hitaba dahil olurlar. Cemi müennes salim ise ancak ve ancak kadınlar içindir.

5. Hz Peygambere olan hitab, ona has olduğuna dair bir delil olmadıkça örfen ve nassan ümmete de şamildir.

147 Yani isimlerin zımnında. Bunun farklı sonuçları vardır ki Menâfi’de izah edilir. Bkz: Menâfi’, 55. 148 Nekreye muzaf olduğunda.

149 Marifeye muzaf olduğunda.

150 Güzelhisari buna nar örneğini verir: “لوكأم نامر لك” şeklinde nekre geldiğinde doğru, “نامرلا لك لوكأععم” şeklinde marife geldiğinde yanlış olduğunu söyler. Çünkü birincisi fertleri ihata ettiği için bütün narların yenildiği, ikincisi ise cüzleri ihata ettiği için kabuğu da dahil bütün bir narın yenildiği anlamına gelmektedir. Bkz: Menâfi’, 54.

151 Diğerleri için örnek zikretmeyen Hâdimî buna,“ اًد ْرَف ِةَماَيِقْلا َامْوَي ِهيِتآ ْمُهّلُكَو / Hepsi kıyamet günü O’na

tek başına gelecektir.” (Meryem 95) ayetini örnek verir.

152 “ ٍناَكَم ّلُك نِم ُجْوَمْلا ُمُهءاَجَو / Her yerden onlara dalgalar gelir...” (Yunus 22) ayetinde olduğu gibi. (Menâfi’, 55)

153 Mecâmi’, 6. 154 Mecâmi’, 6-7.

155 Hâdimî hanbelilerin bu görüşte olmadıklarını da belirtir. 156 Yunus 94.

43

6. Siyga olarak bir kişiye (vahid) olan hitab ancak şariin açıklaması veya kıyasla başkalarını (cemî’) kapsar. Değilse kapsamaz.

7. Mütekellim, haber, emir veya nehiy olarak kendinden sadır olan hitabın kapsamına dahil olur.157 Dolaysıyla bir kimse “Sokaktaki herkesin karısı boştur.” demiş olsa, o kimse bunu söylerken sokakta ise karısı boş olur.158

8. “İnsanlar”, “mü’minler” lafızlarıyla olan hitab çoğunluğa göre köleleri de içine alır. Ebu Bekir er-Razi’ye (ö.370/981) göre (namaz, oruç... gibi) sadece Allah hakları olanlarda alır.159

9. Mefhumu muvafakat ammdır. Dolayısıyla “ ّفُأ آَمُهّل لُقَت َلَف / Onlara “üf” bile

deme.”160 ayeti bağlamında, ana-babaya “üf” dememenin (te’fîf) mefhumu muvafakatı olarak bütün eziyetler haramdır.

10. Mefhumu muhalefet de onu delil kabul edenlerce âmmdır. Dolayısıyla, “Sâime koyunda zekat vardır.”161 hadisi, mefhumu muhalefetiyle bütün alûfelerde zekat olmadığına delalet eder.162

11. Hz Peygamberin bir fiili ile ilgili hikaye/nakil, olumsuz bir fiil hakkında ise nefiy siyakında bir nekre içereceği için âmmdır. Olumlu bir fiil hakkında ise başka zamanları ve kısımları içine alan bir âmm olmaz. Fakat “Hz Peygamber

(s.a.v.) garar içeren bey’i yasakladı.” gibi zahiren umuma delalet eden bir lafızla

olan hikaye çoğunluğun aksine umum ifade eder.

12. Bir soru veya olay bağlamında söylenen söz, “evet” veya “hayır” gibi o soru veya olaydan bağımsız olarak hiçbir şey ifade etmeyen bir söz ise veya müstakil bir söz olmakla birlikte, salt o soru ya da olayın cevabı olduğu kesin veya zahir olan bir söz ise bu, o hususla ilgili bir cevaptır.163 Ancak böyle, soru veya olay bağlamında söylenen söz, olması gereken cevaptan daha fazla unsurlar içeriyorsa bu, o hususla ilgili bir cevap değil bağımsız bir kelam demektir.164 Bu hüküm, “İtibar sebebin

hususiliğine değil lafzın umumiliğinedir.” ilkesine dayanır.

