• Sonuç bulunamadı

Türkiye'de muhafazakarlığın toplumsal algılanışı: Kütahya örneği

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türkiye'de muhafazakarlığın toplumsal algılanışı: Kütahya örneği"

Copied!
113
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLIĞIN TOPLUMSAL ALGILANIŞI: KÜTAHYA ÖRNEĞİ

(Yüksek Lisans Tezi)

Ziya KURT

(2)

T.C.

DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

Kamu Yönetimi Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi

TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLIĞIN TOPLUMSAL

ALGILANIŞI: KÜTAHYA ÖRNEĞİ

Danışman:

Doç. Dr. Hayrettin ÖZLER

Hazırlayan: Ziya KURT

(3)

Kabul ve Onay

Ziya KURT’un hazırladığı “Türkiye’de Muhafazakârlığın Toplumsal Algılanışı: Kütahya Örneği” başlıklı Yüksek Lisans tez çalışması, jüri tarafından lisansüstü yönetmeliğinin ilgili maddelerine göre değerlendirilip oybirliği / oyçokluğu ile kabul edilmiştir.

…../…../2018

Tez Jürisi İmza

Kabul Red

Doç. Dr. Hayrettin ÖZLER (Danışman) Yrd. Doç. Dr. Selami ERDOĞAN

Yrd. Doç. Dr. Rukiye TINAS

Doç. Dr. Ayhan KAHRAMAN Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü

(4)

Yemin Metni

Yüksek lisans tezi olarak sunduğum “Türkiye’de Muhafazakârlığın Toplumsal Algılanışı: Kütahya Örneği” adlı çalışmanın, tarafımdan bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma başvurmaksızın yazıldığını ve yararlandığım kaynakların kaynakçada gösterilenlerden oluştuğunu, bunlara atıf yapılarak yararlanılmış olduğunu belirtir ve bunu onurumla doğrularım.

05/01/2018 Ziya KURT

(5)

Özgeçmiş

Ziya KURT, Mardin'in Kızıltepe ilçesinde doğdu. Eğitimine Yeşiltepe Köyü İlkokulu'nda başladı. Lise eğitimini Şanlıurfa Osmangazi Lisesi'nde 2007 yılında tamamladı. Lisans eğitimini Karaman'da Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi'nde Kamu Yönetimi bölümünden 2013 yılında tamamladı. Yüksek lisans eğitimini ise Kamu Yönetimi Ana Bilim Dalında Kütahya Dumlupınar Üniversitesi'nde 2018 yılında tamamladı.

(6)

ÖZET

TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLIĞIN TOPLUMSAL ALGILANIŞI: KÜTAHYA ÖRNEĞİ

KURT, Ziya

Yüksek Lisans Tezi, Kamu Yönetimi Ana Bilim Dalı Tez Danışmanı: Doç. Dr. Hayrettin ÖZLER

Ocak, 2018, 113 sayfa

Tarihi açıdan bakıldığında muhafazakârlık kavramının ortaya çıkışı Aydınlanmaya ya da Sanayi Devrimi’ne götürülebilse de sistemli bir şekilde ortaya çıkmasına neden olan olay Fransız Devrimi olarak görülmektedir. Muhafazakârlık kavramı ortaya çıkışından günümüze kadar hem siyasal hem de toplumsal alanda tartışılan bir konu olmuştur. Kimi düşünürler tarafından muhafazakârlık bir ideoloji olarak kabul edilirken kimi düşünürlere göre de bir tutum ya da davranış biçimi olarak kabul edilmektedir. Muhafazakârlık kavramının niteliğinden dolayı ülkeden ülkeye değişen türleri ve farklı algılamaların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Muhafazakârlığın bu yapısından dolayı ve ülkelerdeki farklı inanç ve yaşayışlarla beraber değerlendirildiğinde Türkiye’de de farklı muhafazakârlık çeşitleri ve muhafazakârlığın algılanmasında farklılıklar ortaya çıkarmıştır. Değişimin içeriği ne olursa olsun orada muhafazakâr bir eğilimden bahsetmek göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’deki varlığı Osmanlı son dönemlerindeki modernleşme çabalarının başladığı zamana kadar götürülebilir. Türkiye’nin siyasi hayatında Cumhuriyet döneminin kimi düşünürler tarafından bir kopuşu ifade ettiği dile getirildiği gibi başka düşünürler ise bunu bir öncekinin bir devamı niteliğinde olduğunu vurgulamaktadır. Fransız Devrimi ile karşılaştırıldığında Cumhuriyet İnkılabı’nın muhafazakâr göstergeler açısından somutluk kazandığı bir olay olarak görünmektedir. Türkiye’nin toplumsal hayatı, ekonomik durumu, inançları, siyasi hayat tarzı, gelenekleri gibi faktörlerle beraber muhafazakârlık, tarihsel süreç içerisinde değişerek Türkiye’de farklı bir şekilde algılanmasına neden olmuştur.

Anahtar Kelimeler: Muhafazakârlık, Türkiye’de Muhafazakârlık, Muhafazakârlığın Algılanması.

(7)

ABSTRACT

SOCIAL PERCEPTION OF CONSERVATISM IN TURKEY: KUTAHYA CASE

KURT, Ziya

M. Sc. Thesis, Public Administration Supervisor: Assoc. Dr. Hayrettin ÖZLER

January, 2018, 113 pages

From an historical point of view, the emergence of the concept of conservatism can be led to Englightment or the Industrial Revolution, but it is seen as a systematic phenomenon that appears to be the French Revolution. The concept of conservatism has been a subject that has been debated from the emergence to the present day, both politically and socially. Conservatism is accepted by some thinkers as an ideology, and according to some thinkers it is regarded as a from of attitude or behavior. Due to the nature of the concept of conservatism it has led to the emergence of different types and different perceptions from country to country.

Because of this structure of conservatism and when it is evaluated together with different beliefs and lifestyles in the countries, different kinds of conservatism in Turkey and differences in the perception of conservatism are revealed. Regardless of the content of the change, considering its conservative tendency there, its presence in Turkey can be traced back to the beginning of the modernization efforts of the late Ottoman Empire. As the Republican period in Turkey’s political life is expressed by some thinkers, another thinker emphasizes that it is a continuation of the previous one. Compared to the French Revolution, it seems to be an event in which the Republican Revolution concretized in terms of conservative indicators. Conservatism, along with factors such as Turkey’s social life, traditions, have changed in the historical process and caused it to be perceived differently in Turkey.

(8)

İÇİNDEKİLER Sayfa ÖZET ... v ABSTRACT ... vi ŞEKİLLER LİSTESİ ... ix KISALTMALAR LİSTESİ ... x GİRİŞ ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM MUHAFAZAKÂRLIK KAVRAMI VE TEORİK ARKA PLÂNI 1.1. MUHAFAZAKÂRLIK KAVRAMI ... 4

1.2. BİR TUTUM OLARAK MUHAFAZAKÂRLIK ... 5

1.3. SİYASİ İDEOLOJİ OLARAK MUHAFAZAKÂRLIK ... 7

1.4. MUHAFAZÂKAR DÜŞÜNCENİN YAPI TAŞLARI... 9

1.4.1. Gelenek ve Tarih ... 10

1.4.2. Hiyerarşi ve Otorite ... 14

1.4.3. Özel Mülkiyet ... 15

1.4.4. Aile ... 18

1.4.5. Birey ve Toplum ... 19

1.5. MUHAFAZAKÂRLIĞIN TARİHSEL GELİŞİMİ ... 21

1.6. MUHAFAZAKÂRLIĞIN DÜNYADAKİ GÖRÜNÜŞ BİÇİMLERİ ... 23

1.6.1. Kıta Avrupası’ndaki Muhafazakârlık ... 23

1.6.2. Amerikan Muhafazakârlığı ... 25

1.6.3. İngiliz Muhafazakârlığı ... 27

1.7. MUHAFAZAKÂRLIĞIN ÇAĞCIL YORUMLARI ... 29

1.7.1. Yeni-Sağ ... 30

1.7.2. Yeni-Muhafazakârlık ... 32

1.8. TEMEL MUHAFAZAKÂR TAVIRLAR ... 33

1.8.1. Değişim ve Süreklilik ... 33

1.8.2. Devrim ve Reform ... 34

(9)

İKİNCİ BÖLÜM

TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLIK

2.1. TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLIĞIN ANLAMI ... 39

2.2. TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLIĞIN TARİHÇESİ... 41

2.2.1. Osmanlı Son Döneminde Muhafazakâr Hareketlenmeler/Göstergeler ... 41

2.2.2. Cumhuriyet Dönemi Türkiye’sinde Muhafazakârlık ... 46

2.2.3. Tek Parti Sonrası Dönemde Türkiye’de Muhafazakârlık ... 51

2.3.MUHAFAZAKÂRLIĞIN TÜRKİYE’DEKİ YANSIMALARI ... 59

2.3.1. Liberal Muhafazakârlık ... 60

2.3.2. Kültürel Muhafazakârlık... 62

2.3.3. Milliyetçi Muhafazakârlık ... 65

2.3.4. İslamcı Muhafazakârlık ... 66

2.4.TÜRK MUHAFAZAKÂRLIĞININ KARAKTERİSTİK ÖZELLİKLERİ .. 67

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLIĞIN TOPLUMSAL ALGILANIŞI 3.1. KÜTAHYA’NIN TARİHÇESİ VE MUHAFAZAKÂR EMARELER ... 70

3.2. TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLIĞIN TOPLUMSAL ALGILANIŞI: KÜTAHYA ÖRNEĞİ ... 70

3.2.1. Muhafazakârlık Algısı ... 72

3.2.2. Geleneklere Bağlılık ... 80

3.2.3. Değişim Anlayışı ... 80

3.2.4. Modernleşme Anlayışı ... 81

3.2.5. Hak, Özgürlükler ve Otorite ... 81

3.2.6. Toplum ... 81

3.2.7. Din ... 82

3.2.8. Ahlaki Yozlaşma ... 83

3.2.9. Cumhuriyet’e ve İnkılaplara Eleştiri Mi? ... 83

3.2.10. Hangi Muhafazakârlık Türü? ... 84

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME ... 85

KAYNAKÇA... 89

(10)

