• Sonuç bulunamadı

Sivil toplum kavramının Polonya ve Türkiye açısından karşılaştırmalı analizi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sivil toplum kavramının Polonya ve Türkiye açısından karşılaştırmalı analizi"

Copied!
132
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Selçuk Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü

Kamu Yönetimi Anabilim Dalı

Sivil Toplum Kavramının

Polonya ve Türkiye Açısından

Karşılaştırmalı Analizi

Yüksek Lisans

Tezi

Danışman

Prof. Dr. Orhan GÖKÇE

Hazırlayan Đbrahim UÇAR 064228001001

(2)

ĐÇĐNDEKĐLER

GĐRĐŞ……….……… 1

I. BÖLÜM 1. KAVRAMSAL ANALĐZ 1.1. Sivil Toplum Kavramı………...1

1.2. Sivil Toplum Anlayışı ve Gelişimi………....2

1.3. Sivil Toplum Đçin Zorunlu Önkoşullar………...3

1.4. Sivil Toplumun ve Sivil Toplum Kuruluşlarının Niteliği-Đşlevleri…………...8

1.5. Sivil Toplum Kuramcıları………....10

1.5.1. Hobbes ve Locke’un Sivil Toplum Anlayışı……….. ..10

1.5.1.1. Thomas Hobbes’un Sivil Toplum Düşüncesi………...10

1.5.1.2. John Locke’da Sivil Toplum Düşüncesi ………12

1.5.2. Hegel’in Sivil Toplum Düşüncesi………..12

1.5.3. Marx’ın Sivil Toplumu ……….14

1.5.4. Gramsci ve Sivil Toplum………...17

1.6. Sivi l Toplum Kuruluşlarının Yapısal Nitelikleri ve Sorunları……….21

1.7. Sivil Toplum Kuruluşları: Meslek Kuruluşları, Dernekler, Vakıflar ve Sendikalar………...………...22 1.7.1 Meslek Kuruluşları……….22 1.7.2 Dernekler………22 1.7.3. Vakıflar……….23 1.7.4 Sendikalar………..…24

(3)

II. BÖLÜM

2. SĐVĐL TOPLUMUN TÜRKĐYE’DE GELĐŞME SÜRECĐ

2.1. Osmanlı Đmparatorluğu Döneminde Sivil Toplum………..26

2.1.1. Osmanlı’da Sivil Toplum Fonksiyonunu Üstlenen Kurumlar…………...26

2.1.1.1. Loncalar (Esnaf Teşkilatları)………..27

2.1.1.2. Tarikatlar……….28

2.1.1.2 Ulema ve Medreseler………...29

2.1.2. Tanzimat Döneminde Sivil Toplum………...30

2.1.3 Birinci Meşrutiyet Döneminde Sivil Toplum……….31

2.1.4. Đkinci Meşrutiyet Döneminde Sivil Toplum………..32

2.2. Cumhuriyet Dönemi Türkiye’ sinde Sivil Toplum………..34

2.2.1. Tek Partili Dönem Türkiye’ sinde Sivil Toplum………...34

2.2.2. Çok Partili Döneme Geçiş ve Sivil Toplum………..36

2.2.3. 1980 Müdahalesi Sonrası Sivil Toplum……….40

2.2.4. 1983’den Günümüze Sivil Toplum………42

III. BÖLÜM 3. SĐVĐL TOPLUMUN POLONYA’DA GELĐŞME SÜRECĐ 3.1. Doğu Avrupa’da Sivil Toplum………46

3.2. ‘’1795- 1990’’ Polonya Tarihi……….55

3.2.1. XIX. Yüzyılın Đlk Yarısında Polonya………55

3.2.1.1 Viyana kongresi- Avrupa’ da Restorasyon- Polonya’ da Kongre Krallığının Kurulması- Kasım Ayaklanması ve Krakov Ayaklanması……….57

3.2.2.2. Sanayi Devrimi’nin ve 1830-1848 Hareketlerinin Polonya Üzerindeki Etkileri ve Büyük Polonya Bölgesi Đsyanı……….61

3.2.2. XIX. Yüzyılın Đkinci Yarısı- Ocak Ayarlanması………..62

(4)

3.2.3.1. Polonya’da Kurulan Siyasi Partiler………..……….65

3.2.3.2. Rus – Japon Savaşı 1905 Devrimi ve Polonya’ya Etkisi..……....66

3.2.4. I. Dünya Savaşında Polonya ve Yeni Avrupa Haritasında Polonya’nın Yeri………67

3.2.5. Bağımsız Polonya’nın Kurulması……….69

3.2.6. Đki Dünya Savaşı Arası Dönem……….71

3.2.6.1. 1926’dan 1939’a Polonya………..71

3.2.6.2. Dünya Ekonomik Krizi’nde Polonya……….73

3.2.7. II. Dünya Savaşı………74

3.2.7.1.Sovyet Đşgali………...75

3.2.7.2. Polonya Göçmen Hükümeti’nin Etkinlikleri………...76

3.2.7.3. 1939-1943 Yılları Arasında Polonya Yer altı Yönetimi………..77

3.2.7.4. Direnişçi Gruplar Fırtına Hareketi ve Varşova Ayaklanması………..77

3.2.7.5. Polonya Halk Cumhuriyetine Adım Adım Yaklaşılıyor………..81

3.2.8. Polonya Halk Cumhuriyeti Kuruluyor ……….81

3.2.8.1. Yalta’nın Gölgesinde Polonya Halk Cumhuriyeti………..82

3.2.8.2. 1945-1947 Yılları Arasında Polonya’daki Durum………..84

3.2.8.3. Stalinizm Döneminde Polonya (1945-1955)………..88

3.2.8.4. 1957-1968 Yılları Arasında Polonya………..91

3.2.8.5. Prag Baharının Anlamı………...94

3.2.8.6. 1970-1976 Yılları Arasında Polonya………..96

3.2.9. Dayanışma Hareketi………..97

3.2.9.1. Savaş Durumu (1981-1983)………98

3.2.9.2. Yuvarlak Masa Toplantıları………99

3.3. Polonya’da Sivil Toplum……...………101

(5)

3.3.2. II. Cumhuriyet Polonya’sında Sivil Toplum (1918-1939)…………...107

3.3.3. II. Dünya Savaşı Döneminde Polonya’da Sivil Toplum (1939-1945)………...…108

3.3.4. Komünizm Polonya’sında Sivil Toplum (1945-1980)………...111

3.3.5. Bağımsızlık Hareketi ve Komünizmin Sonu (1980-1989)……….114

SONUÇ DEĞERLENDĐRME….………..118

KAYNAKÇ A. ….……… . 122

(6)

GĐRĐŞ

Siyaset bilimi literatürümüze, Batı’ dan geçen kavramlardan birisi olan sivil toplum kavramı, son yıllarda ülkemizin en popüler kavramlarında birisi haline gelmiştir. Batı toplumunda onikinci yüzyıldan itibaren Feodalizm içerisinde temelleri atılmaya başlayan sivil toplum, onsekizinci yüzyıla gelindiğinde değişiklikler göstermeye başlamıştır, onyedinci yüzyılda, siyasal ve sivil toplum kavramları arasındaki ayırım, devlet ile sivil toplum arasında farklılaşma olgusu ortaya çıkmış ve bu durum piyasa ekonomisinin de temellerinin atılmasını sağlamıştır. Yine bu yüzyıl içerisinde hak ve özgürlükler alanında meydana gelen gelişmeler, toplumsal tabakalaşma ve sınıf ayrımının ortaya çıkması, siyasal sistemlerdeki değişmeler ve kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması, kavramların gelişmesinde etkisi olmuştur. Sivil toplum kavramının günümüzde, yeniden gündeme gelmesinde Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’ da yaşayan çöküşün önemli bir rolü vardır. Yeni siyasal arayışlar, sivil toplumun demokratik potansiyelinin yeniden keşfedilmesini sağlamıştır.

Sivil toplum Batı Avrupa’ da kendi kendini yaratan kentler olarak ortaya çıkmıştır. Batı Avrupa’ da kentlerin doğuşu, kentlerle beraber burjuvazinin de oluşması sivil toplumun temellerini hazırlamıştır. Daha sonra örgütlenme bilinciyle beraber toplumsal alanda sosyal ilişkiler de artmış ve sivil toplum oluşması için gerekli olan bir zemin daha gerçekleşmiştir. Burjuvazinin ekonomik bakımdan kuvvetlendikçe, kendi hareket alanını devletten özerk olarak düzenleme çabası içerisine girmesi siyasal yapıları birer engel olarak görmesi, sivil toplumun ortaya çıkışını hazırlayan etkenler olmuştur.

Sivil toplum, Batı’ da bireyin çıkarlarını devlet dışında sağlayabilmeleri amacıyla, meşruluğu kabul edilen örgütlenmeler şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu örgütlenmeler, devlet ile özel alan arasındaki ilişkilerde bir aracı görevi üstlenmektedir. Sivil toplum kavramı, devletin ve devlet otoritesinin dışındaki ekonomik ve toplumsal alanı ifade ederken aynı zamanda kendi ilke ve kurallarını kendilerinin düzenlediği özerk alanı belirtir. Başka bir ifadeyle bireylerin veya grupların, devlet müdahalesi olmadan hayatlarını sürdürdükleri alanı ifade eder. Sivil toplum devletten özerk olmayı içerir ancak devletten uzaklaşma ve yabancılaşma anlamı taşımaz. Sivil toplum, özgürlük kavramı ile yakından ilgilidir ve dolayısıyla devletin alanı dışında birey ve grupların kendi alanları içerisindeki özgürlükleri, düzenlemeleri açısından sivil toplum demokratik bir boyutta içermektedir.

Sivil toplumun demokratikleşme sürecindeki önemi de bu noktadan yani özgürlüklerden kaynaklanmaktadır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerindeki sosyal çöküş sonucunda yaşanan gelişmeler demokrasi ile sivil

(7)

toplumun tekrar güncelleşmesini sağlamıştır. Yeni siyasal arayışların temelini özgürlükler, gönüllü birlikler sivil haklar ve katılımcılar oluşturmuştur. Mevcut siyasi sisteme olan güvensizlik, katılımcı demokrasi modelleri aranması gereğini ortaya çıkarmıştır.

Çalışma konumuz esas itibariyle Polonya ve Türkiye’ de sivil toplumun nasıl bir gelişme gösterdiğinin incelenmesini amaçlamaktadır. Bunu gerçekleştirirken tarihi süreçlerin incelenmesi ve değerlendirilmesi kullanılacaktır. Polonya ve Türkiye’ de sivil toplumun gelişimi incelenirken tarihsel bir analiz yapılması gereği duyulmuştur.