157 Güzelhisari’nin belirttiğine göre bazı şafiiler “Eğer mütekellimin kelamı haber mahiyetinde ise kendisi de dahil olur. Ama emir veya nehiy ise kendisi dahil olmaz. Çünkü kişi kendisine emir ve nehiyde bulunamaz.” diyerek bu görüşe katılmamışlardır. (Menâfi’, 59)

158 Hâdimî, bazıları aksi görüşte olsa da doğrusunun bu olduğunu vurgular. 159 Hâdimî bu meseleyi “kîle” diyerek verir.

160 İsra 23.

161 Ebu Davud, Zekat, 5; Malik, Zekat, 23; Darimî, Zekat, 4. Hadis şu lafızla geçer: “Saime koyunlarda sayı kırk olunca yüzyirmiye kadar bir koyun zekat vardır…”

162 Hâdimî mefhumu muhalefet konusuna fasid istidlaller bölümünde daha geniş bir şekilde temas eder.

163 Yani bu söz âmm bir söz olsa bile, o soru veya olay hâss olmasını gerektiriyorsa hâss olur. Hâdimî şu örneği verir: “Gel yemek yiyelim.” diyen birine “Yemek yersem şöyle olsun.” şeklinde âmm bir şekilde cevap verilmesi gibi. Bu şekilde yemin etmiş olan biri, “yemek yiyelim” diyen kişi haricinde biriyle yemek yese hanis olmaz. (Menâfi’, 62) Hâdimî imam Züfer’in bu hususta aksi görüşte olduğunu da belirtir. (Mecâmi’, 7)

13. Mefhumu, hâssın mefhumuna uygun olan âmm lafız, o hâss ile tahsis edilmez.165

14. Bir şeyin haramlığı hakkında âmm bir lafızla bir hitab varid olunca, örfte o âmmın sadece bir kısmı kullanılıyorsa hurmet bu kısma hasrolunur.166

Mutlak ve Mukayyed

Manaya vaz’ı itibariyle lafızların diğer iki türü münekker cemi ve müştereke

geçmeden önce Hâdimî’nin bu bölümde temas ettiği son konu mutlak ve mukayyed konusudur. Mutlak ve mukayyedin birer hâss lafız olduğunu burada da tekrarlayan Hâdimî, yine de bu konuya “Hâss” başlığı altında değil, burada yer vermeyi uygun görmüştür.

Mutlak ve mukayyed için herhangi bir tanım yapmayan Hâdimî mutlakın ıtlakı üzere, mukayyedin de takyidi üzere cari olduğunu ve her ikisinin de medlulünde kat’î olduğunu belirtir. Mutlakın takyidinin âmmın tahsisine benzediğini ifade ederek, takyidin istisna ve sıfat gibi muttasıl bir kelamla olabileceği gibi akıl, Kitab veya mütevatir sünnet formunda munfasıl bir delille de olabileceğini söyler. Ardından, “Bazılarının aksine gayri mütevatir sünnet ve kıyas da böyledir.” der ki bu, Hanefi mezhebinin genel görüşüne aykırıdır.167

Daha sonra ise “Bir şeyin hükmünü beyan etmek üzere biri mutlak diğeri

mukayyed iki delil varid olduğu zaman hükümleri ya farklı (muhtelif) olur ya da bir (müttehid) olur.” diyerek mutlakın mukayyede hamledilip edilmeyeceği durumları

özetle şöyle tavzih eder:

Hükümleri farklı olduğu zaman;

1. İki hükümden biri diğerinin takyidini gerekli kılmazsa mulak ıtlakı üzere, mukayyed de takyidi üzere cari olur.

2. Hükümlerden biri diğerinin takyidini bizzat veya dolaylı olarak168 (bi’l- vâsita) gerekli kılarsa mutlak mukayyede hamledilir.