ŞEKİLLER LİSTESİ

Sayfa

Şekil 3.1: Muhafazakârım/muhafazakâr değilim ayrımı ... 72

Şekil 3.2: Muhafazakârlığın tutum veya ideoloji olarak değerlendirilmesi ... 73

Şekil 3.3: Muhafazakârlık algısının çeşitleri ... 74

Şekil 3.4: Kütahya’nın muhafazakârlığı ... 75

Şekil 3.5: Kütahya’nın muhafazakârlığı ... 76

Şekil 3.6: En çok muhafaza edilmek istenen değerler ... 77

Şekil 3.7: Muhafazakâr olmada karşılaştırma ... 78

(11)

KISALTMALAR LİSTESİ

ABD Amerika Birleşik Devletleri

AK Parti Adalet ve Kalkınma Partisi

ANAP Anavatan Partisi

ANOVA Varyans Analizi

AR-GE Araştırma Geliştirme

BM Birleşmiş Milletler

CHP Cumhuriyet Halk Partisi

DP Demokrat Parti

EMAS Eko Yönetim ve Denetim Programı

EPA European Productivity Agency

GATT Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması

GSMH Gayri Safi Milli Hasıla

IAU Uluslararası Üniversiteler Birliği

IIE Ulusal Eğitim Enstitüsü

ILO Uluslararası Çalışma Örgütü

IMF Uluslararası Para Fonu

ISO Uluslararası Standartlar Örgütü

İTÜ İstanbul Teknik Üniversitesi

KİT Kamu İktisadi Teşebbüsleri

KOBİ Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler

KOSGEB Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi

LYS Lisans Eğitimine Yerleştirme Sınavı

MHP Milliyetçi Hareket Partisi

NGO Hükümet Dışı Örgütler

OECD Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü

SSCB Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği

STK Sivil Toplum Kuruluşları

UCAS Üniversiteler ve Kolejler Kabul Hizmetleri

UNESCO Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü

(12)

YÖK Yüksek Öğretim Kurumu

YÖS Yabancı Öğrenci Sınavı

(13)
(14)

GİRİŞ

Muhafazakârlık, kavram olarak ortaya çıkışından günümüze kadar dünyanın farklı yerlerinde farklı anlamlara ve farklı türlere sahip olmuştur. Burada muhafazakârlığa farklı anlamların yüklenmesi ve farklı türlerinin ortaya çıkması, yaşanılan coğrafyadaki siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik yapılarının farklı olması ve farklı coğrafyada yaşanan olaylar, muhafazakârlığın bu şekilde farklı anlamlara ve türlere sahip olmasında temel sebep görülmektedir. Türkiye de kendine has özelliklere sahip olması dolayısıyla muhafazakârlığı anlamlandırmada ve muhafazakârlığın farklı türlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu çalışmada; muhafazakârlığın farklı anlamlandırmalarının neler olduğu Kütahya ili ele alınarak ortaya çıkarılmaya çalışılacaktır.

Çalışmanın birinci bölümde muhafazakârlığın teorik arka plânı ele alınmaktadır. Daha sonra muhafazakârlığın bir ideoloji mi yoksa bir tutum olduğunun tartışması yapılmıştır. Muhafazakârlığın kendine temel olarak aldığı değerler açıklanmaktadır. Daha sonra muhafazakârlığın ortaya çıkışını neden gösterilen Fransız Devrimi’ne ve muhafazakârlığın dünyadaki görünüş biçimlerine daha sonrasında ise muhafazakârlığın kendine temel olarak aldığı tavırlara değinilmektedir.

İkinci bölümde Türkiye’deki muhafazakârlık ele alınmaktadır. Öncelikle Türkiye’de muhafazakârlığın anlamına değinilmektedir. Türkiye’de muhafazakârlık kelime telaffuz edildiğinde bundan ne olarak algılandığına ve bu algının oraya çıkmasına neden olan gelişmelerin neler olabileceğine değinilmektedir. Daha sonra muhafazakâr bir düşüncenin ya da tutum ve davranış olarak ortaya çıkışı gösterilebilecek Osmanlı’nın son dönemlerindeki modernleşme çabalarından Cumhuriyet dönemine, tek parti sonrasındaki döneme ve günümüze kadar olan süreç içerisinde muhafazakârlığın tarihçesine değinilmektedir. Türkiye’nin de kendi özel yapısı olması itibariyle farklı muhafazakârlık türlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Son olarak da muhafazakârlığın Türkiye’deki farklı türlerine değinilmektedir.

Üçüncü bölümde ise Kütahya’da yapılan yarı yapılandırılmış görüşmenin değerlendirmeleri yer almaktadır. Görüşme yapılan kişi sayısı 40’tır. Kişilerin yaşları genel olarak 25 ve 50 arasında değişmektedir. Buradaki kişilerin 31’i erkek, 9’u

(15)

bayanlardan oluşmaktadır. Görüşme yapılan kişiler muhafazakârlık ile ilgili bilgiye sahip ve Kütahya’nın muhafazakârlığı nasıl algıladığını betimleyebilecek nitelikteki kişilerden seçilmiştir. Bu bölümde Kütahya’nın muhafazakârlığı algılayışı ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Daha sonra eldeki veriler değerlendirilerek Kütahya’nın muhafazakâr düşüncenin önemli yapı taşları olan; aile, toplum, değişim, gelenek ve din gibi sosyal kurumların değerlendirmesi yer almaktadır. Buradaki değerler muhafazakâr düşüncenin bakış açısıyla değerlendirilmeye çalışılmıştır.

(16)

BİRİNCİ BÖLÜM

(17)

1.1. MUHAFAZAKÂRLIK KAVRAMI

Terim olarak muhafazakârlıktan ne anlaşılması gerektiğine yönelik tartışmalar basit bir kelime kökeni sorununu aşan, kavramı çok farklı şekillerde tekrar inşa eden yaklaşım açılarını içerisinde barındırmaktadır (Duman, 2004, s. 35). Kavram olarak muhafazakârlık hem Türkçe hem de Batı dillerinde kullanılış şekliyle “muhafaza” (conserve) kökünden gelmektedir (Vural, 2003, s. 7). Kavram ilk olarak Fransa’da kullanılmıştır, dolayısıyla kavramın Fransızca kullanımı ilk olarak (1818) “Le Conservateur” gazatesiyle ortaya çıkmıştır. Bu gazetenin kurucusu François-Rene de Chateaubriand ve Louis Gabriel de Bonald’tır. Kavramın ilk olarak “siyasi” anlamda kullanılmıştır. Muhafazakârlık kavramı Fransa’dan sonra İngiltere’de ise ilk olarak 1830’da, Tory’nin yerini alan “Conservative Party” de J.W. Croker ilk bu adlandırmayı kullanıyor. Amerika’da bu kavramın kullanılması ise 1940’larda görülmektedir. Edmund Burke, muhafazakârlığın babası olarak anılmaktadır. Ancak kimine göre ise onun liberal olarak anılmaktadır. Muhafazakârlık hakkında önemli diğer kişiler ise Russel Kirk, Robert Nisbet, Friedrich Von Hayek ve Tocueville olarak sıralanabilir.

İlk görünüşte muhafazakârlığın sosyal değişimlere karşı direnç gösterme ve geleneksel olanı desteklemeye meyil etmesi olarak değerlendirilse de, muhafazakârlığın tanımlanması kolay değildir. Muhafazakârlık kavramının tanımlanmasının kolay olmamasının belli başlı nedenleri vardır. Kavramın günlük dilde kullanımı ile siyaset bilimi alanında kullanımının karıştırılması veya özellikle bu yolun seçilmesi, muhafazakârların ideolojilere olumsuz bakışı, kaba bir ayrıştırma ile en az iki kola ayrılarak incelenmesi, muhafazakârlığın farklı metotlarla ele alınıp değerlendirilmesi gibi nedenler başta gelir (Akıncı, 2013, s. 105).

Muhafazakârlık, aile ve din gibi sosyal kurumların korunması yönünden hassas olan, bireyin kendini gerçekleştirmesinin araçları olduğuna inandığı bu kurumların, devlete ve siyasete bu yönde sınırlı bir rol biçen bir fikir geleneği, bir siyasi ideoloji ve felsefi ve edebi bir akım (Yayla, 2004, s. 163) olarak tanımlanabilir. Sosyolojik olarak Sanayi Devrimiyle ortaya çıkan muhafazakârlık, yeni sosyal şartların eski değerleri yerinden etmesine, bireyi yalnızlaştırmasına ve geleneksel sosyal yapıların çözülmesine yönelik eleştirilerden beslenmiş; On sekizinci yüzyıla damgasını vuran Aydınlanma düşüncesine yönelik eleştirilerle felsefi olarak, siyasi olarak da aynı yüzyılın

(18)

sonlarındaki Fransız Devriminde devrimci kopuşlara yönelik tepkilerle bir siyasi ideoloji olarak belirginleşmeye başlamıştır (Yayla, 2004, s. 164). Fransız Devrimi’nden önce bir tutum olarak değerlendirildiği ve devrimden sonra ise bir ideoloji halini aldığı söylenebilir.

Bu açıdan bakıldığında muhafazakârlığın dönemin şartlarına göre şekillendiği aynı zamanda bir felsefi tutum olarak değerlendirildiği gibi siyasi alanda yaşanan değişikliklere karşı yaptığı eleştiri ve tepkilerle de siyasi bir ideoloji olarak değerlendirildiği gözlemlenebilir.

1.2. BİR TUTUM OLARAK MUHAFAZAKÂRLIK

Siyasal kavramların değer yüklü ve tartışmalı olmaları nedeniyle bir olgu, olay, nesne veya soyut şeyler olarak bilimsel tanımını yapmak güçtür. Soyut kavramların kullanımı ve içeriği de zamana, coğrafyaya, kültüre ve hatta kişiye göre değiştiğinden sabit bir anlam yüklemek anlama yönündeki çabamızı boşa çıkarabilmektedir. Bu nedenle muhafazakârlığı doğrudan tanımlamaktan ziyade bir tutum olarak muhafazakârlık, bir ideoloji olarak muhafazakârlık veya benzeri dolayımsal bir şekilde tanımlamak en azından amaca dönük faydalı bir kavram olabilecektir. Ama daima kime ve neye göre, hangi bağlamda vs. gibi eklentilerin kullanımını zorunlu kılan bir kavramdır muhafazakârlık.