Birinci bölümde, sivil toplum kavramının tarihi gelişimi incelenmektedir. Sivil toplum, ortaya çıkışından başlayarak, kavramın günümüze gelinceye kadar geçirmiş olduğu evrimi, içeriğinde meydana gelen gelişmeler sivil toplum kuramcılarının görüşleri doğrultusunda verilecektir.

Đkinci bölümde Türkiye’ de sivil toplumun gelişim süreci, günümüzü etkileyen Osmanlı Đmparatorluğu döneminden itibaren ele alınacaktır. Daha sonra Cumhuriyet Döneminde gelişim süreci Tek Partili Dönemdeki süreç ve Çok Partili Dönemdeki süreç halinde iki parçada incelenecek ardı sıra 1980 sonrası sürece göz atılacaktır.

Üçüncü bölümde ise Doğu Avrupa’da ki sürece kısa bir göz atılacak ardından yararlanıcıların Polonya tarihine uzak olmaları ihtimali göze alınarak Polonya tarihi onsekizinci yüzyılın sonlarından başlanılarak komünizm sonrasına kadar irdelenecektir. Ve ardında sivil toplum süreci ele alınacaktır.

Son olarak da Türkiye ve Polonya sivil toplum süreçleri farklılık ve benzerlikleri açısından tartışılıp, değerlendirilecektir. Bu değerlendirme sürecinde periyodik, pratik, şekilsel, metotsal benzerlikler ve farklılıklar ele alınacaktır

(8)

I. BÖLÜM

1. KAVRAMSAL ANALĐZ 1.1. Sivil Toplum Kavramı

Günümüzün yükselen değerlerinden olan sivil toplum kavramı genel itibariyle “devletin ve devlet otoritesinin dışındaki ekonomik ve toplumsal alanı nitelemek için kullanılan ve kendi ilke ve kurallarına göre işleyen, otorite alanı dışında kendi kendini düzenleyen özerk alan”1 “Devlet denetimi veya baskısının ulaşamadığı veya belirleyici özelliği olmadığı alanlarda, bireylerin ve grupların devletten izin almadan, kovuşturmaya uğrama korkusu taşımadan ve ekonomik ilişkilerinin baskısından da büyük ölçüde bağımsız olarak hareket ederek tutum belirleyebildikleri, sosyo-kültürel etkinliklerinde bulunabildikleri, gönüllü ve rızaya dayalı ilişkilerin, etkinliklerin ve kurumların oluşturabildiği bir toplum”2 ve devlet dışı unsurları da ele alan bir yaklaşımla; gönüllü, sosyal, devlet dışı kurumların bir toplamı3 olarak tanımlanmaktadır.

Toplumsal yaşam alanlarını tanımlamada sivil toplum; sosyal, iktisadi ve toplumsal yaşam alanlarının ayrışmış olduğu veya siyaset dışı kalan toplum olarak nitelendiren, katılım unsuru açısından; “düşüncelerin kitle iletişim araçlarıyla yayılmasının, mekân birliği olmaksızın, katılım oluşturabildiği toplum biçimi”4 olarak ele alınmaktadır.

Sivil toplumun ayrıştırıcı ve belirleyici özelliği olarak “bireylerin bütün önemli kararları özellikle ekonomik konulardaki yaşamsal önemde kararları özgürce alabildikleri bir sosyo-ekonomik düzen” ön plana çıkar.

Sivil toplum; “bireylerin devletten izin almadan girebildiği toplumsal ilişkiler, gerçekleştirebildiği toplumsal etkinlikler” “modern anlamıyla politik alanın, yani devlet alanının dışında kalan toplum kesiti”5 “devlet güdümünde olmayan, resmi ideolojinin en az

1

Aytekin YILMAZ, “Sivil Toplum Demokrasi ve Türkiye”, Yeni Türkiye, Yıl.3, S.18, Kasım- Aralık 1997, s.86

2

Yavuz ATAR, “Demokratik Sistemde Sivil Toplumun Fonksiyonu ve Sivil Toplum- Devlet Düzalizmi”, Yeni Türkiye, S. 18, Kasım-Aralık 1997, s.98

3

Ferhad ĐBRAHĐM, “ Sivil Toplum Üzerine Arap Tartışması”, Ortadoğu’da Sivil Toplumun Sorunları, (der. Ferhad Đbrahim- Heidi Wedel), Đletişim Yayınları, Đstanbul 1997, s.98

4

Đlter TURAN, “Sivil Toplum Kurumları ve Özerklik”, Sivil Toplum, (Ed. Yurdakul FĐNCANCI), TÜSES Yayınları, Đstanbul 1991, s.27

5

Ozan ERÖZDEN, “STK’lar ve Hukuki Çerçevede Yenilik Talepleri Üzerine Notlar”, Merhaba Sivil Toplum, (Der. Taciser ULAŞ), Helsinki Yurttaşlar Derneği Yayını, Tarihsiz, s.13

(9)

etkisini gösterdiği müesseselerin yaygın olduğu toplum”6 ve “devlete karşı ve onun dışında kalan bir alan”7 olarak ta açıklanmaktadır.

Đngilizcede Non-Govermental Organization / NGO olarak kullanılan sivil toplum kuruluşları kavramı, ülkemizde “Demokratik kitle örgütleri, hükümet dışı kurumlar; 3 sektör kuruluşları; gönüllü kuruluşlar ve yönetim dışı örgütler” olarak ifade edilmektedir.

1.2. Sivil Toplum Anlayışı ve Gelişimi

Sivil toplum kavramı 18. yy. da toplum halinde yaşamanın nasıl mümkün olduğunu anlamaya yönelik analitik bir araç olarak doğmuştur.

Doğu toplumlarında olmadığı veya “toplumun muğlâk, belirsiz, berraklıktan yoksun, somutluk kazanmayan ve şekillenemeyen bir kesimi”8olarak ifade edilen sivil toplum, batıda meydana gelen ekonomik dönüşümlere bağlı olarak gelişmeye başlamıştır. Ekonomik dönüşüm ve burjuvazi sivil toplum kavramının modernleşmesine etki etmiş, özerk kentlerin doğuşu ile ortaya çıkan “hukuk ve kurumlar sivil toplumun ilk nüvesi”9 olmuştur.

Toplum-devlet ilişkisiyle ilgili temel yaklaşımlar geliştiren sözleşmeci düşünürlerde T. Hobbes, J. Locke ve Rousseau sivil toplum kavramını siyasi otoriteyi ortaya çıkaran kamusal alan anlamında kullanmışlardır. Sözleşmeci düşünürler sivil toplum kavramını; “geleneksel toplumdaki aile merkezli özel alana karşı ortaya çıkmış olan kamusal alan merkezli siyasal oluşum”10 olarak ifade etmişlerdir.

Aristo sivil toplumu; diğer bütün toplumları kapsayan ve onlara egemen olan sitede var olan her şeyin üstünde olan toplum olarak kullanmıştır.

Sivil toplum kavramı bugün kullanılmakta olan anlamı ile büyük ölçüde Hegel tarafından oluşturulmuştur. Hegel’e göre sivil toplum, bireysel ihtiyaçları karşılamayı ve bireysel hakları korumayı ilke edinen ulusal devletin siyasal ve legal çerçevesinde gelişen uzmanlaşmış kurallar, kuruluşlar ile grupların pratiklerinin ve davranışlarının karmaşık bir

6

Burhan KUZU, “Demokrasi-Resmi Đdeoloji-Sivil Toplum”, AÜSBFD, C.47, S. 1-2, Ocak-Haziran 1992, s.364.

7

Uğur GÖNÜL, “Siyasette Toplam Kalite Yönetimi ve Sivil Toplum Örgütleri”, Sosyal Demokrat Değişim Dergisi, Mayıs-Haziran 1997, s.39.

8

Nur VERGĐN, “Demokrasi ve Sivil Toplum”, Yeni Türkiye, Yıl.1, S.1, Kasım-Aralık 1994, s.10.

9

Şerif MARDĐN, “Sivil Toplum”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Đletişim Yayınları, C.7, s.1918.

10

Ömer ÇAHA, “1980 Sonrası Türkiye’sinde Sivil Toplum Arayışları”, Yeni Türkiye, Yıl.3, S.18, Kasım-Aralık 1997, s.29.

(10)

ağını meydana getirir11. Hegel, sivil toplumu; kazanç, şahsi mutluluk ve kişi statüsünün korunması olarak tanımakla beraber, devleti sivil toplum çıkarları karşısında korumaktadır12.

Hegel’in önceliği devlete veren yaklaşımın aksine Marx, sivil toplumu; siyasi hatayı belirleyen bir alan olarak tanımlamaktadır. Siyasal toplum sivil toplum ayrımı yapmayan Marx’a göre sivil toplum ağırlıklı olarak ekonomik alana tekabül eden bir anlam kazanmıştır. Marx’da sivil toplum; üretimin yapıldığı ve sınıfsal mücadelenin ortaya çıktığı alandır.

Gramsci’ye göre de sivil toplum, Avrupa komünizminin yerine katılımcı sosyalist bir demokrasiye, kapitalist ülkelerde devletin her türlü müdahalesinden uzak bir liberalizme yol açacaktır13.

Görüldüğü üzere sivil toplum kavramı tarihsel süreç içersinde devlet toplum ilişkilerini ve etnik alanların belirlenmesinde kullanılmıştır.

1.3. Sivil Toplum Đçin Zorunlu Önkoşullar

Sivil toplumun için hem devletin hem de toplumun taşıması gereken bir takım temel özellikler vardır. Sivil toplumun Batı’daki şekliyle gelişebilmesi için devletin taşıması gereken iki temel özellik vardır: Birincisi hukuk devleti, ikincisi de sınıflı devlet. Hukuk devleti özelliği, devletin tüm vatandaşların masum olduklarını, temel haklarının hiçbir şekilde kısıtlamayacağını ve yöneticilerin keyfi tutumlardan sakınmalarını gerektirir. Bundan da önemlisi; toplumsal yaşam alanında kültürel, siyasal ve iktisadi alanda sivil toplum örgütleri arasında gelişecek olan rekabette devletin taraf olması, devletin ancak bir hukuk devleti olmasıyla mümkündür. Demokratik rejimlerde devletlerin hukuk ile sınırlı, vatandaşların hizmetinde olmaktan öte bir fonksiyonu daha yoktur. Oysa hukuk devletinden çok bir ”ideolojik devler” görünümünde olan anti-demokratik rejimlerde; devlet savunduğu ve taşıdığı ideolojiye yakın olan gruplara imtiyaz dağıtmakta, bu ideolojiyi benimsemeyen, ya da bu ideolojiye uzak olan grupları ise büyük ölçüde sınırlandırmaktadır.