164 “Gel yemek yiyelim.” diyen birine “Bu gün yemek yersem şöyle olsun.” şeklinde cevap verilmesi gibi ki böyle yemin etmiş olan biri, mutlak olarak yemek yemekle hanis olur. (Mecâmi’, 7)

165 “Hangi deri tabaklansa temizdir.” hadisinin (Müslim, Hayız, 105; Tirmizî, Libas, 7; Neseî, Fer’, 4), Meymune’nin ölen koyunu ile ilgili “Derisini alsaydınız ya.” hadisiyle (Müslim, Hayız, 100) tahsisi gibi. (Menâfi’, 63)

166 Hâdimî bunun için “hilâfen li’l-cumhûr” der.

167 Mecâmi’, 7. Sözün ifade tarzından Hâdimî’nin bu görüşü benimsediği izlenimi oluşmaktadır. Güzelhisari, “Bunlarla, ibtidaen tahsis caiz olmadığına göre, tahsise benzeyen takyid de caiz olmaz.

Aksi görüşte olanların görüşü bize göre doğru görüştür.” der. Bkz: Menâfi’, 65.

168 Hâdimî buna şu örneği verir: “اةرفاك ةبقر ىنكلمت لو ةبقر ىنع قتعا / Benim tarafımdan bir köleni azad et

ve beni kafir bir köle sahibi yapma.” (Mecâmi’, 8). Cümlede ikinci kısm birinci kısmı dolaylı olarak

45

Hükümleri bir olduğu zaman;

1. Yemin169 ve katl kefaretlerinde olduğu gibi olay farklı olursa mutlak mukayyede hamledilmez.

2. Olay bir olup mutlak ve mukayyed, sebebe (vücub sebebi) dahil olurlarsa170 yine hamledilmeyip ikisiyle de amel olunur.171

3. Olay bir olup mutlak ve mukayyed, hükme dahil olurlarsa172 hamledilir.173 iii) Münekker Cemi

Hâdimî’nin manaya vaz’ı itibariyle ayırdığı dört kısım lafızdan biri de münekker cemidir. Üçüncü sırada yer verdiği ve kısaca temas ettiği münekker cemiyi, Hâdimî şöyle tanımlar: “Münekker cemi şümul olmaksızın sınırsız birçok fert

için tek vaz’la konulmuş lafızdır.”

Münekker cemi, cem’u kıllet olsun cem’u kesret olsun üç ve üçten fazlasına şamil olur. Daha azına olmaz. Dolayısıyla bir kimse nekre olarak “ءاععسنجوزععتال / Kadınlarla evlenmem.” diye yemin etse bir ve/veya iki kadınla evlenmekle hanis olmaz. İstiğrak vasfı olmadığı için münekker cemi âmm değildir. Bununla birlikte âmm olduğu, âmmla hâss arasında vasıta olduğu da söylenmiştir.174

iv) Müşterek

Mecami’de, manaya vaz’ı itibariyle lafızların sonuncusu müşterektir. Müştereki “Birden çok vaz’la birden çok mana için konulmuş lafızdır.” şeklinde tanımlayan Hâdimî bunun hükmünü de “Muradın ne olduğunu tercih etmek üzere

teemmül ve tevakkuftur.” şeklinde ifade eder. Bir tercihte bulunulamaması

durumunda ise bunun mücmel olacağını söyler.175 Umûmu’l-Müşterek

Müşterek lafzın delalet ettiği manaların hepsinin birden kasdedilmesi demek olan umumu’l-müşterek, tartışma konusu olmuştur. “Müşterekin birden çok manada

169 Zıhar kefareti de böyledir. Çünkü yemin ve zıhar kefaretlerinde mutlak olarak “köle azadı” (Bkz: Maide 89; Mücadele 3) katl kefaretinde ise “mü’min köle azadı” (Bkz: Nisa 92) söz konusudur. 170 Yani ıtlak ve takyid hükmün sebebiyle ilgili olursa.