Örneğin Dursun’un da sorduğu gibi, muhafazakârlık, mevcut durumu muhafaza etmeyi amaç edinen bir siyaset anlayışı ve pratiği olarak mı; yoksa modernlik, değişim karşısında birtakım endişeleri ve tepkileri de içeren sosyal bir olgu olarak mı anlaşılmalıdır? Yoksa muhafazakârlık sadece bir ideoloji ya da yaşamın içinde var olan bir tavır ve tutum olarak mı anlaşılmalıdır (Dursun, 2007, s. 5)?

Genellikle “Muhafazakâr dünya görüşü”, “muhafazakâr siyaset” ve “muhafazakâr tutum” gibi muhafazakârlığın kendisi bir tanımlanan değil tanımlayan bir kip olarak ele alınmaktadır. Örneğin Tanrı inancını, dindarlık ve maneviyatçılığı muhafazakâr dünya görüşü olarak betimlerken bu tür değerler üzerinden politika yapmayı öngören bir siyaset tarzı da muhafazakâr siyaset olarak kabul edilir. Muhafazakâr dünya görüşü ile muhafazakâr siyaset arasında elbette bir örtüşme, bir paralellik bulunur. Zira muhafazakâr siyasetin ana çerçevesini ve ilham kaynağını

(19)

muhafazakâr dünya görüşü oluşturur. Bir başka ifadeyle muhafazakâr dünya görüşünün muhafazakâr siyasetin çıkış noktası olduğu söylenebilir (Çaha, 2004, s. 66).

“Muhafazakâr tutum” ise genel olarak siyaset düşüncesi literatüründe farklı bir muhafazakârlık türü olarak kabul görmektedir. Muhafazakâr tutum, sadece muhafazakâr dünya görüşünden beslenmez. Robert Michels’in dediği gibi “Dünün devrimcileri, yarının muhafazakârları” tam olarak bu şekilde olan bir muhafazakârlığı anlatır. Davranışlardaki tutuculukla ilgili bir yönü bulunmakla beraber, tutum muhafazakârlığı ana hatlarıyla iktidarı ve sistemi değişimin dışında tutmaya çalışan ve var olan durumun değişmesini istemeyen bir siyasete işaret eder. Bu yüzden, muhafazakâr tutum daha çok kendini iktidara göre endeksleyen bir reflekse işaret eder. Hangi dünya görüşünden olursa olsun siyasal iktidarı elinde bulunduranların geliştirmiş olduğu korumacı refleksi tutum muhafazakârlığı olarak değerlendirmek gerekir (Çaha, 2004, s. 67).

Siyasete uyarlanan muhafazakâr tutum, iktidarın daha doğrusu iktidar yapılarının her ne şekilde olursa olsun korunması gerektiğine vurgu yapar. İktidarın ne tür bir özelliğe sahip olduğu burada önemli değildir. Sosyalist rejimlerin de, dünün devrimcileri de yukarıda da geçen Robert Michels’in deyimiyle bugünün muhafazakârları olabilirler. Siyasi iktidara sahip olan tutum muhafazakârlığı, iktidarını korumak için her yolu meşru görür ve iktidarı tehlikeye sokacak her türlü değişim ve dönüşüm isteklerine karşı mukavemet gösterir. Tutum muhafazakârlığının var olanı her koşulda koruma gibi statükocu bir yapısı vardır. İktidar odaklarının siyasi tutum muhafazakârlıkları, iktidarlarını korumak adına devrimci veya yenilikçi niteliklerini kaybedebilir, hem de çok rahat bir şekilde otoriter politikalara başvurma yolunu da seçebilir (Çaha, 2012, s. 111).

Modernleşmenin, kapitalizm, reformun ve devrim sonucu geleneksel yapının altüst olması, aristokrat sınıfın yok olmasından ve herhangi bir parti görüşü olmaktan da önce muhafazakâr düşünce Avrupa’daki geleneksel düzenin görüşüdür. Bu sebeple muhafazakârlık bir ideolojiden ziyade daha çok bir algılayış ve geleneklere dayanan bir ruh hali olarak görülmüştür (Güler, 2008, s. 118).

Muhafazakârlığı siyasal sorunlara veya olgulara karşı (veya göre) değişim gösteren karmaşık bir tutumlar kümesi veya ağı olarak düşünmek doğru olabilir. Bir tutuma sahip olmak demek belli bir psikolojik objeye mesela kürtaja, serbest ticarete,

(20)

devlet müdahalesine, cinsiyet yönelimlerine ilişkin sahip olunan olumlu veya olumsuz duygu, fikir ve değerlendirmelerimizdir. Muhafazakârlık bu manada belirli konularda önyargılara, kalıplaşmış ve değişmesi güç yargılara, sağlam ve esnek olmayan inançlara sahip olmak demektir. Bu yüzden bir tutum muhafazakârlığı daima belli ve özel bir tutumla alakalıdır. Bir konuda güçlü önyargılara sahip olmak, örneğin katı bir kürtaj yanlısı veya kürtaj karşıtı olmak arasında bir fark görülmeyebilir. Bu da muhafazakârlığı genel veya külli bir nitelik olmaktan çıkarıp bireyselleştirir, göreceli hale getirir ve tanımlanamaz kılar. Belli bir konuda muhafazakâr olmamız ama başka bir konuda olmamamız sadece bir tutuma sahip olmaya veya olmamaya indirgenebilir. Örneğin tek eşliliği savunan mı yoksa çok eşliliği savunan mı daha muhafazakârdır? İbadet yerlerinin müdavimi olan mı yoksa olmayan mı daha muhafazakârdır? Sahilde haşemayla dolaşanlara öfkelenen mi, umursamayan mı yoksa hoş gören mi daha muhafazakârdır? Değişimden yana olmak mı yoksa olmamak mı daha muhafazakârca bir tavırdır, yoksa değişime göre değişir mi bu? Fransız sekülerizmi mi yoksa İngiliz tarzı bir sekülerizmi mi daha muhafazakârdır? Amerikalıların yüzde 80 i kendini dindar görürken Avrupa genelinde yüzde 20 lerde olmasından yola çıkarak Amerikalıların daha muhafazakâr olduğu söylenebilir mi? Bu ve benzeri pek çok soru tutum muhafazakârlığını tartışmalı ve hatta yersiz kılmaktadır. Yine de gündelik dilde şu şahıs veya halk şu konuda muhafazakârdır dendiğinde söylenenden neyin kastedildiğini anlamamız ve ortak bir fikir edinmemiz mümkündür. Sonuç olarak muhafazakârlığın bu bağlamda işe yarar, kullanışlı, amaca hizmet eden işlevsel bir kavram olmaktan öteye gidemediği görülmektedir.

1.3. SİYASİ İDEOLOJİ OLARAK MUHAFAZAKÂRLIK

Siyasi bir ideoloji olarak muhafazakârlığı incelemeden önce ideoloji kavramına bakılması gerekir. Sosyal bilimlerin en belirsiz kavramlarından biri ideoloji kavramıdır (McLellan, 1999, s. 11). Çünkü ideoloji kavramı üzerinde gelişen her tartışma ile alakalı ilk sorun, ideoloji kavramı ile ilgili yerleşik ve üzerinde hemfikir olunmuş bir tanımının olmamasıdır (Heywood, 2007, s. 7). Bununla beraber bazı tanımlarına bakacak olursak; ideoloji, toplumsal yaşamdaki anlam, gösterge ve değerlerin üretim süreci; belirli bir toplumsal grup veya sınıfa ait fikirler; bir egemen siyasi iktidarı meşrulaştırmaya hizmet eden yanlış fikirler (Eagleton, 1996, s. 18) olarak tanımlanabilir. Heywood ise, siyasi bir

(21)

inanç sistemi; eylem yönelimli fikirler kümesi; yönetici sınıfın fikirleri olarak tanımlamaktadır (2007, s. 7).

Muhafazakârlık kavramı konu olduğunda üzerinde durulan bir başka durum da muhafazakârlığın ideoloji olup olmadığı konusudur. “Bazı yazarlar, muhafazakârlığı ideoloji olarak tanımlayabiliriz” deyince, muhafazakârlardan bazılarının buna itiraz edebilirler. “Muhafazakârlık bir ideoloji değildir, bir ilkeler ve değerler bütünü olabilir; ama bir ideoloji gibi katı, tam olarak tanımlanmış, esnekliği olmayan bir yaklaşım değildir. Diğer taraftan ideolojiler gibi akıldan çıkmaz, hayatın içinden çıkar. Bundan dolayı muhafazakârlığı bir ideoloji olarak tanımlamak doğru değildir” gibi bir söylemle buna itiraz edebilirler. Muhafazakârlığın ideoloji olup olmadığı tartışılıyor. Muhafazakârlığın tanımlanmasındaki bir sorun ideolojinin ciddi kavramsal sorunlar doğurduğu ve bazı muhafazakârların ve akademik yorumcuların isteksizliğinden kaynaklanıyor olmasıdır (Eccleshall, 2003, s. 48).

Muhafazakârlığı bir ideoloji olarak kabul etseler de etmeseler de Ana ders kitaplarına baktığımızda muhafazakârlığın bir ideoloji olarak kabul edildiğini görüyoruz (Yayla, 2006, s. 57). İngilizcede “conservatism” olan muhafazakârlık, Liberalizm, Sosyalizm ideolojiler gibi onun da sonunun “izmle” bittiğini görüyoruz. Bu yüzden kavramların sonuna “izm” eklenenleri ideoloji olarak kabul ederiz (Yayla, 2006, s. 58).

Muhafazakârlığın kelime kökeni açısından bakıldığında bir ideoloji olarak değerlendirildiğini görüyoruz. Bununla beraber muhafazakârlığa ideoloji olarak bakarsak; Muhafazakârlık, modern dönemde gelenekselciliğin bilinçli hale geldiği ve kendi üzerine düşünmeye başlayan, güncel olanla iletişim kuran, devrim karşısında çabaları ve etkileri ile elle tutulur gözle görülür bir hale dönüşmüştür. Muhafazakârlık, otantik düşünce biçimlerine karşı, bilinçli ve kendi üzerinde düşünür bir hale gelmesiyle muhafazakârlığın bu çabası onun bir ideoloji olarak inşasına işaret etmektedir. (Güler, 2008, s. 118).