Sivil toplumun gelişimi aynen serbest piyasadaki rekabet ilkesine göre oluşmaktadır. Taraf olunca, devlet, sivil toplumun gelişmesi için devletin ideolojik değil, hukuk nitelikli, bir devlet olması gerekir. Bu anlamda devletin sivil toplumdaki bazı kesimleri “kollayıcı” değil,

11

VERGĐN, a.g.m, s.9.

12

Şahin YENĐŞEHĐRLĐOĞLU, Birey toplum Devlet Đlişkileri, Ümit Yayıncılık, 2. Baskı, Ankara 1995, s.132, a.g.m, s.1920.

13

(11)

sivil toplum içindeki çatışmaları, uzlaşmazlıkları, haksızlıkları, tecavüzleri gidermek suretiyle “koruyucu” olması gerekir.

Đkinci olarak devletin faaliyetleri itibarıyla sınırlı olması gerekir. Devlet siyasal, kültürel, sosyal ve iktisadi faaliyetler için de ne kadar fazla bulunursa sivil toplumun var olma alanını o oranda daraltmış olur. Gerek devlet, gerekse sivil toplum aynı toplumsal alanda faaliyet gösterdikleri için devletin asli görevleri olan adalet, savunma ve güvenlik gibi alanlarda sınırlı olması, geriye kalan hizmet alanlarına sivil toplum unsurlarını çekecek ve böylece sivil toplumun canlanmasını sağlayacaktır. Devletin özellikle iktisadi hayattan mutlak anlamda elini çekmeli, dolayısıyla üzerinde söz sahibi olduğu kaynakların topluma, başka bir değişle piyasaya akmasının yolunu açmalıdır. Değişik ülkelerin deneyimleri göstermiştir ki devlet ne kadar fazla iktisadi hayatın içinde yer alırsa o oranda rant doğar ve beraberinde bu rantı paylaşmak içim büyük harcamalar yapan kesimler ürer.14

Devletçi ekonomik kaynaklar gerçekte gerektiği kadar üretime değil, aksine ranta ve gereksiz istihdama kayar. Bu da üretimden, gerçekte herhangi bir ekonomik katma değer üretmeden, devletin sırtından geçinen kitlelerin doğmasına yol açmaktadır. Bu çerçevede doğan sınırlı bir kitlenin kazanımının maliyeti, neticede toplumun geriye kalan kesimlerine yüklenmektedir. Hâlbuki devlet ekonomik hayattan çekilince kaynaklar piyasaya akacak, bu da piyasada üretim, rekabet, kalite, ucuzluk ve istihdamın yanı sıra ekonomik hayatın canlanması ve ekonomik anlamda üretken unsurların ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Aynı şekilde devletin sosyal hizmetlerinden çekilmesiyle bu alandaki faaliyetler sivil toplum unsurlarına kalacak, böylece hizmet yarışında olan farklı sosyal grupların veya kesimlerin gelişmesine yol açacaktır.

Kısaca devlet, toplumsal gruplara bırakılamayacak nitelikteki faaliyetlerle sınırlı kalmalı, geriye kalan alanları ise toplumsal kesimlere bırakmalıdır. Devletlerin sosyal, siyasi ve iktisadi yaşamın yegâne belirleyicisi olduğu Sosyalist Blok’ta mensup ülkelerin hiçbirinde sivil toplum gelişememiştir. Sosyalist Blok’ta yaşanan tecrübeyi kendi kültürümüzün üretmiş olduğu deyimlerde bulmaktayız. Nitekim bir Türk atasözünde “devletin ayak bastığı yerde ot bitmez.” Denilerek bu gerçek çok güzel bir şekilde ifade edilmiştir.15

Sivil toplumun gelişmesi için devletin yanı sıra toplumsal yaşamın da bazı özelliklere sahip olması gerekir. Bu çerçevede sivil toplumun gelişmesi beş temel önkoşulun

14

Paul Q. HIRST, “Demokracy and Sivil Society”, Reinventing Democracy, Oxford:Blackwell, 1996, s. 102

15

Âdem ÇAYLAK, Osmanlı’da Yöneten Đlişkisi: Bir Şerif Mardin Çözümlemesi, Vadi Yayınları, Ankara, 1998, s.34.

(12)

gerçekleşmesine bağlıdır: “Toplumsal farklılaşma”, “toplumsal örgütleme”,”gönüllü birliktelik”, “toplumsal düzeyde otonomileşme” ve “baskı mekanizması oluşturma” şeklinde mümkündür.

Sivil toplumun gelişimi öncelikle toplumsal düzeydeki farklılaşma ile sağlanabilir. Toplum yaşamındaki etnik, kültürel, dinsel, ideolojik, siyasi, ekonomik bazda veya cinsiyet bazındaki farklılaşmalar, sivil toplumun gelişimi için zorunludur. Farklılaşma aynı zamanda demokrasinin “olmazsa olmazı” koşulunu teşkil etmektedir. Tek tip vatandaş, din, kültür, görüş veya anlayışın baskın olduğu yerlerde başta siyasal partiler olmak üzere talepler, programlar ve alternatif görüşler söz konuşu olamaz. Sosyolojik bir kural olarak ne kadar farklılaşma olursa o kadar karşılıklı bağımlılık ve dayanışma söz konusu olmaktadır. Bu kurala ilk dikkat çeken sosyolog, Emile Durkheim olmuştur. Sosyolojik farklılaşmaya paralel olarak dinamik bir dayanışma ruhu ortaya çıkar ve böylece herkes bir diğeri için zorunlu bir unsur haline gelir. Nasıl ki öğretmenle doktor birbirlerinin varlıkları için zorunlu iseler aynı şekilde A görüşünde olan bir siyasal oluşum da aslında B görüşünde olan bir siyasal oluşum için zorunludur. Toplumsal faklılaşma “kesret içinde vahdet”in doğmasına yol açar. Bir kesimin özgürlükler ve siyasal haklar yönündeki kazanımlar başka kesimlerin de kazanımı sayılar ve başka kesimlerin kazanımlarını destekler.

Ancak sivil toplum için farlılaşma yeterli değil, ikinci koşul olan, farklılaşmış alanlarda politika üretebilecek sosyal örgütlemelerin de olması gerekir. Hem yasal çevrede hem de sosyolojik bazda farklılıkları manipüle edecek tarzda örgütlülük sivil toplumun varlığı açısından kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Bir bakıma sivil toplum, örgütlü olan toplumdur. Sivil toplum unsurlarının herhangi bir sınırlamaya maruz kalmaksızın dernek, sendika, vakıf veya siyasal partiler bazında örgütlenerek seslerini duyurabilmeleri gerekir. Sosyal veya siyasal örgütlülüğe dönüşmeyen bir farklılaşmanın sivil toplum ve demokrasi açısından önemi yoktur. Demokrasinin esası, sosyal örgütlenmelere dayanır.16 Ancak örgütlenmenin meşru bir zeminde yapılması gerekir. Bir bakıma siyasal meşruiyet alanı ne kadar geniş olursa toplumsal örgütlerin o oranda yumuşak bir politika zemininde mücadele etme şansı doğar. Örgütlenme var olan düşünsel veya kültürel birikimlerin kaçınılmaz bir sonucudur. Meşruiyet zeminin sınırlı ve dar olduğu toplumlarda siyasal örgütlenme, yer altına kayar ve illegal bir mücadele platformunun gelişmesine yol acar. Aristokratik geleneğe sahip olmayan Amerika gibi ülkelerde demokrasinin motorunun örgütlü sosyal gruplar oluşturmaktadır. Çünkü bu gruplar bireyleri

16

(13)

sosyalleştirme, politize etme; toplumda siyasal bilinç yükseltme, siyasal kültürü yaygınlaştırma ve devlet üzerinde bir kontrol mekanizması oluşturma gibi işlevlere sahiptirler. Bununla birlikte sosyal örgütler, bireylere bir aidiyet duygusu kazandırarak onları yalnızlıktan kurtarır böylece toplumsal sıkıntılarını bertaraf etme noktasına kendilerine bir dayanak oluştururlar.

Sivil toplumun gelişmesi için örgütlülüğün “gönüllü birliktelik” ilkesi, etrafında gerçekleşmesi gerekir. Bireyin rızasıyla kendi için meşru bir hak olarak gördüğü her tür örgütlülük, bu bağlamda bir sivil toplum oluşumudur. Bireyin doğuştan zorunlu olarak üye olduğu ve bu konuda iradi bir tasarrufun bulunmadığı aşiret örgütler şekil şart itibarıyla bir sivil toplum örgütü gibi görülüyor olmasına rağmen, gönüllü birlikteliğe dayalı olmayan bir beraberlik olduğu için sivil toplum unsuru olarak kabul edilemez. Ancak her hangi bir meslek kuruluşu üyeliği gibi başta tarikatlar olmak üzere her hangi bir dini cemaate bağlılık, rızaya dayalı bir bağlılıkla sağlandığı için dini cemaatler sivil toplumcu yönde bir örgütlenme olarak düşünülebilir. Dolayısıyla sosyolojik örgütleri salt örgüt oldukları için sivil toplum unsuru olarak kabul edemeyiz. Öyle olması için aynı zamanda sivil toplumun bir önkoşulu olan gönüllü birliktelik, yani bu tür gruplara zorlama olmaksızın girip çıkmanın serbest olması gerekir. Gönüllü birliktelik bireysel inisiyatifin devam etmesini, bireyin grup kimliği içinde kaybolup gitmesini engelleyici bir rol oynamaktadır. Rızaya dayalı olmayan bir birliktelik bireyin iradi seçimini engelleyici olacağı için sivil toplum unsuru oluşturmaktan uzaktır. Bu bakımda başta devlet olmak üzere herhangi bir otorite bireyi belli başlı örgütlere dâhil olmaya zorlayamaz. Örgütlerin niteliği değil, bireyin rızasına göre oluşup oluşmadığı önemlidir. Grupların sivil toplum unsuru olarak nitelendirilmesinde en önemli ölçüt, katılım şeklidir. Bireysel iradeye dayalı bir katılıma tüm örgütlü topluluklar birer sivil toplum unsurudur. Bu toplulukların, geleneksel, modern, dinsel, kültürel, etnik, ekonomik veya cinsiyet temeli olması önemli değildir.17

Sivil toplumun gelişmesi için gerekli diğer bir önkoşul ise sosyal grupların, devletin yönlendirmesine maruz kalmaksızın kendi politikalarını rahatça belirleyebilme inisiyatifine sahip olmaları, başka bir ifadeyle sosyal grupların otonomileşmesine bağlıdır. Bunun da demokratik bir toplumda mümkün olabileceğini söylemek mümkündür. Sosyal otonomi sağlayamayan, devlete göbek bağıyla bağlı olan grupların devletin resmi ideolojisini dışına çıkması, dolayısıyla alternatif söylemler üretmesi söz konusu olamaz. Bu nedenle sosyal

17

Richard R. WEINER, “Retrieving Civil in a Postmodern Epoch”, Social Science Journal, Vol. 1991, 3 (1991), S. 43.

