• Sonuç bulunamadı

2.3. MUHAFAZAKÂRLIĞIN TÜRKİYE’DEKİ YANSIMALARI

2.3.2. Kültürel Muhafazakârlık

Muhafazakârlığın çeşitleri içerisinden kültürel muhafazakârlığın diğer muhafazakârlık çeşitlerinden ayrılan yönü, düşüncelerini siyasi bir alanda değil, kültürel bir zeminde ifade etmesiyle diğerlerinden ayrılmaktadır (Safi, 2007, s. 135). Bunu biraz daha açmak gerekirse kültürel muhafazakârlık yüzyılların sonucunda meydana gelen toplumsal değerlerin sürekliliği üzerinde durmaktadır. Örneğin; dinin toplumsal yaşam üzerindeki önemine, bununla beraber toplumun geleneksel kültürüne ait değerlerin muhafazasını savunmaktadır. Fakat kültürel muhafazakârlıkta dine atfedilen önem,

dinin toplumsal istikrarı sağlamasından gelmektedir. Burada dine verilen önem itibariyle bir hataya düşüp din ve muhafazakârlık arasında bir özdeşlik kurulmamalıdır. Çünkü dindarlık kişisel bir inanç meselesi iken, muhafazakârlık belirli bir ideolojik bilgiye sahip olması yönüyle özdeş kabul edilmemelidir (Beriş, 2004, s. 51). Bu yönüyle ele alındığında Türk muhafazakârlığın kültürel muhafazakârlık kategorisi içinde birden fazla düşünür örnek gösterilebilir. Bu çalışmada Kültürel muhafazakârlığı Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu (1901-1974) üzerinden ele alınacaktır.

On dokuzuncu ve yirminci yüzyılda radikal sağ düşünürleri en çok uğraştıran konu kapsamı itibariyle geniş tutulan ve adına genel olarak “Sosyal mesele” denilen konu olmaktadır. “Sosyal mesele” konusu muhafazakârları ilgilendiren ve konu basit bir şekilde “işçi sorunu” gibi görünebilir. Fakat konunun böyle anlaşılması yanlıştır. Çünkü bu konu yüzeysel olarak bir “işçi sorunu” gibi görünmesine rağmen radikal sağ düşünürler açısından daha kapsamlı bir “sorun” olmaktadır. “Sosyal mesele” olarak adlandırılan meselenin ardındaki asıl mesele ise modernleşme, Aydınlanma, laikleşme, liberalleşme, sanayileşme gibi benzer kavramlarla tanımlanan büyük dönüşüme karşı duyulan radikal tepkinin ideolojik düzlemdeki ifadesi kastedilmektedir (Kansu, 2013, s. 120). Buradaki değişimin varlığı beraberinde muhafazakâr düşünceyi de dile getirecektir. Fındıkoğlu üzerinden “Sosyal mesele”ye bakabiliriz.

Fındıkoğlu açısından “Sosyal mesele” olarak adlandırılan problemin ideolojik boyutu geleneksel kurallara bağlı olarak yönetilen bütünlüklü cemaat yapısının dönüşümden korunabilmesi yönünden bakmaktadır. Bunu gerçekleştirmek ise ancak dini ideolojiye sıkı bir şekilde bağlı kalıp ve cemaatin bu ideolojiyi sarsacak herhangi bir dış etkiden korunması halinde gerçekleşecektir. Bu tür sorunların meydana gelmesinin nedenini ise Fındıkoğlu, bu ideolojik yapının tam anlamıyla korunamamasından kaynaklandığını ve bu ideolojik yapının sil baştan yerleştirilerek korunması halinde gerçekleştirilebileceğini ifade etmektedir. Bu korumayı sağlamanın yolu ise “milli terbiye”den geçmektedir. “Milli terbiye” yapısıyla yerel olmak zorundadır ve evrenselliği kesin bir şekilde reddetmektedir (Kansu, 2013, s. 123). “Milli

terbiye, mücerret bir insanlık mefhumuna dayanmaktan ziyade, reel bir içtimai varlık kabul eder. İnsanlık değil, muhtelif milletler vardır.” (Bilgiseven, 1987, s. 188).