Özipek de muhafazakârlığı genelde iki anlamda kullanıldığını ortaya koymaktadır. Birincisi, tutum anlamında kullanılan muhafazakârlıktır. Bu Değişime karşı tepkiyi ifade eder. Değişim karşıtlığını ifade etmede kullanılmasının yanlış olduğunu vurgulamaktadır. Çünkü kavramın sözlüklerdeki anlamı “tutuculuk” tur, ki bu tutum, diğer ideolojileri benimseyen pek çok kişide bulunabilir (2007, s. 13).

(22)

Muhafazakârlığın ikinci anlamı ise bir fikir ve ideoloji olarak sahip olduğu anlamdır. Muhafazakârlık, insanın akıl, bilgi ve birikim olarak sınırlı bir varlık olduğuna inanan, tarihsel olarak bir toplumun sahip olduğu aile, gelenek ve din gibi değer kurumlarını temel alan, sağ ve sol siyasi projeleri ifade eden radikal değişimleri reddeden ılımlı ve tedrici değişimi savunan ve siyaseti ise bu değer ve kurumları sarsmayacak bir alan içerisinde sınırlı bir etkinlik alanı olarak gören bir fikir geleneği, bir düşünce stili ve siyasi bir ideolojidir (Özipek, 2007, s. 14). Yukarıdaki iki başlığı ele aldığımızda muhafazakârlığın hem tutum hem de ideoloji olduğu yönündeki tartışmaların devam ettiği görülmektedir.

Muhafazakâr siyaseti anlamak, öncelikle onun siyaset anlayışını belirleyen felsefi arka planı, insana bakışı, topluma ve dünyaya dair temel görüşlerini ele almayı gerektirir (Özipek, 2004, s. 80-81). Muhafazakâr ideolojinin varlığına dair sonu gelmez tartışmaların üstesinden gelmek için çoğu kişi muhafazakâr düşünce kavramını kullanır. Muhafazakâr düşünce bir ideolojiden ziyade bir düşünsel veya bilişsel tarz, bir düşünme biçimi olarak okunabilir. Eğer muhafazakarlık bir düşünme biçimi ise bu daha çok pragmatik, düşük sınırlılığa ve kapalılığa sahip bir ideoloji olarak okunabilir. Bir ideolojiden beklenen merkezilik (değişmeyen ilkeler, temel bir açıklayıcı ilke, kavram veya teorik bir çerçeveye sahip olma anlamında) boyutunun zayıflığı yanında muhafazakârlık erim boyutu (eğitim, ekonomi, devlet, tarih, din vs. gibi pek çok konularda ortak bir muhafazakârlık fikrinin olmayışı) açısından sağlam bir inanç sistemi değildir. Kısacası ideoloji kadar tutarlı, sınırlı ve kapalı bir inanç sistemi değildir ama bir bilişsel tarzdır diyebiliriz. Bu yüzden muhafazakâr düşünce veya bilişin temel yapı taşlarına bakmak gereklidir.

1.4. MUHAFAZÂKAR DÜŞÜNCENİN YAPI TAŞLARI

Muhafazakârlığın bir düşünce geleneği ve bir ideoloji olarak siyasete yaklaşımı nasıldır, nasıl bir siyaset yaklaşımı öngörmektedir ve onu diğer siyasi ideolojilerden ayıran esas özellikleri nelerdir (Özipek, 2004, s. 5)? Konuya bu soru çerçevesinde bakıldığında muhafazakâr düşünceyi oluşturan temel öğeler daha iyi anlaşılacaktır. Diğer ideolojilerde olduğu gibi muhafazakâr düşüncenin de benimsediği bazı değerler bulunmaktadır. Bunları gelenek ve tarih, hiyerarşi ve otorite, özel mülkiyet, aile, birey ve toplum olarak sıralayabiliriz.

(23)

1.4.1. Gelenek ve Tarih

Sosyal bilimlerde farklı biçimlerde tanımlanan gelenek kavramı genel olarak bir topluluğun kendinden önceki kuşaklardan aldığı ve çeşitli aktarma metotları kullanarak daha sonraki kuşaklara ulaştırdığı her türlü maddi-manevi kurum ve uygulamalar biçimi olarak tanımlanabilir. Toplumların ortak mirası olarak görülen unsurları oluşturan gelenekler, toplumların sürekliliği ve toplumsal meşruiyetin kaynağı olarak gösterilebilirler. Bu kapsamda değerlendirildiğinde gelenek kavramının günlük dilde örf, âdet, görenek ve töre gibi belli davranış kalıpları için de kullanıldığı görülmektedir. Bu yüzden gelenek, toplumun benimsediği değerleri ve bunların uygulanma ve aktarma biçimini ifade etmektedir (Yılmaz, 2005, s. 40).

Tarih ve gelenek muhafazakâr düşüncede, asırlar içinde hayatın her alanında gelişen olaylar karşısında edinilen deneyimler, hayatın içinden çıkarılmış somut bilgiler ve toplumun ürettiği zenginlik olarak bilinmektedir (Şeyhanlıoğlu, 2014, s. 85). Muhafazakâr düşünceye göre geçmişten gelerek geleceğe uzanan gelenek, süreklilik ilkesine dayalı olan ve siyasal faaliyette herhangi bir teoriden ya da ideolojiden çok daha fazla ifade gücüne sahip daha iyi bir yol göstericidir. (Şeyhanlıoğlu, 2014, s. 86). Burada geleneğin ne olduğunu tartışmak tezin kapsam ve sınırlılığı içinde mümkün görünmemektedir. Genel olarak gelenek uygulanmış, uygulanan ve uygulanmasının ciddi toplumsal problemlere yol açmadığı her türlü pratiği içerdiği söylenebilir. Öyleyse gelenek sırf gelenek olduğu için değil veya kendinde bir iyi olduğu için değil büyük ölçüde pragmatist bir çerçevede değerlendirilir. Bu elbette muhafazakârlığın bir gelenekçiliği hiçbir zaman ve hiçbir şekilde barındırmayacağı anlamına gelmez.

Tarihin kendilerine sunduğu değerlere tutunabilen toplumlar ancak sağlıklı yaşayabilir. Muhafazakâr düşüncede değer bir ideal olmaktan öte toplum ve onun kültürünün zamanla yerleşik yaşam tarzını veya düzenini korumaya hizmet ettiğini düşündüğü şeylere yaptığı bir atıftır. Burada değerli olan şeyler toplumun tarihsel bir süreçte kendi içinde ve kendisi olmayanla etkileşimi sürecinde yarattığı ama kendi kendine oluştuğuna inandığı pratikler, psikolojik nesneler veya zihinsel durum halidir. Muhafazakârlık açısından tarih sadece geçmiş veya kazai olayların bir silsilesi değil bir ortaklıktır ve paylaşılan bir mülkiyettir. Tarih, geçmişte yaşananlar ve önceki olduğundan dolayı kıymetsiz hale gelen yığın değil, hem toplumların var olma dayanağı

(24)

hem de hayatlarını sürdürebilme alanıdır (Akkaş, 2006, s. 189). Muhafazakâr düşünce tarihe çok büyük önem vermektedir. Bunun nedeni, geçmişte nerede olduğumuzu bilmeden, şimdi nerede olduğumuzu ve nereye gideceğimizi bilemeyeceğimizdir. Bu nedenle muhafazakârlar için tarih ve gelenek hayatta başarılı olmaları için çok önemlidir (Şeyhanlıoğlu, 2014, s. 90). Muhafazakârlığı anlamak için Aydınlanmacı “Akıl”a karşı “dogma” ve “ön yargı”lara yani geleneğe yaptığı vurguyu anlamaktan geçer (Güngörmez, 2004, s. 12).

Scruton’a göre geleneklerin hem tarihi değeri hem de hayatı kolaylaştırıcı çok önemli bir yerinin olmasının altında yatan nedeni onların üretilemez ve tarihi mirastan çıkarıldıkları içindir (Şeyhanlıoğlu, 2014, s. 87-88). Bunu bir örnekle açıklamak daha iyi olacaktır. “On Being Conservative” adlı makalesi ile Michael Oakeshott, ontolojik muhafazakârlığa gündelik hayattan örneklere vererek çeşitli davranışlarımızın muhafazakâr eğilime sahip olduğunu öne sürer. Örneğin; balık tutma bilindik ve alışılmış bir şeydir. Balık tutma işi pratik ve alışkanlıktan ayrı olarak düşünülemez. Bununla beraber bir gemici, bir aşçı veya bir marangoz yetenekli olsun veya olmasın belirli aletlere sahiptir. Alışkanlık dolayısıyla marangoz kendi aletlerini kullanmada daha beceriklidir. Başka bir marangozun aletlerini kullanmaktansa kendi aletini kullanmayı tercih edecektir. Oakeshott’a göre insan alet kullanan bir hayvan olduğu sürece muhafazakârlığa meyilli olacaktır. Oakeshott başka bir örnek olarak şunu verir: Evimiz yandığı sırada yangını söndürmek için yeni yangın söndürücü icat etmek yerine eski yangın söndürücüyü kullanırız (Güngörmez, 2004, s. 13).

Oakeshott yukarıda verdiği örnekler çerçevesinde değerlendirildiğinde, günlük hayatımızda nasıl davranacağımıza yönelik olarak yeni davranışlar icat etmeyiz bunun yerine alışıldık kurallara ve teamüllere bağlı kalırız. Alışkın olduklarımız bizi geçmişimize bağlar ve ona yönelmemiz bize zaman tasarrufu sağlayacaktır. Alışkın olduklarımıza yönelmemiz istediğimiz sonucu elde etmede bizi yeni bir şey denemenin getireceği riski, bocalamayı, hayal kırıklığını ve üzüntüyü ortadan kaldırır. Günlük hayatımızın büyük bir çoğunluğunu kendimizi güvende hissetmemiz için bildik olanı seçmek ve denenmiş olanı denemekle geçer (Güngörmez, 2004, s. 13).