(14)

örgütlerin sivil toplum niteliği taşımaları için mutlak suretle devletten bağımsız otonom bir varlık geliştirmeleri gerekir. Devletten ayrışamayan bir düşünce biçiminin sivil sayılması için onun sivil hayatın içinde olması yeterli değildir. Onun gerçekte “resmi” değil “sivil” olması gerekir. Otonomileşmenin bulunmadığı yerde sosyal ve siyasal farklılaşma olamayacağı gibi, bireyi ve sosyal grupları devlet müdahalesin kurtarmak da mümkün olmaz. Bu anlamda otonomileşme sadece devletten ayrışmayı değil, aynı zamanda devlet müdahalesinden emin olmayı da gerektirir. Zira devlet müdahalesinden açık sosyal oluşumların özgün birer kimlik ve varlık geliştirmeleri mümkün değildir.

Sivil toplumun gelişmesinin son bir şartı da sivil toplum örgütlerinin baskı grubu niteliği göstererek demokratik yoldan bir baskı mekanizmasına yönelmesidir. Ancak bu baskının hukuk ve siyaset kuralları çerçevesinde, şiddetten uzak bir şekilde seyretmesi gerekir. Zira sivil toplum örgütlerinin baskı mekanizmaları: lobicilik, dirsek teması, sokak gösterileri, protesto, miting, grev ve siyasi faaliyetlerden oluşur. Sivil toplum örgütlerinin baskı mekanizması yoluyla üyelerin çıkarlarını, haklarını ve özgürlüklerini koruması bu örgütlerin temel amacı olmalıdır. Sivil toplum örgütleri bu bağlamda devletin yanı sıra serbest piyasa koşulunun gereklerini ihlal ederek, başka bir deyişle tüketici haklarını ihlal ederek tekel oluşturmaya yönelen firmalara karşıda bir baskı unsuru haline gelmeleri gerekir. Bunun sağlanması ise ancak hukuksal normlara göre işleyen, herkese aynı mesafede bulunan bir hukuk devletiyle mümkündür18.

Kısaca, bir yandan devlete, bir yandan tekelleşme, rant kollama, kartelleşme ve tröstleşmeye yönelen ekonomik firmalara veya kamusal yaşamda dominasyon sağlayarak alternatif yaşam tarzlarını kısıtlamaya yönelen ideolojik tutumlara karşı bir direnç içinde bulunmak ve bunu hukuken herhangi bir engelle karşılaşmaksızın yapmak, sivil toplum oluşumu için zorunlu bir koşuldur. Sivil toplum örgütlerinin birer baskı grubu olarak gelişmesi için bu grupların siyasetle meşru bir zeminde uğraşmalarının sağlanması gerekir. Başka bir deyişle siyasal yapının örgütlü toplumun denetimine ve etkisine açık olması gerekir. Bu husus sivil toplumu yakından ilgilendiriyor olmakla birlikte esasen daha çok siyasal sistemin katılıma açık nitelik taşıyıp taşımadığıyla, başka bir deyişle demokratik bir niteliğe sahip olup olmadığıyla yakından ilgilidir.

18

Larry DIAMOND, Rethinking Civil Society: Toward Democratic Consolidation” Journal of Democracy, 5, No. 3 (July 1994), S. 76.

(15)

1.4. Sivil Toplumun ve Sivil Toplum Kuruluşlarının Niteliği-Đşlevleri

Sivil toplum, belirli otoritelerin ve işlevlerin farklılaştığı ve birbirini dengelediği bir toplumsal yapıyı ifade etmektedir.

Genel olarak sivil toplum kuruluşlarının özelliklerini üç noktada belirtmek mümkündür19; Birincisi; üyelerin katılımına olanak veren kuruluşlar olmalarıdır. Đkincisi; Merkezden yeni siyasal toplumdan bağımsızlıkları/özellikleridir. Üçüncü olarak, sivil toplum kuruluşları toplum ya da kamu yararının ne olduğu konusunda, siyasal toplum kuruluşlarından yani merkezden farklı görüşlere sahip olabilirler.

Direnç içinde bulunmak ve bunu hukuken herhangi bir engelle karşılaşmaksızın yapmak, sivil toplum oluşumu için zorunlu bir koşuldur. Sivil toplum örgütlerinin birer baskı grubu olarak gelişmesi için bu grupların siyasetle meşru bir zeminden uğraşmalarının sağlanması gerekir. Başka bir değişle siyasal yapının örgütlü toplumun yakından ilgileniyor olmakla birlikte esasen daha çok siyasal sistemin katılıma açık nitelik taşıyıp taşımadığıyla, başka bir deyişle demokratik bir niteliğe sahip olup olmadığıyla yakından ilgilidir.

Sivil toplum kuruluşlarının amacı, insanı değiştirmek, insanları eğitmek maddi ve manevi refahlarını sağlamaktır.

Sivil toplum kuruluşlarının siyasal, toplumsal-ekonomik içerikli işlevleri bulunmaktadır. Siyasal işlev açısından sivil toplum kuruluşları, günümüzde totaliter devleti aşmanın ve demokrasiyi geliştirmenin bir aracı olarak algılanmaktadır. Sivil toplum kuruluşlarının toplumsal-ekonomik işlevleri siyasal işleviyle de aynı oranda önemlidir. Zira ekonomik karar alma süreç ve mekanizmalarının önemli ölçüde sivil toplum içinde tutulması zorunludur.

Bunun yanı sıra sivil toplum kuruluşlarının “bağımsız demokratik, çağdaş, laik, kişi özgürlüğünü ve mutluluğunu ön plana alan ve bu konuda mücadele eden nitelikleri belirtilmektedir”20.

Sivil toplum kuruluşlarının en önemli avantajları olarak; “yenilikçi yaklaşımları serbestçe deneme ve gerekirse risk alabilme kabiliyeti, halk ile iyi ilişkiler kurup, özellikle dar gelirli insanların belirlenmesi ve yardımcı olunması, komşuluk mahalle ünitesinden

19

Ruşen KELEŞ, “Yerel Yönetimler Sivil Toplum Örgütlenmesi ve Demokrasi” Kent ve Siyaset Üzerine Yazılar, IULA-EMME Yayınları, Đstanbul 1993, s.4-5

20

(16)

hükümetin en üst seviyesine kadar iletişim kurma imkânına sahip olması gösterilmektedir”21. Bu özellikleri/amaçları bünyesinde barındıran sivil toplum kuruluşları ile belediye yönetimini işbirliği içinde yer almaları yerel nitelikli hizmetlerin etkin, verimli sağlanmasının yanında, katılımcı demokrasinin işlevselliğini de sağlamış olacağı açıktır.

Dünya Bankası tarafından “kar amacı gütmeyen her türlü ticari amaç dışında insani nedenlerle beraber hareket edecek, hükümetlerin dışındaki grup ve kuruluşlar” olarak tanımlanan sivil toplum kuruluşlarının; sosyal yardım, arabuluculuk ve danışmanlık işlevleri/nitelikleri de bulunmaktadır.

Kamusal otoritenin tasarruflarını eleştirmek, yönlendirmek ve yapıcı tasarruflar konusunda toplumun geniş kesimlerini önceden bilgilendirmek ve bu süreçleri etkilemek ya da sicil direnme araçları da dâhil olmak üzere karşı çıkmanın yollarını yaratmak ve sağlamak ta sivil toplum kuruluşlarının işlevleri arasındadır.

Sivil toplum kuruluşlarının önemli işlevlerinden bir diğeri de; kamuoyu oluşturmak ve alınan kararları etkileyebilmektedir.

Günümüzde sivil toplum kuruluşları devlet erkiyle mücadele etmek yerine, onunla işbirliğine girmek zaman zaman kurumsal yapıların görev alanlarını paylaşmak veya devralmak türünden işlevler de gerçekleştirmektedirler.

Sivil toplum kuruluşları gerek demokrasiye geçiş sürecinde gerekse demokratik yönetimlerde projeler üretmek, projeleri desteklemek ve sonuçlandırmanın yanında, yetişmiş insan kaynağı yaratma işlevinde görürler. Aynı zamanda sivil toplum kuruluşları kriz dönemlerinde de temsil ettikleri toplumsal yapılarla kamusal erk arasında arabuluculuk ve ilişki sağlamak bakımından etkin işlevler görebilirler. Bu çerçevede sivil toplum kuruluşlarının en önemli özelliği olarak; “demokratik devlet anlayışı çerçevesinde bireyin devleti etkilemek ve denetlemek de dâhil olmak üzere kendi hak ve çıkarları doğrultusundaki amaçları gerçekleştirmek için kurulmuş yapılan olması gösterilmektedir”.

Sivil toplum kuruluşlarının örgütsel işleyişinde katılımcı uygulamalara yer vermesi bireylerin/üyelerin katılımcı uygulamaları öğrenmeleri ve benimsemelerini kolaylaştıracaktır. Bu işlevin yerine getirilmesi durumunda sivil toplum kuruluşları katlım okulları olarak ön plana çıkacaklardır.

