• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

3.1. Doğu Avrupa’da Sivil Toplum

3.2.6. Đki Dünya Savaşı Arası Dönem

Yirmili yılların sonunda Polonya kendini iyice sıkışmış hissetmeye başlamıştı. Almanya, kaybettiği Polonya kıyılarının kinini güdüyor. Polonya’yı “mevsimlik devlet” olarak adlandırıyordu. Almanya ve SSCB arasında imzalanan Rapollo Antlaşması (1922) özellikle Polonya ve diğer Avrupa devletleri için tehlike demekti. Çünkü bu anlaşmayla Almanya, batılı devletlerden uzaklaşıyordu. Almanya’nın ve Rusya’nın, Polonya’ya aynı şekilde kin duydukları düşünülecek olursa, bu yeni devlet uluslararası arenada iki büyük devlet arasında yalnız kalmış gibiydi. Çünkü Polonya’yı durağan bir ülke olarak görmeyen Đngiltere, sınır anlaşmazlığı yüzünden Polonya’ya pek hoş bakmayan Çekoslovakya ve Litvanya’dan başka Polonya’ya karşı tümüyle kayıtsız olan Đtalya ve ABD bu genç ülkenin yazgısıyla ilgilenmiyorlardı.201

Đçeride de durum iç açıcı değildi. Siyasal mücadeleler sert hükümetler istikrarsızlık içindeydi. Wincenty Witos başkanlığında kurulan koalisyon hükümeti de (ND ve Piast Koalisyonu) artan gerilime çare olamadı. Daha sonra gelen hükümetlerse çok kısa soluklu oldular. Politikacılar, erkin, güçlü bir elde birleşmesi düşüncesinde karar kılmaya başlamışlardı. Böylece dışta Almanya’ya ve SSCB’ye karşı ülkelerini korurken, içten de

200

A.g.e. ,s. 118

201

düzen sağlayacaklardı. Bu durumdan yararlanan Jozef Pilsudski askeri bir darbe ile yönetimi ele geçirdi (12-14 Mayıs 1926). Cumhurbaşkanı ve hükümet üyelerini istifalarını verdiler. Partiler bu mayıs darbesine destek oldular. Parlamenter sistem feshedilmişti. Mayıs darbesinden sonra, gerçek anlamda yönetimi Pilsudski devraldı. Polonya’da var olan siyasi durumu sağlığına kavuşturmak adına “sanacja” (sağlığına kavuşturma) adında bir kamp oluşturdu. Parlamento’nun politik yaşamdaki önemini ve politik partilerin etkinliklerini sınırladı. Polonya’daki büyük toprak sahipleri ve sanayicilerle anlaştı. Hükümetle birlikte çalışan tarafsız bir blok oluşturdu. Polonya’daki otoriter hükümeti durumlar oluşturmuştu. Resmi olarak diktatör yoktu, ama Pilsudski olağanüstü yetkilerle donanmış olarak yönetimdeydi.202

1928’de parlamento seçimleri yapıldı. Parlamentonun 1/3’ini sol partiler ve merkez partiler aldı. Bunlar “sanacja” hükümetini düşürmek istiyorlardı. Bunun için de birleşmenin gerektiğine inandılar. 1929 yılında 6 parti merkez solda (centrolew) birleştiler. Bu partiler, “sanacja” yönetiminin birleşmesini, anayasa ve yasalara saygı gösterilmesini çalışan kesimin durumunun bir an önce düzeltilmesi gerektiğini öne sürerek muhalefet yapıyorlardı. 29 Haziran 1930’da, Krakov’da merkez sol partiler tarafından düzenlenen politik gösteri sonunda “sanacja” yönetimi parlamentoyu dağıttı, parti başkanları tutuklandılar. Partiler kapatılmasa da etkinlikleri sınırlandı.

Artık Polonya’da bir anlamda demokrasi savaşı başlamıştı. 1931 yılından başlayarak işçiler sık sık grev yapmaya başladılar. 1932’de Polonya’nın güneyinde, binlerce işçinin işi bıraktıkları bir grev yaşandı.