Muhafazakârlığın temel referans aldığı gelenek ve geleneğe olan bağlılıkları dışarıdan bakanlara göre körü körüne bir bağlılık olarak yansıyabilir. Ancak

(25)

muhafazakârlar, geleneğe bir tür bilgi ya da bilgelik kaynağı olarak bakarlar ve muhafazakârlara göre gelenek toplumsal tecrübelerin bir sonucudur. Muhafazakârlara göre insan aklının kurgusuyla erişilemeyecek kadar engin ve derin olan bilgi ya da birikim, geleneksel kurum ve normların, toplumun tarihsel tecrübesinin somutlaşmış birikimleri demektir. Örneğin, 18. Yüzyılda muhafazakârlığın büyük temsilcisi olarak görülen Edmund Burke Fransız tarzı gibi soyut akli ilkelerden hareket eden devrimlere karşı kurumların sürekliliğinin, denenmiş pratiklerin ve yerleşik tarzların önemine vurgu yapmıştır (Erdoğan, 2004, s. 5). Buradan anlaşılan veya anlaşılması gereken şey geleneğin sadece pratik yararı ve kolaylığı değil anlamlılığıdır da. Bir şeylerin toplumun tarihsel tecrübeleri ile somutlaşması demek o şeylerin şey olmaktan çıkıp anlamlı somut nesneler haline gelmesidir. Dolayısıyla gelenek toplumsal olarak anlaşılır ve anlam ifade eden kurumlar ve normlardır.

Muhafazakârlar geleneğin sürekli olması halinde ayrıca toplumun kimliğinin omurgasını oluşturacağını düşünmektedirler. Muhafazakârlar geleneğin bireye belli bir aidiyet hissi vererek onu köksüzlük duygusunun boşluğuna düşmekten korur ve kendi kimlik bilincine ulaşmasını sağlar (Erdoğan, 2004, s. 5). Muhafazakâr tarih felsefesinin temel duruşu, şu anda nerede olduğumuzu ve nereye gideceğimizi bilmemiz ancak geçmişten bu güne nerede olduğumuza bilmeye bağlıdır (Nisbet, 2014, s. 54). Bu da geleneklerin ve tarihin bağlayıcılığına götürmektedir. Bu noktada muhafazakârların toplumu bir birey veya organizma gibi düşündüğü söylenebilir. Birey, hayat tecrübesi içinde kendine bir bütünlük atfeden varlıktır. Bireyi birey yapan sadece bedeni değil aynı zamanda tecrübî hafızası, dünyayı ve kendi yerini anlama biçimi ve geleceğe dair tutarlı beklentileridir. Kısaca bireyi birey yapan şey büyük ölçüde bir kendilik anlatısıdır, anlatısal benliğidir. Toplum da bu manada bir tarihsel bedene ve kendini anlayan ve anlatan bir hafızaya sahiptir. Bu anlatılar geleneklerde somutlaşır.

Muhafazakârların geleneği çok önemsemesinin altında yatan bir başka neden de muhafazakârların sahip oldukları dini inançlardır. Tanrı bir yaratıcı olarak toplumu yaratmış ve onun kuralları topluma şekil vermiştir. Ancak Heywood’un belirttiği gibi kutsal bir kaynağa gerek duymadan muhafazakârların çoğu geleneği desteklemektedir. Geleneğe verdikleri önem ile muhafazakârların gelenekleri sadece gelenek oldukları için tüm gelenekleri savunup savunmadıkları sorusuna cevap vermeliyiz (Akıncı, 2013, s. 127-128). Muhafazakârlık ve din arasındaki ilişki belki de en karmaşık ve problemli

(26)

ilişkilerden birisidir. Çoğu muhafazakâr için din bir çimentodur, ama toplumu bir din ile veya sadece ümmet olarak tanımlamadıklarını söyleyebiliriz. Muhafazakârlığın din konusunda devrimci düşüncelere göre daha pozitif olduğu söylenebilir. Din gereklidir ama yeterli değildir. Tek bir dine veya dinin belli bir yorumuna bağlı çoğulcu olmayan totaliter veya otoriter bir yaklaşıma sahip oldukları mutlaka söylenemez.

Muhafazakârlar için hangi geleneklerin devam edilmesi ve hangilerine son verilmesi sorusunu biraz daha anlaşılacak hale getirirsek, muhafazakârlar anti-semitizm ve kölelik gibi ayrımcı yaklaşımları sadece gelenek oldukları için korumak durumunda mıdırlar? Bu soruya Nisbet kısa ve öz bir şekilde cevap verir (Akıncı, Muhafazakârlık, 2013, s. 128). Nisbet’e göre diğer teoriler gibi, gelenekçilik felsefesi de seçicidir ve muhafazakârlar geçmişten gelen her şeyi onaylamamışlardır. Geleneğin geçmişle olan bağımızı oluşturup mutlaka geçmişten kaynaklanmakla beraber onun yaşatılması için mutlaka arzu edilir olmalıdır (Nisbet’ten aktaran Akıncı, 2013, s. 128). Başka bir deyişle muhafazakârlar tarafından tüm geleneklerin geçmişte var olmaları, onların sahiplenilmesi gereken değerler olarak değerlendirilmemektedir. Muhafazakârların geleneğe bağlılıkları yeni kuşakların onu devam ettirme istekleri çerçevesinde sınırlı olduğu görülmektedir (Nisbet’ten aktaran Akıncı, 2013, s. 128). Yeni neslin eski gelenekleri devam ettirip ettirmemesinde yaşanılan dönemin, o dönemde ihtiyaçları karşılamada cevap verebilirliğine bağlanmaktadır.

Hangi geleneklerin devam ve hangilerinin devam ettirilmemesi konusunda üç tane kıstası savunur: Scruton’a göre birbirleri ile rekabet halinde olan gelenekler vardır ve muhafazakârlık açısından her geleneğin aynı şekilde korunması söz konusu değildir. Birinci kıstas, gelenekte bulunan değerin şanlı bir tarihe sahip olmasıdır. İkinci kıstas, o geleneğe bağlı olanların sadakatini içeriyor olması ve üçüncü kıstas da, geleneğin ortaya çıkmasına neden olan olaydan daha uzun bir ömrünün olması ve o olaya anlam vermesidir (Güngörmez, 2004, s. 25).

Muhafazakâr düşünce açısından gelenek ve tarih, değerlere dair düşüncelerin temelini oluşturmaktadır diyebiliriz. Gelenek ve tarih, muhafazakârlar için günlük hayatın içerisinde ve tüm gelişmelerin merkezinde olduğu söylenebilir.

(27)

1.4.2. Hiyerarşi ve Otorite

Muhafazakâr düşüncenin üzerinde durduğu konulardan bir diğeri ise otorite ve hiyerarşi konusudur. Hiyerarşik yapının en üst noktası toplumdaki siyasi otorite yani devlettir. Muhafazakârlar otoriteye bakarken toplumu, insan organizmasının bedensel bir kısmı olarak görürken, beyin kısmını ise otorite olarak görür. Toplumun ve düzenin devamı güçlü bir otorite olmadan sağlanamaz (Çaha, 2012, s. 124).

Muhafazakârlar, toplumun doğası itibariyle hiyerarşik olduğunu ve sabit, yerleşmiş sosyal katmanlara sahip özellikte olduğunu düşünürler. Bu yüzden sosyal eşitliğik, başarılamayacağı ve istenmeyeceği nedeni ile kabul edilmez. İktidarın, statünün ve mülkiyetin her zaman eşit olmayan bir şekilde dağıtımı söz konusu olmuştur (Heywood, 2010, s. 92).

Muhafazakârlar ile liberaller, bireyler arasında doğal eşitsizliği kabul etme açısından aynı fikirdedirler. Bazıları, doğduklarında başkalarında olmayan yetenek ve becerilere sahip bir şekilde dünyaya gelmektedirler. Fakat bu tutum liberallerin bakış açıları ile ele alındığında, bireylerin yetenek ve çalışma isteklerine göre yükselme ve düşmeyi çevreleyen bir yeterlilik anlayışının ortaya çıkmasına neden olur. Muhafazakârlar geleneksel olarak, çok daha derinlere kök saldığını düşündüğü eşitsizliğin, bunun organik toplumda kaçınılmaz bir özellik ve bu eşitsizliğin sadece kişisel farklılıklardan meydana gelen bir özellik olmadığını düşünürler (Heywood, 2007, s. 99).

Pre-demokratik olan diğer muhafazakârlar da Burke gibi, “doğal aristokrasi” fikrini kolay bir şekilde kabullenebilmişlerdir. Beyin, kalp ve karaciğer gibi organlar vücut içerisinde nasıl ayrı ayrı fonksiyonları yerine getiriyorlarsa toplumu meydana getiren birbirinden farklı sınıf ve grupların da kendilerinden farklı birtakım fonksiyonları bulunmaktadır. Liderler ve onun arkasından gidenler, yönetenler ve yönetilenler, işe gidenler ve evde oturup çocuk bakanlar gibi statüler olduğu için gerçek manada sosyal eşitlik bir hayaldir. Bununla beraber sosyal sorumluluktaki eşitsizlikleri haklı gösterecek nitelikte, servet ve sosyal statü açısından doğal bir eşitsizliğin olması kaçınılmaz olmuştur (Heywood, 2007, s. 99).

(28)

Muhafazakârların otorite üzerinde yaptıkları vurguyla hiyerarşi görüşü daha da güçlü bir hale gelmiştir. Liberallerin otorite, “özgür bireyler tarafından gerçekleştirilen sözleşmeden doğar” şeklindeki görüşleri muhafazakârlar tarafından onaylanmaz. Otoritenin bireylerin kendi çıkarları için tesis edildiğini düşünen liberallere karşı muhafazakârlar ise otoritenin de yapısı itibariyle toplum gibi doğal olarak geliştiğine inanırlar. Anne ve babanın çocukları üzerindeki otoriteleri herhangi bir ortak sözleşme olmadan, çocuklarının hayatlarını her zaman denetim altında tutarlar. Çocukların ihtiyaçlarının giderilmesi, olası tehlikelerden uzak tutulması gibi ihtiyaçların onlar tarafından onlar için tam olarak neyin iyi ve neyin kötü olduğunu bilemeyeceklerinden bu şekildeki bir otorite ancak “tepeden” dayatılabilir. Çocukların hiçbir şekilde yönetilme ve yönlendirilme konusunda anlaşamadıkları için böyle bir otoritenin “aşağıdan” ortaya çıkacağı söylenemez (Heywood, 2007, s. 100).