21

(17)

1.5. Sivil Toplum Kuramcıları

1.5.1. Hobbes ve Locke’un Sivil Toplum Anlayışı

Batı Avrupa’da on yedinci yüzyıldan itibaren siyasal değerler etrafında yoğun tartışmalar ve arayışlar ortaya çıkmış ve bunun bir devamı olarak da sivil toplum kavramına ait farklı argümanlar gelişmiştir. Aristo’dan beri politik topluma karşılık kullanılan sivil toplum kavramını, T. Hobbes, J. Locke ve J. J. Rousseau gibi gözlemci düşünlerde aynı fakat siyasal otoriteyi ortaya çıkaran kamusal alan anlamında kullanmışlardır. Bu düşünürlere göre, sözleşme öncesinde tabii durumda bulundukları için bireylerarası ilişkileri düzenleyen normların yanı sıra, bireylerle siyasi otorite arasındaki ilişkiler düzenleyen normlar da tabii hukuka dayanmaktadır. Oysa bireyler arasında gerçekleşen sözleşmenin ardından doğal haldeki toplumdan kopan sivil toplum başka bir ifadeyle “medeni toplum” ortaya çıkmış olacaktı. Đlişkilerin hukuksal normlara göre düzenleyen toplumlar medeni toplum olarak tanımlanmış ve medeni toplumu tanımlamak içinde sivil toplum kavramı kullanılmıştır. Özel olarak sözleşmeci düşünürlerde sivil toplum kavramı, geleneksel toplumdaki aile merkezli özel alana karşı ortaya çıkmış olan kamusal alan merkezli siyasal oluşumu ifade etmektedir.22Başlangıçta sivil toplum T. Hobbes’un ve J. Locke’un kuramlarında, bugünkü anlamıyla karşımıza çıkmaktadır. Yeni devlete karşı farklılaşmayı belirtmek için kullanılmıştır. Hobbes’un kuramında devlet ile sivil toplum aynı anlamdadır. Çift taraflı bir sözleşme ile hem toplum hem iktidar ortaya çıkar. J. Locke’da, maliklerin mallarına saldıranları cezalandırma yetkilerini bir korucuya devretmeleriyle “doğal durum” dan “sivil durum”a geçilmiş ve devletli toplum ya da sivil toplum oluşmuştur. Hobbes ve Locke’un kuramları devlet-sivil toplum ikilemi değil, sivil toplum-sivil olmayan toplum karşıtlığıdır.23

Hobbes’daki sınırsız güce sahip devlete karşılık, Locke’da yalnızca özel kişiler alanının koruyucusu olarak sınırlı güce sahip devlet anlayışı, devlet sivil toplum ayrılığının ilk işareti olmuş ve bu ayrılığın en belirgin şekli Hegel’in düşüncelerini ortaya çıkarmıştır.

1.5.1.1. Thomas Hobbes’un Sivil Toplum Düşüncesi

Onyedinci yüzyıl düşünürü olan Hobbes’da sivil topluma, kavgacı ve açgözlü bireyler arasındaki şiddetli rekabet olarak düşünülür. “Hobbes’un güvenlik devletini haklılaştırması, savaş ile sivil toplum arasındaki çarpıcı karşıtlığa dayanır. Modern dünya

22

Ömer ÇAHA, a.g.m, s. 28-29

23

(18)

tercih yapmak durumundadır. Ya doğal durumun şiddeti ve karışıklığı ya da bireylerin sınırsız devlet iktidarına nerdeyse top yekün tabi kılınması sayesinde, barış içinde, toplumcul ve rahat bir yaşayış.”24

Hobbes sivil toplum kavramına siyasal toplum ile yani devlet ile aynı anlamı yüklemektedir.

“Uyrukların güvenli ve barış, içerisinde yaşamalarını borçlu oldukları devletin temel özelliği içeride ve dışarıda barışı korumak için neyin gerekli olduğuna karar verilmesinde tekele sahip olmasıdır. Ona göre, bu tekel ne bölünebilir ve ne de uyruklara devredilebilir; çünkü devlet iktidarı bölünmüş veya yayılıp ayrılmış olan bir sivil toplum, şiddetli bir iç savaşa yol açması kaçınılmaz olan sayısız doğal tutku ve gürültü patırtı karşısında uzun süre ayakta kalamazdı.”25

Hobbes, sivil toplum içerisinde bireylerin belirli negatif özgürlükleri kullanabilecekleri bir özel alanın var olduğunu belirtir. Bunlar egemenin yasaklamadığı faaliyetlerden oluşur. Mesela, bireylerin satın alma ve satma, birbirleriyle sözleşme yapma, barınacakları yeri ve yiyecekleri, geçimlerini sağlayacak işleri seçme ve çocuklarını istedikleri gibi yetiştirme özgürlükleri vardır. Bu faaliyetler, toplu olarak ele alındıkları zaman, egemenin etki alanı dışında özel bir özgürlük alanı meydana gelmektedir. Devlet eyleminin sınırları dışında kalan bu özgürlük alanı, doğal durumun özünün-açık şiddet hariç-bir parçasının korunmasını ifade eder.26

Bütün bu söylenilenlerden sonra, Hobbes’un devletin dışında bireylere geniş bir özgürlük alanı bıraktığı gibi bir sonuca varmak yanlış olacaktır. Kamusal alan ve özel alan ayrımı Hobbes’a devam etmektedir.

Hobbes’un düşüncesinde sivil toplum kavramının ne ifade ettiği bellidir; Devletli toplum. Hobbes’un gücü sınırsız Leviathan’ı karşısında, yalnızca özel kişiler alanının koruyucusu olarak, sınırlı güce sahip Locke’un devleti belirmiştir.

24

John KEANE, Demokrasi ve Sivil Toplum: Avrupa sosyalizminin Açmazları, Toplumsal ve Siyasal Đktidarın Denetlenmesi Sorunu ve Demokrasi Üzerine, (Çev: Nemci ERDOĞAN), Ayrıntı Yayınları, Đstanbul 1994, S. 66

25

A.g.e., s. 65.

26

(19)

1.5.1.2. John Locke’da Sivil Toplum Düşüncesi

Bir diğer onyedinci yüzyıl düşünürü de J. Locke’dur ve Hobbes gibi o da düşüncelerini doğa durumu varsayımına göre açıklar. Locke’un sivil toplum-toplum ayrımı Hobbes’a göre daha belirgindir.

Đnsan tabii durumda Hobbes’un düşüncesinin aksine, özgürlük ve eşitlik içinde yaşar. Locke’un düşüncesinde, yaşam tarzını belirleyen tabii hukukun varlığı söz konusudur ve bu kuram Locke için, özgürlük ve mülkiyet hakları içerir. Tabii hukukun çiğnenmesi halinde, mevcut kötü durumu düzeltecek bir otoriterin bulunmaması nedeniyle tabii durum sonra erer ve insanlar tabi toplumdan siyasal topluma-sivil topluma geçerler. Bireyler bu durum karşısında cezalandırma haklarını bir sözleşme ile sivil topluma siyasal topluma devrederler. Yasama, kutsal ve egemen olmasına rağmen sınırsız değildir ve geneli, toplumun çıkarlarını, iyiliğini gözetmek zorundadır. Yasama ve yürütme iktidarı zorba ve keyfi olamaz.27 Locke’un düşüncelerinin ortaya koyduğu anayasal devlettir.

Locke’ta toplum-sivil toplum ayrımı daha açıktır. O’na göre, toplum devletin oluşumundan önce gelmektedir. Locke bu aşamadaki toplumu, içinde insanların “hayatlarının, hürriyetlerinin ve mülkiyetlerinin karşılıklı olarak korunmasına dayanan temel yönetim ilkeleri üzerine anlaştıkları daha yüksek düzeydeki toplumdan ayrılmaktır.28

Locke ve Hobbes’un düşüncelerinde; sivil toplumun, toplumdan ayrı olmadığı ancak onun devletin temelini teşkil eden siyasi hayatın gereklerini ortaya koyduğu kabul edilir.29

1.5.2. Hegel’in Sivil Toplum Düşüncesi

Onsekizinci yüzyıl düşünürlerinden olan Hegel, sivil toplum kavramını siyasal toplumun karşılığı olarak değil, bu gün kullandığımız anlamıyla, bağımsız bir kavram olarak ilk kullanan kişidir.

Hegel’e göre sivil toplum, aile ile devlet arasında yer alan ahlaki hayatın ve toplumsal çatışmanın alanını ifade eder. Yani O’nun için sivil toplum, içinde yaşayan kişilerin

27

Ahmet ÇĐĞDEM, Aydınlanma Felsefesi, Ağaç yayınları, Đstanbul 1993, s. 65-66.

28

Mustafa ERDOĞAN,”Sivil Toplum: Bir kavramın anatomisi”, Liberal Düşünce, Bahar-Yaz 1998, Sayı:10-11, s, 12.

29

John W. HABERSON,” Civil Society and Politikal Renaissance in Africa”, (eds) Haberson-Rothchild-Chazon, 1994, s. 19.

(20)

yaşamasını sağlayacak bütün faaliyetleri içeren iktisadi ve hukuki sistemi ve bunların düzenli çalışmalarını sağlayacak otoriteye sahip, ihtiyaçlar üzerine kurulmuş toplumsal birimdir.30

Sivil toplum, üretim, değişim ve tüketime ilişkin alanları içermekte olup bazı çelişkilere de yer vermektedir. Bu çelişkiler aynı zamanda ekonomik ilerlemenin şartıdır.31 Sivil toplum bireysel çıkarların çatışma alanı olduğundan bireyin yalnızca kendi özel amacına yönelmektir. Dolayısıyla sivil toplumun kendi çelişkilerini çözmek için gösterdiği çaba yetersizdir.32 Sivil toplum kendi başına bırakılmayacağı için devletin zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Devlet, sivil toplumun çıkarlarının gerçekleşmesini sağladığı gibi sivil toplumu organize ederek toplumun üstün çıkarları ile bireyin özel çıkarlarını uzlaştıracaktır. 33

Hegel’in görüşüne göre, sivil toplum devlet tarafından çözülecek birçok sorun getirir. Bunların arasında öncelikle servetle yoksulluğun birbiriyle bağlantılı olarak artması ve bunun yarattığı toplumsal kutuplaşma ve çatışma bulunmaktadır. 34

Hegel’in teorisine göre, mülkiyeti yaratan ne devlettir ne de toplumdur. Mülkiyet insan kişiliğinin kaçınılmaz koşuludur. Bu görüş Locke’un görüşleri ile benzerlik göstermektedir. Gerçekte Hegel’in sivil topluma ilgili düşünceleri Alman toplumunu meydana getiren lonca ve korporasyonların (meslek birlikleri) zümre ve sınıfların, dernekler ve yerel toplulukların geliştirilmiş bir çözümlemesini anlatır ve bunları beşeri bakımdan vazgeçilemez sayar. Hegel’e göre devlet aslında bireylerden meydana gelmez. Birey bir devletin yurttaşlığı gibi en üst saygınlık konumuna ulaşmadan uzun bir korporasyonlar ve dernekler zinciri ile devlet bağlanmalıdır.35 Hegel meslek birlikleri “kamu otoritesi” nin evrenselliğini tamamlayıcı organlar olarak sunar. Meslek birlikleri kendi işlerinde devleti oluşturmadıklarından sivil toplum özelliği taşırlar. Meslek birliklerinin en önemli özelliği bireyin bu birliklere üye olmakla ulaştığı bilinç olarak görülmektedir. Birey sivil toplum üyesi olarak kendi geçimini sağlarken aynı zamanda başkaları içinde çalışmaktadır. Bu durumun bilinen ve düşünülmüş etik yaşama tarzına dönüşmesi meslek birliklerinde gerçekleşir. Yine aynı şekilde zümreler de sivil toplumun siyasal bir anlam yüklenmiş sınıfları olarak sivil toplumdan devlete geçişi sağlar.36

30

MARDĐN, a.g.m., s. 13-14.