171Fıtır sadaksı ile ilgili olan şu örnek zikredilir: Mutlak: “Her hür ve köle için eda ediniz.” Mukayyed: “Müslüman olan her hür ve köle için eda ediniz.” Hâdimî ayrıca, bu ve bir önceki hakkında imam Şafii’nin aksi görüşte olduğunu belirtir. (Mecâmi’, 8)

172 Yani ıtlak ve takyid hükümle ilgili olursa.

173 Yemin kefaretinin oruç seçeneği ile ilgili “نمفملدجيامايصفتاثلاثامايأ/ Bunları bulamayanın üç gün

oruç tutması gerekir.” (Maide 89) ayeti ile “تاعباتتم” kaydıyla geçen İbn-i Mes’ud kıraatinde olduğu

gibi. (Mecâmi’, 8) 174 Mecâmi’, 8. 175 Mecâmi’, 8.

kullanımı bazı Şafiilerin aksine caiz değildir.” diyen Hâdimî, cem’ kelimesiyle ifade

ettiği umumu’l-müşterekte ihtilaf noktasının (mahalli’l-hilâf), hem beyaz hem siyah anlamına gelen cevn kelimesinde olduğu gibi birbirine zıt bile olsa cem’in mümkün olduğu durumlar olup, hem emir hem ibaha kasdıyla emretmek veya kurû’ kelimesiyle hem hayz hem temizlik kasdetmek gibi cem’in mümkün olmadığı durumlarda bunun ittifakla mümteni olduğunu söyler.176

a2. Manaya Delaletinin Açıklığı ve Kapalılığı İtibariyle Lafız

Lafızlar manaya delaletinin açıklığı (vuzuh) ve kapalılığı (hafa) açısından da farklı kısımlara ayrılmıştır. Hâdimî’nin ikinci sırada yer verdiği açıklık ve kapalılık itibariyle lafızlar Mecâmi’de de öncelikle açık olanlar ve kapalı olanlar şeklinde iki kısma ayrılır.

Açık Olanlar (bi i’tibari’l-vuzûh)

Manası açık lafızlar zahir, nass, müfesser ve muhkem olmak üzere dört türlüdür.

i) Zahir

Mücerred siygasıyla, kasdedilen mana zahir olan, bununla birlikte o mana için sevk edilmiş olsun veya olmasın177 tevile, tahsise ve neshe ihtimali de bulunan lafızdır.

Hükmü: Kendisiyle anlaşılan manaya göre amelin vücubudur. “Kendisiyle

anlaşılan mana zannîdir.”, “Kendisiyle anlaşılan mana yakînîdir.”, “Zahir ve nassda aslolan kat’iyyet ifade etmesidir.” gibi görüşler de varsa da, kasdedilen mananın dışında bir manaya delalet ihtimalini güçlendiren bir delil varsa zan ifade eder.178 ii) Nass

Mütekellim tarafından sevk edilen (söylenen) söz kendisi için olan bir manadan dolayı açıklığı zahirden daha fazla olan lafızdır.179 “اَبّرلا َامّرَحَو َعْيَبْلا ُ اا ّلَحَأَو /

Allah alışverişi helal, faizi haram kıldı.”180 ayeti gibi ki bu ayet, alışverişin helal

176 Mecâmi’, 8.

177 Güzelhisari Mir’ât’a dayandırarak yaptığı açıklamada “o mana için sevk edilmiş olsun veya

olmasın” kaydının çoğu kitaba uygun olduğunu ifade etmektedir. Müeahhirîn usülcülerin görüşlerinin bu yönde olmadığını da belirtir. Nitekim Mir’ât’ta da aynı açıklamalar yapılmaktadır. (Bkz: Menâfi’, 70; Mir’ât, 101-102)

178 Mecâmi’, 8.

179 Hâdimî “nass” kelimesiyle mutlak lafzın, Kur’an ve sünnetin lafızlarının ve manası açık lafzın da kasdedilebildiğini söyler. (Mecâmi’, 9)

47

faizin haram oluşunu ıtlakta zahir, bu ikisinin (alışveriş-faiz) farklı şeyler oluşunu tefrikada nassdır.181

Hükmü: Zahirde söz konusu olan tevil, tahsis ve nesh ihtimalleri bunda da

geçerli olmakla birlikte yakînî olarak kendisiyle amelin vücubudur.182 iii) Müfesser

Beyan-ı tefsir veya beyanı-ı takrirle183 nassdan daha açık hale gelen lafızdır. Öyle ki zahir ve nassda olduğu gibi tevil ve tahsise ihtimali yoktur. Ancak neshe ihtimali vardır. “ َنوُعَمْجَأ ْمُهّلُك ُةَكِئ َلَمْلا َدَجَسَف / Bütün melekler hepsi birden secde ettiler.”184 ayetinde olduğu gibi.