Aileden devlete kadar uzanan hiyerarşiye bağlılık, devlete ve otoriteye duyulan saygı, Burke’den günümüze kadar muhafazakâr düşünürlerin ve takipçilerinin değişmeyen düşüncelerinden biridir (Şeyhanlıoğlu, 2014, s. 100). İnanç ve istikrara dayalı hiyerarşi ve devlet yaklaşımında siyasal muhafazakârların, otoritenin sınırlarını aile, toplum, inanç ve ara kurumların sınırları çerçevesinde bir alan tanımıştır. Devletin vazifesi topluma sınır koymak değil, var olan sınırları korumaktır. Tek kişinin yerine otoritenin birden çok kurumun elinde olması gerekir. Bu yüzden siyasal muhafazakârlık, otoritenin tek elde olmadığı, ara kurumları, yerelleşmeyi ve âdem-i merkeziyeti savunmaktadır (Şeyhanlıoğlu, 2014, s. 102).

1.4.3. Özel Mülkiyet

İktisat teorisinin ve iktisat felsefesinin yanı sıra siyaset teorisi ve felsefenin konularına giren özel mülkiyet kavramı, uzun soluklu tartışma kavramlarından biri olmuştur. Özel mülkiyeti tanımlarsak en temel ifadesiyle özel kişilerin mülk edinebilme ve edindikleri mülk üzerinde istedikleri şekilde tasarrufta bulunma hakkı olarak tanımlanabilir (Acar, 2011, s. 39-41).

Muhafazakâr düşüncedeki mülkiyet teorisinde Roma’ya özgü güçlü nitelikler bulunmaktadır. İnsanın harici bir uzantısından daha fazla olan mülkiyet; insan ihtiyacını karşılamada cansız bir hizmetçidir. Mülkiyeti muhafaza yasalarında ve örflerde en

(29)

büyük oğul önceliğinin görülmesi, muhafazakârlıktaki mülkiyet düşüncesinin ve bu düşüncenin güçlü Romalı-feodal unsurunun esasını göstermektedir. Hem Roma hem de muhafazakâr düşüncede mülkiyetin aile yapısını korumak, mülkiyetin kime ait olacağı yönündeki belirsizlikten ve geçici sahipliğinden korunması için tasarlanmıştır (Nisbet, 2014, s. 90-91). Muhafazakârlar mülk sahipliğini hayati öneme sahip bir noktada görürler. Bunun nedeni; mülkiyetin, insanlara güvenlik ve hükümetten bağımsızlık düzeyi vermesi, onları kanunlara ve başkalarının mülkiyetine saygı göstermeye teşvik etmesinden gelir. Bununla beraber mülkiyet insanların kişiliklerinin dışa vurulmuş halini de gösterir (Heywood, 2006, s. 68).

Özel mülkiyetin korunmasına ve serbest piyasanın varlığına toplum ve devlet hayatında muhafazakâr düşünce tarafından büyük önem verilmektedir. Fakat muhafazakâr düşüncede özel mülkiyete verilen önemin nedeni, mülkiyeti sadece hayatta ayakta kalmak veya maddi alanda mutlu olmak için açısından değil, bununla beraber geleneklerin canlılığını sağlamasındaki rolüne de dayandırmışlardır. Muhafazakârlara göre mülkiyet korunduğu sürece, özgürlükler de güvence altında olacaktır. Bu da yaşamın güvenliği demek olacaktır (Şeyhanlıoğlu, 2014, s. 97). Özgürlüklerin güvence altına alınması, özel mülkiyetin korunması sayesinde gerçekleştirilebilecek ve bu sayede de geleneklerin korunması açısından üçlü bir bağlantı kurulabilecektir.

Mülkiyet ile özgürlük arasındaki yakın ilişkiyi, muhafazakârlığın on prensibini ortaya koyan Kirk yedinci prensipte açıklamıştır. Kirk’e göre özel mülkiyetin elden çıkması halinde devlet Leviathan denilen canavara dönüşüp her şeye hâkim olacaktır. Büyük medeniyetlerin tesis edilmesi hep özel mülkiyet kurumu üzerine olmuştur. Bir toplumun daha istikrarlı ve üretken hale gelmesi özel mülkiyetin yaygınlaşmasıyla mümkündür. Ekonomik olarak toplumun eşitlenmesi, yani herkesin aynı düzeyde eşitlenmesi, muhafazakârlar için ekonomik gelişme olarak değerlendirilmemektedir. İnsanoğlunun temel ihtiyaçları elde etme ve harcama demek değildir; asıl istenilen, birey, aile ve toplum sağlam iktisadi zemin ve mekanizmaların var olmasıdır (Kirk’ten aktaran Avcu, 2011, s. 99).

Mülkiyet meselesi siyaset düşüncesini meşgul eden bir konu olmakla beraber son iki yüzyılda ortaya çıkan siyasi ideolojilerde daha belirgin bir hale gelmiştir. Özel mülkiyeti “doğal haklar” üzerine temel alan liberalizme karşı, komünizm ise özel

(30)

mülkiyeti bir “gasp” olarak gören bir yaklaşıma sahiptir. Muhafazakârlar ise komünizmden farklı bir şekilde özel mülkiyeti kabul etmekte; ancak özel mülkiyetin “topluma karşı sorumlulukları” hem meydana getirdiği hem de içerdiğine vurgu yaparak bu yönüyle bireyci liberal düşünceden ayrılmaktadır. Bir başka deyişle, özel mülkiyet muhafazakârlara göre bir tür “gasp” olmadığı gibi, “yalnızca bireysel tatmin için kullanılacak bir hak da” değildir (Acar, 2011, s. 7). Muhafazakârlığın özel mülkiyeti savunusu değer verdiği toplumun sağlıklı bir şekilde devamı için elzemdir ve merkeziyetçi totaliter devlete karşı bir güvenlik şerididir.

Mülkiyete yaklaşımları açısından bakıldığında ideolojilerin birbirinden ayrıldıkları görülmektedir. Muhafazakâr düşüncenin önemli isimlerinden Edmund Burke tarihi miras ve doğal tabiiyet zinciri söylemiyle, geleneksel toplumsal düzenin hiyerarşik yönünü Reflections içinde savunmaktadır. Hatta birkaç yıl sonra yoksullar hakkındaki İngiliz yasalarını kınamak için yazdığı Thoughts and Details on Scarcity içinde ekonomik liberalizmin ilkelerinden oldukça esinlendiği görülmektedir. Piyasanın, özel çıkarları genel çıkarlar yönünde birleştiren iktisadi faaliyetlerin kendiliğinden düzeni sağladığını arkadaşı olan Adam Smith’ten aldığı terimlerle açıklamaktadır. Devlet’in piyasa düzenine her türlü müdahalesini dolayısıyla yoksullara her türlü kamu yardımını mahkûm ederek Smith’ten daha ileri gitmektedir (Benetton, 1991, s. 26).

Bununla beraber Burke devletin görevlerine yönelik olarak, devletin öncelikli görevi özgürlük ve düzen için gereken koşulları sağlamak, özel mülkiyet hakkını korumak ve dış saldırılara karşı savunma mekanizmasını hukuk yönetimi aracılığıyla sağlamaktır. Devletin özel yardım kuruluşlarının sorumluluğuna ait olduğunu düşündüğü refahı artırmak, sağlamak ve dağıtmakla ilgilenmeyeceği gibi özel piyasalara dönük ürün ve hizmetlerin sağlanmasıyla da doğrudan ve ciddi bir şekilde ilgilenmeyecektir (Black, 2004, s. 94).

Sonuç olarak muhafazakâr düşüncenin evrensellik iddialarından kaçındığı dikkate alındığında muhafazakâr düşünce ve yaklaşımlar arasında farklılıklar olması gayet doğaldır. Özel mülkiyetin savunusu konusuna gelince muhafazakârlar arasında adeta evrensel bir uzlaşı olduğu söylenebilir. Aristocu bir yaklaşımla muhafazakârlar siyaseti mümkün kılan şeyin mülkiyet olduğunu söyleyeceklerdir. İnsanlara güvenlik ve hükümetten bağımsız olma imkânını vermesi ve kanunlara ve başkalarına saygı

(31)

göstermeye teşvik etmesi açısından muhafazakârlar için mülk sahipliği önemlidir (Heywood, 2006, s. 68).

1.4.4. Aile

Muhafazakâr düşüncedeki aile kavramına ve ona verilen öneme geçmeden önce ailenin genel bir tanımını yapmak gerekir. Aile, biyolojik ilişkiler sonucu insan türünün devam etmesini sağlayan, toplumsallaşma sürecinin ilk olarak ortaya çıktığı, karşılıklı ilişkilerin kurallara bağlandığı, üyelerinin duygusal olarak doyuma ulaştıkları, üretim ve tüketim açısından ekonomik etkinliklerde bulunan, biyolojik, ekonomik, psikolojik, toplumsal yönleri olan toplumsal bir birim olarak tanımlanabilir (Sayın, 1994, s. 185). Değer, inanç ve kültür aktarımını sağlayan aile, sadece toplumsallığın değil, bununla beraber siyasallığın da kazanıldığı bir eğitim birimidir (Akın, 2012, s. 4).

Aile, kültür aşılamada en önemli kurum olmakla beraber toplumsallaşma araçları içerisinde ilk ve en önemli olanıdır. İnsanların çoğu aile sayesinde sosyal ilişkilerle tanışma ve sosyal ilişkiler kurmayı öğrenmiştir. Toplumsal değerlerin ve sembollerin yeni nesillere aktarılmasını ve geleneksel unsurların yaşamasını sağlayan aile, toplumsallaşma sürecinin ilk aracısı olma konumundadır. İnsanı kuşatan ve en önemli sosyal çevre alanlarından birisini üreten yer ailenin mekânı olan yuvada hayatı boyunca bu kuşatmanın etkisini hisseder. Sosyal bilimciler tarafından aile, mikro bir toplum olarak kabul edilmiştir. Aile bir kurum olarak üyelerini, dayandığı geleneği ve toplum düzenini muhafaza etmesiyle muhafazakâr düşünce ile ilişkilendirilebilir (Akın, 2012, s. 4).