31

Kürşat BUMĐN, Sivil Toplum ve Deflet, Yazko, Đstanbul, 1981, s. 33.

32

Gülnur SARVAN, Sivil Toplum ve Ötesi: Rousseau, Hegel, Marx, Alan Yayıncılık, Đstanbul,1987, s. 141,-142.

33

BUMĐN, a.g.e., s.33-34.

34

Tom BOTTOMERE, Siyaset sosyolojisi, (çev: Erol Mutlu), Teori Yayınları, Ankara 1987, s. 2.

35

George SABINE, Yakın Çağ Siyasi Düşünceler Tarihi, (Çev: Özer OZANKAYA), Gündoğan yayınları, Anakara, 1991, s. 450.

36

(21)

Sonuç olarak Hegel’in, çağdaş demokrasi teorisinde insan haklarını benimseyen hukuk devletine yaklaştığı görülmektedir. Hegel doğal durum-sivil toplum ikiliğinin yerine sivil toplum-devlet ikiliğini getirmiştir. Daha önce yapılmış olan doğal durum açıklamalarını sivil toplum şeklinde tanımlayarak eleştiri konusu haline getirmiş, bunu yanı sıra devleti, sivil toplumdan ayrı ve sorunlarını çözebilecek bir yapılanma olarak tanımlamıştır.

1.5.3. Marx’ın Sivil Toplumu

Marx, sivil toplumu, Hegel’den farklı bir boyutta ele almaktadır ve Hegel’in görüşlerinde yanıldığını düşünmektedir. Marx’a göre Hegel, “sivil toplum” ve “devlet”i iki ayrı birim olarak gördüğü için, devlette iktisadi faaliyetlere ve bu faaliyetleri düzenleyenlere “boyun eğme” hadisesini görememiştir. Gerçekte kişinin ve sınıfların iktisadi çıkarlarını “vatandaş” olarak gördükleri işlemlerden ayırmak yanlıştır. Hegel devleti topluluk hayatının gerçek içeriği olarak saymakta ve sivil toplumun dışında ona şekil veren bir çerçeve olarak görmektedir. Oysa sivil toplumun biçimle organik bir bağlantısı vardır. Devlet, kişinin evrensel gelişmesinin sonucu değil, çıkarlarının şekillendirildiği bir sonuç olarak görülmektedir. Devlet şahsi çıkar çarkının dışarısına çıkmadığı için insanların gelişmesine getirilmiş bir engeldir.37

Marx, ilk kez insanları toplumsal sınıflara böler. Bireylerin yasal statülerini sivil toplumdaki sosyo-ekonomik rollerinden koparır ve her bir bireyi, biri özel-bencil ve diğeri de kamusal-yurttaş olmak üzere iki konuma ayırır. Oysa Marx’ta Feodal toplum doğrudan siyasal bir karaktere sahipti. Sivil hayatın ana öğeleri (mülkiyet, aile, emek, biçimleri) toprak beyliği, malikâne ve meslek birlikleri gibi şekiller almıştı. Feodal toplum üyeleri “özgür alan”dan yoksundurlar. Kaderleri, ait oldukları örgüte bağlıydı ve bu örgütte “kamu” örgütleri parçalarından birini oluşturuyordu. “Siyasal boyunduruktan kurtulmuş” modern burjuva düzeninin ayırt edici özelliğidir. Özel ihtiyaçlar ve çıkarlar, ücretli emek ve özel hukuk alanı olan sivil toplum; siyasal denetimden bağımsızlaşır, devletin temelini ve varsayımını oluşturur.38

Marx’a göre devlet, esasında sivil toplum alanındaki sınıf çatışmasının uzlaştırılmasından başka bir şey değildi. Bunu göstermek için Marx’ın, Hegel’in düşüncesinde yer alan sivil toplum-devlet ayrılığını vurgulaması gerekiyordu. Çünkü Marx’ın

37

MARDĐN, a.g.m., s. 14.

38

(22)

kendi teorisi böyle bir ayrılığın olmadığı fikri üzerine kurulmuştu. Her iki düşünürün de devleti toplumsal bir ilişki alanı olarak görmesine karşın, Marx’ın ilgilendiği ilişki, üretim faaliyetleri çerçevesinde biçimlenen sınıflar arası iktisadi sömürü ilişkisiydi.39

O’na göre sivil toplum, üretici güçlerin gelişmesinin belirli bir basamağında bireylerin karşılıklı ilişkilerinin tamamını kapsamaktadır. Yine belli basamaktaki ticari ve sınaî hayatın tümünü içine alarak böylelikle devleti ve milleti aşmaktır. Marx’ın düşüncesinde, “yapıya ait” görünen sivil toplum ile siyasal toplum arasındaki ayrımın aşılması düşüncesi, Hegel’deki gibi birini diğerine bağımlı kılmak suretiyle değil, her ikisini de ortadan kaldırmak ile belirlenebilir.40

Marx, devletin alanı ile devletin olmayan veya sivil alanı bir birinden ayırt etmek suretiyle devlet eylemine sınır koymaya yönelik Hobbes sonrası girişimlerin her biri karşı oldukça eleştiricidir. Marx’ın eleştirileri zorlayıcı bir niteliğe sahip olsa da yeni sorunlara yol açarken demokratik bir sivil toplum ve devlet kuramının ortaya çıkardığı ve üç grupta toplanabilecek olan sorunlar ile ilgilenmek durumundadır.41

Bu sorunların ilkinde, Marx sivil toplum doğal olarak verimli bir durum olarak değil olumlu bir tarihsel fenomen olarak tanımlanır. Modern devlet garantisindeki sivil toplumlar, ezeli ve ebedi doğa yasalarına uymadıkları gibi topluma olan eğilimin etkisiyle de ortaya çıkmazlar. Ömürleri sınırlıdır; çünkü proletaryayı, toplumda yer alan ve ancak sivil topluma ait olmaya sınıfı, tüm sınıfların yok oluşunun işaretini veren potansiyel evrensel sınıfı doğururlar.42

Marx’ın modern sivil toplumların oluşum ve gelişimine ilişkin çözümlemesi tek boyutludur. Marx, yalnız sivil toplumun üretim sistemine değil aynı zamanda-aile, gönüllü birlikler, meslekler, iletişim araçları ve bunların yanı sırada okullar, hapishaneler, hastaneler gibi disipliner kurumları kapsayan- diğer sivil yaşam biçimlerinin can alıcı önem sahip dinamiklerine de dönük olan bir eleştirel sivil toplum kuramı geliştirmekten aciz gibi görünür.43

Sorunların ikincisi ise, Marx’ın evrensel modern devlet anlayışına karşı saldırısının sonucudur. Marx, modern devleti savunur. Modern devlet, sivil toplumun birbirleriyle

39

M. Lütfullah KARAMAN, “Sivil Toplum ve Türkiye Üzerine Değerlendirmeler: Bir Yeniden Bakış”, Türkiye Günlüğü Dergisi, Sayı: 10, Bahar 1990 s. 6.

40 A.g.m., s.6. 41 KEANE, a.g.e., s. 90. 42 A.g.e., s. 91. 43 A.g.e., s. 91.

(23)

uyuşmayan öğeleri arasında uyum sağlamaya ve bunları bir üst birlik içerisinde birleştirmeye muktedir olan üzerinde rasyonel olarak uzlaşılmış bir aygıt değildir. Modern devlet, burjuvazinin gelişmesine engel olan feodal kalıntıların direnmesini ya da sivil toplumdaki sınıflar arasındaki durumdan kaynaklanan nedenlerle sivil toplumdan bağımsız gibi görünür. Marx, devletin evrensel çıkarları cisimleştiren ve uyrukları üzerinde tarafsız şekilde hüküm süren ayrı bir varlık olabileceğini varsayan Hobbes, Locke ve Hegel’in savundukları modelleri reddeder. Modern devlet, yanılsamalı bir evrensel topluluktur. Aslında, modern devlet sivil toplumun tikel, tarihsel olarak özgül çıkarlarını yansıtan ve pekiştiren baskıcı vir kurumdur. Marx’a göre devlet biçimleri ve yasal ilişkiler, ne kendi içlerinde anlaşılabilir nede insan aklının genel değişimi denilen şeyle açıklanabilir, aksine bunların kökenler 18. Yüzyıl Đngiliz ve Fransız modasına uyarak sivil toplum adı altında topladığı maddi yaşam koşullarındandır. Modern devlet normal olarak ikincil ya da türevsel bir fenomendir; bir burjuva devlettir, burjuvazinin ve müttefiklerin işlerini yürüten bir araçtır.44

Marx’ın demokratik bir sivil toplum ve devlet kuramına ait üçüncü sorun ise, gelecek komünist toplumda devletin ortadan kalkması ve çatışmaların eriyip gitmesi öngörüsünden kaynaklanır. Marx, minimum, evrensel ve demokratik devlet iktidarı modellerinin tersine, devlet ile sivil toplum arasındaki modern ayrılığı geçici ve istenmeyen bir fenomen olarak algılar. Modern devlet yabancılaşmış toplumsal iktidardır ve bu sebeple de, sivil toplumdaki yabancılaşmayı ortadan kaldırma mücadelelerini devletin eskimişliğine işaret eder. Modern sivil toplum evrensel sınıfı, proletaryayı doğurur, proletaryanın kapitalist üretim tarzına karşı direnişin büyümesiyle devlet öncesi ya da devletin olmadığı durum, herkesin herkese karşı savaşı diye-güvenlik devleti ve oransal devlet modellerinde olduğu gibi-değil de toplumsal sınıflar arası bir mücadele alanı olarak da tanımlanır. Marx, proletaryanın muhtemel zaferlerinin, devlet kurumlarının burjuva egemenliğinden kurtarılmış olan etkin bir toplumsal düzen içerisinde yeniden düzenlenmesi olanaklı kılacağı kanısındadır. Sömürücü toplumsal sınıflar mülksüzleştirilecek ve üretim araçları üretici birliklerin denetimi altına sokulacaktır. Proletarya özgürleşme sürecini, ancak sivil toplum ile onun baskıcı devleti arasındaki bölünmenin ortadan kaldırılması yoluyla tamamlayabilecektir.45

Marx’a göre, işçi sınıfının, sivil toplum üzerinde denetim kurmak için verdiği mücadele, devletin ortadan kalkmasına olanak sağlayacak ve buda yaratıcı faaliyetleri

44

KEANE, a.g.e., s. 94.