Hükmü: Kendisiyle amelin vücubu ve nesh ihtimali ile beraber inanmaktır.185 iv) Muhkem

Neshe ihtimali olamaması sebebiyle açıklık kuvveti müfesserden daha fazla olan lafızdır. İki kısımdır:

aa. Liaynihî muhkem: Te’bidden186 dolayı veya Allahu Teala’nın zatı ile ilgili ayetlerde olduğu gibi kelamın içeriğinden dolayı veya şariin açıklamasından dolayı neshe ihtimali olmayan muhkemdir.

bb. Liğayrihî muhkem: Vahyin artık kesilmiş olmasından dolayı neshe ihtimali olmayan muhkemdir.

Hükmü: Kendisiyle amelin vücubu ve ne tevil, ne tahsis, ne de nesh ihtimali

olmadığına inanmaktır. Muhkem ve müfesser bi’l-icma kat’iyyeti mucibdir. Ebu

Mansur (ö.429/1038) ve tabilerinin aksine Irak fukahası nezdinde zahir ve nass da

öyledir.

Zahir, nass, müfesser ve muhkemden her birinin diğeri ile tearuzu durumunda sonraki öncekine takdim ve tercih olunur.187

Kapalı Olanlar (bi i’tibari’l-hafâ)

Manası kapalı lafızlar da hafi, müşkil, mücmel, müteşabih olmak üzere dört türlüdür.

181 Çünçü hemen evvelinde geçen “اَبّرلا ُلْثِم ُعْيَبْلا اَمّنِإ / Alışveriş de faiz gibidir.” sözüne cevaptır. 182 Mecâmi’, 9.

183 Beyan bölümünde bunlar açıklanır. 184 Sa’d 73.

185 Mecâmi’, 9.

186 Sonsuzluk ifade eden “ebeden” gibi lafızlar. 187 Mecâmi’, 9.

i) Hafî

Siyga dışındaki bir arızdan dolayı muradın kapalı olduğu lafızdır ki zahirin zıddır. Böyle bir hafa, “tarrâr” (yan kesici) ve “nebbâş”ın (kefen soyucu) “sârik” (hırsız) kapsamına girip girmediği188 hususunda olduğu gibi189 normal bir inceleme ve araştırma (taleb) ile aşılır.

Hükmü: Kapalılık mana fazlalığından dolayı mı, mana eksikliğinden dolayı

mı diye düşünme ve araştırmadır (nazar). Birincisi (fazlalık) ise hükmü araştırılan lafza190 şamil olur. İkincisi (eksiklik) ise hükmü araştırılan lafza191 şamil olmaz.192 ii) Müşkil

Kendisiyle kasdedilen mana ancak teemmülle idrak edilebilen lafızdır ki nassın zıddıdır. “اوُرّهّطاَف اًبُنُج ْمُتنُك نِإَو / Eğer cünüpseniz tastamam yıkanın.”193 ayetinde olduğu gibi194 kapalılık ya manadaki bir incelikten (dikkat) dolayıdır, ya da “نِم َريِراَوَق ٍة ّععضِف / Gümüşten billûrlardır.”195 ayetinde olduğu gibi bir istiâre-i bedîiyyeden dolayıdır.

Hükmü: Muradın ortaya çıkması için taleb ve teemmüldür.196 iii) Mücmel

Kendisiyle kasdedilen mana ancak -söyleyen tarafından gelecek- bir beyanla idrak edilebilen lafızdır ki bu da müfesserin zıddıdır. Lafızda icmal,

اًعوُلَه”197 kelimesinde olduğu gibi ya lafzın ğarabetinden, ya “َاةَلّصلا” kelimesinde olduğu gibi lüğavi manası dışında bir manada kullanılmasından ya da birden fazla manada kullanılan bir lafız olmasından dolayı olur.