Tarih boyunca tüm toplumlarda görülen en açık sosyal kurum ailedir. Bu sebeple olsa gerek, siyasal teoride pek çok filozof aile üzerine çeşitli tartışmalar yapmıştır. Muhafazakârlara göre, aile bütün sınıflarda karşılaşılan sosyal ve siyasal düzenin temel parçası olan bir beşeri kurum durumundadır. Bu nedenle muhafazakârlar aileye çok önem vermektedirler. Örneğin, Burke’e göre, bir insanın kendini gerçekleştirmesi, adetlere ve sosyal kurumlara katılması, normlara ve kanunlara saygı gösterme işlevi gören aile, aynı zamanda bunlar sayesinde insana en yakınlarıyla birlik duygusunu vermesi sebebiyle sosyal düzenin temel unsuru birey değil, ailedir (Yayla, 2004, s. 12).

(32)

Muhafazakâr düşüncenin aileye bakışını Nisbet ise şöyle değerlendirir. Ona göre; muhafazakâr düşüncede aile toplumun temel birimi ve aynı zamanda geleneksel ahlakın koruyucusu olarak görülmektedir. Çünkü toplumu bir arada tutan bağların bir kısmını aile yaratır ve bunları pekiştirir. Bununla beraber aile, toplumun ayrışmasını engeller, toplum içinde dayanışmayı sağlaması sayesinde temel eğitim kurumlarından biri olma işlevini görür. Aile, insanlarda toplumlarına mensubiyet ve aidiyet duygularını da güçlendirir (Vural, 2003, s. 38).

Bu konuda genel bir çerçeve çizilecek olursa muhafazakârlıkta aile, toplumun en küçük birimi ve değerlerin harmanlanıp yeniden üretildiği bir yer konumunda olması nedeniyle muhafazakârlar için bu kurum çok önemlidir (Şeyhanlıoğlu, 2014, s. 91). Aile gerek otorite, düzen, kimlik ve benlik, sorumluluk, paylaşım, dayanışma, bağlılık, sevgi, güven gibi pek çok hassasiyetin gelişmesinde yeri doldurulamayacak bir kurum olarak toplumun temel taşıdır.

1.4.5. Birey ve Toplum

Bireycilik kavramından bahsederken muhafazakârlar bu kavrama farklı bir anlam verirler. Toplumun bir parçası olan birey muhafazakârlar için önem taşımaktadır. Toplumun korunması ve gelişmesi için birey katkıda bulunmaya yönlendirilmelidir. Bu sayede bireyler katkıda bulunarak hem doğru bir şey yapmaktan haz duyar hem de toplum için gerekli sosyal adaletin sağlamasında da pay sahibi olurlar. Muhafazakârlar bireycilik kavramını daha sosyal ve organik bir kavrama dönüştürmeye çalışarak bireyin diğer bireylerle kuracağı sosyal ilişkiler yoluyla kendi kişiliğini kurmasına yardımcı olacaktır. Sosyal ilişkilerde insanlardan destek almak ve onlara katkıda bulunmakla, birey kendi insani kapasitesini gerçekleştirecek, bütün bunlar da toplumu oluşturacaktır (Vural, 2003, s. 39).

Muhafazakârlar bireyi; akıl, beden gibi birçok nitelikleri bakımından eksik yaratıldığını dolayısıyla; bireyin yaratılış itibariyle tek başına kendi kendine yeterli olmayan bir varlık olduğunu düşünmektedirler (Vural, 2003, s. 39). Liberal ve sosyalist sistemlerin insan doğasına yönelik iyimser bakış açılarına karşı bir eleştiriyi ifade etmekle beraber bu yaklaşımın taşıdığı karamsarlık niteliği, insanın kötü bir varlık olduğu anlamına gelmez. Muhafazakâr düşüncenin burada özellikle belirtmek istediği

(33)

insanın doğası gereği sahip olduğu eksikliklerin onu zayıf kıldığı ve herhangi bir toplumsal teorinin geliştirebileceği birim olarak bireysel insandan hareket etmeyi mümkün kılmadığıdır (Özipek, 2004, s. 92).

Bu eksiklik “ilk günah” gibi dini bir kaynaktan ya da seküler bir kaynaktan gelmesi insanın yaratılış ve doğası gereği böyle olduğu Rossiter tarafından değerlendirilmektedir. Ona göre zayıflık, tembellik, zalimlik ve kötülük bütün insanlarda belli ölçüde bulunurken birçok insanda ise aşırı bir şekilde bulunur. İnsan tabiatı her yerde az çok aynı olup bu tabiatın kanunlarla değiştirilmesi mümkün değildir (Rossiter’den aktaran Vural, 2003, s. 39).

Bireysel aklın tarih, tecrübe, bilinen, yaşanılan ve deneyimsel dünya ile sınırlandırılmasının bir sonucu olarak birey de içinde bulunduğu toplumla sınırlandırılır. Toplumun bütünlüğü, yaşayan, gerçek bireylerin oluşturduğu bir bütünlük değil, geçmiş zamanı ve şimdiki zamanı da içine alarak geleceğe uzanan zaman içerisinde yaşayanların bireysel varlığını aşan bir bütündür (Özipek, 2004, s. 97).

Muhafazakâr düşüncenin önemli ismi olan Edmund Burke ise toplumu ve içerisinde yaşayan bireylerin ilişkisine değinmektedir. Ona göre;

“Toplum bir sözleşmedir. İkincil derecede önemli olan şeyler için yapılmış önemsiz sözleşmeler istendiğinde iptal edilebilir; ancak devletin, kâğıt, kahve, kumaş veya tütün veya bunlar gibi önemsiz bir şeyin ticaret anlaşmasında olduğu gibi gösterilen geçici bir ilgiden sonra tarafların isteği üzerine iptal edilecek bir ortaklıktan farksız olduğu düşünülmemelidir. Ona saygıyla yaklaşılmalıdır; çünkü o, geçici ve ortadan kaldırılabilecek –hayvandan da önemsiz- bir ortaklık değildir. O, bilimde ortaklıktır; sanatta, erdemde ve mülkiyette ortaklıktır. Böyle bir ortaklıkta hedefe birkaç kuşakta ulaşılamayacağından, bu ortaklık sadece yaşayan insanlar arasında değil, hayattakiler, hayatta olmayanlar ve doğacak olanlarla imzalanmış bir ortaklıktır” (Burke, 2006, s. 432).

Muhafazakar düşünce toplumu bireylerden oluşan bir yapı olarak değil aile, cemaat, mahalle gibi dolayımsal yapılardan oluşan bir bütün olarak görür. Liberallerin sözleşmeyi bireysel akla dayandırması ve bireyler-arası bir sözleşme olarak gördüğünün aksine, muhafazakârlara göre toplum adeta milyonlarca küçük sözleşmenin sonucunda ortaya çıkan dolayımsal bir üründür. Bu yönüyle muhafazakârlara göre toplum bireylerin değil toplulukların topluluğudur.

(34)

1.5. MUHAFAZAKÂRLIĞIN TARİHSEL GELİŞİMİ

Muhafazakârlığın siyasal yönünün etkileri 19 ve 20. Yüzyıl siyasetini derinden etkilemiştir. Mannheim’e göre onun özgün yanı, genel bir felsefi ve duygusal bütün, bir düşünce biçimine gelmesi muhafazakârlığın “üslup sahibi” olmasından ileri gelir. Muhafazakârlık, gelenekselciliğin özgül tarihsel biçimlerini almakla beraber onları mantıksal çerçevede değerlendirip geliştirir. Muhafazakârlık kelimesi yöne döneme ait olup, bu kavram Chateaubriand tarafından 1815 sonrası dönemde siyasal alanda “sağ” kanadı tarif etmek için kullanılmış, yaygın bir şekilde 1830’larda Almanya’da ortaya çıkmış, 1835’te İngiltere’de benimsenmiştir (Güler, 2008, s. 119). Muhafazakârlık kavramı 19. yüzyılda ABD’de bu dönemde kamusal işlere ait kötümser bir görüşü ima ederken, 1820’lerden itibaren bu kavram, 1789 Devrimi’nin ruhu ve ilkelerine karşı bir konumlanışı ifade ediyordu. Muhafazakâr, 1835’te İngiltere’de Whig partisine ana muhalefet olan Tory partisinin yerini aldı ve bu partinin resmi adı haline geldi (Heywood, 2010, s. 83).

“Muhafazakâr” terimi günlük dilde farklı anlamlara sahiptir. Bu terim “muhafaza etmek” fiilinin belirttiği mütevazı ya da ihtiyatlı davranış, geleneksel hatta uyumcu bir hayat tarzı, değişim korkusu ya da değişimi reddetmek gibi anlamlara gelebilir (Heywood, 2007, s. 85). Heywood’un söylediklerine paralel olarak “On Being Conservative” adlı çalışmasında Oakeshot(1901-1990) ise muhafazakârlığı şöyle dile getirir. Ona göre muhafazakâr; elde olan bir şeyin olmayana, bilinenin bilinmeyen bir şeye, denenmiş olanın denenmemişe, olguların gizemli olanına, gerçeklerin olası olanına, sınırlı olanın sınırsız olanına, makul olanın mükemmel olanına, küçük ve sınırlı buluşlar ve yeniliklerin büyük ve belirsiz olanına tercih edendir (2004, s. 56).

Kendine bir geçmiş arayan muhafazakârlığın kökleri, Ortaçağ Avrupa’sına uzatılsa bile bir siyasal tutum ve hareket Aydınlanma düşüncesi ve Fransız Devrimi’ne karşı olarak ortaya çıktığı söylenebilir (Güler, 2008, s. 117-118). Gerçekte bu “Devrim”, yalnızca siyasi bir ayaklanma olmayıp, bir yönetim sisteminin toplumsal, iktisadi ve kültürel temelleriyle birlikte tamamen yıkılması şeklindeki tam, modern anlamını veren bir olaydır (Davies, 2006, s. 723). Bunun gibi birçok yönden Fransız Devrimi ile sembolleştirilen muhafazakâr fikirler siyasi, sosyal ve iktisadi değişimdeki gidişe bir tepki olarak doğmuştur. Edmund Burke’ün “Reflections on the Revolution”in France”

(35)

adlı eserinde muhafazakâr ilkelerin ilk ve belki de klasik ifadeleri yer aldı (Heywood, 2007, s. 85). Bu yüzden Burke muhafazakâr düşüncenin önemli isimleri arasında sayılmaktadır.