Fındıkoğlu’nun buradaki yargısı Aydınlanma düşüncesini reddetmektedir (Kansu, 2013, s. 123).

Fındıkoğlu, kültürü hem toplumdaki birliği ve dayanışmayı hem de sosyal kurumların düzenli ve uyumlu bir işleyişi sağlayan bir olgu olarak görmekte ve kültürü bir toplumun ortaya çıkardığı maddi ve manevi olan her şey olarak tanımlamaktadır. Kültür üzerinden Türkiye halkı için “Sosyal mesele”ye yönelik olarak Fındıkoğlu’na göre, Türkiye’deki mevcut olan “yaygın kültür” ile “ideal kültür” arasında büyük bir fark bulunmaktadır. Fındıkoğlu, Türkiye’nin hızlı değişme sürecinde olduğu sırada Türkiye’nin birliğini, bütünleşmesini ve çağdaş medeniyete katkıda bulunmasını sağlayacak bir ideal milli kültür tasarlamaktadır. Ona göre bir milli kültür oluşturmada bir aydında bulunması gereken nitelikleri ahlakilik, kendinden çıkma ve teşkilatlanma olarak sıralamaktadır. Buradaki ahlakilikten kastedilen, aydın kişinin nefsinden kurtulması, olayları realiteye ve çevrenin verilerine, olgulara dayalı olarak açıklamasını kastetmektedir. Kendinden çıkma özelliği ile kendi toplumu içerisinde yer alan insanların görüşlerinde toplum mistiğinin ortaya çıkardığı objektiflik kastedilmektedir. Teşkilatlanmayı ise birkaç ayrı laboratuvarda aynı fizik olayını araştıranların tarafsız olma endişelerini birleştirdikleri gibi, topluma kendisini adamış aydınlardan en gergin bir şuur hayatı yaşayanı ile en mütevazı bir kuvvet sahibi olanını aynı noktada birleştirmesi şeklinde örnek vermektedir (Ergan, 2012).

Fındıkoğlu, medeniyetin bozucu ve yok ediciliğine karşı kültür otarşini savunmaktadır. Ona göre, en uygun sosyal yaşantının ancak organik bir cemaat yapısı içinde olabileceği görünmektedir. Fındıkoğlu, kültür birliğine ve kültüre dışarıdan gelebilecek herhangi bir olumsuz etkinin yok edilmesi için organik cemaat yapısının dönüşümünün engellemesine yönelik hazırlıkları doğuracağını ifade etmektedir. Kültür birliği temeli üzerine kurulan cemaatlerde başarılı bir iç siyaset yürütmenin yolunun - Kessler’in belirttiği gibi- dinin birleştirici kurallarını yeniden canlandıran bir kültür politikasından geçtiğini belirtmektedir. Buradan bakıldığında genel çerçevenin dini esaslar üzerine kurulduğu ve kültürün temelinin din olduğunu belirtmektedir (Kansu, 2013, s. 122).

Fındıkoğlu’nun kültürel muhafazakârlıktaki görüşlerine bakıldığında bunu bir sosyal mesele olarak gördüğü söylenebilir. Tabi ki bu sosyal meseleden kastedilen basit bir işçi sorunu değildir. Bunu Türkiye üzerinden ele aldığımızda sosyal meselenin çözümüne yönelik olarak Fındıkoğlu’nun milli terbiye, milli kültür kavramlarına ve aydınlara yönelik olarak belirlenen nitelikler çerçevesinde bir düşünme geleneğinin

oluşturulmasıyla Türkiye’deki sosyal meselenin çözüleceği dile getirilmektedir. Bunu da din hükümlerini referans almasıyla oluşacağı dile getirilmektedir.

Benzer Belgeler