45

(24)

beraberinde getirecektir. Marx, meta üretimi ve mübadelesinin artık egemen olmadığı, devlet garantisinde bir “sosyalist sivil toplum”un var olabileceğini düşünmemiştir.46

Marx’ın sivil toplum ile ilgili görüşlerini bir cümle ile Hegel’in sivil toplum-devlet ilişkisinin tersine çevirmek olarak özetleyebiliriz. Yani, sivil toplum Marx’ın teorisinde devlete bağımlı olarak düşünülmekten çıkmış, tam tersi devletin topluma bağımlı olduğunu ve sivil toplum tarafından belirlendiği varsayılmıştır. Marx’a göre sivil toplum yapıdır.(veya alt yapıdır) devlet ise üst yapıdır. Đktisadi ilişkiler alanı olarak sivil toplum siyasi ve hukuki üst yapıyı oluşturan devletin sosyo-ekonomik temelini oluşturmaktadır. Sivil toplum esas itibariyle mülkiyet ilişkilerine dayanan burjuva düzeninin bizzat kendisidir, o özel mülkiyet ve piyasa ilişkilerinin oluşturduğu alan yani ekonomidir. Bu yapı içerisinde sözleşme ilişkileride kapitalist girişimcilerden yana işler. Marx’a göre devlet sivil topluma bağımlıdır, bu nedenle devletin faaliyetleri de hâkim sınıfın çıkarları doğrultusunda gerçekleşmektedir.47

1.5.4. Gramsci ve Sivil Toplum

Marksist gelenek içinde, sivil toplum kavramını özel olarak ele alan ve işleyen üst yapı teorisyeni Antonio Gramsci’dir. Gramsci’nin sivil toplum anlayışı, Marksist teorisyenlerden olması sebebiyle zannedildiğinin aksine Hegel’ yaklaşır.

Gramsci’de Marks’ın fikri temellerini oluşturan ekonomizmi, iktisadi determinizmi görmek zordur. Ayrıca alt yapı-üst yapı ikiliği ve alt yapıyı merkeze oturtan, onun belirleyiciliğini kabul eden düşüncelerinin nasıl farklılaştığını, yön değiştirdiğini görmek mümkündür. Gramsci’nin temel belirleyici olarak kültüre verdiği önem göz önünde bulundurulursa, devlet sivil toplum ikiliğine yaklaşımının anlaşılması daha rahat ve açık olacaktır.

Gramsci’de sivil toplum, Marx’ın aksine yapısal değil, üst yapısal bir momente aittir. Bu aitliği ve Marx’dan farklılığı “Hapishane Defterleri” adını verdiği kitabında Gramsci, şu ifade ile somutlaştırmaktadır.

“Bu anda yapabileceğimi, iki üst yapısal iki büyük düzeyi ayırmaktır. Bunlardan birisi, sivil toplum yani genellikle özel diye anılan organizmalar bütünü, diğeri de siyasal toplum ya da devlet diye adlandırılabilir. Bu iki düzey bir anda yönetici grubun toplumsal

46

KEANE, a.g.e., s. 97.

47

(25)

yapının tümü üzerinde uyguladığı “hegemonya” işlevine, diğer yanda da devlet ve hukuksal iktidar yoluyla uygulanan “doğrudan egemenlik” ya da “komuta” işlevine tekabül eder.48

Gramsci’nin sözünü ettiği hegemonya, doğrudan egemenlik ya da komuta gibi kavramlar, onun devleti çözümlemesine yardımcı olacak kavramlardır. Ayrıca ideoloji-kültür ilişkisi de çözümlemede kapı aralayacaktır. Çünkü Gramsci için sivil toplum, “karşılıklı maddi ilişkilerin tümü değil, ideolojik-kültürel ilişkilerin tümünü, ticari ve sınaî yaşamın tümünü değil, tinsel ve düşünsel yaşamın tümünü içermektedir.”49

Marksist teorinin özünü oluşturan alt yapı-üst yapı ilişkilerinin kavramlaştırma konusunda da Gramsci farklılıklar gösterir. Bu konuda iki temel farktan söz edilebilir. Bunlardan birincisi, Marx’a göre alt yapı asıl ve bağlayıcı iken, üst yapı ikincil ve bağımlı olanıdır. Gramsci’de durumun tamamen tersidir. O, yapı ile üst yapı ilişkilerinin karmaşıklığının farkındaydı ve her zaman basit ve determinist yorumlara karşı çıkmıştır. Ona göre öncül (ekonomik yapı) ile sonuç (siyasal örgütlenme) arasındaki ilişkiler hiçbir zaman basit ve doğrudan değildir, bir halkın tarihi yalnızca ekonomik olgularla belgelenemez. Farklılıkların ikincisinde ise Gramsci, üst yapı alanı için sivil toplum ve devlet momentleri arasında geliştirdiği ikinci bir antitezi de yapı ile üst yapı arasındaki temel antiteze eklemektedir. Bu iki terimden birincisi her zaman olumlu ikincisi ise her zaman olumsuz momenttir. Marx’ın düşüncesinde devlet kendi içinde üst yapısal momenti kapsamaktadır. Aynı zamanda bu moment ideolojilerini de içermektedir. Gramsci’de ideolojiler ve kurumlar arasındaki ilişki, bir karşılıklı eylem şeması içinde de olsa tersine çevrilmiştir. Đdeolojiler, tarihin birincil, kurumlar ise ikincil momentleri haline gelirler. Sivil toplum momenti zorunluluktan özgürlüğe geçişin yer aldığı moment olarak algılandığında sivil toplumda tarihsel kökleri olan ideolojiler, maddi koşullarca tarihsel olarak oluşmuş bir erkin artık yeniden kuruluş sonrası bir yasallaşması değil, daha önceden oluşmuş bir erk’i yasallaştırmaktan öte yeni bir tarih yaratmaya ve yeni bir erkin oluşmasında etken olmaya yeterli güçler olarak görülmektedir.50

Marx ve Gramsci arasındaki tek ayrım sonuçta yeni alt-üst yapı ilişkisi konusunda değildir. Bu ayırım, aynı zamanda kavramsal şemayı ortaya koyan tarihsel yorumdan hareket eden metodun da konusudur. Marx’ın tarihsel yorumlamasının kavramsal şeması haline gelen sivil toplum-devlet şeklindeki sade ve basit ikili yapı göz önüne alındığında, Gramsci’nin

48

Antonio GRAMSCI, Modern Prens, (Çev: Necmi ERDOĞAN), Ayrıntı Yayınları, Ankara, 1984, s. 159

49

GRAMSCI, a.g.e., s. 161-162.

50

(26)

şeması daha karmaşıktır. Gerçekten yalnızca kısmen çakışan iki ikili yapının kullanımını sağlamaktadır. Birincisi yapı üst yapı arasındaki ikili yapıya tekabül eden, zorunluluk ile özgürlük arasındadır. Diğeri ise, ideolojiler ile kurumlar arasındaki ikili yapıya tekabül eden “güç” ile “onay” arasındadır. Bu oldukça karmaşık şema içerisinde, sivil toplum hem ilk ikili yapının etkili momenti (pasif karşıtı) hem de ikinci ikili yapının olumlu momentlerdir (olumsuz karşıtı) ve bu bize Gramsci’nin sisteminin gerçek merkezi olarak görünmektedir.51

Gramsci’de, Marx’ın ezilen sınıf ve sınıf çatışmaları düşüncelerinin farklılaştığını görmekteyiz. Ona göre sadece yapının göz önünde bulundurulması, işçi sınıfın kısır ve çözümsüz bir sınıf savaşımına yönlendirilmektedir. Ayrıca üst yapının sadece olumsuz momentinin ele alınması da yanlıştır, çünkü bu da işçi sınıfını düzenli ve azimli ele geçirişe yönlendirmektedir. Gramsci’ye göre, ikili alandaki son mücadele yine sivil toplum içinde yer almaktadır. Bir alan, yapı içinde işleyen maddi koşulların süreğenliğinin korunması ile ilişkilidir; diğeri ise bu koşulların yanlış bir çözümlemesini simgelemektedir. Đkili yapının öğelerinden biri ya da diğerinin yersiz kullanılışı ya da kullanılmayışı kurumda iki karşıt hataya yol açar: Sivil toplum ile yapının karşılaştırılması sendikalizm yanlışını meydana çıkartır; sivil toplum ile siyasal toplumun karşılaştırılması ise devlete tapmaya yol açar.52

Gramsci’nin devlete atfettiği roller ve devletin ortadan kalkması konularındaki düşünceleri de Marx’tan farklıdır. Kuvvetler ayrılığı konusunda devletin birliğine giden yolda oluşturduğu fren-denge ilişkisi noktasından getirdiği eleştiri bu noktada önemlidir. O her birinin ayrı ayrı hegemonya yarattığı görüşündedir. Her devlet belirli bir tür uygar vatandaş (ve dolayısıyla belirli bir türde birlikte yaşayış ve bireysel ilişkiler) yaratmak ve bunları sürdürmek, bazı gelenek ve tavırları ortadan kaldırmak ve başkalarını yaygınlaştırmak eğilimindeyse eğer (okul ve başka kurum etkinlikleri yanı sıra) hukuk bu amacın aracı olacaktır. Hukukun amaca uygun ve üstün düzeyde etken ve olumlu sonuçlar meydana getirici olması için geliştirilmesi gerekecektir. Hukuk anlayışının her türlü aşkın ve mutlak kalıntıdan pratikte her türlü ahlakçı bağnazlıktan arındırılması gerekmektedir. Ama bu yapılırken devletin “cezalandırmadığı” yalnızca toplumsal bakımdan tehlikeli durumlarda müdahale ettiği görüş açısından hareket edilemez. Bütünüyle yeni bir uygarlık türü ya da düzeyi yaratmak eğiliminde olduğundan devletin gerçekte eğitici niteliğiyle kavranılması

51

GRAMSCI, a.g.e., s. 29.