Muhafazakârlığın ortaya çıkışında Ergil ise üç önemli olgudan bahseder. Ergil’e göre; muhafazakârlığın bir düşünce akımı olarak doğup şekillenmesinde rol oynayan olgulardan birincisi Fransız Devrimi’dir. Bu devrimin düşünce ve ilkeleri kısa bir zaman içerisinde dünyanın birçok yerine yayılmış ve Fransa’da yerleşik düzeni yıkmakla kalmamış, birçok ülkede gelişen devrim ve yenileşme hareketlerine ön ayak olmuştur. İkincisi Sanayi Devrimi’dir. Bu devrim, sanayi öncesi toplumda olan durağan bir iş bölümünü, emek-yoğun teknolojiyi, sınırlı üretimi, tüketimi ve dağıtımı, istikrarlı ilişkileri kökten değiştirmiştir. Bunların yerine istikrarı değil, değişmeyi kural olarak belirlemiştir. Üçüncü olgu ise Aydınlanma Hareketi olmuştur. Bu hareketin insan davranışını yönlendirmede temel felsefesi rasyonalizm (akılcılık) olmuştur. Akılcılığın gelenek yerine, aklın ve akıl yürütmenin en güvenilir yol gösterici olduğunu savunmasıdır (1986, s. 269).

Nisbet ise muhafazakârlığın ortaya çıkışında farklı bir noktaya değinmektedir. Nisbet; muhafazakârların bir yanda toprak, aile, sınıf, din ve lonca örgütlenmesi gibi güçlü ortaçağ kökleriyle “Ancien Regime” (devrim öncesi dönem)’e diğer yanda da devrim demokrasisi ile sanayicilik ikiz gücünün yüzyıl dönümünde Batı Avrupa’ya soktuğu çok daha bireyci, kişisellikten uzak ve sözleşmeye dayalı toplum türü arasında yapılan karşılaştırmada muhafazakârlığın ortaya çıkışına işaret etmektedir (2006, s. 135).

Ortaya çıkış aşamasından sonra muhafazakârlığın gelişim sürecinde ise belli ideolojilere karşı konumlanış veya alternatif olarak şekillendiği düşünülmüştür. Rosen ve Wolff’a göre muhafazakârlık 19. yüzyıldaki önemli ve belirleyici ideolojiler ile tartışmalar içinde şekillenmiş, başta liberalizm olmak üzere ve onun ikamesi olarak düşünülmüştür (Güler, 2008, s. 120). Dünyayı değiştirme çabasında olan liberaller ve sosyalistlere karşı muhafazakârlık savunmacı bir hareketi izler (Güler, 2008, s. 120). Toprak soylularının bir savunma ideolojisi olarak liberalizme karşıt olarak doğup, kendisinden önce var olan Eflatun’a kadar uzanan düşünce birikiminden yararlanmıştır.

(36)

Liberalizmin eşitlik ve özgürlük değerlerini çürütülmesine öncelik vermiştir (Kışlalı, 2003, s. 127).

Bireyi, Ortaçağ bağlantılarından, devlet ve lonca kısıtlarından özgürleştirmeye, insanın doğal, bölünmez ve vazgeçilmez haklarından eşit bir şekilde yararlandırmaya çalışan Liberalizm ve devrimcilik ile muhafazakârlığın temel farkı insan doğasına olan yaklaşımında görülür. Liberal düşüncenin aksine, muhafazakârlar, Hıristiyanlıktaki “ilk günah” doktrinini benimser ve bu yüzden “iyi” ve “özgür” gibi özelliklere insanın sahip olmadığı görüşündedirler (Güler, 2008, s. 121).

Muhafazakârlık tarihsel gelişiminde ilk başlarda günlük dilde birçok anlama geldiği görülebilir. Daha sonra siyasal alanda belli kesimdeki insanları tanımlayan bir kavram haline gelmiştir. İlk doğuşunun yukarıda genel çerçevede değerlendirilen olgulara ve o dönemde önemli ve belirleyici ideolojilere tepki olarak şekillenerek geliştiği söylenebilir.

1.6. MUHAFAZAKÂRLIĞIN DÜNYADAKİ GÖRÜNÜŞ BİÇİMLERİ

Almanca bir kavram olan (sonderweg) “özgül yol” anlamına gelmektedir (Çiğdem, 1992, s. 7). Geleneklere saygılı ve geçmişi ile barışık tüm toplumlarda “kendine özgü bir yol”un olduğunu savunarak gelmiştir. Bu toplumlar genellikle muhafazakâr olarak değerlendirilmiştir. Bu akımın öncü düşünürleri, birbirinden farklılığı olan Doğu ve Batı medeniyetinin daha da ötesi her milletin özgünlüğü nedeniyle, her toplumun kendine özgül bir gelişim çizgisine sahip olması gerektiğini düşünmüştürler. Özgü olma düşüncesine rağmen, muhafazakârlığın dünya üzerindeki görünüş biçimlerini Kıta Avrupası Muhafazakârlığı, İngiliz Muhafazakârlığı ve Anglo-Amerikan Muhafazakârlığı şeklinde genel bir çerçeve çizilebilir (Vural, 2003, s. 31). 1.6.1. Kıta Avrupası’ndaki Muhafazakârlık

Kıta Avrupası’nda gelişmiş olan Klasik Muhafazakârlık kıtada bulunun biri Frankofon, bir diğeri ise Germenfon olmak üzere iki muhafazakârlık türü olduğu için Klasik Muhafazakârlığın tüm özellikleri kıtada görülmez (Çaha, 2012, s. 117). Joseph de Maistre, Maurras ve Louis de Bonald gibi isimler muhafazakârlığın Frankofon yani Fransız Muhafazakârlığın öncü isimleri arasında sayılabilir. Bu muhafazakârlık türünün

(37)

daha radikal, katı, uzlaşmaz ve reaksiyoner özellikler taşıması nedeniyle diğer muhafazakârlık türlerinden farklıdır. Fransız Devrimi’nin etkisi Fransız Muhafazakârlığının bu tür niteliklere sahip olmasında büyük rol oynamıştır (Safi, 2007, s. 44).

Devrime karşı evrim, toplumsal değişimi hâlihazırda olan düzeni sarsmadan ve “yenilik” değil “süreklilik” temelinde gerçekleştirme, rasyonalist akılcılığa karşı edilgen akılcılık, tarihsel devamlılığın bir armağanı olan geleneklerin muhafaza edilmesi ve toplumsal yaşamın temeli sayılması olarak muhafazakâr ideolojinin ortaya çıkış karakteri olarak değerlendirildiğinde Fransız Muhafazakârlığı tüm bu değişkenleri taşımaması itibariyle bir kopuş olarak değerlendirilebilir (Mollaer, 2016, s. 52).

Fransız Muhafazakârlığı gelenekleri, monarşik rejimi, kiliseyi düşman alıp tepki gösteren Fransız Devrimi’nin geleneklerine karşı, kilise eksenli cemaat yapılanmasını savunarak, devrim ve ilerleme düşüncesini açık bir şekilde reddeden bir yaklaşım geliştirmiştir (Safi, 2007, s. 44-45). Çaha’ya göre; Fransız aydınlanmasının temel kabullerini reddeden Aydınlanma, muhafazakâr düşüncenin olumsuz bir şekilde algılanmasına sebep olmuştur (Kırlı, 2016, s. 43).

Maistre ve Bonald Fransız tipi muhafazakârlığının önemli isimleri arasında olup, Burke’ü saygıyla anmalarına rağmen ondan önemli ölçüde ayrılmaktadırlar. Devrimci aklın “küstahlığı”na karşı çıkma bu isimlerin ortak noktasını oluşturduğu söylenebilir. Tarihe bakışları birbirleri ile birleşmez ya da gönderme yaptıkları yer aynı tarih değildir (Mollaer, 2016, s. 52). İngiliz tarihini örnek alınacak bir değer atfeden Burke’e karşı Maistre ve Bonald ise Fransız tarihine bağlı kalmayı seçerler (Benetton, 1991, s. 29).

Kıta Avrupası’ndaki Germenfon yani Alman Muhafazakârlığına bakıldığında ise muhafazakârlığın temel aldığı ilkeleri benimsemekle birlikte, felsefi temellerinin daha güçlü olduğu söylenebilir. Alman Muhafazakârlığının kurucusu sayılan Hegel üzerinden bir örnek verilerek muhafazakârlığı benimseme açısından sağlam temele oturtulabilir. Hegel, yalnızca “millet” ve “devlet” kavramına verdiği önem açısından muhafazakâr gelenek içinde değerlendirilmekle kalmaz, aynı zamanda hakikati rasyonelliğin mükemmel bir biçimi olarak kabul etmesi, onun muhafazakârlığını sağlam bir felsefi temele dayandırır (Safi, 2007, s. 45).

Referanslar

Benzer Belgeler

Ahmadova, G., ‘‘N-Metilmorfolin Betain Fosfat Molekülünün Geometrik, Elektronik ve Spektroskopik Özelliklerinin Teorik Olarak İncelenmesi’’, Yüksek Lisans

Bülent Ecevit Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi Anabilimdalı Bulent Ecevit University, Faculty of Education, Department of Turkish Education

44 1950 sonrası kamusal alanın seküler yapısına tehdit oluştur- mayacak şekilde eğitim alan az sayıda dindar aile kızı meslek sahibi olurken 45 muhafazakâr

 Din ve toplum ilişkileri söz konusu olduğunda toplumsal değişimle dinin karşılıklı ilişkileri kaçınılmazdır..  Din, toplumları etkilemekte

Literatür çalışmasında; Suriye krizinin insani sonuçları ve Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin genel durumu, demografik ve sosyoekonomik göstergeler açısından Suriye

Buradan hareketle makalenin konusu, zihniyet- din ve toplumsal değişme arasında var olan ilişkiyi ortaya çıkartmak, sonrasında ise Zihniyet ve Din isimli eserinden

Öğrenci- lerden, insanlarla ilişkilerinde güçlük yaşadığını bildirenle- rin iletişim becerisi ortalama puanı (X:70.25) i ve empatik eğilim ortalama puanı (X:62.8)

MADDE 13 – (1)Sosyologların görev, yetki ve sorumlulukları aşağıda belirtilmiştir. a) Görevlerini yürürlükte bulunan mevzuata uygun olarak yürütmek.. b) Genel