23 Nisan 1935’de, “Nisan Anayasası” kabul edildi. Bu anayasaya göre, devletin başındaki başkan, ülkenin tüm işlerinde öncelikle söz sahibiydi. Yönetimin tüm organları ona bağlıydı. Meclis ve senatonun üyelerinden oluşmuş bir seçici kurul tarafından seçilirdi. Yalnızca Tanrı’ya ve tarihe karşı sorumluydu. Bakanlar Kurul başkanı tarafından kurulup feshedilen hükümet, parlamentoya değil, başkana hesap verirdi. Meclis ve senato, gerek görüldüğü takdirde başkan tarafından feshedilebilirdi. Devlet başkanı, silahlı kuvvetler komutanının atamasını yapar veya görevden çekebilirdi. Yargı da devlet başkanına karşı sorumluydu. Böylece, Montesquieu’nun “güçler ayrımı” sistemine uymayan anayasayı kabul ederek Polonya devleti, otoriter tipte bir başkanlık rejimini kabullenmiş de oluyordu.203

202

A.g.e, s. 145.

203

1936 adeta grevler yılıydı. Krakov ve Lvov’da yapılan grevlerde polis işçi çatışmaları sonunda yaralananlar ve ölenler oldu. Ölenlerin cenaze törenleri, daha büyük çatışmalara neden oluyordu. Bu arada köylüler de boş durmuyorlardı. 1937 yılı köylü- polis çatışmalarına sahne oldu. Aydınlar bu durumdan çok rahatsızlardı: her şeyin yeniden düzenlenmesi, gerektiğini düşünüyorlardı. Andrej Strug gibi yazarların buluştuğu Vatandaş ve Đnsan Hakları Koruma Cemiyeti (Ligia Ochrony Praw Czlowieka i Obywatela) ve 1939’da kurulan Kültür Çalışanlar Birliği’nin (Zjazd Pracownik w Kultury) yanı sıra, Đsviçre’de de “Front Morges” adı ile kurulan bir gruba üye Paderewski, Witos ve Gen, Sikorski gibi önemli devlet adamları, Polonya’nın yeniden parlamenter sisteme dönmesi için çalışıyorlardı.204

3.2.6.2. Dünya Ekonomik Krizi’nde Polonya

I. Dünya Savaşı sırasında, savaşa katılan pek çok ülke, altın rezervlerini tüketmişlerdi. Savaş sonrası ekonomik durumlarını düzeltebilmek için karşılıksız para bastılar. 29 Ekim 1929’da New York borsasında patlayan kriz, ABD’de ve dünya tarihinde yeni bir dönem açtı. Amerika’daki kriz, zaten yoksul bir durumda çırpınan Avrupa’ya sıçramakta da gecikmedi. Avrupa’da hoşnutsuzluk yaygınlaşıyor. Parlamenter rejimler, kesin ve acil çözüm üretmedikleri için saldırıya uğruyorlardı.205

Roosvelt’in “Yeni Düzen Yasası” (New Deal), durumu biraz düzeltti. Ancak 1936’da başlayan silahlanma yarışı, stokların erimesi gibi durumlar düzelen ortamı yine karıştırmaya başlamıştı. 206

1935 yılından sonra hükümet zorlu ekonomik durumdan çıkmanın yollarını aramaya başladı. 1936’da yılında dört yıllık kalkınma planı parlamento tarafından hazırlandı. Başbakan yardımcısı Eugeniusz Kwiatkowski, bu planın babasıydı. Hem zengin kaynaklara sahip olduğu, hem de sınırlardan uzakta bulunduğu için seçilen Vistül ve San ırmakları arasındaki bölgede (COP Merkez Sanayi Bölgesi), gerçekleştirilmek istenen bir kalkınma planı uygulayacaktı. Hem madde, yiyecek ve sanayi maddeleri bu bölgeden elde edilecekti. 207

204

A.g.e, s. 145.

205

Artur HUTNIKIEWICZ, Mloda Polska, PWN, Warszawa, 2000, s. 133.

206

A.g.e, s. 133

207