52

(27)

gerekir.53Gramsci’nin devlete atfettiği bu eğiticilik rolü O’nun devletin ortadan kalkması ve sivil toplum anlayışı ile örtüşen bir noktada yer alır.

Marx, devletin ortadan kalkması gerektiğini söylerken, bunun radikal bir proleter bir devrim ile gerçekleşeceğine inanıyordu. Gramsci de devletin ortadan kalkması gerektiğini söylüyor ancak O’nun yöntemi Marx’tan farklıdır. Marx devlet ile birlikte sivil toplumun da yok olacağını savunurken Gramsci devletin, sivil toplumun genişlemesi sayesinde ortadan kalkacağını söylemektedir. Sivil toplumun genişlemesi olgusunun diyalektik açıdan ifadesi, bu olguyla ilişkili olan, aynı zamanda ekonomik yapının da dönüşmesini sağlayan siyasi toplumun sivil toplum içinde özümsenmesi şeklindedir.

Gramsci’nin sivil topluma ait görüşlerini çok kısa olarak şu şekilde özetleyebiliriz. Gramsci’nin tahlillerinde iki üst yapı vardır, cebri ve hukuki egemenlik vasıtalarıyla (bürokrasi, polis, yargı teşkilatı, ordu) yöneten devlet veya siyasi toplum ve kültürel hegemonyası sayesinde toplum içinde kendi değerlerini yaygınlaştıran sivil toplum. Sivil toplum ile siyasi toplumun faklılığı bunların dayandığı ilkelerin farklı olmasından kaynaklanır. Birincinin ilkesi hegemonyadır; ikincisinin ise tahakküm (domination). Başka bir ifadeyle, hegemonya sivil toplumun, cebir ise devletin, siyasi toplumun ürünüdür.54

Gramsci’de siyasi toplum güçte somutlaşır, sivil toplum ise rıza üretir, başka bir ifade ile ilki cebir ve tahakküm ikincisi ise rıza ve liderliğin alanıdır. Bir hâkim sınıfın hegemonyası bu iki alan arasındaki “organik ilişkiler” sayesinde oluşur. Gramsci’ye göre sivil toplum ekonomiden ayrıdır ve devletin rızasının imaliyle ilgili olan kısımdı, kültürel politikanın alanıdır. Sivil toplum yalnızca maddi ilişkileri değil manevi ve entelektüel hayatın tamamını kapsar. Sivil toplum kurumları, kilise, okullar, sendikalar ve hâkim sınıfın toplum üzerindeki hegemonyasına hizmet eden diğer örgütlerdir. Sadece, açıkça siyasi olan kurumlar (çıkar grupları ve siyasi partiler) değil, aileler, okullar, kiliseler ve medya içinde de hâkim sınıfın değerleri topluma yayılır. Sivil toplum, egemen değerler kültürünü temsil eden kurumlar, ideolojiler, pratikler ve öznelerin oluşturduğu bütünüdür. Bunlar kapitalist toplumun hâkim sınıfının kendi değerlerini topluma nüfuz ettiren aracılardır.

53

GRAMSCI, a.g.e., s.261.

54

(28)

1.6. Sivil Toplum Kuruluşlarının Yapısal Nitelikleri ve Sorunları

Ülkemizde sivil toplum kuruluşlarına yönelik görünen en önemli sorun ve bu konuda eleştiri; bazı sivil toplum kuruluşlarının etkinlik, yönetsel birimler üzerindeki etkilerinin özellikle bu kuruluşların başkanlarının/yöneticilerinin şahsına bağlı olmasından kaynaklanmaktadır.

Bazı sivil toplum kuruluşlarında başkanların veya bazı üyelerin ön plana çıktığı ve bu tür bir işleyişle sahip olan kuruluşlarda ön plana çıkan kişi tarafından başlatılan ve sonuçlandırılan çalışmaların ilgili kesime ait olarak kabul edildiği görülmektedir. Bu bakımdan daha geniş taban hareketleri için kuruluş içi katılımın tetiklenmesi gerekmektedir.

Keleş, sivil toplum kuruluşlarının üzerinde 1982 Anayasasından kaynaklanan ve ayrıntıları yasalarla düzenlenmiş olan sıkı bir vesayet denetimi olduğunu, bu yasakların varlığı ve sivil toplum kuruluşlarının birbiriyle ve başka kuruluşlarla ortak çalışma ve işbirliği yapma olanaklarının sınırlanmış olmasının çoğulcu ve katılımcı demokrasi idealine ters düştüğünü vurgulamaktadır55.

Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarının patronaj ağlarını kırıp halkın istek ve tepkilerini örgütleyip kamusal projelere katkı sağlayacak duruma gelemedikleri, patronaj ağlarının içinde yer alamasalar da katılım sürecini bu ilişkilerin ötesine taşıyamadıkları görülmektedir.

Sivil toplum kuruluşlarının işleyişine yönelik eleştiriler: “görev ve sorumlulukların gereken kesinlikle tanımlanmaması”, “verimsiz/uzun toplantılar” ve “sivil toplum kuruluşları arasında işbirliğinin istenen düzeyde sağlanmaması” gibi noktalarda toplanmaktadır56.

Sivil toplum kuruluşlarının içyapısına yönelik getirilen eleştirilerden biri de söz konusu kurumsal yapılar içinde; “kadın ve gençlere muhalefet yapma olanaklarının büyük ölçüde kapalı olduğunu” ve “delege sistemi, temsili atama, yönetici pozisyonuna gelen kişilerin toplumsal kesime olan yabancılaşmaları, iç muhalefetin kabullenmemesi” olumsuz unsurlar olarak görülmektedir.

55

Ruşen KELEŞ, Yerinden Yönetim ve Siyaset, Cem Yayınları, 2.Baskı, Ankara 1994, s.58

56

Burhan ŞENATALAR, “Yaygın Demokrasi Eğitimi Đçin Đki Model Önerisi” Merhaba Sivil Toplum, a.g.m, s.198

(29)

1.7. Sivil Toplum Kuruluşları: Meslek Kuruluşları, Dernekler, Vakıflar ve Sendikalar

1.7.1 Meslek Kuruluşları

1982 anayasasının 135. maddesinde düzenlenen kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının başlıca özellikleri şunlardır; Kanunla kurulurlar; kendi organları tarafından yönetilirler; tüzel kişiliğe sahiptirler; belli bir meslek mensuplarını içine alırlar; ilgili meslek kuruluşlarına üye olmadan o meslek ve faaliyet yapılamaz; kuruluş amaçları dışında faaliyet gösteremezler; Devletin idari ve mali denetime tabidirler: meslek kuruluşlarının organlarının seçiminde siyasi partiler aday gösteremezler; meslek kuruluşları amaçları dışında faaliyet göstermeleri durumunda sorumlu organlarının görevine mahkeme kararı ile son verilir.

Meslek kuruluşlarının hepsinin amacı, meslek sahiplerinin hak ve yetkiler yönünden gerekli girişimleri yapmak, mesleki denetimi sağlamaktır. Ayrıca, her mesleğin mensuplarını bir araya getirmelerini, onları denetlemeleri, kamu otoriteleri üzerinde söz konusu mesleği temsil etme, üyelerinin ortak sorunlarını ilgililere iletme işlevleri ile üyeleriyle devlet arasında köprü vazifesi yapmaktadırlar. Üyeler ile devlet arasında sağladıkları iletişim, etkileşim aracılığıyla siyasi ve idari karar alma sürecine aktif olarak katılırlar57.

1.7.2 Dernekler

2098 sayılı Dernekler Kanunu Dernekleri kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış, belirli ve ortak bir gayriyi gerçekleştirmek üzere, en az yedi kişinin bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmeleri suretiyle oluşturdukları “tüzel kişi” olarak tanımlamaktadır. Genel olarak dernekçilik orta sınıflara, sosyal piramitte yükselen gruplara ve diğer sınıfların imtiyazlı kesimlerine özgü bir olgu gibi görünmektedir.

Liberalizm ve sivil toplumun temel unsurları arasında sayılan dernekler katılımcı anlayışın temel çizgisini oluşturmaktadır. Dernekler, tüketiciyi koruma örgütlerine ve semt komitelerine temel çizgisini oluşturmaktadır. Dernekler, tüketiciyi koruma örgütlerine ve somut komitelerine kadar çok çeşitli biçimlerde yer almaktadırlar.

Derneklerin ortak bir amaç çerçevesinde bir araya gelen insan topluluklarının oluşturduğu hükmi şahsiyetler olmaları sebebiyle amaç zorunlu bir unsur olup ideal amaç dışında dernek kurulmaz.

57

Referanslar

Benzer Belgeler

Bal ık çiftlikleri: Karaburun Yarımadası'nda denizi kirleten, görsel kirlilik yaratan, eko ve agro turizm projelerine zarar veren bal ık çiftlikleri kaldırılmalı, yeni

Araştırmada bakım verenin eğitim düzeyinin bakım yü- künü etkilediği, eğitim düzeyi okuma-yazma düzeyinde olanların bakım yükü puan ortalamalarının diğer gruplara

The average number of citations per publications (CPP) was defined as the total citation for the first 3 years (included the published year and the followed two years) over

aç ıklamayı yapan DİSK İç Anadolu Bölge Temsilcisi Tayfun Görgün, 20 Mart'ta saat 20.00'de şehir merkezlerinde toplanacaklarını, ellerinde meşaleler ve mumlarla

2010 Avrupa Kültür Ba şkenti (AKB) projesinin resmi yürütücüsü olan istanbul 2010 Ajansı'nın yanlış kararlan ve projede yaşanan aksaklıklar nedeniyle aralarında TMMOB

Video Sequence Background subtraction, moving object detection Occlusion handling Segmented video frame Tracking Individual and mean speed extraction Number of.. vehicles

Türkiye’de faaliyet gösteren bu tarz gönüllü kuruluşlar ile diğer sivil toplum kuruluşlarını hukuki düzenlemelerine göre; dernekler, vakıflar, meslek örgütleri

Yapılan literatür taramalarında şap hastalığında klinik muayene bulguları, hematolojik parametreler, kardiyak enzim aktiviteleri (cTn-I, CK, CK-MB, LDH ve AST)