Hükmü: Söyleyen (mücmil) açıklayıncaya kadar tevakkuftur. Söyleyenin

açıklaması yeterli olmazsa taleb ve teemmül gerekli olur. Açıklama kat’î bir şekilde olursa bu tefsirdir, zannî olursa tevildir.198

188 Yani “ عاَمُهَيِدْيَأ ْاوُعَطْقاَف ُةَقِراّسلاَو ُقِراّسلاَو / Hırsızlık eden erkek ve kadının ellerini kesin.” (Maide 38) ayetinin kapsamına girip girmediği.

189 Bu örneği hemen bütün usul eserleri zikreder. 190 Tarrâr’da olduğu gibi.

191 Nebbâş’ta olduğu gibi. 192 Mecâmi’, 9.

193 Maide 6.

194 “وُرّهّطاَف” nun gusulde ağzın yıkanmasına delalet edip etmediği ile ilgili olarak. 195 İnsan 16.

196 Mecâmi’, 9.

197 Kelime Mearic 19’da geçer. Devamında gelen ayetler bu kelimedeki kapalılığı gidermiştir. 198 Mecâmi’, 9.

49

iv) Müteşabih

Kendisiyle kasdedilenin ne olduğunu bilme umudu Hz Peygamber için bile olmayan lafızdır. Bununla birlikte, Hz peygamberi hariç tutup bunun sadece ümmet için böyle olduğunu söyleyen de olmuştur. Müteşabih muhkemin zıddıdır. İki türlüdür:

aa. Müteşabihu’l-lafz: “Mukattaât” harfleri gibi kendisinden hiçbir şey anla- şılamayanlar böyledir.

bb. Müteşabihu’l-mefhum: “Arşa istiva”199 gibi muradını anlamak imkansız

olanlar da böyle müteşabihlerdir.

Hükmü: Bunun hak olduğuna inanmak ve müteahhirun ulema tecviz etmiş

olsalar da tevilden kaçınmaktır.200 a3. Kullanıldığı Mana İtibariyle Lafız

Üçüncü ayrım lafzın manada kullanımı, yani lüğavi manasında veya başka bir manada kullanımı itibariyledir. Bu yönüyle lafızlar, yine dötlü bir taksimle hakikat,

mecaz, sarih ve kinaye kısımlarına ayrılmıştır. Hâdimî’nin bu kısımda özellikle

mecaz üzerinde genişçe durduğu görülür. Hurufu’l-meani denilen edatlar konusuna da bu başlık altında mecaz ile sarih konuları arasında uzunca yer verir.

i) Hakikat

Konulduğu manada kullanılan lafızdır. Bir münasebet olmaksızın başka bir manaya nakledilmiş lafız demek olan mürtecel, yeni bir vaz’ olmasından dolayı hakikat kapsamına girdiği gibi, aralarında münasebet bulunmakla beraber karinesiz olarak anlaşılabilecek şekilde, konulduğu mananın dışında kullanılması galip olan lafız demek olan menkul de hakikat kapsamına girer. Bu menkul lafız, kim tarafından nakledilmişse -şer’î menkul, ıstılahî menkul, örfî menkul şeklinde- iki vaz’ı itibariyle mecaz ve hakikat olarak201 ona nisbet edilir.

Hükmü: Âmm olsun, hâss olsun, söyleyen onu kasdetsin veya etmesin

manasının mutlak olarak sübutu ve mecaza tercih edilmesidir. Ancak hakikat, müşterek bir lafız olursa mecaz hakikate tercih edilir.202

199 “ىَوَتْسا ِشْرَعْلا ىَلَع ُنَمْحّرلا / Rahmân Arş'a istivâ etmiştir.” (Taha 5) ayeti gibi ki Kur’an-ı Kerim’de bu manada (Arş’a istiva’dan bahseden) 10 kadar ayet vardır.

200 Mecâmi’, 9.

201 Menkul lafzın, sözlük manası ve nakledildiği mana olmak üzere iki vaz’ı vardır. Nakledildiği mana, nakledenlerce hakikat olurken, sözlük manası da mecaz olur. Lafzın nakili şeriatsa şer’î

menkul, bir bilim veya meslek dalına mensup kişiler gibi belli bir zümre ise ıstılahî menkul, genel

toplum ise örfî menkul olur. Istılahî menkule örf-i hâs, örfî menkule de örf-i âm da denilmiştir. Bkz: Menâfi’, 83.